@senemeevren
|
Yorum yapmayı ve oy vermeyi lütfen unutmayın ... Dudaklarımı dudaklarıyla birleştirdim. Öpmedim ama dudaklarımı ayırmadım da. Bir tepki vermedi ya da veremedi. Çünkü benden bu şekil bir cevap beklemiyordu. Kapattığım gözlerimi araladım. Gözleri kapalıydı. Geri çekileceğim sıra bir koluyla belimi sardı. Beni kendine çekti ve -az önce ki şoku üzerinden atarak- öpmeye başladı. Tekrardan kapattım gözlerimi. Diğer kolunu da belime sardığında, ona karşılık vermeye çalıştım. Ellerimi kollarına çıkardığımda bedenini bedenime yasladı. Dudaklarımız ayrıldığında, alnını alnıma yasladı. Verdiği nefesler yüzüme çarpıyordu. Derin bir nefes aldım. Gözlerimi araladım. Beğeni dolu bakışları, utançla başımı eğmeme neden oldu. "Utanınca ne kadar güzel olduğunu söyleyen oldu mu?" Beni daha da utandırmak mıydı amacı? Bir elini belimden çekti. Ardından saçlarıma emanet bir şekilde taktığım mandal tokayı çıkardı. Kollarının üstündeki ellerimi, teninden ayırmadan omuzlarına çıkardım. Ellerimi ensesinde birleştirdiğimde, parmak uçlarımda yükseldim. Bakışlarımı yerden kaldırarak cesurca baktım gözlerine. Kaşları yaptığım bu hareket karşısında havalandığında gülümsedim. Boştaki eli saçlarımla oynuyordu. Bir elimi ensesinden ayırarak yanaklarına yerleştirdiğimde, başparmağımı dudaklarına değdirdim. "Aldın mı cevabını?" Parmağımı alt dudağında gezdirdim. Kaşlarını itiraz edercesine kaldırdı. Alt dudağımı dişleyerek güldüm. "Öyle mi?" diye sordum. "Tabii." dedi, saçlarımla oynarken. "Ben zaten cevabını biliyordum. Sadece..." Saçlarımla oynamayı bıraktı. İşaret parmağıyla orta parmağını dudaklarıma değdirdi; benim yaptığım gibi. "Sadece dudaklarından çıkmasını beklemiştim. Ama sen daha da arttırarak beni öptün." Parmağımı dudağından çektim. Gözlerime baktı. "Bu bir cevap olabilir ama ben yine de senden duymak isterim." Her ne kadar ona utanmadığımı göstermek istesem de bakışlarımı gayriihtiyari aşağı indirdim. Keyifli gülüşü kulaklarımı doldurdu. Tebessüm ettim. "Kaçırma gözlerini." Dudaklarımdaki parmaklarını aşağı indirerek başparmağıyla çenemi kavradı. Gözlerine bakmamı istiyordu. Bir yanım cesaretlisin diyordu. Diğer yanımsa utancından kıvrılıyordu. Bakışlarımı yerden çekip yukarı tırmandırdım, gözlerine baktım. Elini yanağıma yaslayarak okşadı. Başımı okşadığı yanağımın üzerine eğerken gülümsedim. Ayaklarımı yere indirdim, boynundaki eli çektim ve kollarımı beline dolayarak sarıldım. Aynı şekilde karşılık verdi. Burnuma dolan kokusu hiç olmadığı kadar iyi hissettirmişti. Ne kadar geçmişti bilmiyordum ama biz hiç hareket etmemiştik. "Dersim var demiştin, okula geçelim." dediğinde, derin bir nefes alarak kokusunu içime çektim. Başımı göğsünden çekerek yüzüne baktım. Yüzünde silik bir tebessüm vardı; mutluydu. Başımı salladım. Sırtımdaki kolu gevşediğinde, gülümseyerek ayrıldım. Arabaya doğru yürüdüğümde benim tarafıma geliyordu. Şaşkınlıkla yüzene bakarken "Saçmala." diyerek önüne geçtim. "Kendim açabilirim." Yüzüme doğru eğildiğinde, bakışlarımı kaçırmadım. Ben de baktım. "Yani gerek yok." diye devam ettim. "Var." dediğinde, yanımdan geçti. Kapının açılma sesi gelmeden hemen önce gözlerimi yummuştum. Derin bir nefes alıp vererek gözlerimi araladım ve ona döndüm. "Teşekkür ederim." dediğimde, kapıyla arasından geçerek koltuğa oturdum. Arabanın önünden dolanarak şoför koltuğuna oturdu. Motoru çalıştırdı. Araba asfalta çıktığında, Çınar'ın yan profilini izliyordum. "Azra?" "Hı?" diye bir ses çıktı boğazımdan. "Acaba annemlerde mi kalsam birkaç gün?" diye sorduğunda, kaşlarım çatıldı. "Neden?" "Bu gidişle seni bir tek derslerde görebilir. Derslerini boşlamanı istemem." Güldüm. "Merak etme o kadar da kapılmadım sana." dedim, alayla. Bakışlarını yoldan çekip birkaç saniye bana değdirdiğinde "Öyle mi?" diye sordu, dudaklarındaki gülümsemeyle. "Tabii, ne sandın?" dedim, sahte bir ciddiyete bürünürken. "Bende beni sevmeyen bir kız için evimi bırakmayı düşünüyorum burada." dedi, sitemle. Aynı anda gülüşmeye başladığımda, oyunumuz sona ermişti. "Baksana. Ciddiyim ben, bir ev kadar yakınında olsam..." dedi, bakışları yolla üzerimde mekik dokurken. "Bilmem. Yani eğer rahatın bozulacaksa gelme." dedim, tekdüze bir sesle. Bir elini uzatıp avucunu yanağıma yasladığında, başparmağıyla okşamaya başladı. "Merak etme." dedi, yumuşak bir sesle. Gülümsedim. Gülümsedi. ***** Okulun arka sokağında inmiştim. Dersimin başlamasına yarım saat olduğundan okulun bahçesinde oturmuştum. Birkaç kişiyle tanışmış, sohbet etmiştim. Derse girip çıktıktan sonra taksiye binip eve dönmüştüm. Eve geldiğimde bir şeyler atıştırmıştım. Deniz ablaya, Kerim'i sorduğumda, evde olmadığını söylemişti. Havanın kararmasına daha çok vardı ve Aycan henüz daha gelmemişti. Yarım saattir bahçedeki üçlü koltukta uzanıyordum. "Azra Hanım, nasılsınız?" diye sordu, alaylı bir ses. Kafamı sola döndürdüğümde, Efe'yi görmeyi beklemiyordum. Doğruldum. "İyiyiz Efe Bey, siz nasılsınız?" diye sordum gülümseyerek. Hemen çaprazımdaki berjere oturdu. "İyiyiz iyiyiz de... Siz neden kaçar gibi gittiniz mekândan, İzmir'den..." dedi, imalı dolu bir sesle göz kırparken. Yüzümdeki gülümseme yavaş yavaş yok olurken, "Dönmek istedim ve döndüm." dedim. "Aşkım." diye seslenildi. Bakışlarımı bahçenin girişine çevirdiğimde Aycan'ın gördüm. Gülümseyerek ayağa kalktığımda, hızla gelip boynuma atladı. Yanaklarımdan öptüğünde, "Nasılsın?" diye sordum. "İyiyim." Efe dikkat çekmek istercesine boğazını temizlediğinde, Aycan kaşlarını çatarak ona döndü. "Sen burada mıydın?" diye sordu. Tekli koltuğun sırtı eve dönük olduğundan bahçeye girdiğinde Efe'yi görememişti. "Görünmez falan mıyım diye sorguladım kendimi bir an." dedi Efe, her zamanki alaylı ifadesiyle. Koltuğa tekrar oturduğumda, Aycan gözlerini devirerek hemen yanıma oturdu. Telefon çaldı. Aranan Efe'ydi. "Yasemin nerelerdesin?" diye açtı telefonu. "Yengem yok evde." diye devam etti. "Gelmek için acele etme." dedi, bakışlarını birkaç saniye Aycan'a değdirirken. Güldü. "Hadi görüşürüz." Telefonu cebine koydu. "Hayırdır, ne işin var burada?" diye sordu Aycan. Efe sırtını geriye yasladı. "Biliyorsun, komşuyuz. Azra'yı gördüm. Bir sorayım dedim." "Neyi soracaksın?" diye sordu Aycan merakla. "İzmir'den neden kaçarcasına gitti, merak ettim." diye cevapladı Efe. Gözlerimi devirdim. "Bende sana dönmek istedim dedim." Efe tabii tabii dercesine kafasını salladı. Sıkıntılı bir nefes verdim. "Sıkıldım." diyerek ayağa kalktım. "Ben bi' üzerime değiştireceğim." Bahçeden salona girdiğimde kapı çalındı. Kapısından çıkan Deniz ablayı gördüğümde "Dur, dur. Ben açarım, yukarıya çıkıyorum zaten." dedim. Başını sallayarak tekrardan mutfağa girdi. Salon kapısını açarak hole geçtiğimde dış kapıyı açtım. Bekledim kişiydi; Kerim. Gülümsedim. "Merhaba." diyerek içeri girdi. "Ben de seni bekliyorum." dediğimde, n'oldu der gibi baktı. "Bi' konuşalım mı?" Başını salladı, ayakkabılarına yöneldiğini fark ettiğimde "Yürüyelim mi biraz?" diye sordum. "N'oluyor Azra?" diye sordu merakla. Koluna girerek girdiği kapıdan çıkarttım. "Bir şey olduğu yok, sadece konuşacağız." Deniz kabuğu rengi mermerin üzerinden geçerek siyah, demir kapıdan sokağa çıktık. Evden uzaklaştığımızda "Neden kabul etmedin?" diye sordum, konuya bodoslama dalarak. Aslında konuşmama böyle başlamayacaktım. İlk olarak ona bu konu hakkında bilgim olduğunu çıtlatacak daha sonra yavaş yavaş soracaktım. Tek tek sorup onu iyice germektense, bir kerede sormak son anda verdiğim bir karardı; hiç de pişman değildim. Kaşları çatıldı. "Neyi?" Saçlarımı kulaklarımın arkasına sıkıştırarak başka bir yöne baktım. Yasemin arabayla hızla yolda ilerliyordu. Yanımızdan süratle geçtiğinde, birkaç saniye göz göze gelmiştik. "Bursu..." diye cevap verirken gözlerine baktım. Güldü. Güldü mü? Çatık kaşlarla ona bakarken "Kabul etmedim, çünkü böyle bir hayalim yok artık." dedi. "Hem bu kadar gerileceğin bir konu değil. Yani rahat olabilirsin." diye devam etti. Zoraki bir tebessüm yerleştirdim yüzüme. "Anladım." diye mırıldandım. Yürümeye devam ettik. "Peki neden bıraktığını sorabilir miyim?" diye sordum, adım atmayı bırakarak. Kerim'e baktım. Gülümsüyordu ama keyiften uzak bir gülümsemeydi; burukça bir gülümsemeydi. "Bırakmak zorunda kaldım ve bıraktım." Neden bıraktığını söylemek istememişti. Ama istediği için değil, zorunda kaldığı için bıraktığını söylüyordu. Dudaklarımı içer kıvırarak başımı salladım. "Amacım seni üzmek değil, olamaz da." diyerek bir elimi koluna uzattım, ardından sıvazladım. "Ama kendine bir şans ver istiyorum." Gözlerine baktım. "Bunu yap. Kendin için." Kollarımı boynuna dolayarak sarıldım. "Hem bak, o zaman kader izin vermemiş. Ama şu an eline geçen fırsatı bizzat sen itiyorsun." Kollarını belimde hissettim. Gülümsedim. "İlerde zorunda kaldım diyemezsin." Kollarımı çektim. Yüzüne baktım, gözleri ıslanmıştı. "Son bir kez düşün, olur mu?" Başını salladı. "Peki," dedi, ardından gülümseyerek kollarını belime sararak sımsıkı sarıldı. Eve döndüğümüzde odama çıkarak siyah lastikli eşofman ve tişört giydim. Hava kararmaya yüz tuttuğunda bahçeye indim. Henüz ne babam ne de abim gelmişti. Bahçede kısa bir süre tek başıma oturduktan sonra Aycan üzerindekilerden kurtulmuş bir şekilde sol çaprazımdaki berjere oturdu. Efe hemen karşımda Yasemin'le birlikte oturuyorlardı. Yüzlerindeki gülümseme bir an olsun silinmemişti. Abimle babam bahçe kapısında görüldüklerinde, bakışlarım Yaseminlere takıldı. Ayağa kalkmışlardı. Yüzümü baktıkları yöne çevirdim. O buradaydı. Çınar... Geleceğim demişti ve geldi. Bakışları bu taraftaydı. Beni arıyordu gözleri. Göz göze geldiğimizde gülümseyen dudakları daha da genişledi. Bakışlarım aşağı, kollarındaki köpeğe kaydı. O gün gördüğüm malta cinsindeki köpekti bu. Köpek Çınar'ın kollarından atlayarak Yasemin'e koştu. Çınar şaşkınlıkla az önce kollarındaki köpeğe ve ablasına baktı. Yasemin içtenlikle karşılık verdi sevimli köpeğe. Bakışlarımı onlardan çekip yanımıza yaklaşan abimle babama çevirdim. Ayağa kalktım. Kollarımı öne uzatarak önce babama sonra da abime sarıldım. Abimin bakışları yan bahçeye takılmıştı. Çınar'ın annesi yanlarına gelmişti. Kızıyla birlikte köpeği seviyorlardı. Hemen çaprazlarında ki berjerde oturan Çınar'da buraya bakıyordu. Dudaklarımı birbirine bastırarak abime döndüm. "Çok acıktık değil mi? Masaya geçelim en iyisi." dedi Aycan. Okuldan geldiğimde bir şeyler atıştırdığımdan aç hissetmiyordum. Ben bahçedeki üçlü koltukta oturmuştum. Yüzüm karşıdaki bahçeye dönüktü. Babamlar mutfağın önündeki yemek masasındaydılar. Çınarlar çimlerin üzerindeki masada yemek yiyorlardı. Çınar ve Efe'nin yüzü bana dönüktü; Yasemin ve annesininse sırtı. Malta cinsindeki köpek çimlerin üzerinde dolaşıyordu. Bu taraf doğru geldiğini fark ettiğimde ayağa kalktım. Birkaç adım atıp yan bahçeye geçtim. Köpeğe dokunmak için dizlerimin üzerine çöktüm. Ak tüyleri çok yumuşaktı. Gülümsedim. "Ne kadar tatlısın sen." Başımı kaldırdığımda Çınar'la göz göze geldik. Gülümsüyordu. "Adın ne senin?" Köpeğe indirdim bakışlarımı tekrardan. "E tabii cevap veremezsin." dedim, sorduğum sorunun saçmalığını idrak ederek. "Oğlum, buraya gel." dedi, katı bir ses. Kaşlarımı çatarak sesin geldiği yöne baktım. Kardelen Yıldırım, Çınar'ın annesi... Dirseğini sandalyenin sırtına atarak arkaya dönmüştü. "Bir daha dokunmazsanız sevinirim." diye devam etti, aynı sertlikle. Yutkundum. "Ben sadece sevmek istemiştim." dedim, kısık bir sesle. "Yabancılardan korkar. Dokunmayın bir daha." Başımı salladım. "Kusura bakmayın." dedim, bakışlarımı kadının gözlerinden ayırmadan. Mahcup bir şekilde ayağa kalktım. "Oğlum buraya gel." diye tekrar etti, bu sefer sesi öncekine nazaran yumuşak çıkmıştı. Arkama dönerek yerime gitmek için bir kaç adım attığımda, köpeğinde benimle geldiğini fark ettim. Şaşkınlıkla köpeğe baktım. Benden korkmamıştı. Aksine yanımda durmak istiyordu. Gülümsedim. Üzerime doğru zıplamaya başladı. Tereddütle kadına baktım. Öfkeliydi bakışları. "Alabilirsin." dedi Çınar. Ona aktım. Gözlerini kapatıp açtı; güven verircesine. Gülümsedim. Yere doğru eğildiğim sırada "Dokunma!" dedi Kardelen Hanım. Uzattığım elimi yumruk yaparak kendime çektim. "Sevmiş demek ki anne... Bırak gitsin." dedi Çınar. Dudaklarımı birbirine bastırarak yüzümdeki tebessümü gizledim. "Çınar doğru söylüyor, sevmiş demek ki..." dedi Efe, imalı bir sesle. Bakışlarımı kaçırdım. Saçlarımı kulaklarımın arkasına sıkıştırarak sertçe yutkundum. Heyecanlanmıştım. "Anne," diye seslendi Yasemin. Kardelen Hanım kızıyla göz göze geldi. Kısa bir süre bakıştılar. Çınar'ın bakışları benim üstümdeydi, o, bu şekil bakınca elim ayağım birbirine dolanıyordu. Kardelen Hanım bakışlarını Yasemin'den çekip bana çevirdi. Bakışlarımı hızla Çınar'dan çekip ona baktım. Ayağa kalktı, birkaç adım atarak karşıma geçti. Gözlerini bir an olsun gözlerimden ayırmamıştı. İyicene gerilmiştim. Bu kadının insan üzerinde bir farklı etkisi vardı kesinlikle, yoksa bunun başka bir açıklaması olamazdı. Bakışlarını üzerimden ayırarak, hemen ayaklarımın ucundaki köpeğe çevirdi. "Oğlum." dedi, yumuşak bir sesle. Dizlerinin üzerine çöktü. Kollarını köpeğe uzattı. Köpek az önceki davranışına tezat Kardelen Hanım'a doğru birkaç adım atarak üzerine atladı. Az önce yapması gerekeni şimdi yapıyordu. Kollarındaki köpekle ayağa kalktı. Mahcupça gülümseyerek "Tekrar kusura bakmayın." dedim. Masaya son bir bakış atarak arkama döndüm. Kendi bahçeme geçip babamların yanına ilerledim. Hâlâ sofrada oturuyorlardı. "Canım ailem." diye seslendiğimde, aynı anda bana baktılar. Gülümsedim. "Odama çıkıyorum." dediğimde, "Şimdi mi?" diye sordu Aycan, hemen ardımdan. Başımı salladım. "Çizim odamda biraz oyalanırım, sonra da uyurum muhtemelen." dedim, dümdüz bir sesle. Yüzü düştü. "İyi tamam, git sen. Ben de okul dedikodusu yaparız diye düşünmüştüm." Babamla birlikte gülmeye başladık. "Tabii yaparız bebeğim." dedim, yanaklarını sıkmak için parmaklarımı yüzüne doğru uzattığım sırada. Geriye doğru çekildi. Üzerine doğru gittim ve yanakların sıktım. Ardından kaçtım. Eve girdim. Merdivenleri çıktıktan sonra çizim odama girdim. Yarım saat kadar çizim odasında oturdum. Ne bir çizimle uğraştım ne de odamı inceledim. Sadece masama oturdum ve boş boş etrafa bakındım. Neden köpeğe dokunmama izin vermemişti, hiç anlayamamıştım. Odaya girdiğimden beri düşündüğüm tek şey bu olabilirdi. Odadaki sessizliği yok edecek bir mesaj bildirim sesi doldurdu kulaklarımı. Masanın üzerinde duran telefonun ekranına baktım. Çınar adlı kişiden bir mesaj. Telefonu elime aldım. "Adı Kara." Kaşlarım çatıldı. "Kara?"
"Hani adın ne senin diye sormuştun ya oğluma." Dudaklarım iki yana kıvrıldı. Aşağıdaki köpekten bahsediyordu. "Hatırladım." "Senin değil mi?" "Benim." "Baya sevimli. "Ne zaman istersen görebilirsin." "O da beni sevdi gibi ne dersin?" "Hem de çok..." "Hafta sonu yemek yiyelim mi? Baş başa..." "Hafta sonuna daha çok yok mu?" "Benim için fark etmez ama benim yüzünden derslerini boşlamanı istemem." "Babam bile derslerime bu kadar takıntılı değil :)" "Derslerin önemli. Bu yüzden gerekirse baban da olurum, annende..." Bakışlarım yazdığı son kelimenin üzerinde donuklaştı. Annende... Annem. Yutkundum. O tekrar yazıncaya, bildirim sesi gelene kadar yazdığı son kelimeye baktım, ıslak gözlerle. Dudaklarımı bir birbirine batırarak yazdığı mesaja baktım. "Bir şey mi oldu?" Okuduğum görülmüştü. Ama parmaklarımı hareket ettirip yazamıyordum bile. "Azra, iyi misin?" "Yanlış bir şey mi yazdım? Ağır ağır, bulanık gözlerle yazmaya başladım. "Yok. Telefonun ekranı açık kalmış. Bir işim vardı. Kusura bakma." "İyi iyi. Ben de bir şey oldu sandım. Korktum." Burukça gülümsedim. Ayağa kalktım. Çizim odasından çıkarak odama ilerledim. "Korktun." "Korktum." Yatağa girdim. Beyaz örtüyü üzerime çekerek başımı yastığa yasladım. "Bu sabah hakkında bir şey sormayacak mısın?" "Sormayacağım." "Ya ben anlatmak istiyorsam?" "Her zaman dinlerim." "Öyleyse yarın öğlen aynı yere gidiyoruz." "Peki İzmirli." "İyi geceler." "Rüyanda beni gör." "Emriniz olur beyefendi." "Emir değil, rica." "Kabul edildi." "İyi uykular." Ekrana yeni bir bildirim düştü. Bakışlarım ekranın üst kısmında yoğunlaştığında gözlerim kısılmıştı. Kuzum seni GİRL POWER adlı gruba ekledi. Tıkladım. Bi' bildirim sesi daha. Kuzum, Damla kişisini ekledi. Kuzum: Aynı evde olup mesajlaşan biz :)):)) Damla: Görüşmeyeli n'apıyorsunuz kızlar? Kuzum: Sorma, okul yolu görüldü bize... Damla: Bir gün de mi böyle oldun? Dokuz ay var daha, dokuz! Kuzum: Kimse yok. Yeni yüzler. Birkaç güne alışırım ben ya. Damla: Azra? "Kızlar size iyi sohbetler ben uyuyacağım." Kuzum: Güzel rüyalar gör bebeğim. Damla: İyi uykular. "Size de." Telefonu yatağın arkasındaki dolabın çekmecesinin üzerine koydum. Ardından gözlerimi kapattım. ***** YASEMİN YILDIRIM Çınar'ın gidişinin üzerinden henüz iki saat geçmişti. Saat on bire kırk dakika vardı. Annem, Çınar'ın ardından ayaklanmış odasına gitmişti. Efe'yle birlikte bahçedeki koltukta viski içiyorduk. Efe elindeki ekranı açık telefonun kilidini kapatarak bana döndü. Bense bakışlarını üzerimden çekmeyen adama bakıyordum. Ona... "Yasemin ben odama gidiyorum. Bence daha da içme." Kafamı salladım. Bakışlarımı bir an olsun ondan çekmeden. "İyi geceler." diye mırıldandım. Oturduğu koltuktan kalktı ve içeri girdi. Gözlerimi asla çekmiyordum. Onun gibi... Bahçelerindeki koltukta tek başına oturuyordu. Bakışları doğrudan beni hedef alıyordu. Seni unuttum! Gülümsedim. "Unutmak?" dedim. Sesim fısıltılı çıkmıştı. Göz kapaklarım ağır ağır görüş alanımı siyaha çevirdi. Derin bir nefes aldım. Gözlerimi araladım. Oturduğu yerden kalkmıştı. Bahçenin sonuna yürüyordu, sırtı bana dönüktü. Bende kalktım ayağa. Adımlarım onun adımlarını takip etti. Ağır ağır bahçenin sonundaki merdivenlerden indi. Zorlanmadan indim o merdivenleri. Ormana yürüyordu. Birkaç dakika o önde, ben arkasında yürüdük. "Dur!" diye bağırdım en sonunda. Adımları yavaşladı, durdu. Ardından bedenini bana doğru çevirdi. Bir adım atım, bir adım daha, bir adım daha... Gözlerine bakmak için başımı hafifçe kaldırdım. Bir nefeslik mesafe vardı aramızda. Derin bir nefes alıp verdim. İçki dolu nefesim yüzüne çarptı. Gözlerini kapattı. Göz kapaklarım o kadar ağırlaşmıştı ki kendiliğinden örtündüler. Kısa bir süre sonra sert bir yutkunuş sesi doldurdu kulaklarımı. "Bi' daha söyle." dedim, fısıltılı bir sesle. "Neyi?" Nefesi içki kokuyordu. O da mı sarhoştu? Dudaklarımı ıslattım. Sertçe yutkundum. "Neden bahsettiğimi gayet iyi biliyorsun." Gözlerimi araladım. Bakışları yüzümdeydi. Bakışlarım dudaklarına kaydı. "Unuttum." diye fısıldadı. Dudaklarımı dudaklarına değdirmek için öne doğru gittiğimde, birkaç adım geriye atarak uzaklaştı benden. "Hey şey yolunda, sakin ol." demişti, yıllar öncesinde; ben beyazlar içindeyken. "Çok heyecanlıyım Akın." dediğimde, ellerini yanaklarıma koymuş, alnını alnıma yaslamıştı. "Bende bir tanem, bende..." Dudaklarımdan öpmüştü. "Ömrümün sonuna dek seveceğim seni, her ne olursa olsun." demişti, olacaklardan habersiz; dudaklarımdan ayrılırken. "Bende." demiştim, aşkla gözlerine bakarken. Birkaç saat sonra olacaklardan habersiz, son temasımızdı bu. Bir yaş düştü yanaklarıma. "Nefret ediyorum senden!" diye haykırdım. Hiçbir şey söylemedi. Bir adım attım. "Duydun mu?!"Ellerimi gözlerinden birkaç tık koyu olan gömleğinin yakalarına yerleştirdim. Çekiştirmeye başladığımda, buz gibi ellerini ellerimin üzerine koydu. Ellerimi yakalarından indirmeye çalıştı. Bağırdım. "Nefret ediyorum!" Ellerimi yakalarından kurtardığı gibi göğsünden itekledim. Boşluğuna gelmiş olsa gerek, birkaç adım sendeleyerek toprağın üstüne düştü. "Keşke hiç gelmeseydin." dedim, birkaç yaş yanaklarıma düşerken. Yeri çok mu rahattı acaba? Çünkü kalkmayı hiç düşünmüyor gibi sırtını arkasındaki ağaca yaslamıştı. Birkaç adım atarak ağacın dibine, yanına oturdum. Hareket etmedi. "Neden geldin?" diye sordum, sert bir sesle. Sol profilini izliyordum. Dudakları aralandı. Bir şey söyleyecekti ama sonra vazgeçerek dudaklarını birbirine bastırdı. "Peki," dedim son harfi uzatarak. "Konuşma." Parmak uçlarımı çenesine koydum. Yüzünü çevirdim. Gözlerine baktım. Ömrümün sonuna dek seveceğim seni, her ne olursa olsun. Parmaklarımı teninden ayırarak diğer elimle birleştirdim. "İstediğin kadar kal burada. Kimse sana hiçbir şey söyleyemez." Kaşları havalandı. Öyleyse der gibi bakıyordu. Seni unuttum! "Ama buraya gelmendeki amaç intikam ise... İstersen tüm servetimizi yok et. Ama bize bir ölüm daha getirme." Sesim titremişti. Kucağımdaki bir eli kaldırıp yüzüne götürdüm. Avucumu yanağına yasladığımda yüzündeki ifade değişmedi. İçim titredi. Aşkla yandı, yandı. Küle döndü. Hiçbir şey bizim suçumuz değildi dedi kalbim. Yanağına akan yaş başparmağın üzerinden süzülerek çenesine düştü. "Bir ölüm daha hepimizin sonu olur." dedim, elimi yanağından çektim. Ayağa kalktım. Onu arkamda bırakarak birkaç attığım sıra "Dur." dedi. Adımlarım kesildi. Arkama döndüğümde, o da ayağa kalkmıştı. Birkaç adım atarak yanıma yaklaştı. Başını yana eğerek gözlerime baktı. Boğazıma oturan yumru, nefessiz bıraktı beni. "Aramızda ortaklık dışında hiçbir bağ yok." dedi, acımasızca. Yutkundum. Başımı salladım. "Kesinlikle." diye onayladım onu. "Geçmiş yok." dedi. Başımı tekrardan aşağı yukarı hareket ettirerek "Yok." dedim, onun aksine yüksek çıkan sesimle. Gözlerimden kalbimi görüyordu sanki. "Aşk yok." dedi. Sevda var. Onun gibi başımı yana eğdim. Daha da derinleri görmeyi umdum. Konuşmadım ama başımı hareket ettirdim. Ardından arkama dönerek eve doğru yürüdüm. Ağlamak yok. 1 Eylül'den beri ilk kez bu kadar sakin konuşmuştuk. Merdivenleri tırmandım. Bahçeden direkt odama girdim. Yatağın ucuna oturdum. Bakışlarım yerdeydi; odam karanlıktı, ormandaki yüzleşmemizde ki gibi. Kollarımı iki yana açarak sırtımı yatakla birleştirdim. Gözlerimi kapattım. ***** AZRA ADALI Neredeyse varmak üzereydik. Saat dörde geliyordu. Sabah uyandığımda ince ipli, göğüs kısmı bağlamalı, paçaları bol siyah bir tulum giymiştim. Proje tüpümü de alıp hızla okula gittiğimde fakülteye girerken Çınar'la karşılaşmıştık. Birbirimize bakmak dışında hiçbir hareketimiz olmamıştı. İki tane ders girdikten sonra mesajlaşıp buluşmuştuk. Kırk dakikadır da yoldaydık. Bakışlarımı hemen yanımdaki camdan çekip Çınar'a çevirdim. Yüzündeki gülümsemeyle bana bakıyordu. Gülümsedim. Birkaç dakika sonra araba yavaşça durdu. Kapılar açıldı, kapandı. Denize doğru birkaç adım attım. Tatlı bir rüzgâr esiyordu. Kollarımı birbirine kavuşturdum. Omuzlarıma bıraktığı ceketiyle kokusu burnuma doldu. Gülümsedim. Hemen yanımda durdu. "Gördün mü beni dün rüyanda?" diye sordu. Bakışlarımı denizden çekip ona çevirdim. "Hayır." dedim, şaşkınlıkla gülerken. "Öyle mi?" Dudaklarımı birbirine bastırarak başımı salladım. Vücudunu bana çevirdi. Vücudum gayriihtiyari ona çevrildi. Ellerini uzattı. Etrafıma sardığım kollarımın avuçlarını dokundu, avuçlarının arasına aldı. "Öyleyse biz gerçekleştirelim." dedi, gülümserken. Yutkundum. Ellerimi sırtına götürdü. Başım göğsüne çarptı. Kollarını etrafımda doladı. Sıkıca sarıldı. Aldığım tüm nefesler ciğerlerimi onunla dolduruyordu. Bu koku beni sarhoş ediyordu. Ellerimi sırtına bastırdım; daha da sıkı sarılabilmek için, ciğerlerimi daha da onun kokusuyla doldurabilmek için. Saçlarımla oynuyordu. Bir süre sonra ellerini sırtımdan ayırarak yanaklarıma yerleştirdi. Bir elimle sağ koluna, pazısına tutundum. "Çok güzelsin." dedi, efsun dolu bakışlarla. Derin bir nefes aldım. Boşta kalan elimi sol göğsümün üzerine koydum. "Nasıl bu kadar hızlı atabiliyor?" diye sordum, seslice gülerken. Yanağımdaki bir elini göğsüme koyduğum elimin üzerine koyarak elimi oradan çekti. Ardından kendi kalbinin üzerine koydu. Gözlerimiz bir an olsun ayrılmamıştı, ta ki nabzını hisseden kadar. Kalbi taşikardi. Bakışlarımı göğsündeki elimize indirdim. "Aşktan." diye fısıldadı. Derin bir nefes aldım. Aşk neydi ki? Bakışlarımı tekrardan gözlerine çıkardım. "Sence aşk ne?" diye sordum. Gülümsedi. Bakışlarım gülüşüne takıldı. "Birini hep görmek istemek... Onu gördüğünde, nabzının normalin üstünde olması..." Alınlarımızı birleştirdi. Yutkundum. "Sevgi işte. Aşk; sevginin tutkuyla birleşmesi..." Soluğum kesilmişti. Onun bu kadar yakın olması kalbime zarardı. "Ben meğerse hep birine tutulmaktan korkmuşum." Nefesim yüzüne çarptı. "Ama korkulacak pek de bir şey yokmuş. Aşk, benim korktuğum gibi bir şey değilmiş." Dudaklarımızı birleştirdi. Usulca öptü dudaklarımdan. Kısa bir öpücükten sonra tekrar araladım dudaklarımı. "İyi ki bu korkuyu aştığım kişi sen olmuşsun. İyi ki..." Dudaklarımı dudaklarıyla birleştirdim. Onun aksine ben daha hırçın ve aceleci davranmıştım. Soluğumuz kesilene kadar ayrılmadık. Soluklarımız birbirine karıştı. Alnını alnımla birleştirdi. "İyi ki sevgilim..." Gülümsedim. Sevgilim. Sevgilim. Sevgilim. Galiba uzun bir süre bu kelimeye alışamayacaktım. Bu kadarı da olsundu. Kayalıklara oturduk. Uzun bir süre orada birbirimize sarıldık. Ardından eve dönmek için araba bindik. Çınar birkaç gün içerisinde taşınacakmış. Öyle büyük bir taşınma değilmiş. Ailesinin yanında kalmak için gelecekmiş. Birkaç kıyafet ve Kara'yı getirecekmiş. Elini elimin üzerine koydu. Dudaklarına götürerek tersinin öptü. Gülümsedim. Trafik vardı. Yaklaşık bir buçuk saat sonra araba evin önünde durdu. Hava kararmıştı. Kemerini çıkardı, bana doğru eğilip yanağımı öptü. Gülümseyerek kemerimi çözdüm. Ardından kapıyı açıp indim. Arkamdan o da indi. Şaşkınlıkla yüzüne baktığımda, eve doğru birkaç adım atmıştım. Yanıma geldi. "Ne var ya?" dedi, sahte bir kızgınlıkla. "Anneme uğramayayım mı?" Yanımdan bir araba geçti. Az ileriye park edildi. "Görüşürüz." dedim, gülümseyerek. "Görüşürüz, sevgilim..." Arkasına dönüp evine girdi. Ben de eve doğru bir adım attığımda babamın fazlasıyla sert bir ifadeyle yanıma geldiğini gördüm. "Ne işin var senin o adamla?" diye sordu bir sesle. Gözlerim kısıldı. "Anlamadım?" Abimin de aynı arabadan inip bize doğru geldiğini gördüm. Babamın arkasındaydı. "Neyi anlamadın?" diye sordu babam, sert bir sesle. Kaşlarım çatıldı. "Babam çok sinirli, işle ilgili bir sorun var da." dedi babamın bir adım gerisindeki abim. "Hadi baba sen içeri gir." diye ekledi abim. Babam hâlâ öfkeli olan bakışlarını benden çekip abime çevirdi. Kısa bir süre bakıştılar. Ardından babam siyah, demir kapıdan eve girdi. Abim yanıma gelip sarıldı. Çenesini başımın üstüne yerleştirdi. "Onu tanıyor musun?" diye sordu, yumuşak bir sesle. Başımı salladım. "Okuldan..." diye mırıldandım. Az önceki musmutlu kızın içine hüzün yerleşmişti. Derin bir nefes aldım. "Hocam." diye ekledim. Benden ayrıldı. Yüzümü avuçlarının arasına aldı. "Hocan mı?" diye sordu, şaşkınlıkla. Başımı salladım tekrardan. Yalan. Bir defa söylendiğinde ardası kesilmeyen bir eylem hâline gelirdi. ... BİTTİ |
0% |