Yeni Üyelik
15.
Bölüm

14. Bölüm: "Yokluğun Kefeni."

@senemeevren

 

...

Ona inanmıştım. Çünkü beni kendine inandırmıştı.

Şimdi inanmıyordum. Çünkü bir şeyler gizliyordu. Bundan adım gibi emindim.

Eskisinden farklı bakıyordu bana. Acıyla. Bakışlarında arafı görüyordum. Evet, bakışlarında gördüğüm buydu. Çaresizlik.

İliklerime kadar hissediyordum bunu.

Vakti zamanında beni sevdiğini söylediğinde inanmıştım. Şimdi de beni istemediğini söylüyordu ve ben buna asla inanmıyordum.

Gerçi onu da doğru dürüst söyleyemiyordu ya...

Bu hikâyede en çok seven taraf o olacaktı. Biliyordum. Daha önceden de söylemiştim. Şimdi de söylüyorum. Bu hikâyede en çok seven taraf o olacak. Öyle olmalı... Yoksa beni aşkıyla göklere çıkartan adam... Sonum olurdu.

Odasından çıktıktan sonra doğruca dersin olacağı dersliğe gitmiştim. Ceyda'nın yanına oturmuştum. Beş dakikadan fazladır Çınar'ı bekliyorduk.

Kapı açıldı ve içeri girdi. Asla ve asla gözlerini gözlerime değdirmedi.

Üzüldüm, hem de çok üzüldüm.

Ama belli etmedim. Yedi gündür yaptığım gibi gülümsedim. Ne kadar gerçekçiydi hiçbir fikrim yoktu.

Dersin ortalarına doğru kızıl, kıvırcık, kısa saçlı kız; Nihal elini kaldırarak söz istedi. Çınar'ın bakışları birkaç sıra önümdeki kıza çevrildi. Başını hafifçe salladı.

"Kusura bakmayın hocam dersi böldüm..." Evet, böldün! "Cumartesi günü benim doğum günüm..." Yani? Ne yapsın? "Parti vereceğim. Eğer müsaitseniz ve eğer davetime icabet ederseniz çok mutlu olurum."

Bakışlarımı Çınar'a çevirdim. Nihal'e bakıyordu. Dudağımın kenarı acıyla kıvrıldı. Dudaklarımı birbirine bastırarak sertçe yutkundum.

Çınar bir şey söylemediğinde Nihal'in sesini işittim. "Kız arkadaşınızla beraber gelirsiniz hem. Kendisiyle tanışmayı çok isterim." Arkanı dön ve gözlerime bak. İşte o görmek istediğin kişi burada. Hemen arkanda. Sanki beni duymuş gibi ayağa kalktı. Önüne ve arkasına bakarak "O gün müsait olan herkes benim davetlimdir. Adresi yazarım. Gelirseniz çok çok mutlu olurum." diye ekledi gülümseyerek.

Nihal yerine oturdu ve başını Çınar'a çevirdi.

"Kız arkadaşım gelemez." dedi Çınar hâlâ Nihal'e bakarken. Yoo gayet de gelebilirim. Benim adıma kararlar vermezsen sevinirim... sevgilim.

Biliyorum çok saçma tepkiler veriyordum fakat bu tamamıyla bilinç dışıydı. Onu deli gibi kıskanıyordum. Bana bakmayıp, başkalarına uzun uzun bakması sinirlerimi bozuyordu. Ve... çok üzülüyordum.

"Ama çok istersen senin için gelebilirim." Gidemezsin!

Gitme... Birlikte gidelim.

"Sorun değil. Kız arkadaşınızla başka bir zaman tanışırız." dedi Nihal. Çınar hafifçe başını salladı. Bakışlarındaki ifadeyi aramızdaki mesafeden net olarak göremiyordum. Fakat yüzündeki durağanlığı fark etmemek imkânsızdı.

Ders bittiğinde Ceyda'yla birlikte eşyalarımızı toparlamaya başladık. Başımı kaldırdığımda Çınar'ın amfiden çıktığını gördüm. Yüzüm düştü ve eşyalarımı toplamaya devam ettim.

"Gelecek misin sen?"

Başımı kaldırdım ve solumda oturan Ceyda'yla göz göze geldik. "Yok ya ben yorgunum. Buradan direkt eve geçeceğim."

Ceyda güldü. "Bugünden bahsetmiyorum. Hem zaten benim dersim var öğleden sonra. Nihal'in doğum gününden bahsediyorum."

Cıkladım. "Hiç modumda değilim."

"Hayır ya sen de gel. Hem ben orada tek ne yaparım?" Güldüm. Abartıyordu. Ceyda bu sene abisiyle Konya'dan İstanbul'a taşınmışlardı. Anne ve babalarını Konya'da bırakmışlardı. Aslında onlar gelmemişler. Zaten Ceyda ve abisiyse okul için gelmişlerdi. Yüzde yüz burslu okuyorlardı. Okul da iki yeni isim olarak Antalya'dayken çok kaynaşmıştık. Samimiyetine inanıyordum. İyi bir kızdı. Kumraldı. Ela gözleri vardı. Güzeldi de.

"İyi, gelirim belki." dedi gülerek.

Tek kaşını kaldırdı. "Belki?"

Oflayarak ayağa kalktım. O da kalktığından birlikte merdivenleri indik ve derslikten çıktık. Aslında gitmeyi istiyordum. Çınar'da orada olacaktı. Zaten zar zor görüyordum. Orada uygun bir ortam bulup bir kez daha şansımı kullanabilirdim.

"Ceyda," diye mırıldandım. Başını çevirerek gözlerime baktı. "Cumartesi saat dokuzda alırım seni. Birlikte geçeriz olur mu?"

Gülümseyerek başını salladı. Uzanıp yanağıma dudaklarını bastırdığında "Bulaştıracaksın hastalığımı kendine." dedim huysuz bir şekilde.

"Ammaaan bir şey olmaz." dedi Ceyda gülerek. Onun bu haline gülmeden edemedim.

 

*****

Taksiye atlayıp eve geldiğimde saat biri geçiyordu. Parmağım zile dokundu. Birkaç dakika sonra kapı açıldığında Deniz ablayı gördüm.

"Hoş geldin kızım." dedi her zamanki gülümsemesiyle.

Gülümsedim. "Hoş buldum." Birkaç adım attım ve kapıdan içeri girdim. Kollarımı Deniz ablaya uzattım, etrafına doladım ve sıkıca sarıldım.

Aynı şekilde karşılık verdiğine hafifçe tebessüm ettim. Yüzümü boynuna gömdüm, derin bir nefes aldım. O da anneydi. Annemin kokusunu aradım. Belki bulamadım, ama bulmuş gibi hissettim. Öyle hissetmek istedim.

Derin bir soluk çektim ciğerlerime. Annemin kokusu bu muydu bilmiyorum ama Deniz ablanın annemle vakti zamanında çok yakın olmaları böyle hissetmeme sebep olmuş olabilirdi.

Birkaç dakika öyle kaldı. Ta ki Aycan'ın sesini duyana kadar. "Ben de." demişti, tıpkı bir çocuk gibi dudaklarını sarkıtarak. Başımı boynundan kaldırdığımda merdivenlerin başındaki ikizimin bize baktığını gördüm. Gülümsedim. Başımı hafifçe salladım.

Hızla merdivenleri indi ve ikimize birden sarıldı. Deniz ablanın gülüşü doldurdu kulaklarımı. Gözlerim doldu. Anneciğim keşke sende yanımızda olsaydın.

Biliyorum görüyorsun bizi ama keşke yanımızda olsaydın işte. Sana damat diye anlattığım kişinin beni bıraktığını duyduğunda arkamda durarak kapısına giderdin. Sen kimsin de benim kızımı yüz üstü bırakıyorsun derdin. Derdin, biliyorum. Deniz abla hep söylerdi; o çocuklarını, sizi çok severdi, her şeyden daha çok.

"Yeter bu kadar duygusallık." dedim onlardan ayrılarak. Biraz daha burada kalsaydım hüngür hüngür ağlardım. "Odama çıkıyorum."

Deniz ablayla ayrıldılar. Aycan'ın gözlerindeki yaşları sildiğini gördüm. Deniz abla hiçbir şey söylemeden holün sonundaki, merdivenlerin altındaki odasına yürüdü. Annemi hatırlamış olmalıydı. En yakın arkadaşıydı.

"İyi tamam. Çabuk gel ama. Bahçedeyim." dedi ve gözlerime bile bakmadan salon kapısını açtı, girdi. Ve kapattı.

Derin bir nefes alp verdim. Merdivenleri çıktım; ağır ağır. Odama girdim. Üstümdekileri çıkardım. Sıcak bir duş aldım. Banyoda en az bir saat kaldım. Duşakabinin içindeydim. Oturmuş, sırtımı fayanslara yaslamıştım. Ve gözlerimi kapatıp kesik kesik iç çekmiştim. Ağlamamak için kendimi o kadar tutmuştum ki...

Kalbimin bir yanında annemin bıraktığı boşluk, diğer yanında Çınar'ın bıraktığı acı vardı. Annemin özlemi, Çınar'ın gözlerinde gördüğüm çaresizlik... Ağlamamıştım. Çünkü ağlarsam, kendimi asla durdurmazdım, biliyordum.

En sonunda pes ederek ayağa kalkmış, suyu kapatıp bornozumu giymiştim. Üzerime siyah içi pamuklu bir eşofman takımı geçirmiştim.

Saçlarımı kurutmuştum. Hasta olmaktan nefret ediyordum. Artık kendime dikkat edecektim.

İşlerimi hallettikten sonra ayağımdaki gri panduflarla aşağı indim. Salondan girdiğimde mutfağa yöneldim. Kapıyı açtığımda Kerim'i gördüm. Oradaki masanın başındaki sandalyelerden birinde oturuyordu.

Bakışlarını önündeki atıştırmalık yemek tabağından kaldırıp gözlerime baktı. Hafifçe tebessüm ettim. Bardağa su doldurdum ve üç yudum da bitirdim.

Birkaç adım atarak sağındaki sandalyeye oturdum. Bakışlarım masadaydı. Hafifçe tebessüm ederek bakışlarımı Kerim'e çevirdim. "N'aber?" diye sordu.

Omuzlarımı indirip kaldırdım. "İyi..."

"Solgun duruyorsun."

"Hastaydım ya." Yalan. Bedenim çoktan iyileşti fakat kalbimdeki sızı yavaş yavaş tüm vücuduma yayılıyordu. Bunu engelleyemiyordum.

"Sanki başka bir şey var gibi... Bugün Çınar'ı gördüm. O da mutsuzdu. Bir şey mi oldu?" Gülümsedim. Yaptıklarından dolayı suçlu hissediyordu, ki suçluydu. Üzülmesini istemezdim fakat şu an mutlu olmuştum. Çünkü acıyı bölüşmek yerine sırtlamayı tercih etmişti. Paylaşsaydı belki bu kadar üzülmezdi.

"Yoo," dedim normal bir şeye cevap veriyor gibi. "İyiyiz."

"Emin misin?" diye sordu gözlerimin içine bakarak.

"Eminim." Tek kaşını kaldırdı. "Eh yeter be." dedim yalancı bir öfkeyle. "Sen anlat. Damla gelinimiz mi artık?"

Okları üzerimden çekmek istedim. Okları üzerimden çekerken ona doğrultmak istememişim fakat cümlemin sonunda Deniz ablanın sesini duyduğumuzda ikimizin de bakışları arkaya döndü.

"Gelin mi?"

Oldukça şaşırmışa benziyordu. Bakışlarımı korkuyla ağır ağır yanımda oturan ve bana ölümcül bakışlar atan Kerim'e çevirdim. Üst dudağımı dişlerimin arasına aldım.

"Size soruyorum, neyden bahsediyorsunuz?" diye sordu tekrar. Birkaç adım atarak yaklaştı. "Gelinim kim?"

Elimi ağzıma kapatarak güldüm. "Ah kusura bakma." dedim Kerim'e. "Bu kadar çabuk kabullenmesine şaşırdım."

Kerim kötü bakışlarını benden çekip annesine çevirdi. Bakışları anında yumuşamıştı. Elimi ağzımdan çektiğimde dudaklarımı birbirine bastırdım. "Neyden bahsediyorsun anneciğim?"

Eğer buradan dönmeyi aklından geçiyorsa büyük hata ediyordu. Benim bir suçum yoktu. Konuşurken duymuştu. Umarım Çınar'ı duymamıştır.

"Annenden mi saklıyorsun sevdiğin kızı oğlum? Öyle olsun." Bu kadın işini biliyor. "Gelinimle tanışmak benim hakkım."

Çaprazımdaki sandalyeyi çekip oturdu. "Anneciğim gelin melin yok. Azra'nın saçmalıkları." Bana kötü kötü baktığını biliyordum.

Deniz ablanın bakışları oğlundan bana çevrildiğinde gülümseyerek baktım. "Sen? Sen bir şey söylemeyecek misin?"

Omuzlarımı indirip kaldırdım. "Ben hiçbir şey bilmiyorum. Tüm cevaplar oğlunda."

"Azra!"

"Ne ya?! Ne dedim ben şimdi?" dedim üste çıkarak. Ayağa kalktım. "Gidiyorum ben. Aranızdaki her neyse ana, oğul halledin." Arkama döndüğümde kendi kendime gülümseyerek mırıldandım. "Arada kaynayan ben olacağım."

Bahçeye çıktığımda Aycan'ın gördüm, üçlü koltukta uzanıyordu. Ona doğru yürüdüm. Yanına yaklaştığımda "Canım." diye seslendim. Uyumuyordu zaten.

Bakışları bana çevrildiğinde hafifçe doğruldu ve sırtını koltuğa yaslayarak yanındaki boşluğa vurdu. Gülümseyerek yanına gittim. Sağına oturdum. Sarıldım ve yüzümü boynuna gömdüm. Ne kadar o şekilde kaldık bilmiyordum fakat Aycan bir ara söylenerek ayağa kalktığında üzerime kalın bir pike örtüldüğünü hissetmiştim.

Uzun bir süre sonra gözlerimi araladığımda aynı yerde aynı şekilde oturuyorduk. Üzerimizde kalın, füme rengi bir pike vardı. Benim yanağım Aycan'ın omzunda, Aycan'ınkiler ise başımın üstündeydi. Hava kararmaya yüz tutmuştu.

Aycan'ın uykusu bölünmesin diye hareket etmedim. Bakışlarım U şeklindeki eve takıldı. Uzun bir süre oraya baktım. Baktıkça daha da çok üzüldüm. Çınar'ın orada olmadığını biliyordum fakat onu bana hatırlatıyordu. Onu düşünmediğim hiçbir an yoktu. Her şeyin daha farklı olabileceği düşüncesi aklımın bir köşesinde bana fısıldıyordu.

Farklı ve mutlu...

Aycan kıpırdandığında uyandığını anladım. Derin bir nefes alarak bakışlarımı evden çektim. Sıkıca sarıldım ve "Uyandın mı kuzum?" diye sordum.

Ağzının içinden bir şeyler mırıldandı, ne söyledi anlamadım. Ağır ağır gözlerini araladı. Göz göze geldiğimizde gülümsedi ve doğrularak parmaklarını birbirine geçirdi. Kollarını öne doğru uzatarak gerildi.

Benimde belim tutulmuş gibiydi. Aynı şekilde kollarımı öne doğru uzattığımda "Hava kararmış." dedi yeni fark ederek.

"Evet, baya uyumuşuz." dediğimde bakışlarım verandadan inen babamla abime değdi. Bize doğru yürüyorlardı. Yanımıza yaklaştıklarında ayağa kalktım ve kollarımı babama sararak sıkıca sarıldım.

"Babacığım." dediğimde Aycan'la abimin sarıldıklarını gördüm. Abim "Sizi uykucular." dediğinde Aycan kıkırdadı.

"Valla benim kızlar baya uykucu çıktılar." Babamın gülerek söylediği şeylere hak vererek güldüm.

Sol kolumu beline sardığımda sağ tarafındaydım. "Valla değiliz diyemeyeceğim. Biraz öyle."

Aycan'da aynı benim gibi bir kolunu abimin beline sardığında karşı karşıyaydık. "Hep bu cadı ikizim bulaştırdı bana. Yoksa ben hep vaktinde uyur, vaktinde uyanırdım."

Güldüm. "Çok haklı."

Aycan bize doğru geldiğinde kollarına bana doğru uzattı. "Aşkım benim. Hemencecik de kabul ediyor." dedi bana sıkıca sarılırken.

Diğer kolunu da babama sardığında "Babişim n'aber?" diye sordu. Babişim? Tekrardan güldüm.

Babam "İyiyim. Babişinin kızı nasıl?" diye sorduğunda gür bir kahkaha koptu boğazımdan. Elimi ağzıma örtüp gülüşümü dizginlemeye çalıştım.

"Babaya gülünür mü öyle?" diye sordu babam alınarak. Dudağımı sarkıtarak babamın yanaklarına ıslak bir öpücük bıraktım. Aycan'dan ve babamdan hızla ayrılıp abime koştum. Hemen karşımızdaydı ve arkasına saklanmıştım.

"Canım abim, nasılsın?" diye sordum gizlenerek. Parmak uçlarıma basarak abimin omzunun üstünden babama baktım. Çok da kızgın sayılmazdı.

Kolumu abimin beline sardım ve sağ tarafına geçerek ikizime baktım. Hâlâ sarılıyorlardı.

Babam geri çekilerek "Neyse hadi ellerimizi yıkayalım da yemeğe geçelim artık." dedi. Aycan'la beraber eve doğru yürümeye başladıklarında abimle arkalarından yürüyorduk.

"Nasılsın abiciğim. İyileştin mi?" Elini alnımda hissettiğimde bıkkınlıkla başımı arkaya attım.

"İyiyim abi ben."

"İyi iyi, iyi ol. Sen bize lazımsın." Abimin söylediğine gülmeden edemedim. Bugün ne de çok gülmüştüm. Yalanda değildi gülüşlerim. Hepsinde içtendim.

Ailem bana iyi geliyordu. Onları çok, çok çok seviyordum.

*****

 

Yemeğimizi içeride yemiştik, hava gündüz iyiydi fakat karanlık çöktüğünde çok sert esmeye başlamıştı. Biz de yemeğimizi salonda yemiştik.

Sonrasında ben ve Aycan, şöminenin önündeki beyaz berjerlerde; abimle babam da U şeklindeki siyah koltukta oturmuştu. Kahve içip, sohbet etmiştik.

Babam, başının ağrıdığını söyleyip odasına dinlenmeye çıkmıştı. Saat gece yarısını gösterdiğinde hepimiz odalarımıza dağılmıştık.

Yatağa girmiştim, uyumayı denemiştik ama nafileydi. Hem uykum yoktu hem de içinde kaybolduğum düşüncelerim buna izin vermiyordu.

En sonunda nefes alamadığımı hissettiğimde yataktan çıkıp, omuzlarıma şal atıp balkona çıkmıştım.

Kocaman ormana bakıp derin bir nefes daha aldım. Hava soğuktu ve sert esiyordu. Aldırmadım. Derin derin nefesler çektim ciğerlerime.

Kapı sesini işittiğimde başımı arkaya çevirerek omuzlarımın üzerinden odaya baktım. Aycan'dı. Balkon kapısında belirdiğinde "Akıllanmamışsın sen hâlâ." dedi Aycan azarlarcasına. "Baksana hava buz gibi... İçeri gir, üşüteceksin."

Omuzlarımı silkerek önüme döndüm. "Uykum yoktu, bende balkona çıktım."

Güldüğünü işittim. "İyi bari üzerine bir şey almayı akıl etmişsin." dediğinde gözlerimi devirerek gecenin karanlığında kaybolan ormana çevirdim.

Odaya girdi. Tekrar geldiğinde elinde daha kalın bir örtü vardı. Yanıma oturdu ve ikimize de saracak şekilde genişçe açtı. Sırtımıza doladı. Başını omzuma koydu. Bir süre öyle kaldık.

Düşündüm, düşündükçe delirdim. Çünkü cevabı olmayan bir soru dönüyordu zihnimde. Bu beni yiyip bitiyordu.

Sıkıntılı bir nefes alıp verdim. "Azra," dedi Aycan. "Bu aralar seni canı sıkkın görüyorum. Hatta hissediyorum da. Belki anlatırsın diye bekliyorum ama sen hiçbir şey anlatmıyorsun." Başını omzumdan kaldırdı. Gözlerime baktı. Sertçe yutkunarak gözlerimi ormana çevirdim; kaçırdım.

"Gözlerini kaçırıyorsun. Belli ki inkâr edeceksin. Yani yalan söyleyeceksin. Seni çok iyi tanıyorum. Ve sen mutsuzsun. Güldüğünde bile gözlerindeki hüznü görüyorum. Ne oldu aşkım? Anlat bana lütfen. Çınar'la mı ilgili?"

Beni bu kadar iyi tanımasına şaşırmadım. Benim şaşırdığım, bu konuşmayı bu kadar geç yapmış olmamızdı. Gerçi vaktimiz de yoktu. Henüz yeni ayaklanmıştım. Hastaydım çünkü.

"Var işte, görüyorum. Benden mi saklayacaksın?"

"Evet, asıl sana anlatamam. Sen..." O sakin kalamaz, büyük olay çıkartırdı. Biliyordum.

"Ben ne?" diye sorduğunda tek kaşını kaldırdığını biliyordum. Ben onun dudaklarından çıkan tek bir kelimenin bile ne ifade ittiğini bilirdim. Anlardım. Hissederdim. O, benim canımdı. Canımdan da öteydi...

"Aycan olmaz." Dudaklarım titredi. "Anlatamam."

Kollarını etrafıma dolayarak yanağını sol omzuma yasladı. "O mu seni bu kadar üzen? Vallahi bir an bile düşünemeden kafasını patlatırım." dediğinde güldüm.

"Yaparsın. Biliyorum."

"İnkâr etmedin." dedi dudaklarını yanağıma bastırırken. "Hadi aşkım anlat. Gidip bir hesap sorayım. Eniştemiz, dedik ama yerini bilsin. Kimsenin benim kardeşimi üzmesine izin vermem."

Bakışlarımı ormandan çekip yüzüme çok yakın olan kardeşimin gözlerine baktım. Dudaklarımda silik bir tebessüm vardı. Gözlerimin nemli olduğunu biliyordum.

Göz göze geldik ve kaşlarını çattı. O da benimle beraber üzüldü. Ne olduğunu bilmeden... "O kadar mı çok?"

Dudaklarım sarktı. Ona anlatmak istiyordum. Aramızda hiçbir şeyimiz gizli olmazdı fakat durum bu sefer farklıydı. Anlatmak istiyordum çünkü içimdekilerle nasıl baş edeceğimi bilmiyordum. İlk kez böyle hissediyordum. Ve ne yapmam gerektiği hakkında hiçbir fikrim yoktu.

"Eğer aramızda kalacaksa." Kırgınlıkla baktı.

"Ne zaman kalmadı?" diye sordu. Haklıydı ama fazlası vardı. Onun olay çıkarmasından korkuyordum.

"Beni affet ama şu an kalsa. En azından ben neyin ne olduğunu tam anladıktan sonra anlatsam?"

"Peki," dedi pes edercesine. "Sen bilirsin."

"Lütfen kırılma. Sadece ben de bilmiyorum ne olduğunu. Anlayayım zaten ilk anlatacağım kişi sen olacaksın."

Ellerini sırtıma götürerek sarıldı. "Sen takma beni. Ama ona söyle seni üzmeye falan devam ederse mahvederim onu."

Kollarımı beline sararken güldüm. "Tamam, söylerim." Derin bir nefes aldığımda beni sakinleştiren kokusu ciğerlerime doldu.

"Söyle aşkım. Söyle ki yalnız olduğunu falan sanmasın. Ben varım. Akın abi var. Babam var." dedi Aycan.

Tebessüm ettim. "Biliyorum kuzum."

Bir süre birbirimize sarılarak, sırtımıza sardığımız battaniyeyle o şekil ormanı izledik. Gündüz uykumuzu aldığımızdan ikimizin de uykusu yoku. Ki zaten bu şekilde aklımda o varken pek de uyuyabileceğimi sanmıyordum.

Neden? Neden diye düşünüp durdum. Mantıklı bir açıklaması olsa... Yani ne olur hiçbir fikrim yok ama mantıklı bir açıklaması olsun diye dualar ettim içimden.

Derin düşüncelerim içinden beni koparan ses Aycan'a aitti. "Birlikte uyuyalım mı?"

"Benim pek uykum yok."

"Ama Azra..." Kollarını üzerimden çekip gözlerim içine baktı. "Onun için mi bu? Lütfen değmeyecek birisi için o kadar üzme kendini."

"Onun için değil." dedim onaylamaz bir sesle. "Sadece gündüz uyuduk ya uykum yok."

"İyi ama hava çok soğuk." dedi Aycan. Benim içim alev alevdi. "Bari yanıma uzan ama uyuma. İçeri geçelim ama." Güldü. "Bir daha hastalanırsam seni bir gece hastane de kalmanı zorlarım."

Gözlerim büyüdü. "Tamam, tamam." dedim pes edercesine.

Ayağa kalktık ve odaya girdik. Yatağın sağ tarafına ben, sol tarafına Aycan uzandı. Her ne kadar uykum yok desem de vardı. Uyumamak için çaba sarf ettiğim falan yoktu. Sadece düşünmekten, bir cevap aramaktan uykularım kaçmıştı.

Yine de gözlerim kapandı ve karanlığa hapsoldum.

 

*****

Gözlerim yavaşça aralandı. Aydınlık.

Aydınlık?

Gökyüzü aydınlık ve açık...

Kulaklarımı dalga sesleri dolduruyordu. Tenime batan kumları hissediyordum.

Kirpiklerim tamamıyla aralandı. Başımı hafifçe sağa çevirdim. Duru bir denizle karşılaştım. Dalgalar hafifçe kıyıya vuruyordu.

Dudaklarımda huzurlu bir tebessüm vardı. İçim huzurla doluydu.

"Sevgilim?" Bu ses ona aitti. Boynumda hissetmiştim nefesini. Ses hemen solumdan gelmişti.

Sesi işittiğimde dudaklarımda oluşan tebessüm her şeye bedeldi. Başımı ağır ağır sola çevirdim. Göz göze geldik. Dudaklarım mümkünmüş gibi biraz daha gerildi.

Benim tersim yönümde uzanmıştı. Başımı çevirdiğimde ilk gözlerini görmüştüm. İçim bir hoş olmuştu.

"Sevgilim." dedim ve uzanarak dudaklarımı dudaklarına bastırdım. Dudaklarımı hareket ettirmedim. Sadece dokundurdum. Hissettim. O da aynı şekilde...

Gözlerimi aralamadan yüzümü aşağı doğru indirdim. Dudaklarım ilk önce burnuna sonra da alnına değdi. Bastırdım. Gözlerimi sıkıca yumdum.

Bir süre öyle kaldık.

Dudaklarımı alnından çektim. Yüzümü gökyüzüne çevirdim. Derin bir nefes alıp gözlerimi araladım.

Karanlık.

Bakışlarımda ki mutlu ifade de içimde ki huzurlu his de bir anda tozla buluta karıştı. Geriye sadece korku kaldı. Korku ve hezimet...

Sertçe yutkunarak başımı sağa çevirdim. Az öncekinin aksine hırçın bir denizle karşılaştım. Dalgalar neredeyse olduğum noktaya geldi gelecekti.

Göğsüm hızla inip kalktı. Başımı hızla sola çevirdim.

Soluğum kesildi. Boğazım kurdu. Gözlerim ıslandı. Çenem titredi.

Az önceki gibi tersi yönümde uzanmıştı. Ve yüzlerimiz aynı hizadaydı. Göz göze geldik. Doğruca gözlerime bakıyordu. Kalbimi binlerce parçaya ayıran bakışlarını...

Öyle bakıyordu ki... Soğuk. Uzak. Kötü.

Onda yabancı olduğum bakışlardı. Az önceki huzur dolu bakışlar gitmiş, yerini ürkütücü olanlar devralmıştı.

Dudaklarımı araladığım sırada gök bir anda haykırarak gürledi. Ardından şiddetle ağlamaya başladı.

Dudaklarımdan tiz bir vaveyla koptuğunda hızla doğruldum.

Göğsüm hızla inip kalktığında başka bir yerdeydim bu sefer. Odamda...

Bakışlarım hemen karşımdaki makyaj masamın aynasına takıldı. Aynadaki yansımama biri daha eklendiğinde telaşla konuştu. "Azra, iyi misin?"

Derin derin nefesler alıp sakinleşmeye çalıştım.

Başımı iki yana sallayarak "İyiyim, rüyaydı sadece." dedim. Rüyaydı. Hayır, gerçeğinde bundan farkı yoktu. Vardı, bana asla o şekilde bakmazdı. Ayrılmak istediğini söylediğinde bile bakmamıştı.

Artık kendini mi de kandırmaya başladın?

"Kâbus demek istedin galiba?"

"Belki de," dedim, nefes alış verişleri hâlâ düzene sokmaya çalışırken. Ardından bakışlarımı balkondan görünen gökyüzüne çevirdim. Karanlıktı.

Karanlıktan nefer ediyorum artık.

"Hadi uyuyalım." dedim tekrardan uzanırken.

"İyi olduğuna emin misin?" diye sordum. Başımı salladım. Boşuna telaş etmesine gerek yoktu.

Yanıma uzandı. Kollarımı beline doladım ve başımı göğsüne koyup gözlerimi kapattım.

Uyuyamadım.

Güneş doğduğunda yataktan kalkıp duş aldım. Ardından hazırlanıp aşağı indim. Bugün tek dersim vardı. O da sabahın sekiz buçuğundaydı. Hiç keyfim yoktu. Ama mecburdum da.

Çınar'ın da dersi yoktu zaten. Boş günüydü. Evde olmalıydı.

Dersten çıktıktan sonra saat on bire gelmek üzereydi. Biraz kafeteryaya inip konuları gözden geçirerek ders çalışmıştım. Kafamı dağıtma stilimdi.

Güzel bir tekrarın ardında okuldan çıkıp taksiye binmiştim.

Taksicinin beni Rumeli Feneri'ne bırakalı neredeyse iki saat olmuştu. Saat dördü geçmişti.

Buraya bazen kendim bazen de onuna gelirdim. Fakat yalnız da gelsem onunla da gelsem o hep burada olurdu. Beni beklerdi.

Şimdi ilk kez yalnızdım.

Kayalıkların üzerinde oturup hırçın dalgaları izledim. Yalnız. O dalgalar bana dün geceyi hatırlattı. İçim yine huzursuzlukla doldu.

Yarım saat sonra daha fazla dayanamayıp yakınlardaki bir taksici numarasını tuşlayıp bekledim. Taksi geldi, bindim. Aklımdan, kalbimden geçen tek adresi verip sırtımı koltuğun sırtına yasladım. Yolu izledim. Araba evin önünde durduğunda ücreti ödeyip indim. Gökyüzü karanlığa kavuşmuştu.

Tek bir adım attım ve duraksadım. Ne söyleyecektim? Ne için buradaydım ki? Ya yine istemediğini söylese? Dahası ya bir daha kovarsa?

İçimdeki tüm kötü düşüncelere sırtımı ve kalbimi çevirip ikinci adımı da atıp sokak kapısından içeri girdim.

Ne olursa olsun onunla konuşmalıydım. Bir kez daha... Sıkılmadan. Utanmadan.

Derin bir nefes aldım. Parmaklarımı sakince zile dokundurdum. Ellerim titriyordu. Aynı şekilde kalbim de.

Gözlerimi kapattım. Yüzümde ağlamaklı bir ifade şimdiden baş göstermişti. Oysa onu henüz görmemiştim bile...

Korktum. Açmayacak diye geçirdim içimden. Delikten bakmış ve beni görmüşse açmayabilirdi.

Sağ elimi yumruk yaptım.

Kapının kulpunun çevrildiğine dair ses duydum. Yüzümde hafif bir tebessüm peyda oldu. Gözlerimi yavaşça araladım. Kapı tamamıyla aralandığında karşımda karanlıklar içinde bana bakan adama baktım.

Gözlerinin içine baktım. Salonda yanan ışık antreye kadar ulaşıyordu. Pek de aydınlık sayılmazdı.

Gözlerimin içine baktı; ifadesizce. Karanlıkta simsiyah gibi duruyorlardı. Oysa koyu kahvelerdi.

Hafifçe gülümsemeye çalıştım. "Merhaba." dedim çekinerek.

Kirpikleri titredi. "Merhaba?" dedi. Sesi bir tuhaftı.

Bakışlarımı kaçırarak "Ben..." dedim, ardından ne diyeceğimi bilemeyerek sustum.

"Sen?" dedi, devam etmemi istediği ses tonuyla.

Dudaklarımı ıslattım. Gözlerim dolmuştu. Kalbimdeki sızı can yakan türdendi. "Konuşmamız gereken konular yok mu?" Sesim kısıktı.

"Azra." dedi. Adım dudaklarından o kadar güzel dökmüştü ki bakışlarımı kaldırıp gözlerine bakmadan edemedim. Başını hafifçe sağa eğdi. "Konuştuk." Sesi beni kırmak istemediğinden yumuşak çıkmıştı. Hissetmiştim. "Lütfen, bir daha buraya gelme."

Boğazıma büyük bir yumru oturdu. Kalbim acıyla kasıldı. Hayal kırıklığıyla baktım. Başımı hafifçe sola eğdim. "Belki de evimiz demiştin." dedim, hatırlamasını isteyerek. Bakışlarını kaçırdı.

Kısa bir süre onu izledim. "Çınar," diye seslendim, titreyen sesimle. "Bana bak."

Bakmadı.

"Lütfen." diye ısrar ettim fısıldayarak. "Gözlerime bak."

Bakmadı.

Çenem titredi. Sol gözümden art arda yaşlar aktı. "Peki," dedim omuzlarımı indirip kaldırarak. Bir adım geriye gittim. "Hoşça kal."

Sağ elimin tersiyle yanaklarımdaki yaşları silerken arkaya döndüm. Arkama döndüğümde sol elimin bileklerinden tutuldum. Hızla çekildiğimde ne olduğunu anlamaya vaktim bile olmamıştı. Ta ki sırtımı kapının arkasındaki duvarda hissedene kadar...

Kapı gürültüyle kapandı. Gözlerim kapalıydı fakat hemen dibimde olduğunu biliyordum. Nefesini tenimde hissediyordum. Gözlerimi ağır ağır araladım.

Göğsüm hızla inip kalkıyordu. Sık nefeslerim soluğumu kesiyordu. Bakışlarım bir müddet göğsünde kaldı.

Dudaklarını varla yok arası saçlarımın arasında hissediyordum. Dudağımın kenarı acı ve mutlulukla kıvrıldı. Ardından sertçe yutkundum, başımı kaldırıp gözlerine baktım.

Gözleri kapalıydı. Gözlerim doldu. Bir elimi kaldırdım, sakallarına dokundum. Gözlerini aralamadı ama yüzündeki duygu geçişlerini izledim.

Başparmağım göz kapağına dokundu. "Gözlerini göreyim." diye fısıldadım.

Parmağımın örtmediği gözü aralandı. Göz göze geldik ve uzun bir süre öyle kaldık. "Seni çok seviyorum." diye fısıldadım. Parmağımı göz kapağından çektiğimde o gözü de aralandı.

Ayak parmaklarıma baskı uygulayarak yüzümü yüzüyle aynı hizaya getirdim. Nefesini tuttu. Yutkunamadı. Gözlerimi kapattım. Sertçe yutkunarak dudaklarımı dudaklarına dokundurdum.

Dün gece rüyaydı ve çok içimde kalmıştı. Tüm gece uyuyamamıştım. Ve şu an bunu yapmasaydım, bu gece de uyuyamazdım.

Dudaklarını öpmedim fakat hissetmek bile paha biçilemez bi' huzur peyda etti içimde.

Dudaklarımı dudaklarından çektim, dudaklarımın arasından kaçan nefesim dudaklarına çarptı.

Bir elini belimde hissettiğimde boşta kalan elim pazılarına tutundu. "Ben..." diye fısıldadı, ardından sustu. Sakallarının üzerindeki elim okşayarak boyun boşluğuna kaydı.

Gözlerini tekrardan kapattı. Derin bir nefes aldı ve belimdeki elini hıza çekerek uzaklaştı. Arkasına döndü, birkaç adım attığında durdu.

Geri çekildiğinde ellerim havada kalmıştı. Onları yumruk yaptım. Çenem titredi. Alt dudağımı dişlerimin arasına sıkıştırdım. Ağzımdaki mekanik tat midemi bulandırdı.

Dudağımı özgür bıraktım. Yanına doğru birkaç adım attım. Hemen arkasındaydım.

Önce kollarımı beline sardım. Göğsüm sırtına değdi. Vücudunun buz kestiğini hissettim. Ardından parmak uçlarıma baskı uyguladım, göğsüm sırtına sürtündü. Avuçlarımın altındaki karnı şiştiğinde nefesini tuttuğunu fark ettim.

Yarım bıraktığı sözünü tamamladım. "Sen bana âşıksın." diye fısıldadım kulaklarına doğru. Dudaklarımı ensesindeki çıplaklığa değdirdiğimde titredi.

"Azra," dedi sesi kesik kesikti. "Yapma."

"İyi geceler sevgilim." dedim dudaklarım boynundaki çıplaklığa çarparken. Kollarımı gövdesine sıkıca sardım. Derin bir nefes aldım.

Kokusu ciğerlerime doldu. Bu koku bana o kadar çok iyi geliyordu ki...

"Seni çok seviyorum, Çınar. Bunu sakın unutma olur mu? Bu aramıza koyduğun mesafe her ne sebeptense bunu hatırlat kendine. Ne olursa olsun seni çok sevdiğimi. Senin de beni sevdiğin gibi."

Kollarımı gevşettiğimde derin bir nefes aldı. Adımlarımı yere bastırdım ve bir adım geri gittim. Siluetine baktım. Gülümsediğimde bir yaş yanağıma aktı.

Arkama döndüm, kapıyı açtım arkama bile bakmadan evden çıktım. Baksaydım gidemezdim. Ve o benim kalbimi kırmaya devam ederdi.

Üzülürdüm ama yine de gelirdim. Çünkü biliyordum; bir şey vardı. Belki de çok şey...

*****

 

Çınar'ın yanından çıktıktan sonra eve gitmiştim. Üzerimi değiştirip aşağı indiğimde babamlar yeni gelmişti. Aycan'ın bakışları üzerimdeydi. Neden o kadar geç geldiğimi sorguluyordu, biliyordum.

Rumeli'deyken aramıştı, açmamıştım ama kafamı dinlemek istediğime dair bir mesaj atmış telefonu kökten kapatmıştım. Telefonu henüz daha açmadığımdan devamındaki aramaları da mesajları da görememiştim.

Yemek yedikten sonra -hava güzel olduğundan- bahçede oturmuşlardı. Ben uykum var deyip odama çekilmiştim. Sorgulamamışlardı. Çünkü eğer normal bir gün olsaydı, dün gece hemen hemen hiç uyuyamadığımdan bugün bütün gün yataktan çıkmazdım. Fakat şu an uykum olduğu halde yatakta dört dönüp duruyordum.

Uykum vardı ama! Of!

Yatakta döndüğüm sırada kapı tıklatıldı. Hızla elimi yastığın altına sıkıştırıp yüzüstü yatıyormuş gibi yaptım. Gözlerim sıkıca kapanmıştı.

Biliyordum, gelen Aycan'dı. Dün gece ne olduğunu sormamıştı çünkü aklımın karışık olduğunu o da fark etmişti. Daha fazla zorlamak istememişti. Fakat bugün aramalarına dönmediğim için Çınar'la olan sorunumuzun derecesi hakkında fikirler yürütüyordu. Onu çok iyi tanıyordum. Beni çok iyi tanıyordu. Fakat daha önce böyle bir şey hiç yaşayamadığımdan nasıl davranması gerektiğini o da bilmiyordu.

Kapı bir kez daha tıklatıldı.

Ses vermedim.

Kapının kulpu yavaşça aşağı çekildi. Kapının aralandığını işittim. Kısa bir süre başka bir şey duymadım.

Adım seslerini işittiğimde "Azra," diye seslendi. Aycan'dı. Hareket etmemeye dikkat ettim. "Uyanıksın, biliyorum."

Cevap vermediğimde yatağın sol tarafının çöktüğünü hissettim. Ardından elini yanağımda hissettim. Okşadı. Saçlarımdan öptü. "İyi geceler. Ama uyumadığını biliyorum." dediğinde sırf bir tepki vermemi istediğinde sesine neşe katmıştı.

"Peki," Dudaklarını yanağımda hissettiğimde "Ama yarın kaçamayacaksın haberin olsun." dedi. Yataktan kalktı. Odadan çıktı.

Sırtımı yatağa çevirdiğimde bakışlarımı tavana diktim. Yarın dersim yoktu, tüm gün uyumayı planlıyordum.

*****

Telefonun ekranı aydınlandığında saate baktım: Dörde sekiz vardı.

Dün gece beklediğimin aksine uyumuştum, doğrusu uyuyakalmıştım. Sabah gözlerimi araladığımda evde kimse yoktu. Babamlar şirkete, Aycan'da okula gitmişti.

Kahvaltı yapıp çizim odama çıkmıştım. Bilgisayarı açmış Autocad uygulamasını kullanarak çizim çalışması yapmıştım.

Aycan gelmişti fakat çalıştığımı gördüğünde çok rahatsız etmeyip çıkmıştı.

Belim tutulduğunda geriye yaslanıp gerildim. WhatsApp'a girdim. Çınar'ın profile baktım. Hâlâ aynı fotoğraf duruyordu. Simsiyah takımın içindeydi ve gözlerinde oval kenarları siyah bir gözlük vardı. Bir elini cebinde, aynaya karşı poz vermişti. Bu fotoğrafını çok seviyordum.

Uygulamadan çıkıp telefonu kilitlediğimde daha fazla çalışmayacağımı anladım ve çizim odasından çıktım. Aşağı indim. Bahçe de kimse yoktu. Mutfağa geçtiğimde Deniz ablanın ortadaki masada oturduğunu gördüm.

Omuzlarının üzerinden arkaya baktığında tebessüm etti. "Bir şey mi istedin kızım?"

Gülümseyerek karşılık verdim. "Evet, ama kendim alabilirim." Ayağa kalktığını gördüğümde "Sen zahmet etme alırım ben." deyip bardakların olduğu dolabı açıp bardak aldım, masanın ortasındaki sürahiden bardağa su doldurdum. Sandalyeyi çekip oturdum ve bardağı üç yudumda bitirdim.

"Nasılsın deniz abla?" diye sordum. Biraz sohbet etmek istiyordum.

"İyiyim kızım sen?" Omuzlarımı indirip kaldırdım. "İyiyim galiba." diye cevap verdim.

"Niye öyle dedin? Bir sorun mu var?" diye sordu.

Gülümsedim. Bakışlarımı masanın üzerinde bir yere diktim. "Yok, yok bir sorun. Dersler falan yoruyor ya ondan öyle dedim." Sesim sakindi; aklımın aksine.

"İyi, iyi. İyi ol." dediğinde başımı kaldırıp gözlerine baktım. Gülümseyerek yüzüme bakıyordu.

"Deniz abla," dedim, birden aklıma düşen fikirle. "Saçlarımı örer misin?"

Genişçe gülümsedi. "Tabii," dedi içten bir şekilde bakarak. "Tabii yaparım."

Gözlerim doldu. "Teşekkür ederim." dedim mutlu bir sesle. "İstersen ben de seninkini örerim. Hatta ben şimdi yukarı, odama çıkalım. Hemen yapalım."

Güldü. "Çıkalım." diye onayladı. Gözlerimin içi parlıyordu. Mutluydum. En azından bu şekilde mutlu olabilmeyi başarabiliyordum.

Birlikte mutfaktan çıkıp odama çıktık. Yatağın üstüne bir örtü serdik. Önce saçlarımı taradı. "Maşallah çok da uzunlarmış. Tıpkı annenin kiler gibi." Burukça gülümsedim. Evet, anneminkilere çok benziyordu. Fotoğraflardan biliyordum.

"Biliyorum. Anneminkiler de baya uzun." dedim huzurlu bir sesle.

"Çok benzetiyorum sizi." dedi Deniz abla. "Saçların, gözlerin, dudakların... Çok benziyorsunuz."

Okşadı, taradı, ördü. Sonra açtı. Yine okşadı, taradı, ördü. Bu, bana çok iyi hissettirdi.

En sonunda saçlarımın ucunu tokayla bağladığında hevesle tarağı elime aldım. Deniz abla başındaki örtüyü çıkarıp bir kenara bıraktı. Ardından saçlarını bir arada tutan tokayı çekip saçlarını özgür bıraktı.

Arkasına geçtim. Saçlarını taradım. "Deniz abla," dedim meraklı bir sesle. "Annemle olan anılarını anlatsana biraz..."

"Ne anlatayım?" diye sordu sakin bir sesle.

"Bilmem. İlk aklına hangisi geldiyse onu anlat."

Aklına bir şey gelmiş olmalıydı ki güldüğünü işittim. "Bir gün Yasin'le kavga etmiştik. Annen de yanıma gelmişti. Hep yanımdaydı zaten. Akın Bey'i de getirmişti tabii. Daha küçücüktü." Tebessüm ettim. "O gece yanımda uyumuştu. Gece midesi bulanınca hızla yataktan kalmıştı fakat kapıyı açmadan kusmuştu. Sonra kendi kusmuğunda kayıp düşmesin..." Gülerek anlatıyordu. "Orada da kusmaya devam edince gülmekten yataktan düşmüştüm." Seslice güldüm. "O gece o kadar çok gülmüştük ki abin uyanmıştı."

Taramayı bırakıp örmeye başladım.

Kenara bıraktığı örtüyü başına doladığında gözlerinin içine bakarak "Çok teşekkür ederim." diye mırıldandım. Gülümsemeyerek dudaklarını alnıma bastırdı.

"Ben teşekkür ederim." dedi.

Odada beni yalnız bırakıp aşağı indi.

Yatağın sağ tarafına uzandım. Bakışlarımı balkondan görünen gökyüzüne çıkardım. Hava kararana kadar orada o şekilde gökyüzünü izledim.

Yarın akşam Çınar'ı görecektim; partide. Belki bir kez daha şansımı denerdim. Gerçi pes etmemiştim ama cevapsız bırakılmak çok kötü bir histi. Ama ne olursa olsun sorularıma cevap bulacaktım. Şartlar ne olursa olsun. Bir gün öğrenecektim. Ve eğer bu kadar üzülmeme değmeyecek bir şeyse, işte o zaman onu asla affetmezdim.

Yemeğe indim. Hava estiğinden evde yemiştik. Bu sefer odaya ilk çıkan ben olmuştum. Yatağa girdim ve gözlerimi kapattım.

 

*****

ÇINAR YILDIRIM

 

Daha önce değil kalbimden, aklımdan bile geçemeyecek bir duyguyu iliklerime kadar hissediyordum. Âşık olmuştum.

Ona karşı duygularımın tam olarak ne olduğunu kabul etmem bile zaman almıştı.

Aslında ilk gördüğümde hissetmiştim. O ve ben... Biz olabilirdik.

Olmuştuk da.

İlk başta sadece bir hoşlantıdan ibaretti. Fakat sonra... Ona her baktığımda kalbim gayriihtiyari hızlanmaya başlıyordu.

O benim kaderimdi.

Öyle demiştim. Kaderim...

Kalbimle aklım ilk kez böyleydi; karmakarış.

Arabanın içini dolduran İspanyolca şarkının sonlarına geldiğinde gömleğimin yakalarından tutup çekiştirdim. Gözlerim kapalıydı.

"Benit sa note in su nieddu
Su steddu lughet che a nois
Tenemi in manu est luegu
Manzanu e s'amore fuet."

*Gecenin karanlığında
Gök kubbe gibi parılda...
Öp beni...
Sabah geliyor ve aşk bitiyor...*

Sertçe yutkundum. Gözlerimi aralayıp telefonu elime aldım. Birkaç dakika önce mesaj bildirimi gelen telefonuma arama düştü.

Anneciğim arıyor...

Gözlerimi kapatıp derin bir nefes aldım. Yüzümde hafif bir tebessüm oluştu. Sanki beni görecekmiş gibi... Biliyordum görmese bile hissederdi. Hissetmesi gerekiyordu.

"Günaydın anne." dedim yorgun ses tonumla.

"Anneciğim, geliyorsun değil mi?" Sesi heyecanlıydı.

Derin bir nefes aldım. "Geliyorum." dedim. Kaç gündür beni çağırıyordu. Okul var deyip geçiştiriyordum. En sonunda eğer gelmezsen vallahi bir daha bakmayacağım yüzüne demişti Sesindeki kırgınlığı hissetmiştim. Ret edememiştim.

"İyi, iyi. Elini çabuk tut. Burnumda tütüyorsun oğluşum." Güldüm. Bana böyle seslenmesi hoşuma gidiyordu. Hâlâ bir çocukmuşum gibi hissettiriyordu. Yaşayamadığım çocukluk yaramı bu şekilde kapatacağımı düşünüyordum belki de.

"Yarım saate oradaydım."

"Sen öyle dediğime bakma. Yavaş sür de gel. Acele etme." Hafifçe gülümsedim.

"Etmem." dedim.

"Geç gelme ama." Seslice güldüm.

"Tamam anne. Acele etmeden hızlı gelmeye çalışacağım." dediğimde, "Alay et sen, alay. Gelince görüşürüz seninle." dedi. Sesindeki kızgınlığın altında yatan çok tatlı bir mutluluk vardı.

"Yalnız tehdit ediyorsun. Arabayı geriye süreceğim şimdi." dedim.

"Ay Çınar, senin de bu hallerin hiç çekilmiyor." dedi annem bıkkınca.

"Tamam anneciğim azar da işittiğime göre kapatayım mı?" diye sordum çekinerek.

"Kapat. Yoksa her an gelmenden vazgeçeceğim."

Güldüm. "Tamam anneciğim görüşürüz."

Telefonu kapattıktan sonra arabayı U şeklinde döndürerek Rumeli Feneri'nden uzaklaşmaya başladım. Dün geceden beridir arabanın içindeydim. Uykusuz sayılmazdım, bir ara gözlerimin kapandığını hissetmiştim. Birkaç saat uyumuş olmalıydım.

Yollar boştu. Yol normalin üstünde kısa sürmüştü. Siteye girdikten sonra arabayı evin önünde yavaşça durdurdum.

Kemeri çıkardığımda Kerim'i gördüm. Evin hemen karşısındaki çöp konteynırına çöp atıyordu. Arabadan yavaşça indim.

"Günaydın." dedim Kerim'e.

Avuçlarını birbirine vurarak "Günaydın." diye karşılık verdi. Gözünü kırptı. "Hayırdır? Yüzünden düşen bin parça."

Nasıl göründüğünü bilmiyordum ama Kerim suratımdan can sıkıntımı anlamışsa annem her türlü anlardı. "Nereden çıkardın? Gayet iyiyim ben." dedim sakince.

"Bilmem yani bir yorgun duruyorsun."

"Uykusuzum, ondandır." diye geçiştirdim.

"Azra'da da bir haller var ama anlayamadım. Seni de böyle görünce bir şey olmuş sandım." dedi Kerim. Onun adını duymak bile karnıma bıçakların saplanmasına neden oldu.

Gülmeye çalıştım. "Allah aşkına Kerim ne olabilir?"

Kaşlarını çattı. "Şimdi kesin eminim. Ama sorgulamayacağım. Dilersen anlatırsın, dinlerim." dedi. Sertçe yutkundum.

"Neyse annemler bekliyordu beni, daha fazla bekletmeyeyim."

"Kaç tabii, kaç." dediğinde gözlerimi devirdim.

"Kerim," dedim ciddileşerek. "Yok bir şey dedim. Uzatma lütfen."

"Çınar, her ne olmuşsa o çok mutsuz." Bakışlarımı kaçırdım. Sanki o karşımdaymış gibi. "Yüzünden anlaşılıyor. Bahaneler uyduruyor ama inanmıyorum." Sertçe yutkundum.

"Kerim." diye bir ses duydum. Yasin amcanın sesiydi. Onu gördüğümde bakışlarını oğlundan çekip bana çevirdi. Hafifçe tebessüm edip "Merhaba." dedi.

"Merhaba." diye karşılık verdim başımı hafifçe sallayarak. Kerim'e baktım. "Görüşürüz." dedim ve daha fazla orada durmadan sokak kapısından bahçeye girdim.

En son duyduğum şey Yasin amcanın "Ekmek al da gel." deyişi oldu. Bahçeye girdiğim durup derin bir nefes aldım. Gülümsedim. Siyah beyaz rengindeki mermerleri üstünden yürüyüp kapının önüne geldiğimde zile bastım.

Kısa bir süre içinde kapı uzun zamandır tanıdığım bir kadın tarafından açıldı. "Canan Hanım gelen kim? Çınar mı?"

Annem yardımcı kadına art arda sorular sorduğunda "Evet anne, benim." dedim içeriye doğru.

"Çok geciktin oğlum." Evet, çünkü aradığında henüz yolda bile değildim.

İçeriye girip kapıyı kapattım. Canan Hanım siyah kabanımı alıp astığında ben salona ilerledim. Annem krem rengindeki koltuktan kalkıp yanıma doğru geldiğinde kollarımı kocaman açıp sıkıca sarıldım. Gözlerimi kapatıp derin bir nefes aldım.

   Annemle ayrıldığımızda koltukta oturan ablam ve Efe'yi gördüm

Annemle ayrıldığımızda koltukta oturan ablam ve Efe'yi gördüm. Ayağa kalktı, Efe'yle tokalaştıktan sonra ablama döndüm, çekinerek yanına doğru geldi ve gözlerime baktı.

Annemin bir şey anlamasını istemeyerek kollarımı uzatıp soğuk bir şekilde sarıldım. Aslında ablamın hatası değildi, biliyordum. Fakat sadece şu an kötü hissediyordum ve bu onun yüzündendi.

Adını andığım an bana aklımın fikrimin alamayacağı şeyler anlatmaya başlamıştı. Daha önce söyleseydi bir şey değişir miydi bilmiyordum ama bu şekilde üzülmezdim. Üzülmesine neden olmazdım. Aslından ben kendim değil onun için...

"Hadi geç oldu zaten, masaya geçelim." dedi annem. Ablamdan ayrıldığımda özür dilercesine gözlerimin içine baktı.

Bakışlarımı kaçırıp anneme çevirdim. "Bahçede mi yiyeceğiz?"

Başını salladı. "Aslında havalar soğumaya başladı diye sofrayı evde kurduracaktım. Sonra havaya baktım. Gayet güzel. Dedim bari bu yazın son kahvaltısını hep beraber, ailecek bahçede yapalım. Bir hoşlanmadın sanki. Üşüyor musun yoksa?" diye sordu annem.

"Yok, ben senin için dedim." dedim. Yanıma geldi kollarını belime sardı.

"Yok, ben iyiyim. Ama biraz daha aç kalırsam hiç de iyi olmayabilirim." dediğinde hafifçe güldüm.

"Tamam anne, sakin." dedim korkarak. Kollarını üzerimden çekip geriye doğru gittim. "Anne terliği yemek istemiyorum diyeceğim ama terlikte giyememişsin ki." Ayaklarındaki topuklulara bakarak güldüm.

Annem tek kaşını kaldırarak "Öyle mi?" diye sordu tehditkâr bir şekilde. "Canan Hanım." diye yüksek sesle seslendi.

"Buyurun Kardelen Hanım."

"Bana bir ev terliği getirir misin? Ama tabanlı olanından..." Anneme gözlerimi büyüterek baktım.

"Affedersiniz anlayamadım?" dedi Canan Hanım.

"Ev terliği dedim Canan Hanım. Nesini anlayamadınız?" dedi annem gergin bir şekilde.

Canan Hanım "Tabii efendim hemen." dedi ve arkasına dönerek hızla uzaklaştı.

"Anneciğim şakaydı sadece. Çok abartmadın mı?" dediğimde, annem " Şakaydı demek." dedi. Efe'ye döndü. "Şaka yapar gibi bir hâli var mıydı sence?" Kaşlarımı kaldırarak Efe'ye baktım. "Yoktu bence." dedi Efe.

"Bence de yoktu." dedi annem. Hayretle güldüm. Canan Hanım'ın ellerinde terlikle buraya geldiğini gördüğümde birkaç adım geriye attım. "Kaçma," dedi annem kaşlarını kaldırarak.

"Anne bak pişman ediyorsun geldiğime."

"Pişman? Bir de pişman olmuş beyefendi." Annem terliği aldığında gözlerimi kocaman açarak güldüm.

"Anneciği..."

"Anneciğim diyerek beni yumuşatacağını zannediyorsan yanılıyorsun. Çağırmasak eve adım atacağın yok."

Bir adım daha geriye gittiğimde salonun camlı açık kapısından bahçeye çıktım.

"Tamam anne, abartma artık." dedi ablam. Birkaç saniye göz göze geldik.

"Karışma sen." dedi annem ve bana doğru bir adım attığında, seri adımlarla uzaklaşmaya başladım.

"Gel buraya eşek sıpası." Annemin dediğine seslice güldüm.

Bahçenin ortasındaki havuzun yanında durduğumda bakışlarım gayriihtiyari onların bahçesine değdi. Oradaydı. Oradaydılar. Gürültüyü fark ettiklerinde hepsinin bakışları bu tarafa çevrildi.

Bahçelerinin ortasındaki havuzun hemen yanındaki koltuklarda oturuyorlardı. O her zaman ki yerindeydi. Yüzü bu tarafa doğru dönüktü. Gürültüyü fark edip buraya bakan da ilk oydu. Hemen yanında kardeşi, berjerlerdeyse babamın katili ve oğlu oturuyordu. Bakışlarımı hızla onlardan çekip anneme çevirdim.

Annem de o tarafa bakıyordu. Elindeki terliği yere fırlatıp bakışlarını bana çevirdi. Gülümseyerek yanıma geldiğinde sarıldı. "Kurtuldun sanma."

"Baş üstüne." dediğimde öfkeyle gözünü devirip derin bir nefes aldı. "Ne diyeyim başka? Sende her şeye sinirlenir oldun."

Kollarını belime sarıp masaya doğru yürüdü. "Hadi oturalım da ağız tadıyla yemek yiyelim."

Annem başköşeye oturdu. Hemen çaprazındaki koltuğa ablam oturduğunda Efe de yanına oturdu.

"Ellerimi yıkayıp geliyorum." dedim ve eve girdim. İlk kattaki banyoyu kullandım. Soğuk su kullandım. Kendime gelmek için...

Geri döndüğümde annemin çaprazındaki boş sandalyeyi çekip oturdum. Yüzüm onların bahçesine dönüktü.

Sıcak çayı dudaklarıma götürdüğümde annemin bakışları üzerimdeydi. Çayı yudumlamadan geri bıraktım ve parmaklarımı birbirine geçirerek dirseklerimi masaya bastırdım.

"Dinliyorum anne."

"Efendim?" diye karşılık verdi.

"Anneciğim sabahtan beridir gözlerimin içine bakıyorsun. Belli ki bir şey söyleyeceksin." dediğimde, geriye doğru yaslandım.

"Aslında... Birçok şey söyleyeceğim." dediğinde ablama baktım. Bilmiyorum der gibi dudaklarını sarkıttı.

"Dinliyorum anne."

"Bir kız var." dedi annem. Bakışlarımı ablamdan çekip anneme çevirdim. Gözlerim kısıldı. "Çok güzel, görgülü, kültürlü bir kız." Yutkunamadım.

"Anlayamadım? Daha açık konuşur musun?" dedim. Aslında çok iyi anlamıştım. Sadece büyük bir tepki vermemek için kendime zaman tanıyordum.

"Neyini anlamadın oğlum. Gayet açık konuşuyorum."

"Olmaz anne." diye reddettim hemen.

"Daha görmedin kızı. Eminim görünce fikrin değişecektir." Gözlerimi kapattım. Derin bir nefes aldım.

Sadece tek bir şekilde arkama bile bakmadan koşar giderim. Aramıza sırf sana inanmam için, oyun amaçlı bile olsa üçüncü bir kişiyi sokarsan, seni asla affetmem. Her ne olursa olsun bu dediklerine inanmam. O vakit de inanmam ama aramıza sokacağın üçüncü kişi seni, bende bitirir.

Sertçe yutkunup gözlerimi araladım. Ablama baktım. "Benim hiçbir şeyden haberim yok." dedi gözlerime bakarak.

"Doğru söylüyor onun haberi yoktu. Şimdi seninle birlikte öğrendi."

"Her neyse anne benim adıma kararlar vermezsen sevinirim." dedim kesin bir dile.

"Oğlum bak; çok görgülü bir ailesi var. Kız da aynı şekilde... Çok da güzel... Gidip hemen nikâh masasına otur demiyorum. Git gör, o da seni görsün. Oturun konuşun."

"Olmaz dedim anne."

"Başka biri mi var yoksa? Öyleyse ben onunla tanışayım." dedi annem. Keşke...

Efe'yle göz göze geldik. Gözlerini kapatıp açtı. Yaşananları bilseydi asla anlat demezdi. Çünkü bilirdi; annem... kıyameti kopartırdı.

Bakışlarım Efe'nin yanında oturan ablama değdiğinde gözlerini kaçırdı. O sırada karşı bahçedeki koltuklara oturan aileyi gördüm. Onunla göz göze geldik. Bakışlarımı kaçırarak yemek tabağına indirdim.

"Sana diyorum. Yarın hepimiz onlara gideceğiz. İtiraz kabul edilmeyecek."

"Anne ben gelmeyeceğim." diye direttim. "Buraya bunun için çağırdıysa şimdi kalkıp gideceğim." Başımı kaldırdığımda bakışlarım hemen o tarafa çarptı.

"Ne saçmalıyorsun sen? Başka biri var mı diye sordum. Cevap vermedin. Demek ki yok. Varsa eğer buyursun gelsin, tanışalım. Var mı başka biri?" diye sordu tekrardan.

Onunla göz göze geldik. Sertçe yutkundum. "Y-yok." dedim. Sanki beni duymuş gibi bakışlarını başka bir yöne çevirdi. Duymamışsa bile hissetmiştir.

"Öyleyse? Oturun konuşun, en kötü arkadaş olursunuz. Kalkıp da zorla evlendirmeyeceğiz ya." Olmaz, buna gücüm yok. Ve... korkuyorum. Neden korkuyorum bilmiyorum ama çok korkuyorum.

"Boşuna ümit verme." dedim bakışlarımı anneme çevirerek.

"Neden bu kadar kesin hüküm veriyorsun? Belki bir şeyler olur?"

Olamaz diyemedim. Ama olamaz. Kimseyle olamaz. Bir tek onunla olurdu. Ama o da olmaz. Olamaz değil olmaz.

Kahvaltımı yaptıktan sonra biraz oturup kahve eşliğinde sohbet etmiştik. Doğrusu ben çok dâhil olmamıştım. Kahvaltıda tüm keyfi kaçmıştı.

Öğleden sonra annemlerden çıkıp eve geldiğimde uzanıp gözlerimi dinlendirmiştim. Hava karardığında kalkıp duş almıştım. Simsiyah bir takıp giymiştim. Kravat sevmezdim. O yüzden takmamıştım. Klasik siyah bir ayakkabı giymiştim. Evden çıkmadan önce üzerime siyah bir kaban geçirmiştim.

Arabayı konumun gösterdiği yere sürdüm. Büyük bir villanın önünde durdum ve araçtan indim. Anahtarı valeye teslim ederken bahşiş vermeyi unutmadım. Villadan içeri girdiğimde bahçe kısmının oldukça kalabalık olduğunu fark ettim.

Öğrencim Nihal'i gördüğümde yanına gidip doğum gününü kutlayıp hediyesini verdim. Adının yazdığı bir kupa almıştım. En ücra köşeye gidip boş bir masaya oturdum. Oval bir masaydı. Oturulan yer koltuktu ve ayrı değildi.

Telefonumu elime alıp oyalanmaya başladım.

"Çınar."

Kerim'in sesini işittiğimde bakışlarımı telefondan çekip sesin geldiği yöne çevirdim. Kerim'i gördüm. Hemen arkasında ise o vardı. Yanında kız arkadaşı vardı.

"Merhaba hocam." dedi Ceyda. Öğrencimdi.

"Merhaba." diye karşılık verdiğimde onunla göz göze geldik. Ayağa kalkıp Kerim'le tokalaştım. Ceyda'ya bakıp başımı hafifçe sallayıp tebessüm ettim. "Buyurun." dedim.

Kerim "Rahatsız etmeyelim?" diye sorduğunda yerime oturdum. "Geçin geçin." dedim. Aslında rahatsız olunacak bir durum yoktu. Sadece... onu gördüğümde kötü oluyordum. Uzağında kalmak, yaklaşamamak çok kötü hissettiriyordu.

Kerim hemen solumdaki boşluğu doldurduğunda, o ve Ceyda bakışıyorlardı. "Çekinmenize gerek yok buyurun." dedim.

İkisinin de bakışları bana çevrildiğinde Ceyda hafifçe tebessüm edip üzerindeki montu çıkartıp bir köşeye bıraktı. Sağıma oturdu.

Onun üzerinde haki yeşili bir kaban vardı boyu dizlerinin aşağısında bitiyordu. Bu renk ona çok yakışıyordu, hem de çok...

Kabanı çıkardığında nefesimi tuttum. Yutkunamadım bile. Bakışlarım ayak parmaklarından gözlerine kadar ağır ağır tırmandı.

Üzerinde siyah, saten bir elbise vardı. Mini elbisenin eteğinde ufak bir yamaç vardı. İnce ip askılı elbisenin göğüs kısmı dökümlüydü. Buna sanırım degaje deniyordu. Ayaklarındaki ince topuklular uzun boyunun daha da uzun gözükmesine neden olmuştu. Ellerini ensesine götürdü, saçlarını omuzlarından arkaya attığında uzun kahverengi saçları sırtına döküldü.

Nefes kesiciydi. O, o kadar güzel görünüyordu ki...

Ceyda'nın yanına oturduğunda bakışlarını bana çevirdi. Hızla bakışlarımı kaçırdım. Yakalanmıştım, biliyordum.

Masaya getirilen içkiyi alıp fondip yaptım. Yüzüm buruştuğunda zorlukla yutkundum. Kerim yanıma yaklaştı ve kulaklarıma doğru "Sakin. Yudum yudum." dedi. Sertçe baktım.

Onun bakışlarını üzerimde hissediyordum. Birazcık başka tarafa baksaydı da ben de ona bakabilseydim.

Bunu söylemek çok zor ama ona olan duygularım ondan uzak kaldığım süre boyunca azalmamıştı, aksine sanki içimde taşmaya yakın bir şeyler vardı. Taştığında ne olurdu, bilmiyordum.

Bakışlarım kalabalığın üzerinde geziyordu. Nihal'in bu tarafa doğru geldiğini gördüğümde bakışlarım ona çevrildi. Bana bakıyordu. Göz göze geldik. Bakışları kalbime dokundu. Keşke teni de tenime dokunsaydı.

Keşke teni tenime yasak olmasaydı. Gözü gözüme...

Uzun uzun gözlerine baktım. Bu sefer kaçmadım.

Aramıza sokacağın üçüncü kişi seni, bende bitirir.

Bitiren bendim, fakat yüzsüz bir şekilde onda bitmek istemiyordum. Sanki onda bitersem ben de biterdim.

Yine kaçan ben oldum. Bakışlarımı kaçırıp sertçe yutkundum.

Ona bunu sormayı çok istiyordum; sen olsan ne yapardın? Gerçekten o öğrenmiş olsaydı ne yapardı? Benim gibi ilk aklına gelen şey bitirmek, vazgeçmek mi olurdu? Yoksa bir çözüm yolumu aramaya çalışırdı? Ama çözüm de yoktu ki! Bunun hükmü on sekiz yıl önce verilmişti!

Biz bir olamazdık.

"Merhaba." diye ses duyduğumda bakışlarımı masadan çektim. "Hoş geldiniz." diye ekledi Nihal.

"Hoş bulduk." dedi o. Elindeki küçük kutuyu Nihal'e uzattı. "Bu arada iyi ki doğdun. Ceyda'yla ikimizin hediyesi..." Hafifçe tebessüm etmişti.

Nihal kutuyu alırken "Zahmet etmişsiniz. Teşekkür ederim." dedi.

"Mutlu yıllar." dedi Kerim. Ardından küçük bir hediye poşetine sarılan kutuyu Nihal'e doğru uzattı.

"Çok teşekkür ederim hepinize, zahmet etmişsiniz." diye karşılık verdi Nihal. Bakışlarını bana çevirdiğinde "Hocam sizden bir şey isteyeceğim. Tabii kendinizi asla zorunda hissetmeyin."

"Buyur." dedim.

"Dans edebilir miyiz?" diye sorduğunda, o "Yalnız onun sevgilisi var." diye konuştu hemen.

Bakışlarım hızla ona çevirdim. Kaşlarımı çatmıştım. "Biliyorum Azra. Aynı sınıftayız ya biz." dedi Nihal gülerek.

"Yani ne bileyim kız arkadaşı istemeyebilir." dedi o, ne söylediğinin farkına vararak. Ardından bakışlarını bana çevirdi. "Değil mi? Bence kız arkadaşınız bundan asla hoşlanmaz. Yani ben olsam tanımadığım bir kızın sevgilimle dans etmesini istemezdim." dedi gülümsemeye çalışarak.

"Arkadaşça." dedi Nihal, bakışlarını tekrardan bana çevirerek.

Sertçe yutkundum, eğer kalkmazsam yanlış yorumlardı. Çok fazla dikkatsiz davranmıştı. Sussaydı, belki ret ederdim. Ama şimdi yanlış anlardı.

Bakışlarımı hafifçe ona çevirip "Sorun olmaz." dedim yutkunarak. Gözlerimin içine baktı. Ayağa kalktım. Bakışlarını sertçe üzerimden çekti. Üst dudağını dişlerinin arasına aldı. Bakışları kalabalığın üzerindeydi.

Masadan kalktım. Kalabalığın içine girdiğimde önde Nihal, öğrencim hemen arasında da ben yürüyorduk. Dans edenlerin arasına girdiğimizde bana döndü.

Gülümseyerek kollarını uzatıp omuzlarıma yerleştirdi. Parmak uçlarımı beline dokundurdum. Oldukça mesafeliydim. Boyum uzun olduğundan yüzüne bakmadım, bakışlarımı etrafta gezdirdim.

Onunla göz göze gedik. Yutkundum.

Müziğin sonlarına geldiğimizi hissettiğimde derin bir nefes aldım. Bu ıstırabın bitmesi için dualar ettim. Sorun Nihal değildi, sorun onun buna şahit olmasıydı. Onu yetince üzüyordum zaten. Bu kadarına gerek yoktu. Zaten bu kadarına ben de katlanamıyordum.

Müzik sesi kesildiğinde ayrıldık. "Bana eşlik ettiğiniz için çok teşekkür ederim hocam." dediğinde, "Rica ederim." diye karşılık verdim.

Kalabalığın içinden sıyrılıp eve girdim. Lavaboya girdim, yüzüme art arda soğuk su çarptım. Aynadaki aksime baktım. Yüzümde bir şey yoktu fakat gözlerim o kadar çaresiz bakıyordu ki... Bakışlarımı hızla aynadan çektim. Ardından lavabodan çıktım. Issız koridordan geçip tekrardan bahçeye çıktım.

Bahçeye çıktığımda gördüğüm görüntü gözlerimin kocaman açılmasına neden oldu. Ayaklarım yere çakıldı.

Bir adam, tanımadığım bir adam onunla dans ediyordu, hem de zorla...

Adımlarımı hızlandırıp o tarafa doğru yürüdüm. O vücudunu geriye doğru çekmeye çalışıyordu fakat şerefsiz herif kollarını beline sarmış vücudunu kendi vücuduna yaslamıştı.

Adımlarımı hızlandırdığımda sesini duydum. "Bırak yoksa bağıracağım." Sesi yüksekti. Birkaç adım kalmıştı. "Sana diyorum ya bırak sapık mısın nesin?" Şerefsizin ensesinden tuttuğum gibi kendime çektim ve yüzüne okkalı bir yumruk geçirdim.

Çığlık sesleri yükseldi. Duymadım, duymazlıktan geldim. Bir tane daha geçirmeye yeltendiğimde yumruğum boşluğa denk geldi ve sert bir yumruğu yüzümde hissettim. Dengem bozulduğunda vurduğu yerin hemen altına, dudaklarımın kenarına sertçe bir kez daha yumruk attı.

Bir kez daha vurmasına izin vermedim. Sert bir yumruğu yüzüne geçirdim. Ağzımda mekanik, kan tadını hissettim. Durmadım. Bir kez daha vurdum. Bir kez daha...

"Dur dedim! Yeteer!" diye bağırdı o. Ses tellerinin acıdığına yemin edebilirdim.

Yüzümü buruşturdum. Bir kez daha setçe vurdum. Geri çekildiğimde adamın(!) yerden kalkamadığını gördüğümde "Bir daha sakın, sakın zorla hiç bir kadına dokunmaya çalışma. Duydun mu beni?! Sakın!"

Arkama döndüğümde masaya doğru ilerledim, kabanımı aldım. Onu hemen yanımda olduğunu hissettiğimde tek kelime etmeden çıkışa doğru ilerledim.

Vale arabamı getirdi. Bindim. Gaza basacağım anda önüme biri atladı ve hızla frene bastık. Öne doğru savrulduğumda irice açılan gözlerim karşımda kollarını iki yana açan kadına değdi.

Uzun uzun baktım. Sertçe yutkunduğumda arabanın önünden çekildi ve yanımdaki kapıyı açıp bindi. Tek kelime etmeyeceğini anladığımda "Ne yapıyorsun?" diye sordum şaşkınlıkla.

Gözlerimin içine baktı. "Sür. Nereye gidiyorsan oraya..."

"İn arabadan." diye kestim sözünü.

"İnmeyeceğim." dedi kendinden emin bir ifadeyle.

Gözlerimi kapatıp derin bir nefes aldım. "Sana in dedim." dedim gözlerimi aralayarak.

"Ben de sana inmeyeceğim!" diye bağırdığında, gözlerinin içine baktım.

"Evime gideceğim." dedim son şansımı deneyerek. "Sorun değil, ben de geleceğim." dedi.

Daha fazla ısrar etmeyecektim. Kendi bilirdi. Önüme dönüp aracı çalıştırdım. O yanındaki camdan akıp giden yolu izledi. Ben de direksiyonu sertçe kavrayarak gaza bastım. Eve gidene kadar tek bir kelime etmedik.

Arabayı evin önünde durdurduğumda hızla indim. Sokak kapısından içeri girdim. Anahtarı deliğe koydum, çevirdim. Kapıyı açtım. Girdim. Kapatmadım. Direkt odama geçtim. Banyoya geçip suyun altına girdim. Elimi yüzüme götürüp sertçe ovaladım.

"Bana inat gidip tanımadığı bir adamla dans ediyor. Bana inat!"

Sertçe dudaklarımın kenarındaki yarayı sildim. Daha da kanadı, acıdı. Acı iyi hissettiriyordu. Dinç hissettiriyordu en azından. Zaten bu aralar en çok ihtiyacım olan şey de buydu.

Banyoda normalinden daha uzun kaldım. Konuşmak istemiyordum, kaçıyordum.

Havluyu belime doladım ve giyinme odama geçtim. İç çamaşırlarımın üstüne siyah bir tişört ve siyah bir eşofman altı giydim.

Daha fazla onu bekletmeden dar holde ilerledim. Antrenin hemen karşısındaki salona girdiğimde sırtı duvara yapışık olan üçlü koltuklardan birinde oturduğunu gördüm.

Işığı açtığımda bakışlarını kaldırıp gözlerime baktı. Uzun uzun bakıştık. Zaten bu aralar yaptığımız tek şey bu olabilirdi.

Sertçe yutkunup bakışlarımı kaçırdım. Hemen karşısındaki berjere oturdum. Sırtımı yasladığımda "Dinliyorum." dedim, gözlerinin içine bakarak.

"Sana söylemiştim." dedi oldukça sakin bir ifadeyle. Neyi? "Kendimi tekrar etmeyi sevmem. Anlamışsındır diye düşündüm. Çünkü işittin, ne kadar kararlı olduğumu gördün. Anlamışsındır diye düşündüm."

"Neden bahsediyorsun? Anlayamıyorum." dedim kaşlarımı çatarak.

Hafifçe öne doğru eğildi. Üzerindeki kabanı çıkarmıştı. Öne eğildiğinde bakışlarım bir anlığına aşağı indi. Hızla yukarı çıkardım tekrardan. Gözlerine baktım. Sertçe yutkundum.

"Aramıza sokacağın üçüncü kişi seni, bende bitirir demiştim." dediğinde bakakaldım. Ayağa kalktı. Avuçlarıyla yüzünü gizledi. Sertçe ovaladı.

"Bu kadar mı bitsin istiyorsun?" dedi, titreyen sesiyle. Cevap vermedim. Sustum. Elini yüzünden indirdi. Masanın üzerindeki süs bibloyu aldı ve arkama doğru sertçe fırlattı. Odanın içinde tok bir ses yankılandı. Ardından parçalara bölünüşü...

"Sana söylüyorum, sana!" Avuçlarını açarak öfkeyle bağırmıştı. "Sağır mısın?! Cevap versene!" Gözlerinden bir yaş aktığından parmaklarını birbirine geçirdi. Yumruğu alnına yaslayıp yüzünü yere eğdi. Omuzları sarsıldığında kalbim parçalara bölündü.

Kısa bir süre sonra avuçlarını gözlerine bastırdı. Ardından elini yüzünden indirip gözlerimin içine baktı. Yalvarırcasına. "Bir şey de."

Ayağa kalktım. "Sadece dans ettik." dedim. Söylediği şeyi kabul edemezdim. Edersem giderdi, biliyordum.

İstediğim neydi ben de bilmiyordum.

Delirmişçesine güldü. Ardından birkaç adım atarak sınırlarımı ihlal etti. Başımı hafifçe eğip gözlerinin içine baktım. "Sevgilim uygun görmez diyebilirdin. Eminim anlayışla karşılardı. Sen ne yaptın? Hemen kabul ettin!" Sesi sertti.

"Eğer müdahale etmeseydin kibarca reddedecektim. Ama sen öyle şeyler söyledin ki her şeyi anlaması an meselesiydi." diye açıklamaya çalıştım.

Bir adım attı. Topuklu ayakkabılarını çıkarmış ve terlik giymemişti. Ayak parmakları çıplak ayak parmaklarıma çarptı. Başını kaldırıp gözlerimin için baktı.

"Seni ben de bitirme. Lütfen." dedi ıslak gözleriyle.

Sertçe yutkundum. "Peki sen? Sen bana inat kalkıp adamla dans ediyorsun." diye fısıldadım.

Avuçlarını kaldırıp kollarıma dokundu. "Tanımıyordum bile." dedi kendini savunmaya çalışarak. Yetersiz bir açıklamaydı.

Yüzümü biraz daha eğdim. "Sorunda bu ya... Tanımıyorsun bile." diye fısıldadım. Gözlerini kapattı. Sol gözünden bir damla yaş aktı. Yüzüm yüzüne çok yakındı. Acıyla öfke dolu sesimle tekrar araladım dudaklarımı. "Gördüm. Sana dokundu. Nasıl izin verirsin buna?"

"İzin vermedim. Geri çekilmeye çalıştım. Kapana kıstırmıştı." dediğinde dudakları titriyordu. Elimi kaldırıp yüzüne dokunmak istedim, çok istedim ama yapamadım. Havada duran ellerimi saçlarımın arasına karıştırıp bir adım geriye gittim.

Kollarımdaki eli kaydı. Gözlerini araladığında başını sola eğdi. Gözlerime baktı. Öyle derin baktı ki gözlerimin dolduğunu hissettim.

"On gün öncesine kadar bile..." Hıçkırdı, sustu. Devam edemedi. "Şimdi uzaklaşıyorsun." Dudaklarını sarkıttı. "Peki, öyle olsun."

Mesaj sesi odanın içini doldurdu.

Bakışlarını benden çekip hemen arkasındaki koltuğun üzerindeki kabanının cebinden telefon çıkardı. Ekranı aydınlattı, gelen mesajı okudu.

Gözlerim kısıldı. "Önemli bir şey mi?" diye sordum.

Omuzlarını silkti. "Kerim yazmış."

"Ne yazmış?" diye sordum. Çıkarken ona hiçbir şey söylememiştim. Belki o söylemişti, bilmiyordum.

"Önemsiz?" diye ısrarla sordum.

"Aycan'a burada olduğumu söylemiş. Aycan'da abimlere Ceydalarda olduğumu söylemiş."

"Yani?" diye sordum anlayamayarak.

"Yanisi sokakta kaldım." dedi öfkeyle bakışlarını telefondan çekip bana çevirerek.

"Sakin ol." dedim sesinin tınısının neden yüksek olduğunu anlayamamıştım. Sakin olsaydı biraz.

Saçlarını geriye attı. Ardından telefonu koltuğun üzerine bıraktı ve kabanını giydi. Kaşlarım çatıldı. "Nereye gideceksin?" diye sordum.

Yüzüme baktı. Hiçbir şey söylemedi. "Bir şey sordum."

"Bende bir şey soruyorum ama bir cevap aldığım yok. Birazda sen cevapsız kal." Konuşurken kaşları havalanmıştı.

Gözlerimi devirdim. "Gidecek yerin yoksa burada kalabilirsin." dedim samimi bir şekilde.

"Gerek yok." dedi.

"Var." diye direttim. "Nereye gideceksin?"

"Otelde kalırım. Bir geceden bir şey olmaz." Telefonu alıp kabanın cebine koydu.

"Burada kalabilirsin." dedim.

"Kalabilirsin?" Ne bekliyordu? Yalvarmamı falan bekliyorsa yanılıyordu.

"Burada kal." dedim, son kez. Düşünüyormuş gibi bakışlarını tavana dikip dudaklarını büktü.

"Çok ısrar ettin." dedi o. Güldüm. Yüzüme baktı. Bakışlarımı kaçırdım. "Olur."

"Efe'nin kaldığı bir oda var. Çarşafları değiştireyim, orada uyu." dediğimde başını salladı. "Ama öncesinde sana bir tişörtle eşofman altı vereyim."

"Teşekkür ederim." dedi mahcupça.

"Teşekkür edilecek bir şey yok." dedim.

"Yine de teşekkür ederim."

Başımı sallayıp salondan çıktım. Giyinme odama geçtim. İç çamaşırı giymediğini bildiğimde, rahatsız olmasın diye ona en bol tişörtlerimden birini çıkardım. Bana bile bol gelen bir tişörttü. Gerçi benim normal tişörtlerim bile ona büyük gelirdi. Siyah tişörtün altına gri, lastikli bir şort çıkardım. Diğerleri uzun gelirdi.

Aldıklarımla birlikte salona döndüğümde aynı yerde oturduğunu gördüm. Beni fark ettiğinde kalktı. Yanına gidip uzattım. "Bunları giyin. Odamda giyinebilirsin. Sen gelene kadar oraya gelmem."

Başını hafifçe sallayıp yanımda geçip salondan çıktı. Bende hole geçip mutfağın hemen karşısındaki odaya girdim. Efe evimde kaldığı zamanlar bu odada uyurdu.

Çarşafları çıkartıp yerine temiz siyah çarşaflar serdim.

Salona geçtiğimde onun giyindiğini gördüm. Alt dudağımı dişlerimin arasına alarak gülüşümü gizlemeye çalıştım. Kötü hissetmesini istemezdim.

Kötü kötü baktı. "Nerede uyuyacağım ben?" diye sordu ters bir ifadeyle.

Dudaklarımı birbirine bastırdım. "Mutfağın karşısındaki odada." dedim başparmağımı arkaya doğru tutarak.

Yanımdan geçtiğinde durdu, gözlerimin içine bakıp "Gülme." dedi kaşlarını kaldırarak.

Başımı salladım. "Gülmem." dedim daha fazla gülerek.

Gözlerini devirip sinirle yanımdan geçip kalacağı odasına girdi. Kapının kapansa sesi kulaklarıma kadar gelmişti.

...

-12.11.2024-

 

Kitap da birine bir soru hakkınız olsaydı; kime, ne sormak isterdiniz?

 

İlerleyen bölümler hakkında düşünceleriniz neler? Sizce ne gibi şeyler yaşanır?

Ya da neyin yaşanmasını isterdiniz?

 

Hangisi?

Azra.

Çınar.

 

 

Hoşça kalın...

Yanımda olan herkese çok teşekkür ederim...

 

Sizi çok seviyorum.

-Senem

 

Loading...
0%