Yeni Üyelik
10.
Bölüm

9. Bölüm: "Gardenya Çiçeği."

@senemeevren

Yorum yapmayı ve oy vermeyi lütfen unutmayın..


...

Onunla karşılaşalı tam yirmi iki gün olmuştu. Bana yaptığı teklifin üzerinden on yedi gün, kabul edişimin üzerinden ise on gün geçmişti.

O gün, ormandayken, çok kısa bir süre o yağmurun altında sarılmıştık. Önce ben, hemen ardımdan da Çınar eve girmişti. Daha ne kadar bu şekilde ilerlerdik, bir fikrim yoktu. Şu an için olması gereken buydu.

Pazartesi sabahı evden Kerim'le birlikte çıkmıştık. O gün girdiğim her iki derste de Kerim'le birlikteydik.

İlk derse Çınar girmişti. Ve bu derse, geçen hafta olduğu gibi Nazan Hoca'yla birlikte girmemişti.

Derste normalde olduğunun aksine fazlasıyla ciddiydi. Fakat bu sadece benim için geçerliydi. İlk deneyimi olduğundan yanlışlıkla olsa bile, beni kayırmak istemiyordu, biliyordum.

O gün Kerim'le birlikte öğlenden sonraki derse girip eve gelmiştik. Saat beş buçuğa gelirken Çınar karşı bahçede görülmüştü. Kimse yoktu; ne bizde ne de onlarda.

Fakat yine de yan yana gelip sarılmamıştık, sadece uzaktan bakışarak yazışmıştık.

Dün, yani salı günü ise öğlen üçe kadar okuldaydım fakat hiç karşılaşmamıştık. Bildiğim kadarıyla Çınar'la Kerim yine aynı sınıfa düşmüşlerdi. Her ikisinin de tek dersi olduğundan saat on bire gelmeden okuldan çıkmışlardı. Eve geldiğimde Çınar'ı yine görememiştim, ta ki akşam yemeğine kadar.

Ailesiyle yaptıkları akşam yemeği sonrasında gece saatlerine kadar oturmuşlardı. Biz saat on bir civarı odalarımıza dağılmıştık. Ben küçük balkonumdan onları izlemiştim.

Konuşmalar ve kahkahalar sesi kesilene dek oradaydım, ardından yatağıma girip uyumuştum.

Bu sabah, dersim on buçuk gibi başlayacağından çok da erken kalkmamıştım. Dokuzda uyanıp güzel bir duş almıştım. Üstüme ince ipli, beyaz bir crop; altıma turuncu beyaz karışımı, yırtmaçlı, midi boy bir etek giymiştim. Ayaklarımda ise vazgeçilmezim olan beyaz sporlar...

Aşağı indiğimde Kerim'le Aycan evden çıkmışlardı. Kahvaltı yaparken bildirim sesli ilişti kulaklarıma. Telefonu elime alıp mesajı okudum.

"Beraber gidelim mi okula?"

"Olabilir."

"Olabilir?"

"Olabilir."

"Olsun mu, olmasın mı?"

"Olabilirden ne anladın merak ettim?"

"Arada kalmışlık."

"Arada kalmışlık?"

"Muallak."

"Gerçekten biz yazışmayalım, yüz yüzeyken daha iyi."

"Bekliyorum, kapıdayım."

"Olur dediğimi hatırlamıyorum."

"Başlarım..."

"ANLAMADIM???"

"Bekliyorum diye yazacaktım, otomatik klavyenin azizliğine uğradım desem inanacak mısın?"

"İnanırım."

"Dedim var say o zaman."

Bugün onu sinirlendirme kotamı yazışarak tükettiğimi söylese, haklısın derdim. Telefonun kilidini kapattığımda yüzümde salak bir sırıtış vardı.

Dudaklarımı ıslatıp birbirine bastırdım. Hemen ardından kısa zincirli, dikdörtgen, beyaz çantamı omuzuma asıp evden çıktım.

Çınar görünürlerde yoktu, arabası evin birkaç adım ilerisindeydi. Etrafa bakına bakına arabaya doğru ilerledim. Tedirgin, bir o kadar da hızlı bir şekilde kapıyı açıp yolcu koltuğuna attım kendimi.

Gözlerimi kapatıp derin bir nefes aldım. Göğsüm hızla inip kalkıyordu. Gözlerimi aralayıp yanımda oturan adama baktım. Tebessüm ediyordu.

Gülmek bulaşıcı mıydı bilmiyordum ama o gülümseyince gözlerimin içi parlıyor, içim kıpır kıpır oluyordu. Gayriihtiyari çehremde bir tebessüm oluşuyordu.

Kollarını etrafıma sararak sıkıca sarıldı. Kollarımı beline sardım ve başımı göğsüne yaslayarak kokusunu ciğerlerime doldurdum. Başımın üstüne, saçlarımın arasına öpücük kondurdu, ardından çenesini öptüğü yere bastırdığında, sakalları battı; bu canımı acıtmadı, aksine bu duyguyu seviyordum.

"Gidelim." dedim.

"Böyle kalalım." diye mırıldandı. Başımı geriye atarak gözlerine baktım. Kollarım beline sarılıydı hâlâ.

"Biri görebilir." dediğimde, gözlerinde bir anlığına birkaç duygu geçmişti. Dudağının kenarı imayla yukarı kıvrıldı. Bu mutluluktan uzak bir tebessümdü, yaşananları yeni hatırladığını bu şekilde ifade etmişti.

Dudaklarımı ağzımın içine yuvarlayıp, yapacak bir şey yok der gibi baktım yüzene. Başımın üstüne minik bir buse kondurup kollarını üzerimden çekti ve arabayı çalıştırıp sürdü.

Siteden çıkana dek hiçbir şey konuşmadık.

"Dün gece çok güzeldiniz." dedim. Bakışlarım yan profilindeydi. Çok güzel bir adamdı. Henüz tam tanıyamamıştım ama güzel kalbi vardı, bunu bana hissettiriyordu. Önemli olan da buydu.

Bahsettiğim güzellik fiziksel bir güzellikti. Ve fiziksel güzelliğine söylenecek tek bir kelime olamazdı. Kahverengi saçları, güneşe çıktığında rengi çok az açılıyordu. Ne uzun ne de kısa olan sakalları, saçlarıyla birebir aynı renkteydi.

Bakışlarını gözlerime çevirdi. Tebessüm ediyordu. Birkaç saniye gözlerime baktı. Saçlarından birkaç tık koyu gözleri vardı. Saçlarının aksine oldukça koyu olan kirpikleri, güzel gözlerini daha da güzelleştiriyordu. Görüntüsü izlemekten asla bıkılmayan bir tablo gibiydi. Baktıkça daha da bakası geliyordu insanın.

Kuzguni, barut rengi gözlerini yola çevirerek, "Uzun zamandır yan yana gelemiyorduk. Bize de iyi geldi." dedi. Tebessüm ettim.

"Orada olmak isterdim." diye mırıldandım, yüzüne bakarken. Bakışlarını yoldan çekerek gözlerime çevirdi. Gözlerimin içine baktı.

"Orada olmanı çok isterdim."

Bakışları gözlerimle yol arasında mekik dokuyordu. Bir elini yüzüme doğru kaldırdı. İşaret ve orta parmağının tersiyle yanağımı okşadı. Ardından hafif dalgalı, kurumaya yüz tutmuş saçlarımdan bir tutam alarak parmağına doladı. "Elbet bir gün..." dedi.

Saçlarımı kulaklarımın arkasına sıkıştırdı. Elini elimin altından geçirerek parmaklarını parmaklarına geçirdi. Elimin altındaki elini sıkarak tebessüm ettim.

Farkında bile olmadan, her geçen gün bu adama daha da tutuluyordum.

Okula yaklaştığımızda "Çınar..." diye mırıldandım. Bakışlarını yüzüme çevirdi, ben zaten ona bakıyordum; yola çıktığımızdan beri.

"Merak etme." dediğinde, tebessüm ettim. Konuşmadan anlaşmıştık. İlkti. Bakışarak anlamıştı beni, tek kelime etmeden anlamıştı beni.

Fakültenin bir sokak aşağısında araba yavaşlayarak durdu.

Gizli bir ilişki yaşamak genellikle heyecanlı gözüyle bakılırdı. Gizli bir ilişki yaşıyordum fakat hiç de söylendiği gibi olmadığını yeni yeni farkına varıyordum. Bizim ilişkiyi bilen tek bir kişi vardı, o da ikizimdi.

Evdeyken, okuldayken saklanarak yaşıyorduk; kısacası herkesten saklanıyorduk. Sanki yanlış bir şey yapıyormuşuz gibi gizleniyorduk. Peki ya neden?

Oysa yanlış hiçbir şey yoktu ki, hatta tüm her şey doğru bile olabilirdi.

Yaşadığım ilk ilişkiydi ve ben -ikizim dışında- kimseye hiçbir şey anlatamıyordum. Böylesi bir noktadan sonrası için çok tehlikeli bir boyuta bile ulaşabilirdi.

Babam öğrendiğinde ne tepki verirdi hiç bilmiyordum. Ya abim? Çınar'ın ailesi? Fakültedekiler?

Düşünürken bile içim daralmıştı.

Çınar bana doğru eğilerek yanağıma uzun bir öpücük bıraktı. Onun dudakları yanağımda iken; yanağından, sakallarından öptüm.

"Görüşürüz sevgilim." diye fısıldadı.

"Sevgilim..." diye karşılık verdim kısık bir ses tonuyla. Aslında nasıl hissettiriyor diye merakımdan çıkmıştı dudaklarımdan, o sihirli kelime.

Derin bir nefes çekti ciğerlerine. Gözlerimi kapattım. Yanağını yanağıma sürterek hafifçe kaydırdığında dudağının kenarı dudağımın kenarına değdi.

Oldukça hızlı atan kalbim şimdi göğüs kafesimi delecek şiddette hızlanmıştı. "Duyamadım, bir daha söyler misin?" diye sordu.

Dudağımın kenar kıvrıldı. "Asla."

Yüzünü biraz daha kaydırdığında dudakları dudaklarıma değdi, öpmedi, sadece dokundu. Sertçe yutkundum. Gözlerim hâlâ örtülüydü.

"Peki sevgilim..." Gözlerimi aralayarak hızla uzaklaştım ondan. Kalbim ağzımda atıyordu. Sesli gülüşü elimi ayağıma dolandırmıştı. Heyecanlanmam onu eğlendirmişti.

Eşyalarımı alarak "Hoşça kal." dedim ve hızla arabadan indiğim sırada "Hoşça kal, sevgilim." diye seslendi.

Hay ben senin sevgilinin!

Birkaç adımda kaldırıma geçtiğimde arabanın hareket etmediğini fark ettim. N'oldu dercesine baktım. Bir tepki vermedi. Gülüşü yerli yerindeydi. Gözlerimi devirip ona arkamı döndüm ve kaldırımda yürümeye başladım. Sokağın sonundan sola döndüğümde fakülte görüldü.

Okula girene kadar Çınar ağır ağır sürdü arabayı. Turnikeden geçtikten sonra kafeteryadan bir kahve aldım. Derse beş dakikadan az bir süre vardı. Hızla dersliğime ilerleyip içeri girdim. Hemen hemen tüm sıralar doluydu. Orta sıralarda birine oturduğumda kahvemden bir yudum aldım.

Birkaç dakika sonra kapı açıldığından beklediğim kişi gelmişti. Dersteyken ısrarla yüzüme bakmak bir yana, göz teması bile kurmuyordu. Bende sırf onu sinirlendirmek için gözlerimi bir an olsun üzerinden ayırmıyordum.

Ders dışında bana yaptıklarını dersteyken ben ona yapıyordum. Gerçi bana bu konuda daha olumsuz bir cümle kurmamıştı. Ama bakışlarımdan rahatsız olduğunu hissediyordum. Sınıftaki herkes Çınar'ın içine düşecekmiş gibi baktığından göze battığım söylenemezdi.

Sınıfa girdiğinde geçen derste olduğu gibi tekti. Selam verdikten sonra derse başladı. Israrla üzerinden ayırmadığım bakışlarım, dersin sonunda karşılık aldı fakat tam gözlerime bakıp dudaklarını araladığı sırada kapı tıklatıldı ve Nazan Hoca içeri girdi.

Çınar'ın yanına geçtiğinde selam verdi ve bize doğru dönerek dudaklarını araladı. "Öncelikle merhaba. Size bir duyuru yapmaya geldim. İstanbul'daki çok önemli bi' mimar şirketinin her sene okulumuzda düzenlediği bir yarışma var, biliyorsunuzdur." Herkes kafasını salladı fakat benim böyle bir şeyden haberim olmadığından bir tepki vermedim.

"Son sınıflar için düzenlenen bu yarışma sizin kariyeriniz için çok önemli. Yarışma için yapmanız gereken tek şey; bir uygulama kullanmaksızın yaptığınız bir çizimi 25 Ekim Cuma günü okula teslim etmek. Hafta sonu çizimlerin arasından en iyi yirmisini seçeceğiz. Hemen pazartesi günü yola çıkacağız ve Antalya'ya gideceğiz. Çınar'la ben size eşlik edeceğiz. Eminim o da gitmek istiyordur zaten." Bakışlarını Çınar'a çevirdiğinde, Çınar nazikçe gülümseyerek karşılık verdi kadına.

"İki hafta boyunca orada kalacağız. Yirmi kişiyi tek tek gözlemleyecekler. Fikirlerinizi dinleyecekler. İki haftanın sonunda iki kişi seçilecek ve önümüzdeki sene bu şirkette hemen işe başlayacak. Eminim şu an bunu hepiniz deli gibi istiyorsunuzdur. Okul bittikten hemen sonra işiniz hazır. Bundan daha iyi bir fırsat olamaz. Kendi bileğinizin gücüyle bu işte en iyi olmak eminim hepiniz hayalidir. Cuma günü çizimler elimde olsun lütfen." Çınar'a döndü.

Gülümseyerek "İyi dersler." dedi ve geldiği şekilde ağır adımlarla derslikten çıktı.

Dersi bitirdiğinde sınıftan çıkan Çınar'ın ardından hızla ayaklanıp peşinden gittim. "Hocam." diye seslendiğimde, durdu. Ardından bana doğru döndü.

Birkaç adım daha attığımda karşısındaydım. "Buyurun." dediğinde yürümeye başlamıştı. Hemen yanında yürüyordum. "Bugün boş musunuz hocam?" Güldü.

"Sen hocana ahlaksız bir teklif mi ediyorsun?" Dudağımın kenarı kıvrıldı. "Belki." diye mırıldandım.

Yürürken parmaklarının tersi elimin tersine değdiğinde, yüzümdeki gülümseme silikleşti. Sertçe yutkundum. "Şu an bunu o kadar isterdim ki..."

"Ama?" diye sordum, devamında söyleyeceği bahaneyi merak ederek. Parmaklarını elimin tersine gezdirerek okşadı.

"Bizim çocuklarla plan yapmıştık." Durdu. Yan dönerek yüzüme baktı. Başımı kaldırarak gözlerine baktım. "Ama eğer biraz ısrar edersen, ekebilirim onları." Gülümsedim.

Sağ gözümü kırparken "Yok ya ekme, biz daha sonra buluşuruz." diye konuştum sadece ikimizin duyacağı bir tonda.

"Peki..." Bir adım attı. Gerildim, yanlış anlaşılabilirdi. Bir adım geriye gittim. Israr etmedi, gelmedi. "Yarın diyelim mi?" diye sordu, başımı iki yana salladım. "Neden?

Dudaklarımı birbirine bastırarak sağa sola kıvırdım. "Şu yarışma için bir şeyler çizmem gerek."

Anladım dercesine kafasını salladı. "Sana yardımcı olmak isterdim ama biliyors..."

"Biliyorum." diye kestim sözünü. Beni kayırmak istemiyordu. Haksızlık olurdu. Ki zaten o böyle bir teklif yapsaydı, ben kabul etmezdim.

"Şimdi ben seni iki hafta boyunca göremeyecek miyim?" diye fısıldadı. Bir adım attı, izin verdim. Kaçmadım. Korkmadım. "Kazanacağım belli değil ki."

"Kazanacaksın." dedi, bildiği bir şeyi söylüyormuş gibi. Bana benden daha çok güveniyordu. Ben bile bu kadar emin değildim kendimden, yarışmayı kazanacağımdan.

"Hem zaten sende geleceksin ya." dedim, hatırlatmak istercesine.

"Ben gelmeyeceğim."

"Ama Nazan Hoc..."

"Biliyorum içeride öyle söyledi ama ben o an onu bölmek istemedim. Şimdi gidip onunla da konuşacağım." Kaşlarım çatıldı. "Peki neden?" diye sordum.

Gülümsedi. "Ben gelirsem senden uzak duramam. Sende aynı şekilde... Kafan karışır. Ben gelirsem tatile döner. Eğer istersen bir ara birlikte gideriz. Tatile..." Kafasını yana eğerek gözlerime bakıyordu.

Benim için gelmek istemiyordu. Gülümsedim. Artık yanlış anlaşılacağından bir adım geriye gitmek zorunda kaldım.

"Cuma teslim edersin, ben de dersime girdikten sonra alt sokakta buluşalım." Dudaklarımı birbirine bastırdım. "Çok mu komik hanımefendi?" diye sordu şakacı bir üslupla.

Kafamı sallayarak gülümsedim. "Alt sokak öyle mi?" diye sordum alt dudağımı dişlemeden hemen önce. Yüzüme doğru eğildi ve "Beğenemediniz mi?" diye sordu.

Başımı iki yana sallarken "Kesinlikle çok beğendim, benim de aklımdan bu geçiyordu zaten." dedim.

"Anlaştık o zaman." dediğinde, "Keşke evet diyebilseydim." dedim.

Kaşları çatıldı. "Sebep?"

"Kızlarla buluşacağız, sözüm var onlara. Senin aksine ben ekemem, maalesef." diye yalan söyledim. Birazcık özleseydi.

"Hiç inandırıcı gelmedi bu yalnız." Gözleri kısıldı. Gülmemek için kırk takla atıyordum. "İntikam mı alıyorsun sen?" diye sordu. Ben bilmem der gibi omuz silktim. Peki der gibi gibi kafasını sağa doğru eğdi.

"Neden böyle bir yalan söyledin bilmiyorum ama..."

"Yalan falan söylemedim." Canım sıkılmıştı.

Yalan söylediğimi inkâr ederken bile yalan söylemiştim.

Tabii tabii der gibi başını salladığı sırada ileride tanıdık bir suret görüldü. Bize doğru geliyordu.

Bir adım daha geriye gittiğimde aramızda epey bir mesafe oluştu. "Kerim geliyor. Saat bir yönünde." dedim, dişlerimi göstererek, samimiyetsiz bir şekilde gülümsemeye çalışırken.

"Böyle yaparsan, anlamaması mümkün değil. Gerilecek bir şey yok." dedi, gayet rahat bir tavırla. Derin bir nefes aldığımda aramızda kalan birkaç adımı da aşıp yanıma gelen Kerim'e gülümseyerek baktım. Şaşırsaydım daha da saçma bir resim oluşurdu gözünde.

"Merhaba." dedi.

"Merhaba." diye karşılık verdik aynı anda.

Önce gülümsedi ardından "Seni bekliyordum ben de." dedi Çınar'a.

"Geliyordum şimdi." diye karşılık verdi Çınar.

"Nereye?" diye sordum asla bilmiyormuş gibi. "Valla ben de bilmiyorum. Çınar nereye götürürse oraya." dediğinde, gülümsemeye çalıştım. "Anladım." diye mırıldandım.

"Bırakalım mı seni de?" diye sordu Çınar. Kafamı iki yana salladım.

Çınar kaş göz yaptığında kaşlarım çatıldı. Kerim komutu almışçasına "Ben arabada bekliyorum Çınar." dedi, bana döndü ve "Görüşürüz." diyerek uzaklaştı.

Kadrajımdan çıktığında Çınar'a sorgu dolu gözlerle baktım. N'olmuştu az önce öyle?

"Kerim'in olanlardan haberi var. Ama sadece Kerim'in." dediğinde, şaşkınlıkla ona baktım.

"Nasıl?" diye mırıldandım.

"Anlatmak zorunda kaldım." İlişkimiz artık dört kişi tarafından biliniyordu, büyük başarıydı!

Gözlerimi kapatıp derin bir nefes aldım. "Sen de Aycan'a anlatmadın mı?" diye sordu. Anlatmış olması sorun değildi. Az önce Kerim'in olanlardan haberi var demek yerine, ben bin takla atarken durup öylece izlemişti.

"Bunu bana söyleyebilirdin." Gözlerimi araladım. "Hiç değilse bir şey anlamasın diye o kadar şekle girmezdim."

"Haklısın. Ama ufak meseleleri büyütmeyelim lütfen." dedi.

"O zaman birbirimizden bir şey de saklamayalım." Gözlerini usulca kapatıp açtığında gülümsüyordu.

"Yalan da dâhil." dedi, alaylı bir sesle. Gözlerimi devirip "Yalan değildi diyorum." dedim. Ufak da olsa artık yalan söylemeyecektim, bu günden sonra...

"Hı hı." dediğinde, bir adım atmıştı. Bacak boyu o kadar uzundu ki aramızdaki dağ kadar mesafeyi bir adımda yok etmişti.

"Ben gidiyorum. Cumartesi için hiçbir yalan ve bahane kabul edilmeyecektir, bilginize." Kimsenin göremeyeceği şekilde omzuna vurarak "Değildi diyorum" dedim, farkında olmadan çıkan yüksek sesimle.

Dudaklarını birbirine bastırdı. "Görüşürüz sevgilim." diye fısıldadı. Nefesi yüzüme çarptı.

"Görüşürüz." Sevgilim.

Son kez gözlerime baktıktan sonra merdivenlere yöneldi. Merdivenlerden çıkmasıyla elimi çantama götürüp hızla telefonu aldım. Kilidini açtıktan sonra mesaj atmak yerine aramaya girdim.

Aycan'ı arayarak vakit kaybetmek istemediğimden, Çınar'ın ilk arayacağı kişinin adını bularak telefonu kulağıma götürdüm. İkinci çalışta karşı tarafın sesi duyuldu.

"Alo?"

"Damla," diyerek hızla konuya girdim. "Cuma günü buluşuyoruz. Kesinlikle itiraz yok ve eğer biri sorarsa önceden ayarlamıştık. Tamam mı?"

"Ha?" diye sordu anlamayarak telefonun diğer ucundaki ses. "Sen, ben ve Aycan cuma buluşacağız. Ve bunu önceden ayarladık." diye tekrar edip kavrayabilmesi için kısa bir zaman tanıdım. Zeki bir kızdı, anlardı zaten hemen.

"Anladım, anladım da... Neden böyle bir şey yapıyoruz?" diye sordu. Çınar'ın beni bırakıp gittiği yerdeydim hâlâ. Yere mıhlanan ayaklarımı hareket ettirerek koridorda yürümeye başladım.

"Şimdilik soru sorma lütfen. Cuma günü müsait misin?" diye sordum, saçma bir şekilde.

Kıkırdadı. "Başta sorman gereken şeyi sonda soruyorsun."

Kan tadını alana kadar alt dudağımı ısırdığımı fark edememiştim. Dudağımı hızla özgür bırakarak "Özür dilerim. Müsaitsin değil mi?" dedim.

"Aslında pazar günü için bir iznim vardı." dedi, mahcupça. Merdivenlerden indim. Zemin katın koridorunda ilerleyerek çıkışa yürüdüm.

"Cumaya alsan?" Sesim yalvarır gibi çıkmıştı. Onu zor bir durumda bırakıyor olabilirdim, kabul etmeyecek olursa ısrar etmeyecektim.

"Pazar önemli bir işim var ya. Ama merak etme halledeceğim." dediğinde, "Çok teşekkür ederim." dedim.

"Tek bir şartla ama." Kaşlarım çatıldı.

"Ne?" diye sordum hemen.

"Cuma günü her ne sorarsam sorayım cevaplayacaksın." diye şartını söylediğinde alt dudağımı tekrar dişlerimin arasına aldım. Fakülteden çıkmıştım.

"Ne gibi şeyler?" diye sordum yutkunarak. Benim hakkımda soracağı sorulardan çok, başka şeylerden korkuyordum.

"Akşamüzeri yazarım, şimdi bir hastayla ilgilenmem lazım." Birkaç merdiveni indiğimde az ileride Çınar'ın arabasının hemen önündeki Kerim'le ilişti gözlerimiz.

"Tamam. Haberleşiriz." dedim, Kerim bana doğru bir adım attı.

"Görüşürüz canım."

"Görüşürüz."

Telefonu kulağımdan çekerek karşımdaki adama baktım. Tek gözünü kırparak kafasını hafifçe salladı. "Kimdi?" diye sordu.

"Damla'ydı." Bakışları bir anlığına karardı, ardından hemen toparlayarak zorla gülümsedi. "Bana soracağı sorular varmış." Gözleri kısıldı. "Ya senin hakkında bir şeyler sorarsa?" Bakışlarını kaçırarak zorla yutkundu.

"Sormaz." dedi, kesin bir dille.

"Ya sorarsa?" Eğer sorarsa gafil avlanmak istemiyordum.

"Sormaz. Hem neden sorsun ki?" diye sordu, sesinde hüzün vardı. Keşke sorsa der gibiydi.

"Eğer sorarsa hiç öyle mırın kırın etmeden düpedüz her şeyi olduğu gibi anlatırım ben de o zaman." dedim, sinirle.

"Anlat," Gözlerime baktı. "Eğer sorarsa anlat ama sormayacak. Boşu boşuna ü..."

Sustu. Avuçlarını yüzüne götürerek sertçe ovaladı. Sağ elimi boşta duran koluna götürerek sıvazladım. "Üzerine geldiysem özür dilerim." dedim, mahcupça.

Yüzüne götürdüğü eli indirerek gözlerime baktı. "Sorun değil." dedi ve gülümsedi. Mutluluktan uzak gülümsemesiyle sertçe yutkundum. Onu üzmüştüm, üzülmeyi asla hak etmeyen birini üzmüştüm. Oysa onu üzmek için söylememiştim. Sadece bir ihtimaldi, çok küçük bir ihtimal dahi bile olsa, onu sorarsa hiçbir şey söylememe rağmen hal ve tavırlarımdan birçok anlam çıkarabilirdi.

Kerim'in çok saf ve temiz bir kalbi vardı.

Sıkıca sarıldım. "Gerçekte çok özür dilerim. Yine ve yine söylüyorum ki, sen asla sevilmeyecek bir adam değilsin. Aksine, sen bu dünyada sevilmesi gereken birkaç kişiden birisin." Geri çekilip gözlerime baktı. Usulca kapatıp açtı göz kapaklarını. Üzme kendini der gibi.

Alt dudağımı ağzımın içine yuvarlayarak mahcupça yüzüne baktım, ardından ellerimi üzerinden çekerek "Görüşürüz." diye mırıldandım.

"Görüşürüz."

Kerim'i arkada bırakarak elimi kaldırarak caddeden geçen taksiyi durdurdum. Kapıyı açtım, sağ arka koltuğa oturdum. "Selamünaleyküm kızım." dedi ellilerin başlarında duran adam. Dikiz aynasından göz göze geldik. Dudaklarımı birbirine bastırarak başımla selam verdim. "Nereye süreyim?"

"Reşitpaşa."

Kulaklarıma ulaşan bildirim sesiyle irkildim. Elimdeki telefonun kilidini açıp Çınar'dan gelen mesaja tıkladım.

"İkna edebildin mi?"

Kaşlarım çatıldı. Neden bahsediyordu?

"Anlayamadım?"

"Damla'yı diyorum ikna edebildin mi?"

E çüş, onunla konuştuğumu anlamış olamazdı değil mi? Anlamamış olsundu. Bu kadar rezillik fazlaydı. Kerim söylemiş olabilir miydi? Olabilirdi. Hem Damla'yla konuştuğumu biliyordu. Söylemiş olabilirdi. Bu adam bu kadar zeki olmamalıydı. Olamazdı. Olmasındı.

"Bakıyorum da dilini yutmuş gibisin sanki ha?"

"Ne alaka, neyi ikna edecekmişim Damla'ya?

"Cuma günü olmayan buluşmanızı ayarlaman gerekiyor ya."

"Siktir." diye fısıldadığımda, "Bir şey mi dedin kızım?" diye sordu, kır saçlı yaşlı adam. Dikiz aynasına kaydı gözlerim. "Yok amca, bir şey demedim." dedim. Tekrar gelen bildirim sesiyle, "Beyefendi çok ısrarcı galiba." dedi yaşlı adam gülerek.

Güldüm. "Hem de ne çok..." dedim. Bakışlarımı telefonun ekranına çevirdim.

"Damla'yla konuşman ikizinle konuşmandan daha olası olduğunu düşündüm ve Aycan'ı aradım."

"Ne yaptın?!"

"Aycan'ı aradım."

"Peki neden?"

"Damla'yı arayıp bunu soruşturacağımı düşündün ama ben Aycan'ı aramayı seçtim."

"Ne konuştunuz?"

"Ne yazık ki ikizin baya ketummuş. Ne söylediysem konuyu başka yere çekti."

"Almışsındır cevabını."

"Sen söyle, nasıl ikna ettin Damla'yı?"

"Yok öyle bir şey."

"Peki, yok."

"Ha şöyle yola gel ben adam."

"Ama bence hâlâ yalan söylüyorsun. Bu kadar basit bir konu için çok çaba sarf ettin sanki? Oysa söyleseydin, anlardım."

"Bir daha yalan kelimesini kullanırsan seni engellerim."

Zaten bir daha yalan söylemeyecektim artık. Gelmesindi üzerime.

"Palavra desem?"

"Çınar!"

"Tamam, kızma."

"Kapat şu konuyu o zaman sende."

"Kapattım."

"Şükür."

"Cumartesi."

"Cumartesi?"

"İki hafta yoksun. Güzel bir gün geçirelim bari değil mi?

"Heyecanlanmam için mi şimdiden söylüyorsun?"

"Belki."

"Heyecanlanmamı ister miydin?"

"İsterdim."

"Heyecanlıyım."

"Sabırsızım."

*****


Çarşamba günü eve geldiğimde akşama kadar eski çizimlerime bakmıştım. Aralarından en iyisini seçerek bir köşeye kaldırmıştım. O akşam ailecek güzel bir akşam yemeği yemiş, bahçedeki koltuklarda gece geç saatlere kadar oturup muhabbet etmiştik. Aycan, Çınar konusunda tek kelime etmemişti bana. Benim anlatmamı bekliyor olmalıydı.

Damla'nın hastanede işi olduğundan yazamamıştı. Odama çıkmam için merdivenleri kullandığım sırada dış kapının açılmasıyla ürkmüştüm. Kerim oldukça sarhoştu. Ona yardım ederek merdivenlerin altındaki boşluktan geçirerek odasına götürmüştüm. Yardım ettikten sonra odama çıkmıştım. Kerim'in yarın dersi yoktu, ondan içmiştir diye geçirmiştim içimden. Ardından Çınar'ın da boş olduğunu hatırlamıştım. İçime oturan o saçma sapan duyguyla sabaha kadar uyuyamamıştım. Saçma sapan bir kıskançlık tüm gecemin içine etmişti.

O gece iyi bir uyku geçirmediğimden, dersten de pek bir şey anlayamamıştım. Okuldaki tek dersime girip eve gelmiştim. Damla'yla o zaman konuşmuştuk. Cuma günü saat beşte buluşup bir şeyler yaptıktan sonra onlara geçecekmişiz. Aycan'la karar vermişler. O gece onlarda kalacakmışız. Öyle ayarlamışlardı.

Çınar'ı görmüştüm, karşı bahçede annesiyle oturduklarından yanına gidememiştim. Akşama doğru abimler gelmişti, birlikte yemek yemiştik. Uykum çok olduğundan onlarla oturamamıştım. Odama çıkıp uyumuştum.

Yatağın sağ tarafında, sağ omzumun üstünde uzanıyordum. İki elim de başımın altındaydı. Derin bir uykunun içindeydim. Yanağımda bir şeyler geziyordu sanki. Başımın altındaki bir elimle hafifçe yanağımı sildim. Yanağım tekrar karıncalanınca elimi yanağıma sürterek kaşıdım. Yavaş yavaş uykunun içinden çekiliyordum. Aynı şey tekrarlanınca sinirle elimi sertçe yanağıma vurdum. Tiz bir çığlık atıp gözlerimi araladığımda karşımdaki kişiyi tanıyıp derin bir nefes almam bir oldu.

İrice açılmış gözlerle hemen yanımda, yatağın kenarında oturan adama baktım. Kaşlarım çatılmıştı. Ne işi vardı burada? Yavaşça doğruldum.

Elinin tersiyle sertçe vurduğum yanağımı okşadığında gülümsüyordu. "Kızarmış." dedi. Sinirle gözlerimi devirip "Neden acaba?" diye sordum ters bir şekilde.

Dudaklarını birbirine bastırıp gülümsemesini gizlemeye çalışıyordu. "Hem ne işin var senin burada? Ya biri görürse?"

"Merak etme kimse görmez, uyuyorlardır bu saatte." dedi, yanağımdaki elini indirirken. "Çok güzel dedin, ne işin var bu saatte odamda?" diye sorduğumda, kaşları hafifçe çatıldı.

"Gideyim ben o zaman." dedi, alınarak. Ciddi olamazdı değil mi? Yataktan kalktığı sırada bileğinden tutarak durdurdum. "Şaka yapıyor olmalısın." dedim, inanmayarak. Kaşlarım çatılmıştı. Boşta kalan elini yatağa yaslayarak üzerime eğildi. "Çok ciddiyim."

Geriye doğru gittiğimde üzerime eğildi. Sertçe yutkunarak gözlerinin içine baktım. "Ben özleyeyim, güç bela buraya kadar geleyim, sen bana neyi geldin diye soruyorsun. Çok kırıldım." Sıcak nefesini yüzümün her zerresinde hissettim.

Mahcupça baktım. Dudaklarım bükülmüştü. "Özür dilerim, sadece şaşırdım." Gülmeye başladığında avuçlarımı göğsüne koydum ve sinirle ittim. Kımıldamadı bile. Gücüm hiçbir etki etmese de hafifçe geriye giderek nefes alacak yer bırakmıştı bana. Saçlarımı omzumdan geriye atarak doğruldum.

Bakışlarını bir an olsun kırpmadan gözlerime bakıyordu. Sertçe yutkundum. "Sarılabilir miyim?" diye sordu, küçük bir çocuk gibi. İçim ısındı, dudağımın kenarı kıvrıldı. Başımı salladım. Gülümsedi.

Elinin tersiyle yanağımı nazikçe okşadı, elini yanağımdan çekti ve yavaşça yanıma kayarak yaklaştı. Kalbim kapana kıstırılmış kuş misali çırpınmaya başladı. Yüzünü yüzüme yaklaştırdı. Gözlerimi gözlerinden başka hiçbir yere dokunduramıyordum. Korkuyordum.

Gözlerimin içine baktı. "Uyurken o kadar güzeldin ki..." diye fısıldadı. Nefesi yanaklarıma, burnuma, dudaklarıma çarptı. Sustum. Gözlerimi kapattım. Yanağı yanağıma değdi, irkildim. Nefesim düzensizleşti. Yutkundum. Yanağını yanağıma sürterek "Kalbinin sesini duyabiliyorum." dediğinde, dudakları kulağıma değdi. Nefesim kesildi.

"Yok öyle bir şey." dedim, boğuk bir sesle. Başını boynuma gömdü. Ellerini hâlâ hissedemiyordum. Sarılacağım demişti oysa. Sıcak nefesini tişörtün açıkta bıraktığı tenimde hissediyordum.

"Çok güzel kokuyorsun. Gardenya çiçeğinin anlamına baktım. Sanki senin için var olmuş." dedi. Nefessiz kalmıştım sanki. "Anlamı özelikle. Bir melek gibisin. Tertemiz, günahsız bir melek..." Derin bir nefes aldı.

Dudaklarını boynumda hissettiğimde kalbim rayından çıkmıştı adeta. Heyecanlanacak ne vardı sanki? Derin bir nefes çektim. Kokusu ciğerlerime doldu. Bu o kadar iyi gelmişti ki.

"Senin burcun ne?" diye sordu, bana sarılırken. Sarılmak denir miydi, bir fikrim yoktu. Avuçlarını yatağa yaslamıştı. Başımı boynuma gömülüydü. Kaşlarım çatıldı. Gözlerimi araladım. Başımı geriye çektiğimde yüz yüze geldik. Aramızda o kadar az bir mesafe vardı ki nefesimi tuttum.

"Yay." dedim, kısa bir cevap vererek. "Yay mı?" diye sordu şaşırarak. Başımı salladım.

"Neden sordun ki?" Bakışlarımı gözlerinde tutmaya çalışıyordum.

"Merak ettim." dedi.

"Burçlara inanıyor musun?" diye sordum.

"Günbegün olmasa da inanıyorum." duraksadı. Gözlerime baktı. "Sen?"

"Ne ben?" diye sordum, anlamayarak. Zaten şu an bu kadar yakınken hiçbir şey algılayamıyordum.

"Sen inanmıyor musun?" Dudaklarım bilmem der gibi büküldü. Bakışları dudaklarıma kaydı. "İnanmaktan ziyade takip etmiyorum."

"Her neyse." diye konuyu kapattığında, "Yay burcunun özellikleri ne ki?" diye sordum, bir konu açmak isteyerek.

Mümkünmüş gibi aramızdaki mesafeyi biraz daha kapattı. Hazır konu açmışım, muhabbet etseydik ya. Onu oyalamanın tek yolu bu olabilirdi. Attığım yemi yer miydi? Bilinmezdi, deneyip görecektim.

"Romantiklerdir." diye fısıldadı dudaklarıma doğru. Kalbim yine yolunu kaybetmiş gibi telaşlanarak hızla atmaya başladı. "Âşık olduğu erkeğe ilgi ve şefkat göstermekten çok keyif alırlar." diye devam etti. Sertçe yutkundum gözlerine bakarken. Bakışları dudaklarımla aramda mekik dokuyordu.

Kendi kazdığım kuyuya çakılmıştım resmen.

"Senin burcun ne?" diye sordum.

"Akrep."

"Biraz bahseder misin?" diye sordum gözlerine bakarken.

"Akrep," diye mırıldandı. "Ben burcumu çok iyi taşırım. Yani ne görüyorsan o."

Elimi kaldırdım. "Birazcık bahsetsen?" dedim, işaret ve başparmağımın arasında az bir boşluk bırakarak. Bakışları havadaki elime değdiğinde gülerek gözlerime baktı tekrardan.

"Peki," dedi, hâlâ gülerken. "Güven benim için çok önemlidir. Ama tek taraf için geçerli değil. Karşılıklı olmalı." dedi. Elini kaldırarak yanağımı avucuna aldı. "Yapmak istediği her şeyi gerçekleştirmek için sonuna kadar çabalar ve asla vazgeçmez." Dudakları kıvrıldı. "Ve istediğini alır." diye ekledi imayla.

Kötü kötü baktım. "Henüz aldığın bir şey yok canım." dedim, sinirle. Güldü. Gözlerimi devirdim. Başparmağıyla yanağımı okşadı. "Peki." dedi, bakışları dudaklarıma kayarken. Galiba beni artık kendi halime bırakmayı seçiyordu. Normalde böyle inatçı değildim aslında. İstanbul ve Çınar beni çok değiştiriyordu. Ve ben bundan hiç memnun değildim.

Yüzüme doğru eğildiği sırada "Kerim dün gece eve çok sarhoş dönmüştü." dedim. Duraksadı. Yüzü yüzüme çok yakındı. Bakışlarını kaldırarak gözlerime baktı. "Neden izin verdin ki?"

"Koskoca adam, ne yapsaydım?" diye sordu. Haklıydı. Ama benim soruyu sormamda ki amaç farklıydı.

"Haklısın galiba, hem zaten muhtemelen sende kendinde değildin, nasıl durduracaktın onu? Benimki de soru işte." dedim. Gözleri kısıldı. Gülümsemeye çalıştım. Lütfen anlama!

"Ben sarhoş değildim. Unutmak istediğim bir şey yok ki kendimi kaybedecek kadar içeyim." Anlamıştı fakat anlamazlıktan gelmişti. "Diğer konuya gelirsek de... Ona karışamazdım, aklı başında adam." duraksadı. Dudağının kenarı kıvrıldı. "Aklı başında mı orasından pek emin değilim ama."

"Deme öyle." dedim, üzülerek.

"Nasıl?" diye sordu, fısıltıyla. Yüzünü yüzüme yaklaştırdığında burnu buruma değdi. "Çok seviyor." dedim, nefes almakta zorlanırken.

"Kesinlikle aynı fikirdeyim." Dudaklarını dudaklarıma değdirdi. Gözlerimi kapattım. Öpmedi öylece durdu. Sertçe yutkundum. "Çok seviyor." diye tekrar etti beni. Dudaklarıma sert bir öpücük kondurup duraksadı. Dudakları dudaklarımda, nefesi nefesimde...

"Bundan sonra her gece geleceğim." dedi. Gözlerimi araladım. Onunda gözleri kapalıydı. "Öyle güzel uyuyordun ki..." Konuşurken dudakları dudaklarıma sürtünüyordu. Gözlerini araladı. Güneşte kuzguni olan gözleri, karanlık odada simsiyah duruyorlardı.

"Gelmemi ister misin?" diye sordu. Başımı salladım usulca. Dilimi yutmuştum sanki. Konuşmak istesem de dudaklarımı aralayıp tek kelime edemedim. "Öyleyse her gece gelirim." Gülümsedim. Gülümsedi.

Dilimi ıslattığımda dudaklarına değdi. Gözlerini yumdu. Avuçlarımı yanaklarına, sakallarına yerleştirdim. Bir milim olan boşluğu kapatarak dudaklarımı dudaklarına bastırdım. Gözleri şaşkınlıkla açıldığında gözlerimi kapatıp onu hoyratça öpmeye başladım. Benim aksime soğukkanlı bir şekilde karşılık verdiğinde kollarımı boynuna doladım ve tutkuyla öpmeye devam ettim. Sakinliği üzerinden atarak ellerini belime yerleştirdi ve benim gibi karşılık vermeye başladı.

Nefes nefese kaldığımızda alnını alnıma yasladı. Gözlerimi araladığımda gözlerimiz çarpıştı. Az önceki cesaretime tezat gözlerimi kaçırdığımda seslice güldüğünü işittim. Sık nefesleri yüzüme çarpıyordu. Göğsüm hızla inip kalkıyordu.

Bir eli belimden ayrıldı. İki parmağını çeneme yerleştirdiğinde gözlerine bakmam için baskı uyguladı. Israrına karşı gözlerine baktım. "Gidiyorum." dedi, dudaklarıma sert bir öpücük kondurdu. "Bir sonraki gelişimi bekle, sürpriz."

Üzerimdeki utancı unutarak başımı kaldırıp gözlerinin içine baktım. Diğer elini de belimden ayırarak beni özgür bıraktı. "Ne sanıyorsun yani? Her gece seni bekleyerek uyuya falan kalacağımı mı?" Tebessüm ederken kafasını salladı. Oldukça emindi. Sinirli güldüm. "Yanılıyorsun."

Göreceğiz der gibi baktı. "Göreceğiz." dedim sinirle. Ne sanıyordu bu adam kendini? "Göreceğiz sevgilim." diye tekrar etti beni. Sevgilim. Al sana cevap. Kendini sevgilim sanıyordu. Haklıydı. Çünkü öyleydi. Ama bu onu gece odama gelmesini beklerken uyuya kalacağım anlamına gelmezdi değil mi? Gelmezdi. Gelirdi. Gelmesindi.

Ayağa kalktı. Ellerini yanaklarıma yerleştirerek üzerime eğildi ve alnımdan öptü. "İyi uykular sevgilim." Ellerimi yanaklarımdaki ellerinin üstüne koydum ve ayağa kalktım. Merakla gözlerime bakıyordu. "Geçireyim. Biri görür falan..." dedim ve önden giderek odamdan çıktım.

Koridor sessizdi. Hemen arkamdaydı. "Gerek yok Azra." Bu adımı andığı nadir anlardan biriydi. "Var." diye fısıldadım, koridora birkaç adım atarken. "Yakalanırsan zorda kalırım." diye ekledim.

Arkama dönerek ona baktım. Peki der gibi gözlerini kapatıp açtı. Koridoru yarıladığımız sırada yukarı kattan birkaç adım sesi duyduk. Çizim odasının hemen önünde olmamız bir mucizeydi. Kapıyı hızla açıp Çınar'ın kollarından tutarak odanın içine attım ve kapıyı örterek hiçbir şey yokmuş gibi koridorda ilerledim. Merdivenlerin sonundaki abimle göz göze geldik. Şükür.

"Hayırdır?" diye sordu, göz kırparken.

"Ben..." duraksadım. Ne diyeceğimi bilememiştim. "Su." dedim.

Merdivenlere yöneldiğim sırada abim hemen arkadan iniyordu. "Sen?" diye sordum, omzumun üstünden arakaya bir bakış atarak. "Koşacağım biraz." dedi.

"Bu saatte mi?" diye sordum şaşkınlıkla. Holden salona açılan kapıyı açtım. "Uyku tutmadı." dediğinde, ben mutfağa o ise salondan bahçeye açılan kapıya doğru yürüyordu. Arkasına dönerek "İyi geceler abiciğim." dedi, gülümseyerek karşılık verdim. Salondaki kapıdan çıkmasıyla elimdeki mutfak kapısının kulpunu bırakarak tekrar geldiğim merdivenlerden sessizce çıkarak çizim odama girdim.

Çınar'ı masanın üzerindeki çizimlere bakarken buldum. "Hadi git çabuk." dedim telaşla. "Kimse yok."

Çizimleri bırakarak bana döndü. "Sakin ol." dedi, bana doğru birkaç adım atarken. "Lütfen git." dedim. Yakalanmasından korkuyordum. Her ne kadar ona zorda kalırım demiş olsam bile onun için de korkuyordum.

Avuçlarını yanaklarıma koydu ve başımın üstünden öptü. Sakalları batmıştı yine. Gülümsedim. "İyi uykular sevgilim." dedi. "Rüyanda beni gör."

Başımı geriye atarak gözlerine baktım. Gülümsedim. "Sende beni." dedim.


*****


Fakülteden çıktığımda saat ona geliyordu. Aycan'la fakültelerimiz arası yürüyerek on beş dakikaydı. Taksiye binmek yerine yürüyerek İTÜ İşletme Fakültesi'ne gittim. Fakülteye yaklaştığımda aradım.

"Aşkım."

"Kuzum çıktın mı okuldan?" diye sordum.

"Çıktım. Neden sordun?"

"Çıktın mı?" diye sordum hemen ardından, yüksek çıkan sesimle. "Çıktım. Bir sorun mu var bebeğim?"

"Okulun önündeyim." dedim, üzgün bir ifadeyle. "Ay keşke arasaydın ya." diye karşılık verdi.

"Neyse boş ver. Nereye gidiyorsun? Eve mi?" diye sordum.

"Yok, şirkete uğrayacağım. Atla taksiye sende gel." dedi.

"Yok Aycan'ım kalsın. Kendimi hiç yangının kollarına atamam. Yine aynı konular dönecek. Sıkılıyorum sonra ben."

"İyi tamam aşkım akşam görüşürüz."

"Görüşürüz kuzum."

Telefonu kapattığımda bir mesaj düştü telefona. Bakışlarım ekranın üst kısmına çıktığında dudaklarımın kenarı kıvrıldı. Mesaj Çınar'dandı.

Dün gece o gittikten sonra zar zor uyuyabilmiştim. Onu hunharca öptüğüm sahne gözümün önünden gitmemişti. Uyumakta zorlandığım gibi sabah uyanırken de zorlanmıştım.

"Sevgilim?"

"Efendim."

"N'apıyorsun?"

"Bir şey yapmıyorum."

"Sen n'apıyorsun?"

"Dersim bitti, okuldan çıkıyorum."

"Buluşalım mı?"

"Yarın buluşacağız ya."

"Ben bu günü soruyorum."

"Özledin mi?"

"Bulaşalım mı?"

"Özledin mi diye soruyorum."

"Önce ben sormuştum yalnız."

"Acaba şu an ilk inadını gerçekleştirmiş olabilir misin?"

"Ne alaka?"

"Çok alaka."

"Benimle oynuyor musun?"

"Soruma cevap almadan sana cevap vermem."

"İyi tamam, buluşmuyoruz o zaman."

"Ve ilk tribi de attığına göre artık normal bir çift olduk diyebilirim."

"Önceden neydik?"

"Anormal."

"Anormal? Artık normal olduğumuza göre normal bir sevgili gibi bana ismimle seslenmek yerine, sevgilim diyebilirsin o zaman."

"Görüşürüz."

"Kaçıyorsun demek ha?"

"Peki, öyle olsun."

"Görüşürüz."

"Eksiz yazmışsın."

"Neyi?"

"Anlamazlıktan geliyorsun."

"Görüşürüz sevgilim."

Gülümsedim. Bu adam bana çok iyi geliyordu.

"Görüşürüz sevgilim."

Telefonun ekranı simsiyah olduğunda gözlerimi kırpıştırarak başımı kaldırıp yoldan geçenlere baktım. Derin bir nefes aldım. Yüzümde huzurlu bir tebessüm vardı.

Telefonu çantama atıp hızla bir taksiye bindim. Eve geldiğimde direkt bahçeye çıktım. Abimin sesi geliyordu. Berjerlerden birinde oturuyordu. Yanına gittiğimde tebessüm ederek sağındaki berjere oturdum.

"Bir şeyler hazırlamamı ister misin kızım?" diye bir ses duydum. Deniz ablaydı. "Zahmet olacak." dedim mahcup bir ifadeyle. "Ne zahmeti kızım? İşim bu benim. Hemen hazırlayayım." dedi ve hızla eve doğru ilerleyip muhtemelen mutfağa girdi.

"Pazartesi şirkete gelirsin o zaman." dedi abim, hattın diğer ucundaki kişiye. Kiminle konuştuğuna dair hiçbir fikrim yoktu. "Görüşürüz Burçak." dedi, ifadesiz bir şekilde. Bu o kadındı. Davetteki sarışın kadın...

Kaşlarımı imayla kaldırdığımda gözlerime baktı, gözleri kısıldı. "Ne?" diye sordu.

"Bu davette içine düşen kadın mı?" diye sorduğumda, gözleri irice açıldı. "Saçmala." dedi sert bir dille.

"Kızdıysan kesin bir şey var." dedim.

"Yok öyle bir şey." dedi mavilikleri oldukça koyulaşmıştı.

"Olabilir abi. Sonuçta hayatında biri yok ve birinden hoşlanman çok doğal."

"Kim demiş olmadığını?" diye sorduğunda bu sefer benim gözlerim irice açıldı ve "Ne yani var mı?" diye sordum.

"Yok." dediğinde ona doğru yaklaştım. "Var mı yok mu?" Gözlerime baktı. Uzun bir süre baktı. Sertçe yutkundu ve "Yok." dedi.

Gözlerim kısıldı. "Bu kadar uzun düşünmen, tepkilerin bile birinin olduğunun kanıtı." Sırtımı koltuğa yasladım. "Benim anlamadığım neden bizden gizlediğin?"

"Yok dedim ya benim güzel kardeşim."

"Peki, öyle olsun ama ikna olduğum söylenemez. Şu sarışın kadını sevmedim. Yani eğer oysa bile bizimle tanıştırmasan olur." dedim.

"Canım kardeşim yoktan anladığın ne?" diye sordu, dişlerinin arasından. Güldüm. "Var." dedim. Tek kaşı havalandı. "Bence sen kaşınıyorsun sanki?"

"Tamam tamam. Kapattım konuyu." dedim, gülerken.

"Bi şey soracağım ama başka yerlere çekme." Gözlerim kısıldı. Abime baktım. Ne der gibi başımı iki yana salladım. "Yanlış anlamak yok ama."

"Tamam abi sor sen." dedim, sabırsızca.

"Neden Burçak olmasın dedin?" diye sordu. Dudaklarım aralandı. Gözlerim irice açıldı.

"Yoksa o mu?" diye sordum korkuyla.

"Hayır, hayır ya... Sana başka bir tarafa çekme dedim ya." Derin bir nefes aldım. "Şükür." diye mırıldandım.

"Sana sorduğumda bu yani. Neden Burçak'ın adı geçtiğinde bu kadar tepki veriyorsun?" diye sordu. Üst dudağımı ağzımın içine yuvarladım. O kadından pek de iyi bir enerji aldığım söylenemezdi. Güzel bir kadındı fakat o gün masada ki hal ve tavırları hiç hoşuma gitmemişti. Ondan hoşlanmamanın sebebi buydu. Çıkarcı biriymiş gibi hissediyordum. Bize yaklaşmasından belliydi. Tanımadan biraz ağır olacaktı ama yalaka gibiydi sanki biraz.

"Hoşlanmadım ondan."

"Sadece bu mu?" diye sordu şaşkınlıkla. Başımı salladım. "Tanımadan bir şey söyleyemem ama sevemedim."

"Anladım." dediğinde hemen sağımdaki Deniz ablayı fark ettim. "Buyur Azra kızım." dediğinde, gülümseyerek başımı salladım ve ayağa kalktım. Abime baktım. "Yalnız bu konu burada bitmedi." dediğimde, çattık der gibi güldü. Yanağına ıslak bir öpücük bıraktığımda arkama bakmadan kaçtım. "Azra!" diye kükredi adeta.

Sesi tüm sitede yankılanmış olabilirdi. Arkama döndüğümde ayağa kalktığını gördüm. Tabii ki çocuk gibi arkamdan gelmeyecekti. Bakışlarım yan bahçeye takıldığında Çınar'ı gördüm. Gülerek bu tarafa bakıyordu. Hangi ara gelmişti? Fark etmemiştim bile. Göz göze geldiğimizde göz kırptı ve yüzümdeki gülümseme büyüdü.

Bakışlarımı hızla abime çevirip masum bir tavır takındım. "Tamam, bir daha olmayacak ya." dedim, sanki tüm suçlu abimmiş gibi. Derin bir nefes aldı. Sanırım sakinleşiyordu. Dudaklarımı birbirine bastırdım. Sırtını bana, eve döndürerek tekrardan yerine oturdu.

Çınar'a çevirdim bakışlarımı. Gülümsedim ve arkamı dönerek mutfağın önündeki yemek masasına oturdum. Masada bi' kuş sütü eksikti. Kim yiyecekti ki bu kadar?!

Boyozu elime alarak bir ısırık aldım. Çatalımı fırın yumurtasına batırıp yedikten sonra sıcacık çaydan da bir yudum aldım.

Kahvaltımı ettikten sonra abim evden çıkarak şirkete gitmişti. Saat henüz on iki bile değilken ne yapacağımı bilemediğimden, bahçedeki üçlü koltuğa uzanıp gökyüzünü seyretmiştim.

Yazın bitmesine çok az kalmıştı, hatta havalar yavaş yavaş ılıklaşmıştı. Gökyüzünü izlerken nasıl uyuduğumu bile anlayamamıştım.

Yüzümde kuş tüyü gibi hareket eden şeyle homurdanarak kıpırdandım. Çeneme doğru hareket ettiğinde gözlerimi araladım. Onu karşımda gördüğümde gülümsedim. Kısacık süren bu an, nerede olduğumuzu anlamamla hızla doğrularak elini ittim.

Hızla ayağa kalktım. Deniz ablayı salonun kapısından buraya geldiğini gördüğümde "Ne işin var burada?!" diye mırıldandım, Deniz ablanın duymaması için. "Sen biraz sakin olur musun?" dedi, gayet sakin bir ifadeyle. "Kadın görebilirdi!" dedim, sessizce mırıldanarak.

Deniz abla iyicene yakınlaştığında ne o bir cevap verdi ne de ben bir şey söyledim. Bakışlarım Deniz ablanın elindeki örtüye kaydığında "Gerek kalmadı." dedi Çınar. Kaşlarım çatıldı. Deniz abla mahcupça gözlerime baktı. "Çok işim vardı kızım, kusura bakma uyuduğunu fark edemedim. Çınar Bey sağ olsun, fark etmiş, bana haber verdi. Üşüttün mü?"

Başımı iki yana sallayarak Çınar'a baktım. Dudaklarımı birbirine bastırarak başımı salladım mahcupça. Uygun bir ortam da olsaydık boynuna atlardım. "Sorun değil." dedi Çınar. "Kim olsa aynı şeyi yapardı."

"Orası tartışılır." dediğimde güldü. Bakışlarını Deniz ablaya çevirdi. "Kolay gelsin Deniz abla." dedi Çınar. Bu samimiyette nereden geliyordu? Muhtemelen Kerim'le arasındaki bağdan olsa gerekti. Çınar bana döndüğünde, "Size de iyi uykular." dedi imayla. Deniz abla ağır ağır yanımızdan uzaklaştığında, "Uykucu falan değilim." dedim.

"Öyle bir şey söylediğimi hatırlamıyorum."

"Gider misin artık sen?" diye sordum öfkeyle. Yanımdan geçtiği sırada adımları ağırlaştı, üzerime doğru eğildi, nefesimi tuttum. "Uyurken ne kadar güzel olduğundan haberin olsaydı, bunları söylemezdin." Yanımdan geçip gittiğinde tuttuğum nefesimi bıraktım ve sertçe yutkundum.

Mıhlandığım yerden adımlarımı hareket ettirerek eve girdim, odama çıktım ve duş alarak rahatladım. Kıyafet odamdaki kısa elbiselere bakıyordum.

Lila, sarı ve yeşil çiçeklerden oluşan bir elbise takıldı gözlerime. Elbiseyi askısından tutarak indirdim. Uzun kollu elbisenin bilekleri lastikliydi, lastikten sonrası volandı. Yaka kısmındaki ipi açarak başımdan geçirerek giydim. Bel kısmı lastikli olan elbisenin, eteği ise volanlıydı. Çok hafif bir elbiseydi.

Ortadaki dolabın çekmecesini açarak siyah saydam bir çorap aldım ve bacaklarımdan geçirdim. Ayakkabıların olduğu bölümden uzun zamandır gözüme çarpan siyah, önü bağcıklı, topuklu çizmeleri giydim. Dizlerimin biraz aşağısına gelmişti çizmeler. Sade bir makyaj yaptıktan sonra gümüş zincirli lila, küçük bir çantaya ihtiyaçlarımı koydum.

Evden çıkmadan önce Aycan'ı aramıştım; açmamıştı. Buluşma yerimiz Acıbadem Maslak Hastanesiydi. Taksi on dakika sonra hastanenin önünde durduğunda aradığım kişiye hâlâ ulaşılamıyordu. Saat neredeyse beş olacaktı. Ve bu hiç Aycanlık bir hareket değildi.

Hastaneye girdiğimde danışmaya doğru ilerledim. Kısa saçlı hemşire bana baktığında, sağ taraftan gelen Damla'yı görmemle, hemşireye "Kolay gelsin." dedim ve Damla'ya doğru ilerledim. Yüzünde sıcak bir tebessüm vardı.

Kollarını etrafımda sararak sıkıca sarıldı. "Merhaba." dedi.

Ayrıldığımızda tebessüm ederek "Merhaba." dedim. Kaşları hafifçe çatıldığında "Aycan nerede?" diye sordu.

"Valla bilmiyorum. Sabah şirkete gideceğim dedi. Arıyorum ama ses seda yok, açmıyor." diye cevap verdim. Hastanenin çıkışına doğru yürümeye başladığımızda telefonumu çıkartıp tekrar aradım. Çalıyordu.

"Azra, ne oldu bilmiyorsun, ay çok pis rezil oldum." dedi benim salak ikizim. "Neredesin sen? Sabahtan beridir arıyorum."

"Ben rezil oldum diyorum sen ne diyorsun!" dedi, sesi telaşlıydı.

"N'oldu?" diye sorduğumda, Damla'nın sorgu dolu bakışları üzerime çevrildi. Bilmiyorum der gibi dudaklarımı sarkıttım. "Neredesiniz şimdi siz? Konuma at direkt oraya geçeyim, gelince anlatayım."

"Tamam, sakin ol, yüz yüze gelince anlatırsın. Görüşürüz." dedim ve telefonu kulağımdan indirerek kapattım. "N'olmuş?" diye sordu Damla.

"Anlamadım ki ben de konum atın direkt oraya geçeyim dedi, orada anlatacakmış." diye açıkladım.

"İyi atayım ben konumu o zaman." dedi ve telefonunun kilidini açtı. Hastaneden çıktığımızda Damla'nın arabasına ilerledik. Volkswagen markalı, füme rengi olan arabanın kilidini açtığında o şoför koltuğuna, bense hemen yanındaki koltuğa oturdum.

Yaklaşık yarım saat sürmesi gereken yol, yoğun trafikten dolayı kırk dakika sürmüştü. Beşiktaş'taki binanın teras katındaki restorana girdiğimizde cam kenarındaki bir masaya geçerek oturmuştuk. Sırtım kapıya, yüzüm ise boğaza dönüktü. Hemen sol çaprazıma Damla oturmuştu.

Damla'nın bakışları üzerimdeydi. "Azra," dedi. Bakışlarımı boğazdan çekip Damla'ya çevirdim. "Seninle konuşmak istediğim bir konu var." Kahretsin biliyorum! Gülümsemeye çalıştım. Dinliyorum der gibi baktım. "Neler dönüyor?"

Kaşlarımı çattım. "Anlayamadım neyden bahsediyorsun?"

Gülümsedi. "Neden bahsettiğimi gayet iyi biliyorsun." diye karşılık verdi. Sertçe yutkundum. "Peki, doğrudan sorayım o zaman."

Gerim gerim gerilmiştim. Umarım soracakları Kerim'den uzak konulardır. Çünkü Kerim'e söylediğim gibi, onunda bana söylediği gibi; her şeyi açık açık anlatmazdım, çünkü bana düşmezdi. Ve Damla o kadar zeki bir kızdı ki vereceğim tek bir tepkiden ya da tepkisizlikten tüm olayı çözebilirdi.

Gözlerimin içine baktı. "Kerim..." diye mırıldandı. Kahretsin! Bir tepki vermedim. Gözleri kısıldı. Tepkimi ölçüyordu. Gülümsedim. "Kerim..." dedim, devamını getirmesi için.

Bana, benim gibi karşılık verdi; gülümsedi. Bir tepki alamamış olması onu hem şaşırtmış hem sinirlendirmişti. "Bana karşı olan hareketleri çok değişik değil mi sence de?" diye sordu.

Şaşırdım; sahte bir tepkiydi. "Nasıl hareketler?" diye sordum, sorgu dolu bir sesle.

Gözlerini yumdu. Derin bir nefes aldı. Gözlerini araladı. Yakınlaştı. "Fazla değişik işte..." Nasıl der gibi baktım. İstediğimde çok iyi oynardım. Şu anda o anlardan biriydi. Fakat ben artık yalandan oldukça sıkılmıştım.

"Göz göze geldiğimizde gözlerinde gördüğümü nasıl anlatırım bilmiyorum." Kerim duygularının bu kadar fark ettirdiğinin farkında mıydı acaba? "Değişik işte, fazla yakın, fazla tanıdık, fazla..." Bakışları arkaya dokunduğunda gözlerini sıkıca yumup geri çekilerek sırtını oturduğu sandalyeye yasladı.

Omuzlarımın üstünden çıkışa baktığımda Aycan'ı gördüm. Bu tarafa geliyordu. Damla "Şimdilik bu konuyu kapatalım olur mu aramızda kalsın?" dediğinde, önüme dönerek hafifçe başımı salladım.

Aycan sağ takıntımı bildiğinden sağ çaprazımdaki sandalyeye oturmak yerine hemen karşımdaki sandalyeyi çekerek oturdu. Sırtı boğaza dönüktü. Bakışları her ikimizin üzerinde mekik dokuyordu. Yüzünde değişik bir ifade vardı.

"Kızlar ben çok pis rezil oldum." dediğinde, her ikimizde ne oldu der gibi başımızı sallayarak karşılık verdik. Göğsü maraton koşmuş gibi hızla inip kalkıyordu. "Efe'nin dudaklarına yapıştım." dedi bir çırpıda.

Ben "Ne?" diye bağırırken, Damla "Ne yaptın?" diye sordu şaşkınlıkla. Tüm müşterilerin bize baktığına adım kadar emindim. Ses tonumu indirebildiğim kadar indirip, "Ne yaptın?" diye sordum.

"Efe'yi öptüm." dedi Aycan.

"Şaka yapıyor olmalısın. Hem ben sana git konuş dedim, dudaklarına yapış demedim ki." dedim, tek nefeste.

"Peki o ne tepki verdi?" diye sordu Damla. Merakla Aycan'ın cevabını bekledim. Aycan utançla başını eğdi. Nasıl bir tepki vermiş olabilirdi ki?

"Hiçbir tepki vermeden gitti. Öylece hiçbir şey söylemden beni orada bırakıp gitti. İnanabiliyor musunuz gitti ya gitti. Tek bir kelime söylemeden gitti." dedi, sakinlikten uzak bir şekilde. Masanın üzerinden uzanıp elini tuttum.

"Gitmişse o kaybeder. Hem sen rezil falan olmamışsın ki." dedim. Gözlerime baktı. Söylediklerime beni inandır der gibi. "Sonuçta o da seni, senden izinsiz öpmüştü. Durum şu an eşit bence. O yüzden rezil oldum falan deme. Sen, onun sana yaptığını yaparak ödeşmiş oldun."

"Kızlar siz ne saçmalıyorsunuz?" diyen Damla'yla bakışlarımız ayrıldı, her ikimizde çatık kaşlarla Damla'ya baktık. "Bu olumlu bir şey..."

"Nasıl? Anlayamadım." dedim, merak ederek. Yerinde ufak bir düzeltme yaparak masanın üzerinde biraz daha yaklaştı. "Benim tanıdığım Efe," Aycan derin bir nefes aldı. Hangi ara bu kadar kapılmıştı anlamış değildim. "O an bunu asla ciddiye almaz ve güler geçerdi. Belli ki etkilenmiş ve bunun kendi de farkında olduğundan ne tepki vereceğini bilememiş, kaçmış."

Dudaklarım aralanmıştı. Eğer dedikleri doğruysa bu onunda Aycan'dan hoşlandığını gösterirdi. "Emin misin?" diye sordu Aycan, heyecanlanarak. Damla onaylarcasına başını salladı.

"Efe her şeyi şakaya vurmayı sever. Eminim bunu sende biliyorsundur. Onunla konuşaca..."

"Hayır, lütfen onunla konuşma." dedi Aycan, Damla'nın sözünü keserek. "Sen bilirsin." diye cevap verdi Damla.

Konuyu kapattıktan sonra sohbet etmiş, yemek yemiştik. Yediklerimiz oldukça lezzetliydi. Lokantadan çıktıktan sonra Sarıyer'deki bir mekâna geçmiştik. Sarhoş olana dek içmiş, delicesine dans etmiştik. Gece geç saatlere kadar hunharca eğlenmiştik.

Mekândan çıktıktan sonra üçümüzde araba süremeyecek kadar sarhoştuk. Gerçi Aycan sürmeyi bilmiyordu. Bense daha sürücü koltuğuna dahi oturamıyordum. Taksiye binip Damlaların evine gelmiştik. Damla'nın annesi Didem Hanım'da evde değildi. Nöbete kalmıştı.

Kapıdan içeri girer girmez kendimizi koltuklara atmıştık. Farkında bile olmadan sızdığımız koltuklarda sabah Didem Hanım tarafında dürtülüp uyandırılmıştık.

Aycan'la birlikte çok utanmıştık. Didem Hanım bizi uyandırdıktan sonra odasına çıkıp dinleneceğini söyleyerek merdivenlere yönelmişti. Kısa bir süre kendimize gelmeye çalışarak etrafa boş bakışlar atmıştık.

Sonrasında sırayla duş alıp Damla'nın bize getirdiği eşofmanları giymiştik. Duştan çıktıktan sonra regl olduğumu fark ettiğimde Damla bu konuda da yardımcı olmuştu. Tam bir misafirperverdi.

Sert bir kahve içtikten sonra yavaş yavaş kendimize gelmiştik. El birliğiyle güzel bir kahvaltı sofrası hazırlamıştık. Damla annesini uyandırmaya gittiğinde tek dönmüştü. Bahçede yaptığımız kahvaltı fazlasıyla keyifli geçmişti. Bol bol sohbet etmiş, kahkahalar atmıştık. Gerçekten güzel vakit geçirmiştik.

Çınar, Kerim'in beni alıp yanına götüreceği hakkında kısa bir mesaj atmıştı. Yüzümde beliren mutluluk hemen fark edilmişti. Kızlara durumu kısaca anlattığımda Aycan şaşırmamıştı. Lakin Damla şaşkınlığını üzerinden atarak "Aslında ben sizi çok yakıştırıyordum. Ve bu durum tahmin edilebilir bir durumdu, sadece bu kadar erken beklememiştim." demişti.

Ardından ayaklanıp beni Damla'nın odasına götürmüşlerdi. Damla'nın kıyafetlerinden seçtiklerini giymiştim. Saçlarıma doğal gibi görünen dalgalı bir şekil vermişlerdi. Yüzüme yaptıkları makyaj çok da abartılı değildi.

Aynadaki aksime bakarken gülümsedim. "Çınar'ın dibi düşecek." dedi Damla, benim gibi gülümserken.

Üzerimde vücuduma yapışmayan açık kot bir pantolon vardı. Üzerimde yine hemen hemen pantolonun kumaşından olan, göbeği açık, kolları balon bir bluz vardı. Ayaklarımda ise bej rengi süet bir stiletto... Damla'nın elime tutuşturduğu gümüş zincirli, küçük birçok rengi bulunduğu çantaya bayılmıştım.

Damla üzerime doğru eğilip ortadan ikiye ayırdığı saçlarımı sağ taraftan toplayıp sol tarafa attığında gülümsedim. Telefonuma gelen bildirim sesiyle derin bir nefes alıp mesaja baktım. Çınar'dandı.

"Kapıda, hazırsan seni bekliyor."

"Hazırım."

"Çabuk gel olur mu özledim."

"Işınlanma icat edilmiş miydi?"

"Keşke."

"Keşke sevgilim."

"Bekliyorum sevgilim."

Üçümüz birlikte aşağı indiğimizde, birlikte evden çıktık. Damla hastaneye gidecekti. Gitmeden önce Aycan'ı eve bırakacaktı.

Evin ilerisinde duran siyah Audi'nin önündeki Kerim başını kaldırıp bu tarafa baktığında bakışları ilk beni buldu, hemen ardındansa sol tarafımdaki Damla'yı...

Sertçe yutkunduğunu gördüm. Bakışlarını kaçırarak tekrardan bana çevirdi. Hem merak hem de korkuyla gözlerime baktı. Neler konuştuğumuzu merak ediyor olmalıydı. Benim elimdeyse sadece adı vardı. Başka bir şey konuşamamıştık.

Aramızdaki birkaç adımı da yok edip önünde durduğumuzda hafifçe gülümsedi. "Merhaba." dedi Kerim.

"Merhaba." diye karşılık verdim.

"N'aber Kerim?" diye sordu Aycan. Kerim başını hafifçe salladı. "İyi, sen?" diye sorduğunda, "Aycan ben arabada bekliyorum." diyen Damla'yla bakışlarını Damla'ya çevirdi. Damla hâlihazırda Kerim'e bakıyordu. Çok kısa bir an bakıştılar...

Damla adımlarının yönünü değiştirdiği sırada "Dur, bekle geliyorum. Görüşürüz." dedi Aycan ve yanağımdan öptü, Kerim'e başıyla selam verip Damla'nın arkasından arabaya yürüdü. Kapı sertçe kapandığında Kerim yutkundu. Derin bir nefes aldı.

Hiçbir şey söylemeden hemen arkasına dönüp arabaya bindi. Damla'nın arabası çoktan gözden kaybolmuştu. Adımlarımı hareket ettirip yolcu koltuğuna oturdum. Kerim kollarını direksiyonun üzerinde birleştirmiş, boş yola bakıyordu.

"İyi misin?" diye sorduğumda, "Ne konuştunuz?" diye sordu.

"İyi misin?" diye tekrardan sordum. Bakışlarını yoldan çekip gözlerime baktı. Neler hissediyordu acaba? Ona karşı içimde çok garip bir duygu hissediyordum. Acı değildi. Ona acımıyordum. Sadece... Sadece... Değişikti işte, üzülüyordum. Çünkü onu seviyordum ve içindeki aşkı en derinlerimde hissediyordum.

"Ne konuştunuz?" diye sordu ısrarla, sesi kısık çıkmıştı. Dudaklarımı kemiriyordum. "Hiç bir şey konuşamadık." Kaşları çatıldı. "Biliyorum o gün ne kadar sormayacak desende, sende sormasını istedin, bekledin." Gözlerimin içine baktı. "Sordu." Gözlerindeki ışığı gördüm. Gülümsedim.

"Ne sordu?" diye sordu sakince. Aslında içinde fırtınalar kopuyordu, biliyordum. "Neler döndüğünü sordu." dediğimde, kaşları çatıldı. "Bana karşı olan hareketleri çok değişik değil mi diye sordu." Bakışlarını kaçırarak sertçe yutkundu. "Senin ona çok değişik baktığını söyledi."

Oturuşunu düzeltip, arabayı çalıştırıp boş yolda sürdü. Kaşlarım çatıldı. Hiçbir şey söylemeyecek miydi? "Susacak mısın?" diye sordum, dayanamayarak.

"Ne deme mi bekliyorsun? Resmen beni tacizci gibi anlatmış. Eğer ona bu şekilde hissettirmişsem, bu onun sorunu değil. Ve haklı da... Kim kendine bu şekilde bakan bir adamın yüzene bakmak ister ki? Ben hiçbir zaman karşısına geçip duygularımı söylemeyeceğim ve o da hep beni bir tacizci..."

"Ne saçmalıyorsun sen Allah aşkına?" diye kestim sözünü. "Ne tacizcisi?" Gözlerime baktı kısa bir an ardından yola çevirdi bakışlarını.

"Ama öyle." dedi. Sinirle güldüm. "Ne halt ediyorsan et. Gidip konuşsan en kötü ne olabilir ki? En fazla ne olur?" diye sordum sinirle.

"Ya duygularımı ciddiye almaz ve alay ederse?" Yüzümde söylediğini inanamıyormuş gibi bir ifade oluştu. "Sen böyle bir kadına mı âşık oldun?" diye sordum. "Eğer senin aşık olduğun kadın böyle biriyse kendini üzmeye değer mi? Hem Damla böyle biri mi?" Gözlerime baktı." Korktuğun şeyi yapar mı?" Bakışlarını yola çevirdi tekrardan. "Yapmaz. Ben bu kadar kesin konuşuyorsam, senin zaten bunu bilmen gerekmez mi? Bence sen kendini bu şekilde kandırmaya çalışıyorsun. Bunun başka bir açıklaması olamaz."

Hiçbir şey söylemedi. Yol hızla akıyordu. Tanıdığım yollardan geçiyorduk. Rota belliydi. Rumeli Feneri.

Araba durduğunda artık gelmiştik. Arabanın hemen önünde Çınar'ın arabası vardı. Soğuk bir sesle, "Hoşça kal." deyip arabadan indim.

Az ileride, kendi arabasının önünde duran Çınar'la göz göze geldik. Üzerimdeki tüm gerginliği yok edecek bir gülümseme oluştu yüzümde. Kolları arkasındaydı. Kaşlarım çatıldı. Ağır adımlarla ona yürüdüğüm sırada arkadan araba sesi gelmişti. Kerim gitmişti.

Hemen karşısında durduğumda bakışları baştan aşağı beni süzdü. "Bugün çok güzel olmuşsun demeyeceğim." dediğinde, kaşlarım çatıldı. "Bu öbür günlere haksızlık olur."

Yüzümde işveli bir tebessüm peyda oldu. Yüzüme doğru eğildi. Alnı alnıma değdiğinde gözlerimi bile kırpmadan koyu kahve gözlerine bakıyordum. "Arkanda ne saklıyorsun?" diye sorduğumda, kaşları havalandı. Unutmuş olmalıydı.

Geri çekildiğinde çok da uzağa gitmedi. Arkasındaki elini öne getirdiğinde sakladığı şeyi gördüm. Bir çiçekti. Dalından koparılmamış bir çiçek...

Gülümsedim. "Gardenya çiçeği." dedi ve alnımdan öptü. Orada durdu. "Seni ve bizi anlatan tek çiçek." diye devam etti. Başımı yukarı kaldırdığımda burnum önce çenesine, sonra da burnuna çarpıp durdu. Nefesi dudaklarıma çarpıyordu.

"Senin gibi beyaz bir meleği," Burnumdan öptü. "Bizim gibi gerçek ve gizli aşkı simgeliyor." Dudaklarımdan öptü. "En önemlisi de senin gibi kokuyor. Çok güzel..."

Dudaklarına uzun bir öpücük kondurdum. "Çok teşekkür ederim."

"Asıl ben teşekkür ederim." dedi ve dudaklarıma yapışarak sertçe öpmeye başladı. Bir eli yanağıma yerleştiğinde kollarımı boynuna dolayarak tutkuyla karşılık verdim. Kokusu aklımı başımdan alır gibi ciğerlerime dolarken, an yavaşlıyordu. Dudaklarım, nefes alabilme ümidiyle dudaklarından ayrıldığında, başımın döndüğünü hissettim.

Alnını alnıma yasladığında gözlerimiz kenetledi. Bakışları o kadar yoğundu ki, zorlukla yutkunmama sebep olmuştu. "Çok güzelsin," Gülümsedim. "Sevgilim." diye ekledi.

Alnını alnımdan ayırarak yanağımdaki elini avucumda geçirdi ve arkasına dönerek ilerledi. Kayalıkların uzundaki şeyi yeni görüyordum. Yerdeki örtünün üstündeki hazırlık, mümkünmüş gibi daha da gülümsememi sağlamıştı.

Örtünün üstüne oturduğumda Çınar'da hemen yanıma oturdu ve kısa bir süre sessizce denizi izledik.

Bakışlarımı durgun denizden çekip Çınar'a çevirdim. Bakışları üzerimde olduğundan göz göze geldik ve utanarak bakışlarımı tekrardan denize çevirdim. Çınar parmak uçlarını çeneme yerleştirdiğinde başımı çevirdim ve gözlerine baktım. "Utanılacak bir şey yok sevgilim."

"Çok teşekkür ederim Çınar. Her şey çok güzel." dediğimde, Çınar'ın yüzünde bir ifade belirdi. Parmaklarını çenemden çekip yanıma kaydı ve kollarını sırtımdan geçirerek belime doladı. "Bence sevgilim diyebilirsin." Başımı kaldırdığımda yüz yüze geldik. Yüzü çok yakınımdaydı.

Bir an onu delicesine öperken, diğer an nasıl olur da bu kadar utanıyordum? Anın büyüsüne kapılıyorsun diye geçirdim içimden.

"Söylemeyeceğim." dedim, alttan alttan sırıtırken. Öyle mi der gibi baktı. "Ama söyledin. Kanıtlarım var." dedi burnunu burnuma çarptırırken. "Nerede?" diye sordum şaşkınlıkla.

"Mesajlar var."

"Söylemiş sayılmam." dedim, inatla.

"Önemli olan aklından geçirmiş olman demeyi çok isterdim fakat ben dudaklarından da duymak isterim, bilirsin." Güldüm. "Bilirim ama söylemeyeceğim."

"Söyletirim." dedi, büyük bir öz güvenle. Kaşlarım havalandı. "Öyle mi?" diye sorduğumda, başını salladı. "Hodri meydan." dedi.

"Hodri meydan."

*****


Dün Çınar'la çok güzel vakit geçirmiştik. Okuduğumuz meydandan sonra o konuyu kapatmış, anın tadını çıkarmıştık. Başını bacaklarımın üstüne koyarak uzanmıştı. Saçlarıyla oynamıştım. Saçları çok yumuşaktı. Ve güzeldi.

Saat dörde geldiğinde hava yavaş yavaş bozulmuştu. İlk başta ne kadar şansız olduğumuzu düşünmüştüm. Ama sonrasında Çınar şarkı açmıştı. Mustafa Ceceli'nin Sevgilim şarkısını...

Ellerimden tutup beni kaldırdığında yağmur atıştırmaya başlamıştı. Ellerini belime yerleştirmişti. Kollarımı boynuna dolandığında yağan yağmurla beraber dans etmeye başlamıştık. O kadar güzeldi bir andı ki...

Yağmur hızlandıkça kahkahalarımız daha da artmıştı. Beraber kahkahalara boğulup, beraber delicesine dans etmiştik. Şark değişmişti fakat biz yine de dans etmeye devam etmiştik. O kadar etmiştik ki sabah uyandığımda bacaklarımın ağrıdığını hissetmiştim.

Hava karardığında toparlanıp dönmüştük. Yüzlerimizdeki tebessüm bir an olsun silinmemişti.

Yoldayken Çınar'ın söylediğine göre bu gece ablasının doğum gününü kutlayacaklardı. Ablasıyla ilk tanışmamız fazlasıyla iyiydi. Hangi ara, ne oldu da bana yaklaşımı bir anda böyle olmuştu anlayamamıştım. Kendi bilirdi. Sonuçta ben kendimden emindim. Ona karşı tek bir yanlışım olmamıştı.

Beni evin uzağında indirmişti. Bu benim isteğimdi. Eve girene kadar arkamda arabayı ağır ağır sürerek gelmişti.

Bu sabah muhteşem bir haberle uyanmıştım. Çizimlerimi beğendiklerine dair gelen mesajla mutluluktan havalara uçmuştum adeta. Yarın sabah sekizde uçak kalkacaktı. Çınar'a haber verdiğimde beni havaalanına kendisinin bırakacağını söylemişti.

Sabahtan beridir odamda oturuyordum. Çınar'ın aldığı gardenya çiçeğini izliyor, dokunuyordum. Bu çiçek bize aitti. Çiçeğin saksıda olması, dün belki de benim için en önemli detay bile olabilirdi.

Hava kararmaya yüz tuttuğunda aşağı indim. Herkes salonda otuyordu. Yanlarına gidip oturdum. Yarım saat kadar sohbet ettikten sonra bahçedeki yemek masasına geçip akşam yemeğimizi yedik.

Yemekten sonra Aycan, ben ve abim bahçedeki koltuklara oturduk. Babamsa çalışma odasına çıkacağını söyleyerek eve girmişti.

Hemen karşıdaki bahçede Efe, Çınar ve annesi vardı. Efe ara sıra buraya bakış atıyordu. Çınar'ın sırtı bana dönük olduğunda göz göze bile gelememiştik. Aycan kulağıma eğilip "Nasıl geçti dün?" diye sorduğumda, yüzümde bir tebessüm oluştu.

"Hey kendine gel." diye fısıldadı Aycan. "Bilmeyenler bile şu an anlayabilir. Abimden bahsediyorum. Yüzündeki o değişik tebessümü yok etmezsen her an çözebilir." Avuçlarımı yüzüme götürüp sertçe ovaladım.

İkizime baktım. "Çok güzel geçti. Hem de çok."

"Anlayabiliyorum aptal âşık hallerinden." dediğinde, "Hiç de bile." diyerek savunmaya geçtim. Hı hı dercesine başını salladığın omuz silkerek tekli koltukta oturan abime döndüm. "N'aber abim?"

Bakışlarını telefondan ayırmadan "İyi." diye cevap verdi. Aycan'a baktığımda omuzlarını indirip kaldırdı.

Bir, iki saat sonra Aycan'da odasına gittiğinde abimle baş başa kalmıştık. Tek kelime etmeden bom boş gözlerle karşıya, ormana bakıyordu. Ayağa kalkıp sağındaki boş berjere oturdum. Bakışlarını bana çevirdiğinde gülümsedim. "İyi misin?"

Ağır ağır başını salladı. "Bir şey var ama, belli. Anlat da dinleyeyim." dedim.

"Anlatacak bir şey yok ki." diye cevap verdi.

"Peki, sen bilirsin. Anlatmak istersen her zaman dinlerim." Gülümsedi. Buruk bir tebessümdü.

"Gel buraya sarılay..."

Cümlesini yarıda bıraktıran şey karşı taraftaki yüksek sesli bağırmalar olmuştu. Bakışlarımızı o tarafa çevirdik. Yasemin ayaktaydı, hemen karşısındaki Çınar elindeki pastayı tutarak duruyordu. "İyi ki doğdun Yasemin." diye yükselen seslerin arasında Damla ve annesi de vardı.

Yasemin mumları üflediğinde yüzünde büyük bir tebessüm oluşmuştu. "Çok teşekkür ederim." dediğini duymuştum.

Yarın erken uyanmam gerektiğinden, izlemeyi hiç bırakmayı istemediğim görüntüyü bırakarak, önce abime sıkıca sarıldım, sonra da birlikte eve girdik. Odama doğru ilerlediğimde o da merdivenleri tırmanmıştı. Yatağa girdim ve gözleri yumdum.


YASEMİN YILDIRIM


Kulaklarıma ulaşan narayla kaşlarım çatıldı. Bir bebeğin ağlayışına benziyordu. Sol elimi yatağın sağ tarafına kaydırdım. İstediğim kişi yanımda uzanmıyordu.

Gözlerim aralandığında endişe duygusunu soludum. Bakışlarım tavandaydı. Avizeye kaydı, ardından tüm odayı inceledim göz ucuyla.

Gri, siyah renklerden ve ahşaptan oluşan çift kişilik bir odaydı.

Bebeğin ağlayışı anbean artıyordu. Hızlıca doğruldum. Bu oda çok yabancıydı fakat bir o kadar da tanıdık... Üzerimdeki saten siyah gecelik kalçalarıma kadar sıyrılmıştı.

Kaşlarım çatıktı; neler döndüğünü anlamaya çalışıyordum.

Ayağa kalktığımda sabahlığa uzanmadan odanın kapısına doğru ilerledim. Bu odada hem ilk kez bulunuyormuş gibi hem de buraya aitmiş gibi hissediyordum.

Odadan çıktığımda geniş hole bastığım ilk adımda bebeğin ağlayışı yavaş yavaş silikleşti. Gülümsedim fakat kaşlarım çatıktı, ben ne olduğunu anlamaya çalışırken adımlarım beni kendiliğinden bir odaya doğru yöneltti.

Kapının kulpunu aşağı çektiğimde kapı açıldı. İçeri attığım ilk adımda uzun boylu bir adam gördüm. Çıplak sırtı görüş açımdaydı. Altındaki lacivert eşofmanıyla omzunun üstünden arkasına dönüp bana baktı. Gülümsüyordu. Elindeki bebek kalp atışlarımı hızlandırmıştı. Ne de çok yakışmıştı eline...

Aynı şekilde ona karşılık verdim. Sanki iki tane ben vardım; biri karşısındaki adama gülümseyen, diğeri ise çatık kaşlarla olan bitene anlamaya çalışan...

Birkaç adım atarak yanına doğru ilerledim. Bir elimi çıplak sırtına yaslarken başımı da omzuna yasladım, gözlerimi kapattım ve hasret duyduğum kokusunu ciğerlerime çektim.

Dudaklarımdaki tebessüm ömür boyu özlemini çektiğim bir tebessümdü. Yılların getirdiği o yorgunluğun bu tebessüme ihtiyacı vardı. Ve şu an o tebessüm gerçekleşmişti. Gerçekleşmişti gerçekleşmesine ama bu o kadar sahte geliyordu ki, daha çok gerçekleşen bir hayalin dışında, o hasreti daha da çok harlatmıştı.

Saçlarımın arasına kondurduğu öpücükle gözlerimi araladım. Omzumun üzerinden başımı hafifçe kaldırdığımda göz göze geldik. Gülümsedim, oysa gözlerimden sıcacık bir yaşın aktığını hissediyordum. Kalbim acıyordu. Nefesim sıklaşmıştı.

Bunca duygunun arasından sadece gülümseyerek karşımdaki mavilere bakıyordum. Bakışları dudaklarıma indiğinde, gayriihtiyari bakışlarım dudaklarına kaydı. Sertçe yutkundum. Ilık nefesi yüzüme çarpıyordu. Gözlerimi kapattım.

Ağır ağır yaklaştığında, kalbim göğüs kafesimi delecekmiş gibi hissettim. Şu an hissettiğim şey, tek bir duyguya aitti; heyecan.

Yaklaştı. Yaklaştı. Yaklaştı.

Gözlerim yavaşça aralandığında karanlık bir odadaydım; gerçekte...

Şakaklarımdaki ıslaklığı fark ettiğimde bir yenisi daha eklendi. Boğazıma oturan yumru, nefes alış verişlerimi düzensizleştirmişti.

Avucumu yatağa yaslayarak zorla doğruldum. Gözlerimi kapatmamla elindeki bebekle bana gülümsediği an geldi gözümün önüne; bir hıçkırık kaçtı dudaklarımda. Gözlerimi hızla araladım ve boşta kalan avucumu ağzıma örttüm. Derin derin nefesler aldım.

Ağlamak istemiyordum, ağlamak istemiyordum.

Ayağa kalktım ve yatağın solundaki boydan boya cam olan kapıyı açarak kendimi hızla bahçeye attım.

Hava karanlıktı. Çok karanlık. Çok... Ürkütücü.

Göğsüm hızla inip kalkıyordu. Dizlerim titriyordu. Çimlere attım kendimi. Elimi dudaklarımdan indirdiğimde kesik kesik iç çekmeye başladım. Bulanık gözlerle, dizlerimin üstünde karşımdaki ormana bakıyordum. Dudaklarımı birbirine bastırıp zorla yutkundum. Çenem zangır zangır titriyordu.

Ne kadar geçmişti bir fikrim yoktu, üşüdüğümü hissediyordum. Bir an, öyle bir andı ki nefesim kesildi. Tüm duygular uçup gitmiş, buz kesmiştim. İzleniliyordum.

Ağır ağır kafamı, çevirdiğimde tam da tahmin ettiğim gibi odasının balkonunda, elleri ceplerinde buraya, bana bakıyordu. Başımı hızla ormana çevirdim.

Zor bela durdurduğum yaşlarım tekrardan birer birer aklamaya başlamışlardı. Ayağa kalktım. Dönüp ona bakmadan adımlarımı bizim taraftaki merdivenlere yönelttim. Ayaklarım çıplaktı. Bu yaptığım belki delilikti. Gecenin bu saati tek başıma ormana gitmek asla yaptığım bir şey değildi. Fakat eve girsem hıçkırıklarımı duyarlardı ve ben onlara hiçbir şey açıklayamazdım. Bahçede kalsaydım, onun beni izlediğini bilmem beni daha da çok hassaslaştırmaktan başka bir şeye yaramazdı. Orman, bir kaçıştı. Kaçabildiğim de tek yer...

Dizlerim titriyordu. Korkak adımlarla merdivenleri indim. Kapkaranlıktı, bahçemizdeki ışıklar burayı çok az aydınlatıyordu.

Attığım her adımda gözlerimden yaş akıyordu. Attığım onuncu adımda neredeyse beş dakika geçmişti. Attığım her adımda rüyamı film şeridi gibi aklımdan geçiriyor, bir yaş akıtıyordum gözlerimden ve bunu her adımda tekrarlıyordum; rüyamı tekrar ve tekrar kendime hatırlatıyordum. Hem unutmak istiyor hem de unutmamak için her şeyi yapıyordum.

"N'apıyorsun bu saatte burada?"

Dudaklarım aralandı. Asıl onun ne işi vardı burada? Sertçe yutkundum. Avuç içimle yüzümü kapatıp gözyaşlarımı sildim. Ardından ona doğru dönerek gözlerine baktım. Tekrardan gözlerim dolmuştu.

Bahçedeki ışıklar buraya vurmuyordu. Ağladığımı görmesi pek de mümkün değildi. "Saat dört farkında mısın?"

"Farkındayım. Hem seni ilgilendirmez zaten." diye cevap verdim hemen ardından. Bir adım attı. Elindeki bebekle bana gülümsediği an tekrardan düştü zihnime. Elimi yumruk yaptım.

Bir adım daha attı. Bir adım daha...

Başımı hafifçe kaldırıp yüzüne baktım. Karanlık olduğundan yüzündeki ifadeyi göremedim.

"N'oldu?" Yüzündeki ifadeyi göremiyor olsam bile sesindeki endişeyi kalbimin derinliklerinde hissettim.

"Bir şey olmadı." Sesimin titrememesi için gösterdiğim çaba hiçbir şeye yaramamıştı. "Ağlıyor musun sen?" Bir yaş aktı yanağıma. Başımı iki yana salladım. Cevap verseydim, kendimi tutamazdım.

"İyi misin? Bir şey mi oldu?" diye sordu bu sefer. Derin bir nefes aldım.

"Hayır." Aramızdaki son adımı da yok edip elini yüzüme kaldırdığında bir adım geriye giderek dokunuşundan kaçtım.

"Yalnız bırakır mısın beni?" diye sordum, kısık bir sesle.

"Ne olduğunu söylemezsen hiçbir şeye gitmeyeceğim." Eli, yumruk yaptığım elime dokununcaya kadar, tenime sapladığım tırnaklarımı fark etmemiştim. Bir tepki vermedim. Yumruğumu avuçlarının arasına aldı, dokunduğunda parmaklarım gevşedi ve avucum nefes aldı.

Başımı kaldırıp yüzüne baktım, gözlerim karanlığına alıştığından gözlerini az çok görebiliyordum. Bana bakıyordu, doğrudan gözlerime...

"Bir düş gördüm." dedim sadece. Çok kısa bir süre hiçbir şey söylemedi.

"Bir rüya mı seni bu kadar ağlatan?" diye sordu en sonunda. Başımı salladım. "Anlatmayacak mısın?"

"Duymak istediğine emin misin?" diye sordum titreyen sesimle. Gözlerime baktı. Bir an aklımdan geçenleri okuduğunu düşündüm. Çok saçma bir ihtimaldi. Ve korkunç.

"Eminim." Ellerimi bıraktığında hemen yanıma düştü.

"Anlatacak bir şey yok." dedim, kısık bir sesle.

"Lütfen." diye ısrar etti.

"Tekrar hatırlamak istediğim bir rüya değil."

"Peki, daha fazla ısrar etmeyeceğim." dedi.

"Ya da dur. Eğer hâlâ duymak istiyorsan anlatacağım." Yıllar önce birlikte kurduğumuz hayali, rüyamda gördüğümü bilmesi bence onun da hakkıydı, taş kalbi belki biraz yumuşardı.

"Duymak isterim." Hay hay.

"Rüyamda bir ağlama sesiyle uyanıyordum," Gözlerime bakıyor ve merakla beni dinliyordu. "Bebeğe ait bir ağlayıştı. Bir yataktaydım, kendime ait olmayan bir odadaydım. Ağlama sesi gittikçe çoğalıyordu. Yataktan kalkarak telaşla odadan çıkıyordum. Daha önce hiç o evi görmeme rağmen, sanki her yer ezberimdi. Bebeğin ağladığı odaya girdiğimde onun sesi çoktan kesilmişti."

"Sonra?" diye sordu, sesinde hem merak hem de korku vardı.

"Odaya girdiğimde sırtı dönük bir adam bebeği kucağında susturuyordu." diye devam ettim.

"Görebildin mi kim olduğunu?" Başımı salladım. Gözleri kısıldı. "Kimdi?"

"Sen."

"Ben mi?" diye sordu şaşkınlıkla.

"Hâlâ duymak istediğine emin misin?" Sertçe yutkunduğunu hissettim. "Bebek eline o kadar yakışıyordu ki... Daha sonra yanına geliyordum." Sırtını döndü, gitmedi, sadece yüzüme bakmak istememişti. Belki de gözleri dolmuştu. Sanmıyordum.

"Yanına gelip başını omzuna yaslıyordum. Saçlarımdan öpüyord..."

"Tamam sus."

"Dudaklarımdan öpmek için yüzüme doğru eğildiğinde, uyandım."

"Sana sus dedim." Hızla bana doğru döndü.

"Senin duymaya tahammül edemediğin şeyi ben iliklerime kadar hissettim." Bir adım atarak aramızdaki mesafeyi neredeyse yok ettim.

"Sus." Sesi fısıltılı çıkmıştı. Gözlerime bakıyordu.

Avuçlarımı yanaklarına yerleştirdim. Sertçe yutkundu. "Rüyada bile kavuşmuyor bu dudaklar; o kadar imkânsızız ki..."

"Sus." Nefesi dudaklarıma çarptı. Gözlerimden birkaç yaş aktı. Bakışlarım birkaç saniyeliğine dudaklarına indi hemen ardından tekrar gözlerine çıkardım. Bakışları dudaklarımdaydı.

Çenem titriyordu. Dudaklarımı birbirine bastırarak yutkundum. "Şu an o kadar yanlış ki..." dedim, fısıltıyla. Derin bir nefes aldığımda başımı iki yana sallayarak önce bir adım geriye gittim, sonra da yanaklarındaki ellerimi ağır ağır tenine sürterek aşağı indirdim.

Başını ağır ağır sallayarak bir adım geriye gitti, derin bir nefes aldı. "B-ben gideyim." Arkasına döndüğünde aklıma düşen anıyla "Dur." dedim, hafif yüksek bir sesle.

Yanaklarımı öptükten sonra kollarını belime sararak sıkıca sarılmıştı; on sekiz yıl önce tam bugün... "İyi doğdun, nefesim, sevdam." demişti. Başımı boynuna gömerek karşılık vermiştim ona.

Gözlerim sulanmıştı. "Çok özlemişim seni." demiştim, hasretle. Boynunun açıkta kalan yerlerinden öpmüştüm. "İyi ki varsın, iyi ki..." demişti, derin bir nefes çekerken.

"Sende..." demiştim. Kolları hâlâ belimdeyken hafifçe geri çekilerek gözlerime bakmıştı.

Gülümsemiştim. "Evlenelim." demişti. Buz kesmiştim. Gözlerine bakakalmıştım. "Nasıl?" diye sormuştum, anlamayarak.

"Evlenelim." Gözlerinin içi parlıyordu. Yutkunmuştum. "Evlenir misin benimle?" diye sormuştu, çocuksu bir ifadeyle.

Şaşkınlık ve heyecanla, "Sen ciddisin?" diye sormuştum.

"Hiç olmadığı kadar hem de..." demişti, dudaklarıma yapışmadan birkaç saniye önce. Tutkulu bir şekilde ona karşılık vermiştim. Bir ara dudaklarımız ayrıldığında "Evet," demiştim. "Seninle her şeye varım." diye devam ettirmiştim.

Dudaklarımızı birleştiren taraf bu defa ben olmuştum. Hoyratça öpmüştüm. Parmaklarım gömleğinin düğmelerine gitmişti. İlk düğmesi açıktı. Attaki iki düğmesini hızla açtığımda, parmaklarım dördüncü düğmesine ulaşmadan iki eliyle ellerimi tutarak durdurmuştu beni.

Gözlerine bakmıştım; utanç ve hayal kırıklığıyla.

"Olmaz." Sesi fısıltılı çıkmıştı. "Benden çok istiyor olamazsın." Öyleyse der gibi bakmıştım gözlerine. "Evlenelim... Sonra kimse karışamaz ki zaten bize. İstediğimizi yaparız, istediğimiz gibi yaşarız. Sadece sen ve ben..."

Saçmaydı; ama on sekizime yeni basmıştım ve toydum. Aşkı sevdayla karıştırmıştım; yaşadığımız aşkta olsa sevdada olsa biz o günden sonra imkânsız olmuştuk. İmkânsız...

Gözlerinin içine bakarak evet demiştim. Gözlerimin içine bakarak evet demişti. Evlenmiştik. Yüz yüze gelmeden de boşanmıştık. Biz yanlışın vücut bulmuş haliydik.

Vücudunu bana döndürüp gözlerimin içine baktı. "On sekiz yıl önce tam bugün." dedim, hatırlatmak istercesine, yüksek sesle. Sertçe yutkundu. "Hani ben suçluymuşum gibi davranıyorsun ya." Konuşurken gözlerimden firar eden yaşları elimin tersiyle sildim. "O gün belki o teklifi..."

Birden üzerime doğru yürüdü ve "Sakın! Sakın bana o günle gelme!" diye kesti sözümü bağırarak. Gayriihtiyari birkaç adım geriye gittiğimde sırtım ağacın gövdesiyle buluştu.

Aramızdaki mesafeyi hızla yok ettiğinde başımı kaldırıp gözlerine baktım. "Sen bana sadece o günle geliyorsun ama." Kalbimin acısı sesime yansımıştı.

"Tek suçlu benmişim gibi." diye devam ettim. Göğsü hızla inip kalkıyordu. Hızla alıp verdiği nefesleri yüzümün her noktasında hissediyordum. "Söylesene, senin hiç mi suçun yok?"

"Bir suçlu mu arıyoruz?" diye sordu, sakin bir sesle.

"Bana kalsa tek suçsuz biziz. Ama sen bir suçlu arar gibi davranıyorsun." Hafifçe yüzüme doğru eğildi. "En büyük pişmanlığım ne biliyor musun?" diye sordu. Ney der gibi başım hafifçe iki yana eğdim.

"O gün o teklifi..." Ne söyleneceğini anladığım gibi elimi kaldırıp, işaret parmağımı dudaklarına bastırdım.

"Şşşş..." Dudaklarım bükülmüştü. Bakışları dudaklarının üstündeki parmağıma kaydı. Nefes almaktan korkar gibiydi. Gözlerimdeki yaşlar öyle çoğalmıştı ki, yüzü bulanıklaşmıştı.

Sertçe yutkundum. Gözlerini gözlerime çıkardı. Bakışlarımı dudaklarına indirdim.

"Yapma." dedi, boğuk bir sesle. Dudakları parmağıma sürtündüğünde ateşe değmiş gibi hızla çektim. Bakışlarımı ağır ağır tekrardan gözlerine çıkardım. Uzun bir süre gözlerimizi kaçırmadan, kırpmadan birbirimize baktık.

"O cümleyi asla kurma. Lütfen. Yoksa o güne kadar yaşadığımız tüm anılar da benim için bir cehenneme dönüşür. Bari o günleri alma benden." dedim, aramızdaki derin sessizliği bozarak.

"Senin için o günler hâlâ cennet mi?" diye sordu, fısıltılı bir sesle. Sesinde saf merak vardı. Başımı salladım aceleyle. "O günler gerçek ve temizdi." dedim.

Bakışları dudaklarıma indi. Yutkundu ve ardından "Rüyada bile kavuşmamış bu dudaklar." dedi, kendine hatırlatıyor gibiydi. Derin bir iç çektim. "Oysa yanlış hiçbir şey yoktu değil mi?" diye sordum.

"Yanlış olan bizdik." dedi. Derin bir sessizlik.

Başımı hafifçe sallayarak, "B-bizdik." diye tekrar ettim onu kekeleyerek.

"B-ben gideyim." diye devam ettim ve yanından geçip ilerledim. Çıplak ayaklarla yürürken onu çoktan ardımda bırakmıştım. Merdivenleri tırmanırken elimi yumruk yaparak dişlerimin arasına koydum. Elimde diş izleri çıktığına emindim.

Bahçe kapısından odama girdiğimde bir kere bile dönüp arkama bakmamıştım.

Odaya girer girmez banyoya koşup üzerimdekilerle duş başlığının altında girip ıslanmaya başlamıştım. Sesli çığlıklarım ne kadar duyulmuştu bir fikrim yoktu. O an aklıma da gelmemişti. Su sesinden duyulmuş olması pek mümkün değildi. Duyulmuş olsaydı mutlaka ben üzerimi giyinirken veya sabah saat yediye kadar yatakta bir o yana bir bu yana gidip dururken, biri yanıma gelip, ne olduğunu sorardı. İyi ki de duymamışlar diye geçirmiştim içimden. Bir yandan da başımı okşayan birine ihtiyacım vardı.

Mesela o okşamak istese buna izin verir miydim, bir fikrim yoktu. İzin vermemek, vermem gereken bir karar olsa bile başımı okşayan birine ihtiyacım vardı. Onun başımı okşamasına ihtiyacım vardı. O böyle bir teklifte bulunduğunda muhtemelen bir mezarın altında olurdum. O teklifi etmişti de ben kabul etmemiştim!

Sabah yediye kadar dönüp durduğum yatakta son verip, kalkıp hazırlanmıştım. Üzerimde V yaka beyaz bol bir bluz vardı. Altımdaysa siyah gri karelerden oluşan midi boy kalem bi' etek... Bluzu eteğin altına sıkıştırmıştım. Eteğimin altına, bacaklarıma oldukça ince siyah bir çorap geçirmiştim. Ayaklarımdaysa siyah bir stiletto vardı. Gümüş zincirleri olan siyah küçük çantamı omuzuma asıp odamdan çıktığımda geniş holü bitirip sola döndüm. Küçük holde attığım adımlar zeminde tok sesler bırakıyordu.

U şeklindeki iki katlı evimizin, ilk katındaki kısa kenarlı holü bitirdikten sonra dış kapıyı açarak evden çıktım. Sokak kapısından çıktığımda sol tarafta kaldırımın üstünde telefonuyla ilgilenen Azra'yı gördüm.

Üzerinde beyaz bir pantolon ve crop vardı. Crobun üstüne kelebek yaka, gri, siyah düğmeleri olan bir ceket giymişti. Ceketin kolu hafifçe katlanmıştı. Ayaklarındaysa beyaz spor bir ayakkabı...

Başını kaldırıp bu taraf baktığında bakışlarımı kaçırarak arabama çevirdim. Beyaz arabama attığım ilk adım da bana seslenmesiyle adımlarım kesildi. "Yasemin."

Omzumun üstünde ona doru baktığımda bana doğru birkaç adım atarak yaklaştı. "Dün gece gördüm doğum gününmüş." dedi samimi bir ifadeyle.

Onu ilk gördüğümde burada selamlaşmıştık. Tedirgin bir hali vardı o zamanlar. O tedirginlik uçup gitmiş gibi buraya ayak uydurduğu hal ve hareketlerinden çok fark ediliyordu.

İlk gördüğümde onun bir Adalı olduğunu bilmiyordum. Kanım ısınmıştı hemencecik. Dışarıdan soğuk biri gibi dursa da -onu reddetmeme rağmen- bana yaklaşımıyla sıcak bir kalbi olduğunu hissediyordum, biliyordum.

O gün adını söylediğinde bir ürperti geçmişti içimden. Adı çok tanıdıktı fakat bir o kadar da hafızam o ismi hatırlamamıştı. Ta ki şirkette diğer Adalıları görene kadar... Onları -onu- gördüğümde ne hissedeceği, nasıl bir tepki vereceğimi bilememiştim. Çok karışık duygular içindeydim.

Daha sonra birlikte şarkı söylemiştim. Aramıza bir duvar örmek istemiştim fakat onun hiçbir suçu yoktu ki; o da o zamanlar küçücük bir çocuktu. Sonra hastaneye gelmişti bizimle. Yanımızda olmak istemişti. Oysa daha tanışalı yirmi dört saat bile olmamıştı.

Hastanede annemi öyle gördükten sonra aramıza bir duvar koymak; bizim için, annem için tek seçenekti.

O gün ona bir daha yanımıza gelmemesini söylediğim zaman ne kadar şaşırdığını gözlerinde görmüştüm. Neden böyle bir tepki verdiğimi sorguluyordu. Ona cevabı vermek istedim fakat bu bana düşmezdi. Abisinden veyahut babasından duymalıydı.

"İyi ki doğmuşsun, mutlu yıllar." diyerek beni düşüncelerimin içinden çıkardı. Dudaklarım aralandı. Şaşırmıştım. Ardından zorla tebessüm ettim. Aslında abisinden beklediğim iki çift kelimeyi ondan duymam; biraz kırmıştı, biraz mutlu etmişti.

"Teşekkür ederim." diye mırıldandım, şaşkınlıkla. Dudaklarını içe doğru kıvırarak tebessüm etti. Ardından arkasını dönüp kendi evlerinin önünde durduğunda arabaya binip sürmeye başladım.

...


BİTTİ..

Loading...
0%