Yeni Üyelik
3.
Bölüm

2. Bölüm: "I Have Never..."

@senemeevren

Yorumlarını ve oylarını es geçmeyin lütfen...



...

Daha önce bu duyguyu iliklerime kadar hissetmiştim; fakat o zaman küçüktüm, şimdiyse 21 yaşında bir genç. Anladım ki kaç yaşında olursan ol, hissedilen acı aynıymış. Ne eksik ne fazla...

Titriyordum. Öyle titriyordum ki her an yere yığılacakmış gibi hissediyordum. Karşımda abim vardı; oysa evde uyuyor olması gerekmez miydi? "Baba," diye korkuyla mırıldandığımda, abim bana doğru konuşarak yürüdü. "Hayır, hayır yanlış anladın, abim."

Ellerini kolumda hissettiğimde, başımı göğsüne koydu. "Sen niye buradasın?" diye sorduğunda başımı göğsünden çekip yüzüne baktım. "Yasemin'in yanında olmam gerekti." diye açıklama yaptım. Sonra ekledim: "Neden buradasın?"

Bakışlarını Yasemin'e çevirdiğinde, "Annesini hastaneye ben getirdim." dedi. "Sen mi?" diye sordum. Bakışlarını Yasemin'den çekmedi ve dudakları aralandı. "Evet, onu yolda buldum. Yerde yatıyordu. Şu an durumu iyi..." Bakışlarını tekrar bana döndürdü. "Siz nereden tanışıyorsunuz?" diye sordu.

Yasemin'e baktım, abime bakıyordu; gözlerinde adlandıramadığım bir duygu vardı. "Bu sabah tanıştık. Zaten sende biliyorsundur, komşumuz. Partide beraber şarkı söyledik. Alelacele buraya gelince yanında olmak istedim."

Bakışlarını son kez Yasemin'e çevirerek "Geçmiş olsun." dedi. Yasemin, yoğun bakımın önünde duran Çınar'a doğru ilerlerken "Gidelim, geç oldu." dedi abim. "Gitmeden önce onunla bir konuşayım." dedim. "Bekliyorum."

Yoğun bakıma doğru ilerlerken dışarıdan göründükleri hâle baktım; darmadağınlardı. Yanlarına vardığımda ikisinin de bakışları bana döndü. "Şimdi benim gitmem gerekiyor." Derin bir nefes çektim. "Kardelen Hanım, o odadan çıkacak. Benim bundan şüphem yok."

Yasemin'e doğru ilerledim, sarıldım. Kulağına doğru "İyileşecek." diye fısıldayıp, ondan ayrılarak abimin yanına döndüm. Koridordan çıkarken son bir kez daha dönüp baktım. Çınar'la göz göze geldiğimizde, destek verircesine gözlerimi kapatıp açtım.

Hastaneden çıktıktan sonra abimin arabasına doğru ilerledik. Yolcu koltuğuna oturduğumda, arabayı çalıştırıp eve doğru sürmeye başladı. Araba hızlı bir şekilde eve doğru ilerlerken, yanımdaki camdan dışarıyı izliyordum. Abim "Bu konuyu evde açmayalım, Azra." dediğinde, bakışlarım ona döndü. Başımı ağır ağır hareket ettirdim.

Yol boyunca bir daha hiç konuşmadık. Eve geldiğimizde babam uyuyordu. Odama girdikten sonra kıyafetlerimi çıkarttım, yatağa geçip kendimi uykunun kollarına bıraktım.

Birinci gün sabahı yani perşembe günü kalktığımızda, babam ile abim işe gitmişlerdi. O gün akşama kadar Aycan'ı dinlemiştim. Ve gerçekten artık bıkmıştım. Sabah uyandığında, kahvaltıda, bahçede oturduğumuzda, hatta gece yatarken bile anlatmıştı. Durmadan aynı şeyi tekrar ediyordu. "Erkeklerden nefret ediyorum! En çok da o şerefsizden!" Onun bırakıp Yasemin'le gittiğimde, Efe diye bir çocuk, sırf bir kız yakasını bıraksın diye, Aycan'ı çekip öpmüş ve Aycan'dan tokat yemiş. Sonra Aycan, Damla'dan öğrenmiş ki; Efe'yle Damla teyze çocuklarıymış.

İkinci günün sabahı ailecek bir kahvaltı yapmıştık. Babam sonrasında holdinge gideceğini söyleyerek evden çıkmıştı. Sonrasında abim bize sürprizini göstermişti. Salonun sağındaki oda yani merdivenin altında kalan boşluktaki odayı bir kütüphaneye çevirmişti. İkimiz de kitap okumayı çok sevdiğimizden oldukça fazla bir tepki vermiştik. Bütün gün bahçede oturup konuşmuştuk. Kardelen Hanım hastaneden taburcu edilmişti. Fakat bahçede Yasemin'den başka kimseyi görememiştim. Kerim ise doğum gününden sonra oldukça içene kapanmıştı. Sebebini sormak istiyordum fakat ters bir tepki almaktan korkuyordum.

O günün akşamında öyle bir rezil olmuştuk ki... Uyumak için odama gittiğimde yatağımın sağ tarafına uzanmıştım. Birdenbire içime gelen o şeye gözlerimi devirmiştim; ama ne olduysa bilmiyorum, telefonu elime almıştım ve İnstagram'ın arama çubuğuna Çınar Yıldırım yazıvermiştim. Profiline tıkladıktan sonra gezinmeye başlamıştım. Dört tane fotoğraf paylaşmıştı.

İki tanesi, üstü açık bir arabada şoför koltuğuna oturmuş gülerek yola bakıyordu. Ama habersiz çekilmediği ortadaydı. Bir tanesinde de lüks bir arabanın önünde ayakta durmuş, elindeki malta köpeğini öperek poz vermişti. En son paylaştığı fotoğraf ise en iyisiydi. Bulunduğu bir mekânın lavabosunda çekmişti. Üzerinde siyah bir takım elbise vardı, kravat falan takmamış, hatta üsten iki düğmesini açık bırakmıştı. Gözlerindeyse oval, kenarları siyah olan bir gözlük vardı. Elindeki telefonu aynaya tutmuş, öbür elini pantolonunun cebine sokarak poz vermişti. Gerçekten de güzel bir fotoğraftı.

Ben son fotoğrafa bakarken Aycan'ın odaya girmişti, fakat ben odaya girdiğini elimden telefonu çektiğinde fark etmiştim. Elimden telefonu çekerken yanlışlıkla o fotoğrafı beğenmişti. Telefonu elinden aldığımda hemen beğeniyi çekmiştim. Aycan "Kızım mal mısın? Öyle daha fazla dikkat çeker." demişti. Peşine vereceğimi anladığındaysa hemen odasına koşmuş, kapıyı kilitlemişti.

Üçüncü günün sabahında Yasemin ve tanımadığım bir çocuk bahçedeydi. Yanlarına doğru ilerlediğimde, Yasemin ve yanındaki çocuğun bakışları bana dönmüştü. Ve o gün anlayamadığım bir tepkiyle karşılaşmıştım. Yasemin koltuktan kalkıp yanıma gelmişti. "Lütfen, bir daha buraya gelme." demişti. Hiçbir tepki verememiştim. Eve döndüğümde ise hiçbir şey belli etmemiştim. Bu durumu çok takmamaya çalışmıştım.

O günü akşamındaysa Aycan'la odamdaki balkonda oturuyorduk. Önümüzdeki manzara gerçekten de olağanüstüydü. Gözümüzün önüne büyük bir yeşillik serilmişti. Aycan'a Damla'dan bir mesaj gelmişti:

"Doğum günümü o gün kutlayamadığımızdan bizimkilerle konuştuk, yarın kendi aramızda bir şeyler yapacağız. Azra'ya söyle, gelmenizi çok isterim. Konumu atarım."

Gülmüştüm. Çünkü kesin Aycan'ın Efe'yi görmeye tahammül edeceğini düşünmüştüm; fakat o tam tersi, gitmek istediğini söylemişti.

Dördüncü gün yani bugün yoldaydık. Sabah kahvaltı yaptıktan sonra hemen bir AVM'ye girerek hediye almıştık. Şu andaysa Damla'nın bize attığı konumu yanımda arabayı süren Kerim'e gösteriyordum. Arabayı sürmeye başladığında arka koltuktan bana doğru eğilen Aycan "Hediye yanında değil mi?" diye sordu, endişeyle. "Yanımda, yanımda." diye cevap verdim.

Üzerimde mint yeşili, sıfır kollu, vatkalı beli lastikli bir takım vardı. Beyaz bir spor ayakkabı ve A harfli, her zamanki kolyemi takmıştım. Saçlarımı da açık bırakmıştım.

Bakışlarımı Kerim'e çevirdiğimde, "Bir sorun mu var? Kaç gündür bir sessizsin, yoksun ortalarda." dedim, merakla. "Yok, yok bir sorun." diye cevap verdiğinde gözlerimi devirdim. "Var işte belli..." Sözümü keserek "Yok, valla yok bir şeyim. Hem ne olabilir ki?" dedi, sakince.

"Peki, akşama kadar bizimi bekleyeceksin?" diye sorduğumda, gülerek "Niye sizi bekliyim, kızım. Gezeceğim bende." diye cevap verdi. O sıra Aycan "Sende gelsene," diye söylediğinde başımı salladım. "Aynen, sende gelsene," diye Aycan'a katıldım. "Yok, rahatsızlık vermek istemem." dedi sadece.

Araba yavaşlayarak durduğunda geldiğimizi anladım. Arabadan indik, eve doğru ilerlerken Kerim'e döndüm. "Eğer içeri girmezsen buradan başka hiçbir yere gidemezsin!" diye tehdit ettim. "Peki, buradayım, size iyi eğlenceler." dediğinde, tehdidimin bir işe yaramadığını anladım.

Aycan'ın koluna girerek sokak kapısından içeri girdim. Taş kaplı olan birkaç merdivenden çıktıktan sonra zile bastık. Yaklaşık kırk saniye sonra ev kapısı açıldı, Çınar açmıştı. "Hoş geldiniz." dediğinde, ben gülümsedim. Aycan ise "Hoş bulduk." diye cevapladı ve içeri girdi.

Çınar'a baktım. O da bana baktı. "Kapıda bir arkadaşım var. Ona gelmesini söyledim ama rahatsızlık vermek istemem, dedi. Eğer onunla konuşursan..." Ayakkabılarını giymeye başladığında sustum. "Hadi gidelim." dediğinde, gülümsemiştim. Kapıyı kapatıp, çıktığım merdivenlerden tekrar inip sokak kapısını açtım. Arabaya doğru ilerlerken bizi fark etmemişti.

Çınar eğilip tam cama tıklatırken duraksadı. Gözleri yavaş yavaş kısılırken "Kerim," diye mırıldandı. Onu nereden tanıdığını düşünürken, kapıyı açtı. Kerim hayretle bana bakarken, bakışları ağır ağır Çınar'a döndü. "Kerim, sen misin lan?" dediğinde, durumu anlamaya çalışıyordum. Çınar Kerim'in yüzünü daha fazla incelerken Kerim, arabadan indi. Çınar hızla Kerim'i çekip sarıldığında, aralarındaki bağı çözmeye çalışıyordum.

"Kardeşim." dedi Çınar, tüm içtenliğiyle. Kerim'e baktım, utanıyor muydu? "Rahatsız olacağımızı düşünmüş birde." diye söylendi Çınar. Çınar da Kerim'in uzaklığını fark etmiş olacak ki, kollarını çekip yüzüne baktı. "Oğlum benim, Çınar. Tanımadın mı?" Kerim hafifçe kıkırdadığında, Çınar yine çekip sarıldı. Kerim'in dudakları aralandı. "Hiç değişmemişsin." dedi, muzip bir şekilde. Çınar "Ne sandın..."dediğinde, lafını böldüm. "Burada mı hasret gidereceksiniz?" dedim, alayla.

Ayrıldıklarında Çınar'ın eli Kerim'in omuzlarındaydı. "Doğru, hadi içeri geçelim." dedi Çınar. Kerim "Aslında..." diye söze girdiğinde, Çınar "Uzatmayalım, geleceksin." diye lafını böldü. Kerim başını ağır ağır salladığında, eve doğru ilerliyorduk. "Nereden tanışıyorsunuz?" diye sordum. Çınar'ın bakışları bana döndüğünde, "Çok önceden, yıllar önce." diye cevapladı.

"Oğlum, geçen hafta basketbol oynarken görmüştüm seni. Sen misin, diye baktım ama anlayamadım." dediğinde, zile basan elim duraksadı. Bahsettiği güne gittim. O gün bana baktığını sanıyordum. Hâlbuki Kerim'e bakıyormuş. Zile bastım. Bana baktığını düşündüğüm diğer anlarda... Söylediği şeyi düşünmemeye çalıştım.

Kapı açılmadan Damla'nın sesi geldi. "Nereye kayboldunuz?" Kapı açıldı. Damla "İnsan bir haber verir." dediğinde, mahcup bir şekilde "Kerim'i çağırmaya gittik de." dedim. "Kerim?" dedi, sorarcasına. "Damla hadi, içeride konuşuruz." dedi Çınar. Çınar içeri girdiğinde, Kerim elini öne uzattı ve "Kerim benim." dedi. Damla elini sıktığında, Kerim'in birkaç kez yutkunduğuna şahit oldum. "Damla bende. Memnun oldum."

Kerim elini çektiğinde, iki elini birbirine sürterek içeri girdi. Damla kollarını açarak "Hoş geldin." dedi. Birkaç adım atarak ona sarıldıktan sonra "Hoş buldum." dedim ve kapıdan içeri girdim.

Kapının hemen sağından bir portmanto vardı. Kapının hemen karşısındaki salonu görebiliyordum. Çantamı portmantoya asarak içeri doğru ilerledim. Tek katlı bir evdi. Hem sağ hem sol tarafta uzun bir koridor vardı. Tam ortadaysa salon vardı. Bir kaç merdiven indikten sonra "Bahçedeler." dedi Damla. Salonun sonundaki geniş kapıyı görebiliyordum. O kapıdan geçerek bahçeye çıktığımızda, hepsinin bakışları bize döndü.

Bahçe oldukça büyüktü. Havuz tam ortadaydı. Sağ tarafta küçük bir basket alanı vardı. Sol taraf ise yemek masası.

Can ve o gün Yasemin'in yanında gördüğüm çocuk ayağa kalktıklarında, Can ile tokalaştım, tanımadığım çocuk... Efe... Bakışlarımı Aycan'a çevirdikten sonra güldüm. Elimi Efe denen çocuğa uzattıktan sonra "Efe." diye tanıttı kendini. "Azra bende."

Can, Damla ve Kerim havuza doğru bakan üçlü koltukta oturuyorlardı. En solda Can, ortada Kerim, yanında da Damla oturuyordu.

Havuza yüzü dönük olan üçlü koltuğun sağ çaprazındaysa ikili koltuk vardı. Denize yakın olan tarafta Aycan, Damla'ya yakın olan taraftaysa Çınar oturuyordu. Bu iki koltuğun tam karşısındaysa iki tane tekli koltuk vardı. Denize yakın olan, sağ tarafta ben; Can'a yakın olan, sol tarafımdaysa Efe oturuyordu.

Can; 26 yaşlarında, bir seksen üç boylarında, kahverengi gözlü bir adamdı. Uzun, kestane rengi saçlarını arkadan bağlamıştı. Aynı renk uzun sakalları vardı. Beyaz tenli olduğu belliydi, fakat güneşten teninin rengi değişmişti. Fazlasıyla da yapılı biriydi.

Efe; 25 yaşlarında, bir seksen sekiz boylarında, kahverengi saçlı, kahverengi gözlü, sakalsız bir adamdı. Yaşının aksine genç duruyordu.

"Nereden tanıştığını söylemediniz." dedim, merakla. Çınar bakışlarını Kerim'e çevirdi. "Yıllar önce yedi yaşlarımda falan. Çok iyi anlaşırdık, kardeştik." dedi Çınar. Sonra Kerim dudaklarını araladı. "Annemle babam onların evinde çalışıyordu. Beraberdik yani hep. Bir gün başka bir şehre taşınınca bir daha haberleşemedik." Can kulağıyla anlattıklarını dinliyorduk.

"Onca yıl geçmiş, nasıl hemen tanıdın?" diye sordum Çınar'a. Bakışlarını bana çevirdiğinde, "Hiç unutmamıştım. Kardeşimdi." dedi, düz bir sesle.

"Her neyse, ben açım." dedi, yanımda oturan Efe. "Ne zaman toksun ki." dedi Damla, alayla. Efe Çınar'a dönerek "Amcaoğlu şu kıza de, bıraksın yakamı artık." dediğinde, Aycan kıkırdadı. "Sipariş mi verelim yoksa biz mi yapalım?" diye sordu Çınar. "Bence uğraşmayalım." dedi, uzun zamandır sessizliğini koruyan Can.

Sipariş vermeye karar verdiklerinden yaklaşık yarım saat sonra pizzalar gelmişti. Pizzaları yedikten sonra herkes eski yerine oturmuştu. On dakikadır birbirimizi izliyorduk. Aramızdaki sessizliği Damla bozmuştu. "Hadi oyun oynayalım."

Efe "Ne oyunu ya," diye ona takıldığında, Damla öfkeli bakışlarını gönderdi. "Benim doğum günüm için toplandık, hatırlatırım." dediğinde, Efe alaylı bir kahkaha patlattı. "Geçti canım o," dedi Efe, muzip bir ifadeyle. Aslında birbirlerine uğraştıkları belliydi. "Yine başladınız," dedi Çınar. "Ne oynayalım, söyle." diye devam etti.

Damla düşünmeye başladığında aslında bende oyun oynamak istemediğimi fark ettim. Bakışlarımı Damla'nın yanında oturan Kerim'e çevirdim. Sanki çok rahatsızdı. Elleri hiç durmuyordu; ya tırnaklarıyla uğraşıyordu ya da ensesini kaşıyordu.

Can "Kaçıncı sınıfsın?" diye sordu bana. Bakışlarımı ona çevirdiğimde, "Son sınıf," diye cevapladım. "Mimarlık mı okuyorsun?" diye sorduğunda, şaşırmıştım. "Nasıl anladın?" diye sordum, tedirginlikle. "Bilmem, öyle bir havan var. Hem benim hislerim kuvvetlidir." diye cevap verdi. "Biliyor musun? Çınar da mimarlık okudu, hatta yüksek lisans bile yaptı." dediğinde, bakışlarımı Çınar'a çevirdim. Can'a bakıyordu. "Öyle mi?" diye sorduğumda, bakışları bana döndü.

Başını ağır ağır hareket ettirdiğinde, birkaç kez yutkundu. "Evet." dedi sadece. Bu konu onu neden bu kadar germişti? Aycan "Öyleyse bir gün Azra'nın çizimlerine bakarsın." dediğinde, Çınar'ın bakışları yanında oturan Aycan'a dönmüştü. "Olur, olur tabii." dediğinde, Can söze atladı. "Ne zaman müsaitsin?" Bakışlarımı Can'a çevirdiğimde, gülümsediğini fark ettim. Ne yapıyordu bu adam? Gerçekten anlayamıyordum.

"Yarın olur. Tabii uygunsa senin için de." dedi Çınar. Gözlerimi kapatıp, kaşlarımı havaya kaldırdığımda, Çınar'a döndüm. Başımı ağır ağır salladığımda, "Olur. Haberleşiriz." dedim. Damla "Buldum." diye yüksek sesle birden konuşunca, irkildim. Bakışlarımız Damla'ya çevrildiğinde, "Ne oynayacağımızı buldum. I have never..."

On dakika sonra ortadaki sehpanın etrafında oturmuştuk. Altımızda minder vardı. Saat sekiz buçuğa geliyordu. Hepimizin önünde shot bardakları vardı. Oyun şuydu: İçimizden biri daha önce yapmadığı bir şeyi söyleyecekti. Eğer dediği şeyi yaptıysak, önümüzde duran votkadan içecektik.

Damla "Başlıyorum." dedi, heyecanla. "Ben hiç..." duraksadı. Düşünmek ister gibi bakışlarını bardağa çevirdi. "Ben hiç birini stalklamadım." Bakışlarım bardakta takılı kaldı. Yapmıştım ve üzerinden daha bir hafta geçmemişti. Yaptığım kişiyle aramda sadece bir kişi vardı.

Bardağa uzanan ilk kişi Kerim'di. Daha sonra Can, Efe ve Aycan uzandı önündeki bardaklara. Elim ağır ağır bardağa uzandığında shot bardağını fondip yaptım. Sırtımı dikleştirdiğimde, kahverengi saçlarımı kulaklarımın arkasına sıkıştırdım. Herkesin üzerinde bir gerginlik vardı.

Benim dışımdaki tüm bakışlar Çınar'a döndü. Bakışlarım önümdeki bardaktaydı. "Saçmalama, yapmışsındır." dedi Efe, inanmayarak. Çınar "Yalan mı söyleyeceğim? Yapmadım." dedi, hayretle.

"Peki," dedi Damla. Sonra yüzü yanında oturan Kerim'e çevirdi. "Sıra Kerim'de." dediğinde, Kerim'de yüzünü Damla'ya çevirdi. Bakışları Damla'nın yüzünde takıldı. Öyle bir bakıyordu ki, ben bile ne yapıyor bu adam diye sordum kendime. Sanki nutku tutulmuştu. Yutkundu sonra dudakları aralandı. Damla boynunu kaşıyarak bakışlarını masaya çevirdi. "Ben... Daha önce hiç sevgilim olmadı."

Benim dışındaki tüm bakışlarda şaşkınlık vardı. Damla hâlâ masaya bakıyordu. Az önceki olayın etkisinden çıkamamıştı. "Hiç mi?" diye sordu Çınar. "Hiç." diye cevapladı Kerim. Çınar "Onun için mi?" diye sorduğunda, herkes ne olduğunu sorguluyordu. Kerim öfkeli bakışlarını Çınar'a gönderdiğinde, "Hayır." dedi, uyarıcı bir tonlamayla.

Konuyu daha fazla uzatmayarak herkes oyuna döndü. Bardağa ilk uzanan kişiler sağımda oturan Aycan ve solumda oturan Efe'ydi. Birbirlerine bakarken shot bardağını fondip yaptılar. Can ve Damla da bardağa uzandığında, bakışlarım Aycan'ın sağında oturan Çınar'a döndü. Onunda bardağa uzandığını gördüğümde, içimde daha önce hiç karşılaşmadığım, şimdiyse adlandıramadığım o duyguyla tanıştım. Yutkunurken saçlarımı omuzlarımdan arkaya attım.

Aycan dışında tüm şaşkın bakışlar bana döndüğünde, ne oldu der gibi baktım. "Yeme bizi," dedi, solumda oturan Efe. Aycan "Maalesef ki doğru." dediğinde, öfkeli bakışlarımı ona çevirdim. Damla "Emin misin?" diye sorduğunda, güldüm. "Ne abarttınız." dedim, bıkkınlıkla. Efe "Ne abartması be. Kaç yaşındasın sen?" diye sorduğunda, "Yaşla ne alakası var?" diye karşılık verdim hemen. Bakışlarımı Çınar'a çevirdiğimde o da şaşkınlıkla bana bakıyordu.

"Gerçekten de ne çok abarttınız." dedi Can, minnettar bakışlarımı yolladım ona. Sıra Can'a geçtiğinde "Ben hiç..." duraksadı ya da düşündü. Dudakları alayla iki yana kıvrıldığında konuşmaya devam etti. "Daha önce hiç, bir ay boyunca sevgilim olmadığı, oldu."

Kimse bardağa uzanmıyordu. Can "Çınar." dedi, uyarılı bi' tonlamayla. Çınar ona her nasıl bakmışsa "Bilmesem inanacağım." dedi Can. "Oğlum onlara sevgilimdi, diyemeyiz ki." dedi Çınar. Bakışlarımı Çınar'a çevirdim. Bu konu hakkında bu kadar rahat konuşmaları kendimi kötü hissettirmişti.

"Doğru, üç günden fazla biriyle birlikte kalamıyorsun." dediğinde, kaşlarım hayretle havaya kalktı. Bakışları bana dokunduğunda, bakışlarını kaçıran taraf ben değil, o olmuştu. Duruşunu dikleştirdi ve daha fazla uzatmayarak shot bardağını fondip yaptı. İçimdeki tanımadığım o duygu daha arttı. Bir duygu nasıl kontrol dahi edilemezdi.

Efe "Sıra bana geldi." dedi. Bakışlarım ellerime gittiğinde, parmaklarımla tırnak kenarlarındaki etimi parçaladığımı fark ettim. "Ben hiç birine gerçekten âşık olmadım." dediğinde, derin bir sessizliğin içine hapsoldum sanki.

Ben de olmamıştım. Peki, oluyor muydum? Başımı kendine gel dercesine sallarken bakışlarımız kesişti. Sertçe yutkunurken bu sefer bakışlarını kaçıran taraf ben olmuştum. Derin bir nefes aldım. Ortam fazlasıyla sessizleşmişti. Gerçekten bu oyun bizi germekten başka hiçbir şeye neden olmamıştı.

Kimse bardağa uzanmazken Kerim masaya doğru hareket etti ve önündeki shot bardağını kafasına dikti. Yanımda oturan Efe yine bir yorumda bulundu: "Daha önce bir sevgilin olmadı ve birine gerçekten âşık oldun." dedi, sorar gibi. Kerim bardağı masaya bıraktığında "Evet." dedi, keskin bir sesle. Uzatmak istemediği ortadaydı. Bardağa kimse uzanmadı.

Görünmez bir el uzandı bardağa. O kişi bile o elin uzandığının farkında değildi.

Sıra bana gelmişti ve ben daha ne söyleyeceğimi düşünememiştim. "Sen devam et, Aycan. En son ben söylerim. Şu an aklıma bir şey gelmiyor da." dediğimde, hay hay der gibi başını salladı ve dudakları aralandı. Galiba çoktan ne söyleyeceğini ayarlamıştı.

"Ben hiç eski sevgilimi atlatabilmek için bir başkasını zorla öpmedim." dedi, tek nefeste. Gülmeye başladığımda, alayla Efe'ye döndüm. "Çok pis bir goldü. İkizim diye demiyorum, sever böyle yapmayı." dediğimde, tabii ki bardağa sadece Efe uzanmıştı. Herkes alayla Efe'ye gülerken ortamın gerginliği bir anda uçmuştu sanki.

Aycan'a döndüm ve sağ gözümü kırptım. Tüm bakışlar Çınar'a dönerken Çınar aramızdaki o gergin ortamı tekrar getirecek o cümleyi tek nefeste kurdu.

"Ben hiç bir arkadaşıma ihanet etmedim!" dedi.

Kimse bardağa uzanmadı. Çınar'ın bakışları masadaydı, dudaklarındaysa alaylı bir ifade vardı. Sıra bana gelmişti. Düşünmeye başladım. "Ben daha önce hiç sürücü koltuğuna oturmadım." dedim. Anlamıyormuş gibi bana baktıklarında, Çınar "Sürmek anlamında mı?" diye sordu şaşkınlıkla. Başımı olumsuz anlamda sallarken "Yok, oturmadım, daha doğrusu oturamadım." dediğimde, Efe "Sebep?" diye sordu hemen ardımdan. "O da bana kalsın. Belki de günü geldiğinde anlatırım." diye cevap verdim.

Herkes önündeki shot bardağını fondip yaptı. Oyunun sonunda en az içen ben olmuştum En fazla içende Efe'ydi. Evden çıkana kadar "Resmen sadece ben içeyim diye düşünmüş." diye söylendi Aycan'a. Bir müddet daha oturup konuştuk. O arada telefon numaralarımızı da birbirimize verdik. Aycan'la birlikte Damla'ya kolyeyi verdiğimizde çok beğendiğini dile getirmişti.

Kelebek figürlü bir kolyeydi. Lacivert rengi kelebeğin zincirleri bakırdı. Dışarıdan bakıldığında gayet hoş bir kolyeydi. Bence Damla'yı da simgeleyen bir kolyeydi.

Evden çıkarken Çınar "Yarın görüşürüz. Haberleşiriz." demişti. Yarın yine bu eve gelecektim. Hangi ara ayarlanmıştı anlayamamıştım bile. Damla, Can ve Efe de bizimle çıkmışlardı. Damla ve Can başka yollara girerken, Efe'yse bizim siteye girmişti. Yasemin'de kalıyor olmalıydı.

Eve vardığımızda saat neredeyse gece on ikiye geliyordu. Kapıdan içeri girdiğimizde Kerimi kolundan tuttum. "Biraz konuşalım mı?" diye sordum. Başını olumlu anlamda sallarken, Aycan "Size iyi geceler, ben güzellik uykuma gider." dedi ve merdivenleri tırmanarak odasına gitti.

Biz salondan bahçeye çıktık ve havuzun yanındaki koltuğa oturduk. Karşıdaki ışıklı havuz gözlerimi almıştı. Yasemin'i gördüm, tek başına bahçede oturuyordu. Solumda oturan Kerim'e döndüm. Dirseklerini dizine yaslamış, hafif eğilmiş bir şekilde ileriye bakıyordu. Yumruk yaptığı sağ elini, sol avunun içine koyduğunda, o elini de çenesinin altına koymuştu. "Neler oluyor?" diye sordum. "Neymiş olan?" diye karşılık verdiğinde, gözlerimi devirdim.

"Neyden bahsettiğimi gayet iyi biliyorsun." Bakışları bana döndüğünde "Gerçekten şu an neyden bahsettiğinle alakalı hiçbir fikrim yok." dedi, bıkkın bir sesle. "Peki," dedim, kabul edercesine. "Damla'ya karşı ne hissediyorsun?" diye devam ettim. Bakışları bana dönmedi, hâlâ Yasemin'in oturduğu tarafa bakıyordu. Cevap vermeyince koluna dokundum. Bakışlarını bana çevirdiğinde, gözlerinin dolu olduğu fark ettim. Bu duruma şaşırsam da belli etmedim.

"Eğer konuşmak istemezsen, konuşmayalım. Zorlamak istemem..." Cümlemi çatlayan sesiyle böldüğünde elim hâlâ kolundaydı. "Yedi yaşındaydım, o da beş yaşındaydı. Küçücüktük. Onu gördüm ve sevdim. Öylesine bir şey değildi. Bunu bilen tek kişi Çınar'dı. Birkaç ay sonra memlekete dönerken, aklımda sadece o vardı. Sadece o. Onu bir daha göremeyecek olmak." Sustuğunda bakışlarını yine karşıya çevirdi.

"Peki, şu an aklında ne var?" diye sordum. "O karşında..." Nasıl devam edeceğimi bilemediğimden sustum. Gözlerimi bir an bile kırmadan ona bakıyordum, dudakları aralandı.

"Geçen hafta sizi o mekândan almaya geldiğimde onunla çarpıştık. Gözlerini gördüğümde kalbim deli gibi atmaya başlamıştı. Onun verdiği tepki ise sadece kusura bakma demek oldu. Hatırlamadı. Oysa buraya tekrar taşınacağımızı öğrendiğimde, aklıma sadece o gelmişti. Sadece o... Onu bir daha görebilecek olmam." Bakışlarımı onun çevirdiği tarafa çevirdiğimde, Yasemin'le göz göze geldik.

Yasemini görmezden gelerek, "Onu unutamadın ve bir daha başka birine o şekilde hissedemedin." dedim, Kerim'e. Hafifçe başını salladığını hissettiğimde "Ama onun yanında çok fazla heyecanlanıyorsun. Ben bile fark ettiysem, o kesin fark etmiştir. Ki bence fark etti bile. Fakat bu sadece senden kaçmasına neden olur. Duygularını biraz bastırman gerek."

"Başka türlüsünü bilmiyorum." dedi, çaresizce. Ona doğru kaydığımda, destek verircesine başımı omzuna yasladım. "Eminim ki bu sevgin karşılıksız kalmayacak. Sen sevilmeyecek bir adam değilsin. Aksine sevilecek bir adamsın."

Birden ayağa kalktığında sanki başım boşluğa düşmüştü. "Hadi, ben yatayım artık. Sana da iyi geceler." dedi ve arkasına döndü, durdu ve tekrar bana döndü. Bana doğru geldiğinde, boynuma sarıldı ve "Çok teşekkür ederim. Sen çok iyi bir arkadaş, dost, hatta kardeşsin." dedi.

...


Loading...
0%