
İyi okumalar!
.
İnsan acısını unutur mu?
Geçmişini...
Yaşadıklarını....
Gözyaşlarını....
İnsan acısını unutmaz. İnsan, acısına alışır.
Acıya alışmak mı daha kolaydır peki yoksa hâlâ dün gibi yaşamak mı?
İnsanoğlu. Herkesin şu koca dünya da illa ki başına bir şey gelir. Bir olay yaşar.
Sevdiğini kaybeder, ihanete uğrar, ölür, yaşamla savaş verir...
Ama illa ki bir savaş verir. Bir sınavdan geçer.
Benim de sınavım buydu. Ailemi kaybetmek. Dedemi ve annemi kaybetmek. Kahramanımı kaybetmek.
Dün. Dedemden kalan son videoyu izlediğimde yüreğime öyle bir öküz oturdu ki, canımı çok yaktı. Yüreğim ağladı, yüreğim kan ağladı. Canım yandı, canımı kopardılar. Ama yine de göz yaşlarımı silip, tekrardan güçlü kaldım. Ayakta kaldım. Dimdik durdum, sanki ağıt yakmamış gibi. Sanki dedemin dediklerine karşı isyan etmemiş gibi. Annemin bana öğrettiği buydu çünkü.
Unuttum. Dün ki gözyaşlarımı unuttum. Acımı unuttum. Üzerine bir ton toprak attım. Eğer atmasaydım, bana acı vermeye devam edecekti. Biliyordum.
O videoyu ise Karsu'ya göndermiştim. Ben izlediysem onun daha çok izleme hakkı vardı. Dedesini hatırlamıyordu. Hatta hatırlamak geç, görmemişti bile. Sesimi duymamıştı. Video bana bırakılmıştı belki de ama yine Karsu'ya göndermiştim. O da bana yalvarmıştı çünkü.
"Abla," demişti hüzün ifadesi ile. "Sana ait olsa da, sana bırakmış olsalar bile annemden ve dedemden kalan bir şeyi bana verebilir misin?" Boynu bükülüyordu. "Bencillik yapmak istiyorum ilk defa. Sana verilen hatıraları bana ver, lütfen." Bir göz yaşı dökülmüştü ondan. "En azından yüzlerini canlı olarak göreyim. En azından seslerini duyayım, lütfen..."
Bu yüzdendi Karsu'ya gönderme amacım. Bencillik değildi onun yaptığı. 6 aylıkken ölen annesinden ve dedesinden kalan anıları istiyordu. En çok onun da hakkı vardı çünkü ona kalan doğru düzgün anılar yoktu. Yokluk içindeydi Karsu. Dedesinden ve annesinden kalmayan anıların yokluğunu yaşıyordu.
"Bu elbise kesin sana yakışacak," dedi Senem bir anda. Düşünce sislerini yok etmişti. Elindeki elbiseyi bedenime yasladı, aynadan baktı. "Kesinlikle çok yakışacak."
Akşamki düğün için Senem'in elbiselerinden elbise bakıyorduk. Benim çok fazla yoktu. Tercihim değildi. O yüzden Senem'in dolabından bakıyorduk ve bedenime yasladığı elbise de gerçekten hoş duruyordu.
Eliz'in bize davet ettiği daha sonra da Eliz'in annesinin yani Tülay Hanım'ın bize davet ettiği düğün bu akşamdı.
Elbise; sol omuzu sıfır kol, uzun bir elbiseydi. Dizlerimin hafif üstünde kalıyordu. Sırt dekoltesi yok iken göğüs dekoltesi vardı. Kırmızı renkte olan çok güzel bir elbiseydi.
"Giyeyim o zaman ben onu," derken elbiseyi Senem'in elinden almıştım.
O da gülümsedi bana. "Ben kendi odamdayım, hazırlanayım. Çıkarız sonra."
"Tamam."
Konuşmamız son bulurken odadan çıkmıştı. Bende derin bir nefes verirken hazırlanmaya başlamıştım. İlk başta elbiseyi giymiştim. Yavaş yavaş hazırlanıyordum. Aceleye gerek yoktu, akşama daha çok vardı. Senem'in hazırlanması da ancak baş olurdu.
Elbise tam üzerime oturmuştu. Çok da güzel olmuştu bana. Ellerim ile elbiseyi baştan aşağı yavaşça sürterken bakışlarım açık sol omzuma kaydı. O an duraksadım. Öylece omzuma baktım.
İzler kalırdı, izler bizimle yaşardı. İz benimleydi, iz benimle beraber ölecekti.
İzler her zaman kötü görünürdü insanlara ama benim izim, benim hayatıma renk katmıştı. O izin arkasında acı vardı, göz yaşı vardı ama o iz bir şekilde güzelleşmişti.
İzler kalırdı ama izleri güzel yapanlar da, hayatımızın en önemli insanlarıydı.
Karşımda tam ayna var iken bedenimi hafif sola doğru çevirdim ve aynada tam olarak o iz belli oldu.
Sigara kaplı olan iz.
Hayır.
Ateş ve sudan oluşan hayatımın şansı.
Sancak'ın kendi elleri ile yaptığı çizimin aynısı.
O zamanlar müdire yüzünden çok acı çekmiştim. Çok göz yaşı dökmüştüm. Küçücük bir çocuğum ama çocukluğumu yaşayan bir çocuk değil acılara mahkum olmuş bebektim.
Benim hep imdadıma yetişen de beni hep iyileştiren de Sancaktı. İzimi güzelleştirmişti. İzimi kötü bir şey değil de güzel bir şeymiş gibi bakmamı sağlamıştı.
En sevdiğim hayvan kelebekti. Bana şans getireceğini umduğum şey kelebekti.
Bu zamanda anlamı herkes için kötü şeyler geliyordu. Kelebeğin anlamını değiştirmişler, kötü gözle bakıyorlardı ama kelebek uğurdu.
Kelebek sevgiydi. Kelebek uğurdu. Kelebek masumluktu.
Ateş...
Diğer adım olan o ateş. Sancak koymuştu bu ismi bana. Neden bana ateş dediğini anlamazdım. Benim adım Güneş! diye tutturur inatçılık yapardım. O da her seferinde bana sonda öğreneceğimi söylerdi. O zaman söylese anlamazmışım. Gerçekten de öyleydi. Hiç ama hiç anlamadım.
Yıllar geçtikten sonra anladım Sancak'ın bana neden ateş ismini verdiğini.
Biliyordu ya da hissediyordu. Hayatımın zor olacağını, zor geçeceğini hissetmiş gibi bana bu ismi koymuştu.
Ateş güç demek.
Benim adımın yanına güç koyarak, güçlü olmamı istemişti. Ateş koydu, güçlü ol, dedi. Ateş koydu, ayakta dimdik dur, dedi. Ateş koydu, ateş gibi yakıcı ol, dedi.
Ben Güneş Devin değildim sadece.
Güneş Ateş Devin'dim...
Çizimini yaşattığım gibi bana koyduğu ismi de yaşatmıştım.
Omzumda ki de dövme değil bana kalan en güzel hatıraydı aslında. Çizimini asla silinmesini izin vermeyeceğim demiştim. Öyle de yapmıştım.
Sol omzumdan başlayıp belime doğru iniyordu. Bel hizamdan omzuma doğru bir ateş vardı. Yanan bir ateş gibi. Bu ateş ise sudan oluşuyordu. Ateşin rengi suydu. Alevin üzerinde ise minik bir kelebek vardı.
Su, berrak gibi biri olduğumu ifade ediyordu.
Ateş, güçlü olduğumu temsil ediyordu.
Kelebek ise masumluğu ifade ediyordu.
(Dövme bu şekilde yalnız bu dövmeyi omuz ve bel hizasında olduğunu hayal edin. Temsil olsun diye paylaştım.)
Aynadan geçmişin izine bakarken buruk bir gülümseme oldu. "Yaşattım," dedim ize bakmaya devam ederken. "Yaşatmaya da devam edeceğim ama lütfen bul beni..."
Bul beni Sancak. İhtiyacım var sana.
Dövmemi şevkat ile okşarken içli bir nefes bıraktım. Bulacaktı beni, biliyorum. 22 yıl geçmişti aradan. Aramıza giren kocaman bir 22 yıl. Bu yıl içinde bulamamıştı belki de ama bulacaktı. Hissediyordum. Bir 22 yıl geçse de ben onu beklemeye devam edecektim.
Yıllar silemezdi bendeki ona ait olan izleri. Silemezdi ona ait anıları... Silemezdi. İşlenmişti bir kere içime. Düğüm düğüm, sıkı sıkı bağladım anılarımı. Gitmesine, uçmasına izin vermedim. Veremedim. Gönlüm, çocukluğum el vermezdi gitmesine.
Elimi izimden çektim ve arkamı dönüp makyaj masama geçtim. Makyaj masamın çekmesinden düzleştiriciyi alıp, fişini taktım. Saçlarımı taramıştım. Bu yüzden tarak ile tekrardan geçmeye gerek yoktu. Siyah saçlarım hafif kabarık olduğu için düzleştirecektim.
Düzleştirici olması gereken ısıya gelip ısındığı an, saçlarımı düzleştirmeye başladım. Saçımı hiç kıvırcık saçta sevmezdim. Düz saça takıntım vardı. Bu yüzden hep düz gezerdim. Kıvırcık yaptığım olmuştur saçımı ama nadiren. O da saçımı örüp çözdüğüm zamanlar olurdu. Diğer türlü kıvırcık yapmazdım saçlarımı.
Saçlarım ile işim bitince bu sefer makyaj yapmaya başladım. Fazla makyaj yapmayı seven bir insan değildim. Doğal olmayı daha çok seviyordum. O yüzden az bir makyaj yapmıştım. Kirpiklerimi belli etmesi için rimel, ela gözlerimi ortaya çıkaran kahverengi far ve şeftali tonu ruj. Kapatıcı veya fondöten sürmeme gerek kalmıyordu çünkü cildim kendiliğinden bembeyaz ve kusursuzdu. Şeftali tonu rujun üzerine de hafif gloss sürmüş işim bitmişti.
"Şimdi Senem'i bekleme vakti..." diye kendi kendime mırıldanmıştım.
Yatağımın üzerine oturup öylece beklerken de aklıma Sancak ile bir anım gelmişti.
"Beni sakın unutma, ateş kızı," diyordu bana. Şevkat ile saçlarımı okşayıp, sırtıma atmıştı. "Her zaman yaşarım, nefes alırım ama sen beni unutursan işte o zaman ölürüm."
Çocuktuk o zamanlar. O sekiz ben de 3 yaşındaydım. Onun niyeti hiç bir zaman kötü değildi. Tek derdi beni iyileştirmek ve beni Müdirenin elinden kurtarmaktı. Belki uzaktan yanlış anlaşılıyordu. Hatta 8 yaşındaki bir çocuğun böyle konuşması hiç normal gelmiyordu ama hiç öyle biri değildi. Temiz kalpliydi o, benim koruyucumdu. Bebek yüzlüydü, kalbi iyilikle dolu biriydi. Böyle biri nasıl da kötü olurdu ki? Niyeti nasıl kötü olurdu? Hiç bir zaman inanmadım ve inanmam da.
Çok olgun biriydi. Öyle olgun biriydi ki, bazenleri karşımda sekiz yaşında biri değil de yetişkin yirmili yaşlarda biri var zannederdim. Onun çocukluğu böyleyse kendi çocuğunu düşünemiyordum bile.
Sahi, acaba evlenmiş miydi? Çocuğu var mıydı? Aile kurmuş muydu kendisine? En önemlisi.
Beni unutmuş muydu?
Bu soruların cevabını ancak kendisi beni bulduğunda ya da ben onu bulduğumda alacaktım.
Ama o güne kadar da, onu bekleyecektim.
Beklemekten asla ama asla vazgeçmeyecektim.
***
"Davın çıksın senin eme, Mıstık!"
Yanımızdan geçen bir kadın, yanındaki adama bağırırken adam da yavru kediye dönmüş bir şekildeydi. Garip ve sorgulayan ifademiz ile Senem'le birlikte öylece onları izliyorduk.
"Yav, yavrum. Ne yapmışam ben? Sadece seni beklemişimdir." Şiveli şekilde konuşurken kadın acayip sinirli adam ise öylece kabahat işlemiş suçlu çocuk gibi başını eğmiş kadını dinliyordu. Evlilerdi büyük bir ihtimal ile.
"Daha ne yapacaksın acaba!" Kadın bir anda elini adamın yakasına atıp sarsmaya başladı. "Len, ben sana demedim mi Ali'yi sahip çıkacaksın diye!"
"Ne etmiş ki bizim oğlan?"
"Her zamanki gibi insanların götündeki donu çalmış!"
O sırada yanımdaki Senem'den kıkırtı çıktı. "Don derken hatta çalmak derken?" Bende kendimi gülmemek için zor tutuyordum açıkçısı. Harbi, insanın altında olan donu çalmak ne demek ki? Hatta çocuk gerçekten de böyle bir şey yaptı mı?
"Yav! Ben dedim amma çocuğa, insanları ellemek yok diye! Kendi gitmiş, benim suçum nedir?"
Kadın elleriyle adamı dövmeye başlarken, "Sana bıraktım ben ula çocuğu!" diye yükseldi. Adam başını eğmiş, darbeden kaçmaya çalışırken kadında daha hırslı vurmaya devam ediyordu.
"Fadime Sultan, yavaş! Adamın postu devrildi!"
Yanı başımızdan gelen ses, kadın ile adamın arasına girerek onları ayırmıştı. Senem ile kafamız, sesin geldiği yere dönmüştü hemen. Gelen kişi o gün ki askerdi. Adı Ömer'di galiba. Kadının kolundan hafifçe tutmuş, nazikçe çekmişti yanına. Sımsıkı tutarken kadını, kendisi ayriyetten de gülüyordu da. "Sakin." Sonra da adama döndü. "Lan sende Mustafa. Dayak yiyeceğini biliyorsun niye gözünün önünden ayırıyorsun Ali'yi?"
"Yav Ömer komutan, bırakta dövmeye devam edem ben şunu!" diye adının az önce Mustafa olduğunu öğrendiğim adamın üzerine doğru gitmeye çalışıyordu kadın ama Ömer, hem kadını nazik tutarken hem de sımsıkı tutarken adamın üzerine gitmemesine engel oluyordu.
"Sakın bırakma ha!"
"Konuşuyor musun len sen daha!"
Ömer, kadını biraz daha geriye çekerken, "Fadime Sultan," diyerek kadını sakinleştirmeye çalıştı. "Sakin ol. Düğündesiniz. Az sakinleş, evde devam edersin."
"Bunun burda ne işi var be?" diye kendi kendine mırıldandı Senem. Bakışlarım kadından ve Ömer'den ayrılırken ona döndüm. Pek hoşnut olduğu söylenemezdi. Hemen ona döndüm. "Olay çıkarma," dedim. "Lütfen."
Elini salla geç dercesine salladı. "Sende, Güneş. Niye olay çıkarayım?"
"Öyle olsun bakalım."
Tekrardan bakışlarımı oraya çektim. Kadın, Ömer'in dedikleri ile sakinleşmiş gibiydi. Ama ellerini hâlâ sıkarken, öfkesini içine attığını anlamış oldum. Bu kadındaki sinir asla gitmez ise, evde büyük bir kıyamet kopacak demekti.
"Tamam," dedi kadın gözlerini yumup, derin nefes verirken. Sonra da parmağını adama sallamaya başladı. "Emme bittiğini zannetme. Kafanı kopartcam ben senin evde."
Adam ise sadece yutkunabildi.
"Hey, hey, hey!"
Tam yanımıza gelen ses, bir çocuğa aitti. Elinde bir şort vardı. Erkek şortuna benziyordu. O şortu bir eliyle sanki halaydaymış gibi sallarken bir yandan da bedenini kıvırtıyordu. Az önce kocası ile kavga eden kadının başına gidip etrafında dönmeye başladı. "Hey, hey, hey!"
Kafamı sağa çevirip kadın görmesin diye kıkırdamıştım. Bahsettikleri çocuk o çocuktu ve gerçekten de elinde bir erkeğe ait olan şort ile kadının etrafında dönüp, eğleniyordu.
Senem'de benimle aynı durumda iken gülmemi zar zor kestim. Kadın çok yanlış anlayabilir ve gücenebilirdi. Elimi ağzımın üzerine kapatıp güldüğümü gizlerken onları izlemeye devam ettik.
Kadın hemen çocuğun ensesinden tuttuğu gibi önünde çekti. "Yaptın dimi yine yapacağını!"
Çocuk sırıtırken parmağına taktığı şortu annesinin gözü önünde sallamaya devam etti. "Yoo," dedi pişkince. "Halay başı mendili bu."
Fark ettim ki kadın Ege şivesi ile konuşurken adam da doğu şivesi ile konuşuyordu. Ama çocuğun konuşması normal İstanbul Türkçesiydi.
Kadın dişlerini sıkarken, "Ülen Ali, ülen Ali," diyerek bir hışım ile gözünün önünde olan şortu aldı ve adama fırlattı. "Git sahibine ver!"
Adamda buradan kaçmak için dünden razıydı. Şortu kaptığı gibi anında koşarak ortamdan kaçtı.
"Pis kokuyordu zaten."
Çocuğun ağzından çıkanla kadın havaya bakıp sabır çekti. "Allah'ım al canımı yarabbim!"
Çocuk bu sefer kınayan ifadesi ile kadına baktı. "Çok ayıp, anne. Çok ayıp. Sen öğretmedin mi bana Allah'a böyle dua edilmez diye. Güzel şeyler dile."
Kadın bir hışımla çocuğuna döndü ve kolundan tuttuğu gibi çekiştirmeye başladı. "Allah'ım sen benim canımı alma bu çocuğun huyunu değiştir, yarabbim!"
"Bu iyiymiş. Ben kaynamasam daha iyiydi ama neyse."
Kadın ve çocuk gidince büyük bir kahkahayı patlattık. Biz az önce ne izlemiştik ya?
"İlerideki çocuğum resmen bu," diyordu Senem, gülmenin arasından. "Tıpatıp aynısı!"
"Sen mi?" Az önceki kavgayı ayırmış olan Ömer, şimdi tam yanımıza gelmişti. "Senin gibi bir kızdan Ali gibi çocuk çıkması..." Başını olumsuz anlamda sağa sola salladı. "İmkansız."
Senem tak diye anında gülüşünü keserken ister istemez de benim gülüşüm kesilmişti. Senem zaten Ömer'den nefret ederken onunla uğraşması, az önceki Mustafa ve Fadime gibi olacaklarını gösteriyordu.
"Neyim varmış benim? Sen kendi tipine baktın mı?"
Omuz silkeledi Ömer. "Ben tipime bakmam, her zaman yakışıklıyımdır. Ayrıca senin neyin varmış konusuna da gelince," derken alay eden dudakları kıvrıldı. "Çok şiddet yanlısı birisin. Olmaz böyle."
Sinirden güldüğünü belli eden burnundan gülüşü ile, "Pardon?" diye diklendi Senem. "Ben mi şiddet yanlısıyım? Sen mi çok yakışıklısın?"
"Tabii kızım. Peşimden koşan koşana ve ayrıca, evet. Çok şiddet yanlısın. Olmaz böyle."
Senem sakince ona bir adım atarken, "Madem çok şiddet yanlısıyım, senin üzerinde denemeye ne dersin?" dedi. Sonra da Ömer'i süzüp, dalga geçercesine güldü. "Peşinden koşan doğru ama en son hatırladığıma göre senin arkandan bir deli koşuyordu." Alayla dudak büktü. "Haklısın sende. Herkesin peşinden deli koşmaz. Çok şanslısın bu konuda."
Senem bir insana bir kere kin güderse, ne yaparsak yapalım ısınmazdı asla. Ve Ömer'e karşı ısınacak gibi hiç durmuyordu. Hatta nefreti daha da çoğalmıştı. Evde her aklına Ömer geldiğinde, sinirden çıldırıyor hıncını ise kağıt yırtarak çıkarıyordu. Ama Ömer, tam o an orada olsa ondan çıkaracağına adım kadar eminim.
Boğazımı temizlerken gerginlikle elimi Senem'in omzuna attım. "Senem." Ellerimi omzuna daha fazla baskı yaptım. Sakinleştirmeye umuyordum. "Bak, çevre kalabalık. Herkesin içinde bari yapma, olur mu? Hem geride kaldı artık, daha fazla nefret etmeye gerek yok bence."
Burnundan güler gibi oldu Senem. Bakışları hâlâ öfke ile Ömer'in üzerinde iken bana cevap verdi. "Götüme güneş soksanız, yine buna karşı nefretim ılımaz benim." Evet, bazen ağzının ayarı kaçabiliyordu.
Ömer ise öylece kalmıştı. Senem'in haklılığı onu bozguna uğratmıştı. Ve şimdi de diyecek bir şey bulamıyordu. Senem'de Ömer'in bozguna uğrayacağını bilmiş gibi üzerinde garip bir sakinlik vardı ama bende adımdan emin olduğum kadar birazdan o sakinliğin gideceğini ve yerine kıyamet koparacağını biliyordum. Düğün yeri sırasında cidden bir bu eksikti.
"Demek ki deli bile bana hayran." Ömer, bakışlarını kaçırıp tekrardan saldırıda bulunmuştu. "Sen ne anlarsın ki zaten."
Bir anda ortada kahkaha tufanı patladı. "Sana mı hayranlar? Güldürme Allah aşkına beni ya!"
"İnanmazsan inanma kızım." Arkasına dönüp çaktırmadan bir kızı gösterdi Senem'e. "Bak şuna," derken sesinde resmen gurur akıyordu. "Nasıl da bakıyor bana, ağzından sular akarcasına."
Kıza baktığımızda cidden kız hayran olmuşcasına Ömer'e bakıyordu. Ömer ise arkasına dönüp kıza göz kırptı. Bunu yapması ile kızın ağzı kulaklarına varmıştı. Heyecanlı bir şekilde yerinde kıpırdanırken o da Ömer'e göz kırpmış kaçamak ve heyecanlı bakışlar ile Ömer'e bakıyordu.
Yüzünü buruşturdu Senem. "Şu kıza ümit verip burada gurur duyuyorsun ya, mesleğini lekeliyorsun be."
Bu an işte Ömer ciddi olmuştu. Kaşları hemen çatılırken elleri yumruk olmuş, dişlerini sıkmıştı. "Sakın bir daha askerliğime laf etme." Fark ettim ki zayıf noktası işiydi. Kendisine yapılan her hakareti siniye çekiyordu ama mesleğine gelen lafa anında sinirlenip çok ciddi biri oluyordu. "Vatanımı koruyup kollayan asker ayrı sivil gezip çapkınlık yapan ayrı."
Senem bir kez daha onun üzerine adım atmış iken tam yüz yüze gelmiş oldular. Senem kollarını göğsünde bağlarken o da tüm ciddi suratı ile Ömer'e bakıyordu. "Vatanını koruyan, sadık asker adam burada kızlara da boşu boşuna ümit verip bir kızın canını yakmaz. Bu düğünden ayrıldıktan sonra ne olacak zannediyorsun. Hemen kızın kollarına falan mı düşeceksin." Biraz daha yaklaştırdı yüzünü. "Ben söyleyim. Hayır. Kız sadece boşu boşuna verilmiş ümit ile kendisini hırpalayacak. Acaba ben çirkin miyim, diyecek kendisine. Kendisini, güzelliğini sorgulayacak."
Ömer'de yüzünü yaklaştırdı. "Peki sen, benim kıza boşu boşuna ümit verdiğimi nereden biliyorsun." Sorgular ama aynı zamanda da sinir vardı gözlerinde. "Belki de ben koşa koşa kollarına gideceğim. Nereden bileceksin?"
Sırıttı Senem. "Senin gibi önüne gelen kıza öpen adamdan sadıklık beklemem ben. Ancak ağzında var ama işlevi yok."
"Yeter!"
Bakışlarım anında yanımıza gelen Pars Bey'e dönerken Ömer ve Senem, Pars Bey'in sesi ile ayrılmışlar ve bir kaç adım geriye gitmişlerdi.
Sinirli bakışları Ömer'e dönmüş iken, "Yeter Ömer," dedi. "Geç git masaya."
Ömer'in öfkeli gözleri Senem'e buldu. "Peki, komutanım," derken sinirle soluyordu. Sonra da arkasını döndüğü gibi gitmeye kalkışmıştı ki adımları bir anda durdu ve kafasını hafif yana döndürüp omzundan bize döndü. Ama bakışları direkt Senem'i delip geçiyordu. "Kardeşimdi," dedi sadece. "Ümit verdiğim kız, kardeşimdi."
Sonra da adımlarını tekrardan canlandırıp gitti.
Pars Bey, derin bir soluk bırakırken bakışları Senem'e döndü ilk öncelikle. Senem ise daha bir kaç dakika önce olan Ömer gibi, olduğu yerde bocalayıp kalmıştı. Cidden ben bile şaşırmıştım. Kız kardeşini oyuna dahil edeceği aklımıza bile gelmemişti.
Senem gözlerini kırpıştırırken, "Ben Tülay Hanım'ın yanına gideyim," dedi ve misafirleri karşılayan Tülay Hanım'ın yanına adımladı. Şuanlık bocalamıştı ama bir kaç dakika sonra kendisine gelirdi.
Pars Bey'in bakışları giden Senem'in ardından bana döndü. "Yine kavga ettiler sanırım."
Kollarımı maalesef dercesine kaldırdım. "Maalesef."
"Ayakta kaldığınızı gördüm." Eli ile yolu gösterdi. "Buyrun, bizim masaya eşlik edin."
Çok iyi olmuştu aslında. Zaten gelir gelmez ilk oturacak yer aramıştık ama düğün kalabalık olduğu için bulamamıştık. Bu yüzden ayakta bekliyorduk. Bir kaç dakika sonra da o olaya eşlik etmiştik.
İçten bir şekilde gülümsedim. "Çok teşekkür ederim."
Pars Bey, masanın yolunu göstermiş iken sonunda masaya gelmiştik. Pars Bey ve Ömer'den ayrı bir çok kişi daha vardı. 6 erkek ve bir kız. Aralarında Alphan ve Eliz'de var iken Alphan'ın Eliz'de olan bakışları bana dönüp sevinçle ayağa kalkmıştı. Anında koşarak ayaklarımın dibine geldi ve ayaklarıma sarıldı. "Öğretmenim."
Eğilip kucağıma almak ya da boyunun hizasına gelmek isterdim ama elbisem kısa olduğu için hiç uygun değildi. Bende çocuklara karşı hiç eksik etmediğim gülümsemi yüzüme kondururken elimi Alphan'ın saçına atıp okşadım. "Ne haber yakışıklı?"
Sarılmayı bırakırken alttan boncuk gözleri ile baktı bana. "Çok iyi, öğretmenim." Sonra da bir kaç adım geriye gidip üzerine işaret etti. "Nasıl olmuş," derken etrafında bir kez döndü. "Damatlık yakışmış mı?"
Kıkırdadım. Alphan'ın böyle çocuk olması ve neşesinin yerinde olması beni sevindiriyordu. Üzerini süzdüğümde küçük çocuklara uygun takım kıyafeti vardı. Beyaz gömlek, siyah ceket ve siyah pantolon.
Elimde ateş gibi olmuşsun hareketi yaparken, "Bu ne yakışıklılık böyle ya," dedim. "Hayran oldum sana."
Utanmıştı. Yanakları kızarmış iken, "Yaaa," dedi çocukça ve hemen Elif'in yanına kaçtı. Kafamı sağa sola sallayıp güldüm.
Sakince masadaki bir sandalyeye geçerken herkesin bakışlarının bende olduğunu fark ettim. Bu benim yerimde hafifçe kıpırdanmamı sağlamıştı. Onlar bana bakarken hafif arkama dönüp Senem'e baktım. Senem ise bana doğru geliyordu. Tam yanımıza gelmiş iken hiç ses çıkarmadan yanımda boş olan sandalyeye oturmuş ve hiç kimse ile göz bağlantısı kurmamıştı.
Pars Bey'de durumumu fark etmiş olacak ki, "Alphan'ın öğretmeni, Güneş Hanım," diyerek herkese beni tanıttı.
Masa yuvarlak bir şekildeydi ve tam çaprazımda duran yüz ifadesi sert ama bakışları yumuşak olan birini gösterdi. "Kendisi Murat." Sapsarı saçları ve deniz gibi mavi gözlere sahipti Murat. Oturduğu yerde bile yapılı bedeni, kendisini çok belli ediyordu. Saçları sıfıra vuruk, ona ayrı bir hava katıyordu. Uzaktan tam belli olmuyordu ama tam sağ çene tarafında bir iz vardı. Yara izi gibiydi.
Adının Murat olduğunu öğrendiğim adam, memnuniyet duydum dercesine kafasını salladı. "Memnun oldum, Öğretmen Hanım."
"Bende."
Bu sefer ise Murat'ın yanında olan kişiyi göstermişti. Çocuksu bir yapıya sahipti. Kahvemsi saçları, yeşil gözleri ve sinekkaydı traşı ile tam çocuksu bir havası vardı. Murat'ın yanında kısa kaldığı, oturdukları yerden belli oluyordu. Yüzünde ise bu uzaklıktan bile belli olan çilleri vardı. Çocuksu yüzüne ayrı bir güzellik katmıştı aslında. "Bu Mahir."
Anında yerinde kıpır kıpır olup, "Tanıştığımıza memnun oldum, Güneş Hanım," diyince, gerçekten de çocuk ruhlu olduğunu anlamış oldum. Ona karşılık verirken Pars Bey, bir diğer askerine geçti.
Bu sefer ki kadındı. Sapsarı saçları, buradan bile ışıl ışıl duruyorken ela gözleri ise çipil çipildi. Sert yüz ifadesi ile oldukça ciddi ve sert biri duran bu kız, Murat'tan farksızdı. Tek fark ise bu kızın gözlerinin içinde bile yumuşak bir ifade yoktu. Çok soğuk hatta insanı bakışları ile donduracak bir şekilde bakıyordu. Giydiği düz kırmızı spor elbise, kıvrımlarını ortaya çıkarmış ona çok yakışmıştı. Sarı saçlarını da at kuyruğu yapınca, ortaya çıkan gerdanı ile cidden müthiş duruyordu. "Aylin."diyerek tanıttı Pars Bey.
Ona sımsıcak gülümserken, o da bana sadece, " Memnun oldum," dedi. Bir alınma ya da gücenme hissetmedim çünkü ilk görüşte zaten böyle bir mizaca sahip olduğunu fark etmiş oldum. Yüzümdeki gülümseme gitmez iken karşılık verdim.
"Alınmayın, Güneş Hanım. Aylo'nun her zamanki hâlidir bu. Herkese karşı." Konuşan kişiye baktığımda Pars Bey'in yanında oturan biriydi. Siyah saçları alnına tel tel dökülmüş iken zeytin karası gözlerinde bir ışıltı vardı. Yüzü gülüyor, kıpır kıpır biriydi. Onun da eğlenceli ve soğuk olmadığını anlamış oldum. Bıyığı, daha yeni çıkmaya başlayan sakalları ile onun yüzüne tam yakışmıştı. Yaslandığı sandalyede bedenine yapışan gömlek ile ihtişamlı bir şekilde görünüyordu.
"Siz?"dedim anında. Atılgan, konuşkan ve eğlenceli biriydi.
"Ben Gökay. Timin Astsubay Kıdemli Üstçavuşu olurum."
"Kes Gökay."
Ağzını fermuar gibi yaptı Gökay. "Emir büyük yerden geldi, ben susar."
Derin bir nefes verirken Pars Bey, bu sefer masanın en ucunda oturan ve sessiz olan kişiyi gösterdi. "Kendisi Kerem."
Kerem, aynı Murat gibi mavi gözlü ve dağınık kumral saçlı biriydi. Dağınık saçları ona serseri bir hava katmıştı. Giydiği siyah t-shirt, serseri havasını kat ve kat arttırıyordu. Kötü olduğundan değil yakışıyordu gerçekten de. Sinek kaydı tıraşı, çene hatlarını da fazla öne çıkarmıştı.
Gülümsedi bana. "Memnun oldum, Güneş Hanım."
"Bende."
"Siz onun öyle olduğuna bakmayın." Gökay, lafa atlamıştı hemen. "Normalde çok konuşur, hatta fazla konuşurdu ama sizinle ilk tanışma şerefine susuyor, garibanım."
"Gökay, sus!" Pars Bey, ikinci kez ona susmasını söylerken Gökay'da yine ağzını fermuar hareketi yaptı. "Emir yine büyük yerden."
"Komutanım hemen söylemeden söyleyim. Ben Kara." Yanımdan gelen ses ile ister istemez irkilmiştim. Kara, yanımdaki sandalyede oturan askermiş. Bir yanımda Senem otururken bir yanımda da Kara oturuyordu. Kara, kahve tonlara sahip biriydi. Kahve tonları gözlere ve kahve tonları kıvırcık saçlar. Hafif kirli sakalları, fazla keskin olmayan çene hatlarını süslüyordu.
"Memnun oldum."
O da karşılık vermiş iken masaya bir kez daha göz attım ve gerçekten kalabalık bir ortamdaydık. Bu masadaki herkes, beni kurtaran time aitti ve asla sıkılmamıştım. Hatta onlara karşı bir minnet duyuyordum. Yüz kere tanışsam yine isyan etmezdim çünkü onlar beni kurtarmıştı.
"Ve son olarak da Yalın," derken Pars Bey, Aylin'in yanında oturan kişiyi göstermişti. Yalın ise, aynı Gökay gibi siyahlara sahip biriydi. Siyah zeytin karası gözler ve siyah saçlar. Yalın'ın saçları yan atılmış iken kirli sakalları yüzüne ayrı bir hava katmıştı. Üzerindeki takım elbise ile olduğu yerde dikkatleri çekerken yüzünün tam sağ yanağında hafif ama belli olan bir iz vardı. Bir yara izi değilde yanık izi gibiydi. Yanmış gibiydi. Bakışları ne soğuktu ne de ılıktı. Aynı Murat gibiydi aslında.
"Tanıştığımıza memnun oldum," derken hafif gülümsemişti. Bende aynı şekilde ona karşılık verirken böylece masadaki tüm kişiler ile tanışma faslı bitmiş oldu.
Biz masada oturmuş, kısa kısa sohbet etmeye başlatmış iken düğün başlamıştı. Tüm gözler anında oraya dönmüş iken bende ilgi ile izlemeye başladım. Mehmet ve Gül, sahneye çıkmadan önce organizasyonun başındaki adam onları sahneye davet etmiş, sonra da onlar sahneye çıkıp dans etmeye başlamışlardı. Cidden birbirlerine çok yakışıyorlardı. Gözlerinin içlerine öyle bir bakıyorlardı ki, sanki dünya onların etrafında somutlaşmış gibiydi. Sanki onlar vardı koskocaman dünyada.
Bu sırada ise yanımıza bir kız yaklaşmaya başlamıştı. Bu kız Eliz'in ablasıydı. Bir çok kez görmüştüm. Annesinin yanında gelmiş ve benimle sohbet etmişti. Ama gözleri hiç birimizi görmüyordu. Tek bir yere bakıyordu. Bu da kaşlarımın çatılmasına sebep olmuştu.
Baktığı yere baktığımda Pars Bey'e bakıyordu.
"Oha," dediğini duydum birinin. Bu ses Gökay'a aitti. "Aşk üçgeni diye buna derim lan."
Aşk üçgeni?
Yanımdaki Kara'ya döndüğüm an o da bakışlarını bana çekmişti. "Aşk üçgeni?" diye sordum. Kim kiminleydi cidden? Pars Bey'in hayatında biri yok diye biliyordum.
"Melike. Pars komutanıma yürüyor," dedi Kara ve kaş göz yaparak Mahir'i gösterdi. "Mahir ise Melike'ye görür görmez vuruldu." Elini salla geç der gibi bir hareket yaptı. "Çok saçma bir döngü yani."
Bakışlarım tekrardan Pars Bey'e döndüğünde hoşnutsuz bir şekilde kendisine doğru gelen Melike'ye bakıyordu. Mahir ise Melike'ye hayran bir şekilde bakıyordu. Cidden çok saçma bir döngü ortasındaydık şuan.
"Pars Bey, merhaba," diyerek gülen yüzü ile Pars Bey'in tam karşısına geldi Melike. Yüzü gülümsüyor, siyah hareleri ise ışıl ışıl parlıyordu. Yerinde kıpır kıpırdı. Pars Bey'e olan ilgisinden ve heyecanından belliydi.
"Merhaba," diyerek karşılık verdi Pars Bey. "Bir şey mi istemiştiniz?" Mesafeli ve mesafesini koruyordu. Bu Melike'nin rahatsız olmasını sağlıyordu ama çaktırmıyordu da. Tüm ilgisi sadece Pars Bey'de idi.
Derin bir nefes verirken, "Şey," diyerek ağzındaki baklayı çıkaramamıştı. Utanıyor ve çekiniyordu.
Baş salladı Pars Bey. "Evet, siz?" Buradan bile Melike'ye karşı soğuk olduğu belli oluyordu ama Melike vazgeçmiyordu. Ben, sevdiğim ve ilgi duyduğum adam bana karşı böyle tavır sergilese, oturur ağlardım herhalde. Ama Melike çok sabırlı biriydi. Kararlılığı gözlerindeki ışıltıdan belli oluyordu.
"Gördüğünüz gibi herkes dans ediyor."
Pars Bey'in bu noktada kaşları çatıldı. "Evet, Melike Hanım. Ve bundan bana ne?"
Yutkundu Melike. "Acaba benimle dans edebilir misiniz?"
Ney?
"Merhaba güzel bayan."
Yanıma gelen yabancı bir ses ile irkildim. Sese baktığım an yabancı bir adam vardı. Tanımıyordum bu adamı ama Eliz'in annesinin yani Tülay Hanım'ın yanında çok dolaştığını görmüştüm. Kız tarafı olduğunu anlamıştım ama ben ne alaka? Benim yanımda ne işi vardı?
"Siz kimsiniz?" derken sesim soğuk ve mesafeli çıkıyordu. Tanımadığım bir insandı sonuçta.
"Ben Eliz'in dayısıyım. Kaya adım. Acaba," derken hafif eğilip elini uzatmıştı bana. "Benimle dans eder misiniz? Sizin gibi güzel bir bayan ile dans etmek benim için onur olur."
Bu sırada gözüm Pars Bey'e kaydı. Gözleri bana doğru yönelmiş olan eldeydi. "Lütfen, kırmayın beni." Yanı başımdan gelen sese baktım tekrardan. Kaya Bey beklenti ile bana bakıyordu. "Ben..." diye tam reddedecek iken Pars Bey bir anda ayağa kalktı.
Melike'de kendisine beklenti ile bakarken ayağa kalkıp Melike Hanım'ın yanına doğru gitmeye başladı. Bu da Melike'nin dans teklifini kabul etmiş olduğu anlamına geliyordu.
Melike, kendisine gelen Pars Bey ile yerinde daha kıpır kıpır oldu. Heyecandan ölecek gibiydi. Derin nefes alıp verip kendisini sakinleştirmeye çalışıyordu.
Mahir ise olduğu yerde üzgün bakışları ile Melike'ye bakıyordu. Melike'nin Pars Bey'e olan ilgisine kör olmuş gibiydi. Ve şimdi de Pars Bey ile Melike'nin dans etmelerine, dayanamayacak gibiydi. Tam ayağa kalkmış gidecek iken, "Otur Mahir," dedi Pars Bey. Dikkatli bakışları Mahir'i delip geçiyordu resmen. "Otur."
Mahir ise çaresizce oturdu. Başka bir şey yapamadı.
Tam Melike'nin yanına gelmiş iken Melike'ye kısa bir bakış attı ve Melike'nin yanında geçip gitti. O an Melike, bozguna uğradı. Hatta öyle bir bozguna uğradı ki, tüm dünya onun için durmuş gibiydi. Nefesini tutarken öylece bana doğru gelen Pars Bey'e baktı.
Pars Bey ise Melike'yi es geçip tam yanıma geldi. Önümde durmuş iken aynı Kaya Bey gibi elini bana uzattı. "Öğretmen Hanım'a sözüm var. Benimle dans eder misiniz?"
Kalbim bir anda kuş gibi çırpınmaya başlarken bu korkudan ya da adrelinden değildi. Başka bir şeydi bu. Adını adlandıramadığım bir şeydi. Tatlı krampaların girmesini sağlayan bir şeydi. Ne dersem söyleyim, yine de kelimelerin yetmeyeceği bir şeydi.
Şaşkınlıkla açılan ağzım ve irelmiş gözlerim ile Pars Bey'e bakarken, "Benimle mi?" diye sordum. Sesimde hayret ve şaşkınlık akıyordu. Beklemiyordum asla böyle bir şeyi. Melike'yi es geçip benim yanıma geleceğini ve bana dans teklifini edeceğini bilmiyordum.
"Hadi öğretmenim. Kabul edin!"
"Evet, evet. Dans edin hadi!"
Eliz ve Alphan'dan heyecanlı gelen ses ile onlara baktığımda bana ışıltılı gözlerle bakıyorlardı. Yutkundum.
Ela harelerim tekrardan Pars Bey'e dönmüş iken elimde olmadan hatta kendimden beklemediğim bir şey yaptım. Sanki bir dürtü gelmiş ve anında atağa geçmiş gibiydim.
Pars Bey'in uzattığı eline karşılık verip elimi uzattım ve böylelikle dans teklifini kabul etmiş oldum.
Pars Bey memnuniyet ile gülümserken avucun içinde olan elim ile ayağa kalktım. Piste doğru yan yana ilerlerken tam pistin ortasına gelmiş bulunduk. Bir kaç çift dans ederken bizde onlara eşlik etmiş olduk.
Dans pistinin ortasında karşı karşıya iken Pars Bey dikkatle baktı bana. "Elimi belinize koysam, rahatsız olur musunuz?"
İnce düşüncesi ve kibarlığı sayesinde kalbim bir anda ısındı. Gülümsedim. Hem de çok içten bir şekilde gülümsedim. "Hayır, rahatsız olmam."
O da bana gülümserken ellerini kelime attı. Bende boşta kalan kollarımı boynuna sararken Pars Bey, senkronize adımlarla dans etmeye başladı. Ben de ona uyup eşlik ederek dansa uyum sağladım.
"Rahat olun. Biliyorum, damdan düşer gibi oldu ama Kaya inatçı biridir. Sizi kolay kolay bırakmazdı. Bende ondan böyle bir şey yaptım."
Pars Bey'in konuşması ile Kaya Bey'e bakarken Kaya Bey'in kaşları öfkeden çatılmış, elleri iki yanında yumruk olmuş bir şekilde bizi izliyordu. Zoruna mı gitmişti reddedilmek ya da başka bir şey mi vardı bilmiyordum ama bu durum onu fazlasıyla sinirlendirmiş ve öfkelendirmişti.
İçli bir nefes alarak bakışlarım tekrardan Pars Bey'e döndü. "Siz de Melike'den kurtulmak istiyor gibiydiniz sanki."
O da aynı anda Melike'ye baktı. Melike'ye kara sisler boğmuş iken ağlamamak için kendisini zor tutuyor gibiydi. Bu görüntü ile içim acıdı. Benim yerimde olmak istiyordu şuan ve ben istemeden de olsa bir kızın canının yanmasına sağlamıştım. Melike'nin Pars Bey'e olan ilgisini görmeme rağmen bunu yapmam gerçekten kötü hissettirmişti bana.
"1 yıldır böyle," dedi Pars Bey. Ben tam Melike'ye odaklanmış ve ne yaptığımı sorguluyordum o da tam arasına girmiş oldu. "Suçlu hissettiğinizin farkındayım ama ben bir yıldır kendisine böyle büyük bir mesafe koyarken onun böyle yapması ne benim suçum ne de sizin. Kötü hissetmene gerek yok."
"Pars Bey..." demiştim ki kağıt keser gibi kesti cümlemi. "Pars diyin sadece. Fazla resmiyet sevmiyorum."
"Peki..." Biraz zorladım kendimi. "Pars..."
Gülümsedi yine. "Böyle daha iyi."
"Pars Bey..." Tek kaşı havaya usulca kalkarken, "Pars," diye düzelttim kendimi. "Yine de yapmamam gerekirdi. Sana olan karşı hislerini gördüm ve..."
"Gördün ve benimle dans ettin. En iyisini de yaptın çünkü ben 1 yıldır ona kendisine yan gözle bakmadığımı anlamadıysa anlaması gerek."
Bu konuda ciddi birine benziyordu. Dediği kadar 1 yıldır bu konu böyle uzuyorsa aslında haklı ama Melike için de üzülüyordum. Sonuçta sevdiği adam için çabalıyordu ama sevdiği adam da kendisinden soğutmak ve araya mesafe koymak için çabalıyordu.
Şu koca dünya da sevilmek de sevmek de zor işti. Sevdiğin kişi seni ya severdi ya sevmezdi. Sevdiğin kişi ya sana zarar verirdi ya da hayatını güzelleştirirdi. Her şeyin bir zararı vardı ama bir şeyin de en iyisi çıkardı karşımıza.
Aslında doğru aşk için doğru kişiyi beklemek gerekiyordu. Ama kalbimiz izin vermiyordu. Hatta kalbimiz, bir başka birine sevdiğimizi aşık olduğumuzu zannediyordu ama o doğru kişi gelesiye kadardı.
Kaderindeki kişi hayatına giresiye kadardı.
Melike'nin kaderinde olan kişi kim tabii ki bilemezdim ama onun için tek şey sabırdı. Ona tek iyi gelecek şey buydu. Çünkü Pars'ın kendisine böyle soğuk davrandıkça canı yanıyordu ve sabır ancak canının yanmasını geçirirdi.
Zaman değil aslında doğru kişi, kaderindeki kişi onun canının yanmasını geçirirdi.
Kaderindeki kişi için de sabır gerekliydi.
"Bu..."
Pars Bey'in şaşkın ve hayret dolu sesi ile kendime geldim bir anda. Şaşkınca sol omzumdaki izime bakıyordu. "Bu..." dedi tekrardan ama devamı gelmedi.
Niye bu kadar şaşırmıştı ki?
.
Hellooo.
15.bölümü hemen yazmaya başladım ama devam etmesi size bağlı. Uzun bölüm isterseniz biraz daha uzatacağım.
Şimdi diyceksiniz ki Pars nasıl hızlı gitmeye başladı bir anda. Bir sebebi var diyelim😁
Neysem.
Dans edişleri?
Sizce Pars neden şaşırdı dövmeyi görünce? Hemen AAA KESİN PARS SANCAK FALAN DEMEYİN KAFANIZI KOPARTIRIM HE. daha hiç bir şey belli değil. Daha arada Cesur var canım. Belki bakarsanız Sancak Cesur çıkar. Bir bakarsınız başka biri. Ben yaparım öyle şeyler.
Melike?
Salak Kaya?
Bu bölüm hakkında düşünceleriniz?
15.bölümde görüşmek
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |