Yeni Üyelik
12.
Bölüm

11. Bölüm: "Pusulam Rüzgâr."

@senemeevren

 

 

 

 

Çınar Yıldırım'ın güncesinden...

 

14.10.2021

Bir kuşun heyecanı gibiydi, seni ilk gördüğüm an.
Gördüm ve elim ayağım buz kesti.
Kalp atışlarımın ritmi bozuldu.

Bir kuşun kanat çırpınışları gibiydi, beni görebilmen için yaptıklarım.
Ben, beni gör diye çok çırpındım.
Sen beni gördün, görmek istedin.

İyi ki görmek istemişsin sevgilim...

 

...

 

Derin bir nefes aldım. Onda bir şey vardı... Onda çok şey vardı. Bana derin derin nefes aldıran çok şey.

Dinlediğim bir şarkıdaki söz düştü aklıma. 'Beni yakan aşkın kurşun mu denizde yediğim vurgun mu? Ben âşık olmazdım ama senin aşkın bir başka.'

Ne kadar da doğru bir tespitti. Ben âşık olmazdım ama senin aşkın bir başka...

O benim hikâyemin nâzımını yazan ozanıydı.

Gözlerimi aralayarak birkaç adım öne attım ve Can'la göz göze geldik.

Havuza dönük olan üçlü koltuğun köşesinde oturan Çınar, hemen çaprazındaki üçlü koltuktaysa Can oturuyordu. Çınar bakışlarını bana çevirdiğinde gülümseyerek gözlerine baktım.

Ayağa kalktığında yanıma geleceğini anladım ve bacaklarımı hareket ettirerek yanlarına doğru adımladım. Bir elini belime sardı.

Yanağını yanağıma değdirdi. Dudakları kulağımın aşağılarında bir yere dokunduğunda "Ben de seni seviyorum." diye fısıldadım, onları dinlediğimi saklamayarak.

Güldü. Geriye çekildiğinde bakışları dudaklarımdaki tebessüme değdi. Gözlerinin içine bakarken uzanıp dudaklarının kenarını öptüm.

"Öhö öhö."

Gözlerimi devirerek geri çekildim. Çınar'ın yanından geçerek eşyalarımı masanın üzerine bıraktım ve Çınar'ın az önce kalktığı yere oturdum. Can hemen sol çaprazımda oturuyordu.

"Burada olduğunu belli etmen çok güzel... Seninle konuşmam gereken bir konu var. Eminim haberin vardır." Kumru koşarak yetiştirmiştir!

Sıkıntılı bir nefes vererek dirseklerini dizlerine koyarak öne doğru eğildi. "Dinliyorum." Sorardım bunu ben Kumru'ya ama. İspikçi satıcı!

Çınar hemen yanıma oturdu. "Eğer onu," dedim kendimden emin bir sesle. "Herhangi bir sebeple üzdüğünü bilirsem, karşında beni bulursun. Bunu tehdit olarak algılama. Ben tehdit etmem, yaparım." Biraz sert bir giriş yapmış olabilirdim.

Güldü. O gülünce bende güldüm, alayla. Ciddiye almamıştı değil mi? Almasındı, kendi bilirdi. Dilimle dudaklarımı ıslattım. Aycan ve Kumru benim her şeyimdi. Onları üzen beni karşısında bulurdu.

"Nasıl oldu hiçbir fikrim yok ama sana karşı boş değil. Bunu görebiliyorum. Ve sana söyleyeceğim tek şey onu üzme," İlk sözlerimin aksine bu sefer suyuna gidecek tonda konuşmuştum. "Bunu kaldıramaz. Neden söylüyorum bunu biliyor musun?" Gözlerinin içine baktım. "Çünkü güvensiz biriymişsin gibi hissediyorum."

"Anlıyorum. Anlamaya çalışıyorum seni ama seninle yıldızımızın barışmamış olması bu sözleri asla kabul edeceğim anlamına gelmez." dedi.

Haklıydı fakat onu üzmesinden korkuyordum. "Emin ol onu asla üzmeyeceğim." diye ekledi. Umarım diye geçirdim içimden. "Ve bence artık aramızdaki şu saçma gerilimi sonlandıralım." Hâlbuki kendisi başlatmıştı.

Son yaptığıyla gözüme az biraz girmişti fakat hâlâ ondan aldığım o kötü enerjiyi yok etmiş sayılmazdı.

"Bence de çok uzadı sanki bu muhabbet." dedi, neredeyse burada olduğunu unuttuğum, hemen yanımda oturan Çınar. Bana söylemişti.

"Peki," dedim, derin bir nefes almadan hemen önce. Aldığım nefesi verdim. "Yeniden tanışalım öyleyse." Elimi Can'a doğru uzattım.

"Azra ben."

Dudağının kenarı kıvrıldığında doğrularak avucunu avuçlarımın arasına aldı, sıktı. "Can. Tanıştığıma memnun oldum." dediğinde yavaşça başımı salladım.

Elimi bırakarak ayağa kalktı. "Neyse ben gideyim artık." dedi, Çınar'a bakarken. Bakışlarını bana çevirdi. "Tekrardan tanıştığıma memnun oldum."

Gülümseyerek onayladım onu. Çınar'la tokalaştıktan sonra az önce geldiğim yerden giderek gözden kayboldu.

Çınar kalktığı yere tekrardan oturarak beni kollarının arasına aldı. Kollarımı belinden geçirerek sıkıca sarıldım. Gözlerimi kapatarak kokusunu ciğerlerime doldurdum. "İyi ki geldin."

"Bugün yaptığında neydi?" diye sordum, gülerek. Başımı göğsünden çekerek gözlerine baktım. Gözlerindeki ifade çok güzeldi.

"Asıl sana sormalı." dedi, ciddi tutmaya çalıştığı ifadeyle. Gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırdım. "Neydi o öyle bugün vaktiniz var mı hocam?" Beni taklit etmesiyle gür bir kahkaha kaçtı dudaklarımın arasından.

"Bir daha yapar mısın?" diye sordum eğlenerek. Bakışları hayranlıkla yüzümün her noktasında gezindi. Bakışlarındaki yoğunluk sertçe yutkunmama neden oldu.

Elini uzattı. Başparmağıyla yanağımı okşadı. Öyle yumuşaktı ki dokunuşları, incitmekten korkar gibi. Elimi yanağımdaki elinin üzerine koydum.

"Senden bir şey isteyebilir miyim?" diye sordum. Bakışlarını gözlerime değdirdi. Bu evet demekti. Ki zaten hayır demezdi, biliyordum.

"Derste inatla bana bakmamayı bırakır mısın sevgilim? Lütfen..."

"Çok isterdim ama olmaz." dediğinde yüzüm düştü. Yanağımdaki parmağını çeneme indirdi. "Çünkü gözlerine bakarsam, derse odaklanamam sevgilim."

Dudağımın kenarını hafifçe kıvrıldığında genişçe gülümsedi. "Ama bir defa bile olsun bakmadın." dedim, sitem dolu sesimle. "Bir kere bile de mi bakamazsın?"

Söylediğim şeyle gülerek beni kollarının arasına aldı. Başımı göğsüne bastırdığında kollarımı sıkıca beline sardım. "Sen böyle söylersen bakamamam mümkün olur mu?" Gülümsedim.

"Anlaştık o zaman?"

"Sadece bir defa." dediğinde hızla başımı salladım.

"Söz ver." Seslice güldü. "Söz." dedi gülerken.

Yelkovan akrebi kovalarken saatin nasıl geçtiğini anlayamamıştım. Başımı göğsünden omuzuna doğru kaydırıp gözlerine baktım.

Gözlerini aralayarak gözlerime baktı. "Keşke bu gece yanında kalabilsem." dedim, hüzünlü bir sesle.

"Kal. Sarılırım sana. Birlikte uyuruz." Gözlerinde öyle bir şey vardı ki baktıkça kaybolduğumu hissediyordum. "Hayatım boyunca uyuyup uyuyabileceğim en güzel gece olur." O böyle söylerse gidemezdim ki. Ama gitmem gerekiyordu işte. Of!

Hem yarın dersim de vardı. Babamlara ne söyleyecektim?

"Çok isterdim ama," Dudaklarını alnıma bastırdı. Gözlerimi kapatıp derin bir nefes aldım. Dudaklarımda huzurlu bir tebessüm peyda oldu. "Olmaz. Yani babamlar var. Soracaklar, yalan söylemek istemiyorum. Yoksa çok isterdim kalmayı."

"Şşşş," dedi fısıldar bir tonda. "İnanıyorum ben sana. Hem zaten yalan da söyleme. Böyle de çok güzel."

Gözlerimi araladım, göz göze geldik. "Kara nerede?" diye sordum, bir anda aklıma geldiğinde.

"Gözlerinde biraz problem vardı. Bir veteriner arkadaşımın yanında şu..."

Sözünü keserek, "İyi mi peki?" diye sordum, endişeyle. Başını salladı.

"Öğlen konuşmuştum, şükür iyi." Derin bir nefes alıp gülümsedim. "Şükür." diye tekrar ettim onu.

Kollarımı boynuna dolayarak sıkıca sarıldım. "Gitmem gerek. Ama hiç gitmek istemiyorum."

Kollarını belime doladığında "Kal demeyi çok isterdim ama sonra zor durumda kalırsan... Bunu hiç istemem." dediğinde, tişörtün açık bıraktığı boynundan öptüm.

Çok güzel bir adamdı. Kalbi o kadar güzeldi ki... Anlatılacak gibi değildi. Kelimeler yetersizdi onu anlatmaya.

Tek bildiğim ona çok güveniyor olmamdı. Belki de beni benden daha çok düşünüyordu. Onun beni bulması, benimde onu kabul etmem; bu hayattaki en büyük şansımızdı.

 

*****

 

Anahtarı kilide geçirdiğimde kapı açıldı. Sessizce kapıyı kapatıp holde birkaç adım attım ve ayakkabıları ayağımdan çıkartıp terliklerimi giydim.

Merdivenleri tırmanırken de oldukça ağır hareket ettim. Odamın önüne geldiğimde bakışlarım Aycan'ın odasının kapısına takıldı.

Odama girmekten vazgeçip karşımdaki kapıya doğru adımladım ve kapının kulpunu aşağı indirdim. Bakışlarım ilk önce yatağa değdi, orada olmadığını gördüğümde hemen odanın içini taradım. Balkondaydı.

Odaya birinin girdiğini bile fark etmemişti. İki haftadır ayrıydık ve ben onu çok savsaklamıştım. En son yaşadığı olayın üzerinde on beş gün geçmişti ve ben daha hangi noktada olduğundan bile habersizdim.

Kötü bir kardeştim.

Daha fazla vakit kaybetmeden balkona çıktığımda başını arkaya çevirerek omuzlarının üzerinden gözlerime baktı. Gülümsedi.

Hızla yanına gidip kollarımı boynuna doladım. O çok özlediğim kokusunu ciğerlerime doldurdum. Şimdi daha çok fark ediyordum aramıza ne kadar çok şeyin girdiğini.

"Bebeğim, iyi misin?" diye fısıldadım. Derin bir nefes aldığını işittim. Geri çekildim ve yanaklarını avuçlarımın arasına hapsedip gözlerinin içine baktım.

"Neden uyumadın?" diye sordum bu sefer. Yüzümde içten bir tebessüm vardı. "Seni bekliyordum." diye cevap verdiğinde yüzümdeki gülümsemem silikleşti ve sertçe yutkundum.

Kollarımı tekrardan boynuna doladığımda bu sefer o da bana karşılık verdi. "Özür dilerim."

"Özür dileyeceğin bir şey yok. Sadece seni özledim, o kadar."

"Çok özür dilerim." dedim söylediğini umursamayarak. Çünkü onu gerçekten de ne kadar ihmal ettiğimi fark edememiştim; her ne kadar bu süreçte uzakta olsam da haksızdım, o benim can parçamdı.

Geri çekilerek "Sorun değil, uzaktaydın çok normal." dedi. Ardından gülümsedi. "Bir daha asla o kadar uzağa gitmene izin vermeyeceğimi söylemiştim, değil mi?"

Güldüm. "Delisin sen, deli." diye mırıldandığımda kollarını belime sararak başını göğsüme yasladı.

"Kimin ikiziyiz acaba?"

Kısa bir süre sessiz kalarak birbirimize sarıldık ve karşımızdaki nefes kesen karanlığa gömülen ormanı izledik.

"N'oldu o iş Aycan?" dedim aramızdaki sessizliği bozarak. "Hangi iş?"

"Söyletme işte, sen anladın neyden bahsettiği..."

"He sen o günkü saçmalıktan bahsediyorsun." dedi sözümü keserek. Kaşlarım çatıldı. Kollarımı üzerinden çektiğimde başını göğsümden kaldırdı ve geri çekilerek gözlerime baktı.

"Saçmalık mı?" Başını onaylarcasına salladığında "Neler olduğunu anlatacak mısın?" diye sordum sabırsızca.

"Anlatılacak bir şey yok." dedi, gözlerini kaçırarak. Kesinlikle bir şeyler olmuştu, bunun başka bir açıklaması olamazdı. Aycan mutsuzdu. Belli ki benim de bunda büyük bir katkım vardı; ona bunu daha önce sormamış olmam çok büyük bir hataydı.

"Aycan..." diye seslendim. Ardından bir elimi çenesine yerleştirerek göz teması kurmaya çalıştım. "Canını sıkacak bir şey mi söyledi? Ya da yaptı? Hadi anlat kuzum."

"Ne bir şey söyledi, ne de yaptı." Kaşlarım mümkünmüş gibi biraz daha çatıldı. "Sorun hiçbir şey yapmamış olması. Yani insan bir tepki verir en azından değil mi? Hayır duygularımız karşılıklı değil falan der en azından. Ama yok! Bir tepki bile yok! Tabii karşılaştığımızda ayaklarını götüne götüne vurarak kaçması dışında!"

Konuşmanın başında söyleyecek hiçbir şey yok demişti. Ama konuştukça açılmıştı. İşte benim ikizim buydu. İçi dışı bir... Az önceki suskunluğu beni çok korkutmuştu. Konuşmasının sonlarına doğru güldüğümde susarak kaşlarını çattı.

"Özür dilerim, sen devam et." dedim, elimin tersiyle gülüşümü durdurmaya çalışırken.

"Devamı yok bu kadar." dedi ters bir bakış atarak. Gülüşlerim artarak kahkahaya evirildiğinde bana beni öldürecekmiş gibi baktı.

"Özür dilerim, bir an tutamadım kendimi." dediğimde gözlerini devirdi. Derin bir nefes aldım ve onu daha fazla kızdırmamak için yüzümdeki gülümsemeyi yok ettim.

"Hiç konuştunuz mu peki?" diye sordum.

Başını iki yana sallayarak "Dedim ya beni her gördüğünde kaçtı. Hayır, yan evde yaşıyor ama bir türlü onunla konuşacak uygun bir anım olmadı. Ya okuldayım ya da birileri oluyor yanımda, yanında ve ben onunla konuşamıyorum bile."

Dudaklarımı içe kıvırdım ve düşündüm. Yani neden kaçıyordu? Hiç de öyle birine benzemiyordu. Bir şeyleri dalgaya vurmasına o kadar alışmıştım ki bu hareketlerine hiç anlam veremedim.

"Acaba?" dedim, bir sebep bulmak için. Merakla gözlerime baktı. "Damla haklı olabilir mi?"

"Sanmıyorum." diye cevapladı.

"Peki sence neden bu şekilde davranıyor?" diye sordum anlam veremeyerek. Bilmem der gibi dudaklarını büktü, bakışlarını ormana çevirdi ve "Yani henüz kendisiyle konuşamadığımdan bir sebepte gelmiyor aklıma. Eğer bir şey hissetmiyorsa insan gibi söylesin, kendimi yataklara atıp onun için günlerce falan ağlayacak biri de değilim. Mal işte! Yiyeceğim ya kendisini, kaçıyor benden!"

Söyledikleri karşısında dudaklarımı birbirine bastırarak gülmemek için kendimi zor tuttum. "Acaba?" diye sorduğumda, "Ne acaba?! Ne?!" diye karşılık verdiğinde, kendimi daha fazla tutamayarak gür bir kahkaha attım.

Attığı öldürücü bakışlardan ürkmüyor değildim ama işte, kendimi tutamıyordum da. "Sizi bir araya getirsek mi diye soracaktım." dedim suçlu bir çocuk gibi.

Bakışlarını yüzümden çekmeden önce dudağının kenarı kıvrılmıştı. "Bilmem, yine kaçar ama o mal." dediğinde kısık bir şekilde güldüm.

"Yok, yok. Sen merak etme o iş bende. Hele bi' kaçmaya kalkışsın. Neyse..." Ayağa kalktım. Geç olmuştu, yarın erken saatte dersim vardı ve saat gece birdi. "Sen pazar günü müsait ol yeter."

"Ne yapacaksın ki?" diye sordu ayağa kalkarken. "Sen o kısmı düşünme, ben halledeceğim." dedim ve uzanıp yanağına onu sinirlendirmeyecek bir şekilde ıslak olmayan bir öpücük kondurdum. "İyi geceler kuzum."

"Sana da benim süper, olağanüstünün üstü zeki ikizim." Henüz planımdan habersiz olsa da dediğine gülümsemeden edemedim.

 

*****

 

Taksi yavaşladığında ön camdan gördüğüm araba yüzümdeki tebessümün sebebiydi. Arabadan indiğimde denize dönük olan vücudunu bana çevirdi.

Karşımdaki adama gülümseyerek baktığım sırada bana doğru bir adım attı. Bacaklarımı hareket ettirerek yanına doğru hızla adımladım. Kollarımı boynuna dolayarak sıkıca sarıldım.

Kollarını belime sıkıca sardığında avuçlarım saç diplerini okşadı. Derin bir nefes aldım. Ciğerlerime dolan petrichor kokusu içimi kıpır kıpır ediyordu.

"Çok özlemişim." diye fısıldadı. Dudaklarımı ıslattım.

"Yalancı." dediğimde geri çekilip kaşlarını kaldırıp öyle mi der gibi baktı.

Çarşamba günü yanından ayrıldıktan sonra hiç görüşememiştik.

Perşembe günü öğlene kadar dersteydim. Ve Çınar'ın o gün dersi olmadığından okula gelmemişti. Öğleden sonra eve gitmiştim. Biraz çizim yaptıktan sonra Aycan'la muhabbet etmiştik. Pazar günü hakkında ağzımdan laf almaya çalışmıştı. Efe'ye ve diğerlerine ufak bir mesaj atarak o gün hep beraber bowlinge gideceğimizi yazmıştım.

Cuma günü, yani dün evde boş boş takılmıştım. Sabah gelen mesaj moralimi bozmuştu. Koskoca on dört günümün boşa gittiğini duymak beni hüsrana uğratmıştı. Kaybetmiş olmak beni üzmüştü fakat benim üzüldüğüm nokta bu değildi. Üç yüz otuz altı saatimin boş yere geçmiş olmasıydı. Yine de unutmaya çalışmıştım. Gece Çınar'ı beklemiştim fakat gelmemişti.

"Dün gece sen bekledim ama gelmedin." dedim kollarımı gevşeterek hafifçe geriye çekildim ve gözlerinin içine baktım. Ellerim omuzlarındaydı.

"Bir önceki gece geldim ama." Dudaklarım aralandı. "Perşembe gecesi mi?" diye sordum şaşkınlıkla. Başını salladı.

"Ama nasıl?"

"Uyuyordun. Hem de çok güzel... Uyandırmaya kıyamadım. Sonra da seni izledim." Tatminkâr bir şekilde gülümsedim. "Bakıyorum da hoşuna gitmiş gibi." dedi, benim gibi gülümserken.

"Ama ben seni dün beklemiştim." dedim tek kaşımı kaldırarak. Yüzüme doğru eğildi ve alnını alnıma yasladı.

"Sen iste ben her gece gelirim." diye fısıldadı. Nefesini yüzümün her noktasında hissettim. Alt dudağımı ısırarak gülüşlerimi engellemeye çalıştım. Omuzlarımdaki ellerimi yanaklarına götürüp dudaklarımı dudaklarına değdirdim. Gözlerimi yumdum.

Dudaklarımı hareket ettirmedim. Dudaklarını dudaklarıma bastırdı ve derin bir nefes aldı. Avuçlarını belime bastırarak vücudumu vücuduna yasladı. Dudaklarını hareket ettirdiğinde ben de hareket ettirdim. Dudaklarımız müthiş bir ahenkle dans ettiğinde kollarımı boynuna dolayarak daha da sert karşılık verdim. Benim aksime öyle acelesiz davranıyordu ki...

Nefessiz kaldığımı hissettiğimde durdum fakat geri çekilmedim. Dudaklarım dudaklarına temas ederken göğsüm hızla inip kalkıyordu. Aralıklı dudaklarımdan kaçan nefes doğrudan dudaklarına çarpıyordu.

Belimdeki bir elini yanağıma yasladı ve başparmağıyla hafifçe okşadı. Yüzümü yana götürdüm ve yanağımı yanağına sürterek yüzümü boynuna sakladım.

"Sen nasıl bir adamsın ya." dedim boğuk bir sesle. Bu bir soru değildi, sesimde hayranlık vardı. "Sen de öyle bir şey var ki..." Derin bir nefes aldığını işittim.

"Sen bi' de benim gözlerimden kendini görsen." diye karşılık verdi. Tebessüm ettim.

"Sen mükemmel birisin." Yüzümü boynundan çekip gözlerine baktım. Gülümsüyordu. Hayranlıkla. "Asıl mükemmel olan sensin." dediğinde seslice güldüm.

"Bu böyle gidecek galiba?" diye sordum, gülüşlerimin arasından.

O da güldü. "Galiba."

Beraber denize doğru döndüğümüzden kayalıkların ucuna doğru ilerledik. Ve taşların üstüne oturduk. Sırtımı göğsüne yaslayıp bacaklarımı taşlara uzattım. Bir elimi omzumun üzerinden attığı kolun avucuna götürüp parmaklarımızı birbirine geçirdim.

Uzun bir süre orada kaldık. Hava artık kararmaya yüz tutuyordu. Çınar'la beraber denize bakıp sohbet etmiştik ve tabii bolca kahkahalarımız bizi hiç yalnız bırakmamıştı.

Bakışlarımı turuncuya dönen ufuk çizgisine çevirdiğimde telefon sesi kulaklarımı doldurdu. Çınar kollarını üzerimden çekmeden boşta kalan eliyle elini cebine atıp telefonu çıkardı. Bakışlarım istemden de olsa göz ucuyla ekrana kaydı. Ekranda yazan ismi gördüğüm sertçe yutkundum.

Anneciğim arıyor...

Bakışlarımı hızla çevirdim ve doğrulup ayaklandığım sırada Çınar bir şey söylemeden telefonu açıp kulağına yasladı.

"Efendim anneciğim." dedi gülümseyerek. Arkamı dönüp denize baktım. "Hiç öyle..." diye devam etti konuşmasına. Sonra ekledi: "Sen ne yapıyorsun?"

Kısa bir süre karşı tarafı dinledikten sonra sesini duydum. Sesi yakından geldi. "Olur. Gelirim tabii." Bir kolunu belimden geçirdiği sırada sırtımı göğsüne yasladı. Gülümsedim. "Görüşürüz annem."

Telefonu kapattıktan sonra diğer kolunu da belime sarıp yüzünü boynuma gömdü. Genişçe gülümsedim. Gıdıklandığımda kaçmaya çalıştım fakat o ısrarla devam etti.

Kollarından kurtulmasam bile kendimi kollarının arasında hızla çevirdim. Alnım sertçe burnuna çarptığında belime sarılan kollar gevşedi ve bir elini burnuna götürdü. "Özür dilerim." dedim korku ve mahcubiyetle.

Yanaklarını avuçlarımın arasına aldım. "İyi misin? Çok özür dilerim."

"Sorun yok." dedi elini burnunda çekti ve gülümsedi. Mahcup bir şekilde dudaklarımı birbirine bastırıp gözlerine baktım.

Gülümseyerek "Sorun değil." diye tekrar etti. Ardından yüzündeki bir elimi avuçlarının arasına aldı. "Gidelim mi?"

Başımı salladığımda el ele arabaya doğru yürüdük. Kapımı açtığı sırada tebessüm ederek başımı yavaşça hareket ettirdim ve yolcu koltuğuna oturdum.

"Annem aradı." dedi, Rumeli Fener'inden çıktıktan on dakika sonra. Sağ profiline baktığımda yüzünü bana çevirdi ve "Ablamın bugün bir işi çıkmış. Baş başa yemek yiyelim mi diye sordu." dediğinde kaşlarım çatıldı.

"Ne oldu bi' hoşlanmadın sanki?" diye sordu anlam veremeyerek.

"Yok ya," dedim başımı iki yana sallayarak. "Sadece acaba dedim bir an?"

"Ne için?" Bakışları yüzümle yol arasından mekik dokuyordu.

"Sana gelin adayı falan öner meyesin?" Bakışları gözlerimde takılı kaldı. Kaşlarını çattı önce, hemen ardından gülerek yola baktı. "Niye güldün?" diye sordum bu sefer.

"Hiç, öylesine..."

"Öylesine?" Sesimde biraz şaşkınlık vardı.

"Kıskandın galiba sen?"

"Hoşuna gitti galiba?" diye sordum sinirlenerek. Alt dudağını dişlerinin arasına aldığında başını salladı.

"Annenin sana gelin adayı önerecek olması hoşuna mı gitti?" diye sordum inanamayarak. Kaşlarım havalanmıştı.

Yüzünü bana çevirerek "Hayır tabii ki." dedi. "Sen neden celallendin böyle birden?"

"Yok bir şey." dediğimde tekrardan güldü. Gözlerimi devirerek bakışlarımı üzerinden çektim ve hemen yanımdaki camdan akıp giden yolu izledim.

Elimi avucuna alıp dudaklarına bastırdığında bakışlarımı ona çevirdim. "Annemle sadece yemek yiyeceğiz. O konuları çok konuşmayız zaten. Lütfen üzme kendini. Ve lütfen öylesine bir konu için aramıza soğukluk girmesine izin verme." Gözlerime öyle bakıyordu ki gülümsemeden edemedim.

Başımı sallayarak dudaklarına değdirdiği avucumu yanağına yaslayıp okşadım. "Öyle bir konu açılırsa eğer, hemen kapatacaksın." dedim kaşlarımı kaldırarak.

Bakışları yoldaydı. Gülerek başını salladı. "Açılırsa senden bahsederim o zaman ben de."

"Sakın!" diye yükseldim. Elimi yanağından indirdim. "Sen de gördün annen benden hoşlanmadı."

"Nereden çıkardın bunu?" diye sordu şaşkınlıkla.

"Hissettim. Ablan da öyle ama annene göre yine iyi. Neyse... Söylemeyeceksin değil mi?"

"Günü geldiğinde öğrenecekler zaten." Bakışlarını boş yoldan çekip gözlerime çevirdi.

"Doğru ama şimdi değil. Lütfen..."

"Doğru. Şimdi değil ama bir gün..." diye onayladı beni.

 

Arabayı bir alt sokakta durduğunda yanağına ıslak bir öpücük kondurup hızla indim arabadan. Bakışlarımı ona değdirmeden yürüdüm. Beşinci adımımda yanımda benimle beraber hareket eden arabayı gördüğümde kaşlarımı kaldırarak gitmesi için başımı git dercesine birkaç kez aynı yöne salladım.

Adımlarımı hızlandırdığımda arabanın da hızlandığını fark ettim. Umursamamaya çalıştım. Biraz daha yürüdükten sonra eve geldiğimde Çınar'a bakmadan demir sokak kapısından içeri attım kendimi.

Direkt bahçeye yöneldim. Aycan'ın bir başına üçlü koltuklardan birine uzanmış gökyüzüne baktığın gördüm. Beni fark ettiğinde doğruldu. Yanına gidip sıkıca sarıldım.

"N'apıyorsun?" diye sorduğumda omuz silkti. Yanaklarını avuçlarımın içine hapsedip gözlerine baktım. "N'oldu? Bir sorun mu var?" Başını iki yana sallayarak cevap verdi.

"O zaman?" diye sordum anlamayarak.

"Bir şey yok ya," Yüzünü avuçlarımın arasından çekip sırtını koltuğa yasladı ve başını gökyüzüne kaldırdı.

"Bir şey olmadığına emin misin?" Başını yorgunca salladı. "Efe'yle mi konuştun?" diye sordum bu sefer.

"Kimseyle konuşmadım. Öyle yani genel..." diye mırıldandı.

"Neymiş genel olan? Bebeğim bana anlatabilirsin, biliyorsun değil mi?" dedim, sol omzumu koltuğun sırtına yaslarken.

Gözlerime baktı. "Azra ben düşündüm de; yarın gelmek istemiyorum."

"Ne?" Sesimin yüksek çıkmasını umursamayıp devam ettim. "Neden?"

"Eğer istiyor olsaydı gelip konuşurdu. Yani zorla güzellik olmaz deği..."

"Saçmalama." diye kestim sözünü. "Öyle bile olsa kaçmamalıydı. Yüzünü bakarak istemiyorum demeliydi. Şimdi senden kaçıyorsa bu hayır demek değil. Sadece kaçıyor, çünkü korkuyor."

Güldü. "Korkuyor mu?" diye sordu alayla.

"Evet, korkuyor. Birine bağlanmaktan, âşık olmaktan korkuyor." Kendimden biliyordum.

"Kızlar," Deniz ablayı sesini duyduğumda anca fark edebildim. "Yemek hazır geçin isterseniz?" Gülümseyerek başımı salladım.

"Sağ ol Deniz abla." dediğimde gülümseyerek arkasına döndü ve mutfağa girerek gözden kayboldu.

Aycan'a döndüm. "Bak," dedim. "Yarın kesinlikle geleceksin. Yapılacak tüm itirazlar şimdiden reddedildi. Git konuş demiyorum zaten. Sadece onun sana cevap vereceği bir ortam yarattım o kadar."

"Peki." dedi istemeyerek.

"Eee babamlar nerede?" diye sordum ve ayağa kalktım.

"Babam biraz rahatsızmış,"

"Bir sorun yok değil mi?" diye sordum endişeyle.

"Yok. Mevsim geçişliği sadece." Derin bir nefes aldım. Şükür. "Abim de bir arkadaşıyla yiyecekmiş."

Kaşlarım çatıldı. "Kimmiş bu arkadaş?" Bilmem der gibi dudaklarını sarkıttı.

"Neyse. Baş başa kaldık desene sen."

Güldü. "Romantik bir yemek şu an isteyeceğim son şey bile değil. Hem sana yetmedi galiba bugünkü romantiklik?" Sesindeki ima ona sertçe bakmama neden oldu. "Tamam tamam. Demedim bir şey."

"Bu dememiş hâlin ise..." dedim hayretle. Güldü. Moralinin az da olsa kendine gelmesine sevinmiştim. Kollarımı sıkıca bedenine sardığımda aynı şekilde karşılık verdi ve hemen ardından masaya oturup akşam yemeğimizi yemeğe başladık.

Yemeğimiz yedikten sonra birlikte yukarı çıkıp babamın yanına gitmiştik. Biraz onunla muhabbet edip, moralini yerine getirdikten sonra bahçeye inip kahvelerimizi içmiştik.

Bakışlarım arada bir karşımdaki bahçeye değmişti. Çınar ve annesi birlikte yan yana oturuyorlardı. Çınar'ın sırtı bana ve annesinin de yüzü dönük olduğundan o tarafa çok net bakamamıştım.

Saat ilerlediğinde Aycan'la birlikte odalarımıza çekilmiştik. Üzerimdekileri çıkartıp uzun kollu siyah bir badi ve ekru renginde içi pamuklu lastikli bir eşofman giymiştim.

Yatak da kaç defa dönüp durmuştum bilmiyordum ama en sonunda dayanamayarak yatandan kalktım ve küçük balkonuma çıktım.

Çınar hâlâ oradaydı. Fakat ayaktaydılar. Gidiyor muydu?

Çınar'ın bakışları bana değdiğinde aynı anda gülümsedik. Bakışlarını hızla benden çekip hemen yanında, birlikte eve girdikleri annesine çevirdi.

Görünürlerde kimse yoktu. Hızla içeri girdim. Beş dakika sonra kapı sessizce tıkanıklığında gülümseyerek oturduğum koltuktan kalktım, o da kapıyı açarak içeri girdi. Çınar odama girdiğinde gülümseyerek yanıma doğru adımladı ve yatağın uç kısmında birbirimize sıkıca sarıldık.

Parmaklarım ensesinde biten saçlarını okşadı. Belime dolanan kollar beni hafifçe kaldırdığında sessizce güldüm. "Dur! Çınar dur lütfen." dedim gülüşlerimin arasından.

Ayaklarım yere değdiğinde başını geriye attı ama kolları asla gevşemedi. Burnuma değen burnunu sağa sola götürüp birbirine çarptırdı. "Hemencecik de özlenmiş." Söylediğine gülmeden edemedim. Zaten ben onun yanındayken otuz iki diş sırıtmadan edemiyordum.

Gözlerinin içine bakarak "Söyleyene de bak." dedim gülerek.

"Ben hep özlerim ki zaten. İnkâr da etmiyorum." Haklıydı.

Aklıma gelen fikirler ellerimi boynundan indirdim ve aramıza cüzi bir mesafe koydum. Sağ elimi sol avunun içine götürüp parmaklarımı parmaklarından geçirdim. "Beraber uyuyalım mı biraz?"

Gözlerinin içine bakarak konuşmuştum. Söylediğim ilk önce onu şaşırtsa da sonrasında başını hafifçe sallayarak kabul etti. Elinden tutarak yatağın sağ tarafına götürdüm.

Gözlerime baktığı sırada "Hadi uzansana." dedim. Kaşlarını kaldırarak reddetti. Kaşlarım çatıldı.

"Sol yanıma uzanır mısın?" diye sordu masum bir çocuk gibi.

İstemeyerek de olsa "Olmaz." dedim hafif yüksek çıkan bir sesle.

"Neden ki?" diye sordu aynı ifadeyle. Ama bu kadar tatlılık fazlaydı.

"Ben sol tarafta uyumayı sevmiyorum." dediğimde, "Daha önce kiminle uyudun ki?" diye sordu. "Aycan'la mı?"

Başımı salladım. Aslında söylediğim çok da yalan sayılmazdı ama tam anlamıyla doğru da sayılmazdı. Sol taraf da uyumamak gibi bir derdim yoktu. Benim tamamıyla solla derdim vardı. Şimdilik bilmesine gerek yoktu. Aksi takdirde utançtan gözlerine bakamayabilirdim. Bu dünya da kaç kişinin sağ takıntısı vardı ki?

Daha fazla sorgulamadı. Birlikte yatağa uzandık. O sol tarafa ben sağ tarafa... Başımı göğsüne yaslayıp gözlerimi kapattım. Uyuyamadım. Sessizce kokusunu ciğerlerime çektim.

Daha sonra onu gizlice evden çıkardım. Geçen sefer ki gibi sıkıntılı geçmemişti. Çünkü babam odasındaydı ve abim evde değildi. Hızla odama çıkmıştım ve kendimi uykunun kollarına bırakmıştım.

 

*****

 

YASEMİN YILDIRIM

 

Yirmi gün önce gördüğüm rüya ve sonrasında yaşananları hiç yaşamamış gibi davranmıştık. Zaten olması gereken de buydu değil mi?

Olması gereken bu muydu bilmiyorum ama olanlar beni her anlamda yoruyordu. Keşke sadece yormakla kalsaydı.

Bir fırtınaya âşık olmuştum vakti zamanında; o fırtınada savrulmuştum. Ve geçen onca yıla rağmen o fırtına elini üzerimden çekmemişti. Ama artık bıraksaydı ya. Bıraksaydı yakamı. Uzaktayken etkisi hissedilmiyordu.

Gelmişti ve tekrardan savurmuştu beni.

Aramızda büyük bir okyanus vardı. Öyle büyük ve derindi ki yaşadığımız sessizlik... İçinde boğulmaktan korkuyordum. Belki de çoktan boğulmuştum.

Derin bir nefes alıp gözlerimi araladım. Gözleri... Masmaviydi... Bakışlarımı denizden çekip gökyüzüne çıkardım. Gökyüzü de o lanet renktendi. Her yerde o vardı. Her yerde...

Öfkeyle camı kapattım ve ayağımın ucunu yere sürtüp koltuğu döndürdüm. Bakışlarım doğrudan karşı odaya çarptı. Oradaydı ve yalnız değildi. Yanında o kadın da vardı. Umursamadım.

Bakışlarımı önümdeki kâğıtlara çevirdim. Birini elime aldım ve okumaya başladım. Bir, iki, üç ve dördüncü okuyuşumda hiçbir bok anlamadığım kâğıdı masanın üzerine bırakıp başka bir kâğıdı elime aldım ve hiçbir şey anlamama rağmen onu da dört kez okuyup bir diğerine geçtim.

Önümdeki beş kâğıdı -hiçbir şey anlamadan- okuyup masanın üzerine koyduğumda sırtımı geriye yaslayarak gerindim. Hâlâ oradaydı. Görüş açıma Ecrin girdiğinde onun odasının kapısını tıklattı ve içeri girdi.

Burçak'la göz göze geldiğimizde nezaketen hafifçe tebessüm etti. Hiçbir tepki vermeden ayağa kalkıp odadan çıktım. Bakışlarımı o tarafa değdirmeden sola döndüm ve terasa çıktım.

Üçlü koltuğa oturdum ve gözlerimi kapatarak başımı geriye yasladım. Birkaç dakika sonra telefonu elime aldım ve Ecrin'i aradım.

"Buyurun, Yasemin Hanım dinliyorum." dedi hattın diğer ucundaki asistanım.

"Neredesin Ecrin?" diye sordum.

"Odamdayım Yasemin Hanım. Bir isteğiniz mi var?" diye sorduğunda, "Terastayım." dedim hemen.

"Geliyorum." dediğinde telefonu kulağımdan çekip oturuşumu dikleştirdim. Kısa bir süre sonra Ecrin'in geldiğini belli eden topuk seslerini işittiğimde bakışlarımı omzumun üzerinden kapıya çevirdim.

Tebessüm ederek yanıma yaklaştı. "Seni Akın Bey'in odasına girerken gördüm?" dedim sorarcasına. Neredeyse iki ay olacaktı ve hâlâ kendisine bir asistan bulamamıştı.

"Evet. Akın Bey çağırmıştı." diye açıkladığında samimi bir şekilde kısık bir sesle güldüm. "Ben, seni benim asistanımsın diye biliyorum ama." dedim şakacı bir üslupla.

"Çok haklısınız." dedi mahcup bir şekilde. "Fakat Akın Bey çağırınca geri çeviremedi..."

"Sorun değil. Şaka yaptım sadece." diye sözünü kestim. Mahcupça gözlerini kaçırınca "Onu bunu bırak da niye çağırmış yine seni?" diye sordum öylesine bir şey soruyormuş gibi.

"Rezervasyon için çağırmış." dediğinde kaşlarım çatıldı. "Rezervasyon mu?" Başını sallayarak onayladı.

"Bu akşam için bir restoranda yer ayırttım." Dudaklarımı ıslatarak yutkundum. "İş yemeği mi?" diye sordum.

"Yok, Burçak Hanım'la birlikte..."

Gülümsedim. "Bu kadar mı?" diye sordum, derin bir nefes aldıktan sonra.

"Bir de..." Dinliyorum dercesine kaşlarımı havalandırıp gözlerine baktım. "Yemekten sonra Ritim'e geçeceklermiş." Gülümsedim.

"Tamam canım, sen işine bak." Başıyla selam verip terastan ayrıldığında sertçe yutkundum. Yüzümdeki gülümsemenin hafifçe silindiğini fark ettiğimde kendi kendime gülerek "Ritim çok güzel. Hem de çok." dedim.

Avuçlarımı yüzüme götürüp sertçe sıvazladım. Alnımdan başımın üstüne oradan da enseme götürdüm sertçe.

Gülüşlerim kahkahaya evirildiğinde bir avucumu dudaklarıma bastırıp kendimi durdurmaya çalıştım. Derin bir nefes aldığımda gözlerimin ıslandığını hissettim.

"Ritim'miş." diye mırıldandım kendi kendime alayla. Gülümsemeye çalıştım. Derin bir nefes alıp verdim. "Umursama, umursama, umursama!" Sesim az önceki alayın aksine sertti.

Ensemdeki elimi dudaklarımdaki elimin üstüne koydum ve sertçe yutkundum. Umursama.

Kalktığım koltuğa oturarak telefonu elime aldım ve annemi aradım. İkinci çalışta sesini duydum.

"Canım."

"Anneciğim." diye karşılık verdim. "Ben bu gece biraz geç gelebilirim de onu haber vereyim dedim."

"Neden? Bir sorun mu var? Yoksa o..."

"Yok annem yok. Sen merak etme, sadece bir arkadaşımla görüşeceğim. Onunla hiçbir alakası yok."

"İyi tamam kızım. Keyfine bak sen. Sen mutlu ol yeter bana." Gülümsediğimde bir yaş düştü yanaklarıma.

"Görüşürüz annem." dedim, sesimin titrememesine özen göstererek. "Görüşürüz canım kızım."

Telefonu kulağımdan indirdiğimde sessiz bir iç çektim. Bakışlarımı gökyüzüne çıkartıp derin bir nefes aldım ve nefes alış verişlerimi düzene soktum.

Saat beş buçuğa geldiğinde terastan çıkıp odama geçtim. Yalnızdım. Kimse yoktu koskocaman katta. Onlarda gitmişti.

Hava kararmıştı ve henüz kimse gelmemişti. Odamdaki koltuğumda oturarak sadece denizi izlemiştim. Kapı iki kez tıklatıldığında arkama dönerek "Gel." diye mırıldandım.

Ecrin içeriye adım atarak masaya yaklaştı ve önüme birkaç evrak bırakarak geri çekildi. "Dün akşam istediğiniz evrakları anca hazırlayabildim. Belki incelersiniz diye getirdim."

Başımı salladım. "Sağ ol."

"Yasemin Hanım saat geç oldu ben çıka..."

"Çıkabilirsin canım. Çok sağ ol." Tebessüm ederek başıyla selam verdi. "İyi akşamlar." diyerek odadan çıktı.

Toparlanıp şirketten çıktığımda arabayı bir kıyafet mağazasına sürdüm. Mağazaya girdiğimde ikinci denediğim elbiseyi beğenerek aldım. Üzerimden çıkarmadan parayı ödeyerek arabama bindim tekrardan.

Dikiz aynasını yüzümü görebileceğim şekilde ayarladım, sıkıca bağladığım saçlarımı açıp sol tarafa attım. Ayaklarımdaki dizlerimin üzerinde biten siyah çizmelere yakışacak bir kıyafet almışım. Mini, gri payetli elbisenin aralarında siyah detaylar vardı. Sabahtan kalan makyajımı tazeleyip navigasyondan Ritim'i işaretledim ve arabayı sürmeye başladım.

   Yarım saat sonra mekânın önüne geldiğimde arabayı park ettim

Yarım saat sonra mekânın önüne geldiğimde arabayı park ettim. Siyah trençkotu koluma, çantamı da omuzuma asıp araçtan indim. Trençkotumu üzerime giyerken bir yandan da yürüyordum. Müzik sesi şimdiden kulaklarıma ulaşmıştı.

 

Kaçıncı bardağı fondip yapıyordum bilmiyordum ama çok uzun bir süre sonunda beni kendime getiren şey, birkaç masa ilerideki kızın sesiydi. "Burçak! Buradayız." diye yüksek sesle seslenmişti.

Sertçe yutkunarak dudaklarıma değdirmek üzere olduğum viskiyi masaya bıraktım. Asla arkama bakmadım. Stresten ölüyor muydum ne ya?!

Derin bir nefes aldım ve önümdeki bardağı dudaklarıma götürdüm, ufak bir yudum içip kuruyan dudaklarımı ıslattım.

Sol tarafta bir kadın tezgâha yaslanıp barmene seslendiğinde başımı sağ tarafa doğru çevirdim. Çünkü o kadın Burçak'tı.

Ne yaptıysam yapayım beni fark ettiğini belli eden sesiyle gözlerimi sıkıca kapattım. "Yasemin?" Sesinde şaşkınlık vardı. Gözlerimi aralayıp başımı sol tarafıma çevirdim. Karşımda genişçe gülümseyen kadına tebessüm etmeye çalıştım.

"Burçak?" dedim, büyük şaşkınlıkla. "Sende mi buradaydın?"

Başını sallayarak yanıma yaklaştı. "Evet. Akın'la birlikte geldik." Gözlerindeki mutluluk kalbime bir hançer sapladı.

Gülümsedim. "Öyle mi?" dedim, sesime katmaya çalıştığım mutlulukla. "Sevindim." Çok sevindim! Sertçe yutkunarak boğazıma oturan yumruğu yok ettim.

"Yalnız mısın?" diye sordu. Yalnızdım. Bir cevap vermedim. "Bize katılmak ister misin?"

"Yok, ben rahatsızlık vermeyeyim." Dudaklarımdan çıkan cümleler nefesimi kesiyordu. Rahatsızlık! Vermeyecekmişim!

"Rahatsız edeceğin bir durum yok. Birkaç arkadaşım da var zaten. Yani yalnız değiliz." Bir hafta öncesinde bile bana sinir olan kadın, bugün beni masasına davet ediyordu. Artık aralarındaki ilişki ne kadar ilerlemişse beni veya herhangi bir kadını tehlike olarak görmüyordu.

Bakışlarımı tezgâhın üzerinde gezdirdiğimde "Sen de gel lütfen." dedi. İstemeye istemeye ayağa kalktığımda kanımdaki alkol başımı döndürmüştü. Kalktığım sandalyenin sırtına tutunarak dengemi korudum. Bar tezgâhından ayrılmadan önce Burçak barmene bir şeyler söylemişti.

Kalabalığın içinde geçerek oturdukları masaya yaklaştığımızda bakışlarım masayı taradı. Yuvarlak masada beş kişi oturuyordu. Biri oydu. Diğerleri ise üç erkek ve bir kadındı. Tanımıyordum.

Onun bakışları doğrudan bana değdiğinde sertçe yutkunarak bakışlarımı kaçırdım. "Akın, bak kimi gördüm?"

"Merhaba." dedim masadaki yabancılara. Hepsi tebessüm ederek başlarıyla selam verdiler.

Burçak Akın'ın yanındaki boşluğu doldurduğunda "Geçsene, çekinme." dedi. Gülümsedim; asla içimden gelmeyerek.

Yuvarlak masanın bir ucuna oturdum. Yanımda tanımadığım -otuzların sonlarında gösteren- bir adam vardı. Onun yanındaysa tatlı bir çift... Onlara bakarken gülümsedim; bir yandan da gözlerim dolmuştu. Tatlı çiftin yanındaki başını telefondan kaldırmayan gencin yanındaysa masadaki ikinci çift oturuyordu. Ne çift ama!

Bakışlarımı ona değdirmeden masaya çevirdim. Birkaç dakika içinde masa alkol çeşitleriyle donatıldı. Yanımda oturan adam kulaklarıma yaklaşıp "Ne içersin?" diye sorduğunda başımı kaldırıp gözlerine baktım. Mavi...

Bakışlarımı kaçırıp "Kırmızı şarap olur." diye mırıldandım. "Ne kadardır sürüyor bu?" diye sessizce sorduğunda kaşlarım çatıldı.

"Anlayamadım?" diye sordum kısık bir sesle. Onunla göz göze geldik. Nefesimi tuttum. Kıstığı gözleriyle bize bakıyordu.

"Bakışlarındaki acıdan bahsediyorum. Fark edilmeyecek gibi değil." Tuttuğum nefesi verdiğimde uzaklaşarak masaya eğildi ve bir bardağa şarap doldurarak bana uzattı. Elinden aldığım bardağı fondip yaptığımda yüzümü buruşturarak uzandım ve ikincisini doldurdum.

"Yavaş! Çarpılırsın." dedi masadaki tanıdık tek yabancı. Bakışlarımı kaldırıp gözlerine baktığımda derin bir nefes aldım. Omuz silkerek doldurduğum bardağı tek dikişte bitirdim.

"İnkâr etmedin?" diye sordu yanımdaki mavi gözlü adam. Neden herkesin gözü maviydi ki?! Neden her şey maviydi?! Nefret ediyordum o renkten.

"Neyi?" diye sorduğumda bakışlarım masadaki tek yakışan çiftin üzerindeydi. Birbirlerine ne çok yakışıyorlardı. Adamın bakışlarından belliydi ne kadar tutkulu olduğu.

"Aşk acısı çektiğini..." Bakışlarımı masadaki yeni çifte değdirdiğimde aynı şeyi onlar için maalesef ki söyleyemeyecektim. Kadın adamla sohbet ediyordu, adam ise bambaşka bir dünyada gibiydi. Birbirlerine ulaşamıyorlardı.

"İki dakika gördüğün bir kadından nasıl bunu çıkarabildin?" diye sordum hayretler içinde. Fazlasıyla hızlı gidiyordu.

"Cena ile Yalın'a bakışlarından." dediğinde sesini duyurmak için biraz yakınlaşmıştı. Müzik sesi oldukça yüksekti.

Dudaklarımı araladığım sırada masadaki hareketlilikle gözlerimi o tarafa çevirdim. Burçak'ın ellerinden tutarak ayağa kaldırıyordu. Piste doğru ilerlediklerinde bakışlarımı onlardan çekip masaya çevirdim. Şimdi bu masaya tam anlamıyla yabancıydım.

"Bir çifte hayran olmak için aşk acısı çekmek gerekmez." dedim ve bardağıma şarap doldurup bir yudum aldım.

"Ve bir kadınla yakınlaşmak için de bu kadar saçma konuları açmak akıl alır değil. Kendim için söylemiyorum." Bakışları kısıldı. "Yani hep böyleysen diye söylüyorum, bil. Kaçırırsın." diye devam ettiğimde elimdeki şarabı fondip yaptığımda yüzümü buruşturdum.

Çantamı ve trençkotumu alıp yavaşça ayağa kalktım. Başım dönüyordu. Gözlerimi kapatıp derin bir nefes aldım. Ağımızdaki tat midemi bulandırıyordu.

Gözlerimi araladım ve isimlerinin Cena ve Yalın olduğunu öğrendiğim çifte bakarak konuştum. "İyi eğlenceler." deyip adını bile bilmediğim adama bakmadan masadan uzaklaştım. Sarsak adımlarla lavabonun yolunu tuttuğumda midem ağzımdaydı. Neden o kadar hızlı içtiysem, aptal kafam!

Ben lavaboya girerken bir kadın çıkıyordu. Elimdekileri hızla lavabo tezgâhının kuru bir tarafına bıraktım. Hemen ardından kendimi kabinlerden birine attım ve öğürmeye başladım. Kusmayı bile becerememek tam bana göreydi. Aslında midem bomboş olduğundan kusamamam çok normaldi. Kabinden çıktığımda bir kız aynanın karşısında kendine son kez bakıp lavabodan çıktı.

Musluğu açıp ağzıma bir avuç su doldurup çalkaladım. Yüzüme su çarptığım sırada kapının açılıp kapandığını işittim. Islattığım saçımı avucumla alnımdan geriye götürürken aynadaki aksime baktım.

Aynadaki tek görüntü ben değildim. Biri daha vardı fakat o bir kadın değildi ve burası kadınlara özel bir alandı. Dahası onun burada ne işi vardı?

Hızla arkama dönüp "Senin burada ne işin var?" diye sordum şaşkınlıkla. "Yanlış yere geldin herhâlde?"

Hiçbir şey söylemeden doğrudan gözlerime bakıyordu. "Duymuyor musun?"

"Duyuyorum duyuyorum da senin burada ne işin var acaba ben onun cevabını merak ediyorum." Kaşlarım çatıldı. Ne saçmalıyordu bu?

"Bardak bardak alkol alan ben ama kafası yerinde olmayan sen." dedim bıkkınlıkla.

"Benim kafam gayet yerinde. Bu mekânda ne işin var?" diye sordu bir adım atarak. Bakışlarım attığı adıma düştüğünde hızla gözlerine çıkardım. Yutkundum.

"Ne zırvalıyorsun bilmiyorum, ilgilenmiyorum da," Muhteşem bir oyuncuydum. "Çıkar mısın? Biri görecek ve yanlış anlayacak!"

"Yanlış anlaşılacak bir durum mu var?" Bir adım daha attı.

"Yok mu?" diye sordum, sert bir dille.

"Ne işin var burada diye sordum." Sorumu es geçerek papağan gibi aynı şeyi tekrar etti.

"Ne saçmalıyorsun bilmiyorum Akın! Ve artık baydı. Ben yalnız oturuyordum, senin kız arkadaşın beni görüp selam verdi. Sonrada masanıza davet etti. Kaç kere reddetsem de ısrar etti."

Muhtemelen şu an bir ajansa kaydolmuş olsam, seçilen ilk kişi ben olurdum. Herkesi kandırabilirsin ama kendini asla.

"Sen kimi kandırıyorsun?" Ha bi' de onu... "Tesadüfün bu kadarı fazla." diye ekledi. Bir adım attığında elimi ağzıma götürüp derin bir nefes aldım. Midemin hiç sırası değildi. Lütfen...

Buruşan yüzüme baktığında gözleri kısılmıştı. Bir adım daha attığında aramızda tek adımlık bir mesafe bıraktı. "Miden mi?" diye sordu ilgili bir sesle. Dudaklarıma yasladığım avuçlarımı indirdim. "İstersen hastaneye gidip mideni yıkatalım?"

"Gerek yok." dedim ters bir sesle. "Yıkatılacak bir şey varsa ben yıkatırım. Sana gerek yok!" Sesim sonlara doğru sert çıkmıştı.

"Hata soranda." dedi, kendi kendine mırıldanarak. Bir adım daha atarak aramızdaki mesafesi sıfıra indirdi. Ayağımdaki topuklu çizmeler sayesinde aramızda boy farkı neredeyse yoktu.

Başımı hafifçe kaldırıp gözlerine baktığımda "Neden buradasın?" diye sordu. Gözlerimi devirip bir adım geriye attığımda kalçam lavabo tezgâhına değdi. "Sana soruyorum. Eğer cevap vermezsen çok farklı şeyler düşünmeye başlayacağım."

"Senin ne düşündüğün umurumda bile değil." Gözlerimi bir an olsun kırpmadım. "Ama biri şu kapıdan içeri girip bizi bu şekilde görürse..."

"Kapı kilitli, kimse gelemez." Sözümü keserek kurduğu cümle dudaklarımın aralıklı kalmasına neden oldu. Kapı kilitli mi demişti? Hangi ara?

"Ne saçmalıyorsun sen?" diye sordum şaşkınlıkla.

"Soruma cevap verecek misin?"

"Vermiyorum ya vermiyorum." diye bağırdım. " Zorunda mıyım? İstediğim şeyi düşüneceğim dedin. Düşün! Umurumda bile değil."

Tedirgin bir adım atarken "Tamam, sakin ol." dedi ellerini havaya kaldırdığında. Uzaklaşması gerekiyorken yakınlaşıyordu!

"Sakin falan olmayacağım!"

"Bağırma." dedi sakin bir sesle.

"Sen gitsene sevgilinin yanına..." Bu sefer bağırmadım fakat sesimde kızgınlık ve kırgınlık vardı. "Neden buradasın?" Avuçlarımı arkamdaki tezgâha yaslayarak aramıza cüzi bir mesafe koydum.

"Onunla aramda hiçbir şey yok." dedi gözlerimin içine bakarken. Güldüm. Gözlerim yaşarmıştı. "Seni inandırmak için hiçbir şey yapmayacağım. Ama Burçak'la aramda arkadaşlık dışında hiçbir bağ yok."

"Onunla arandaki ilişki benim umurumda bile değil." diye cevap verdim, gözlerimden bir yaş akarken.

"Seni memnun etsin diye söylemedim. Sadece olanı söyledim." Dudaklarımı birbirine bastırarak sertçe yutkundum. Başını eğerek yüzünü yüzümle aynı hizaya getirdi. Nefesimi tuttum.

Nefesini yüzüme çarparak "Ve aramızdaki şeyin, arkadaşlık ötesine gitmemesinin de seninle hiçbir ilgisi yok." diye devam etti. Dudaklarım alayla yukarı kıvrıldı.

Arkamdaki lavabo tezgâhına yasladığım ellerimi hızla boynuna dolayarak burnumu burnuna değdirdim. "Benimle bir ilgisi yok öyle mi?" diye fısıldadım.

Gözleri yaptığım şeyi beklemediğinden şaşkınlıkla büyümüştü. Seslice yutkundu. "N'apıyorsun?" dedi, kısık bir sesle.

"Senin yaptığın en ufak hareketin bile benimle ilgisi var." dedim kırgın bir sesle. Çok yanlıştı. Çok yanlıştı. Çok yanlıştı!

Ellerimi hızla geri çekip çekip yanından geçmeye yeltendiğim sıradan önüme geçti. Ellerini arkamdaki tezgâha yasladı ve üzerime doğru eğildi. Gidebildiğim kadar geriye yaslanmaya çalıştım fakat o ısrarla geldi. "U-uzak dur benden." dedim, titreyen sesimle.

Gözleri doğrudan gözlerime bakıyordu. Bakışları dudaklarıma düştüğünde nefesimi tuttum. "Lütfen." diye fısıldadım.

Bir yaş şakaklarımdan saçlarıma karıştı. Bakışlarını dudaklarımdan çekmeden yaklaştığında burnu burnuma değdi. Göz kapaklarım gayriihtiyari görüş alanımı karartı.

Nefesi dudaklarıma çarptı. "Seninle bir ilgisi olmasını mı isterdin?" Sorduğu soruyla kaşlarım havalandı.

"Yok mu?" diye sordum boğuk bir sesle. Cevap vermesini bekledim ama hiçbir karşılık alamadım. "Bak sende aksini söyleyemiyor..."

Dudakları dudaklarıma değdiğinde cümlemi tamamlayamadım. Nefesim kesildi. Nefes nereden alınıyordu?

Dudakları dudaklarıma değmeye devam ederken korkuyla gözlerimi arayıp gözlerine baktım. O da bana bakıyordu. Bu kadar yakın olmak hiç iyi değildi. Hem de hiç!

Gözlerine baktım, baktım, baktım. İçimde bir volkan patlayacaktı sanki. Gözlerimi yavaşça örttüm tekrardan. Bir yaşın şakaklarımdan saçlarıma karıştığını hissettim. Dudaklarıma değen dudaklarına baskı yaptım fakat hemen ne yaptığımın farkına vararak durdum.

Kalbim ağzımdaydı.

Kendimi teskin etmeye çalıştım. Ne yaptıysam becermedim. Olmadı. Bir hıçkırık koptu boğazımdan. Dudaklarımın titrediğini hissettim. Gözlerimi aralayıp korkuyla gözlerine baktım.

Bu ilk duygusal yüzleşmemizdi.

Dudakları dudaklarımda, gözleri gözlerimdeydi.

Yaşların yanaklarıma arda arda indiğini hissettiğimde onunda gözlerinin dolduğunu gördüm. Titrek bir nefes aldım. Omuzlarımdan sarsılarak ağladığım sırada başımı eğdim. Dudakları alnıma değdiğinde durdum.

Dudaklarımı ıslatarak sertçe yutkundum. Gözlerimi kapatıp derin bir nefes aldım. İçim onunla doldu. Belki de onda -onca yıl boyunca- değişmeyen tek şey kokusuydu.

İç çektiğim sırada dudaklarım titriyordu. Arkamdaki tezgâha yasladığım ellerimi çekerek karnına koydum. Karnına baskı yaptığımda aramızda hatırı sayılır bir mesafe oluştu.

Gözlerine bakmadan eşyalarımı alıp kapıya yöneldim. Kilidi çevirdim ve hızla çıktım. Doğrudan çıkışa yöneldiğimde yaşlar birer birer yanağıma düşüyordu. Mekândan çıktığımda soğuk yüzüme tokat gibi çarptı.

Arabamın kapısını açıp bindim. Çalıştırmadım. Yüzümü direksiyona gömdüm ve derin derin nefesler almaya çalıştım. Başımı kaldırdım ve gözlerimi yumdum.

Kuruyan dudaklarımı ıslatırken dilim iki dudağımın arasında kaldı. Üst dudağımı dişlerimin arasına aldım. Başımı kaldırıp bakışlarımı arabanın tavanına diktim.

Titreyen sesimle konuştum: "Özür dilerim, çok dilerim baba..."

 

*****

AZRA ADALI

 

Sabah gözlerimi araladığım da oldukça keyifliydim. Acaba nedendi bu mutluluğumun sebebi? Hiç bilmiyordum(!).

Hep beraber güzel bir kahvaltı yapmıştık. Benim aksime herkesin mutsuzluğu üzerindeydi.

Babam hastaydı ve muhtemelen çektiği baş ağrısı mutsuzluğunun baş nedeniydi.

Aycan da öğlenden sonraki Efe'nin de içinde olduğu -ve benim bizzat onunla konuşması için ayarladığım- buluşma sebebiyle endişeli olmalıydı.

Abim? İşte onun için hiçbir fikrim yoktu. Ama muhtemelen dünkü yemek de ufak bir tatsızlık yaşamış olması büyük olasılıktı. Veyahut işle ilgili bir sıkıntı da olabilirdi. Dünkü yemek işle ilgili de olabilirdi. Bilmiyordum.

Saat ikiye yirmi kala Aycan'la birlikte hazırlanmaya başlamıştık. Önce güzel bir duş almış sonrasında birbirimize yardım ederek ne giyeceğimize karar vermiştik.

Aycan siyah, deri, bol bir pantolon giymişti. Üzerine vatkalı, kruvaze yaka, salaş bir bluz giymişti. Bluzu, altın zincir geçirdiği kemerli pantolonun altına sıkıştırmıştı. Ayaklarındaysa uç kısmı kare, topuklu, deri bir bot vardı.

    Kombini koyu bej rengindeki, tek düğmeli blazer ceketle tamamlamıştı

Kombini koyu bej rengindeki, tek düğmeli blazer ceketle tamamlamıştı.

Bense siyah, volanlı mini şort-etek giymiştim. Üzerineyse kare yaka, gipeli bej rengi bir bluz... Bluzun kollarının iki ayrı yerinde lastik vardı. Biri dirseğin üstünde diğeriyse altındaydı. Bluzu, siyah kemerli eteğin altına koymuştum. Ayaklarımdaysa bileklerime kadar gelen siyah, deri, düztabanlı zarif bir bot vardı.

 Ayaklarımdaysa bileklerime kadar gelen siyah, deri, düztabanlı zarif bir bot vardı

Kombinimin üzerine geçirdiğim trençkotun rengi bluzdan birkaç tık koyuydu. Kruvaze yaka olan trençkotun boyuysa eteğin boyundan birkaç santim uzundu.

Hazırlanıp aşağı indiğimizde -arabayı kullanmayı bilmediğimizden- bize eşlik etmesi için Kerim'i zorlamıştım. Aslında Yasin abi de götürebilirdi ama ben ısrarla Kerim'i istemiştim. Çünkü kalkıp davet etsem gelmeyeceğini biliyordum. Ama bu şekilde emrivaki olacağını bilmeme rağmen düşündüğüm tek şey onun orada olmasıydı. Sadece onun için.

Kerim'in yanındaki koltuğa ben oturmuştum. Arka koltuk da oturan Aycan stresten ölecek gibiydi. Kerim'le birlikte onun bu hallerine gülmeden edememiştik.

Araba yirmi dakikanın sonunda mekânın önünde durduğunda bakışlarımı Kerim'e çevirdim. İnmemizi bekliyordu. "Sen gelmeyecek misin?" diye sordum cevabını bilmeme rağmen.

Kaşlarını çattı anlamayarak. "Yani bir selam ver en azından, ayıp olur diye dedim ben. Ama tabii sen bilirsin." diye açıkladım.

"Yok, siz inin. Muhtemelen onlar bırakır ama ters bir şey olursa arayın gelirim ben almaya." dedi Kerim.

Aycan "Bir inip selam ver bence." dediğinde ona gülümseyerek göz kırptım.

"Yok, yok siz inin." dediğinde bakışlarım diz aynasına değdi. O gelmişti. Çınar... Gülümsedim. Kapıyı açtım. "İyi o zaman, görüşürüz." Arabadan indim.

Çınar'la göz göze geldik. Kaş göz hareketleriyle arabanın içerisini göstermeye çalıştım. Ne anlamıştı hiç bilmiyordum ama bana doğru adımlamaya devam etti.

Çınar'ın boynuna atlayıp kulağına doğru fısıldadım. "Ona içeri gelmesi için her şeyi söyledik ama inatla gelmeyeceğini söylüyor. Bir selam ver bari dedik, ona bile hayır dedi. Sen halledersin değil mi?"

Geri çekilip gülümseyerek gözlerine baktım. Bir kapı açılıp kapatıldı. Muhtemelen Aycan inmiş olmalıydı. Çınar göz kapaklarını onaylarcasına kapatıp açtığında yanağına bir öpücük kondurdum. "Teşekkür ederim."

Çınar arabanın arkasından yürüdüğünde Aycan yanıma gelip muzipçe konuştu. "Allah'ım bu gözler neler görüyor böyle?"

Gözlerimi belerterek baktım, Çınar'ın duymasından korkarak. "Sus." dedim dudaklarımı oynatarak. Aynı anda kaşlarım da havalanmıştı.

Kerim arabadan indiğinde Aycan'la birlikte yanlarına doğru yürüdük. Tokalaşıyorlardı. "Kerim, n'aber?" diye konuştu Çınar. "İyi senden?" Çınar başını sallayarak yanıtladı onu.

"Eee gelmiyor musun içeri?" diye sordu bu sefer. İyi gidiyordu ama onu ikna edebileceğini pek sanmıyordum. Çünkü Kerim'de katır inadı vardı. Bunca yıl Damla'ya karşı hissettiklerini gizlemesinden belliydi zaten.

"Yok." demekle yetindi Kerim.

"Neden? Bir işin mi var?"

"Yok bir işim ama zorlama işte biliyorsun sende." diye cevap verdi Çınar'a. Aycan koluyla beni dürttüğünde bilmem der gibi dudaklarımı büktüm.

Çınar "Peki, sen bilirsin." dediğinde direkt ona baktım. Yani elinde olan bir şeyi yoksa da bu kadar erken pes etseydi.

Tekrar tokalaştıklarında Kerim şoför koltuğuna tekrar oturdu ve arabayı sürerek uzaklaştı.

Aycan önde biz arkada kapıdan içeri girdiğimizde "Kusura bakma." dedi Çınar. Başımı iki yana salladım. Sorun değil der gibi.

"Keçi inadı var onda..." diye konuştum.

"Gelmek istemiyorsa zorlayamayız." dediğinde başımı sallayarak ona hak verdim.

Kafenin kapısından içeri girdiğimizde bakışlarım içeriyi taradı. Sol taraftaki masalardan birinde oturuyorlardı. Hemen hemen hepsi buradaydı, yapbozu tamamlayacak parçalarsa bizlerdik.

Çınar sağ elinin avucu sol elimin avucuyla birleştirip parmaklarımızı birbirine geçirdiğinde göz göze geldik ve gülümsedik.

Oturdukları masa kareydi. Efe ve Damla yan yana oturuyorlardı. Damla'nın sol çaprazında Can vardı.

"Merhaba." dedi Çınar. Damla ve Can'ın ilişkimizden haberi vardı fakat Efe'nin bakışlarının bir olan ellerimizden başka hiçbir yere değmemesi onun yeni öğrendiğini açıklıyordu.

Damla ve Can "Merhaba." dediklerinde Efe'nin çaprazına oturdum. Çınar Efe'nin karşısına oturduğunda Efe'nin bakışları ikimizin üzerinde mekik dokuyordu.

En sonunda dayanamayarak "Yeter mi artık?" diye sordum.

"Siz?" dedi oldukça şaşkın bir ifadeyle. "Evet, biz birlikteyiz." diye cevapladım.

Kaşlarını kaldırıp kafasını iki yana salladı. Tam o sırada Çınar'ın yanına oturan Aycan'a değdi bakışları. Bakışlarını kaçırıp masaya çevirdi.

Efe ve Aycan'ın arada bir katıldığı sohbeti bitirip bowling oynamak için ayaklanmıştık. Kafenin arkasındaki bowling sahasına gidip takımlarımız kurup oynamaya başlamıştık.

Can, Efe ve Damla bir takım olmuşlardı; Aycan, Çınar ve ben de başka bir takım...

Aycan normalde çok iyi oynamasına rağmen kötü atışlar atmıştı. Bende normalde iyi oynardım ve atışlarım çok iyi olmasa da iyiydi. Çınar da benim gibiydi, atışları ne kötüydü ne de iyi...

Can'ın attığı tüm atışlarda hemen hemen tüm lobutlar devrilmişti. Efe de gayet iyi oynamıştı. Ve Damla da fena sayılmazdı.

Sonuç onların zaferiydi.

Saat ilerlediğinde hep beraber bir lokantaya gitmiştik. Bu da tabii ki benim fikrimdi. Aycan için...

Hava kararmıştı biz lokantaya girdiğimizde. Saat yedi gibi yemeklerimiz gelmişti. Güzelce karnımızı doyurduktan sonra yine benim ısrarlarım sonucu bir gece kulübüne gitmiştik. Damla hastaneye gideceğini söyleyerek kulübe gelmemişti.

Efe'yle Aycan'ı henüz yalnız kalacakları bir ortam oluşmadığından konuşamamışlardı. Gerçi konuşmak isteyen Aycan'dı.

Bir locada oturmuştuk. En sağ da ben solumda da Aycan oturmuştu. Aycan'ın solunda Çınar, Çınar'ın solunda Can ve Can'ın solunda yani benim karşımda Efe oturmuştu.

Saat ilerlediğinde Aycan'ın kulağına eğilip "Bu fırsatı da kullanamazsan daha da hiçbir şey yapmam." dedim, yüksek müzik sesini bastırmaya çalışarak.

Başını sallayarak Efe'ye baktı. Efe'nin bakışları elindeki telefonundaydı. Önüme bir el uzatıldı. Bu elin sahibini tanıyordum hem de çok yakından...

Gülümseyerek öne doğru eğilip bana bakan Çınar'a baktım. "Benimle dans eder misiniz hanımefendi?"

Dudaklarımı birbirine bastırdım. Gülümsemekten çenem ağrıyacaktı neredeyse. "Eder miyim acaba?"

"Edersiniz, edersiniz." dedi o da benim gibi gülümserken.

"Ama sevgilim... Ya görürse?" Söylediğime seslice güldü.

"Görürse görsün. En fazla ne yapar ki?"

Damla'nın doğum günündeki o an düştü zihnime. "O kaba biri değil. Yani korkmanıza gerek yok, dayak yemezsiniz." dedim o günkü tepkisini hatırlayarak. "Önce kibarca kovar fakat anlamazsanız..."

"Anlamazsam?" diye kesti sözümü.

Güldüm. "Sanırım o zaman sizi kibarca dövecektir." Söylediğime o da güldü.

Müzik sesinden ne konuştuğumuzu kimse duymamıştı; tabii aramızda oturan Aycan dışında. Zaten o da Efe'yle konuşabilecek uygun ortam arıyor olmalıydı. Bizi duysa da ondan çekinmezdim.

"Peki, ben kibarca dövülmeye razıysam?" Uzattığı elin parmaklarını tuttuğumda ayağa kalktı, ardından ben de kalktım ve piste doğru yürüdük.

Ellerim omuzlarına tutunduğunda avuçlarını belime yasladı. Gülümseyerek gözlerinin içine baktım. Parmak uçlarımı boynunda birleştirdiğimde "Seni seviyorum." dedim yaklaşarak.

Burnumun ucundan öptü. "Seni çok seviyorum."

Kollarımı boynuna dolayarak sarıldım ve sarılarak dans ettik. Derin bir nefes aldım ve ciğerlerime nefes olan kokusu soludum.

Müzik bitti, bir başka müziğe geçildi ama biz aynı şekilde dans etmeye devam ettik. Ayaklarıma kara sular inmişti neredeyse.

Ne kadar geçmişti hiçbir fikrim yok yoktu. Çınar geri çekildi yüzümü ellerini arasına aldı ve dudaklarını alnıma bastırdı. Gülümsedim. Çok çok içten gülümsedim. Çok mutluydum, hem de çok çok...

Ellerimden tuttu ve masamıza doğru yürüdük. Masada Efe ve Aycan vardı sadece. Adım atmayı bıraktığımda Çınar duraksayarak bana çevirdi bakışlarını ve "Bir şey mi oldu?" diye sordu tedirgin bir şekilde.

Başımı iki yana salladım. "Şimdi gitmesek? Biraz daha dans etsek?"

"Olur, olur da... Bir sorun mu var?" diye sordu.

"Yok sadece..." Elinden çekiştirerek piste doğru götürdüm. Gözlerine baktım. Sorgu dolu bakışları üzerimdeydi. "Aycan Efe'yle konuşacak."

Kaşları çatıldı. "Düşündüğüm şey mi?"

Başımı salladım. "Evet. Aycan onu öpmüş." Kaşları şaşırarak havalandı. "Efe o zamandan beridir hep kaçmış, ne yok demiş ne de var... E Aycan da doğal olarak bir cevap bekliyor."

"Hiç fark edemedim. O da hiç belli etmedi. Yani hiç bu konu hakkında konuşmadı." diye konuştu.

"Artık bu gece kaçmaz... Yani öyle umuyorum." dedim son cümleme gülerek. "Ve bir sonuca varırlar"

Kollarını belime sardı ve biz tekrardan dans etmeye başladık.

"Ah," dedim en sonunda geriye çekilerek. "Cidden bacaklarım ağrıdı artık. Konuşmamışlarsa da konuşmasınlar!" diye çemkirdim. Güldü.

"Gel artık oturalım." dediğinde hızla başımı salladım ve masaya doğru yürüdük. Efe ve Aycan aynı şekilde oturuyorlardı. Tam ortadaysa az önce görmediğim Can oturuyordu.

Can'ın elinde telefon vardı ve gülümseyerek ekrana bakıyordu.

Efe'nin de aynı şekilde elinde bir telefon vardı fakat yüzünde mutluluğa dair hiçbir emare yoktu.

Aycan ise ne mutlu ne de mutsuzdu... Gözlerimi kısarak yüzüne baktım ama ne konuştuklarını anlayamadım. Bildiğim bir şey varsa o da; ikisinin de mutlu olmadığıydı ve olumlu bir konuşma olmadığı...

Çınar Aycan'ın önünden geçerek az önce oturduğu yere oturdu. Ben de Aycan'ın sağına oturdum ve hızla belli ettirmeden kulağına doğru eğildim.

"Ne oldu? Konuşabildiniz mi?" Ağır bir şekilde başını salladı. Konuşmuş olmalarına sevinmiştim fakat vardıkları sonuç pek de iyi değilmiş gibi duruyordu.

Bakışlarına bana çevirdi. "Gidelim mi artık?" diye sordu. Başımı salladım ve Çınar'a doğru eğilerek "Biz gidiyoruz." dedim.

"Bırakayım?" dedi nazik bir sesle. "Teşekkür ederim ama biz gidelim."

"Peki." dedi. "Dikkat edin kendinize." diye eklediğinde ayağa kalktı. Efe'yle Can'a bakarak "Biz gidiyoruz, size iyi eğlenceler."

Mekândan çıktığımızda bir taksiye bindik. Çınar da kendi arabasına binmişti o sıra.

Eve yaklaştığımızı fark ettiğimde bakışlarımı Aycan'a çevirdim. "Bir şey demeyecek misin?" Sustu. "Anlat lütfen." diye devam ettim.

Bakışlarını bana çevirdi ve "Arkadaş kalalım dedi." dedi. Arkadaş mı? "Ve bende tamam dedim. Bir daha bu konuyu açmamak üzere de kapadım." dediğinde, "Kapatabilecek misin?" diye sordum.

Hızla başını salladı. "Hiç kimse vazgeçilmez değil. Ve ben de beni istemeyen birinin ardından ağlamayacağım. Kabul; üzüldüm. Ama bu çok uzun sürmeyecek, bunu biliyorum."

Kollarımı sıkıca sardım. "Biz de kapatalım olur mu?"

"Sen nasıl istersen öyle..."

Araba evin önünde durduğunda ücreti ödeyip indik. Anahtarlarla eve girdik. Saat çok geç olduğunda oldukça yavaş hareket ediyorduk.

Merdivenleri tırmandıktan sonra odalarımız önüne geldik. "İyi geceler aşkım." dedi.

"İyi geceler kuzum." diye karşılık verdim ve odanın kapısını açarak odama girdim.

Güzel bir duş aldıktan sonra siyah eşofman takımlarımı girdim ve küçük balkonuma çıktım. Bahçede tek başına oturan Kerim'i gördüğümde odamdan çıkarak aşağı indim.

Bahçeye çıktığımda bana çevirdi gözlerini. Yanına yaklaştım ve "Oturabilir miyim?"

Söylediğime güldüğünde "Tabii ki." diye cevapladı.

Sağ tarafına geçip oturdum. Uzun bir süre yere bakıp konuşmadık. En sonunda başımı kaldırıp "Kerim," dedim. Ona Damla'yla konuştuğumu söylemem gerekiyordu. Her ne kadar benimle konuşmayacak olsa da bilsindi.

"Efendim?" dedi bakışlarını yerden kaldırmadan.

"Sana bir şey söyleyeceğim."

"Hı hı. Dinliyorum."

"Bağır, çağır ama bana arkanı dönme lütfen." Başını kaldırdı ve gözlerime baktı. Gözlerinde hem merak hem de korku vardı.

"Dört gün önce yani çarşamba..." Sertçe yutkundum. Bakışlarımı ormana çevirdim. "Damla bana benimle konuşmak istediğine dair bir mesaj atmıştı. Ben de gittim. Çünkü yarım kalmış bir konuşmamız vardı ve tamamlamak istediğini söylemişti. " Gözlerine baktım tekrardan. "O kız haklı. Çok haklı hem de."

"Devam et." dedi ruhsuz bir sesle.

"Onunla oldukça açık bir şekilde konuştum."

"Ona ne söyledin Azra?" dedi, oldukça sakin bir sesle.

"Ona senin bir tacizci olmadığını söyledim." Merakla beni dinliyordu. "Kalbinin saflığından bahsettim."

"O ne dedi?"

"Anlamadığını, bütün bu olanları anlayamadığı söyledi. Nasıl anlayamadığı sordum. Ona nasıl baktığını hatta nasıl bakmaya kıyamadığını söyledim." Dudakları hafifçe aralandı ve gözleri donuklaştı. Sertçe yutkunarak dudaklarını birbirine bastırdı.

"Neden?" diye sordu. Sesi titriyordu. "Özür dilerim ama o kızın bunları bilmesi gerekiyordu." Gözlerim dolmuştu.

"Bilmesi mi gerekiyordu? Ben bilmesini isteseydim söylemez miydim?!" Haklıydı. O bana sırrını vermişti ve ben de kalkıp o sırrı asla bilmemesi gereken birine söylemiştim. Çok haklıydı!

"Haklısın..." dedim ne diyeceğimi bilemeyerek.

Ayağa kalktı. "Ne haklıyım ne?! Şimdi ben onun karşısına bir daha nasıl çıkarım?"

"Hangi ara olduğunu sordu. Hangi ara ona bu kadar bağlandığını..."

"Onu da mı söyledin?" diye sordu şaşkınlıkla.

Bakışlarımı yere indirdiğimde sol gözümden bir yaş çimlere düştü. "Özür dilerim ama o seni bir tacizci sanıyordu. Ben senin için..."

"Benim için?" diye kesti sözümü. Başımı kaldırdım ve yüzüne baktım. Gözlerinden akan yaşı hızla sildi.

"Sana ikinci kez güvendim. İkinci kez!" dedi yüzüme doğru eğildi ve gözlerimin içine baktı. "Hata kalkıp güvenini kırdıktan sonra tekrar güvenen..."

"Deme öyle..." dedim yanağıma bir yaş kaydığında. Güldü, gözleri dolu doluydu.

"Eğer bilmesini isteseydim ben söylerdim!" Arkasına döndü. Gözden kaybolana kadar ardından baktım.

...

-28.10.2024-

 

Bölüm hakkındaki düşünceleriniz?

Gidişatımız nasıl?

Ve karakterle hakkındaki düşüncelerinizi de buraya alalım.

Bir de Kerim'in yerinde olsaydınız ne tepki verirdiniz? Veyahut Azra'nın?

 

İnstagram ve Twitter adreslerimiz: ylafügüzaf / senemeevren

 

 

Bir sonraki bölümün kitabın en büyük kilit noktası olduğunu söylemeden geçemeyeceğim... hjdjhdjhjhdjhd

Görüşmek üzere hoşça kalın...

 

Hepinizi sevgiyle kucaklıyorum...

 

Loading...
0%