Yeni Üyelik
14.
Bölüm

13. Bölüm: "Kimsenin Suçu Yok."

@senemeevren

Arkadaşlar yorumlarınızı bekliyorummm

 

...

Otuz iki saat önce...

 

YASEMİN YILDIRIM

 

Kalbim ağrıyordu; tahmini altı bin altı yüz gündür. Alışmıştım. Alışmak kabullenmek demek değildi.

Çünkü ben tam on sekiz yıldır hâlâ kabullenememiştim.

Kabulleneceğimi de sanmıyorum.

Bakışlarımı gökyüzünü andıran gözlerinden çekip hemen yanında oturana adama kaydırdım. "Beğenmenize sevindik, Yasemin Hanım."

Tebessüm ettim. "Beğenilmeyecek gibi değil." dedim bakışlarımı tekrardan büyük denize çevirerek. "Baksanıza ne kadar huzurlu..."

"O zaman tadilat bittikten sonra ilk davetlimizsiniz." dedi yanımda oturan kadın. Adı Zerda'ydı. Karşısında oturan adam da eşiydi. Çok yakışıyorlardı. Çok güzellerdi. Sadece fiziki olarak da değil. Kalpleri de çok güzeldi.

"Kesinlikle aşkım." diye onayladı Kudret Bey. Zerda'nın eşi... Bakışlarındaki sevgi imrenilecek türdendi.

"Gelirsiniz değil mi?" diye sordu Zerda heyecanla; karşımda oturan, bir zamanlar evlilik hayalleri kurduğum adama.

Sertçe yutkunup mavi gözlerine baktım. Bakışlarımız birleşti ve ufak bir kıvılcım alev topuna döndü.

O günden beridir gözlerine bakmak zulüm gibiydi. Zulümden de öteydi. Nefes alamadığımı hissettiğimde bakışlarımı sağa çevirerek denize baktım.

"Yani olur... Ama Yasemin Hanım bir başkasıyla gelmek isterse?" dedi o. Bakmadım, bir şey de söylemedim.

"Yasemin?" diye seslendi Zerda.

Başım o tarafa çevrili olduğundan bakışlarımı hafifçe denizden çektim ve gözlerine baktım. "Hı?" dedim duymamış gibi yaparak.

"Akın Bey sana bir şey..."

O "Sorun değil Zerda Hanım... Önemsiz bir soruydu zaten." diye kesti Zerda'nın sözünü.

"Akın Bey çok haklı, böyle huzurlu bir yere huzur kaçıran biriyle gelmek çok aptalca olur." dedim.

Kalbim kanaya kanaya ağladı. Yüzüm ise kalbime inat gülümsedi. Ama alaycı bir gülümseme değildi. Acı doluydu. Ondan başka kimse anlamadı.

Onun anlaması da hiçbir boka yaramadı. Çünkü umursamadı. Her zaman ki gibi umursamadı ve güldü. Seslice güldü.

Yüzüne baktım. Ardından gözlerine. En içine...

"Eminim ki sizin de benimle gelmek gibi bir planınız yoktur. Gelmek istediğiniz birileri vardır."

Sustu. Cevapsız bıraktı. Sustum. Gözlerine bakmayı keserek denize baktım. Kısa bir sessizlik oldu.

"Eee girelim mi içeri oraya da bir bakın?" Başımı sallayarak onayladım Zerda'yı.

Zerda ayaklandığında Kudret Bey'de ayaklanarak karısının elinden tuttu. Yardımcı olarak yürümesini sağladı. Tebessüm ederek onları izledim. Bir ay içinde tam olarak bir aile olacaklardı. Bir kız çocuğu katılacaktı aralarına. Kim bilir ne kadar neşeyle dolacaktı evlerinin içi.

Bakışlarım elimde olmaksızın ona kaydı. Bana bakıyordu. Baktım. Kalbim sıkıştı, boğazıma büyük bir yumru oturdu. Gözlerimin yandığını hissettiğimde bakışlarımı kaçırarak ayağa kalktım.

Ağır adımlarımı eve doğru yönlendirdiğimde ayağımdaki topuklularla kumların üzerinde yürümek oldukça zordum. Arkamda geldiğini biliyordum. Biraz sonra kapıdan içeri girdiğimde gözlerimi kocaman açtım.

Zerda ve Kudret öpüşüyorlardı.

Hızla arkamı dönerek, utançla "Çok özür dilerim" dedim, yanaklarım kızarırken. Arkama döndüğüm gibi başım göğsüne çarpmıştı. Sertçe yutkunarak başımı kaldırdım, gözlerine baktım.

"Kusura bakmayın." dedi gözlerini gözlerimden çekmeden.

"Ah hiç mi öpüşen çift görmediniz?" diye sordu Zerda. "Sanki sevi..." Sözünü tamamlamadığında gözlerim mümkünmüş gibi daha da büyüdü.

Gözlerine baktım, gözlerime baktı. Kısa bir süreliğine geçmişe döndük. Kalbim acıya acıya ağladı. Bu sefer gülmedim. Gözlerimin dolduğunu hissettim.

Daha fazla gözlerine bakamayacağımı anladığımda hızla arkama döndüm. İçeri girdim. Kudret, Zerda'nın belinden tutuyordu. O da benim gibi kapıdan girdi. Birkaç adım ötemde olan adama bakmaya utanıyordum.

"Yeseminciğim biz seninle yatak odasına bakalım istersen?" Başımı hızla sallayarak onayladım. Buradan kaçmak istiyordum. Zerda'ya doğru yürüdüm ve koluna girerek bahsettiği odaya doğru ilerledik.

Kapıyı açtı ve içeri girdik. Bakışlarını bana çevirdiğinde genişçe gülümsüyordu. Odanın içine doğru birkaç adım attı. Oldukça geniş olan odanın ortasında durarak kollarını iki yana açtı. "Burası çok özel... O yüzden çok özel olmalı."

Sertçe yutkunarak boğazımdaki yumrunun yok olmasını sağladım. Bu konulardan nefret ediyordum. Nefret...

"Klişe olacak ama yatağın üstünde bir ayna istiyorum." Bakışlarımı kaçırarak yutkundum. "Gerisi sana ve hayal gücüne kalmış."

Odanın içine doğru birkaç adım attım. Parmaklarımı birbirine geçirdim. "Yasemin," dedi Zerda. Ona baktım. "Eğer kabul etmezsen başka bir iç mimarla da görüşebiliriz. Ben sadece sana güvendiğimden... Ama istemezsen."

"Hayır hayır." diye kestim sözünü. "Bu benim işim yapacak bir şey yok. Hem neden böyle söyledin ki?"

"Yani... Sen rahatsız oluyormuşsun gibi hissettim." diye açıkladı. Başımı iki yana sallayarak reddettim. "Bu benim işim." dedim gülümsemeye çalışarak. "Rahat olabilirsin."

"Peki," dedi o da benim gibi gülümseyerek. "Bir sorun olmamasına sevindim." Zoraki bi şekilde gülümsedim.

"Devam edelim mi?" diye sordum çünkü geç olmuştu. Başını salladı. Aslında biz mimardık. Fakat Zerda rica edince kıramadık. Zaten bu evin mimarisi de bize aitti.

"Bir aya yetişir değil mi?" diye sordu samimi bir ifadeyle. Gülümsedim. "Yetişir yetişir." dedim onu rahatlatmak isteyerek.

Zerda'yla yatak odasının planını bitirdikten sonra salona geçtik. Zerda kocasını kollarının arasına girdiğinde sırtımı duvara yaslayarak onları seyrettim.

Zerda "Ayna da olacak." diye fısıldadı ama duymuştum. O da duymuştu, biliyordum çünkü onlara benden daha yakındı. Allah'tan sırtı dönüktü. Kulaklarıma kadar kızardığımı hissettim.

"Ayna çok mühim." dedi Kudret gülerek. Derin bir nefes alıp verdim. Ardından yatak odasına giderken gördüğüm lavaboya gitmek için salondan çıktım.

Banyoya girdim ve ışıkları açarak aynadaki aksime baktım. Domatesten farkım yoktu. Avuçlarıma soğuk suyu doldurdum ve yüzüme çarptırdım. Ardından enseme götürdüm soğuk ellerimi.

Başımı kaldırıp gözlerimi kapadım. "Sakin ol, sakin." Derin bir nefes aldım. Banyodan çıkıp salona geçtiğimde seslerini işittim. Ve ayıp olduğunu bile bile kulak misafiri oldum. Dinlemedim duydum.

"Yasemin hakkında konuşmak yok. Hem o sadece çok naif. Ve çok tatlı... Değil mi Akın?" dediğini duydum Zerda'nın.

Nefesimi tutarak onun cevabını dinledim. "Bilemiyorum."

"Bilemiyorum mu?" diye sordu Kudret alayla gülerek. "Ona karşı bakışların bile değişik. Sakın inkâr etme." Tuttuğum nefesim soluk borumda kaldı.

"Nereden çıkartıyorsun bu şeyleri." diye inkâr etti. Haklıydı. Bir zamanlar öyleydi ama işte bir zamanlar.

Daha fazlasını duymaya dayanamayarak içeri doğru adımladım. Hepsinin bakışları bana çevrildiğinde "Ben gideyim artık. Geç oldu." dedim. Yol çok uzundu. Düzce'deydi ev. Akçakoca. En az üç saat vardı Reşitpaşa' ya. Trafiği saymıyordum bile.

"Aslında biz de döneceğiz ama," Dönüp kocasına baktı. "Biraz daha kalırız." dedi sorar gibi. "Kalırız kalırız." dedi Kudret gülerek.

"Görüşürüz." dedim gülümseyerek.

"Görüşürüz." dedi Zerda. Ardından gülerek "Aynayı unutma." dediğinde ufak bir küfür savurdum. "Hoşça kalın." dedim ve salondan çıkarak arabama doğru yürüdüm. Bindim. Ve sürdüm.

Düzce'den Sakarya'ya oradan da Kocaeli'ne geçtiğimde hava çoktan kararmıştı. Saate baktım. Sekize on beş dakika vardı.

Kocaeli'ndeki Zübeyde Hanım Ormanı'na girdiğimde yolda hiç araba yoktu. Hızla sürerek eve varmak istedim. Henüz yolun yarısı bitmişti.

Yolda ilerlerken bir an arabada öne doğru savruldum ve direksiyonu sıkıca tutarak hâkimiyeti bırakmadım. Yavaşça ayağımı gaz pedalından çekerek aracın yükünü motora verdim. Ayağımı hafifçe frene dokundurdum ve araba kontrollü bir şekilde yavaşladığında el frenini çektim. Araba tamamıyla durduğunda yüzümü direksiyona gömerek derin bir nefes alıp verdim.

Kısa bir süre o şekilde kaldıktan sonra arabadan çıkıp hangi tekerleğin patladığına baktım. Sol ön tekerdi. Yüzümü gökyüzüne kaldırdım ve sıkıntılı bir nefes alıp verdim.

Yapacak bir şeyin olmadığını anladığımda yolda arabanın geçip geçmediğine baktım. Uzaktan karanlıkta bir arabanın farının yandığını gördüğümde gülümseyerek arabanın yaklaşmasını bekledim. Elimi kaldırdım. Israrla salladım ama o aracın sahibi hızla önümde geçerek tozu dumana kattı.

Öfkeyle ardından küfürler savurdum. Beş dakika bekledim. Kimse geçmedi. En sonunda arabanın içinden çantamı aldım ve içindeki telefonuma baktım. Şarjım sabah ondu, oynamamıştım ama yine de kapanmıştı. Of! Lanet olsun!

Telefonumu kapatıp oflarcasına bir nefes verdim. Tam o sırada gözüme bir ışık çarptı ve heyecanla ışığın kaynağına baktım. Bir aracın farıydı. Gözlerimi farın ışığından dolayı kıstım.

Yaklaşmasını bekledim. Elimi kaldırdığımda durması için dualar ettim. Ve durdu. Çok şükür!

Farın ışı söndü ve arabayı tanıdım. İçindekini ise yıllardır tanıyordum.

Arkamı döndüm ve çantamı arabanın açık camından içeri attım. Kapı açılıp kapandı. Araban indiğini biliyordum.

Arkamda durduğunu hissettim. "Bir sorun mu var?" diye sordu.

Ona döndüm. Gözlerine baktım. Bakışları göğsümü sıkıştırıyordu. "Yok." dedim titreyen sesimle.

"Neden yolda durmuşsun." Bakışları arabayı taradı ve gözleri kısıldı. Tekerleği görmüş olmalıydı. "Tekerleğin mi patladı?"

Gözlerimi devirdim. "Yok, ben keyfimden durdum öyle yolun ortasında." dedim sinirle. Zaten onu görmek sinirimi ayrı bozuyordu. "Ne duruyorsun yolun ortasında? Senin de mi tekerin patladı yoksa?" diye sordum alayla.

Bir adım attı. "Otostop çekiyordun, ben de durdum."

"Çok sağ ol. Gerek yok. Ben senin arabana binmem." Kaşları havalandı. "Binmem." diye tekrar ettim.

"Tekerleğin birden iyileşti galiba." dedi dudağının kenarı alayla kıvrılırken. Başımı salladım. "Durduğun için sağ ol. Gidebilirsin." diye cevap verdim.

Art arda iki adım attığında ayakkabısın burnu topuklu ayakkabıma çarptı. Başımı kaldırarak gözlerine baktım. Kalbimin ritmi bozuldu. "Sen ne yapacaksın?" diye sordu ciddi bir sesle.

Omuz silktim. "Başımın çaresine bakarım." Ama o arabaya binmem!

Gözlerime baktı. "Saçmalama." dedi kesin bir dille. "Bin şu arabaya birini gönderirsin, getirirler arabanı sonra."

Reddettim. "O arabaya binmem."

Gözlerini kapatıp derin bir nefes aldı. Ardından verdiği sıcak nefesi yüzümü ısıttı. Nefesimi tutum. "N'apacaksın peki? Onlar gelene kadar burada mı bekleyeceksin?" diye sordu gözlerini aralayarak.

Omuz silktim. "Kalacak bir yer bulurum bu gece. Yarın sabah dönerim." dedikten sonra arkama döndüm camı açık arabanın içinden uzanıp çantamı aldım. Geriye çekildiğimde sırtım bir şeye çarptı. Onun... göğsüne.

Yüreğim hopladı. Sağ elini arabaya yasladı. Ardından sol elini. Kafesine kıstırmıştı.

Gözlerim kapandı. Hareket ettiğim gibi sırtım göğsüne çarpardı. Nefes bile alamadım. Sertçe yutkundum. Bir elimi kalbimin üzerine koydum. Derin bir nefes aldığını işittiğimde göğsüm kalkıp indi. Sıcak nefesi kulaklarımı, saç diplerimi aşıp tüylerimi diken diken etti.

"A-akın..." diye mırıldandım boğuk bir sesle. "N'apıyorsun?"

"Asıl sen n'apıyorsun? İnat etme bin şu arabaya." Burnunu açık saçlarımın arasında hissettiğimde başım geriye doğru gitti.

"Gelmek istemiyorum. O arabaya binmem." dedim titreyen sesimle.

"Neden?"

Cevap vermedim. "U-uzak dur lütfen." dedim kekeleyerek.

"Seni burada yalnız bırakmam." Tuttuğum nefesi verdim. Gözlerim ıslandı. "Neden?" diye sordum ağladığımı belli etmemeye çalışarak. "Neden bırakmıyorsun beni?"

Önce sustu, cevap vermedi. Hemen ardından arkamdaki sıcaklığı kayboldu ve sesini duydum. "Birlikte geldik buraya." dedi çok mantıklı bir cevap vermiş gibi netti sesi.

Yavaşça çantayı aldım, kapı açtım, camı kapattım, derin bir nefes aldım ve en son arabayı kilitleyerek ona döndüm.

"Buraya birlikte gelmiş olmamız, seninle döneceğim anlamına gelmez. Ve lütfen git artık." dedim sonlara doğru sesimi yumuşak tutmaya çalışarak. "Hoşça kal." dedim ve ona sırtımı dönerek geldiğim yönde ilerlemeye başladım.

"Yasemin." diye seslendi. Adımlarımı keserek gözlerimi kapattım. "Dikkatli ol."

Dudaklarım titriyordu. Gülümsemeye çalıştım. Ardından yürüdüm.

Kolumdaki saate baktım;

20.58

Yirmi dakikadan fazladır yoldaydım fakat oteli bırak doğru düzgün insana ait bir yaşam yeri bile yoktu. Zaten orman o kadar büyüktü ki henüz yol görünmemişti. İçten içe korkmaya başlamıştım. Fazlasıyla soğuktu. Üzerimdeki trençkot bile ısınmama yaramıyordu.

Bir tıkırtı duydum. Gözlerim kocama açıldı. Ses çok netti. Benden başka biri vardı. Bu soğuğa rağmen ensemden akan terleri hissettim. Sertçe yutkundum. Acaba... ettiği teklifi kabul mü etseydim? Yok, yok pişman değildim. Hem son pişmanlık hiçbir şeye yaramazdı. Keşke telefonumun şarjını bittiğini söyleseydim. Belki telefonunu kullanmama izin verirdi. Of!

Dikkatli bir şekilde arkama döndüm. Görünürlerde kimse yoktu. Bu daha kötüydü gizlice mi takip ediliyordum? İyi bok yedin Yasemin!

Derin bir nefes alıp verdim. "K- kim var orada?" diye sordum titreyen sesimle. Fenerim bile yoktu! Sıçtım!

Yapay bir ışık düştü önüme. Gözlerim kocaman açıldı. Kalbim ağzımdaydı. Her kimse arkamdaydı. Hızlı davranmalıydım. Gözüme kestiğim taşa baktım. Hızla oraya uzandım ve elime alıp doğruldum. Arkama döndüğümde bileğimden tutulmuştum. Gözlerimi sıkıca kapatarak korkuyla hamlesini bekledim.

Ama o hiçbir şey yapmadı elimdeki taşı aldı avuçlarımdan. Teni tenime değdi. Kokusu burnuma çaldı. Bu... Bu oydu. Gözlerim kapalı bile tanırdım onu.

Dengemi kaybettiğimde sırtüstü düşeceği zannettim fakat izin vermedi. Kolunu belime dolayarak üzerime eğilmişti. Gözlerimi araladığımda ilk gözlerini gördüm.

Göğsüm hızla inip kalkıyordu. Dudaklarımın arasından kaçan nefes doğrudan dudaklarına çarpıyordu. Gözlerini kapatır gibi oldu ama kapatamadı. Sertçe yutkundum. Ve hafifçe doğruldum. Elini belimden çekmedi.

Gözlerine baktım. Gözlerime baktı. Boğazıma büyük bir yumru oturdu. Gözlerim doldu. "Ne işin var burada?"

Yutkundu. Ellerini belimden çekti. Derin bir nefes aldım. "G-gelmese miydim?" diye sordu kekeleyerek.

Cevap vermedim. Yürümeye devam ettim. "Tam bir keçisin!" dediğini duydum. Ardından ardımdan gelen adım seslerini işittim. Dudaklarımın kenarı kıvrıldı.

Kaç dakikadır bu şekilde yürümüştük bilmiyordum. En sonunda oflayarak hemen sağımda yürüyen adama döndüm. "Kaybolduk galiba."

Güldü. Başını hafifçe eğdi ve güldü. Bakışlarım gülüşüne takıldı ve sertçe yutkundum. "İnatçısın işte. Şimdi gel arabaya dönelim desem asla dönmezsin de. Neyse bir otel bulalım." dedi. Sesinde suçlayıcı bir tını yoktu.

Telefonunu aldı cebinden. Bir şeyler yaptı. Uzaktan izledim. Arkama döndüm ve ormanın içini görmeye çalıştım. Elindeki fenerin aydınlattığı yere baktım. "Buraya yakın otel yok." dediğini duydum.

Kaşlarımı çatarak ışığın gösterdiği şeyin ne olduğunu anlamaya çalıştım. Gözlerim parladı. "Buldum!" dedim yüksek çıktığından bir haber sesimle.

"Ne buldun?" dediğinde bakışlarımı kulübeden çekip ona çevirim. Az önce baktığım yere bakıyordu. Elindeki feneri dikkatle kulübeye tuttu ve gördü.

"Ya birileri içerideyse?" diye sordu.

Omuzlarımı kaldırıp indirdim. "Denemekten zarar gelmez." dedim kaşlarımı kaldırarak. Arkama döndüm ve kulübeye doğru yürüdüm. Arkamdan "Beni de bekle." dediğini işittim ama umursamayarak yürüdüm. Kısa bir süre sonra eve yaklaştığımda onunda arkamda olduğunu biliyordum.

Tek katlı küçük bir ahşap kulübedeydi. Evin önünde birkaç tane odun vardı. "Bak içeride birileri var." dedi.

"İki tane odundan mı çıkardın bunu?" dedim ve evin kapısına doğru ilerledim.

"Yasemin," diye seslendiğinde durup bıkkınlıkla gözlerine baktım. "Kapıyı çal." Kastettiği şeyi anladığımda bakışlarımı hızla kaçırdım ve başımı hafifçe salladım.

İki defa evin kapısına vurdum. Ses yoktu. Bir defa daha vurdum. Ona baktım. Açmak için onay bekledim. Başını salladı.

Gülümsedim ve kapının kolunu aşağı indirdim. Açılmadı. Kaşlarımı çattım. Deliğe anahtarı koyduğumda bakışlarımı hızla yanıma hangi ara geldiğini anlayamadığım adama çevirdim. Bir adım geriye giderek kapıyı açmasını bekledim.

Kapı açıldığında "Odunların arasında gördüm." diye açıkladı. Başımı salladım. Onun arasından içeri girdim.

Elleri ışığı aradı, bastı ama yanmadı. Kapıyı kapattım ve biz dört duvar arasında baş baka kaldık.

Fenerin aydınlattığı kadarıyla gördüğüm küçük tekli koltuğa oturdum. Kollarımı etrafıma sararak sürtmeye başladım. Işığı bana doğru tuttuğunda "Üşüdün mü?" diye sordu.

"Biraz."

"Ben de üşüdüm. Odun getireyim de yakayım o zaman." Arkasına döndüğünde "Neden buradasın?" diye sordum.

Cevap vermedi. Kapıyı aralayıp dışarı çıktı. Feneri hemen ortadaki küçük sehpanın üzerine bırakmıştı. Feneri alıp içeriyi incelemeye başladım. Ayıptı, farkındaydım. Ama bir battaniye şarttı. İçerisi dışarıdan daha soğuktu.

Küçük bir kulübeydi. Bir adet berjer ve küçük bir yatak vardı. Tam ortada soba vardı. Daha önce hiç kullanmamıştım ama merak etmiyor değildim. Mutfak küçük bir masanın üzerinde kuruluydu. Elektrikli bir tüp vardı. Birkaç tabak ve kaşık... Yiyecek hiçbir şey yoktu. Muhtemelen sahipleri gelirken kendileri getiriyordu. Zaten getirseler de koyacakları buzdolabı yoktu.

Yatağın üzerine serili olan battaniyeyi alıp etrafıma sardım, berjere oturdum ve ısınmaya çalıştım. Birkaç dakika sonra kapı açıldı ve elindeki odunlarla içeri girdi. Cebindeki çakmağı alıp tam ortadaki sobayı yaktı.

O sigara içmezdi ki... Çakmağı nereden bulduğunu sormadım, belki de artık kullanmaya karar vermişti. Umursamadım.

Soba cayır cayır yanarken o da tek elini başının altına koyarak yatağa uzanmıştı. Bakışlarını bana çevirdiğini hissettim. "Ben böyle uzandım ama..."

"Sorun değil." diye kestim sözünü. "Uyu sen."

"Sen uyumayacak mısın?"

Omuz silktim. "Uykusuzluğa alışkınım ben. Çok zorlanırsam kıvrılırım buraya."

"Oraya mı? Sırtın tutulur." dedi ve doğruldu.

Başımı iki yana sallayarak reddettim. "Battaniye bende yatak da sende..."

"Ama soba yanıyor zaten üşümem ki ben." dedi. Dudağımın kenarı kıvrıldı alayla.

"Uyu Akın uyu." diye mırıldandım.

 

Kolumdaki saatin kısa ucu üçü gösteriyordu. Kalktım ve köşedeki odunu tutup sobanın kapağını açtım ve vücudumu geriye doğru tutarak sobaya attım. Kapağı kapattım ve yerime geçmek için bir adım attım.

Yutkunarak bakışlarımı yatağın üstündeki adama değdirdim. Kısa bir süre baktıktan sonra uzanıp koltuğun üstündeki battaniyeyi aldım.

Elimdeki battaniyeyle yatağa doğru iki adım attım. Göğsü düzenli bir şekilde inip kalkıyordu. Uyuyor olmalıydı. Nazikçe üstünü örttüm ve yatağın kenarına oturdum.

Sertçe yutkunarak yüzünü izledim. Ardından elim gayriihtiyari kalktı. Parmaklarımın tersini alnına götürdüm, dokunmadım ama dokunmuş gibi hissettim. Gözlerimi kapadım. Ağır ağır aşağı indirdim, şakaklarına dokunmadım ama dokunmuş gibi hissettim.

Dudaklarım titriyordu. Boğazımdan aşağıya sıcak bir şeyler akıyor gibiydi. Bir yaşın yanağıma aktığını hissettim.

Parmaklarımın tersi biraz daha aşağı indi ve bu sefer gerçekten sakallarına değdirdim.

Gözlerimi araladım ve gözlerinin açık olduğunu gördüm. Baktım... Baktı... Sertçe yutkunduğumda sol gözümden bir yaş aktı, elinin tersine düştü.

Başımı sola doğru eğdim ve gözlerinin içine baktım. Titreyen dudaklarımı birbirine bastırdım. Sol gözümden art arda sıcak yaşlar aktı. Sertçe yutkundum.

Parmaklarının tersi hâlâ sakallarına değiyordu. Şakaklarına doğru kayan yaşı izledim. Ardından yüzündeki parmaklarımı ıslaklığa götürdüm ve usulca sildim.

Dudağımın kenarı hafifçe kıvrıldı; o tebessüm de acı vardı. Sadece acı.

"Yanına," Sesimi kendim bile duyamadığımda sustum. Merakla gözlerime bakıyordu. Boğazımı temizledim ve devam ettim. "Y-yanına uzanabilir miyim?" Sesim titremişti.

Ne bir cevap ne de bir tepki verdi. Dudaklarımı birbirine bastırıp sertçe yutkundum. Zaten yanındayken yaptığım tek şey buydu.

Hüzünle bakışlarımı kaçırdım. Elimi çektim yüzünden. Ayağa kalktığımda belime bir şey sardı ve üzerine düştüm. Ellerini belime sararak kendine çekmişti. Gitme demekti bu. Kal demekti.

Yastığın üstündeki başının yanlarına gelecek şekilde dirseklerimi yastığa bastırmıştım. Yüzü yüzümle aynı hizadaydı. Bakışları doğrudan gözlerime, kalbime değiyordu.

"Yasemin," diye fısıldadı yüzüme doğru gözlerim kapandı.

"Akın," diye fısıldadım ve yutkundum.

"Çok yanlış farkındasın değil mi?" diye sordu. Başımı salladım. "Dayanamıyorum." diye fısıldadım titreyen sesimle.

Bir cevap almadığımda gözlerimi aralayıp gözlerine baktım. "Yasemin ve Akın..." diye fısıldadı. YasAk... Nefesini tümden yüzümde hissettim. Bakışlarımı dudaklarına indirdim. "Hikâyeleri biten iki âşık..."

"Birbirlerini deli gibi seven iki insan." diye karşı çıktım.

Başını yavaşça iki yana salladı. "Bu," dedi fısıltıyla. "Çok yanlış."

"Neden geldiniz Akın?" diye sordum. Bakışlarımı dudaklarından gözlerine çıkardım. "Biliyorum. Sen ne kadar inkâr etsen de intikam almak için geldiniz."

Yutkundum, titreyen sesimle devam ettim. "Değer mi? Birini kaybetmeye daha değer mi? Oysa ikimizin de kayıpları büyüktü. Çok büyük. Bir kayba daha gerek var mı?"

Sustu cevap vermedi. Gözlerimden kayan yaş yanağına düştü. Gözleri kapandı. "Eğer bir kayıp daha almak için geldiyseniz. Bu kadar olaya gerek yoktu, yemin ederim gerek yoktu. Ben... öldürürdüm kendimi." Gözlerini araladı ve gözlerime baktı. "Ve birilerinin daha canı yanmazdı. Yapardım bunu... Yemin ederim yapardım."

Dudaklarımı dudaklarına değdirdim. Korkarak sordum. Alacağım cevaptan korktum. Olumlu da olsa korktum, olumsuz da... "B-beni hâlâ s-seviyor musun Akın?"

Cevap vermedi. Hayal kırıklığıyla baktım gözlerine. Boğazım düğümlendi.

Avuçlarımı yastığa bastırdım, geriye çekilmeye yeltendiğimde engel olmadı. Belimdeki elleri gevşedi ve iki yanına düştü. Ağır ağır doğruldum. Ve sırtımı ona vererek yatakta kısa bir süre oturdum.

Ayağa kalktım ve tekli koltuğa oturdum. Gözlerimi kapadım ve uyumaya çalıştım. Onun beni izlediğini bile bile nasıl uyuyabilirdim, hiçbir fikrim yoktu.

"Bu gece," dediğini duydum. Gözlerimi açmadım. Ama o devam etti. Çünkü onu duyduğumu biliyordu. "Son olsun." Gözlerimden akan yaşı umursamadan konuştum.

"Bu gece son." dedim onu gibi.

Ne demek istediğini anlamıştım. Bundan sonra duygularımız hakkında konuşmak yoktu.

Hem zaten doğrusu buydu. Tek suçlu kalbimdi. Beni yanlışa sürükleyen... Babamın karşısında yüzümü düşüren oydu. Kalbim suçluydu.

Ya da hayır bu hikâyede kimsenin suçu yoktu.

Sadece... etkilenen bizim kalplerimiz olmuştu. Naif ve birbirine tutkuyla bağlı olan kalpler şimdi yoktu. İpleri çözülmüş ve ne kadar uzak olunabilirse o kadar uzağa savrulmuşlardı.

Işığını söndürmüşlerdi.

Ama kimsenin suçu yoktu.

*****

Sabah uyandığımızda dün geceyi hiç yaşamamış gibi davranmıştık.

Her zaman ki gibi...

Gece kaldığımız kulübeden ayrılıp yola çıktığımızda arabamın arkasında park edilen aracı hemen fark etmiştim. Akın'ın arabasıydı.

Ve Akın arabasına binmeyeceğimi düşünüp gece biz kulübedeyken teker işini hallettirmişti. Kızmamıştım çünkü mahcup olacağım bir durum yoktu. Zaten o an oracıkta cüzdanımdan parayı çıkartıp uzatmıştım.

Gülmüştü. İçim ısınmıştı.

Geri çevirirse olay çıkacağımı bildiğinden uzatmadan parayı alıp cebine sıkıştırmıştı.

Arabalarımıza yerleştikten sonra aynı yere sürmüştük.

Eve geldiğimde annem odasındaydı fakat gece olmadığımı biliyordu. Ona gerçeği törpüleyerek anlatmıştım.

Tekerimin patladığı ve telefonumun şarjının bittiği kısmı direkt anlatmıştım. Geceyi bir kulübede geçirdiğimde doğruydu. Tek yalan söylemiştim. Yalnızdım demiştim.

Eğer o gerçeği duymuş olsaydı yaşanacak şeylerin önüne geçemezdim. Annemi asla durduramazdım.

Bugün kardeşimin doğum günüydü. Akşam onun için küçük bir hazırlık yapmıştık. Pastayı kendi ellerimle yapmıştım.

Yemek konularında pek becerikli değildim fakat tatlılarda elime su dökülmezdi.

Hava karardığında Çınar'a ufak bir oyun eşliğinde eve getirtip mumlarını üfletmiştik.

Ben, annem ve Efe'ydi.

Bize çok kızmıştı. Aslında oyun Efe'nin altından çıkmıştı. Ben reddetmiştim, annem de ne olacak ya şaka diye geçiştirmişti.

Annemin hastalığını bahane ederek çağırmıştık. Bu şakayı ben de beğenmemiştim ama annem tamam dedikten sonra pek de bir şey söyleyememiştim.

Pastayı üfledikten sonra ailecek bir akşam yemeği yemiştik. Çok güzel geçmişti. Sadece içimde bir yerlerde burukluk vardı. Keşke diye geçirmiştim içimden. Keşke sende aramızda olsaydın baba. Çok özür dilerim.

Akşam yemeğinden sonra Çınar'a yaptığım pastalardan yemiştik. Odasına çekilen ilk annem olmuştu. Başının ağrıdığını ve biraz dinleneceğini söylemişti. Ardından Efe dışarı çıkacağını söylemişti.

Çınar'la bahçe de yalnız kaldığımızda gülümseyerek sohbet ediyorduk. Benim sırtım Adalıların bahçesine dönüktü. Çınar'ın ise yüzü...

Bakışları da benden çok orada geziniyordu.

Kaşlarımı çatarak yüzüne baktım. "Bir sorun mu var Çınar?"

"Abla..." dediğinde, ses tonundan bir şey söyleyeceğini anlamıştım. Bakışlarını arkamdan çekip bana çevirdi. Gözlerime baktı. "Ben artık bu şekilde dayanamıyorum."

Kaşlarımı çattım. "Bir sorun mu var?" diye sordum endişeyle yerimde kıpırdanırken.

Başını iki yana sallarken "Yok, yok. Bir sorun yok." diye konuştu hızlıca. "Sana anlatmak istediğim bir şey var."

"Ney?" diye sordum merakla. Yüzündeki ifadeden kötü bir şey olmadığını anladım.

"Abla ben âşık oldum."

Kulaklarım dört kelimeyi defalarca tekrar etti. Mantığım defalarca reddetti. Fakat hâl ve bakışlarından bir şeyleri hemen kavramıştım.

"Çınar..." dedim ne söyleyeceğimi bilemeyerek.

Hayır. Allah'ım sana yalvarırım düşündüğüm şey olmasın. Olmasın lütfen.

"Abla," dedi heyecanlı bir şekilde. Eğer ki daha önce de yanıma gelip bu şekilde konuşmuş olsaydı umursamayabilirdim. Fakat Çınar ilk kez bu konu da benimle konuşuyordu. Korkuyordum.

"Sen de tanıyorsun onu." Çok korkuyorum. "Artık gizli saklı yaşamaktan sıkıldım. Sen de bil istiyorum. Sevdiğim kızı sende bil. Konuşun sohbet edin." Güldü. "Hatta oturup beraber dedikodumu yapın. Ama artık giz..."

"Çınar," diye kestim sözünü. Korkuyla yutkundum. "Bu kız..."

"Azra." diye tamamladı lafımı.

"Ne!" Tahmin etmiştim fakat yine de şaşırmadan edememiştim.

Çınar kaşlarını çattı. "Neden böyle bir tepki verdin?" diye sordu anlayamayarak.

Annemin Çınar'a da söyleyelim dediğinde onu bu şeyin içine sokmayalım dememiş olsaydım, belki de böyle bir şey asla yaşanmazdı.

Çınar düşmanın kızına âşık olmazdı.

Her şeyin suçlusu bendim.

Benim dışımda, kimsenin suçu yoktu.

Çınar'ın suçu yoktu. O gördüğü kıza tutulmuştu, bu kadardı işte. Fazlasını ona anlatmadığım için onu suçlayamazdım. Ama şimdi her şeyi anlatmalıydım... Yolun başındayken vazgeçmesi daha kolay olurdu belki.

"Çınar," dedim aramızdaki uzun sükûneti bozarak.

"Abla neler oluyor? İyi misin sen? Şaşırdın. Ben şaşıracağını tahmin etmiştim ama bu daha farklı bir tepki."

"Ablacığım. Şimdi sana söyleyeceklerim için çok özür dilerim. Daha önce anlatmadığım için çok çok özür dilerim." dedim titreyen sesimle.

"Abla," dedi tedirgin bir ifadeyle. "Beni korkutuyorsun."

Doğduğun günde sana bunu yapmayı asla istemezdim ama özür dilerim bebeğim...

"Onu sevemezsin." diye başladım sözüme. Kaşları çatıldı. "Kimi?" diye sordu. "Azra'yı mı?" diye devam etti şaşkınlıkla.

Hızla başımı sallarken eve bir bakış attım. Annemin kesinlikle duymaması gerekiyordu. Yoksa bunun için de beni suçlardı.

Suçlu olduğumun farkındaydım ama yüzüme vurulduğunda hüznü iliklerime kadar hissediyordum. O yüzden bıraksınlardı, ben hatamın farkındaydım. Kabul de ediyordum zaten.

"O ismi anma lütfen."

"Abla ne saçmalıyorsun." diyerek ayağa kalktı ve yanıma gelerek oturdu. "Anlatır mısın lütfen?"

Başımı yavaşça salladım. "Bundan on sekiz yıl önce bir olay yaşandı. O olayda kayıplar verildi." Göz bebekleri büyüdü. Sertçe yutkundu. "O olayın tek suçlusu bizdik. Akın Adalı ve ben."

Gözlerindeki şaşkınlığı tanıyordum. Fazlasıyla şaşkındı. Anlattıklarımı kafasında birleştirmeye çalışıyordu.

"Biz..." dedim hemen ardından sertçe yutkundum.

"Siz?" dedi devam et der gibi.

Bakışlarımı kaçırarak "O zamanlar birbirimizi çok seviyorduk." dedim, kısık bir sesle. Kaşları havalandı. "Çocukken başlamıştı. Sonrasında ben on sekiz yaşıma girdiğimde bana evlenme teklifi etmişti."

"Abla sen ne söylüyorsun? Bu söylediklerinde ne böyle?"

"Bölmeden dinle, lütfen." Anlatmak başlı başına zorken tek tek açıklayarak anlatamazdım. Bilmesi yeterdi. Lütfen derinleri bilmek istemesindi. Anlatırken canımdan can çıkardı çünkü.

"Kabul etmiştim." Omuzlarımı kaldırarak "Toy bir âşıktım." diye fısıldadım. Titreyen sesimle devam ettim: "On iki Ekim, iki bin üçe almıştık tarihimizi. Gizli saklı bir evlilik olacaktı. En azından evlenene kadar... Ondan sonra kabul ederler diye düşünmüştük."

"Neden gizli saklı ki?"

"Çünkü babam Akın'ı istemiyordu. O zamanlar Akınlar bu yan evde çalışıyorlardı. Babam da olmaz, bir şoförün oğlunu sevemezsin demişti."

"Sonra ne oldu?" diye sordu meraklı bir tonlamayla.

"Biz, evlenmiştik." Kaşları çatıldı. "Nikâh dairesinden çıkmadan, imzaları attıktan hemen sonra babam gelmişti."

"Babam mı?" diye sordu gerilerek. Başımı sallayarak onayladım.

"Babam. Nereden duymuştu hâlâ bilmiyorum. Fakat evden çıkmadan önce o Akın'ı öldüreceğim, yemin ederim öldüreceğim demiş." Derin bir nefes alıp verdim. "Kerim'in annesi. Biliyorsun zaten o zamanlar Deniz Hanımlar bizim evde çalışıyorlardı. O duymuş babamın öfkeyle söylediği o cümleleri. Akın'ın annesiyle yakın arkadaşlardı. Gidip onlara anlatmış. Akın'ın babası da beklemeden evden çıkmış."

Çınar sırtını arkasına yaslamış, karşıya bakıyordu. Az çok bir şeyleri tahmin edebiliyordu. Ve içindeki korkuyu tanıyordum.

"Biz imzaları attıktan sonra babam gelmişti. Hemen ardındansa Akın'ın anne ve babası... Biz çok şaşırmıştık. Nasıl haberleri olmuştu hiç bilmiyorduk ve korkuyorduk. Çünkü babam Akın'a, Akın'ın babası da babama silah doğrultmuştu."

İrice açılan gözleriyle gözlerime baktı hemen. "Sonra?" dedi titreyen sesiyle. Sol gözümden bir yaş aktı. Silmedim.

"Babam kendisine çekilen silahı fark ettiğinde öfkeden gözü dönmüş olsa gerek silahın ucunu Akın'ın babasına çevirip beklemeden ateş etmişti. Ama o kurşun kocasının önüne atlayan kadının sonu olmuştu."

Çınar baktı, uzun bir süre baktı. Sindirmeye çalışıyor olmalıydı. Fakat gözlerindeki ifade beni korkutuyor değildi. "Ö-öldü mü?" diye sordu korkuyla.

Cevap veremedim sustum. Suskunluğumda aslında bir cevaptı.

"Cevap versene! Ölmüş müydü?!" Sesi bahçede yankılanmıştı. Biri duyacak ve gelecek diye korkuyordum.

Yutkundum. Boğazımdaki yumru bir türlü gitmedi. "O vurulduğunda Akın'ın babası da bir kez bile düşünmeden art arda babama ateş açmıştı. O gün o kadın oracıkta ölmüştü. Çünkü kalbinden vurulmuştu. Babam için çok şey yapılmıştı fakat hayata döndürememişlerdi. Babam ölünce Aras Adalı hapishaneye girmişti. Şimdi de buradalar. Ve oldukça güçlü bir şekilde..."

Beni duymuyor gibiydi. Bomboş bakışlarla karşıya bakıyordu. Asla bir tepki vermedi.

Elimi kaldırdım ve omuzlarına koyarak "Çınar," diye seslendim. Dokunuşumla ürkmüş gibi ayaklanarak uzaklaştı.

Parmaklarını saçlarına geçirerek kendi etrafında döndü. Durdu ve gözlerime baktı. "Anlayamıyorum." diye fısıldadı.

Birkaç adım atarak gidip gelmeye başladı. Onu düşünmesi için zaman verdim. "Bunu anlatmak şimdi mi aklına geliyor?!" diye bağırdı. Bakışlarımı yere çevirdim. Sustum, cevap vermedim. "Gözlerime bak abla!"

Bakışlarımı yerden kaldırıp gözlerine çevirdiğimde çenem titriyordu, birkaç damla yaş yanaklarıma süzülmüştü. "Özür dilerim." diye fısıldadım.

Yine suçlanan bendim. Ama biliyordum suçlu olduğumu, yüzüme vurmaktan vazgeçsinlerdi. Yalvarırım artık vazgeçsinlerdi. Dayanamıyordum artık.

Karşımdaki, az önce kalktığı koltuğa oturdu ve başını avuçlarının arasına alarak yüzünü yere çevirdi. Bu hâline çok üzüldüm. Bir şey fark etmeyecekti biliyordum ama çok özür dilerim benim canım kardeşim. Çok... Bilemezdim. Ben sadece bu olaylardan uzak dur istemiştim.

"Ne yapacağım ben şimdi?" dedi, kendine soruyordu. "Ne diyeceğim ben ona?" Çıldırmış gibiydi. "Nasıl kıyarım ki?" Yüzünü gökyüzüne kaldırdı ve derin bir nefes aldı. Bir yaşın yanaklarına düştüğünü gördüğümde kalbim acıdı.

Geç kalmış olabilir miydim?

Öyle bile olsa elimden hiçbir şey gelmezdi. Çok özür dilerim. Benim suçum.

Ayağa kalktı. Arkasına döndü. Derin bir nefes aldığını işittim. Bir süre öyle kaldı. Ardından yüzüme dönerek gözlerimin için baktı. Bakışlarındaki çaresizliği tanıyordum; kendimden biliyordum.

Acı, içime kıymık gibi battı.

"Neden abla? Neden şimdi? Her şey bu kadar güzel ilerlerken..."

Geç kalmıştım.

Adem elması hareketlendi. Gözlerini kapattı. Çenesi titredi. Alt dudağını dişlerinin arasına aldı. Dudaklarını araladı, kapattı. Bir şey söyleyecek gibi oldu ama sonra vazgeçti.

Hiçbir şey söylemeden arkasına döndü ve birkaç adımdan sonra gözden kayboldu.

Özür dilerim ablacığım. Çok özür dilerim.

 

*****

 

AZRA ADALI

 

İçimdeki acıdan kopan parçalar gözyaşı olarak gözlerimden süzülmeye başladı. Derin bir nefes alıp dudaklarımı birbirine bastırdım. Yutkundum.

Hızla sokak kapısından çıkıp yürümeye başladım. Karanlık, ıssız bir sokaktı. Kimse yoktu. Ürkmüştüm.

Ağlama diye geçirdim içimden. Bu saçmalıktan başka bir şey olmaz diye devam ettim. Gözlerimi kapatıp yüzümü semaya kaldırdım ve hızlanan yağmuru yüzümün her zerresinde hissettim. "Alkollüydü zaten." diye fısıldadım. "Ne dediğinin farkında bile değildi. Ah! Aptal neden bu kadar üzülüp ciddiye aldın ki?"

Sakin ve telaşsız görünmek için büyük uğraş veriyordum fakat ne yaparsam yapayım hiçbir şey değişmiyordu. İçimdeki kaygılı olan taraf beni binbir düşüncenin ortasına atıyordu.

Peki o hâli de neydi? Onu daha önce hiç öyle görmemiştim. Fazlasıyla hüzünlüydü. Onu öyle görüp hiçbir şey yapamamış olmak fazlasıyla çaresiz hissettiriyordu.

Kalbim acıyor ve gözlerimden yaşlar usul usul akıyordu.

Ya biterse? Dediği gibi ya bitersek... Ben oydum. O ben. Biz bitersek... Olmazdı, saçmalıktı bu.

Birkaç gün önce Can'la konuşmasını duymuştum. Onu çok seviyorum demişti. Gülümsedim. Beni çok seviyordu. Dahası bunu iliklerime kadar hissettirmişti. Beni kendine inandırdıktan sonra yaptığı bu saçmalığının sebebini anlamak zorundaydı.

Tam o sırada korna sesi doldurdu kulaklarımı. Art arda basmıştı. Hızla gözlerimi araladım. Korkuyla karşımdaki arabaya baktım. Bir taksiydi. Bu gecenin tek iyi şeyi olabilirdi.

Elimi kaldırdım ve hızla taksinin sağ arka koltuğuna oturdum. Adresi verdim, arkama yaslandım ve kollarımı ıslak vücuduma sararak cama düşen yağmur damlalarını izledim.

Siteye girdikten sonra araç evin önünde durduğunda çantamdan kâğıt para çıkartıp adama uzattım. Teşekkür ettikten sonra indim ve sokak kapısından içeri girdim. Yağmur durulmuştu. Düşüncelerimin aksine.

Saat geç olduğundan kapıyı çalmadım ve evin sağ tarafındaki boşluktan geçerek bahçeye çıktım. Üzerim ıslaktı fakat eve girmek istemiyordum. Soğuk dinç hissettiriyordu.

Bahçedeki koltuklara doğru ilerledim. Bahçelerimizi aydınlatan ışıklardan dolayı yan bahçedeki Yasemin'i görmem kaçınılmazdı. Doğrudan buraya bakıyordu.

Acaba diye geçirim içimden. Acaba benden haberi var mıydı? Anlatmış mıydı Çınar ona? Peki ya bu gece olanlardan? Çınar'ın yaptığı bu saçmalığı biliyor muydu?

Bir an, çok kısa bir an gidip sormayı bile düşündüm fakat bir şey duyacaksam da o Çınar'dan olmalıydı.

Zaten bilip bilmediği de meçhuldü. Ortalığı karıştırmak yapmak isteyeceğim son şey bile olmazdı. Bizim aramızdakileri çözmeden işin işine aileler de girerse her şey daha karmaşık bir hâl alırdı.

Sağ taraftaki üçlü koltuğa uzandım. Soğuktan dişlerim birbirine çarpıyordu. Gözlerimi kapattım.

Dakikalar saat gibi gelmeye başladığında daha fazla dayanamayıp oturduğum yerden kalktım. Böyle olmazdı. Konuşmam gerekiyordu. Düşünmek için yeterli zaman vermiştim. Dört saat...

Hava aydınlanmamıştı henüz fakat ben daha fazla burada durmazdım. Birazdan biri gelir ve bu halimi görürse hiçbir şey açıklayamazdım.

Evin etrafından geçerek sessizce evden çıktım. Taksiden yana fazlaca şanslıydım fakat bu sefer işimi şansa bırakmadım ve arayıp bulunduğum yere bir taksi çağırdım.

Dakikalar sonra taksici geldiğinde sağ arka koltuğa oturdum ve gideceğim yerin adresini verdim. Çınar'a gidiyordum. Hesap sormaya değil, mantıklı bir açıklama duymaya...

Araba evin önünde durduğunda sağımdaki camdan eve baktım. "Geldik hanımefendi."

Bakışlarımı evden çekip adama çevirdim. Başımı yavaşça sallayıp sertçe yutkundum. Gelmiştim ama korkuyordum. Ters bir tepki almaktan çok korkuyordum.

Cüzdanımdan para çıkardım ve ödemem gerek meblağı ödeyip taksiden indim. Taksi anında süratle yanımdan geçip yolda süzüldüğünde yolun ilerisindeki adam dikkatimi çekti.

Bu... Çınar'dı.

Delicesine koşuyordu. Ardından seslendim ama duymadı. Muhtemelen kulaklarında kulaklıklar vardı.

Koşsam peşinden, yetişemezdim. Geç kalmıştım.

Demir kapıdan geçip evin etrafından geçtim ve yüzü denize dönük olan üçlü koltuğun en sağına oturdum. Bahçedeki cam kapılar kilitli miydi, bilmiyordum. Denememiştim.

Yarım saat bekledim, gelmedi.

Dizlerimi kendime doğru çekip ayaklarımı koltuğa, kalçamı hemen dibine çıkartarak kollarımı bacaklarımın etrafına sararak kendimi soğuktan korumaya çalıştım.

Yarım saat daha beklemiştim, gözlerim kapanmak üzereydi ve o hâlâ gelmemişti.

Gözlerim tamamıyla kapandığında bilincim açıktı fakat bir taraftan da uyuyordum. Doğrusu şuydu; gelirse diye uyumamak için kendimi tutuyordum.

Biraz daha geçtiğinde tamamen uykunun içine çekilmiştim. Hatırladım son şey koltuğun yastığını başımın altına sıkıştırdığım ve bacaklarımı koltuğun boş tarafına doğru uzattığım idi.

 

Ağır ağır uykunun içinden çekildiğimde gözlerim yavaşça aralanıyordu. Sağ kolumun üzerinde, Çınar'ın bahçedeki koltuğundaydım. Bakışlarımda ki bulanıklık netleştiğinde hemen sağ çaprazımdaki berjerde oturan Çınar'la göz göze geldim.

Çok uzun bir süre konuşamadan birbirimizin gözlerine baktık.

Üzerinde gri, kapüşonlu hırka ve siyah bir eşofman altı vardı. Hırkanın önü sonuna kadar iliklenmiş, kapüşonu ise sırtındaydı. Yeni gelmiş olmalıydı.

Bakışlarımı kaçırarak sertçe yutkundum. "Ne zaman geldin?" diye sordum.

"Bunu asıl benim sormam gerekmez mi?" Haklıydı ama dudaklarımı aralayıp bunun hakkında tek bir şey söylemedim.

Üzerimde bir örtü hissettim. O örtmüştü. Mahcup bir şekilde "Teşekkür ederim." diye mırıldandım.

Sorun değil der gibi başını iki yana salladı. Gözlerine bakamıyordum, çünkü korkuyordum. Ya duymak istemediklerimi söylerse?

Derin bir nefes aldım. Bacaklarımı kendime doğru çekerek hafifçe doğruldum. "Neden buradasın?" diye sorduğunda gözlerine baktım. İçimde bir yerlere batan kıymığı hissettim.

Suskunluğuma son verip dudaklarımı araladım. "Dün geceki saçmalığa neyin sebep olduğunu duymaya geldim."

"Dün gece olanlar saçmalık değildi. Olması gerekenlerdi." diye karşı çıktı.

Ayaklarımı koltuktan sarkıtıp oturur pozisyona geçtim. "Bunu iki gün önce bana seni çok seviyorum diyen adam mı söylüyor?" diye sordum.

Gözlerini kaçırdı. "Dün gece ne söylediysem o."

Güldüm. "Buna beni asla inandıramazsan."

"İnanıp inanmaman benim sorunum değil." Sakin kalmak, sakince onu anlamak istiyordum - fakat o kurduğu cümlelerin farkında mıydı bilmiyordum- ama beni çileden çıkartmak istiyor gibiydi.

"Ne bu?! Şaka mı?! Belli ki sana karşı olan sadakatimi test ediyorsun. Yani öyle olmalı. Başka bir şey gelmiyor aklıma. Zaten başka bir ihtimal yok!"

Tek nefeste konuştum. Öfkelenmiştim. Haklı bir öfkeydi.

Gözlerimin içine baka baka sustu. Acıyan gözlerimi kırpıştırmadan, sanki bir el boğazıma yapışmış ve soluk borumu tıkamış gibi ihtiyaçla aralanan dudaklarımın arasından nefes almaya çalıştım.

Dudaklarımı içe doğru kıvırarak başımı yavaşça salladım. "Susacaksın demek." dedim titreyen sesimle.

"Dün konuştum ben." diye cevap verdi bana. Bakışlarımı yere indirim, elimi enseme atıp sertçe kaşıdım. "Bitti demiştim. Dediğimin arkasındayım hâ..."

"Sus!"

"Dediğimin arkasındayım hâlâ. Ve lütfen buraya gelme artık."

"Kes sesini!" diye bağırdım. Hangi ara ayağa kalmıştım bilmiyorum ama gözlerim dolu dolu, nefes nefese karşımda oturan adama baktım.

Beni kendine inandırmıştı. Ben bunların bir saçmalık olduğuna hâlâ sonuna kadar emindim. Fakat sebebini duymak istiyordum, neden böyle bir şey yapıyordu? Bir şey vardı. Ben onun sevgisinden adım gibi emindim.

O hâlâ aynı şekilde oturuyordu. İşaret parmağım gayriihtiyari havalandı ve üzerine doğru tutarak konuştum. "Sana inanmıyorum. İnandırmak için söyleyeceğin her kırıcı şeye kulaklarımı da kalbimi de kapattım."

Ayağa kalktı. Gözlerimin içine baktı. "Duş alacağım." Git diyordu resmen! "Okulda görüşürüz. Ve rica ediyorum lütfen bir daha buraya çat kapı gelme."

Yanımdan geçtiğinde gözlerimi kapattım. Yanaklarıma inen yaşlara dokunmadım. Elim yumruk olmuştu. Titrek bir nefes alıp verdim.

Gözlerimi araladım yanaklarıma süzülen yaşları elimin tersiyle sertçe sildim. Arkama döndüğümde hızla kolundan tutarak kendime çevirdim. Gözlerinde yoğun bir ifade vardı. Az öncekinin aksine...

Bakışlarındaki ifade hızla değiştiğinde başka şeylerin olduğuna tamamıyla emin oldum.

Başımı kaldırmış, gözlerine bakıyordum. "Çınar," diye fısıldadım. Sol gözümden bir damla yaş aktı. Bakışları ağır ağır akan yaşa indi. "Gözlerime bak."

Zorlukla yutkunduğunda, gözlerim adem elmasını takip etmişti. Boğazım düğümlendi. Sertçe yutkundum, ardından dudaklarımı aralayarak gözlerine bakarak konuştum.

"Bu dediklerine asla inanmıyorum. Ve hiçbir türlü inanmam." Başını hafifçe sağa eğerek gözlerimin içine baktı. "Sadece tek bir şekilde arkama bile bakmadan koşar giderim. Aramıza sırf sana inanmam için, oyun amaçlı bile olsa üçüncü bir kişiyi sokarsan, seni asla affetmem. Her ne olursa olsun bu dediklerine inanmam. O vakit de inanmam ama aramıza sokacağın üçüncü kişi seni, bende bitirir."

Kolunu bırakarak birkaç adım geriledim. "Şimdi gidiyorum. İyice düşün." Gözlerine baktım. Gülümsedim; burukça bir gülümsemeydi. "Hoşça kal."

Arkama döndüm. Durdum, dayanamadım ve son kez ardıma dönüp baktım ona. O da bana bakıyordu.

Ardından önüme dönerek hızla evin etrafındaki boşlukta geçerek evden çıktım.

Çat kapı kapımı çalan mutsuzluk beni çok sert sarsmıştı. Yirmi dört saat öncesine; okuldaydık. Ve o gözlerime uzun uzun bakmıştı.

Çok mutlu olmuştum. Çok... Çok fazla sevinmiştim.

Demek ki sabah gülen, akşam olmadan ağlıyormuş...

   Demek ki sabah gülen, akşam olmadan ağlıyormuş

 

*****

 

Kendimi güzel bir rüyadan uyanmış gibi hissediyordum. O kadar kaptırmıştım ki kendimi rüyaya, gerçeklerden kopmuştum. Gerçek...

Gerçek neydi ki? Söyledikleri mi?

Asla! Söylediklerinin tek bir kelimesine dahi inanmamıştım. Ve asla da inanmayacaktım.

Bazen rüyamızın gerçek olmasını istiyoruz bazen de yaşadıklarımızın bir rüya olmasını...

Benim yaşadıklarım rüya değildi ama o gece keşke bir rüya olsaydı. Keşkeler kötüdür. Dili acıtır. Kalbi kanatır. Ruhu ağlatır.

O gün eve döndüğümde vücudumdaki kırgınlığa rağmen hazırlanıp okula gitmiştim. Eve geldiğimde hızla yatağa girmiştim, titriyordum.

Sabah ki soğuk bana hiç de iyi gelmemişti.

Kalbim kırgındı, bari ruhum rahat dursaydı. İkisini bir arada nasıl idare edebilirdim ki?

Cuma günü dersim yoktu, akşama kadar yataktan çıkmamıştım. Aycan ıhlamur kaynatmıştı. O gece iyi gelmişti fakat sabah uyandığımda gözlerimi bile aralayamamıştım.

O gün hastaneye gitmemiştim. Aycan çok ısrar etmişti ama kolumu kaldıracak halim olmadığından kesin bir dille reddetmiştim.

Bir sonraki gün pazar günü durumum daha da kötüleştiğinde Aycan ve abimin zoruyla hastaya gidip serum taktırmıştım. Birkaç saat hastanede kalmıştım. Damla soğuk aldığımı söylemişti. Birkaç ilaç ve iki günlük rapor yazıp, biraz da dinlenmemi söylemişti. Yetmiş iki saattir yataktan çıkmadığımdan bir haber olsa gerekti.

Hastaneden çıkıp eve geldiğimizde odama çıkıp duş almış, sonbaharlık uzun kollu takımımı giyip yatağa girmiştim.

Bir sonraki gün pazartesiydi ve derse giren hoca Çınar'dı. Gidip gözlerinin içine baka baka, onu rahatsız ede ede odağını bozmayı içimden geçirmiştim fakat hasta olduğumdan yataktan bile çıkamamıştım. Pazartesi günü de yatakta geçirmiştim. Neyse ki vizelerim bitmişti de birde onları kafama takmamıştım.

Salı günü bir önceki güne nazaran daha iyi geçmişti. Yataktan çıkmıştım. Kendimi iyi hissediyordum. Deniz ablaya yardım etmiştim. İki tabak taşımıştım. Fazlasına izin vermemişti. Akşam yemeğine katılmıştım. Dışarısı yağmurlu olduğundan yemeğimizi içeride yemiştik. Evin içi sıcacıktı. Gece yatağa girdiğimde kendimi iyi hissediyordum. Hastalığın emareleri vardı fakat yarın okulu kaytaracağım şekilde değildi.

Çarşamba günü, bugün raporum bitmişti ve yanımdaki şoför koltuğunda oturan Kerim'le birlikte okula gidiyorduk. Kerim'in dersi benimkinden yarım saat önce başlayacaktı. Hava soğuk olduğundan muhtemelen kafeteryaya inerdim.

Heyecanlıydım; o sabahtan sonra ilk kez göz göze gelecektik. Tabii zahmet edip karşılık verir ise.

Arabayı park ettikten sonra birlikte okula girdik. O dersin olduğu sınıfa çıktığında, ben kafeteryaya indim. Yarım saatlik vaktim vardı. Kahve iyi gelirdi.

Kahvemi alıp duvar kenarında olan bir masaya ilerledim, çantamı ve trençkotumu sandalyeye bıraktım. Bir başka sandalyeye oturdum ve sırtımı geriye yaslayarak dumanı üstünde tüten içecekten bir yudum aldım.

Gözlerimi kapatıp derin bir nefes aldım. Dirseklerim masaya yaslandı. Art arda üç defa öksürdüm. Avuçlarımı yüzüme götürdüm ve sertçe sürterek başımın üstüne götürdüm.

Tam bir hafta önce bugün, bu saatlerde akşam yapacağım sürpriz için içim içimi yiyordu. Şimdiyse içimdeki heyecan yok olmuştu. Ve ben sebebini bile bilmiyordum. Madem bir karar vermişti, doğru dürüst karşıma oturup mantıklı cümleler kursaydı. Değil mantıklı iki çift söz söylemek, o, dudaklarını aralayıp tek bir kelime etmiyordu.

Bitti! Bitmişmiş. Tek bildiği buydu. Başka da hiçbir şey söylemiyordu. Beni deli edende buydu ya. Susması...

Karşımdaki masa ben düşüncelerimin arasında kaybolmuşken çekildiğinde irkilerek geriye gittim.

Ceyda karşıma oturduğunda gülerek "Benim Azra. Ceyda." dediğinde kaşlarımı havalandırarak "Ah, kusura bakma dalmışım ben. Fark etmedim geldiğini." diye karşılık verdim.

"Sorun değil canım. Asıl sen kusura bakma, sormadan oturdum. Beklediğin biri veya yalnız kalmak istiyorsan kalkabilirim."

Başımı iki yana sallayarak "Yok canım beklediğim biri yok." dedim. Var. Beklediğim tek bir kişi var. Karşıma geçip otursa boynuna sarılacağım biri var.

"Eee n'apıyorsun? Yoktun pazartesi?" diye sordu arkasına yaslanarak.

"Evet ya," dedim yüzümü buruşturarak. "Hastaydım."

"Şu yanında olan çocuk var ya. Kerim'di galiba?" diye sordu gözlerini kısarak. Başımı onaylarcasına salladım. "O işte. Seni sorduğumda söylemişti." Anladım dercesine başımı salladım.

"Kaçırdım mı konuları?"

"Pek sayılmaz. Yani ben sana yardımcı olurum, hallederiz." dedi samimi gülümsemesiyle. Ona gülümseyerek karşılık verdim. "Çok teşekkür ederim."

"Rica ederim canım."

Üzerimdeki bej rengindeki, balıkçı yaka kazağın kollarını avuçlarıma kadar çektiğim sırada bakışlarım az ileride kendine kahve alan Çınar'a değdi. Oturduğum yerde kıpırdanırken sertçe yutkunarak bakışlarımı Ceyda'ya çevirdim.

"Ne oldu? Bir şey mi oldu? Yüzün düştü birden?"

Başımı ki yana salladım. "Yok, hastayım ya ondandır."

"Keşke biraz daha dinlenseydin o zaman." dedi ve elini uzatıp başımdaki kazağımla aynı renk olan kasketi çıkartıp masaya bıraktı hemen ardından elinin tersini alnıma tuttu. Kaşlarım çatıldı. Birkaç saniye sonra geri çektiğinde "Ateşin iyi." dedi. "Ama demek ki hâlâ toparlanamamışsın."

Sıkıntılı bir nefes verip gözlerimi devirdim. "Ceyda Allah aşkına bari sen yapma. Aycan'dan kaçtım, sen çıktın karşıma. Lütfen, iyiyim ben."

"Neyse öyle olsun peki." Güldüm. Kafeteryadan çıkan Çınar'ı gördüğümde bir anda ayağa kalktım. Ceyda kaşlarını hafifçe çatarak bana baktı. "Benim bir işim çıktı. Derste görüşürüz."

"Görüşürüz." diye mırıldandı anlamayarak.

Kasketimi hızla taktım. Çaprazımdaki sandalyenin üzerine bıraktığım eşyalarımı aldım ve hızla çıkışa doğru ilerledim.

Merdivenleri çıkarak odasının bulunduğu kata çıktım, onu gördüm. Kapının kulpunu indirdikten sonra içeri girdi.

Adımlarımı hızlandırarak kapının önüne geldiğimde bir saniye bile düşünmeden kapının kolunu indirip içeri girdim. Koltuğuna oturmak üzereydi. Bakışları kapıya çevrildiğinde arkamı döndüm. Kilidi çevirdim, anahtarı çektim. Anahtarı kahverengi, deri, havuç pantolonumun sağ cebine koydum.

Derin bir nefes aldığım sırada "N'apıyorsun!" diye sorduğunu işittim. Önüme döndüm. Çenemi kaldırdım. "Konuşacağız."

Gözlerini kapatıp derin bir nefes aldı. Ayağa kalktı. Arkasına döndü. Sırtına baktım. Birkaç dakika öyle kaldık.

En sonunda daha fazla bekleyemeyeceğimi fark ettiğimde "Bana mantıklı bir açıklama yapmaz zorundasın!" diye bağırdım.

Hızla bana döndü. Gözlerimin içine bakarak "Bağırma." dedi oldukça kısık ses tonuyla.

Üst dudağımı dişlerimin arasına aldım. Gözlerimi kapattım. "Anlayamıyorum." Sesim titremişti. "Gerçekten anlayamıyorum!"

Gözlerimi açtım. Bakışlarındaki yangını gördüm. Birkaç saniye sürdü. Çünkü bakışlarındaki her neyse görmemi istemedi. Yok etti.

"Bugün sana tek bir soru soracağım." Bakışlarındaki merakı gördüm. "Eğer beni tatmin edecek bir cevap alırsam, bu odadan olaysız bir şekilde ayrılırız. Ama yok sen, yine sessiz kalırsan bu okulu ayağa kaldırırım."

Bakışlarımda ne gördü bilmiyorum, yüzünü başka bir yöne çevirdi. "Dinliyorum," diye mırıldandı. Adem elmasının hareket ettiğini gördüm. Yutkunmuştu. Hem de çok sert bir şekilde.

Birkaç adım atarak masanın hemen önündeki karşılıklı olan tekli koltukların sağda olanına oturdum. Elimdekileri küçük masanın üzerine bıraktım.

O da yerine oturduğunda masanın üzerindeki bakışlarımı Çınar'a çevirdim. "Bu saçmalığın sebebini bir yere bırakıyorum. Sana tek bir şey soracağım."

Bakışlarını benden çekerek masaya çevirdi. "Dinliyorum."

"Madem sonumuzu böyle yazdın, neden beni kendine inandırdın? Neden o kadar zorladın? Ben reddettikçe sen daha da çok geldin. Neden yaptın bunu? Neden inandırdın kendine?" Sonlara doğru sesim titremişti. Bakışlarını masadan çekti ve gözlerime baktı.

Gözlerine baktım. Kalbimdeki sancı daha da artı. Nefes alamayacağımı hissettim. O bakışlarda bir şeyler vardı. Görmemi istediği, dile dökemediği şeyler.

"Çınar... Bana neden böyle bakıyorsun?"

"Nasıl?" dedi, nefes verir gibi.

"Elinden tutmamı istercesine... Kalbini görmemi istercesine." dediğimde bakışlarındaki ifade bir anda tozla buluta karıştı. "Bak mesela şimdi görmemi istemiyorsun ve kaçıyorsun."

Birden ayağa kalktı. Yüzünü tavana kaldırıp gözlerini yumdu. Derin bir nefes aldı. "Yeter." dedi gözlerini aralayarak. "Kes şu saçmalığı, biri gelecek..."

Umursamıyormuş gibi yaptım. "Gelsin." dedim, omuzlarımı kaldırıp indirerek.

"Azra!" Sevgilim? Bir zamanlar sadece o kelimeyi kullanırdın. Bana da o şekilde kullanmamı istediğini söylemiştin.

Azra!

Güldüm. Tek kaşımı kaldırdım. "Sevgilim?!" dedim ona hatırlatmak istercesine. Bana böyle sesleniyordun, hatırlasana der gibi.

"Lütfen..."

Ayağa kalktım. "Ne lütfen?" diye sordum. Sustu ve yalnızca gözlerime baktı. Bu bakış kalbime kadar uzandı. Kalbimde derin bir sızı hissettim. Tüm vücuduma hızla yayılan bir acı. Gözlerim doldu. "Lütfen ne?" diye tekrar ettim titreyen sesimle.

"Yapma..."

Öfkeyle gözlerimi kapattım. Sık sık nefesler aldım. Yumruk yaptığım sağ elimin avuçları acıyordu. Sol elim enseme gitti sertçe kaşıdım.

Titreyen sesiyle "Bitti dedim." dediğinde gözlerim aralandı ve gözlerine tutundu. Sesindeki tını dudaklarımın sarkmasına neden oldu.

Duymazlıktan geldim söylediğini. "Sorduğum sorunun cevabını almadan bu odadan ikimizde çıkmayacağız."

"Saçmalama." dedi. Sesi sertti. "Derse geç kalacağım."

Omzumu silktim. Önüme düşen uzun, kahverengi saçlarımı omuzlarımdan arkaya ittim. "Sen derse girmezsen benim de kaçıracağım bir konu olmaz. Yani beni ilgilendiren pek de bir durum yok."

"Azra!" Bana diyene de bakın? Sesindeki tını bana asla geri adım arttırmadı.

Tek kaşımı kaldırdım. "Çınar?" dedim, meydan okurcasına.

Başını geriye atarak sağa sola yatırdı. Ardından göz göze geldik ve bana doğru bir adım attı. Bir adım daha attığında "Şimdi cebindeki anahtarı alıp sessizce bana uzatıyorsun." dedi ve bir adım daha attı.

Güldüm. "Cidden baya korktum ben." dedim. Ellerimi kaldırıp titriyormuş gibi parmaklarımı oynatmaya başladım. "Bak ellerim de titriyor. Ne kadar korkuttuysan beni?"

Büyük bir adım daha attığında aramızda tek adımlık bir mesafe bıraktı. Yüzümdeki gülümseme silindi. Bakışları yüzümde gezindi. Dudaklarıma indiğinde sertçe yutkundu ve hızla kaçırdı.

Bakışlarımı yüzünün her zerresinde gezdirdim; özlemle, hasretle, aşkla.

"Azra," dedi sesi öyle yumuşak çıkmıştı ki içim bir hoş oldu. Bana bu ses tonuyla seslenmesini çok özlemiştim. "Lütfen... Yalvarırım yapma."

Dudaklarım seğirdi. Saçlarımı kulaklarımın arkasına sıkıştırdım. "Neden beni kendine inandırdın?" diye sordum.

Bugün bu sorunun cevabını vermeyecekti, biliyordum. O yüzden gidiyordum ya üstüne. Beni kendine inandırmıştı, onun da bana inandığı gibi. Biliyordum beni hâlâ sevdiğin ve ben ısrarla soruyordum, çünkü bu ona açık verdirtecekti.

"Ben..." Sustu, devam etmedi ve aramızdaki o adımlık mesafeyi de aşıp sınırlarıma girdi. Sağ elini belime bastırdı. Avucunu tamamıyla bel boşluğumda hissediyordum. Sertçe yutkunarak gözlerine baktım.

Tenime çarpan ılık nefesiyle gözlerimi örttüm. Karnım içime doğru çekildi. Bir yaşın sol yanağıma indiğini hissettim. Derin bir nefes aldım, veremedim. Bir kez daha yutkundum.

Boşta kalan elin iki parmağını akan yaşın üzerinde hissettim. "Özür dilerim." diye fısıldadı. Parmakları yanağımdan çekildi, hemen ardından alnımda hissettim. Hafifçe tebessüm ettim.

Bir şey söylemedi. Fakat iyi olup olmadığımı görmek için dokunmuştu alnıma, biliyordum, hissediyordum. Bu, bana biraz daha cesaret verdi.

Ellerim pazılarına tutundu. Üzerinde gömlek olduğundan tenini net olarak hissedememiştim. Pazılarındaki ellerimi teninden ayırmadan boynuna çıkardım.

Gözlerimi araladım, gözleri kapalıydı. Yanağını okşadım, sakallarının avuçlarımda bıraktığı hissi özlediğimi fark ettim. Yüzündeki mimikleri gördüm. Acı çekiyor gibiydi.

Araf.

Huzur.

Özlem.

Onda gördüklerim bunlardı. Daha fazla dayanamadım ve uzanıp dudaklarımı hafifçe dudaklarına değdirdim. Gözlerim kapandı.

"Ç-Çınar." diye fısıldadım titreye sesimle. İçimde oldukça güçlü bir ağlama hissi belirdi. "Bunu bize yapma. Bunu sana yaptıran, yaptırmaya mecbur bırakan her neyse söyle. Yalvarırım söyle, her ikimizi de böyle çaresiz bırakma."

Konuşurken dudaklarım dudaklarına çarpıyordu. Onu deli gibi öpmek istiyordum. Fakat ondan tek bir hamle bekledim. Ufacık bir hareket...

Fakat o alnımdaki elini çekti ve ben daha ne olduğunu anlayamadan elini anahtarı attığım cebime koydu ve hızla çekti. Gözlerim hızla aralandı. Arkasına döndü, avucundaki anahtar yüzümde acı bir tebessüm peyda etti.

Birkaç saniye sonra kapıya doğru ilerledi ve anahtarı deliğe yerleştirdi, yavaşça çevirdi. Oldukça sessizdi. Kapının kolunu indirdiğinde kapıyı araladı ve geriye doru birkaç adım attı. Bakışları zemindeydi.

Gözlerime bakmadı. "Sen git, daha sonra ben geleceğim."

Yavaşça başımı salladım. Uzanıp masanın üzerindeki eşyalarımı aldım.

Asla pes etmeyecektim. Şimdi gidiyordum. Ama ona karşı inancımı yitirene kadar pes etmeyecektim.

Bugün aklımdaki düşüncelerin netliğini de sağlamıştım. Artık daha çok emindim.

Bana hâlâ âşıktı. Bir şey vardı. Kesinlikle.

Birkaç adım atarak kapının girişinde durdum. "Hoşça kal."

Sevgilim... Seni çok özledim.

Bakışını. Dokunuşunu. Öpüşünü. Sevgilim deyişini çok özledim.

Biliyorum, sen ve ben ömür boyu...

 

...

-12.11.2024-

 

 

Aklınızdaki sorular cevap buldu mu?

Eee, nasıl gidiyor kitap?

Karakterler için yorumlarınız buraya bırakır mısın?

 

Ha bu arada bir sonraki bölümde -bir aksilik çıkmazsa- Çınar'ın ağzından okuyacağız.

 

Hoşça kalın.

 

Sizleri çok seviyorum...

 

Loading...
0%