Yeni Üyelik
13.
Bölüm

12. Bölüm: "Çember Daralıyor."

@senemeevren

Çınar Yıldırım'ın güncesinden...

04.11.2021

Bu gece bu defterin başına onunla olan mutlu anılarımı yazmak için değil, onunla yaşanacak mutsuz anıların haberini önceden vermeye geldim.

Bugün bir adam tanıdım, hayatın gerçek acılarıyla yüzleşen bir adam. Acılarıyla yüzleşince anlamış ki; acılar onu güçlendirmiyor, acılar onu güçsüzleştiriyormuş. Oysa şu zamana kadar hep güçlendirmemiş miydi?

Bugün bir kadın tanıdım, acılarıyla yüzleştirilmemiş bir kadın. Öylesine güzelmiş ki bu kadın, bir defa gülümsediğinde gözlerinin içi parlarmış. Kendi ne kadar güzelse, bahtı bir o kadar çirkinmiş bu kadının.

Bugün bir kadın ve bir adam tanıdım; birbirlerini acılarından tanımış, sevmişler. Adam istemese de kırmış kadını. Kadın kırılmış, paramparça olmuş.

Bugün bir adam öldü, sonra da bir kadını öldürdü.

 

...

Göz göre göre yaptığım bu hata pahalıya mâl olmuştu. Haklıydı. Ki ben haklı olduğunu bile bile gidip söylemiştim.

Böyle olacağını biliyordum ama keşke olmasaydı. Bana bu şekilde davranmasaydı.

Uzak.

Soğuk.

Ve yabancı.

Eskiden merdümgiriz bir çocuktum. Büyüdükten sonra açılmış olsam bile, kan bağım olmadan, sorgusuz sualsiz iyi niyetine inandığım ilk kişiydi. Onunla tanıştığım ilk gün kanım kaynamıştı. Sevmiştim.

Cevap vermesini beklesem de sorumu karşılayan sessizlik olmuştu.

Tekrardan sordum: "Hiç mi affetmeyecek misin beni?"

"Sen olsan ne yapardın?" diye sordu bakışlarını yoldan çekmeden. "İki kez sana ihanet eden birine tekrar güvenebilir miydin?"

Cevap vermedim, veremedim. Haklıydı ama onunla bu şekilde olmak beni çok üzüyordu.

Dün gece sırtını dönüp eve gittiğinde odama çıkıp yatağıma girmiştim. Yanaklarıma inen yaşlara rağmen pişman olmamıştım. Çünkü şu an yine olsa yine yapardım.

O kızın gerçekleri bilmesi gerekiyordu. Belki bana düşmezdi ama bilmesi gerekiyordu işte. Kerim'e kalsaydı mezarına bile gidip söyleyemezdi.

Belki bu onlar için aralanmış bir kapıydı. Belki Kerim'in yıllardır içinde yaşattığı duygu karşılık bulacaktı.

"Bak cevap bile veremi..."

"İyi niyetinden şüphe etmediğim biriyse affederdim." diye kestim sözünü.

Yüzünü benden yana çevirdi. "Ben zaten affetmiştim."

"Ya benim yaptığım bir hata değilse?" Söylediğime gülerek yüzünü tekrardan yola çevirdi.

Derin bir nefes alıp verdi. Bunu yaparken yüzündeki gülümseme yok oldu. Kesin bir dille söyleyiverdi. "Konuşmak istemiyorum."

Sesimin tınısına dikkat etmeden "Ama ben konuşmak istiyorum!" diye karşı çıktım.

"İlgilenmiyorum." Ya sabır!

"Bir gün..." dedim sesimi alçaltarak. "Bir gün eğer onun sana olan ilgisini anlatacağın kimse olmazsa bile ben seni dinlerim. Eğer yaptığım yanlış, doğru bir şeye evrilirse... Beni affetmemiş olsan bile dinlerim."

Güldü. Alaylı bir gülüştü. Bu kadar mı imkânsız görüyordu Damla'nın ona karşı bir şey hissetmesini?

"Neden böylesin?" diye sordum dayanamayarak.

"Nasıl?" Sesi bıkkındı.

"Böyle işte... Sanki sana karşı bir şeyler hissetmesi o kadar imkânsız bir kavram ki..."

"Değil mi?"

Reddetmek için dudaklarımı araladığım sırada bildirim sesi doldurdu arabanın içini. Araçtaki telefon tutucunun üstündeki telefonun ekranı aydınlanmıştı. Mesaj her kimdense göremedim.

Bir an boşta dönen tekerlekler acıyla çığlık attı. Ardından araba öne atılırken koltuğun kenarını kavradım.

İrice açılan gözlerim doğruca Kerim'e çevrildi. Soluk soluğa kalmıştım.

"N'apıyorsun ya?!" Buz kesmiş gibiydi. Elleri direksiyonda fakat gözleri telefonun ekranındaydı. Ekran karardı.

"Kerim," diye seslendim. Sertçe yutkunarak bana döndü. Gözlerine baktım. "İyi misin?" diye sordum tedirgince.

Başını hafifçe salladı. Sıkıca tuttuğu direksiyondaki parmakları açıldı ve telefona uzandı.

Kaşlarım çatık, gözlerim kısıktı neler olduğunu kavramaya çalışıyordum. Ekrana baktı. Asla telefonun camına dokunmadı. Öylece baktı. Neler oluyordu?

Bakışlarını yola çevirdi. Allah'tan trafiğin ortasında değildik. Okul yolundaki sokaklardan birindeydik.

Bakışlarını bana çevirmedi fakat elindeki telefonu uzattığında hızla elinden çektim ve ana ekran tuşuna bastım. Ekran aydınlandı. Ekranın üzerindeki bir numaradan gelen mesaja dokunmadan okudum.

"Merhaba. Ben Damla. Rahatsız ettiysem kusura bakma."

Tam o sırada ekrana bir bildirim daha düştü. Aynı kişiden.

"Seninle konuşmak istediğim önemli bir konu var. Eğer bugün müsaitsen hastaneye gelebilir misin?"

Kerim'le göz göze geldik. Sertçe yutkunarak telefonu ona doğru uzattım. Telefona baktı. Uzun bir süre. Ardından pes ederek elimden telefonu aldı ve ekrandaki mesajı okudu.

Zihnindeki şaşkın düşünceleri duyabiliyordum.

"Ben demiştim demeyi sevmesem de ben demiştim." dedim, üzerimdeki şaşkınlığa sırtımı dönerek.

Bakışlarını telefondan çekmedi. "Ne diyeceğim ben şimdi? Dahası karşısına çıkıp ne konuşacağım? Nasıl konuşacağım?" Art arda sorduğu soruları es geçerek "Gitmemeyi aklından bile geçirmeyeceksin!" diye konuştum sertçe.

"Ama gözlerine bakamam ki." dediğinde bakışlarını telefondan çekerek gözlerime çevirdi. Bakışlarında sakinlik vardı. Kalbinin aksine. "Neden anlattın ki? Belli ki bu yüzden yazmış." Hayretle söylediklerini dinledim. "Rahatsız oluyorum diyecek, biliyorum."

"Kusura bakma ama sen hakikaten aptalsın." Bakışları ettiğim hakareti duyduğundan hafifçe karardı. Sonra ekledim: "Ne?! Cidden böyle mi düşünüyorsun?"

"Sanki düşünebiliyorum da." Sesinde yakıcı bir alay vardı.

"Kerim. Onunla konuşmamızın üzerinden tam beş gün geçmiş. Beş. Anlatabiliyor muyum? Yani eğer sana karşı katı bir şekilde gelecek olsaydı şimdiye çoktan gelmiş olurdu. Ya da sen ona o kadar derin derin bakarken yüzüne sert olurdu değil mi?"

Cevap vermeden telefonun camına dokunmaya başladı. "Ne yazıyorsun?" diye sordum merakla. Yanlış bir tepki vermesini hiç istemezdim. Beni affetmemiş olsa bile. Günün birinde karşısına geçip bu günleri hatırlatacaktım. Sen beni affetmedin ama ben doğru bir hamle yapmıştım, diyecektim.

"Olur yazdım." dediğinde telefonu çıkardığı yere koydu ve derin bir nefes alıp arabayı sürmeye başladı. Şükür. Ve umarım aptalca bir şey söylemezdi.

Yolun neredeyse çoğunu bitirdiğimiz için yaklaşık beş dakika sonra turnikeden geçerek okula girip bahçeye çıktık. Aslında Kerim çıkmıştı, bende onu yalnız bırakmayıp oturduğu bankın yanındaki boşluğa oturmuştum.

İkimizde susarak etrafı izledik. Ardından ayaklanıp dersliğimize doğru ilerledik. Bugünkü iki dersim de Kerim'leydi. İlk dersimize ise Çınar Hoca(!) girecekti.

Bana bir sözü vardı. Gözlerime bakacaktı. Bu sefer korkusuzca bakacaktı. Kaçmayacaktı.

Yerlerimize geçtikten kısa bir süre sonra kapı açıldı ve Çınar içeri girerek herkesi selamladı.

Verimli, uzunca bir dersin sonlarına yaklaşırken iki sıra önümdeki kızıl, kısa kıvırcık saçlı kız elini kaldırarak söz istedi. "Bir şey sorabilir miyim?" Kendisini daha önce görmüştüm fakat bir muhabbetimiz olmamıştı. Adı da galiba Nihal'di.

"Tabii." dedi Çınar kalçasını arkasındaki masaya yaslayarak.

İsminin Nihal olduğunu hatırladığım kız "Dersle ilgili değil." diye ekledi sorarcasına.

Çınar hafifçe güldü. Güldü mü? "Dinliyorum." dedi kıza bakarak. Bana bakacaktı hani? Söz vermişti ya? Odak soruna vardıysa bana neydi? Söz vermiş bir kere.

Dişlerimi birbirine sertçe bastırırken "Geçenlerde bir kız arkadaşınızdan bahsetmiştiniz." dedi Nihal. Sana neydi? "Uzak kaldığını söylemiştiniz. Uzak mesafe ilişkisi mi?" Ne gereksiz bir soruydu. Hem ne yapacaktı ki cevabını öğrenip?

Boğazını temizlerken bana baktı. İlk kez kendi isteğiyle... Bakışlarımı çevirdim. Bu sefer de ben bakmayacaktım. Ne diye gülüyordu ki o kıza? Hâlbuki ben geçen derste çizimlerime bakmasını istediğimde bir güzel terslemişti. Aramızdaki bağı belli etmemek içinse bu davranışları büyük hataydı. Çünkü bu okları üzerimize çekmekten başka bir şeye yaramazdı.

Bakışlarımı ısrarla kızın üzerinden çekmedim. Ama onun bakışlarını üzerimde hissediyordum. "Önemli olan aradaki mesafe değil, gönüldeki yakınlık değil midir?"

"Gözlerinizin içi parlıyor hocam." Bu ses başka bir öğrencinin sesiydi. Sertçe yutkunarak yavaşça ona çevirdim bakışlarımı.

Çınar kendisine sorulan soruyla bakışlarını arkama çevirdi. "Bu dediğinizle bir atasözümüzü çürütmüş oluyorsunuz hocam?"

Sonra ekledi arkamdaki kız: "Gözden ırak olan gönülden de ırak olurmuş ya hani?"

"Olmuyormuş." dedi bakışlarını bana değdirerek. Ardından gülerek "Neyse... Özel hayatım hakkında merak edilenler sorulduysa dersimiz bitmiştir." dedi gözlerimin içine bakarak.

Çınar sınıftan çıktığında bakışlarım hemen yanımda oturan Kerim'e değdi. Burada değil gibiydi. "Kerim," diye seslendim. "İyi misin?"

Yorgunca başını salladı. "Ben bahçeye çıkacağım, gelmek ister misin?" diye sorduğumda telefonuma mesaj düştü.

"Yok." dedi sadece. Dudaklarımı birbirine bastırıp başımı hafifçe salladım. "Görüşürüz." dediğimde sessiz kaldı.

Ayaklanıp sınıftan çıktığımda telefonun kilidini açıp Çınar'dan gelen mesajı okudum.

"Sol çaprazdaki sınıftayım."

Bu seni bekliyorum demekti. Adımlarımın yönünü değiştirerek bahsettiği sınıfa doğru ilerledim. Bakışlarımı koridorda gezdirdim. Birkaç kişi vardı fakat o kadar da kalabalık değildi.

Kapının kulpunu kavradım ve aşağı doğru çektiğimde açılan kapıdan yavaşça içeri girdim.

İçeri girmemle kollarını belime dolaması bir oldu. Ellerimin tersi göğsündeydi. Sırtım kapıya değdiğinde şaşkınlıkla gözlerine baktım.

Bir elini belimden çekerek yanağıma yerleştirdi ve okşadı. "Uzak mesafe ilişkisi değil ama koşulları pek de farklı değil gibi sanki ha?"

Nefesi yüzüme çarpıyordu. Sertçe yutkundum. "Ne o şikâyetçi misin?"

Yüzünü yüzüme yaklaştırdı. "Atarlıyız sanki biraz?" dedi sol gözünü kırparak.

"Hiç de bile." Güldü. Ters ters baktım.

Baktı. Yüzümdeki her noktayı ezberlemek istercesine... "Bir insan nasıl bu kadar güzel olur?"

Avuçlarımı göğsüne bastırarak "Sırnaşma." diye tersledim. Asla hareket bile etmedi. Öküz gibiydi!

"Yine ne sinirlendirdi seni böyle?" diye sordu belimdeki kolunu gevşeterek aramıza cüzi bir mesafe bıraktı.

Omuz silktim. "Hadi güzelim. Yapma böyle." diye ısrar etti.

"Kız sana yürüyor. Sen de kalkıp gülüyorsun!" dedim kendimi tutamayarak. Yine güldü. Gözlerimi devirip kapının kulpuna uzandığın sırada sol elini kapıya yasladı. Hemen ardından da sağ elini...

"Çekil!"

Gövdesinde tuttuğum bakışlarımı gözlerine tırmandırdım. Göz göze geldik. Baktım. Baktım. Baktım.

Sertçe yutkunarak bakışlarımı kaçırdığım sırada "Yapma," diye fısıldadı. Gözlerinin içine baktım. "Yık aramızdaki duvarları. Koyma hiçten sebepleri. Uzaklaşma."

Sağ elini belime yerleştirip beni kendine doğru çekti. Gözlerimin içine bakarak "Seni çok seviyorum." diye fısıldadı dudaklarıma doğru.

Sertçe yutkundum. Göğsüm hızla inip kalkıyordu. Gözleri çok güzeldi. Çok.

"Seni çok seviyorum," diye mırıldanırken buldum kendimi. "Gözlerin çok güzel..."

Gülümsedi. "Seninkiler kadar olmasa da..."

Gülümsedim. "E tabii bir Azra Adalı edemezler." dedim, muzipçe.

Alnını alnına yasladı. Gözlerini bir kez bile kırpmadı. "Çok güzelsin. O kadar güzelsin ki..."

Güldüm. "O yüzden hiç bakmıyorsun değil mi?" diye konuştum alayla.

Tavrıma güldü. "İşte şimdi anlaşıldı tripin sebebi." Alnını alnımdan çekerek aramıza bir nefeslik mesafe bıraktı.

"Hiç de bile."

"Peki," diye fısıldadı. "Bu gece beraber uyuyalım mı?" diye devam etti konuyu kapatmak isteyerek.

"O da nereden çıktı?" Şaşırmıştım. Bir yanım bunu deli gibi istiyordu.

"Uyuyalım mı?" diye sordu tekrardan. Gülümsedim. Ardından başımı sallayarak onayladım.

"Çok isterim." diye fısıldadım.

"Benim kadar olamaz." dedi gülerek. Ardından yüzümü avuçlarının arasına alarak dudaklarıma tutkulu bir öpücük bıraktı.

Avuçlarım pazularına tutundu. Gözlerim kapandı. Dudaklarını alnımda hissettim. Tebessüm ettim.

Huzur buydu.

Biz bugün yine tartışmıştık fakat günün sonunda yine birbirimizin kollarında sakinleşmiştik.

*****

KERİM SARGIN

Aptallık ve saflık arasında ince bir çizgi vardı. Ben hangisindeydim bilmiyordum.

Bildiğim tek şey şuydu: Asla ama asla umut etme.

Belki bu çok yanlıştı. Çünkü umudun tükendiği yerde başlardı ruhun kaybı. Fakat umut etmekte beni yavaş yavaş yok ederdi, biliyordum.

Şimdi de içimde ufacık da olsa yeşermesinden korktuğum tohumları ekiyorlardı.

Tek bir tohum, bir anda koca bir çınar oluverirdi.

Adımlarım oldukça ağırdı. Çünkü korkuyordum. Umut etmekten korkuyordum.

Derin bir nefes alıp hastane kapısından içeri girdim. Daha fazla uzatmanın bir anlamı yoktu. Önünde sonunda gerçekleşecekti. Kaçamazdım.

Hastanenin kafeteryasına indiğimde ona mesaj attım. Birkaç dakika sonra kafeteryanın girişinde gördüm. Üzerinde buraya özel olan kıyafetler vardı. Bakışlarımı kaçırarak masaya indirdim.

Az sonra ayakkabılarını gördüğümde sertçe yutkundum. Başımı kaldıramıyordum; göz göze gelmekten ölesiye korkuyorum... Kalbim ağzımda atıyordu.

Ne yapacağımı bilmiyordum. Sadece... korkuyordum.

Konuş, gözlerine bak ve içinden geldiği gibi konuş; demişti Çınar. Ama nasıl? Bu o kadar zordu ki. Hatta imkânsız.

Sustum. Yine ve yine sustum. Bildiğim tek şeyi yaptım.

Karşımdaki masa çekildi. Ve oturdu. "Selam." dedi yumuşak ses tonuyla.

Bakışlarımı masanın üzerinde gezdirerek "Aleykümselam." diye mırıldandım.

Kısa bir süre sessiz kaldık, ikimizde tek bir kelime etmedik. "Kerim," dedi, uzun bir sükûnetin sonunda.

"Hı?" diye bir ses çıkardım külfetle. Dokunsa ağlayabilirdim, ruhen o kadar yorgun hissediyordum ki.

"Yüzüme bakacak mısın?" diye sordu. Sertçe yutkunup başımı kaldırdım ve ürkekçe gözlerine baktım. Turkuaz rengi gözlerine. Bembeyaz teni... ve sırma saçlarıyla her zamanki gibi kusursuz bir şekilde karşımdaydı.

"Beni neden buraya çağırdığını biliyorum." dedim bir anda. Dudaklarımdan çıkan kulaklarıma ulaştığında ne söylediğimi fark edebildim. Madem konuşabilmiştim devamını getirip kurtulmak istiyordum bu yakan ama öldürmeyen azaptan.

"Kerim..."

"Lütfen..." diye kestim sözünü. "Bırak da devam edeyim." Yoksa bir daha toplayamazdım cesaretimi. Gözlerimin dolduğunu hissettim.

Bakışlarımı kaçırarak konuştum. "Ne düşünüyorsun bilmiyorum. Ama ne bildiğini biliyorum... Kalkıp da inkâr etmeyeceğim. Sadece şunu bil...." Gözlerine baktım; cesaretle. İlk kez korkmadan, çekinmeden, doya doya...

Gülümsedim. Gözlerim ıslaktı. "Birini sevmek... çok güzel bir şey. Bunu seninle öğrendim. Bir duygunun karşılık bulmaması kötü... ama seni kalbimde yaşatmak..." duraksadım. "Lütfen yanlış anlama... Ben tacizci değilim. Asla..." Sesim titriyordu. "Sadece kendimce... kendi içimde... sevdim, seveceğim. Karşılık beklemem. Zaten eğer Azra bunları sana anlatmamış olsaydı, kalbimle benim aramda küçük bir sır olarak kalacaktı."

Sesli bir nefes verdiğimde sol yanağıma akan bir yaşı elimin tersiyle hızla sildim. Yutkundum. Dikkatle yüzüme bakıyordu. Bakışlarına karşılık vermek kalbimi sıkıştırıyordu.

"Kerim," Adım sesine o kadar çok yakışıyordu ki ömrüm boyunca onun sesinden bu kelimeyi duysam yeterdi. "Ben... Ne diyeceğimi bilmiyorum." Sertçe yutkundu. "Yani..." Konuşmak da zorlanıyordu.

"Bir şey söylemene gerek yok." diye açıkladım. Gülümsedim. "Dediğim gibi hiç duymamışsın gibi davran. Zaten benim de hiçbir beklentim yok." Gözlerinin içine baktım. "Terslemediğin, alay etmediğin için..."

"Olur," diye kesti sözümü. Kaşlarım çatıldı. "Hı?" diye bir ses çıktı boğazımdan.

"Deneyebiliriz, tabii sen de istersen..." Aralıklı duran dudaklarımla bakakaldım. "Kerim," diye mırıldandı.

Kaşlarımı kaldırarak sertçe yutkundum. Olur? Deneyebiliriz? Ne demekti bunlar? "Anlamadım ben?"

"Eğer istersen ben varım. Deneyelim. Yürütemezsek de olmadı deriz." Gülümsedi ve masanın üzerine eğilerek gözlerime bakarak devam etti. "Senin sıcacık kalbin bunu çok hak ediyor."

O an zaman durdu sandım, saniyeler ilerlemeye ürkmüş, bu anı bozmaktan korkmuş gibi.

Hayal miydi acaba? Çünkü imkânsızdı.

İmkânsız,

değilmiş.

Güldüm, gülerken gözlerim kısıldı ve bir yaşın yanağım aktığını hissettim. Silmedim. "Latife yapıyorsun değil mi?" diye titreyen sesimle sordum.

Başını hızla iki yana salladı. "Asla. Çok ciddiyim. Hem de çok."

"Ama..." dediğimde, "Şimdi benim gitmem gerekiyor. Hastam bekliyor. Kusura bakma lütfen." diye kesti sözümü. Asıl hastan burada. En başından beri...

Derin bir nefes alarak başımı salladım. "Tabii, hasta bekletmeye gelmez." diye saçmaladım. Zaten şu an bayılmamış olmama şükrediyordum.

Oturduğu sandalyeyi geriye kaydırarak ayaklandı. Onunla birlikte bende kalktım. Baktı. Baktım. En sonunda sağ elini uzatarak "Hoşça kal." dedi.

Yaşadığımız anın şokuyla bir tepki vermedim önce, zaten mal gibi bakıyor olmalıydım. Boğazını temizlediğinde kaşlarımı kaldırıp kendime gelmeye çalıştım.

Hızla elimi havadaki eliyle birleştirdim. Bu öyle bir andı ki ömrüm boyunca hafızamdan, kalbimden silinmeyeceğini biliyordum.

Tebessüm ettim. "Allah'a emanet ol." Dudağının kenarı hafifçe kıvrıldı.

"Bir gün doğru dürüst oturup konuşalım olur mu?" Yavaşça başımı salladım.

"Öyleyse sen de Allah'a emanet ol." dedi. Gülümsedim. Kalbim kıpır kıpırdı. Heyecandan yolunu kaybetmiş, telaşla güm güm atıyordu.

Ellerimiz ayrıldı ve arkasını dönerek uzaklaştıktan sonra kalktığım yere oturdum. Bakışlarımı masadan çekmeden düşündüm. Neler olmuştu öyle? Gerçek miydi bu yaşananlar? Ama nasıl?

Gülümsedim. Bir gün oturup doğru dürüst konuşacaktık.

Gözlerinin içine bakarak seni deli gibi seviyorum demek istiyordum. Seni deli gibi seviyorum. Seni deli gibi seviyorum. Seni deli gibi seviyorum...

*****

AZRA ADALI

Heyecanlıydım. Hem de çok heyecanlıydım.

Bugün ilk kez birlikte uyuyacaktık. Bütün gece yan yana... Kokusu kokumla karışacaktı. Kokum yastığına sinecekti.

Hava kararmaya yüz tutarken üzerime kapüşonlu ve ayak bilekleri lastikli rahat siyah bir eşofman takımı giymiştim. İçi pamukluydu.

Yarın okul için giyeceklerimi koyduğum sırt çantamı yatağımın üzerine bırakıp odamdan çıktım. Ayaklarımda siyah bir spor vardı. Daha önce hiç giyilmemiş.

Holün sonuna geldiğimde merdivenleri inmek yerine çıktım. Babama bakacaktım. Dün biraz halsizdi.

Kapısını tıklattım. Ses gelmeyince bir daha tıklattım. En sonunda dayanamayarak kapıyı açtım. Yoktu. Neredeydi ki?

Aşağı mutfağa indim. Deniz abla hazırladıklarını dışarıdaki masaya taşıyordu. "Kolay gelsin."

"Sağ ol kızım. Bir isteğin mi vardı?" Başımı iki yana sallayarak cevapladım. "Yok, sağ ol. Babamı soracaktım. Odasına baktım, yoktu. Nerede?"

"Sabah işe gitmişti." dedi.

"İşe mi?" diye sordum şaşırarak. "Hı hı." diye onayladı.

"Ama daha iyileşmemişti ki?"

Bilmiyorum der gibi omuzlarını kaldırıp indirdi. Neyse... Gelince sorardım ona.

"Yardım edilecek bir şey var mı? Lütfen geçiştirme." diye söylendim samimi bir ifadeyle.

İtiraz etmediğinde hazırladıklarını bahçedeki yemek masasına taşıdık. Masa da zaten mutfağın önündeydi.

On dakika sonra masa hazır olduğunda Aycan da ıslak saçlarıyla aşağı inmişti. Ona kızacaktım fakat parmaklarım saçlarıma değdiğinde benimkilerin de onunkilerden farklı olmadığını görmüş ve susmuştum.

Bir süre sonra babamlarda geldiğinde yemeğe oturmuştuk. Babam düne göre çok dinç duruyordu. Çabuk toparlamıştı. Çok şükür.

Yarın okuldan sonra bizimle İstanbul turu yapmak istediğini söylediğinde ben de Aycan da çok mutlu olmuştuk fakat yarın ikimiz de beşe kadar okulda olacağımızdan bir sonraki güne ertelemiştik. Bir sonraki gün, yani çarşamba günü öğleden sonra ders programımız uyduğundan öyle ayarlamıştık.

Yemekten sonra kahveleri Aycan'la yapmıştık. Keyifli bir akşam olmuştu. Bol bol sohbet etmiştik. Uzun zamandır böyle oturup muhabbet edememiştik.

Yemek esnasında bu gece bir arkadaşımda kalacağımı söylemiştim. Zaten önümüzdeki hafta vizelerimiz olduğundan sorgulamamışlardı.

Saat dokuz buçuğu gösterdiğinde ayaklanmıştık. Babam Kerim'in bırakmasını istemişti. Benim için fark etmiyordu. Zaten Kerim'in olanlardan haberi vardı. Ondan gizlediğim bir şey de yoktu.

Birkaç dakikadır arabadaki yerimde oturmuş, Kerim'i bekliyordum. Sırt çantamla proje tüpüm arka koltuktaydı. Siyah, kapüşonlu eşofman takımımın üzerine büyük bir kot ceket giymiştim.

Az sonra solumdaki kapı açıldı ve Kerim'in arabayı sürmeye başladı.

Evden uzaklaştığımızda konuşan ilk ben oldum. "Kerim," dedim. "Bugün gittin mi hastaneye?"

Bakışlarım üzerindeydi. Onunkilerde yolda... Başını hafifçe salladığını gördüm. Alt dudağımı dişlerimin arasına aldım. "Peki, ne konuştunuz?" diye sordum merakla. "Tabii anlatmaya da bilirsin, sonuçta özelin."

"Hâlâ o anda gibi hissediyorum. Normal mi bu?" diye konuştu beklemediğim şekilde. Ne demekti bu?

"Ne yaşandığına bağlı..."

"İnanamıyorum. Hâlâ... Yüzyıl da geçse asla kavrayamayacakmışım gibi hissediyorum." Ne konuşmuşlardı acaba? Ne diye doğrudan anlatmıyordu ki? Merak ediyordum.

"Biraz daha açıklayıcı olur musun?" diye sordum. Bakışlarını bana çevirdi; arabaya bindikten sonra ilk kez.

"Ben demiştim diyebilirsin." dediğinde yüzünde hüzünlü bir ifade yoktu. Bilakis mutlu gibiydi. Ben demiştim? Ne yani haklı mı çıkmıştım? Bunun bir gün gerçekleşeceğini biliyordum ama bu kadar erken ben bile beklemiyordum. Ne konuşmuşlardı?!

"Çatlatma da anlat!" dedim heyecanla.

Bakışları yolla aramda mekik dokurken anlatmaya başladı. "Gittim. İlk başka gözlerine bile bakamadım. Daha sonra bana bir cesaret geldi ve içimdekileri döktüm. Ondan bir karşılık beklemediğimi söyledim."

"O ne söyledi peki?" diye sordum genişçe gülümserken. Biliyordum. Ben demiştim!

"Ben istersem o da evetmiş." Sesinde alay vardı. Sebebini biliyordum. Çünkü o hep vardı. Ve o da bunu sormuştu. O varsa kendisi de varmış. Kerim hep vardı. Sadece gizleniyordu. Bu da onun hatasıydı.

"Denemeliymişiz. Yürütemesek de olmadı dermişiz. Azra ben hâlâ inanmıyorum. Rüyaymış gibi geliyor. Öyle ki uyumaktan korkuyorum. Ya uyandığımda..."

"Saçmalama." diye kestim sözünü. "Yok öyle bir şey. Belli ki kalbinin temizliğini o da hissetmiş. En doğru kararı vermiş. O da senin en doğrusu olacağının farkında. Öylesin."

"Kalbim hiç olmadığı kadar hızlı atıyor. Çok değişik hissediyorum." dediğinde, "Ben demiştim. Konuş dedim değil mi? Şimdi bir özür alabilir miyim?" diye konuştum gülerek.

Bana ters ters baktıktan sora yola çevirdi bakışlarını. "O konuyu açma. O ayrı bu ayrı."

"Gayette aynı." diye karşı çıktım.

"Azra! Lütfen konuşmak istemiyorum o konu hakkında."

"Peki. Ama iyi ki de gidip söylemişim değil mi?" diye sordum çocuk gibi kaşlarımı kaldırıp gözlerinin içine bakmaya çalışırken.

Yüzünü sol tarafa çevirdi. Güldü. Yumuşadığını görmemi istemiyordu.

Daha fazla zorlamayarak sırtımı koltuğa yasladım. Zaten elbet bir gün unutacaktı. Acelesi yoktu.

Araba Çınar'ın evinin önünde durduğunda teşekkür ederek araçtan indim ve vakit kaybetmeden sokak kapısından girdim. Ev kapısına uzanan merdivenleri çıktığımda parmaklarım zile dokundu.

Bir dakika içinde kapı açıldı ve karşımda gülümseyerek gözlerime bakan adama bir daha âşık oldum.

"Hoş geldin." dedi gözlerimin içine bakarak.

"Hoş buldum."

Ona doğru bir adım atacağım sırada bacaklarıma değen şeyle ilk önce ürktüm ama hemen sonra onun Kara olduğunu anladığımda hafifçe eğilip kollarımın arasına aldım.

Tüylerini okşadım. "Ne kadar da tatlısın." Söylediğimi anlıyormuş gibi burnunu omuzlarıma sürttü. Gülümsedim.

"İçeri gir lütfen."

Gülümseyerek başımı salladım ve kapıdan içeri girdim. Çınar omzumdaki çantalarımı aldığında bir çift terlik bırakmıştı önüme. Ben terlikleri giyerken Çınar gözden kaybolmuştu. Önüme bıraktığı terlikleri giydim ve birkaç merdiveni inip dış kapının hemen karşısındaki salona geçtim.

Duvara yapışık olan lacivert koltuğa oturdum.. Kara kuyruğunu havalandırarak dik bir şekilde usulca sallamaya başladı. "N'apıyorsun sen öyle?" dedim gülerken.

"Belli ki seni baya çok sevmiş." Başımı kaldırıp salonun girişindeki Çınar'a baktım. Merdivenlerden yavaşça indi. Gülümsüyordu.

"Ben de onu çok sevdim."

Bir adım attığı sırada "Ben de seni çok seviyorum." dediğinde, gülümseyerek "Bende seni." diye karşılık verdim.

Bakışlarımı kucağımdaki köpeğe indirdiğimde uyuduğunu gördüm. "Uyumuş." dedim omuzlarımı kaldırıp indirerek.

Karşımdaki lacivert rengi berjere oturmuştu. Aramızda gri renginde bir sehpa vardı. Başını yavaşça hareket ettirdi. "Rahat etmişse demek ki..." Gözlerini kırparak kurduğu cümleye mümkünmüş gibi daha da gülümsedim.

"Neden oraya oturdun? Yanıma gelsene."

Başını iki yana salladı. "Bu tabloyu izlemek çok güzel." dedi efsunlu bir sesle. "Hava karanlık ve dışarıda yağmur yağıyor. Karşımda sen varsın. Evimde, belki de evimizde." Yutkunarak bakışlarımı kaçırdım.

Daha önce onula ilgili hiç böyle hayaller kurmamıştım. Aklımın ucundan bile geçmemişti ki. Ama şimdi o böyle söyleyince... Değişik hissetmiştim.

Belli ki o düşünüyordu. Aklından geçiriyordu. Çok tuhaftı.

"Kaçırma gözlerini. Utanma benden." dediğinde bakışlarımı tekrardan gözlerine çıkardım. "Ha şöyle. Göreyim içimi hoş eden gözlerini."

"Tamam ya. Sus artık." dedim utanarak.

Güldü. Ardından ayaklanarak yanıma geldi. "Alayım istersen?" Başımı sallayarak kollarımı uzattım. Ve Kara'yı alarak salondan çıktı.

Birkaç dakika sonra geldiğinde soluma oturdu ve sağ kolunu sırtıma geçirerek ben göğsüne doğru çekti. Başımı omuzuna yaslayarak kollarımı beline sardım.

Gözlerimi yumdum. Derin bir nefes aldığım sırada saçlarımın arasında dudaklarını hissettim. Dudağımın kenarı kıvrıldı.

"Uyudun mu?" Bilincim açıktı fakat dudaklarımı aralamaya takatim yoktu. Cevap vermedim.

Biraz sonra havalandığımı hissettiğimde, kollarım gayriihtiyari belinden çekilerek boynuna dolandı. "Seni çok seviyorum." diye fısıldadım yarı uykulu bir sesle.

Sırtım yumuşak bir zemine buluştuğunda uykuyla uyanıklık arasında bir yerdeydim. Sağ tarafımda bir hareketlilik hissettiğimde onaylamaz sesler çıkardım.

"İstemiyor musun?" dediğini duydum. Sesi uzaklardan geliyor gibiydi. Durgundu.

"I ıh. Sol... Kısa bir sessizliğin sonunda sol tarafımda varlığını hissettim. Tebessüm ettim.

Kolu koluma değdiğinde ona pek de yer kalmamış olduğunu fark ettim. Hareket edecek halim yoktu. Yanıma sıkışsaydı.

Gülerek "Düşeceğim yalnız." dediğinde hızla sol kolumun üzerine yatıp sağ kolumu beline doladım ve başımı göğsüne yasladım.

"Düşme." diye mırıldandım.

Dudaklarını alnımda hissettim. "Düşmem."

*****

Uykunu içinden çekildiğimi hissettim. Başım göğsünde, kollarım belindeydi. Sağ ayağım ise iki bacağının arasındaydı. Ne? Bacaklarının arası mı?

Gözlerimi hızla araladığımda başımı göğsünden kaldırdım. Uyuyordu. Telaş etmeden bacağımı bacaklarının arasında çekip sırt üstü uzandım. Dün geceyi hayal meyal hatırlıyordum. Koltukta oturuyorduk ve ben mal gibi hemen uyumuştum. O da muhtemelen beni yatağa taşımıştı. Buraya gelmemdeki sebep birlikte uyumak olduğundan hiçbir sorun yoktu.

Bakışlarım ağır ağır yanıma uzanan adama çevrildi. Odanın içi karanlık olsa da onu görebiliyordum. Göğsü yavaşça inip kalkıyordu. Derin bir uykunun içinde olmalıydı. Bakışlarım boynuna oradan da dudaklarına çıktığında sertçe yutkundum ve bakışlarımı dudaklarını çepeçevre saran sakallarına değdirdim.

Seyrekti. Zaten hep böyleydi. Uzun halini hiç görmemiştim. Kesin o hali de çok yakışırdı. Çünkü muntazam bir çehreye sahipti. Çok güzeldi. Kıskanılacak türden.

Sağ elim benden izin almadan kalktı ve yanağına tutundu. Başparmağım yüzünü okşadı. Kaşları çatıldığında hızla elimi çektim. Hava henüz aydınlanmamıştı. Uyanmasını hiç istemezdim.

Boynumun altındaki kolun eli sırtıma değdiğinde oraya baskı uyguladı ve beni yanına çekti. Tek koluyla beni sardığında; onun eli bel boşluğumda, benim elim ise karnındaydı.

"Uyu daha erken." dedi kalın uykulu bir sesle. Yanağımı göğsüne sürterek karnımdaki eli beline doladım ve daha da yaklaştım.

"Uyandırmak istememiştim." dedim mahcup bir sesle.

"Sorun değil sevgilim." Gülümsedim. "Hadi uyu."

"Seni seviyorum."

"Seni çok seviyorum."

*****

Sabah uyandığımda sol tarafım boştu. Çınar'ın yatağında tek başımaydım. Yataktan kalktığımda hemen sağ taraftaki elektrikli şöminenin üstündeki raf çekti dikkatimi.

Raflarda kitap vardı. Çok değillerdi. Merak edip baktım. Çoğunluğu tarihi ve polisiye olan kitapların içinde dikkatimi çeken tek bir kitap oldu.

Romeo ve Juliet...

Büyük aşk.

Ölümsüz aşk.

Veyahut ölümlü...

Kitabın kapağını açtığımda şöminenin önündeki modern sandalyeye oturdum. Sayfayı çevireceğim sırada kapının önünde dikildiğini hissettim.

Gülümseyerek başımı kaldırdım ve ona baktım. Omzunu kapının pervazına yaslayarak gözlerime bakıyordu. Üzerinde vücudunu saran beyaz bir gömlek vardı. Gömleğin kolları kıvrılmış, üsten birkaç düğmesi açıktı. Gömleği siyah bir pantolonun altına sıkıştırmıştı. Omuzuna attığı haki yeşili kazağı ve sol kolundaki saatiyle fazlasıyla çekici duruyordu.

"Günaydın sevgilim." dedi gülümseyerek.

Onu incelemeyi keserek gözlerine baktım. "Günaydın."

Bakışları kucağımdaki kitaba kaydığında "Okumuş muydun daha önce?" diye sordu. Başımı sallayarak "Okumuştum." diye cevapladım. "Sen?"

Başını iki yana salladı. "Henüz değil. Damla'ya sorduğumda bunu tavsiye etti. Sen okumuşsun. Nasıldı?" diye sordu.

"Uzun zaman oldu okuyalı. Çok güzel bir eser. Büyük bir aşk hikâyesini anlatıyor. Kesinlikle okumalısın." diye açıkladım.

"Okuyacağım." dedi omuzunu kapının pervazından ayırırken. "Hadi gel kahvaltı yapalım."

Gülümseyerek ayağa kalktım ve elimdeki kitabı yerine bırakarak ona doğru yürüdüm. Yanına vardığımda odasından çıktık. "Yüzümü yıkayabilir miyim?"

"Ah, tabii. Kusura bakma unutmuşum." Arkadaki kapıyı açtı.

Ona doğru dönerek "Sorun değil." dedim mahcup hissetmesini hiç istemeyerek.

Elini açık kapıya doğru uzatarak "Sen gir. Hatta duş da al istersen. Rahat ol bu tarafa asla gelmem."

"Aslında..."

"Dün getirdiğin çanta da..." Eliyle banyonun içindeki diğer kapıyı gösterdi. "O kapıyı açtığında görebileceğin bir yerde."

"Aslında gerek yok." diye mırıldandım.

"Lütfen rahat o..." dediğinde, "Kötü mü kokuyorum Çınar?" diye sordum kaşlarımı çatarak.

Gözleri büyüdü. "Ne?" diye sordu anlamayarak. "Asla." diye devam etti. Bana doğru büyük bir adım attığında geriye gittim ve sırtım duvarla buluştu. Dar holde gidebilecek pek de bir yer yoktu zaten. "Hem daha önce kokuna ne kadar âşık olduğumdan bahsettiğimi sanıyorum." diye devam ederken bir elini başımın hemen yanına, duvara yasladı.

Nefesimi tuttum. Bakışlarımı gözlerinde çekemiyordum. Sertçe yutkundum. "Benim bundan haberim yok." dediğimde dudağının kenarı keyifle havalandı.

"Öyle mi?" dediğinde cevap vermedim. Yüzünü yüzüme yaklaştırdığında bakışlarımı göğsüne indirdim. Yanağını yanağıma değdirdi. Yanağıma sürterek aşağıya indiğinde burnu boynuma değdi.

Sıcaktı. Çok sıcak...

Derin bir nefes aldığında benim de göğsüm kalkıp indi. Fısıldayarak sordu: "Bizimkisinden de mi büyük?"

"Ne?"

"Büyük bir aşk hikâyesini anlatıyor dedin ya?" dediğinde aralıklı duran dudaklarımı birbirine bastırdım. Sertçe yutkundum. Ellerimi göğsüne çarptırarak aramıza cüzi bir mesafe bıraktım.

Kısa bir sessizliğin ardından konuşan ben oldum. "Sen git, ben duş alıp geleceğim." Gözlerine bile bakmadan açık kapıdan içeri girdim ve kapıyı kapatıp sırtımı kapıya yasladım. Bir süre bir elimi kendime yelpaze yaparken diğerini kalbimin üzerine koyup öylece banyoya boş bakışlar attım.

Sırtımı kapıdan çektiğimde aynanın karşısına geçtim. Yanaklarım al al olmuştu. Kalbimin hızına söyleyecek tek bir kelimem yoktu. N'oluyordu? İki yaklaştığında böyle mi olacaktık hep? Sonunda rezil olan taraf hep ben oluyordum.

Üzerimdekileri çıkardıktan sonra hızlıca bir duş almıştım. Dışarıdaki ekim soğuğuna rağmen soğuk su kullanmıştım. Hararetimi ancak böyle yok edebilirdim.

Birazdan yine yanına gidecektim.

Çınar'ın bahsettiği kapıdan geçtiğimde büyük bir giyinme odasıyla karşılaşmıştım. Onun kıyafetleriyle doluydu.

Bahsettiği çanta hemen gözüme çarpmıştı. Reglim yakın olduğundan ne olur ne olmaz diye yanıma ped ve alt çamaşır almıştım. Çamaşırımı giydiğimde maalesef çıkardığım sutyeni tekrardan giymiştim. Zaten dün gece giymiştim onu da.

Haki renginde bir elbise giymiştim. Dar kesim, balıkçı yaka triko bir elbiseydi. Vücudumu çepeçevre sarmıştı. Boyu dizlerimin hemen altında bitiyordu. Altına giymek için getirdiğim krem topuklu bot ve trençkotumu alıp, bugün çıkardıklarımı güzelce katlayıp çantama koymuştum. Saçlarımı uzun zaman sonra ilk kez kuruladıktan sonra tarayıp açık bırakmıştım.

Çınar'ın odasından çıktığımda elimdeki botu, trençkotu ve okul ihtiyaçlarımın içinde olduğu çantayı portmantoya bırakıp mutfağa yöneldim.

Holün sonuna geldiğimde mutfağa girdim. Sırtı bana dönüktü. Masaya çaydanlık bırakıyordu. Masanın üzerindeki emeğe baktığımda "Keşke zahmet etmeseydin." diye mırıldandım.

Geldiğimi fark ederek arkasına döndü. Saçlarımdan ayak parmaklarıma kadar ağır ağır baktı. "Büyük keyifti benim için." dedi efsunlu bir sesle.

Oturmam için sandalyeyi geriye çekti.

"Teşekkür ederim." dediğimde geriye çektiği sandalyeye oturdum.

Kulağıma doğru eğilip "Asıl ben teşekkür ederim. Bu kadar huzurlu bir gece yaşattığın için." dediğinde nefesi boynuma çarptı. Sertçe yutkunduğum sırada geri çekilerek karşımdaki sandalyeyi çekip oturdu. Ellerini birleştirerek gözlerimin içine baktı.

Bakışlarımı masaya çevirerek gülümsedim. Sonrasında o beni utandırmayı bıraktı ve birlikte keyifli bir kahvaltı ettik.

Az sonra sırtımı oturduğum sandalyeye yasladım ve "Çınar, kendinden bahseder misin biraz?" diye sordum.

Bir yudum çay içtikten sonra benim gibi sırtını oturduğu sandalyeye yaslayarak gözlerime baktı. "Neyi merak ediyorsun?"

"Her şeyi. Mesela nerelisin?"

"Angaralıyım." diye cevap verdi hemen. Elimle ağzımı kapatarak kahkaha attım. Şive onda o kadar komik durmuştu ki.

"Kusura bakma, bir an tutamadım kendimi." dedim mahcupça avuçlarımı dudaklarımdan çekerek. Dudaklarının kenarları kıvrılmıştı.

"Yapma lütfen."

"Neyi?" diye sordum.

"Gülüşünü gizleme benden." Elini uzatıp başparmağıyla dudağımın kenarını okşadı. Gözlerinin içine baktım. "Çok güzelsin. Çok şanslıyım."

"Utandırma ya." Yanaklarım kıpkırmızıydı, biliyordum. Elini yanağımdan indirdiğinde su bardağını dudaklarıma götürüp üç yudumda bitirdim.

"Başka neyi merak ediyorsun?" diye sordu gözlerimin içine bakarken.

Biraz düşündükten sonra "Daha önce hiç ciddi bir ilişkin oldu mu?" diye sordum. Ortamdaki havayı bozmak için sormamıştım. Merakımdan sormuştum. O da zaten bozulmadı.

Gözlerimin içine baktı. "Sadece şunu söyleyebilirim; daha önce hiç böyle hissetmedim." Sertçe yutkundum. "Daha önce hiç böyle hissettirecek birinin olacağını da düşünmemiştim. Sen olmaz dediklerimi oldurttun." Bakışlarımı kaçırarak birkaç tane salatalık attım ağzıma.

Yavaşça yuttum. "Kaçlısın?" diye sordum konuyu değiştirmek isteyerek. Merak da ediyordum. Yaşını. Doğum tarihini.

"N'apacaksın?" diye sordu sol gözünü kırparak. Gözlerimi devirdim. "Ne yapabilirim ki? Merak ettim sadece." diye cevap verdim.

"Doksan altılıyım." 1996. 2021. Ay?

"Hangi ay?"

Güldü. "Kasım."

"Gün?"

"Dört." 04.10.1996... On altı gün sonra doğum günüydü. On altı. Yirmi beş olacaktı. "Senin?" diye sordu.

"Biliyorsun zaten, İzmirliyim. Yaşımda 21. Doksan dokuzluyum."

"Ay? Gün?" diye sordu parmaklarını birbirine geçirerek avuç içlerini masaya yerleştirirken.

"Yirmi aralık." Gülümsedi.

"Ne o?" diye sordum onun gibi gözümü kırparak. "Yok bir şey." dedi gülerek.

Kaşlarım havalandı. "Yok bir şey?" diye sordum gülerek. Kafasını onaylarcasına salladı. "Peki, öyle olsun."

Kalktı ve yanıma gelerek solumdaki sandalyeyi çekerek oturdu.

Yüzüme yaklaştı ve "Olsun valla. Aşk olsun. Sen ol. Biz olalım." diye fısıldadığında gözlerimi kaçırmadan gözlerinin içine baktım. Yüzüm gibi gözlerimin içi de parlıyordu, onunkiler gibi...

"Olsun. Aşk olsun. Sen ol. Biz olalım." diye tekrar ettim onu; hayranlıkla...

Dudaklarını dudaklarıma değdirerek tutkulu bir şekilde yavaşça öpmeye başladı. Onun aksine aceleci bir şekilde öpmeye çalıştım.

Ellerim yanaklarına çıktığında elini belime götürdü. Dudaklarımı dudaklarından ayırdığımda yanağına sert bir öpücük bıraktım. Kollarımı boynuna dolayarak sıkıca sarıldım. Kollarını belime sıkıca sardı.

Aşk olsun. Çınar olsun. Biz olalım...

*****

Çınar'la evden çıktıktan sonra okula gelmiştik. Çok yoğun geçmişti dersler. Vize öncesi stres vardı hemen hemen herkeste.

Okuldaki dersler bittiğinde saat neredeyse beş olacaktı. Çınar'ın dersi öğleden önce bittiğinden eve gitmişti. Taksi çevirip kendi evime gitmiştim.

Akşam güzel bir yemek yemiştik, keyifli geçmişti. Abimle babam odalarına çekildiklerinde Aycan'la bahçedeki koltuklarda oturup sohbet etmiştik. Geç saatlere kadar. Hava estiğinden üzerimize bir örtü atarak aynı pikenin altın girmiştik.

Çınar'ı anlatmıştım ona. Hayran hayran dinlemişti. Efe hakkında konuşmamızı istememişti. Arkadaşız demişti. Bundan sonrada her ne olursa olsun bu öyle kalacak diye eklemişti. Efe'ye acayip sinir olmuştum. Tabii ki zorunda değildi ama ikizimi üzmesi bile ona sinir olmam için bir nedendi.

Beraber benim yatağımda uyumuştuk. Sımsıkı sarılarak. Eski günlerdeki gibi.

Sabahleyin uyandığımızda abim işe giderken bizi de okula bırakmıştı. Fazlasıyla uykusuzdum. Derste Çınar vardı. Ve her zaman ki gibi bana bakmamaya özen göstermişti. Dersin sonunda mesaj atmıştı. Bugün müsait olup olmadığımı sormuştu. Ona bugün babamla olacağıma dair mesaj atmıştım.

Okuldan sonra tüm gün babam, ben ve Aycan'la birlikte büyük keyifli vakit geçirmiştik. İstanbul'u ilk kez beraber gezmiştik. Denize bakarak fotoğraf çekinmiştik. Babamın sağında ben solunda Aycan vardı. Sıkıca sarılmıştı bize. Sıkıca sarılmıştık ona.

Akşam olduğunda deniz manzaralı bir lokantada yemek yemiştik. Akşam abim de bize katılmıştı. Aile kavramını iliklerime kadar hissetmiştim.

Annem eksikti fakat onu kalbimde hissetmiştim. Ama keşke o da bu güzel tablonun içinde olsaydı diye geçirmeden edememiştim.

*****

İki hafta sonra...

Masanın üzerindekileri son kez kontrol ettikten sonra koltuğun üzerindeki telefonuma uzanıp saate baktım.

22.48

Aradan geçen onca günün sonunda günlerdir beklediğim gün gelmişti.

Onda kaldığım gün öğrenmiştim doğum gününü ve zaman su misali akıp gitmiş, bizi bu güne getirtmişti.

Babamlarla dışarı çıktıktan sonraki günler biraz yoğun geçmişti. Ondan sonraki hafta vizelerim başlayacağından ve henüz doğru dürüst çalışmadığımdan o haftayı hep çalışarak geçirmiştim.

Çınar'la olan görüşmelerimiz de mesajlaşmalarımız da azalmıştı. Çünkü her zamanki gibi beni benden daha fazla düşünerek derslerime yoğunlaşmam gerektiğini söylemişti.

Onu dinlemiştim. Çok çalışmıştım. Geçen hafta vizelerden dolayı oldukça yoğun geçmişti. Neyse ki iyi notlar bekliyordum.

Saate baktım tekrardan.

23.23

Yaklaşık yarım saat sonra tarih dört kasımı gösterecekti ve Çınar hâlâ görülenlerde yoktu. Zaten sokağa girdiğinde Kerim haber verecekti, o yüzden rahattım.

Vizeler bittikten sonra ikinci kez Çınar'da kalmıştım. Beş gün önce cumartesi günüydü. Bu sefer diğer sefer ki gibi aptallık edip uyumamıştım. Güzel geçmişti. Zaten o bana hep çok iyi geliyordu. Onunlayken kötü geçmesinin pek bir ihtimali yoktu.

00.00

Yeni aldığım günlüğümün ilk yaprağını açıp tarih attım.

04.11.2021

İyi ki doğdun Çınar.

İyi ki benim sevgilimsin.

Ve iyi ki bana gelmişsin.

Ben de iyi ki bir şans vermişim sana.

Seni çok seviyorum sevgilim...

Bu hafta başında dersler yine devamdı. Sabahki dersim Çınar'laydı. Ve bu sefer gözlerim için bakarak gülümsemişti. Bu bu birkaç saniye sürmüştü. Ama bakmıştı işte. Yarın dersim vardı ama muhtemelen bir günlük tatil verecektim.

00.44

Damla'yla henüz konuşamamıştım; Kerim hakkında. Ama Kerim'in yüzünden belliydi ne kadar huzurlu ve mutlu olduğu. Zaten çok sık olmasa da görüştüklerini biliyordum. Yeni yeni birbirleriyle tanıyorlardı. Birbirlerini tanıdıktan sonra onlarda büyük bir gelecek görüyordum. Umuyordum ki çok mutlu olurlardı. Her ikisi içinde...

01.28

Saat oldukça geçti. Nerede kalmıştı bu adam? Başımı koltuğun arkasına atarak karanlık tavanı izledim. Tam o sırada bir bildirim sesi doldurdu kulaklarımı. Heyecanla Kerim'den gelen mesajı okudum.

"Arabası sokağa girdi. Yalnız."

"Çok teşekkür ederim."

Telefonu kilitleyip hızla ayağa kalktım. Derin bir nefes aldım. Çok heyecanlıydım.

Çakmağı aradım. Yoktu. Of! Saçlarımı omuzlarımdan geriye atarak derin bir nefes alıp kendimi telkin ettim. Sakin ol. Sakin. Ol.

Masanın üzerine bırakmıştım. Tamam, sorun yok. Çakmağı elime alıp yakmaya çalıştım. Ne? Sabahtan beridir tek bir dokunuşta yanan çakmak yanmıyor muydu? Hayattaki şansıma edeyim!

Anahtarı deliğe koyulduğunu işittim. Elimdeki çakmağı yakmayı bırakıp sertçe yutkunarak buradan görünen kapıya baktım. Kapının ardındaydı.

Kilidi çevirip kapıyı açtı. İçeri girip kapıyı kapattı ve sırtını kapıya yasladı.

Ben doğrudan ona baktığımdan gördüm. Fakat onun beni bu karanlıkta hemen fark etmesi imkânsızdı.

Gülümseyerek baktım. Gözlerini kapatarak sırtını kapıya yaslamıştı. O beni fark etmeden dudaklarımı aralamak istemiyordum.

Bir süre öylece kaldı. İki elimi bel boşluğumda tutarak öylece onu izledim. Heyecandan alt dudağımı kemiriyordum.

Derin bir nefes aldığında göğsü hızla inip kalktı.

Hadi gözlerini arala ve gör beni sevgilim.

"Hayır." dedi hareket dahi etmeden. Sesi çatallı çıkmıştı. Kaşlarım çatıldı. Kiminle konuşuyordu?

"Hayır." diye tekrar etti kendini. "Hayır!" diye bağırdı ve yumruk yaptığı elini yaslandığı kapıya sertçe vurduğunda, gayriihtiyari dudaklarımdan tiz bir çığlık dışarı fırlayıverdi. Ve ona doğru bir adım attım.

Attığım çığlıkla birlik burada olduğumu fark etmişti. Gözlerini araladı ve hareket dahi etmeden beni bulmaya çalıştı.

Yüzündeki şaşkınlığı karanlığa rağmen görebiliyordum. Yüksek sesle "N'apıyorsun?" diye sorduğumda gözleri bulunduğum yere çevrildi ve göz göze geldik.

"S-sen?" dedi kekeleyerek.

"Ben." dedim. "Azra."

"Azra?" dedi nefes vererek.

"Evet Azra."

Sustu. Hiçbir şey söylemedi. Ona doğru bir adım daha atacağım sırada elini kaldırdı ve beni durdurdu. Şaşkınlıkla baktım. Ne? Ret mi etmişti?

"Çınar." dedim, yumuşak çıkması için gayret ettiğim ses tonumla. "İyi misin?"

Başını iki yana sallayarak "Hiç iyi değilim." dedi titreyen ses tonuyla. Ağlıyor muydu? Ama neden?

Kayıtsız kalamayarak bir adım attım ve o "Gelme. Lütfen." diyerek adımlarımı bıçak gibi kesti. Boğazım kurmuştu. Sertçe yutkunduğum da gözlerim acıyordu.

"N'oldu?" diye sordum. Kuruyan boğazımdan dolayı sesim kısık çıkmıştı. Cevap vermedi. Sırtını kapıdan çekerek birkaç adım attı ve salona inen birkaç merdivenin üstüne oturdu. Başını ellerinin arasına aldı. Dirsekleri dizlerindeydi. Yüzü yere dönüktü.

Onu daha önce hiç böyle görmemiştim. Ne olmuştu?

Dudaklarımı birbirine bastırarak sertçe yutkundum. Kalbimde bir sızı vardı. Onu böyle görmek kötü hissettirmişti.

İki adım attım. Üçüncüsünü atmaya çekindim. "Çınar," dedim yumuşak bir sesle. "N'oluyor? Korkutuyorsun beni."

Ellerinin arasındaki başını serbest bıraktı ve yüzünü kaldırarak kirpiklerinin arasından gözlerime baktı. Bakışları çok değişti... Sabahınkilerden farklı.

Baktı, baktı, baktı. Öyle derin baktı ki yutkunamadan edemedim.

Terleyen avuç içlerimi birleştirip parmaklarımı birbirine geçirirken mideme giren krampların haddi hesabı yoktu.

"Çınar," dedim, bir şey de der gibi.

"Özür dilerim," dedi şefkatli bir ses tonuyla. Kaşlarım çatıldı. "Özür dilerim." diye tekrar etti. Sesi titriyordu.

"Neden?" diye sordum saf saf. "Kötü bir şey mi oldu?" Sol gözünden bir yaş aktı. Boğazıma oturan yumruyla konuşmam daha da zorlaştı. "Bir şey de." dedim titreyen sesimle.

"Özür dilerim." diye tekrar ettiğinde dayamayarak atmaya çekindiğim adımı attım ve dizlerimi oturduğu merdivenin altındaki merdivene yasladım. Bacaklarının arasındaydım. Yüzünü avuçlarımın arasına aldığımda kocaman açtığı gözleriyle bana bakıyordu.

Bir nefeslik mesafe vardı aramızda. Hafifçe yanaklarını okşadım. Dudakları büküldü. Gözleri ıslaktı. Kirpiklerinin arasından yuvarlanıp çenesine doğru yol alan yaşı gözlerimle takip ederken içim gitti. Boğazımdaki yumru büyüdü ve dudaklarım titredi.

Yüzümdeki elini boynuna götürdüm hemen ardından kollarımı boynuna dolayarak sıkıca sarıldım. Gözlerimi kapadım ve derin bir nefes aldım. Kokusu aklımı başımdan alır gibi ciğerlerime doldu.

"Bitti Azra." diye fısıldadı. "Bitti."

Geriye çekilip gözlerine baktım. "Biten ney? Anlat ben dinlerim se..."

"Biz." dedi sözümü keserek. "Bitti."

Kelimeler zihnimde bir sağa bir sola savrulup durdu. Sertçe yutkunarak gözlerine baktım. "N- nasıl?" dedim kekeleyerek.

Mahzun bir şekilde gözlerime baktı. "Bitti."

Allah'ım delirmek üzereydim! En sonunda dayanamayarak "Biten ne?" diye bağırarak sordum.

"Bitti." dedi. Sesi titriyordu. "Biz artık devam edemeyiz." Bir damla yaşın yanaklarımı ıslattığını hissettim.

Başımı olumsuz anlamda sallayıp çenemin titremesini durdurmak için dudaklarımı birbirine bastırdım. "De-deva..."

Konuşamayacağımı anladığımda sustum. Gözlerinin içine bakıp sertçe yutkundum.

Kaşlarım çatılırken nasıl bu kadar duygusuz olduğuna hayret ettim.

"Ben..." Bakışlarımı göğsüne indirdim. "Anlayamıyorum."

"Özür dilerim ama..." duraksadı. "Daha fazla devam etmek istemiyorum ben."

İnsanların, ama kelimesinden önce söylediklerinin hiçbir önemi yoktu. Bu söz daha önce hiç bu kadar anlamlı gelmemişti. Bir şey söylüyorlardı ve bir başka bir şeyi söyleyerek ilk söylediklerinin anlamını yok ediyorlardı.

"Özür dilerim..."

Kanım damarlarımda kaynamaya başladığında yerimden hışımla kalktım. Ne derse desin daha fazla dinleyemezdim. Sakin kalabilmek için derin bir nefes aldım.

Gözlerine bile bakmadan "Ayıldığında söyle öyle dinleyeyim seni. Belli ki hâlâ uyuyorsun ve kötü bir kâbusun içindesin." dedim, titreyen sesimle.

Arkama döneceğim sırada aklıma gelen şeyle durdum. Ona doğru döndüm. Bakışları zemindeydi.

"Bu geceyi mahvetmiş olsan bile heyecanla aldığım hediye masanın üstünde. İyi ki doğdun." dedim yanağıma akan yaşı elimin tersiyle silerek. Arkama döndüm.

Birkaç merdiven çıktıktan sonra portmantonun içindeki trençkotumu aldım. Kapıyı açtım ve dışarıya çıktıktan sonra sertçe kapattım. Yüzümü semaya kaldırdım. Gözlerimi kapadım. Yüzümdeki ıslaklığa karışan yağmur damlalarını hissettim.

Bu anda birçok duygu vardı: Bir kadının kırık kalbi, çaresizliği ve bir adamın acımasızlığı.

...

-11.11.24-

Asıl şimdi başlıyoruz dostlar!!! KJJDSJFJKGDLKKSDLLKDKSL

Şaka bir yana yazarken bin duyguya girdim ve çok üzüldüm. :'(

 

Yorumlarınızı buraya bırakın.

AzÇın?

YASAK? Yasemin ve Akın... Yani isim birleşimleri bile imkânsızız diye haykırıyor ya ben daha bir şey demiyorum.

DamKer?

Ve tabii arkadaş olan çiftimiz; EfAy?


 

Görüşmek üzere hoşça kalın...

Sevgiyle kucaklıyorum...

 

Loading...
0%