Yeni Üyelik
7.
Bölüm

6. Bölüm: "Kaçmak Yok."

@senemeevren

Yorum yapmayı ve oy vermeyi lütfen unutmayın


...

Zaman öyle ağırlaşmıştı ki...

Ellerini yanaklarıma yerleştirmesi ve dudaklarını dudaklarımla birleştirmesi; birkaç saniye değil de bi' asır gibi gelmişti.

Dudaklarımı özgür bırakıp, alnını alnıma yaslamasıyla neler olup bittiğini o an algılamaya başladım.

Göğüslerimiz süratle inip kalkıyordu. Nefesi, nefesimle karışıyordu.

Ellerim sanki benim bir parçam değildi ve ben ona karşı hiçbir tepki gösteremiyordum. "Neden böyle bir şey yaptın?" diye sorabildim sadece.

Gözlerimi araladım, onun beni izlediğini fark etmemle bakışlarımı kaçırmam bir oldu.

Sertçe yutkundum. Ardından ellerimi güçlükle kaldırıp, hâlâ yanaklarımda duran ellerin üzerine koydum.

"Gideyim ben." dedim, boğuk bir sesle. Ellerini aşağı çekerken barut gözlerine baktım. "Şu an konuşabileceğimi sanmıyorum." dediğimde, elleri boşluğa düştü.

Ellerini bırakıp birkaç adım gerilerken "Özür dilerim." diye mırıldandım.

Ardından arkama dönüp adımlarımı hızlandırdığımda, yanaklarım ıslandı. Titrek bir nefes aldım.

*****

Araba asfaltta akıp giderken, ne ara İzmir'i geçmiştik onu bile fark edememiştim.

Gözlerimi her kapattığımda o an gözümün önüne geliyordu. Gerçi aklımdan çıktığı yoktu.

Onun yanından ayrıldığımda, hemen bir taksiye atlayıp eve gitmiştim. Yolda Aycan ve Damla'ya mesaj atmıştım. Çok geçmeden geldiklerinde Aycan'la kendime ait her şeyi toplamış bahçede bekliyordum. Bana sordukları soruları cevapsız bırakmış, sadece acele etmelerini söylemiştim. Ve onunla karşılaşmadan evi terk etmiş, İstanbul'a dönüyorduk.

Yine sağ arka koltukta oturmuştum. "Artık neler olup bittiğini anlatacak mısın?" diye sordu Aycan. Sıkıntılı bir nefes verdim.

"Anlatacak bir şey yok." dediğimde, "Bana öyle gelmedi ama neyse." diye karşılık verdi Damla.

"Kapatalım mı şu konuyu artık?" diye sordum bıkkın bir şekilde. "Peki, öyle olsun." dedi Aycan.

*****

Tan vaktine yirmi dakika kala bizi evin önünde bıraktı ardından U dönüşü yaparak gözden kayboldu.

Elimizdekilerle eve girdiğimizde kimseyi uyandırmadan evin sağ taraftaki boşluktan geçerek bahçeye geçtik. Ardından kütüphanenin olduğu odanın kapısını açarak eve girdik.

Ses çıkarmadan holde yürüdüğümüz sırada ev kapısın hemen çaprazındaki tuvaletten Deniz abla çıkıyordu. Bizi gördüğünde biraz ürkse de hemen toparlayarak "Kızlar, siz bugün mü geliyordunuz?" diye sordu kısık bir sesle.

Aycan "Aslında öğlen yola çıkacaktık ama Azra kalmak istemedi." dediğinde, "Öğlen güneş falan olurdu, çekilmezdi o yol..." diye açıkladım.

"Birazdan hava aydınlanır. Biraz dinlenelim." diye devam ettim. Deniz ablanın yanına giderek yanağına dudaklarımı bastırdım. "Görüşürüz."

Merdivenleri tırmanarak odama çıktım. Çanta valizimi kıyafet odasına bıraktım. Hemen ardından banyoya geçerek, dün gece üzerimdeki kırmızı elbiseden kurtuldum.

Duş aldım. Kısa kol ve eşofman giyerek, sırt üstü yatağa uzandım. Saçlarım havluya sarılı olduğundan yastığım ıslanmamıştı.

Derin bir nefes aldım. Gözlerimi kapattım. Ve yine o an gözümün önüne geldi. Başımı hayır dercesine iki yana salladım ve gözlerimi aralayarak boş tavana baktım.

Bomboş tavanda bile o an vardı. Deliriyor muydum? "Ooof," diyerek hızla doğruldum. Sinirden nefes alış verişlerim bile düzensizdi.

Başımdaki kayan havluyu öfkeyle çektim ve gelişigüzel fırlattım.

Bakışlarım tam karşımda duran aynadaki aksime takıldı. Gözlerim dolmuştu. Bir süre kendimi izledim.

Yanağıma kayan yaşı hızla yok ettim. İşaret parmağımla orta parmağımı ürkerek dudaklarıma değdirdim. Parmaklarım âdeta ateşe değmişçesine geri çekildi.

Titreyen elimi yumruk yaptım. Diğer elimi de hunharca atmaya başlayan kalbin üzerine koydum. "Yavaşla..." diye fısıldadım. Gözlerimi kapattım. Ve yine o an...

Bu defa kaçmayacaktım. Kaçtığım duygularımla yüzleşme vaktiydi.

Ellerini yanaklarıma koyuyordu; zihnimdeki görüntü... Dudakları dudaklarıma değdi... O anı, şu an yeniden yaşıyordum. Nefesim kesildi, sanki mümkünmüş gibi kalbim daha da hızlı atmaya başladı.

Böyle bir şeyi ilk kez yaşadığım için mi böyleydim yoksa onunla yaşadığım için mi?

"Artık kaçmak yok." Gözlerimi araladım. "Ne hissettiğimi anlamam için kaçmak yok." diye tekrarladım.

Aynadaki aksime baktım, sertçe yutkundum. "Kaçmak yok."

*****

Ağzım bir karış esnerken, gözlerim de ağır ağır aralanıyordu. Balkonun cam kapısından gökyüzüne baktım.

Ben uyurken aydınlanmaya başlayan gökyüzü, şu an neredeyse kararmak üzereydi.

Kollarımı iki yana açarak ellerimi yumruk yaptım ve esnedim. Bütün uzuvlarım ağrıyordu. Nasıl bu kadar uyuyabilmiştim?

Yavaşça doğrulduğum sırada kapı tıklatıldı. "Gel." diye seslendiğimde, kapı açıldı. Abim gülümseyerek odama girdi. "Günaydın uykucu. Akşam oldu, akşam." dedi gülerek.

Ellerimi iki yana açarak tekrar esnediğimde, gülümsüyordum. "Vallahi ya, niye uyandırmadınız? Her yerim uyuşmuş."

"Aycan birkaç kez uyandırmaya gelmiş, uyanmamışsın." dedi abim, yatağın sol tarafına otururken. "Hadi elini yüzünü yıka da gel. Bir sürprizim var." diye ekledi.

Gözlerimi kısarak abime baktım. "Yoksa..." diye mırıldanmaya başladığımda, "Hadi hadi kalk. Amma da konuştun." diye böldü beni. Keyifli bir kahkaha boğazımdan döküldü.

"Ya bir insan bu kadar mı racon kesemez?" Gülümsedi. Sola doğru kayarak boynuna sarıldım.

"Hadi kalk, bak bakayım beğenecek misin?" dediğinde, ondan ayrıldım. "Yaa, çok teşekkür ederim." Yataktan inip banyoya girdim.

Elimi yüzümü yıkadım ve kafamı kaldırıp aynaya baktım. Yüzümde silik bir tebessüm vardı. Banyodan çıktığımda hâlâ aynı şekilde beni bekliyordu.

Yataktan kalktığında "Takip et." dedi ve kapıyı açarak koridora çıktı. Heyecanlanmıştım. Arkasından ilerledim. Koridorda ilerledi. Odamın hemen sağındaki odanın önünde durdu.

Tam da tahmin ettiğim gibiydi. Bana döndü. "Hazır mısın?" diye sordu. Başımı hızla salladım. "Meraktan öleceğim."

Eli kapının koluna gitti. Yavaşça aşağı indirdi. Ve işte karşımda uzun zamandır hayaliyle yanıp tutuştuğum çizim odam vardı.

Hayallerimin de ötesinde bir şey olmuştu. Bakışlarımda derin bir hayranlık, dudaklarımda ise mahcup bir tebessüm vardı. Boynuna atladım. "Çok teşekkür ederim. Muhteşem bir oda bu..."

Kollarını belime sardı. "Muhteşem çizimler bekliyorum. Belki de şirkette..."

"Yok, yok. Şirkete hiç gerek yok." diye lafını böldüm. Küçük bi' kahkaha firar etti boğazından. Belimdeki kollarını gevşettiğinde bir adım geriye gittim.

"Nedenmiş o?" diye sordu hayretle. "Birçok sebep..." diye cevap verdim.

"Peki, öyle olsun. " dedi, bir elini kumaş pantolonun cebine koyarken. Takımı üzerindeydi, şirketten gelmiş olmalıydı. "Daha fazla bekletmeden yemeğe inelim. Bir gün, bu birçok sebebi öğren isterim."

Odadan çıktığımızda son bir bakış attım. L şeklinde geniş bir masa vardı; bir tarafı çizim için ayrılmışken, diğer tarafında büyük iki bilgisayar vardı. Bu masanın hemen arkasında uzun ve geniş bi masa vardı. Çizimlerim o masanın üstündeydi. Çizimlerin yanında boy boy pergeller, çelik cetvel, maket bıçağı, kalemler...

Aşağı indik. Bahçedeki yemek masası yine donatılmıştı. Başköşede babam, sağ çaprazındaysa Aycan oturuyordu. Bizi fark ettiğinde gülümsedi.

Babama arkadan sarılarak yanağına öpücük kondurdum. "Seni uykucu!" diye mırıldandı babam. Kıkırdadım. Ellerimi boynunda çektiğimde, "Bak ama kıskanıyorum." dedi Aycan, dudak bükerek.

Yanaklarını avuçlarımın arasına aldım. "İkizim beni mi kıskanmış?" dedim, dudaklarımı onun gibi bükerek. Yanaklarını ıslak bir şekilde öptüm.

Yanındaki sandalyeye oturduğumda, elinin tersiyle yanaklarını siliyordu. "Beni her defasında seni kıskandığıma bin pişman ediyorsun ya." dedi Aycan, gülerek. Yanaklarını tekrar avuçlarımın arasına alarak sıktım.

"Yapma şunu." dediğinde, avuçlarımı yanaklarından kurtarmaya çalışıyordu. Büyük bir kahkaha attığımda, çabaları başarıyla sonuçlanmıştı.

"Vallahi ikizim falan demem, bi' daha yüzüne bakmam." dedi Aycan. Yüzünü benden en uzak yere çekmişti. "Çok inandım."

Yemeğimizi yedikten sonra kahvelerimizi içmiştik. Aycan yemek boyunca trip atmıştı. Bahçedeki koltukta oturuyorduk. Havalarda yavaş yavaş soğuyordu.

"Üşüdüm. Odama çıkıyorum ben." dedi Aycan. Ardından ayaklandı. Bahçe kapısından içeri girdiğinde, "Ben bi' gideyim gönlünü alayım." dedim.

Salona girdim, merdivenleri tırmandım ardından odasını tıklattım ve içeri girdim. Odasında yoktu. Kıyafet odasının kapısı açıktı. "Aycan."

Bir cevap alamadığımda, dudaklarımı birbirine bastırdım. Kıyafet odasına girdim. Buradaydı. Aynanın karşısında, üzerine tuttuğu fazlasıyla şık olan elbiseye bakıyordu.

Kaşlarım çatıldı. "Ne için bu hazırlık?" diye sordum. "Yarın şirket adına bir organizasyon verilecekmiş." dedi, yüzüme bakmadan.

"Gitmeyi mi düşünüyorsun?" Tüm çabam aramızda soğukluğu yok etmek içindi. "Gördüğün gibi..." dedi, elbiseyi işaret ederek.

Kaşlarım havalandı. Birkaç adım atarak arkasında durdum. Kollarımı beline doladım. Çenemi omuzlarına yerleştirdim ardından aynadaki aksimize baktım.

"Yapma böyle. Küsemeyiz ki biz..." dedim. Gözlerime baktı. "Küsemeyiz değil mi?" diye sordu. Başımı salladım hemen. "Küsemeyiz."

Arkasına döndü. Elindeki elbiseyi yere bıraktı. Ardından kollarını boynuma doladı. "Bebeğim..." dedi, iç çekerek. Ayrıldığında yerdeki elbiseyi alarak tekrar üzerinde tuttu.

"Sence nasıl?" diye sordu elbiseyi kastederek. "Gideceksin yani?" diye sordum, elbiseye bakarken. Elbisenin rengi lacivertti. "Gideceğim." dedi.

"Gayet şık." dedim, elbiseyi kastederek. "Neyle alakalıydı bu organizasyon?" diye sordum. Başımı kaldırarak gözlerine baktım.

"Bizim şirketin adına veriliyor. Yan komşu var ya." Devam et der gibi baktım. "Evet?"

"Onlarla ortağız." dedi. Kaşlarım şaşkınlıkla havalandı. İşte bunu beklemiyordum. "Ortaklığımız kutlanacakmış." diye ekledi. Yutkundum. Yüksek olasılıkla Çınar da yarın o davette olacaktı.

"Anladım." diye mırıldandım. "Sen niye gidiyorsun ki?" diye sordum.

"Yarın orada yüksek yerlere ulaşmış insanlar olacak. Bunu kaçırmamı bekleme!" dedi, heyecanla. Başımı yere eğdiğimde saçlarımı kulaklarımın arkasına sıkıştırdım.

Dudaklarımı ıslattım. "Ben de mi gelsem acaba?" diye sordum, çekinerek. "Gel tabii." dedi, neşeyle.

"Hem mimarlık şirketinin verdiği davet, benim orada olmam saçma da durmaz." diye açıklama yaptığımda, "Niye saçma dursun ki?" diye sordu Aycan. Bilmem dercesine dudaklarımı büktüm.

"Hadi gel sana da bakalım elbise." dedi ve arkasını dönerek ağır elbiselerin olduğu dolaba ilerledi. "Gerek yok, ben kendim bir şeyler ayarlarım." desem de bi' kıyafeti eleyerek diğerine bakıyordu.

Yanına gittim. Bir elbiseyi dolaptan çıkardı. "Bu nasıl sence?" diye sordu. Burun kıvırdım. Fazla taşlıydı. Elbiseyi dolaba tekrar astığında, bakışlarım bir elbiseye takıldı.

Uzun siyah bir elbiseydi. Elbiseye dokundum. "Beğendin mi?" diye sordu. Gülümsedim. "Oldukça şık." diye mırıldandım, başını salladı. Elbiseyi dolaptan alarak bana uzattı. "Denesene."

Elbiseyi aldım. "Yarın giydiğimde görürsün." dedim, göz kırparak. "Pislik." dediğinde, dudaklarımı öne doğru uzatarak öpücük attım.

"İyi uykular bebeğim." dedim, ardından yanağına ıslak bir öpücük kondurup hızla odasını terk edip odama kaçtım. Kapıyı da kilitlemeyi unutmadım.

******

Dün gece uyuyamamış, çizim odamda sabahlamıştım. Odanın her ayrıntısına hâkim olmuştum.

Boş bir araziyi hayal ederek program kullanmadan çizim yapmıştım.

Sonrasındaysa ailecek bir kahvaltı yapmıştık. Kahvaltı yaparken; dün öğleyin, ben uyurken Kerim'in eve geldiğini öğrenmiştim.

Bu demek oluyordu ki; hemen ardımızdan yola koyulmuşlardı.

Saat öğlen üçü gösterdiğinde hazırlanmaya başlamıştık. İlk makyajlarımızı yapmıştık.

Kahverengi tonlarındaki göz makyajı koyu yeşil rengi gözlerimi ortaya çıkarmıştı. Kalın dudaklarıma sürdüğüm mercan rengi ruj, buğday tenime yakışmıştı.

Keten, siyah renginde bir elbise giymiştim. Elbise ayak bileklerimin üç parmak üstünde bitiyordu. Derin V yaka, sırtı çapraz askılı bir elbiseydi.

Tek bant bej rengi, bant kısmı örgülü topuklu ayakkabı ve küçük, siyah el çantamla oldukça güzel olmuştum.

Yine o gün -1 Eylül'de- İstanbul'a dönerken bindiğimiz arabadaydık. Arabayı süren kişi o günkü gibi Yasin abiydi. Ben yine sağ arka koltukta oturuyordum.

Karşımda lacivert takımıyla abim oturuyordu. Tercih ettiği renk ona çok yakışmıştı. Abimin yanında oturan Aycan da lacivert renginde, saten bir elbise giymişti. İkisinin de gözleri olduğundan daha koyuydu.

Aycan giydiği elbiseyle adeta göz kamaştırıyordu. Askılı, derin göğüs dekolteli ve yırtmaçlı bir elbiseydi. Sırtında çapraz askılar vardı. Benim aksime saçlarını bağlayarak at kuyruğu yapmıştı.

Araba lüks bir otelin önünde durduğunda kapı yavaşça açıldı. İlk yanımda oturan babam indi. Ardından ben indim. Kırmızı halıda yürüyen babamı takip ettiğimde her yerden flaşlar patlıyordu.

Çırağan oteline girdiğimizde, iki kadın personel bize eşlik ediyordu. Boğaz manzaralı bahçeye çıktığımızda, davetliler de gelmeye başlamıştı.

Yasemin'i gördüm. Üzerinde koyu eflatun, saten bir elbise vardı. Oldukça güzel görünüyordu.

Büyük ve yuvarlak boş bir masaya oturduk. Masalar atın rengindeydi. Her şey fazlasıyla özenli duruyordu. Ve tabii şık...


Bu sıkıcı ortam beni bunaltalı çok oluyordu. Hava kararmak üzereydi ve beklediğim adam hâlâ gelmemişti.

"Aycan, ben bir lavaboya kadar gidiyorum." dedim, Aycan doğru kısık sesle. Kulağıma doğru eğilerek "Geleyim mi?" diye sordu. Başımı iki yana salladım ve ayağa kalktım.

Babam da ayaklandığında, konuşma için hazırlanan kürsüye geçiyordu.

Bahçeden çıktığım sırada -şu an için- beklemediğim adamla karşılaştım. Adımlarım kesildi. Aramızda birkaç adım vardı.

Beni gördüğüne şaşırmamış gibiydi. Her ne kadar ben de Çınar'ın buraya geleceğini düşünsem de şu an için onu görmeyi beklemiyordum.

Boşta kalan elimle saçlarımı kulaklarımın arkasına sıkıştırdım. Gözlerine bakamıyordum. Karşımdaydı ama ben tek kelime dahi edemiyordum.

Hâlbuki onunla konuşmak için buradaydım.

O gece kaçtığım ve duygularımla yüzleşemediğim için sonradan çok pişman olmuştum. Tabii onun bundan haberi yoktu.

"Selam." dedim, aramızdaki anlamsız sessizliği bozarak. Başımı kaldırdım ve gözlerine baktım. O zaten bana bakıyordu. Göz göze geldiğimizde, gayriihtiyari dudaklarımı ıslatmıştım.

Bakışlarımı dudaklarıma kaydında, içimden kendime küfürler ettim. "Selam." diye karşılık verdi, bakışlarını tekrar gözlerime çıkarırken.

Dudaklarımı birbirine bastırarak yanından geçerek dar bir koridora girdim. Tuvaletin kapısından içeri girdiğimde, hemen arkamdan kapı tekrar aralanmıştı.

Gelen kişiye baktığımda dudaklarım aralandı. "N'apıyorsun?!" diye sordum, sesimin tınısına dikkat etmeden. Kapıyı kilitledi ardından anahtarı siyah pantolonunun cebine attı.

Bana doğru döndü. Ardından bir adım attı. Bakışlarım ayaklarına kaydı. Geriye doğru attığım adımlar sırtımı soğuk fayansla buluşturdu. Gözlerine bakamıyordum.

Birkaç adım atarak dibime kadar sokuldu. Ellerini, başımın yanlarına denk gelecek şekilde yerleştirip hareket alanımı daha da kısıtladığında, sertçe yutkundum.

"Yapma." dediğimde, bakışlarım hâlâ zeminin üzerindeydi. Sesim boğuk çıkmıştı. Bir elini duvardan çekti, önüme sarkan -ve de yüzümü gizleyen- saçlarımı kulaklarımın arkasına sıkıştırdı.

Ardından çenemi kavradı ve göz göze geldik. Parmakları buz gibiydi. Belki de ben fazlasıyla sıcaklamıştım. "Hiçbir şey olmamış gibi mi davranacaksın?" Bakışlarımı yere indirdim.

Kimse yoktu, fakat bu, kapının zorlanmayacağı anlamına gelmiyordu. Her an biri kapıyı çalabilirdi.

Çenemdeki elini yanağıma yerleştirdi. "Kaçırma gözlerini." dedi. Bakışlarımı kaldırdım. ""Hiçbir şey olmamış gibi mi davranacaksın?" diye sordu tekrardan.

Başım hafifçe yana eğildi. "Ben..." Ne diyeceğimi bilmiyordum. "Sen?" diye sordu ilgiyle. Başını yana eğdi. "Ben..." diye tekrar ettim. Evet der gibi bakıyordu gözlerime.

"Bir cevap beklediğinin farkındayım." dedim, artık bir şey demem gerektiğini anladığımda. Sesim titremişti. "Ama inan ki ben de ne hissettiğimi bilmiyorum." diye devam ettim, bir an bile gözlerimi gözlerinden ayırmadan.

"Çok oldu biliyorum. Ama bir şeylerden emin olmam için biraz daha zamana ihtiyacım var." Gülümsedi. Gülümsemek bulaşıcı olsa gerek benimde suratımda buruk bir tebessüm peyda oldu.

"Sen cevabın evet olana kadar düşün, ben beklerim." dedi, muzip bir şekilde. Kaşlarımı kaldırdım. "Bence bana o günü hatırlatmak istemezsin!" dedim, tehdit dolu gülüşümle. Kapı açılmaya çalışıldı. Ardından "Azra içeride misin?" diye sordu çift yumurta ikizim.

Gözlerim fal taşı gibi açıldığında elimi cebine attım. Kahretsin! Anahtar diğer cepteydi. Göz göze geldiğimizde yutkundum. Elimi ateşe değmişçesine hızla çektim. "Azra?"

Bakışlarımla cebini işaret ettiğimde hiç itiraz etmeden anahtarı çıkardı ve avuçlarıma bıraktı. "Aycan!" diye seslendim, telaşlı çıkmasına gayret ettiğim sesimle.

"Azra n'oluyor? Bu kapı neden kilitli?" diye sordu. Çınar'ın kollarından itekleyerek tuvalet kabinlerinden birine soktum. "Kapı kilitli değil, sıkıştı. Birini çağır." diye cevap verdiğimde, kabinden çıkıyordum fakat izin vermedi.

"Tamam, ben birini çağırıyorum."

Kollarımdan tuttuğunda bakışlarımız birleşti. "Cevabın evet olana kadar düşün..." diye fısıldadı Çınar, dudaklarım iki yana kıvrıldı. "Peki, düşüneceğim." dediğimde, yanağıma uzandı ve öptü. Ama asla ayırmadı. Sertçe yutkundum.

"Ben gideyim, Aycan gelir şimdi." dedim kısık bir sesle. Kollarımı bıraktı ama dudaklarını yanaklarımdan ayırmadı. Geri bir adım attığımda arkama bakmadan kapıya ulaştım ve kilidini açarak koridora çıktım. Anahtarı yere fırlattığım da Aycan ve yanında bir görevli bu tarafa geliyordu. Onların gelmesini beklemeden ben yanlarına gittim.

Aycan beni fark ettiğinde "Nasıl çıktın?" diye sordu. "Zorladım, şansıma kapı açıldı." demekle yetindim. Kafasını salladı, adama dönerek teşekkür etti. Tekrar bahçe döndüğümüzde masada bizden başka biri vardı, bir kadın.

Otuzların başlarında duran bu kadın, abimin yanında oturuyordu. Ve fazlasıyla yakın tavırlar sergiliyordu. Aycan'a baktığımda, "Bu kadın kim?" diye sordum, bilmem der gibi büktü dudaklarını.

"Sen gittiğinden beri oturmuş bir şeyler söylüyor. Bir iş teklifi hakkında konuşuyorlar galiba." dedi.

Anladım dercesine başımı salladım. Masaya vardığımızda abimin yanına oturdum. Aycan da hemen yanıma oturdu. Babam da konuşmasını bitirmiş olmalıydı ki Aycan'ın yanında oturuyordu.

Bakışlarım bahçenin girişine takıldı. Çınar orada, direkt bana bakıyordu. Sertçe yutkunduktan sonra başımı öne eğdim. Farklı duyguların tesirindeydim.

"Merhaba." dedi, abimin yanında oturan kadın. Yüzüme zoraki bir gülümseme yerleştirdim. "Burçak ben." diye tanıttı kendini. "Merhaba. Azra." El sıkıştık.

Fazlasıyla bayan bir müzik çalıyordu. Sıkıntıdan etrafa bakındım. Çınar, ablası ve tanımadığım birkaç kişinin olduğu masaya oturmuştu.

Ona baktığımı fark ettiğinde, bakışlarımı kaçırarak Yasemin'e bakıyormuş gibi yaptım. Yasemin'de hâlihazırda buraya baktığından onunla da göz göze gelmiştik.

Bu sefer bakışlarını kaçıran ben olmamıştım. Tüm odağım masaya döndüğünde, Burçak'ın "Öyleyse pazartesi şirkete geliyorum." dediğini işittim. "Bekliyorum." dedi abim.

"Ben kalkayım. İyi akşamlar. Hoşça kalın..." Kadın ayaklandığında, masanın üzerinde duran telefonuma mesaj bildirimi gelmişti. Telefonu elime aldığında, babam "Misafirlerle konuşacağım, gelmek ister misin Aycan?" diye sorduğunda, Aycan hevesle başını salladı ve birlikte masadan kalktılar.

Telefonun ekranına gelen bildirim Çınar'dandı. Mesaja tıkladım.

"En önemli şeyi söylemeyi unutmuşum."

Kaşlarım çatıldı. Ardından yazmaya başladım.

"Bu kadar önemli olan ne?"

"Çok güzel olmuşsun."

Bakışlarımı bir süre ekranda tutum. Ardından başımı kaldırmadan göz ucuyla ona baktım. Bana bakıyordu. Bakışlarımı kaçırdım.

"Teşekkür ederim."

"Rica ederim"

"Bu arada sana çok şaşıracağın bir sürprizim var."

"Ne gibi?"

"Sürpriz."

"Söylemeyecek misin?"

"Dedim ya, sürpriz ."

"Anladık sürpriz!"

"Kızdın mı?"

"Yok ya ne kızacağım!"

"Kızma."

"Kızmadım!"

"Tamam kızmadın."

Telefonu kilitleyip ters bir şekilde masaya bıraktım. Abim yanımda etrafa bakınıyordu. "Daha ne kadar sürer?" diye sordum. Bana baktı, dudaklarını bilmem dercesine büktü. "Uzun sürer." diye cevap verdi.

Oflayarak oturduğum sandalyede sırtımı dikleştirdim. "N'oldu? Sıkıldın mı?" diye sordu abim. Alt dudağımı içe doğru kıvırdım. "Biraz."

"Eve git istersen? Yasin abi bırakır seni." dediğinde, gülümsedim. Ardından kollarımı boynuna doladım. "Seni çok seviyorum." Kollarını belime sardığında "Bende seni hırçın kız." dedi.

*****

Otelden Aycan'la birlikte çıkmıştık. Yasin abi bizi bıraktıktan sonra otele tekrar dönmüştü. Eve geldiğimizde saat dokuza geliyordu. Dün gece uyumadığımdan odama çıkmış, üstümdekileri çıkarmış, uyumuştum.

Uyumaya çalışmıştım.

Yeni okulum ve Çınar'ı düşünmekten yatakta dönüp dursam da nihayetinde uyandığımda derin bir uyku çekmiştim.

Uyandığımda okula yarım gün bile kalmamıştı. Abim ve babam işe gitmemişlerdi. Gün boyu birlikte vakit geçirmiştik.

Akşam yatağa girmeden alarm kurup uyumuştum. Diğer günün aksine çok çabuk dalmıştım uykuya.

Sabah uyandığımda önce duş almış sonra da üstümü giyinmişti. Beyaz, sıfır kol crobun altına siyah beyaz ekose bir pantolon giymiştim. Üzerime siyah ceket; ayaklarımdaysa önü fermuarlı, deri siyah bir bot geçirmiştim. Siyah sırt çantası takmıştım. Daha fazla oyalanmadan mandal tokayla önüme düşen kahverengi saçlarımı arkada tutturmuştum.

Hazırdım. Hızla çizim odama girip proje tüpünü aldım ve aşağı indim. Evden çıktığımda Aycan beni bekliyordu. Birlikte araba geçtiğimizde Yasin abi sürüyordu arabayı.

"Yasin abi," diye seslendim. "Efendim kızım?"

"Kerim kaç gündür görünmüyor. Nerede?" diye sordum. Dikiz aynasından bakışlarımız birleşti. "Evde." dediğinde, "Mimarlık okuyormuş." diye konuştum düşünmeden. "Son sınıfta bırakmış. Neden diye soramam ama geçen Akın abime de söyledim. Devam etmemesi için hiçbir sebep yok."

"Biliyorum. Akın Bey geldi. Kerim'e burs vermek istediğini söyledi. Ama Kerim kabul etmedi." duraksadı. "Ki ben daha önce de devam etmesini söyledim. Ama çok ketum, hayırdan başka bir şey çıkmıyor ağzından."

"Anladım." diye mırıldandım, hüsran dolu bir sesle. "Bi' de ben konuşsam?"

"Konuş. Ona bugün yaşadığın heyecanı anlat. Belki hayallerini hatırlatırsın ona." dedi Yasin abi. Gülümsedim. "Anlatacağım." dedim. Mahcupça gülümsedi.

Yaklaşık yarım saat süren yolculukta Aycan indi. İTÜ İşletme Fakültesi'nde onu bıraktıktan on dakika sonra bende kendi fakültemin önünde indim.

Heyecanla merdivenleri çıktım, kartı turnike de okuttuktan sonra fakülteye girdim. Saate baktım. İlk dersime on dakika vardı.

Kantin aradım, kendime bir kahve alarak bahçeye ilerledim. Kartı okuttuğum sıra tam karşıda bahçeye çıkan bir kapı görmüştüm.

Bahçenin ortasında bir süs havuzu vardı. Etrafa bakındım. İnsanlar ya tanışıyor olmalıydılar ya da fazlasıyla dışa dönük... Bazıları çimenlerin üzerinde oturmuş sohbet ediyorlardı; birkaç kişi de kulaklarındaki kulaklıklarla uzanıyorlardı. Bazılarıysa piknik banklarda oturuyorlardı.

Elimdeki kahveyle boş bir masaya geçip oturdum. Derse az bir zaman kaldığından, kahveyi hızla içip gireceğim dersliği aradım. Sınıfa girdim. Kalabalıktı. Arka sıralardan birine oturdum.

Birkaç dakika sonra kapı açıldı. İçeri kırklı yaşların ortalarında, gözlüklü, kır saçlı bir kadın girdi. Hemen ardından biri daha...

Bu... Çınar'dı. Peki burada ne yapıyordu?

Kısılmış gözlerle baktım. Dudaklarım aralıklıydı. Anlayamıyordum. Kürsüye doğru ilerlediler. Birlikte!

Neler oluyordu? İri gözlerim mümkünmüş gibi daha da irileşti. "Merhaba." dedi kadın. "Merhaba."

"Beni tanıyan, tanımayan öğrenciler var. Öncelikle kendimi tanıtayım. Ben Nazan Tunç... Bu yıl birlikteyiz. Şimdiden herkese başarılar." duraksadı. Çınar'a baktı. Bir elini beline sardı. "Çınar." diye tanıttı. "Benim öğrencimdi. Oldukça başarılı bir öğrenciydi." Çınar'a baktım.

"Lisansı bitti. Ama o durmadı. Yüksek lisans yaptı. Bu okulda... Hep benimleydi." Bakışlarını bir kere bile bana çevirmemişti. "Şimdi de akademisyen olma yolunda ilk adımı atıyor. Bugün itibarıyla öğretim görevlisi... Bugün birlikte ilk dersimizi işleyeceğiz."

Göz göze geldik, gülümsedi.

*****

YASEMİN YILDIRIM

Asansörün düğmesine bastım. Yanımda bir kadın belirdi. Bu o kadındı. O günkü kadın...

Kapı açıldı. Kimse yoktu. Birlikte adımlayarak asansöre bindik. Parmaklarım asansörün düğmesine gittiğinde o da aynı şekilde düğmelere yönelmişti. Aynı kata basmıştık.

Bakışlarını üzerimde hissediyordum. "Siz... Yasemin miydi?" diye sordu. Mahcupça baktım. "Kusura bakmayın tanıyamadım." dedim.

"Tanışmamız için bir sebep yok zaten. Siz bu şirketin ortaklıklarından değil misin?" Başımı salladım. "Ben Burçak." dedi ve elini uzattı. Elini sıktığımda yüzümden samimiyetten uzak bir tebessüm oluştu.

"Niçin buradasınız?" diye sorduğumda, "Akın'la bir görüşmem vardı." dedi, kaşlarım havalandı. Bu samimiyetin nereden geldiğini sorgulamayacaktım, çünkü o günde fazlasıyla yakındılar.

"Eğer özel değilse, neyle alakalı olduğunu sorabilir miyim?" diye sordum. "Tabii." Alt dudağımı içe doğru kıvırdım. "Bir ev projem vardı onun hakkında konuşacaktık." diye açıkladı kadın.

"Bir sıkıntı olmazsa size eşlik edebilir miyim?" Niye böyle bir şey sormuştum. Kahretsin! "Yani, şimdi yeni yeni alışıyor, bende yıllardır bu işi yapıyorum. Yardımcı olurum diye söylemiştim." Yüzü düştü. Teklifim hoşuna gitmemişti. Çünkü istediği şey iyi bir mimar değildi.

Kapı açıldı. "Siz bilirsiniz." dediğinde, gülümsedim; samimiyetsiz bir şekilde. Asansörden indik. "Bir müşteri kaybetmek istemem."

Kendi odama geçmeden kadınla birlikte onun odasına yürüdüm. Kapıyı tıklattı kadın. Başını kaldırdığında, Burçak denen kadına baktı. Ardından bakışları bana kaydı. Girin der gibi başını salladı.

Kapıyı açtığında, içeri girdik. "Günaydın." dedi kadın. "Günaydın, hoş geldin." duraksadı, bakışları bana çevrildi. "Geldiniz." dedi imayla. Üzerime alınmadım. Masasının hemen karşısındaki geniş, sırtı boydan boya olan cama yaslı, üçlü koltuğun tam ortasına oturdum.

"Merhaba." dedim, soğuk bir şekilde. Ardından samimiyetsiz gülüşümü yerleştirdim yüzüme. "Burçak Hanım müşterimiz olduğunu söyleyince, ilk işin olacağından, bir hata yapma istedim." Tabii tabii dercesine alayla başını salladı.

Yarım saat süren toplantının sonunda kadın oturduğu berjerden kalktı. O da kalktı, odanın hemen ortasına kadını uğurlamak için geldi. O "Hoşça kal." dediğinde, Burçak denen kadın boynuna atıldı.

Sakin kalmaya çalışıyordum; fakat bu hiçte mümkün değildi. Gözümün önünde ona yürümüyor, koşuyordu. Sinirden ellerim titriyordu.

Aklım, seni ilgilendirmez neden bu kadar öfkelisin diye sordu. Bir cevap veremedim. Kalbim, tüm ilklerin onunlaydı diyordu. Bense öylece kadının onun içine düşmesini izliyordum.

Kadın ona sarıldıktan sonra geri çekildi. Kadının sırtı bana dönük olduğundan yüz ifadesini göremiyordum. Onun gözleri elime kaydığında tırnaklarımı yediğimi fark ettim ve hemen kendime çeki düzen verip dik oturdum.

Burçak denen kadın başını hafifçe kaldırdığında göz göze geldiklerini anladım. "Peki," dedi, cilveli bir şekilde. Sol elim enseme gittiğinde, başımı yere çevirdim ve saçlarımı karıştırmaya başladım.

"İmzayı ne zaman? Nerede atacağız?" diye devam ettiğinde, bakışlarımı olduğu gibi ona çevirdim. İrice açılmış gözlerle ona bakarken onun gözleri Burçak denen kadının üzerindeydi. Ama onunda bu durumdan rahatsız olduğuna adım kadar emindim.

"Burada atarız muhtemelen." dediğinde, dudaklarım keyifle iki yana kıvrıldı ve bana bakmayan gözleri, dudaklarıma takıldı. Bir süre bakışlarını dudaklarımda oyalandı ardından Burçak denen kadına döndü ve "Yani nerede istesen olur, fark etmez." dedi, gülüşüm daha da derinleşti, büyüdü, kahkaha atmamak için dudaklarımı birbirine bastırdım.

O, birbirine bastırdığım dudaklarıma baktığında, Burçak denen kadın da omuzlarının üzerinden bana bir bakış attı. Yanlış anlaşılmamak için "Aklıma bir şey geldi de..."

Lafımı keserek ona döndü. " O zaman akşam telefonun açık kalsın." dedi, imalı bir sesle. Gülüşüm soldu, yerine öfke doldu, bir yumru oturdu boğazıma; asla belli etmedim.

Beni böldüğü için miydi bu öfkem? Yoksa söylediklerinden mi?

Kadın odadan çıktı. Ne kadar yutkunsam da boğazıma oturan yumru bir türlü gitmedi. Masasına doğru ilerlediğinde, hemen ayağa kalktım ve kolunu tuttum. Durdu, dönmedi, sadece durdu.

"O imzayı atmayacaksın!" diye konuştum sertçe. Tersine gitmemek için, sonra ekledim: "Değil mi?" Ses tonumu ne kadar yumuşak tutmaya çalışsam da, sonuç yine aynıydı; öfkeliydim.

Yavaşça bana dönerken, yüzü ve masmavi gözleri görüş açıma girdi. Yüzündeki ifadeyi görmek istedim.

Baktım, baktım, baktım. Hiçbir şey göremedim; ifadesizdi. Gözlerine baktım; ruhsuzdu. Bir insan nasıl bu kadar duygusuz olurdu? Ya da kendini nasıl bu kadar saklayabilirdi?

Tam gözlerimin içine bakıyordu. Gözlerim gözlerinin tesirindeydi. Ne görüyordu orada? Aynaya baktığımda görür müydüm?

"Hayır." dedi, tekdüze bir sesle. Sağ kolunu tutan elim yavaşça çözüldü. Zorla yutkunurken "Atacaksın." dedim, boğuk bir sesle. Başıyla beni onayladı. Yerine geçmek için tekrar döndüğünde, yine kolundan tuttum.

Bu sefer durmadım, kendime doğru çevirdim. "Kadın yaptığımız işe güvendiği için ya da beğendiği için değil!" diye yükseldiğimde, bakışlarındaki ifade her sözcükten sonra daha fazla yoğunlaştı.

"Burçak." dedi, üstüne bastırarak. Boşta kalan elimi yumruk yaptığımda, "Evet, Burçak!" dedim, dişlerimin arasından, sonra ekledim: "Burçak'ın amacı o imza değil! Sensin!"

"Ne fark eder?" diye bir soru yönelttiğinde, gözlerim kısıldı. "Bu işin sonunda paramızı yine almayacak mıyız?" diye devam ettiğinde, dilim tutulmuştu, ağzım -bir karış- açık kalmıştı.

Gözlerim dolmaya başladı. Uzun bir süre yüzünü inceldim, yüzünde söylediği şeyin pişmanlığını yaşasın istedim. Bir anlık bir gafletle söylemiş olsun istedim; ama o söylediğinin arkasındaydı.

"Sen," dedim, sesimin titrediğini fark ettiğimde sustum. Kendime zaman verdim. Gözlerimi kapadım. Gözyaşımın yanağıma ineceğini anladığımda, yumruk yaptığım elim açıldı ve yüzüme doğru kaldırdım. Avuç içimi yatay bir şekilde iki gözümün üstünde sürtmeye başladığımda, avuç içimde ıslaklık hissettim. Elim yavaş yavaş başımın üstünden enseme doğru gitti, sertçe ensemdeki saçımı karıştırdıktan sonra derin bir nefes aldım, elimi indirdim ve ona baktım.

Hâlâ aynı duygusuzlukla bana bakıyordu. Kalbimin ağladığını hissettim. "Bir sana bakıyorum, bir de geçmişteki o..."

"Seninle geçmiş hakkında konuşmayacağım!" diye sertçe lafımı böldüğünde, öfkem daha da artı.

"Ya ben gerçekten anlamıyorum!" diye bağırdım. Kolunu tuttuğum elimi sertçe çektim, birkaç adım geriye giderek kollarımı açtım. Sonra ekledim: "Yaşadıklarımız, hissettiğimiz duygular bu kadar aynıyken sen nasıl böyle bir insana dönüştün?"

"Ben sana karşı hiçbir şey hissetmiyorum." dedi, acımasızca. Güldüm. Kahkaha attım.

"Bahsettiğim şey aşk değildi." diye konuştum gülüşlerimin arasından. Gülüşüm soldu. "Bahsettiğim şey, acımız, öfkemiz, üzüntümüz, isyanımız bu kadar aynıyken senin bu kadar nefret dolu olman."

Bunu ona hatırlatırken aslında kendimin de unuttuğunu fark ettim. Daha da öfkelendim. "İntikam duygusuyla yanıp tutuşman." diye bağırdım.

"İntikam istediğim falan yok." dedi, hemen ardımdan. Dudaklarım acıyla iki yana kıvrıldı. Gözlerim yine dolmaya başlamıştı; fakat bu sefer silmedim, aksın istedim.

Titrek bir sesle, " Sen o geçmişi unutmadığın sürece..." Sustum, sağ elimi kalbinin üstüne koydum, geri çekilmedi. Kalp atışlarını hissettim. Geçmişteki o adamı düşündüm. Sevdiğim o adamı...

Gözlerimi kapadım, sertçe yutkundum. Bir yaşın yanağımda süzüldüğünü hissettim. "Sen o geçmişi unutmadığın sürece, intikam isteyeceksin." dedim, titrek bir sesle. Bir eli bileğimde hissettiğimde, kalbinin üstüne koyduğum eli itti.

Gözlerimi açtım. "Benim geçmişi unutmadığım falan yok." dedi, hafif yüksek sesle. "Bazı şeyleri hatta hiç hatırlamıyorum." Sesindeki imayı hissettim.

"Unutsaydın eğer, kalbin bu kadar kararmazdı." dedim, tükürürcesine. Susmadı.

"Unuttum diyorum!" dedi, öfkeyle. "Unutmadın." dedim, kırgınlıkla.

"Unuttum!" diye bağırdı.

"Unutmadın!" diye onun gibi karşılık verdim.

"Seni unuttum."

Sesi kısık çıkmıştı. Acıyla gülümsedim. Gözlerim dolmuştu. "Duygularımız karşılıklı, Akın Adalı."

Arkama döndüm, odadan çıktım. Hemen karşıdaki kendi odama girdim. Cama yaslı olan üçlü koltuğa kendimi attım.

Sırtım ona dönük olduğundan beni göremezdi. Zaten sırf o yüzden masama oturmamıştım. Boylu boyunca koltuğa uzandım.

Gözlerimi kapattığımda, yaşadığım her şey film şeridi gibi geçti gözümün önünden.

Bana aşkla bakan o adam... Evlilik teklifi ettiği gün... Evlendiğimiz gün... Sonrasında yaşadığım her şeyden pişman olmamı sağlayan o gün; evlendiğimiz gün.

O günün hayatımın kırılma noktası olacağını az çok tahmin ediyordum, ama bu şekil değil. Bu şekil değil!

Derin bir nefes aldım, şakaklarıma akan yaşı silerek doğruldum. Masamın arkasındaki cama ilerledim. Açtım. Koltuğa oturarak denizi izledim.

Birkaç dakika sonra ayaklarımı yere sürterek döndüm. Sırtını koltuğa yaslamış, doğruca bu tarafa bakıyordu, bakışlarımı kaçırarak yutkundum.

Çantamdaki günlüğü aldım, açtım. Tarih attım:

13 Eylül 2021

Aşk hevesin yettiği kadardır; sevdaysa nefesin yettiği kadar.

Akın Adalı sen bugün bana yalan söyledin.

Bu yalan ya sonumuzu getirecek ya da büyük bir imkânsızın kapısını aralayacak.

AZRA ADALI

Dirseklerimi masaya, avucumu da çenemin altına yaslamıştım. Ders bitene kadar o şekilde ona bakmayı sürdürmüştüm. Diğer kızlar gibi... Tek fark onlar beğeniyle Çınar'ı süzerken, ben öldürücü bakışlar atıyordum.

Ders bittiğinde hemen hemen herkes Nazan Hoca ve Çınar'ın etrafına doluşmuşlardı. Kalabalıktan sıyrılarak sınıftan çıktım. Adımlarım bahçeye götürüyordu beni.

Bahçedeki boş banklardan birine oturdum. Gözlerimi kapatarak derin bir nefes alıp verdim. Sürpriz dediği bu muydu?

Parmaklarımı çıtlattığım sırada telefondan mesaj bildirimi geldi. Telefonu aceleyle çantadan çıkardım. Çünkü biliyordum ondan gelmişti. Açtım.

"Neredesin?"

"Cehennemin dibinde!"

"Konum at da geleyim."

Bakışlarımı sinirle telefondan çektiğimde yüzümde hafif bir tebessüm oluşmuştu. Bakışlarım bahçenin girişine takıldığında göz göze geldik. Bakışlarımı tekrar telefona çevirdiğimde yazmaya başladım.

"Az önce olanlar neydi?"

"Ne oldu ki?"

Gözlerimi devirdim. Kafamı kaldırıp ona baktım. Az ilerideki banklardan birine oturuyordu.

"Bir kere de ciddi mi olsak?!"

"Ciddi olacak bir konu mu var?"

"Yok mu?"

"Var mı?"

"Var tabii!"

"Neymiş?"

Bakışlarımı yerden kaldırarak ona baktım. Bana bakıyor ve gülümsüyordu. Ayak kalktığımda "Hocam!" diye seslendim.

Suratındaki sırıtış büyüdüğünde birkaç adımda yanına vardım. "Merhaba." dedim. Yanına oturdum. "Nasılsınız? İyi misiniz Hocam?" dedim, sadece ikimizin duyabileceği bir sesle.

"Oldukça iyiyim." dediğinde, tehditkâr bir şekilde gülümsedim. "Belli."

Yüzüme bakmayı sürdürdüğünde, "Sence de anlatacak bir şeyin yok mu?" diye sordum.

"Dersin var mı?" diye karşılık verdi. Kaşlarım çatıldı ardından başımı yok dercesine iki yana salladım. "Öğleden sonra var."

"Sokağın sonunda bekliyorum. Konuşalım." dediğinde, "Tamam." dedim sadece. Burada konuşmamak en mantıklı seçimdi. Yanımdan kalktığında çapkın bir bakış attı. Gözlerimi devirdiğimde, dudaklarımda salakça bir sırıtış vardı.

Bahçeden çıktı, beş dakikanın sonunda bende ayağa kalktım. Fakülteden çıktım, merdivenleri inerek kaldırımda sağa sola bakındım. Sokağın sonunda arabasını fark ettiğimde, sağa tarafa yürümeye başladım.

Bakışlarımı etrafta taradıktan hemen sonra kapıyı açarak yolcu koltuğuna oturdum. Kemeri taktığım sırada arabayı çoktan sürmeye başlamıştı.

Bir süre sonra "Ne zaman karar verdin öğretim görevlisi olmaya?" diye sordum, bakışlarımı yoldan çekip ona çevirdim. Bilmem dercesine dudaklarını büktü. "Hep vardı. Akademisyen olmak isterdim hep. "

"Benimle bir ilgisi yok yani?" diye sormamla, "Gerçekten hep vardı aklımda. Kısmet, şansıma sana denk geldi." dedi. Gözlerimi devirirken gülümsüyordum. "Madem öyle ne konuşacağız?"

"Bizi." dedi. İçime düşen hüzünle gözlerimi kapattım. Daha karar vermemiş olmam artık beni de sıkıyordu. Onu oyaladığımı düşünsün istemezdim.

Derin bir nefes alarak başımı koltuğa yasladım.

Ona karşı ne hissediyorsun diye sordum kalbime. Elim gayriihtiyari sol göğsüme gitti. Kalbim taşikardi, gülümsedim. Şu an eğer bana bakıyorsa deli olduğumu düşünebilirdi. Gülümsemem kıkırdamaya dönüştüğünde gözlerimi aralayarak ona baktım.

Tam da düşündüğüm gibiydi. Gözleri kısıktı, bakışları benimle yol arasında mekik dokuyordu. "Merak etme delirmedim." dediğimde, o da güldü. "Ama âşık oldun?" dedi sorarcasına, kaşlarım çatıldı.

"Anlamadım?"

"Elini kalbine götürdün ve gülümsedin. Bunlar belirtilerdir. Kendimden biliyorum." dedi.

Bakışlarımı kaçırarak başımı hemen yanımdaki cama yaslayarak akıp giden yolu izledim. Araba Rumeli Hisarı'nda durana kadar ona bakamamıştım. Bizi buraya getirdiğine şaşırmamıştım. Aksine beklediğim bir şeydi.

Bir şey demeden kemeri açıp arabadan indim, hemen ardımdan Çınar'da indi. Kayalıkların ucuna doğru yürüdüğümde, rüzgâr oldukça şiddetliydi.

"Benden bir cevap bekliyorsun." dedim, bakışlarım denizden ayırmadan. "Ve ben de sana bir cevap vereceğim." duraksadım. Sonra ekledim. "Bugün."

Arkama döndüm. Birkaç adım gerimde durmuş, bana bakıyordu. İfadesizdi. Yüzünde bir ifade yoktuysa da, gözleri vereceğim cevabı sabırsızlıkla beklediğini haykırıyordu.

Aramızdaki birkaç adımı hızla yok ederek dudaklarımı dudaklarıyla birleştirdim.

Bu sefer bunu yapan bendim; ilkinin aksine...

...


BİTTİ

Loading...
0%