Yeni Üyelik
4.
Bölüm

3. Bölüm: “İzmirli...”

@senemeevren

Yorum yapmayı ve oy vermeyi lütfen unutmayın


Akın Adalı'nın güncesinden...

07.02.2011

Oradaydı, orada. Eminim ya da değilim, bilmiyorum; fakat bugün onun orada olma ihtimali bile beni bir ihanete sürüklüyordu. Aklım bu ihaneti itiyor; fakat kalbim bu ihaneti deli gibi çekiyordu. Utanıyorum, çok utanıyorum. Anne, ben senden utanıyorum.

Onu gerçekten görmüş olsaydım, ne yapardım? Gerçekten ne yapardım? Kollarıma mı alırdım; yoksa iter miydim? Elbet bir gün karşılaşacağız, yüzleşeceğiz; ama anne sana söz, senden ne kadar utansam da sana ihanet etmeyeceğim!

Tarih bu günü unutmasın; çünkü ben verdiğim bu sözü unutmayacağım!



 

Yasemin Yıldırım'ın güncesinden...

07.02.2011

Onu gördüm, ben bugün onu gördüm. Yıllar sonra onu gördüm. Yanında bir kadın vardı. Sevgilisi miydi?

Peki, bu ihtimal benim canımı neden bu kadar yakıyordu? Kalbimi neden bu kadar acıtıyordu? O an hissetmem gereken bunlar değildi!

Kendime mi kızgınım; yoksa ona mı? Babama ettiğim ihanete mi? Onun bana ettiği ihanete mi?

Ortada bir ihanet vardı. Onunkini ihanet diye adlandıramam. Peki ya benim ki? İhanet miydi? Oysa ben bugün sırf ihanet etmemek için yüzleşmemiştim.

Peki, onu gördüğüm için, sadece gördüğüm için atan kalbim, babama ihanet etmiş olabilir miydi?



...

Kardeş, anne veya babadan en az birinin ortak olduğu kişilerin birbirilerine göre verilen ismidir. Kardeşler erkek ya da kız olabilirler. Kardeş kelimesi genellikle böyle tanımlanır.

Dün gece fark ettim ki bir insan başka bir insana kardeş diyebilmesi için kan bağına ihtiyaç olmadığıydı. Kerim'in hiç kardeşi yoktu ve kardeşi oldum. Benim bir abim vardı ve yine de o, benim abim oldu.

Alarmımın sesini duyduğumda "Sus!" diye bağırdım. "Yok öyle bir şey. Kalk artık. Saat on bire geliyor. Açlıktan öleceğim." diye söylenmeye devam etti. "Off, sen git ye işte, uyuyacağım ben." dedim, uyumaya devam ederek. Kurduğu cümle bilincimin tamamen açılmasına neden olmuştu. "Sen bugün Çınar'la buluşmayacak mıydın?"

Gözlerimi açtım. Dizlerinin üzerinde, kafamın dibindeydi. "Öyle miydi?" diye saçma bir soru sordum, uykulu bir sesle. Başını olumlu anlamda hareket ettirdi. Yataktan kalktığında "Aşağı iniyorum. On beş dakikan var, ona göre." dedi ve odamdan çıktı.

Yatakta biraz esneme hareketleri yaptıktan sonra banyoya girip elimi yüzümü yıkadım. Giyinme odasına geçtim. Seçtiklerimi üzerime giyindiğimde aynanın karşısına geçtim. Üzerimde kot, V yaka, şort bir tulum vardı. Sıfır kollu, yaka kısmı fırfırlı bir tulumdu. Belimde tulumun kumaşından bir kemer vardı. Ayaklarıma siyah bir stiletto giydim.

Odama geçip makyaj masasına oturdum. Saçlarımı biraz taradım, sonra biraz makyaj yapıp, boynumdaki annemden bana kalan o kolyeyi elimle kontrol ettim. Yatağımın arkasındaki dolabın üzerinde duran telefonumu elime aldım.


Odamdan çıktıktan sonra bahçeye indim. Aycan mutfağın önündeki masada oturmuş, kahvaltı yapıyordu. Tam karşısındaki sandalyeye oturduğumda, bakışları bana döndü. İrice açılmış gözlerle bana bakarken "Ne oldu?" diye sordum. Elindeki boyozu ısırdıktan sonra başını olumsuz anlamda salladı ve "Yok bir şey." dedi, imalı bir sesle.

Gözlerimi devirdiğimde "Sadece duamın bu kadar çabuk kabul olmasına şaşırdım." diye devam etti alayla. "Ne duası?" diye sordum, hemen ardından. "Hiç öyle..." diye geçiştirdi. Bu konunun üzerinde durmadım. "E, nasıl gideceksin?" diye sordu. Bilmem dercesine dudaklarımı büzdüm. "Kerim evde mi?" Ağzındakileri çiğnemeye devam ederken başını olumlu anlamda salladı. "Öyleyse o götürür." dedim.

Doyduğumda ayağa kaktım ve Aycan'ın arkasında duran mutfak kapısına doğru ilerledim. Hava oldukça sıcaktı. Kapıdan içeri girerken Aycan "Stiletto..." diye mırıldandı kendi kendine. Arkama döndüğümde bakışlarımı ona çevirdim. "Cidden baydın." dedim, bıkkın bir ifadeyle. Alayla güldüğünde ona arkamı döndüm ve mutfağa girdim. Deniz ablayla Kerim masada oturuyorlardı.

Deniz abla arkasına dönerek "Günaydın." dedi. Tebessüm ettim. Masanın başında Deniz abla, sol çaprazındaysa Kerim oturuyordu. Kerim'in karşısına oturdum. "Kerim, müsaitsen beni bir yere götürür müsün?" diye sordum.

Bakışlarını masadan çekip bana çevirdiğinde, gözlerinde tuhaf bir duyguyla karşılaştım. Utanıyor olamazdı, değil mi? Dün gece ona fazla gelmiş olabilirdi fakat hafiflediği de ortadaydı. Eminim daha önce kimseye o duygulardan bahsetmemişti.

Mesaj sesiyle irkildiğimde telefonu elime aldım. Çınar adlı kişiden bir mesaj, diye yazıyordu. Mesaja tıkladım.

"Ne zaman geleceksin?"

Mesajı okuduktan sonra saate baktım. Saat öğlen on ikiye geliyordu. Sonra yazmaya başladım.

"En az bir saate oradayım."

"Bekliyorum."

Telefonu masaya bıraktıktan sonra "Pardon, cevap vermem gerekiyordu da." dedim, karşımda oturan Kerim ve annesine. "Sorun değil. Ne zaman yola çıkalım?" diye sordu Kerim. "Fark etmez." diye cevapladım.

Ayağa kalktı ve "Hadi, gidelim o zaman." dedi. Başımı olumlu anlamda sallarken "Aycan'a bakayım, çıkalım. Bi' de yukardan proje tüpünü almam gerek." Başını olumlu anlamda salladı. Deniz ablaya döndüm. "Görüşürüz Deniz abla." dedim. "Görüşürüz Azra kızım."

Aycan'ın yanına uğradığımda yine o alaylı bakışlarıyla karşılaştım ve sinirle yanından ayrılıp odamın yanındaki, benim için çizim odası olacak odaya girdim. Odayı fazla inceleyemeden proje tüpünü alıp aşağıya indim.

Yolcu koltuğuna oturduğumda, bakışlarını bana dokundurmadan arabayı çalıştırdı ve araba ilerlemeye başladı. "Niye bu kadar uzaksın? İçindekileri anlattın sen, yanlış bir şey yapmadın. Hem, emin ol benden çıkmaz." Bakışları bana döndüğünde yüzündeki ifade hala yerli yerindeydi. "Pişman mısın?" diye sordum bu sefer. Kaşları çatıldı, dudakları aralandı. "Anlasana işte daha önce hiç birine anlatmamıştım. Ve biraz zamana ihtiyacım var." dedi, keskin bir sesle.

Bakışlarımı yola çevirdiğimde, başımı ağır ağır hareket ettirdim. "Haklısın..." duraksadım. Ne diyeceğimi bilemedim. "Fakat düşünürken aramızı açma. Ben sadece sana yardımcı olurum." diye konuştum. Bakışlarımı ona çevirdiğimde bana bakıyordu. "Peki, sana bunu hissettirmeyeceğim." dedi, pes edermişçesine. Sonra ekledi: "Söyle bakalım. Bu hazırlık Çınar için mi?"

Kurduğu cümleyi algılamamla cevap vermem bir olmuştu. "Ne alaka?" Bakışları bana döndü. "Bilmem, ondan hoşlandığını düşünüyorum." diye cevap verdiğinde, kaşlarım çatıldı. "Nereden çıkartıyorsun böyle şeyleri?" diye konuştum sinirle.

"Sakin ol Azra. Sadece bir şakaydı, ortamın havasını değiştirmek için bir şaka. Fakat şaka olmasaymış da yerinde bir soru olurmuş." dedi, muzip bir ifadeyle. Gözlerimi devirdiğimde, bakışlarımı yola çevirdim ve sırtımı koltuğa yasladım.

Siteden çıktıktan sonra aramızdaki sessizliği bozan kişi Kerim olmuştu. "Sana güveniyorum ama ben hep iç sesimle savaşan bir insandım. Şimdi içimdekileri benden başka biri de biliyor. İnan bana alışmam uzun sürmeyecek."

Araba durduğunda bakışlarımı ona çevirdim. Mahcup bir şekilde ona bakarken "Dün gece hissettiklerini, hissettim. Vallahi hissettim. Ve bil ki benim için Akın abimle aynısın." Bana doğru uzandığında beni kendisine çekti ve sarıldı. Ona karşılık verdim. "Sende benim tek kız kardeşimsin." Geri çekildiğimde tebessüm ettim. "Görüşürüz." dedim ve arabadan indim.

Telefonu açtım ve Çınar'a yazmaya başladım.

"Geldim. Kapıdayım."

Sokak kapısından içeri girdim, taş kaplı merdivenlerden çıkarak zile bastım. Önce saçlarımı omuzlarımdan arkaya attım, sonra kulaklarımın arkasına sıkıştırdım. Kapıda beklerken anlayamadığım bir şekilde heyecan bastı. Ve bu duygudan nefret ettim. Derin bir nefes alıp verirken kapı açıldı, karşımdaydı.

Elini uzattığında yine o güne gittim, heyecandan saçmaladığım, rezil olduğum o güne. Fakat şu an tekrar o anı yaşamayacaktım. Elini tuttum, dudaklarımı birbirine bastırarak başımı aşağı yukarı hareket ettirdim. Elimi çektim, içeri adım attım. "Hoş geldin." dediğinde, ayağımdakileri çıkarmıştım. Önüme bir ev terliği bıraktı, mahcupça gülümsedim. "Hoş buldum." dedim, terlikleri giyerken.

Salona doğru ilerlerken "Ne alırsın?" diye sordu. Omzumdaki proje tüpünü koltuğun üstüne koydum. "Su." diye cevap verirken koltuğa oturdum. Başını olumlu anlamda salladığında salonun çıkışına doğru ilerlemeye başladı.

Sağa döndüğünde odanın içinde bir telefon sesi yankılandı. İçerden Çınar'ın "Kim arıyor, bir bakabilir misin?" dediğini duyduğumda, bir kal geldi. "Kimmiş?" diye devam ettiğinde, "Bakıyorum." diye cevap verip ayağa kalktım.

Ortadaki sehpanın üzerinde duran telefonu elime aldım. Arayan Can'dı. "Can'mış." diye bağırdım. Odaya girdiğinde elinde bir bardak su vardı. Ve o içeri girdiğinde telefonun sesi kesildi. Ekrandaki Can ismi silindiğinde önüme bildirimler serildi.

En üste Can adlı kişiden bir cevapsız arama, yazıyordu. Fakat kaşlarımı çatacak şey o değildi. Can'ın cevapsız aramasının altında benim attığım son mesaj vardı. Beni 'İzmirli..." diye kaydetmişti.

İzmirli...

Kaşlarım an'a dönermişçesine havaya kalktığında, Çınar yanıma gelmişti. "Kapandı." dedim, omuzlarımı indirip, kaldırarak. "Sorun değil, sonra ararım onu." Suyu içtikten sonra koltuğun önündeki sehpaya çizimlerimi serdim. Çizimlerimin çoğu dış mekân, perspektif çizimlerdi.

Beraber incelemeye başladığımızda sağ tarafta ben, sol tarafta da Çınar oturuyordu. Eleştirileri hep olumlu yöndeydi. Fazlasıyla başarılı bulduğunu dile getiriyordu. Telefondaki şarkı başka bir şakıya geçtiğinde, beşinci çizimime geçmiştik.

"İstersen bir de beraber çizilim." dediğinde, başımı kaldırıp yüzüne baktım. Yüzünü incelemeye başladığımda, bakışlarımı bakışlarına çevirdim. Kuzguni gözlerine...

Gözlerinde öyle bir etki vardı ki, bakışlarımı çekemiyordum. Saniyeler dakikalar gibi gelmeye başladığında bakışları dudaklarıma indi, yutkundum ve başımı önüme çevirdim. Çok kısa bir süre masaya baktım. "Ben su alacağım, ister misin?" diye sordum, boğuk bir sesle. Ayağa kalktım.

Gözlerine bakamıyordum. "Alırım." diye cevap verdiğinde, salonu hızla terk ettim. Dış kapının solunda olan mutfağa gidip, suları bardağa doldurdum. Bir süre elimi tezgâha koyup derin nefesler aldım. Bardakları elime aldığımda elimin titrediğini fark ettim. Bardakları tekrar tezgâha bıraktım.

Elimi kalbimin üzerine koydum. Yavaşla, dedim. Yavaşla. Ellerimle saçlarımı omuzlarımdan arkaya attım. Derin bir nefes daha aldım ardından bardakları alıp salona doğru ilerledim. Koltuğa geçmiş, dirsekleri dizlerinde, avuç içiyle yüzünü örtüyordu.

Bardağı sehpaya koyduğumda sağına oturdum. "Ben artık gideyim. Her şey için sağ ol." dediğimde, elini yüzünden çekmiş bana bakıyordu. O sırada bir telefon sesi odanın içindeki sessizliği yok ederek çalmaya başladı. Bu sefer aranan kişi bendim.

Sehpanın üzerinde duran telefonu elime aldım ve cevapladım. Arayan Aycan'dı. "Alo." dedim, mırıldanarak. "Azra." dedi. Benim aksine onun sesi yüksek ve endişeliydi. "İyi misin?" diye sordum. "Şey ben... Çok kötü bir şey oldu." dediğinde, "Ne oldu?" diye karşılık verdim, korkuyla. Çınar duruşunu dikleştirmiş, gözlerini kısmıştı.

"Kerim'le birlikte Efe'yi hastaneye götürüyoruz?" Bakışlarımı Çınar'a çevirdiğimde, hâlâ aynı şekilde bana bakıyordu. Durumu anlamaya çalışıyormuşçasına. "Efe mi?" diye mırıldandığımda, kaşları çatıldı. Sorgu dolu gözlerle yüzüme baktı.

"Yüzüyordum. Sonra ben... Benimle uğraşınca yanlışlıkla itekledim. Başı mermere çarptı. Kanıyor ama bilinci açık. Çınar'ı da al, hemen gelin. Damlaların hastanesine gidiyoruz." dedi Aycan.

Telefonu kapatıp olayı kısaca Çınar'a anlattıktan sonra evden çıkıp Çınar'ın arabasına ilerledik. Yolcu koltuğun oturduğumda arabayı hızla çalıştırıp hastaneye ilerledi. "Bak, diyorum ya bilinci açıkmış. Yani kötü bir şey yok. Sakin ol." dedim. Öğrendiğinden beri oldukça telaşlıydı.

Hastaneye vardığımızda, daha önce geldiğimiz hastane olduğunu fark ettim. Danışmadan bilgi alıp hızla asansöre bindik. Sekizinci katta indiğimizde biraz yürüdük. Aycan ve Kerim'i gördüğümde, hemen yanlarına ilerledik. Aycan sandalyede oturmuş, stresle ayaklarını sallıyordu. Kerim ise ayakta mekik dokuyordu.

Ben Aycan'ın yanına oturdum. "Nasıl durumu?" diye sordu Çınar, Kerim'e. "İyi, sadece tedbir amaçlı bakıyorlar. Pansuman yapıldı." O sıra önümüzdeki kapı açıldı ve Damla'yla bir kadın doktor çıktı. Damla'nın da üzerinde doktor kıyafetleri vardı.

Çınar, Damla'nın yanındaki kadına doğru yürüdü. "Didem abla, Efe iyi değil mi?" dedi. Kadın güven verircesine gözlerini kapattı. "Hiçbir sorun yok. Gayet iyi. İçini rahatlatacaksa gir." dedi, gülümseyerek. Çınar içeri girdi. Kerim Çınar'ın arkasından odaya girdiğinde, Damla elini Aycan'ın omzuna koydu.

"Üzme kendini bu kadar. Hem o iyi, bence burada kendini bu kadar kahredeceğine, içer gir ve yanında ol." dedi Damla. Aycan ayağa kalkıp Efe'nin odasına doğru ilerlediğinde, minnettar bakışlarımı yolladım Damla'ya.

Damla arkada bizi izleyen kadını işaret ederek "Siz tanışmamıştınız değil mi?" Yavaşça ayağa kalktığımda, başımı olumsuz anlamda salladım. Elini kadının omzuna koyarak "Annem." diye tanıttı kadını. Damla'nın annesi olması tuhafıma gitmişti. Çünkü kadın oldukça genç gösteriyordu.

Yanına doğru ilerledim. "Azra Adalı." dedim, elimi öne doğru uzatarak. Elimi tedirginlikle tuttu ve "Didem Korkmaz." dedi. Ardından Damla'ya dönerek "Benim şimdi birkaç hastaya bakmam gerekiyor. Hastalarını unutma." dedi ve koridorda ilerleyerek gözden kayboldu.

Didem Korkmaz; kırk beş yaşlarında, bir yetmiş beş boylarında, siyah saçlı, yeşil gözlü güzel bir kadındı.

Çınar odadan çıkıp yanımıza doğru geldi. "İyi miymiş?" diye sordu Damla, alayla. Çınar gözlerini devirdi. "Sen buradasın zaten, ben biraz kafamı dinleyip geleceğim. Sonra onu benim eve götürürüm." dedi ve o da koridorda ilerlemeye başladı.

Damla'nın bakışları bana döndüğünde "Yanında olur musun? Kafası dağınık, belli." dedi. Önce bir kal geldi. Sonra da başımı ağır ağır hareket ettirerek onun arkasından ilerleyerek yetişmeye çalıştım. Yanına vardığımda sorgulu gözlerle bana bakıyordu. "Seninleyim bugün." diye açıklama yaptım ve yürümeye başladım.

Arkamdan gelen adım sesleriyle şaşırmasının çok da uzun sürmediğini anladım. "Gerek yok. Hem zaten daha önce oraya kimseyle gitmedim." dedi. Ben de ona "Sorun değil. O kişi ilk ben olmuş olurum." diye cevap verdim. Koridoru geçip asansöre bindiğimizde, hâlâ aynı ifadeyle bana bakıyordu. "Ben iyiyim, biraz kafamı boşaltım geleceğim." Dediklerini duymazdan geldim. Sesli bir gülüş işittim. Bu gülüş Çınar'dan başkasına ait değildi.

"Ne?" diye sordum. "Yok, yok bir şey." derken bile gülüyordu. Her nasıl bakıyorsam dudakları aralandı. "Tamam, tamam. Sadece bu kadar inatçı olduğuna şaşırdım." Sırtımı aynaya yasladım. "Daha önce kimsenin görmediği bir yer..." diye konuştum kendi kendime.

"Kimsenin görmediği bir yer demedim." Kaşlarım çatıldı. "Nasıl? Az önce dedin ya." diye karşılık verdim. "Öyle demedim. Sadece daha önce kimseyle gitmedim, dedim." dediğinde, asansörün kapısı açıldı. Hastanenin bahçesine doğru ilerleyip arabaya bindim, şaşkınlıkla bana baktı. Ne var der gibi baktım gözlerine.

Gülmemek için dudaklarını birbirine bastırdı, tebessüm ettim. Araba öne atılırken yanımdaki camdan yolu izlemeye başladım. Biraz ilerledikten sonra radyoya uzandım. "Açabilir miyim?" diye sordum. Başını olumlu anlamda salladığında rastgele bir şarkı açtım.

Koltuğa geri oturduğumda şarkının müziği kulaklarımı doldurdu.

"Topladım tüm cesaretimi,
Hadi beni al canına.
Vallahi billahi gitmem,
Bavulum dolu tıka basa."

Bakışlarımı Çınar'a çevirdim. "Yol ne kadar sürer?" diye sordum. "Yaklaşık kırk beş dakika falan." diye cevap verdi. Ardından yanımdaki camı açtım.

"Usul usul öp dudağımdan.
Günahımla bas bağrına.
Vallahi billahi dönmem,
Korkma sevişelim dörtnala."

Öyle süratli gidiyorduk ki, rüzgâr olduğu gibi tenimi yalıyordu.

"Bu hikâye seninle başlar, teninde bitsin, ah..."

Koltuğa tamamen yayıldım ardından gözlerimi kapattım.

"Alaz alaz yanalım,
Gök kubbeye varalım,
Korksun dünya bu aşktan, felaket çıkaralım.
Korksun dünya bu aşktan, felaket çıkaralım."

Araba yavaşladığında büyük bir denizle karşılaştım. Hemen sağımda da taşlardan kale vardı. "Burası..." diye mırıldanırken, "Rumeli Feneri." diye tamamladı sözümü. Arabadan indi. Ayağımdakilerle zor da olsa bende arkasından indim. Arabanın kaputuna yaslandı, hemen sağına geçtim.

"Burayı keşfedeli altı yıl oluyor." Başını bana çevirdiğinde göz göze geldik. Bakışlarımı deniz çevirerek yutkundum ve "Buranın senin için ne gibi bir önemi var?" diye sordum. "Burası benim ruhumu dinlendirebildiğim tek yer." diye cevap verdi.

Yutkundum. Bakışlarımı omzumun üstünden ona çevirdiğimde o denize bakıyordu. "Bir şey sorabilir miyim?" dediğinde, başımı olumlu anlamda salladım ve "Tabii sor." diye cevap verdim. Bakışlarını bana çevirdi, gözlerimin içine baktı. O gözlerimi böyle baktığında ellerim titriyor, kalbim atışlarım hızlanıyordu.

"Benim evde toplandığımız da..." Teni çıplak koluma değdi. "Daha önce hiç sevgilin olmadığını söylemiştin." Bu konu nereye gidecekti? "Gerçekten daha önce hiç mi olmadı?" Şaşkınlıkla gözlerine bakarken nefes almayı unutmuştum. Bir adım yana kaydığımda, kolum boşluğa düştü.

"Olmadı. Hayatımda bir eksiklikti de diyemeyeceğim." Derin bir nefes aldığımda, denize doğru birkaç adım attım. "Peki, hiç birinden hoşlanmadın mı?" diye başka bir soru sorduğunda güldüm. "Nereye gidiyor bu konu?" dedim, sorusuna cevap vermeyerek.

"Bir yere gittiği yok." diye cevap verdi. Yanıma geldiğinde bakışlarımı ona çevirmedim ama onun bakışları benim üzerimdeydi, bunu hissedebiliyordum. "O gün neden beğeniyi geri çektin?" diye sorduğunda, buz kestim.

Donakalmış bir şekilde denize baktığımda, kolumdan tutarak kendisine çevirdi. Bakışlarımı gözlerine çıkartamazken konuşmaya devam etti. "Utanman için sormadım. Sadece merak ettim. Neden?" Bakışlarım gözlerine tırmanırken yanaklarımın kıpkırmızı olduğuna adım kadar emindim.

"Evet, ben çektim. Ama beğenen kişi ben değildim." Kaşları çatıldı. "Aycan yanlılıkla beğenmişti ve bende çektim, bu kadar." diye açıklama yaptım. Gözlerine muziplik bulaştı. Baktı, baktı, baktı. "Anladım." dedi ve kolumu bıraktı. Bakışlarımızı denize çevirmiştik.

Düşüncelerimle baş başa kaldım. O gün fotoğrafı beğenen kişi Aycan olabilirdi ama o fotoğraflara bakan kişi bendim. Neden baktın ki o fotoğraflara diye sordum kendime. Bir cevap alamadım.

Saniyeler dakikaları takip ederken aramızdaki sessizliği bozan kişi Çınar olmuştu. "Biliyorum, bugün çok soru sordum. Ama bir şey daha sorabilir miyim?" Başımı olumlu anlamda salladım ama soracağı sorudan da korktum.

"Neden hiç sevgilin olmadı?" diye sorduğunda, bana doğru döndü ve bir adım attı. Yüzü o kadar yakınımdaydı ki nefesimi tutmak zorunda kalmıştım. Düşündüm. "Galiba vaktim olmadı." dedim, güldü. Verdiği nefesler yüzüme çarpıyordu.

"Vaktin olmadı." dedi, gülüşlerinin arasından. Gülüşünün yerine ciddiyet aldığında, yüzeme doğru eğildi. Ve nefesim kesildi... Sonra da kalbimi durduracak o soruyu sordu:

"Peki, şu an vaktin var mı?"

...

Loading...
0%