16. Bölüm

16.Bölüm

Elifnur
senfoniyazar

İyi okumalar!

Yorumlarınızı lütfen bekliyorum. Yorum ve volte. Eksik kalıyor.

 

 

1 Hafta Sonra;

Yazar anlatımı ile;

Ne için savaşır, yaşarsan onu örterler üzerine...

Her ne kadar bazı insanlara anlamsız gelse de bu söz, vatan aşkı ile yanan nice mert insanlar için anlamı derin ve büyüktü.

"Hareketlilik yok, komutanım." Yalın, silahının dürbünü ile evin içine kontrol ederken Pars'a durum bildirdi.

Görevdelerdi. Dağın tozunu pasını almaya, aşağılık adamların sonu olmaya gelmişlerdi.

Onlar Ateş timiydi. Her zaman yakan yıkandı. Pes etmek... Pes etmek şöyle dursun, P harfini bile ağızlarına almazlardı. Ateş pes etmezdi. Ateş kıvılcımları ile tutuşup güçlü olandı. Ateş timi, ateşin hakkını veren kahramanlardı.

Vatan aşkı ile yananlar, vatan aşkı ile tutuşanlar. Ateş timi onlar içindi.

"Burada da yok, komutanım." Murat'ta sindiği kaya köşesinden evin arka kapısına bakmış, Pars'a durum bildirmişti.

Pars ise sessizce eve bakarken sadece onaylar şekilde mırıldandı. Tam üç gündür Hatay'ın sınır bölgesindelerdi. Üç gün içinde bir terörist topluluğunu yakalamış ve Türk Cumhuriyet'ine teslim etmişlerdi. Şimdi ise ikinci topluluktaydı.

Dağın en bucak köşesinde, kuş bile uçmayan ıssız bir yerdi. Bir ev vardı karşılarında. Sadece tahtadan oluşan bir orman evi. Evin kapısında onlarca adamlar vardı. Tahta evin içinde ne olduğu, neler yapıldığı belirsizdi ama tahmin edilirdi. Zor bir şey değildi zira.

"Komutanım," dedi kulaklıktaki ses. Ömer'e aitti. "Şimdi bilgi geldi. Evin içinde Türkiye'ye ait önemli bir iş adamı rehin tutulmuş."

"Raporla," dedi anında Pars.

"Kartal Akkaya. Kendisi İstanbul'da en önemli şirket adamlarından biri. Türkiye için yatırım yapmakta. Rehin tutulma sebebini bilmiyoruz ama önemli bir madde daha var. Kartal bir orgeneral oğlu." Derin nefes verdi Ömer. "Orgeneral Türkiye için çok savaş vermiş bir adam. Şuan ki ikinci terörist topluluğun canını çok yakmış. Gerek içerden gerekse dışarıdan."

"Orgeneral'i tehdit etmek demek yani." Gökay'dan gelmişti ses.

"Kısmen." Murat, aniden girmişti lafa. "Hem Türkiye için yapılan yatırımlara göz koymak hem de bir orgeneral'i tehdit etmek. Bir taşta iki kuş hesabı."

"Aynen öyle." Pars, evi incelemeye devam ederken yemyeşil gözlerinden bir şey kaçırmak istemezcesine dikkatle bakıyordu. "Kuyruk acısının yanında para gözcülüğü de eklemişler."

"Peki, ne zaman harekete geçeceğiz?"

"Ben en uygun zamanı gördüğüm zaman."

Yine bir bekleyişin içine girdiler. Pars'ın bahsettiği zamanı, sabırsızlıkla beklediler. Tehlikeye atılacak bir iş değildi. Her şey zamanında olmalı, sabırla beklemeleri gerekti.

"Mahir, suyu ver oradan." Murat, silahın dürbünü ile kontrol etmeye devam ederken yanı başında olan Mahir'den su istedi. Dili damağı kurumuştu ve su içmeye ihtiyacı vardı.

Murat sadece suyu isterken, silahın dürbününden bakmaya devam etti. Bir elini Mahir'e doğru uzatmış su şişesini bekliyordu.

Ama su şişesi gelmedi.

"Mahir," dedi tekrardan Murat, yüzünü silahının dürbününden çekmeden. "Su ver dedim."

Su yine gelmedi.

Kaşları sinir ile çatılırken anında yüzünü silahın dürbününden çekti Murat ve yanı başında olan Mahir'e baktı.

Ama bakmaz olaydı.

Mahir, bir kolunu kayaya yaslamış avucu ile yanağına yaslı öylece dalıp gitmişti. Ne gözü görüyordu ne de birini duyuyordu. Pars'ın biraz daha bekleyeceğiz komutu ile öylece olduğu yere dalıp gitmişti rahatça.

"Ne olmuş lan buna?" Murat, garip bakışları ile Mahir'e bakarken Pars göz ucu ile baktı Mahir'e. Derin bir bıkkınlıkla nefes verdi.

"Kendisini getirin şunu." Pars, soğuk ve donuk sesiyle söylenmişti Mahir'e doğru. "Çatışma çıksa, duymayacak."

Mahir'in diğer yanında olan Aylin, Mahir'in yüzünü ve kayaya yaslı olan koluna şiddetle vurdu. Mahir öne doğru savrulup gitti, kafasını hafif kayaya vurdu.

"Ahh!" dedi Mahir mızmızlanırken. Sonra da kafasını kaldırdığı gibi kendisine bakan Ateş timini gördü. "Ne oldu ki?" dedi saf bir edayla. "Harekete falan mı geçiyoruz." Bu andan hemen ciddileşip ayağa kalkmaya çalıştı ki Murat, kıyafetinden tuttuğu gibi yere yapıştırdı Mahir'i. "Salak. Yerimizi belli edeceksin."

Suçlu çocuklar gibi kafasını eğdi Mahir. "Şey," dedi. "Dalmışım."

"Burası dalıp gidilecek yer mi!" Pars, soğuk ve ciddi suratı ile öylece baktı Mahir'e. Sinirliydi. Öfkeliydi. Bitkindi. En çok kendisine sinirli, kendisine öfkeli, oğlu için üzgündü.

Göreve gelmeden önce. Alphan ile konuşmuştu. Anne yani Özge konusunda.

Alphan ise o küçücük aklı ile hemen annesini istemiş, yaygara koparmıştı. Şimdi ise durmadan annesini istiyordu.

Bu konu yüzünden öfkeliydi, sinirliydi. Görüştürmek istemiyordu Alphan'ı Özge ile. Alphan doğar doğmaz terk etmişti Özge çocuğunu. Bu yüzden göstermek istemiyordu.

"Ne yani, benim annem var mı şimdi?" diye sormuştu Alphan, siyah gözlerinde umutlu parıltıları ile. "Annem var mı gerçekten? Annesiz değil miyim ben?" İnanamıyordu. Annesi olduğuna inanamıyordu.

Elleri iki yanında yumruk olmuştu Pars'ın. "Evet," dedi ama demeyi hiç istemedi. "Var annen. Annesiz değilsin."

"O zaman niye yanımızda değil."

"Gelecek," dedi Pars. İstemediği ses tonundan belli olurdu. "Gelecek yanına."

Ve ondan sonrasıyla, Özge ile konuşmak zorunda kalmıştı. Özge, polislere durum bildirince, kendisi ile konuşmak oğlu ile de buluşturmak zorunda kaldı.

Evet. Özge, polis yardımı sayesinde Alphan'ı zorla görecekti.

Pars'ın aklında sadece Alphan'ı annesinden bahsetmek vardı. Görüştürmek yoktu ama Özge, sinsi planları ile yine ne yaptı etti, Alphan ile görüşmeye başarmıştı.

Görevden geldikten sonra Pars'ın da olma şartı ile görüştürecekti Alphan'ı Özge'ye.

Ve sinirliydi. İçinde dolan nefreti, öfkeyi dışarıya yansıtmak istemese de olmuyordu. Öfkesi, bedenini aşmış herkes nasibini alıyordu.

"Özür dilerim..." diye mırıldandı Mahir ama Pars'ın öfkeli sesi kesti onu yine.

"Yok özür falan!" Kendisini asla ama asla tutamıyordu. "Görev başındasın sen! Evde falan değil! Kendine gel eğer kendine gelemiyorum dersen de görevden döndükten sonra bırak askerliği, memleketine dön!"

İrkildi Mahir. Pars'ın öfkesi kıyamet gibiydi. Yakar geçerdi ve yine o anlardan biriydi. Asla Parsın öfkesinin nasibini almak istemezlerdi.

Hiç bir şey diyemedi Mahir. Pars haklıydı da. Askerlik, hele ki görev sırasında dalıp gidelecek bir şey değildi. Ciddiyet isterdi bu iş. Yaygara olsa da içinde asıl şey ciddiyetti. Görev sırasında dalıp gitmek, olmazdı. Düşman vardı karşılarında ne de olsa. Hafife alınamazdı.

"Sakin olun," dedi Ömer, Pars'ın yanına giderken. Ateş Tim'in en gerzek, en kıpır kıpır olan adam, Pars'ı tek o sakinleştirebilirdi görev sırasında. Şaka gibi geliyordu belki de ama değildi. Görevde Pars'ın öfkesinin tek dinilmesini sağlayan Ömer'di.

Dişlerini sıkarken öfkeyle soluk bıraktı Pars. Sonra da kafasını sağa sola sallayarak kendisine gelmeye çalıştı. Öfkesini dizginlemeye çalışırken bir ses duyuldu ve ardından Pars, sağ omzunda bir acı hissetti.

Pars, gelen acı ile anında dişlerini sıkıp olduğu yere iyice sinince tüm ekip anladı. Karşılarındaki terörist topluluğu, onların varlığını fark etmişti.

"Eğilin!" diye bağırdı Pars. "Koruyun kendinizi! Fark edildik!"

Herkes eğilirken Ömer anında Pars'a baktı. "İyi misiniz, komutanım!?"

"İyiyim," derken yaralı kolu biraz daha sızladı. Bakışlarını omzuna çekti Pars. Kurşun, sol omzuna saplanmıştı.

"Sikeyim!" diye dişlerinin arasından. Derin nefes alıp verip acısını unutmaya çalıştı. "Harekete geçiyoruz! Dikkat!" Şuan tam olarak saldırı altındalardı ve bir an harekete geçmeliydiler.

Elini anında yaralı kolundan çekti ama Ömer durdurdu. "Yaralısınız ama!"

"Yara umrumda değil, harekete geçiyoruz dedim!" Yarası gerçekten umurunda değildi. Tek derdi saldırı altından kurtulmak ve karşılarında olan itleri temizlemekti.

Pars, sindiği yerden karşısındaki tahta eve kısa bir bakış attı. Hepsi oldukları yere doğru atış yaptıkça harekete geçmeleri biraz imkansızdı. Hemen bakışını çekip mikrofondan Kara'ya seslendi. Kara, evin tam silahının göz hapsine alacak yere geçmiş, keskin nişancılık yapıyordu. "Kara, ön sende!"

"Anlaşıldı komutanım!"

O an, evin ön kısmındaki adamlar tek tek temizlenmeye başlandı. Sadece Kara değildi. "Beni de unuttunuz, komutanım!" Gökay, neşe ile şakarken Kara ile beraber atış yapmaya başlamıştı.

"Bende varım!" Üçüncü kişiden gelen atışlar Kerem'e aitti. Gökay ve Kerem silahın evin ön kısmına yakın, farklı yerlerdeydiler. Kara'ya yardım ederek, önceki tüm adamları temizliyorlardı.

Asker olmak demek, hayatın pahasına canını ortaya koymak demek. Alın teri ile çalışmak demek. Can alıp can vermek demek. Parası için yapılan bir meslek olamazdı askerlik. Asker olmak için ilk önce yüreğinin vatan ile yanması gerekti. Sen para ile çalıştığın süreç, ne anlamı kalırdı ki. Gönül ister bu meslek. Cesurluk ister. Canının gideceğini bile bile kendini feda etmek ister. Anneni, babanı, çocuğunu, çoluğunu... Aileni arkanda bırakmak ister.

Ve Ateş Timi...

Vatan aşkı ile yananlardandı. Vatan için canını feda edenlerdendi. Vatan için ailesini geride bırakmaya göz alanlardandı. Vatan aşkı ile can alanlardandı.

Tahta evin önü temizlendiği an, başka adamlar yağmaya başlamıştı bile. Pars tekrardan kısa bir bakış attı. "Ateş!" Göğsü, hem acısıyla hem de siniri ile yükselip alçaldı. "Harekete geç!"

Herkes yerinden bir hışımla kalktığı gibi karşılarına gelen tüm teröristleri indirmeye başladı. Pars'ın yarası onu biraz olsun engelliyordu ama dert etmedi. Aklındaki tek şey burayı temizlemek ve rehineyi kurtarmaktı.

Yalın'ın silahı takıldığı an, "Sikeyim!" diye küfretti. O an tam karşısına adam çıktı. Adam silahını kaldırdığı gibi Yalın'ı tam vuracaktı ki arkasından gelen bir kurşun onu hayata tutmuştu.

Yalın, omzundan geriye baktı. Aylin ile karşılaştı. "Eyvallah."

İfadesizdi Aylin'in yüzü ama bakışlarında ufak parıltılar vardı. "Rica." Sonra da hemen giydiği askeri pantolonun ayak cebinden yedek silahını çıkarıp fırlattı Yalın'a. "Dikkat et."

Sırıttı Yalın. "Sende dikkat et."

"Aylin ve Yalın! Sağ üç yönü sizde!"

İkisi aynı anda, Pars'tan aldıkları emir ile hareket etmeye başladılar. İkisi aynı bir kayanın arkasına geçtikleri an Yalın sağdan Aylin'de soldan ateş etmeye devam ettiler.

Bu sırada ise Murat, gözüne çarpan kaçmaya çalışan bir adamın peşindeydi. Adam, Türk askerlerinin varlığından korkmaya başlayınca çatışmayı bırakmış ve kaçmaya başlamıştı. Oldukları yer her ne kadar dağlık bir yer olsa da evin çevresi, tellerle korunuyordu. Ateş Timi, tellerden geçerek evin sınır içerisindeki kayaların arkasına geçmiş, saklanmışlardı.

Evin sınırı tam evin çevresini kaplamıyordu. Fazla geniş bir yerdi. Adamın kaçması ile de evin görüş açısından çıkmışlardı. Adam tellere doğru koşmaya devam edince Murat, koşar adımlarını durdurdu ve öyle ve adamı izlemeye başladı.

Adam da arkasından gelen Murat'ın farkında olduğu için daha hızlı koşuyor, hiç bir şey düşünemiyordu. Sadece aklında kaçmak ve oradan kurtulmak vardı.

Taa ki tellere tırmanısaya kadar.

Tellere tırmanmaya başladığı an, elektirik akımı adamın bedenini sarmaya başladı.

Murat ise olduğu yerde sırıta sırıta baktı adama. "Salak," dedi adamın yanına giderken. "Harbi salaksınız, amına koyayım."

Adam telleri bırakmadığı için elektirik, bedenini sarmaya devam ediyor, bedenini sallandırıyordu. Murat köşede bulduğu tahta parçasını adamın ensesine geçirdiği gibi adam telleri bırakmış, yere çakılmıştı ama bedeni fazla elektirik akımından titremeye devam ediyordu.

Sabırla bekledi Murat. O sırada ise adamın titreşimleri yavaştan durdu. Gözleri kapandı, bilincini kaybetti. Murat, adamın elektirik akımından tamamen kaybolduğunu anladığı an parmaklarını adamın boynundaki nabzına attı. Atıyor ve yaşıyordu. Sadece cılız nefesleri vardı. Şuanlık yaşıyordu ama böyle baygın yatmaya devam ederse ölecekti.

Mikrofondan mırıldandı. "Buradaki bir adam elektirik akımına uğradı. Baygın şuan ama nefes alış verişleri az."

Pars, Murat'tan duydukları ile karşısında olan adamın birini daha indirdi. "Hayatta tut," dedi nefes nefese iken. Yarasından kan akmaya devam ediyor ve kan kaybediyordu. Dayanmaya çalışıyordu, dayanıyordu ama böyle giderse kan kaybı yüzünden bayılacaktı. Alnında terler akıyor, Pars'ın durumunu fazlasıyla zorluyordu. "Devlete adam teslim etmemiz gerek. Lazım olabilir bize."

"Komutanım, sesiniz kötü geliyor."

Kara'nın endişeli sesi doldu kulaklıklara. Pars'ın sesi cidden de kötü geliyordu. Zaman geçtikçe daha fazla kan kaybediyor, kötüleşiyordu ama o onu umursamıyordu. Tek derdi işiydi.

"Devam edin siz!" Yutkundu acı ile Pars. "Dert etmeyin beni!"

"Ama..." diye tekrardan mırıldandı ki Kara, Pars'ın keskin sesi böldü. "Umursamayın dedim!"

El mecbur susmak zorunda kaldı Kara ve atışlarını yapmaya devam etti.

Evin önündeki son adamı indirdikleri an Pars, Mahir ve Ömer eve girmeye karar verdiler. "Dikkat edin." Pars'ın keskin uyarısı ile onaylayarak kafa salladılar. İçeriye girdikleri an sandalyede oturan bir adam ve onun baş ucunda duran iki tane adam vardı. Sandalyede bağlanmış olan rehinenin başına silah dayanmıştı.

"Sakın bir daha adım atayım demeyin." Teröristin biri, bozuk aksanı ile Pars'a öfke ile baktı. Ardından Kartal Akkaya'nın başına doğrulttuğu silahı daha sıkı bastırdı. "Ölür yoksam."

"Teslim olun," dedi sadece Pars. "Güzellikle teslim olun, canınızı yaktırmayın."

"Doğrusu, canınızı yakmak için dakika sayıyoruz ama siz yine de Pars Komutanımı dinleyin."

Sırıttı Kartal Akkaya'nın başına silah tutan terörist. "Hadi ya, öyle mi?" derken bozuk aksanı ile dalga geçiyordu. "Çok korkmuşum valla. Elim ayağım titrer." Sonra da yanındaki adamı dürtükledi. "Sen de çok korktun mu ha?"

Sırıttı diğer terörist. "Çok korkmuşam," derken alay ediyorlardı. "Ölecem korkudan."

"Öleceksin zaten." Pars'ın kendinden emin duruşu, ortamda korku salıyordu. "Böyle devam edersen, öleceksin."

Kartal Akkaya'nın başına silah doğrultan terörist güldü. Pars'ın yaralı koluna baktı. "Bu halde mi?" Sırıtmaya ve gülmeye devam etti. "Pek zannetmem, asker."

"Yaralı olması, seni öldürmeyeceği anlamına gelmez." Ömer'de alay ediyordu onlarla. "Sizden biri. En son korkudan altına işemişti. Kendinize bu kadar ne zaman güvenmeye başladınız?"

Ömer'in cevabı ile de keyif aldı Pars.

"Artı bir," dedi sessiz sedasız aralarında kalan Mahir'de.

Bu sırada ise Aylin ve Yalın, bahçeyi son kez kontrol ediyordu. Gökay, Kerem ve Kara oldukları yerden ayrılmamıştı. En aksi bir durumda harekete geçmek ve müdahale etmek içindi. Murat ise hâlâ o yaralı adamın yanında, istemese de hayatta tutmaya çalışıyordu. Timin ilk müdahelesi yapan Murat'tı. Ve şimdi de ilk müdaheleyi yine ama yine istemediği hâlde yaralı teröriste yapıyordu.

"Temiz," dedi Aylin, mikrofondan mırıldanırken. Yan yana beraber Yalın ile kontrol ediyorlardı.

Yalın'da bir kısa bakış attı. Temiz görünüyordu. "Temiz," dedi o da mikrofona. Daha sonra da Aylin'e döndü. "Yine de biz pek emin olmayalım. İçimde bir his, yapılacağımı söylüyor."

"Sen ve şu hislerin," dedi Aylin geçiştirircesine. "Bakalım madem biraz daha."

"Ne zaman yanıldığını gördün?"

Aylin kısa bir bakış attı ela gözleri ile. "Yanılmadığı için bakalım dedim ya zaten."

Omuz silkeledi Yalın'da. "Ne bileyim," derken adımlayan adımları durdu. Aylin'e çevirdi yönünü. "Bıkmış gibi söyledin."

Göz devirdi Aylin. "Saçmalama ya," derken bu tarz konuşmalardan haz etmiyor gibiydi. "Hadi işine bak."

"Sen neden insanlardan bu kadar haz etmiyorsun?"

Aylin'in giden bakışları bir anda durdu. Yalın'a arkası dönük iken geriye döndü, Yalın'a bir kaç adım atıp Yalın ile karşı karşıya geldi. "Ne demek istiyorsun?" derken fazla ciddiydi. "Açık konuş."

"Bir şey demek istediğim yok." Yüzünü hafif Aylin'e yakınlaştırdı. "Direkt soruyorum sana. İnsanlardan neden bu kadar haz etmiyorsun."

Alay edercesine sırıttı Aylin. Sinirleri bozulmuş gibiydi. "Yanılıyorsun. Öyle bir şey yok."

"Doğru." Yalın, Aylin'in üzerine gitmeye devam ediyordu. "Çocuklardan haz ediyordun. Orayı atladım."

"Sana ne." Bir anda yükseldi Aylin. Yalın üzerine gittikçe, onu sıkıştırdıkça hem sinirleri iyice bozuluyordu hem de ruhu daralıyordu. "Sana ne benim insanlardan haz etmeyip etmeyişimden."

Derin bir nefes çekti içine Yalın. Aylin ile birbirine kırıp dökmeden konuşmak istiyordu ama Aylin'in terslemeleri ile imkansızdı. Dikkatini çekmişti Yalın'ın. Bunca zamandır aynı timde beraber ölüm kalım savaşı veriyorlardı ama Aylin, sadece kendisine hep soğuk olurdu. Ve bunu da anlamak istiyordu Yalın. Neden? Niye?

"Sadece bana soğuksun. Sadece bana bu tavrın öfken. Görevde iken, askeriyede iken diğerlerine terssin. Anlıyorum ama dışarıda olsun yine de onlarla konuşuyorsun. O gün Murat bile dans şeysinde mikropmuşum gibi davrandın. Yüzünü buruşturdun ve ben bunu gördüm."

Yazılmayan ama Yalın'ın tarafından fark edilen bir çok davranışı vardı aslında Aylin'in. Murat o gün ikisi için dans teklifinde Aylin yüzünü buruşturmuş, Yalın'ın dediği gibi mikrop varmış gibi davranmıştı. Bu da Yalın'ın ister istemez dikkatini çekiyordu.

Yalın'ın dedikleri ile sustu kaldı Aylin. Haklıydı aslında. Düğün günü mikropmuş gibi bakmıştı Yalın'a. Hep soğuk olurdu. Evet, Aylin soğuk biriydi ama en azından dışarıda az çok sıcak biri olurdu. Ama bu Yalın'a geçerli değildi işte. Sadece bir kere doğru düzgün konuşmuş, soğuk olmamıştı. O da Alphan'ın Aylin'i odaya kitleyip Yalın ile dolapta mahsur kaldığı gün.

O gün ki kalp çarpıntısını unutamıyordu Aylin.

O gün ki kokuyu unutamıyordu Yalın.

"Belki de en çok sana haz etmiyorum. Sevmiyorumdur seni. Olamazmı!"

"İyi ama neden!"

"Nefret ediyorum senden çünkü!"

Aylin, öfke ile soluk verip almaya başladı. Öfkesini tutamamış, Yalın'a patlamıştı. Yalın fazla gelmişti üzerine. Dayanamamıştı o da. Nefret ediyordu çünkü Aylin Yalın'dan.

Yutkundu Yalın. "Peki," diyebildi sadece bu itirafın üzerinden. Aylin'in sadece kendisine ait olan nefretini görüyordu ama bir şey de diyemedi.

Sonra da geriye dönüp gitmek istedi ama gözüne bir şey çarptı. Çok uzakta, yaralı bir adam, oturur pozisyona gelmişti. Karnında bir yara vardı. Ama ondan daha büyük bir şey vardı.

Etkisi büyük olmayan bir bomba vardı. Bu bombalar genellikle hedef şaşırtmak ve karşındaki her neyse geri püskürtmek için kullanırdı. Ve o adam bombayı, Aylin ve Yalın'ın olduğu tarafa atmıştı.

"Aylin!" diye bağırdı can hâli ile Yalın. Daha sonra da Aylin'in kolundan tuttuğu gibi hemen kendisine çekti ama bomba o sırada patlamış, ve ikisini geriye püskürtmüştü.

Yalın, Aylin'in üzerine düşerken bir yandan da Aylin'i korumaya çalışıyordu. Kolları ile Aylin'i sararken biraz daha yüklendi Aylin'in üzerine. Herhangi bir şey olmasın, ona zarar gelmesin diye yüklendi Aylin'in üzerine.

Ardından ise bir silah sesi duyuldu. "Son kişi de temizlendi!" Kara'nın sesi mikrofonda duyuldu ama biraz geç kalmıştı.

"Lan," derken anında dikkati dağıldı Kartal Akkaya'nın kafasına silah dayamış olan terörist. Sonra da karşısındaki askerleri unutmuş, pencereye bakmıştı.

Anında bir darbe geldi kendisine. Nereden geldiğini bile anlamadan, yerde diz çökmüş, başında ise silah bulmuştu. Şaşırıp kalırken bedenine anında korku salındı.

Silahın sahibine baktı.

Yanında olan diğer teröristti.

Hayır. Gizli görevlerde yer alan Binbaşı İsmail Çakı'ydı.

Mahir şaşırıp kalmıştı. Ağzı şaşkınlıkla açılırken, öylece kaldı. "Vay," dedi sesinden hayranlık akarken. "Sen asker miydin be?"

Pars ters bir bakış attı Mahir'e. Mahir bakışları fark edince şaşkınlıktan açılan ağzını kapattı, yutkundu. Bugün Pars'ın öfkesini kendisine fazlasıyla çekmişti ve daha fazla çekmeye niyeti yoktu. O yüzden çenesini kapadı, yine her şeyi izlemeye koyuldu.

"Sen..." dedi terörist. "Bizi nasıl ihanet edersin lan!" Bozuk aksanı ile bağırıyor, olduğu duruma hayret ediyordu.

"Anlamıştın değil mi?" Binbaşı İsmail Çakı, Pars'ın gözlerinin içine ima ile bakıyordu. Teröristin dediklerini umursamadı bile. Kulağı onu duymuyordu, duymak istemiyordu. Görev sırasında iken zaten zar zor onlara katılmıştı. Ve o bundan nefret ediyordu ama vatanı ve görevi için bir şey de yapamıyordu. "Ama çok geç kalmadınız mı, Yüzbaşı?"

"Sizlerin burada olduğunu bilsek daha önce teşfik ederdik. Mansur görün."

Binbaşının bakışları Pars'ın yaralı koluna kaydı. "Yaralısın."

"Sinek ısırığı," dedi anında da Pars, basit bir şeymiş gibi bahsederken. Ama fazla kan kaybetmişti. Olduğu yerde hafif sendeleyince, "Gördük sinek ısırığını," dedi Binbaşı ve Pars'ın koluna girdi. Mahir'e ve Ömer'e kısa bir bakış attı. "Adam sizde."

Kartal Akkaya ise, aldığı yaralar ile zira bilinci kapalıydı.

"İyi misin!" Yalın, Aylin'in üzerinden hafif kalkarken ikisinin başında da hafif yara vardı. Patlayan yerdeki taşlar, direkt olarak kafalarına gelmişti. Yalın'ın kafasından akan kan, yüzünden çenesine doğru akıyordu. Aylin'in ise kaşı patlamıştı.

Aylin iyice şaşkına uğramış, şoktaydı. Ne olduğunu anlamamıştı bile. Ela gözleri iyice irelmiş iken Yalın sarstı Aylin'i. "İyi misin Aylin! Bana bir şey söyle!"

Yutkunarak kendisine geldi Aylin. O sırada ise Yalın'ın kafasından gelen kan ile bedenine bir endişe sardı. "Yaralısın!" dedi kendisinden beklemediği endişeli ses tonu ile. Hemen üzerindeki bedeni itti Aylin. İkisi yerde hafif oturur hâle gelirken Aylin, elini Yalın'ın yarası olan yere getirdi. "Yara almışsın..."

Yüzünü hafif Yalın'a yaklaştırdığı an, Yalın'ın nefesi kesildi. Öylece Aylin'e ve kendisine dokunmasını izliyordu. "Yara aldım," dedi kendi kendisine ama tüm dikkati Aylin'deydi.

Aylin'in ise hafif kaşları bükülmüş, ifadesiz dursa da endişe ve korktuğu belli oluyordu. "Çok ciddi değil Allah'tan," derken oldukları duruma şükreder gibiydi.

"Değil..."

Yalın'ın fısıldaması ile kendisine geldi. Kaşları çatılırken kafasını Yalın'a çevirmesi ile Yalın ile burun buruna geldi. Öylece Yalın'ın zeytin karası irislerine dalmıştı.

"İyi misin?" diye hafif mırıldandı. Garip bir sakinlik vardı Aylin'in üzerinde. Bakışları tekrardan yarasına kaydı, kaşları daha da büküldü hüzün ile. Az önceki kadından eser kalmamıştı. Yalın fark etmedi bile. Sadece Aylin'in yüzüne takılmış kalmıştı. Değişen yüz ifadesini görüyor ama ayırt edemeyip anlayamıyordu.

Bir insan, bir çift göze karşısında manzara varmış gibi, manzaraya takılıp kalmış gibi baka bilir miydi? Seyre durabilir miydi? İnsanı en çok çeken gözlerdir. Bir insanın kalbi ilk görüşte vurulduğu an, gözler sayesinde vurulur. Gözler, iki kalbin yansımasıydı çünkü. Dile getirsen bile aşkını, gözlerinden başka daha iyi anlatamazdın.

Bir sevdanın aynası gibiydi gözler. Sevda dile de gelirdi ama en çok gözlerde anlatılır, yansılırdı. Bir insan sevdalandığı kişiye sevdasını anlatamasa bile gözleri ile her şeyi açığa verirdi. Yeter ki karşındaki insan senin gözlerini okumayı bilsin.

"İyiyim," diye fısıldadı Yalın'da kendinden bağımsız bir şekilde. İkisi aynı ortamda, aynı huzurda dalıp gitmişken Pars'ın kulaklıktan duyulan yorgun sesi, aralarındaki büyüyü bozmuştu.

"Ateş! Görev tamam! Toparlanın, gidiyoruz."

Ve Ateş Timi, yine bir başarıya imza atmıştı. Yara almışlardı ama yaraları umurunda dahil değildi. Tek dertleri operasyonu başarılı ile bitirmekti ve istedikleri yine olmuştu. Operasyon başarılı bitmişti.

Ateş Timi. Adını her zaman başarı ile onurlandıran bir Tim'di. Ve yine, bildiklerinden şaşmamışlardı.

 

 

"Çocuklar! Hile yok ama!" Gülerek çocukları uyardığımda hepsi beni onaylayarak saklanmaya başlamıştı. Son saatteydik ve aktive zamanıydı. Bende onlarla saklambaç oynayarak değerlendiriyordum.

Gözlerim kapalı saymaya başladım. Arkamdaki sesler ve kıpırdanmalar ile çocukların saklanmaya başladıklarını gösteriyordu.

"Sağım solum sobe! Saklanmayan ebe!" derken aniden arkama dönmüş, burnumun dibindeki Alphan ile ister istemez çığlık attım.

Korkutmuştu beni.

Alphan hâlime gülerken hemen sayı saydığım duvara elini vurup, "Sobe!" diye bağırdı. Geri çekilip bana gülmeye devam etti. Anlaşılan beyfendinin çok komiğine gitmişti.

"Hile yok dedim ama!" Onlarla beraber çocuk olurken, mızmızlandım. "Sen saklanmamışsın ki!"

Küçük omuzları ile omuz silkeledi. "Mızmızlık ediyorsunuz ama, öğretmenim! Saklandım ki ben."

Başımı sağa sola sallayarak güldüm. "İyi, madem." derken elimi Alphan'a uzattım. "Diğerlerini ikimizi bulalım o zaman."

Düşünür gibi oldu Alphan. "Ama onlara haksızlık olmaz mı?"

"Yani," derken harfleri uzatarak söylemiştim. "Ama ben hepsini bulamam ki. Senin gibi zeki birinin olması gerek yanımda."

Gözleri ışıl ışıl oldu bu sefer. Kolaydı işte. Alphan'ı çocuk etmek, onunla çocuk olmak kolaydı. Bir sevgiye bakıyordu her şey. Tüm davranışların arkasında bir sevgi vardı. İnsanı kötü yapan sevgisizlikti. Alphan kötü biri falan değildi ama annesizlik ve anne sevgisinden yoksunluk, onun ruhunun çökelmesini sağlıyordu. Her ne kadar yanında Pars olsa da anne arıyordu kendisine.

"Peki ama onlara söylemeyin, tamam mı, öğretmenim? Yoksa bana çok kızarlar."

Gülümsedim onun bu hâline. "Merak etme, arkadaşların onlar senin. Bir şey demezler."

Alphan elimi sımsıkı tutarken onunla beraber yürümeye başladık. Yavaş yavaş adımlar atıp, ortama hafif gerginlik katıyorduk eğlence için.

Okulun bir duvar arkasına geldiğimizde Eliz'i gördüm. Eliz bizi gördüğü an irisleri şaşkınlıkla açıldı. "Hayır ya!" derken hem şaşkın hem üzgün hem de sevinçliydi. Hemen sayı saydığım duvara Eliz'den önce vardım ve, "Sobe!" diyerek bağırdım.

Eliz, suratına asa asa yanımıza geldi. Bakışları Alphan'a döndüğü an, "Niye yaptın ya!" diyerek mızmızlandı. "Hani benim yanımdaydın!"

Sırıttı Alphan. "Öğretmenim istedi, kıramadım bende."

Dil çıkardı Eliz. "Gıcık!" Anlaşılan Alphan'ın bana yardım etmesi, hanımefendinin sinirine gitmişti. Hemen yakalanmak istemediği belliydi.

Güldüm onun bu hallerine. O sırada arkamızdan bir bağırtı geldi. "Sobe! Sobe!"

Arkamıza döndüğümüz an Efe karşıladı bizi. Gülerek sayı saydığım duvara vuruyordu. "Sobe! Sobe!" dedi tekrardan. "Sobeledim ki!" Sobelediği ve yakalanmadığı için fazla sevinçli ve gururlu gibiydi.

"Hadi ama!" Yalancı bir şaşkınlıkla tepki verdim. Bu tepkilerim de onların daha fazla gülümsemesini sağlıyordu. "Nasıl görmedim ki ben seni!"

Efe, otuz iki diş sırıtmaya devam ediyordu. "Görmediniz bile!"

O sırada okulun çıkış zil sesi çalmaya başladı. Diğer çocukları bulamadan okul bitmişti. Ve bu da oyun bitti demekti. Şimdi adım kadar emindim. Diğer çocuklardan olan Kaya gelecekti, yüzünü somurtacaktı. Oyun erken bittiği ve kendi sobeleyemediği için.

"Çocuklar!" Seslenerek saklandıkları yerden çıkmalarını istedim. "Okul bitti! Çıkın bakalım olduğunuz yerden!"

Kaya, saklandığı yerden somurta somurta geldi yanıma. Tam da dediğim gibiydi. İlk başta somurtacaktı. "Ama biz sobeleyemedik ki!" Kollarını göğsünde bağladı daha sonra. "Oyun bitmemişti daha!" Şimdi de sobeyelemediği için kızgındı. Çocukların tepkilerini, karakterleri hep ezberimdeydi.

Diğerleri de Kaya'ya katıldığı an gülümseyerek Kaya'nın boyuna eğildim. Ellerimi omuzlarına koyarken, "Ama bebeğim," dedim. "Zil çaldı. Hem söz, yarın bir daha oynayacağız."

Somurtan yüzü hafif düzelirken, "Ama son derste oynamak yok," dedi.

"Tamam, tamam. Son ders değil."

Çocuklar sevinçle şakayıp bana sarılırken hepsine tek tek sarıldım. Çocuklar hayattaki en güzel varlık olurken aynı anda da en güzel hediyelerdi. Varlıkları hayata hayat katıyordu resmen.

Bu sırada ise çocukların velileri tek tek gelmeye başlamıştı. Çocukları tek tek ailelerine bırakırken yanımda Efe ve Alphan kalmıştı.

Alphan sağımda Efe ise solumda kalmıştı. İkisine tek bakış attım. "Eee," derken hafif gülümsüyordum. Çocuklar yanımda, ben çocukların yanında olduğum süreç yüzümdeki gülümseme hiç eksik olmuyordu. "Bana kaldınız yine bakalım." İtiraz etme ya da bıkma değildi. Maksat onlarla konuşmak ve eğlenmekti. Onlar da farkındalardı zaten.

"Öyle oldu biraz öğretmenim." Efe'nin cıvıl cıvıl sesi ile elimi saçına atıp okşadım. Efe ile Alphan'ın kavgasından sonra Allah'tan araları daha kötü olmamıştı. Kavgadan sonraki gün Alphan biraz çekinmişti. Yine aynı şeyleri yaşarım diye. Ama araya ben girmiş, halletmiştim. Şimdi araları çok iyidi. Efe'de akıllanmıştı. O günden beri hareketlerini dikkat ediyor, hiç kimseyi kırmamaya çalışıyordu. Efe'nin tek istediği aslında sevgiydi. Öyle herkes tarafından sevilmek değil. Annesi seviyordu, arkadaşları tarafından seviliyordu. O baba sevgisi istiyordu. Belki unutturamadım ona yaşadıklarını ama o gün benimle geçirdiği bir gün ile kendisine gelmiş gibiydi resmen. Ve bu da beni mutlu, huzurlu hissettiriyordu.

"İlk önce velilerinizi arayalım ondan sonrasını bakarız bakalım." Çocuklar beni onayladığında cebimde olan telefonumu çıkardım ve ilk Efe'nin annesini aradım. Pars'ın Cenk Bey'i iyice patakladıktan sonra kendisi bir daha buraya hiç uğramamıştı. Efe'nin zoruna gidiyor, canı yanıyordu. Fark ede biliyordum. Hatta bu durumu annesi ile konuşmuştum da ama Efe için yapabileceğimiz tek şey sevgimizi hep göstermek oldu. Çünkü Cenk Bey olayı asla kabullenmiyor, bildiğini okuyordu.

Çocukların çantaları hep dışarıda olduğundan hemen velileri geldiği gibi gitmişlerdi. İçeriye girip çanta almalarına gerek kalmamıştı.

Efe'nin annesi ile konuştuğumda yolda olduğunu, geldiğini söylemişti. Hemen hız kaybetmeden Nuray ablayı aradım bu sefer. Telefonu açtığında sesinde hafif telaş vardı. "Alo, kızım."

"Şey Nuray Abla. Kusura bakma rahatsız ettim ama Alphan'ı almaya gelen olmadı. Veli olarak da senin numaram olunca, seni aradım."

"Ay, unutmuşum ben oğlumu." Nuray ablanın sesinde telaş ve korku vardı. Kaşlarım çatıldı anında huzursuzlukla. "Nuray abla, bir şey mi oldu?"

"Pars, Aylin ve Yalın oğlum yaralanmış. Pars'ın evindeyiz, kızım. O yüzden Alphan'ımı unuttum."

Bedenime anında bir telaş sardı. Korku vucüdumu hükme derken, "İyiler mi?"diye korku dolu sordum. Anlam veremedim neden korktuğuma ama Nuray ablanın öyle demesi ile yüreğim sızlamaya başlamıştı. Bir el sıkıyordu sanki. Canımı acıtmıştı.

" Yok yok, iyiler çok şükür." Derin bir iç bıraktı. Yorgunluk vardı o iç bırakışında. "Ben geliyorum şimdi."

"Yok yok gelme." Anında atıldım. "Sen bana adresi at abla, ben Alphan ile beraber geliyorum. Hem yolda doğru düzgün anlatırım çocuğa durumu. Eve gelince korkmasın." Ve Pars'ın durumuna bakmak istemiştim. Nuray abla ne dese içim rahatlamıyordu. Kalbim onu görmelisin diye bağırıyordu. Merak ediyordum işte ona. Görmem lazımdı. Kalbimdeki hisse uyup, onu gözlerim ile görmem lazımdı. İyi olduğunu gözlerimle bilmem lazımdı.

"Zahmet olmasın, kızım. Ben gelirdim."

Pars'ı merak ediyorum, abla diyemedin. Onu görmem lazım, diyemedim. Gözlerimle görüp, iyi olduğunu bilmem lazım, diyemedim. Hepsi bir ukde gibi kaldı boğazımda, çıkmadı. Dile gelmedi. "Ne zahmeti, abla. Hem Alphan'da benimle vakit geçirmek istiyordu. Bir şey olmaz." Yalan. Sadece Pars'ı merak ediyordum. Sadece merak ve endişe, korku.

"Saol, kızım. Atayım ben şimdi sana hemen adresi."

Nuray abla ile konuşmayı keser kesmez bana konumu atmıştı. Çocuklara, "Hemen geliyorum, buradan ayrılmayın," dedikten sonra sınıfa girip çantamı aldım. Geri bahçeye seri adımlarla döndüm. Çocuklar tembihlediğim gibi aynı yerde beni bekliyorlardı.

İkisinin elini tuttum ve bahçede beklemeye başladık. İlk önce Efe'yi annesine teslim etmem lazımdı. Ondan sonra Alphan ile gidecektim.

Zira çok beklemeden Efe'nin annesi araba ile göründü. "Annem geldi!" Efe, sevinçle olduğu yerde sevinirken zorla gülümsedim. Gergindim aslında.

Efe'nin annesi yanımıza geldiğinde benimle çok az sohbet etti. Efe'nin durumunu sormuş bende o gün ki Alphan ile kavgasından sonra ki davranışlarını anlatıp, durumunun iyi olduğunu söyledim. Baba sevgisini de eklemiştim içine.

Annesi bu konuyu kesin halledeceğini söyleyip, Efe'yi de alıp gitmişti.

Alphan'a döndü bakışlarım. Bana kıpır kıpır bakıyordu. Göz kırpıp gülümsedim. Zorluyordum kendimi çünkü Alphan'ın tedirgin olmasını da istemiyordum.

"Gidiyoruz bakalım."

Gözleri şaşkınlıkla açıldı. "Nuray teyzem gelmedi ama."

Boyuna eğildim. Ellerimi tutup avuçlarımın içine aldım. Daha sonra da avuç içlerine öpücük kondurdum. Bununla birlikte kıpır kıpır oldu heyecanla.

"Bebeğim şimdi baban biraz yaralanmış."

Bu sefer korku ile açıldı gözleri. "Şşşt." Hemen acuçlarını destek amaçla sıktım. "Hiç korkma, baban turp gibi.'

Nuray abla konumu attıktan sonra mesaj olarak da kolundan yaralandığını söylemişti.

" Öğretmenim, yalan söylemeyin lütfen."

Yalancı huysuzlukla baktım ona. "Bebeğim, öğretmenler hiç yalan söyler mi? Bana inanıyor musun yoksa?"

Üzülmüştü. "İnanıyorum ama."

Eğilip saçına bir buse bıraktım. "O zaman korkma. Sadece ufak bir sıyrık düşün."

"Şey gibi mi? Hani biz bisikletten düştüğümüz de dizimizde ufak kanama olur. Onun gibi mi?"

"Aynen öyle, bebeğim. Onun ki çok ufak bir şey. Hiç korkulacak bir şey de yok. Şimdi babanın yanına gideceğiz, sen de göreceksin babanın çok iyi olduğunu."

Elimi tutup hafif çekiştirmeye başlayınca ayağa kalktım ve ona uydum. Arabamı bildiği için hemen beni oraya götürmüştü. Alphan'ı arka koltuğa oturttum ardından ise emniyet kemerini bağladım. Sonra da sürücü koltuğuna koşar adım geçiş, arabaya yerleştim.

"Öğretmenim, kemeriniz."

Alphan'ın öyle söylemesi ile kemerine baktım. Takmamıştım. Dikiz aynasından ona baktım. "Pardon, bebeğim. Unutmuşum." Hemen emniyet kemerimi taktım ve yola devam ettim.

Bu sırada ise Alphan'ın hem korkusunu, stresini azaltsın hem de canı sıkılmasın diye şarkı açmaya karar verdim. Telefonumu bağlayıp rastgele bir şarkı açtım. Alphan'a baktığım da ise hafif hafif eşlik ediyordu.

Hemen ona arkama dönüp kısa bir bakış attım. "Beraber eşlik edelim mi, canım?"

Her ne kadar dışarıdan rahat görünse de içinde hâlâ gitmeyen bir korku vardı. Gözlerinden anlayabiliyordum. Sakinleştirip, korkusunun gitmesini istedim. Daha fazla korksun istemedim. Babasını evde öyle yaralı görse daha fazla korkardı. Şimdi söyleme amacım bu yüzden di.

"Babamla yaptığımız gibi mi!" Heyecanla sorarken az çok korkusunu bastırmaya çalıştığını anladım. Demek ki babası ile arabada oldukları zaman hep şarkı dinleyip beraber eşlik ediyorlardı.

"Aynen öyle. Babanla yaptığın gibi."

"Olur!"

Alphan'ın kabul etmesi ile şarkıyı ikimiz aynı anda eşlik etmeye başladık. Az çok korkusunu bastırmış, kafasını ondan uzak etmişti. Ve bu çok iyi bir şeydi.

Yol, Alphan ile beraber şarkı söyleyip akıp gitti. Nuray ablanın attığı konuma geldiğimizde bir apartman karşıladı.

"Burası öğretmenim!" Alphan'ın eli apartmanı gösterince doğru yere geldiğimi anlamış oldum. Arabadan indiğim gibi Alphan'ın emniyet kemerini çözüp ilk kucağıma aldım daha sonra da yere indirdim onu. Arabanın kapılarını kilitledikten sonra da Alphan'ın elini tuttum. "Hangi kat?"

"İki," dedi anında. Onu onaylayıp kapının önüne geldik. Zillerden ikinci kata ait olanı basıp çaldım. Zilin üzerinde Pars Erdinç yazıyordu. Alphan'a sormasam da anlarmışım zaten.

Nuray abla bizi balkondan görmüş olmalı ki kapıyı açtı. Az önce ikinci katın balkonunda hareketlilik vardı zaten. Kapı açıldığı gibi apartmana girdik ve İkinci kata çıktık.

Nuray abla zaten kapıda bekliyormuş. Bizi görünce gülümsedi. "Hoşgeldin, kızım," dedi, ardından ise, "Zahmet ettim, kusura bakma," diye tamamladı.

"Ne zahmeti abla. Estağfurullah. Ayrıca hoşbuldum." Nuray abla Alphan ile beraber hoşgeldin faslı geçirince bana acil evine gitmesi gerektiğini söyledi. Evde ayriyetten de Aylin varmış. Sıkıntı olmayacağını, gitmesini söyledim bende Nuray ablaya. Ordan oraya koşuşturuyordu kadın. Yorulmuştu, belliydi.

İçeriye girdiğimizde odanın birinden ses geliyordu. Kaşlarım çatılırken Alphan bir anda ses gelen odaya girmek istedi ama tuttum kendisini.

Bana şaşkınca bakınca, "Şimdi girme, canım," dedim. "Büyükler bir şey konuşuyor. Rahatsız etmeyelim onları."

"Ama, öğretmenim. Babamı merak ediyorum ben."

Derin bir nefes verdim. "Anlıyorum ben seni, tatlım. Ama şuna hiç müsait değil gibi duruyorlar." Alphan'ın elini tutup salonda olan koltuklardan birini oturttum. Onun önünde diz çöküp, ellerini tuttum. "Şimdi sen burada otur," derken bakışlarım tam Alphan'ın oturduğu koltuğun karşısında olan televizyona çarptı. "Çizgi film izle. Babanın yanına birazdan gideceksin, tamam mı?"

Pes etmişlikle, "Tamam," dedi. Zorla kabul etmişti ama içeride Pars'ın durumu nasıl bilmiyorduk bile. Konuşmalarda dahildi. Ve bir ses, Alphan'ın o odaya girmemesini söylemişti. Ve ben de o sesi uydum.

Alphan istemeye istemeye televizyonu açıp çizgi film izlemeye başlayınca onun yanından ayrıldım. Ayrılmadan önce de saçına bir buse bıraktım. Onu öpmemi seviyordu. Kendisi söylemişti. Bende söylediği günden beri onu sık sık öper hâle geldim. Sadece Alphan için de değildi bu. Diğer çocuklara da sık sık öperdim. Çocuklar arasında ayrım yapamazdım asla. Hepsi de benim çocuklarım sayılırdı.

Az önceki kapının önüne geldiğim an sesler daha fazla duyulmaya başlandı. Bir çakmak sesi duydum ilk önce. Sonra ise tekrardan konuşulmaya başlandı.

"İyi misin, abim?" Bu ses Pars'tan gelmişti ve Aylin'e abim mi demişti?

"İyi değilim, abi." Aylin'de ona abi dedi. Nasıl yani? Abi kardeş miydi onlar? Ama nasıl?

"Çok canım yanıyor. Nasıl baş edeceğim bilmiyorum bile." Aylin'in sesi tükenmişlikle geliyordu. Bir şeylerden tükenmiş gibiydi. Hayattan, yaşadıklarından belki de....

"Hâlâ kararımın arkasındayım, Aylin. Biliyorsun." Ne kararından bahsediyorlardı ki? "İstersen hemen yazıp verebilirim. Yeter ki iste."

Aylin'in içli bir nefes bırakışını duydum. "Hayır..." dedi yine tükenmişlikle. "Olmaz. Yapamam."

Konu neydi, gram bilmiyordum. Ama Pars'ın ve Aylin'in arasında abi-kardeş bağı olduğu belliydi. Hiç belli etmemişti. Konu ise ciddiye benziyordu. Ve özele doğru gidiyordu. Daha fazla dinlemek istemedim. Onların arasında özel olan bir şeydi.

Kapıyı tıklattım iki üç kere. Bu sayede sesler aniden kesildi. "Güneş, sen misin?" Pars'ın sesi ile şaşırıp kaldım. Nereden anlamıştı ki benim olduğunu? Tabii ya. Nuray abla bahsetmiştir. Az önce seslerimizi de duymuş olmalı ki anladı.

"Evet, benim."

"Gelsene o zaman."

Öyle demesi ile kapıyı yavaşça açtım ve içeriye adım attım. Gözüm ilk Pars'ı ve yarasına kaydı. Giydiği t-shirt'ten sargı bezi ortadaydı. Şükür ki ciddi bir yaraya benzemiyordu.

"Geçmiş olsun," Dedim. İlk ne diyeceğimi bilemedim.

"Sağol, teşekkür ederim. Ayrıca girsene odaya. Kapının önünde durma.

Bir kaç adım daha attım. Bu sayede odaya tam girmiş oldum. Kapı ardımda kapanırken bakışlarım odaya tarandı. Düzenli, temiz ve siyah ağırlıklı bir odaydı.

" Teşekkür ederim," dedi anında Pars. Yüzümü ona çevirdiğim an yanındaki Aylin'i bile yüzüm görmedi. Tam ne için teşekkür ettiğini soracaktım ki odanın içindeki koku, benim olduğum yerde çivilenmemi sağladı.

Kalbim korku ile çırpınmaya başlamış iken ağır çekimde gibi bakışlarımı yavaşça Aylin'e çevirdim. Parmaklarının arasında gördüğüm ile, kalbim durma noktasına geldi.

Aylin'in elinde bir sigara.

Geçmişimin karanlık kabusu.

Bir sis bulutu oluştu etrafta. Geçmişim, sis ile beni boğmaya başladı. Müdire. Elinde sigara. İçiyordu. Bana baka baka, keyif ala ala içiyordu. Canımı yakıyordu, sigarayı omzuma bastırıp yük bırakıyordu üzerime.

Hızlı hızlı nefes alıp vermeye başladım. Tüm bedenim uyarılmış gibi titremeye başladı. Sesler duymaya başladım. Kulaklarımda uğultu gibi ses geliyordu. Ellerimi anında kulaklarımı atıp kapattım. Kesilsin bu sesler. Kesilsin. Lütfen kesilsin.

Ölecek gibi hissediyorum. Kesilmesi gerek bu sesin ama kesilmiyor, daha fazla artıyordu. Bir deprem oluyordu evin içinde. Yer yerinden sarsılıyordu.

Hayır, deprem benim bedenime oluyor. Benim bedenim sarsılıyor.

"Güneş..." Sis bulutunun içine bir ses girdi. Hayır, algılayamıyordum. "Korkma," dedi bana karşımdaki müdire. Elinde yine sigara, dumanı tütüyordu. Sigaradan bir nefes çekiyor, üzerime üflüyor. "Ağlayan kızlardan nefret ederim, Ateş." Hayır, Ateş demesin bana. Kirletmesin Sancak'ın bana koyduğu güzel ismi. Üç yaşındaki Güneş Ateş'in adını kirletmesin. Acı çekiyor, yapmasın.

"Ateş, buradayım..." Ses duyuyordum yine, bana ulaşmaya çalışıyordu. Konuşan Sancak'mıydı? Yanımda mıydı? Yanımda olsun, sıcak ve güven veren kollarının arasında olmak istiyordum. Ama yanımda değildi ki... Bulamadı ki beni, bulamadım ki onu.

"Git..." dedim sadece. Karşımda müdire vardı yine. Bana sırıtıyordu. Elinde yine yanan sigara. "Lütfen git."

"Korkma." Kimden geldi bu ses? Müdire den mi yoksa başka birinden mi? Bilemedim.

"Aylin! Sigarayı söndür ve evden git! Lütfen!" Yine bir bağırış sesi duydum. Kim? Niye bağırdı bu ses bu kadar?

"Gelme." Gözyaşlarım, inci gibi damlıyordu gözlerimden. Korkumu, acımı anlatıyordu. Gelmesin Müdire üzerime. Yakmasın yine canımı. İncitmesin gönlümü.

Deli gibi kahkaha atıyordu Müdire. Benim olduğum durumdan zevk alıyordu. Yanan sigarayı salladı gözümün önünde. "Ceza vakti," diyordu acımasız sesi. Beni bir kez daha bitirmek, bir kez daha ağlatmak, bir kez daha kanlar içinde görmek istiyordu.

"Canım acıyor," diyordum ona göz pınarlarımdan akan incilerle. "Yapma. Bir daha yapmam, lütfen yapma."

"Affetmek yok." Kahkaha atıyor, gülüyor, alay ediyor benimle. Etrafımda tür atıyor, sigarayı bedenimde söndürürmüş gibi yapıp oyun oynuyor benimle.

"Omuzumda yer kalmadı." Hıçkırdım. Gizli bir urgan boynuma dolandı, soluğumu kesti. "Lütfen yapma. Canım yanıyor." Nefes almak istedim ama soluğum terk etti beni. "Sigarayı uzaklaştır benden. Lütfen."

Başımı sağa sola salladım. Deli gibi sallıyor kafamı, ağlıyordum. "Ben buradayım," dedi yine bir ses. Ayıramadım yine. Kimden geldi? Kim vardı yanımda?

Karşımdaki Müdire sırıttı. "Acımayacak, söz," dedi, acımasızca bastırdı sigarayı yine omzuma.

Çığlık attım sadece delice. Çığlıklar atıyordum, elimde değildi.

Güçlü bir kollar. Belime sarıldılar. Daha da korktum. Kimdi bu? Neden sarılıyordu? Kirletmesinler beni. Başka bir şey istemiyordum.

Kafamın bir göğüse yaslandığını hissettim. Ferah bir erkeksi koku geldi burnuma daha sonra. Saçımdaki eller şevkat ile okşadı saçlarımı. "Buradayım ben," diyordu sisin içinden geçmeye çalışan ses. Titriyordum. Sokakta kalmış bir yavru kedi gibi titriyordum.

Güven veren kokuya sığındım. Titreyen ellerim, bana sarılan bedene yaslandı. "Acıyor," diyebildim. Canım çok yanıyordu. Müdire hâlâ karşımda bana sırıtıyordu. Acımdan zevk alıyordu. Ağlamamdan, bedenimden kan akmasına, kalbimin kan ağlamasına...

"Söz veriyorum, acın geçicek..." Kimden geldiğini anlamadığım ses bana güven verdi. "Yaralarını tek tek saracağım." Müdirenin sırıtan yüzü solmaya başladı bile. Ama benim dermanın kalmadı.

Bedenim titriyorken ayaklarımdaki güç çekildi. Yere düşeceğimi zannettim. Ama belimde olan kollar izin vermedi. İkimiz aynı anda yere çöktük, yere yığıldık. Ama bir an olsun güven veren kokusu ve kolları gitmedi benden.

Kafam hâlâ o göğüse yaslıydı. Buram buram geliyordu erkeksi kokusu. Burnumu daha da yasladım ister istemez o göğüse. O kokunun sakinleştirici bir etkisi vardı sanki. İçime çektikçe kendime geldim, içime çektikçe müdirenin sırıtan solu gözümün önünde soldu gitti.

O yumuşak eller saçlarımı okşamayı bir an olsun bırakmadı. Nefesim, yeniden düzene girdi. Rahat rahat nefes almaya başladım.

"Sakin ol..." diyordu artık ayırabildiğim ses. Sis bulutundan kurtulmuştum. Etrafım aydınlığa kavuşmuştu.

Sesin sahibi Pars'tı. Göğsünde yaslı olan kafamı yavaşça geriye çektim. Yere düşmüş, beni hafif kucağına çekmişti. Kafam göğsünde, kollarının biri saçlarımda biri ise belimdeydi. Yeni fark ettim ki, ritmik hareketler ile belimi okşuyordu.

Kafamı kaldırdığım an alttan ona bakmaya başladım. Ela gözlerimin için hâlâ yaş doluydu. Baktı bana. Yeşil gözlerinde bir sürü duygu vardı ama ayırt edemiyordum. Ama en çok şefkati görüp, ayırt edebiliyordum. "Geçti..." Suratıma çarpan nefesi, yüzümü okşadı. "Yanında ben varım artık. Bitti."

"Bitti mi."

"Bitti."

Yutkundum. "Canım çok yandı." Sesim ağlamaktan ve kriz eşiğinden geçmekten çatallı çıkıyordu. "Korktum." Güveniyordum. İster istemez güveniyordum kendisine. İçimde bir duygu vardı ona karşı. Engel olamıyordum...

"Korkma." Güven veren sesi yine sarmaladı etrafımı. Kalbimi gül bahçesi yaptı. "Korkma. Ben varım."

Gözlerimi kırpıştırdım. Kendime daha yeni geliyordum. Zorlukla nefes aldım. Az önce nefessizlikten öleceğimi zannetmiştim resmen. Kriz bedenimi öyle bir sarmıştı ki, bu dünyadan, andan somutlaşmıştım.

Pars'a bakarken bakışlarım koluna kaydı. Sargı bezinde hafif kan vardı. Kahretsin! Yarası açılmış olmalıydı.

"Yaran..." dedim kendimden bağımsız hafif telaş ile. Anında ayağa kalktım ama az önceki kriz yüzünden başım dönmüş, olduğum yerde sendelemiştim. Tekrardan düşeceğimi zannederken belime iri bir kol sarıldı. Gözlerim kapalı, baş dönmenin geçmesini bekliyordum. Kolun kime ait olduğunu zaten biliyordum.

Beni yavaşça yatağa oturttuğunda kendisi de yanıma oturduğunu hissettim. Baş dönmenin geçtiğini hissedince, gözlerimi yavaşça açtım. Pars ilgi ve dikkatle bakıyordu bana. "İyi misin?"

Onaylar şekilde kafamı salladım ve bu sefer daha yavaş ayağa kalktım. "Ben iyiyim ama senin yaran iyi değil." Kendisine baktım. Bakışlarını benden hiç çekmemişti. "İlk yardım çantası var mı?"

"Hiç gerek yok. Ben hallederim-"

"Var." Lafını anında kestim. Benim yüzümden açılmıştı zaten yarası. Beni kontrol etmek isterken olmuştu. Belliydi. Zira evine geldiğimde yarasında bir kanama falan yoktu. Zorlamıştı yarasını. "Lütfen söyler misin?"

Pes etti. "Salonda ilk girişte sağda bir gri kapı var. Orası banyo. Banyonun içinde bir dolap var. Dolap çekmesinde olacaktı."

Hiç bir şey demez iken anında adımlarımı oraya attım. Alphan koltukta uyuyup kalmıştı. İçim gidercesine baktım Alphan'a. Çok masum bir şekilde uyumuştu. Pars'ın yarasını kontrol ettikten sonra onu yatağını yatırmayı aklıma not ettim. Boynu tutulur kalırdı çocuğun. Canı acırdı.

Pars'ın tarif ettiği banyoya geldiğim an kapıyı açıp içeriye girdim. Tam kapının karşısında Pars'ın bahsettiği gibi beyaz bir dolap vardı. Alt tarafından olan çekmeceleri tek tek açtım.

Birincisini açtım.

Yok. 

 

İkincisini açtım.

Havlular vardı.

Yok.

 

Üçüncüsünü açtım.

Evet, tam buradaydı.

Kırmızı bir kutunun içinde, üzerinde ise İYK yazıyordu. Altında ise parantez içinde açıklaması vardı. Hemen kaptığım gibi doğruldum ama yine baş dönmesi, gözlerimin önüne akın etmişti. Krizimden ilk defa nefret ettim.

Baş dönmem geçince aceleci ama aynı zamanda da sakin adımlar ile Pars'ın olduğu odaya geri gittim. Pars öylece yatakta oturmuş, beni bekliyordu. Kolundaki yaranın sargı bezini çıkarmıştı. Pansuman yapacağım için hazır olda bırakmıştı.

Yanına gidip oturduğumda kutuyu da diğer yanıma koydum. İçimdeki gerekli malzemeleri alıp, Pars'a biraz daha yakınlaştım. Kafam yarasına doğru eğik ama ona yakındım. Yarasını iyice görmem için gerekliydi.

İlk önce pamuk ile kanı hafif temizlemeye başladım. Kan iyice temizledikten sonra batikonu pamuğa döküp yarasının üzerine hafif bastırdım. Yarası çok kötü gözükmüyordu ama yine de hafif zorladığından kanamıştı.

Bakışlarım yarasında iken, "Acıyor mu?" dedim Pars'a hitaben. Bu sırada hâlâ temizlemeye devam ediyordum.

"Hayır."

Yarasına pamuğu biraz daha bastırmak zorunda kaldım. Tekrardan sordum. "Acıyor mu?" Bu sefer acıyabilirdi. Fazla bastırmak zorunda kalmıştım.

"Hayır."

Bu sefer kafamı hafif ona kaldırdığım an burunlarımız birbirine çarptı. Yüzüm ile yüzünde bir karış vardı. Soluğum kesildi. Kalbim ise amansız heyecan ile çarpmaya başladı. İçindeki kuş, çırpınıp duruyordu. Duygularımı bana hatırlatıyordu. Ona yakın olduğumu biliyordum ama bu kadar değildi.

Yakından yüzü...

Daha güzel, daha karizmatikti.

En son gördüğümde sinek kaydı traşı olmuş sakalları şimdi hafif kirliydi. Yeşil gözlerinin içi parıl parıldı. Keskin ve kemikli çene hattı, tam yüzüme çarpıyordu. Kaşları dümdüz, üst dudağı düz alt dudağı dolgundu. Yüzüne orantılı burnu ile de yüzü tam harika gözüküyordu.

"Bitti mi?"

Yüzümün dibinde olan yüzün sesi ile irkilirken kendisine süzerken yakalandığımı anladım. Yerin dibine girmeliyim şuan!

"Şey, pardon.." Sesim resmen içime kaçmıştı. Utancımdan konuşamadım bile. O da erkeksi sesi ile kıkırdarken bir kez daha hayran bıraktı kendisine.

Gözlerimi kırpıştırıp kendime geldim hemen. Başımı sağa sola salladım. Hemen bakışlarımı tekrardan koluna çektim. Pansumanı en acilinden bitirsem iyi olacaktı. Adamın yüzüne seyre kaldım.

Derin bir nefes verdim, yutkundum. Her ne kadar kabul etmek istemesem de evet, Pars'a karşı bir şey hissediyordum.

Ve bu beni kötü hissettiriyordu çünkü 22 yıldır beklediğim biri vardı.

Sancak.

Ona ihanet etmişim gibi geliyordu. Koskocaman 22 sene. Hiç kimse hayatımda dahil olmamıştı. Tek onu beklemiştim. Tüm anılarını silmemiş, bende kalmasını sağlamıştım. Dönmesinden ismine kadar... Onun verdiği ismi yaşatmıştım, onun bana yaptığı çizimi bedenime en güzel iz olarak simgelemiştim.

Ve hâlâ da onu bekliyordum.

Unutamadım Sancak'ı. Kalbim, gönlüm izin vermiyordu ama şimdi karşımda Pars...

Pars'ı gördükçe karnımdaki kelebekler resmen harekete geçiyor, tatlı tatlı kramplar oluşturuyordu. Kalbim heyecan ile çarpıyor, ellerim ayaklarım titriyordu. Neye benzediğimi bilmiyordum bile ama Pars'ı görünce bedenimin verdiği tepkiyi durduramıyordum.

Ondan uzak durmam lazımdı. Ama duramıyordum. Buraya gelmeden önce bile onu fazlasıyla merak etmiştim.

Sancak şimdi beni Pars ile görse...

Tepkisi ne olurdu, bana kırılır mıydı diye düşünmekten kafayı yiyordum.

Belki de onu hayatında başka biri vardı. Evliydi, çocuğu bile olabilirdi Sancak'ın. Kendi canından çok sevdiği sevgilisi, karısı vardı. Bilemiyordum. Bu ihtimaller bile benim ruhumu sıkıyordu ve bu, Pars'tan uzaklaşınca da oluyordu.

Kafayı yiyecektim gerçekten de. Düşünmekten, hislerimden kafayı yiyecektim.

Pars'a karşı duygularım vardı. Emindim. Sancak'ı da unutamamıştım. Biliyordum.

Ben şimdi ne yapacaktım?

Pars'a umut versem Sancak... Sancak'ı beklemeye devam etsem karşımdaki adam...

Bu şehirden de gidemiyordum. Gidemezdin. Annem buradaydı. Dedem buradaydı. Sırf onlar için buraya gelmiştim ya. Yaralandığımda bile babam beni İzmir'e göndermek istediğinde karşı çıkmış, engel olmuştum. Şimdi de sırf duygularım yüzünden annemi ve dedemi terk edemezdim.

Bilmiyordum. Gerçekten ne yapacağımı, ne düşünceğimi bilmiyordum.

En iyisi biraz daha zamana bırakmalıydım. Belki bu zaman içinde, duygularıma tam ad verebilir, tam düşünmüş olabilirdim.

Kafamı karman çorman eden düşüncelerimi hemen attım. Pansumana devam etmeye karar verdim. Aklım en azından düşüncelerden uzak kalırdı biraz. Tabii, karşımda Pars olduğu süreç imkansızdı ama neyse....

Giydiği siyah t-shirt'ün kolu, yarasını kapatmıştı. Pansumana başlamadan önce kıvrılmıştı ama çözülmüş ve şimdi de yarasını kapatıyordu.

Elimdeki pamuğu diğer elime alırken diğer elim ile t-shirt'ün kolunu tuttum ve omzundan yukarıya sıyırırken gördüğüm ile resmen boğuldum.

Nefesim kesilmeye başlandı. Boğazıma tekrardan urgan dolandı, soluğumu kesti. Kalbim acımaya başlarken de gördüğüm gerçeklik algımı yetiriyordu. Bu gerçek olamazdı. Nasıl olurdu?

Pars'a baktım. Gözlerimden yaşlar kendiliğinden beklemediğim şekilde hızlı hızlı aktı. Hiç dinlemiştim bugün gözyaşlarım.

Gülümsedi bana. "Sonunda..." dedi. Buruk bir gülümseydi. Şükreder gibiydi hâli.

"Sonunda, Ateş Kızı. Hatırladın beni..."

Geçmişim, beklediğim kişi buradaydı. Bunca zamandır yolunu gözlediğim Sancak, tam karşımda Pars olarak oturuyordu...

 

Saldım çayıra mevlam bayıra. Geldim yine ben buraya.

Bomba geldi bombaa

Şimdi itiraf edin. Bal gibi biliyordunuz Pars'ın Sancak olduğunu. Belki bir kaç yerde yanılmış olabilirsiniz amma yine de biliyordunuz.

Diğer bölüm bizimkiler şey

Neyse, vermeyeceğim spoi. Çatlayın patlayın, iki hafta bekleyinnn.

Bölüm hakkında düşünceleriniz acep?

Bu arada. 20.bölümde ya da 25. Bölüme doğru sezon finalin giriyoruz🥲 haberiniz ola.

Diğer bölümde görüşmek üsereeeee.

Bölüm : 04.05.2025 12:33 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...