17. Bölüm

17.Bölüm

Elifnur
senfoniyazar

Merhaba

Kitabı buradan silmeyi düşünüyorum. Çok zor oluyor çünkü. Ama ne yapacağım bilmiyorum. Sıkı okuyucum da yok, burada kitabım okunmuyor da...

Neyse.

İyi okumalar!

"Asker adam! Kurtar beni!"

Güneş, Sancak'ın tam karşısında yerde diz çökmüş bir şekilde dururken üzgün ve korkuyormuş gibi bir role girmiş, sözde Sancak ile oyun oynuyorlardı. Başında ise Aras, oyuncak silah almış havada Güneş'in başında durduruyordu. Güneş istediği için o da bu oyuna katlanmıştı.

Yüzünü buruşturdu Sancak. "Cidden, Ateş," dedi oyunun içinde olduğu için isteksiz ve bezgin sesi ile. "Bula bula bu oyun mu?" Bu an başını olumsuz anlamda salladı. "Oyun bile değil ki bu!"

Arkasında duran Mevsim, kıkırdadı. "Katlanacaksın, abi. Yapacak bir şeyin yok."

Sadece Mevsim'di o. Annesi yok, babası yok, abisi yok. Sadece kendi ve aile bildiği üç kişi vardı.

Aras. 

Ateş.

Sancak.

Onlar dört kişiydiler. Aile gibiydiler. Daha fazlası yoktu.

Mevsim Ateş'ten bir yaş büyüktü. Sancak'ı abi yerine koymuş, abisi olmuştu. Güneş kardeşi, Aras ise en yakın arkadaşı.

Annesi babası onu neden yetimhaneye bıraktı bilmezdi. Annesi yaşıyor mu babası yaşıyordu bilmezdi. Bir abisi olmasını çok isterdi. Öz abisi var mı bilmezdi. Ya da ablası... Abi istediği kadar kardeş sıcaklığını da isterdi ama kardeşi var mı onu da bilmezdi. Kuzenleri var mıydı, akrabası var mıydı bilmezdi. Bir çok şeyi merak ederdi ama terk edilme yüzünden hiç bir şeyi bilmezdi.

Müdire sadece onu yetimhaneye ailesinin bir arkadaşını bıraktığını söylemişti. Ailesi kendi istediği ile mi bıraktı yoksa başka bir neden var mı bilmezdi. Hoş, artık bilmek de istemiyordu.

Aradığı kardeş sıcaklığını bulmuştu.

Güneş Ateş.

 

Aradığı abiyi bulmuştu.

Sancak.

 

Aradığı en yakın arkadaşı bulmuştu.

Aras. 

Artık var olsalar da onlara gerek yoktu. Bunca zaman olmayan bu saatten sonra olmasın da, diyordu Mevsim. Artık hayatı, ayrılsalar da ayrılmasalar da o üç kişiye bağlıydı.

Kafasını olumsuz anlamda sallayıp sabır dilendi Sancak. O sırada Aras ise, elindeki oyuncak silahı biraz daha Güneş'in kafasına bastırdı. "Gelmeyin!" diye bağırıyordu ama nazlı olan Güneş, hemen isyan bayrağını çekti. "Canımı acıtıyor! Asker adam, kurtar beni!"

Mevsim, bu an kendisini tutamadan kahkaha attı. İçinde oldukları oyundan fazlasıyla ilk defa keyif almıştı. Sancak ona ters ters bakınca anında gülüşünü bıyık altına sakladı. "Pardon, abi."

Mevsim'den bakışlarını çektikten sonra dişlerini sıkarak Aras'a baktı. "Fazla bastırmasana silahı kızın kafasına, Aras!"

Anında Aras'ın da kaşları çatıldı. "Arkadan ayağımı cimcikleyip yapmamı isteyen o!"

"Yalancı!" Güneş ayağa kalktığı gibi Aras'a tekme attı. "Yalan atma bana!"

Aras, yediği tekme ile iki büklüm oldu. Daha dün, ayağını bir masaya çarpmıştı ve dizindeki bir kemiğin üzeri fena hâlde morarmıştı. Güneş ise fark etmeden oraya tekme atmış, Aras'ın canını yakmıştı.

"Offf!" diye canının acısı ile bağırdı Aras. "Kızım bana niye tekme atıyorsun!" Acıyan canı ile ayakta duramayınca hemen kendisini yere attı. Morarmış olan kemiğin üzerine yavaş yavaş okşadı. Acısı gitsin diye. "Canımı yaktın!"

Sancak anında Güneş'i yanına çekti. "Ne yaptın sen, Güneş?" derken Güneş'i çektiği gibi bu sefer hemen Aras'ın yanına gitti. Dizine baktığında bir şey olmadığını gördü ve derin bir nefes verdi. Aras cidden çok kötü çarpmış ve kemiğinin olduğu yeri norartmıştı. Şimdi acısını anlayabiliyordu. Anında Mevsim'e döndü. "Dolaptan bir buz kap gel."

Derince ofladı Mevsim. "Müdire beni görürse, keser ama."

"İzin vermem," dedi anında Sancak. "Sana, size bir şey yapmasına izin vermem. Şayet yaparsa da, Arda'dan cezasını misliyle öder."

Bir şey diyemedi Mevsim ve Sancak'ı onayladığı gibi yemekhaneye koştu. Müdire'ye yine de yakalanmak istemiyordu.

Güneş ise mahcubiyet dolu ifadesi ile Aras'a baktı. "Canını çok mu yaktım?" diye fısıldadı. Aras'a varla yok arası bir kaç adım attı. "Özür dilerim." Bu sırada ise, hissettiği mahcubiyet yüzünden gözleri dolmuştu. İster istemez fazla ileri gitmişti. Niye durduk yere onun canını yaktım ki, diyordu kendi kendine.

Aras bu bakışları fark etti. Kıyamadı. Mevsim en yakın arkadaşı iken tek kardeşi bildiği kıza kıyamadı. Kollarını açtı. O sırada ise Sancak, Mevsim'in getirdiği buzu Aras'ın dizine koymuş acıyı azaltmaya çalışıyordu.

Güneş hemen Aras'ın açtığı kolların arasına koştu, Aras'a sımsıkı sarıldı. Aras'da Güneş'i sımsıkı sardı. Saçına bir buse bırakırken, "Sen bu kadar güçlü müydün ya?" diye alay edercesine güldü.

Kıkırdadı Güneş. "Tabii ki güçlüyüm," dedi. "Seni nasıl yere serdim, bak."

"Serdin sermesine ama canını da yaktın." Sancak, Aras ile ilgilenirken Güneş'e kısa bir bakış attı. "Seninle ne yapacağız biz, Ateş Kızı?"

Dudak büzdü Güneş. "Şeyyy," derken kıvırtmaya çalışıyordu. "Biraz fazla sert vurmuş olabilirim."

"Sert mi?" Mevsim Güneş'in yanında dururken hafif güldü. "Evet, biraz sert."

"Geçti mi?" diye ilgi ile sordu bu sefer Sancak, Aras'a karşı. Aras derin bir nefes verirken onaylar şekilde başını salladı. "Evet, daha iyiyim."

Sancak'ta yavaşça ayağa kalktı ve Güneş'e bakıp sırıttı. "Şimdi ne yapacağız, Ateş Kızı?"

Güneş'te sırıttı. "Oyuna devam!"

"Hayır!" Sancak, Mevsim ve Aras aynı anda bağırınca Güneş hafif irkildi. Yüksek sesten hafif korkuyordu ama hemen kendisini toparladı.

"Niye ya!" diye bağırdı o da. Sonra da omuz silkeledi. "Bana ne! Oynayalım işte."

"Yine gücünü kullanıp bizim canımızı da yak diye oynayalım, Güneş?" Mevsim, Güneş ile eğlenirken kendi de fazlasıyla keyif alıyordu. "Bence sen bugün çok fazla yoruldun. Yatağına geç, uyu."

Göz devirdi Güneş. Hatta devirmeye çalıştı ama olmadı. Sancak'ın ağzından hafif kahkaha çıktığında Güneş'in yanına yaklaştı. "Ateş Kızı?" derken Güneş'in boynuna doğru eğilmek için yere çökmüştü. Ellerini Güneş'in omzuna koydu, sıkı sıkı sardı. "Bence de bu günlük son verelim, hım?"

Vakit geceydi. Normalde gece vakti ayakta kalmaları yasaktı ama onlar kural dinlemezlerdi. Fazla ses çıkarmadan gece ayakta oyun oynarlardı.

"Offf," dedi Güneş, pes etmişlik ile ama onun ela gözlerinden de uyku akıyordu. Ve Güneş, sabahtan beri cidden yorulmuştu.

Sancak ayağa kalktığı gibi Güneş'in koltuk altlarından tutup kucağına aldı. Güneş ayaklarını Sancak'ın beline sararken kollarını da aynı anda Sancak'ın boynuna sardı. Kafasını boyun girintisine soktu, gözlerini huzurla kapattı.

Huzurla gülümsedi Sancak. İşte Güneş, her zaman böyleydi. Oyun oynar, yorulur, sonrasını Sancak'ın kucağında kendisini uyur bulurdu. Sancak ise hiç usanmadan, bıkmadan her gün yatağına taşırdı. Hafif kollarına ağır geliyordu Sancak'ın ama asla ah etmez taşırdı Güneş'i.

Sancak, Güneş'in ranzasına geldiğinde hafif bir şekilde yatağına uzandırdı Güneş'i. Güneş ise hafif mıyışmış bir şekilde kıpırdandı yatağında.

Sancak, Güneş'in yatağına başucuna oturduğunda Güneş hafif gözlerini açtı. "Asker adam," diye tekrardan mırıldandı. Kafasını hafif sağa sola sallayarak güldü Sancak. Güneş'in yanında ne çok gülerdi Sancak. Yine o günlerdendi.

"Asker adam diye diye asker ettin beni, Ateş Kızı."

Sancak Güneş'in üzerini örtüyü çekip tam gitmek isterken Güneş anında Sancak'ın kolunu tuttu. "Gitme, bir şey diyeceğim."

Sancak yine anında ilgi ile oturdu Güneş'in baş ucuna. "Söyle bakalım. Ne oldu?"

"Ben gerçekten çok güçlü bir kız mıyım?"

Bu soru karşısında Sancak'ın kaşları hafif çatıldı. "Bu nereden çıktı?"

"Hani Aras dedi ya, oradan." Sonra yüzü efkârlı bir hâle aldı. "Cidden güçlü müyüm? Mesela güçlü olan biri Müdire ablanın yaptıklarında güçlü kalırdı ama ben hep ağlayıp senden yardım istiyorum. Beni hep sen kurtarıyorsun."

Sancak'ın içi kıymık batarken Güneş'i yatağına uzandırdı. "Sen Güneş," dedi ilgi ile. "Hayatımda gördüğüm en güçlü kızsın."

Başını olumsuz anlamda salladı. "Benden yardım istemen, ağlaman seni hiç bir zaman güçsüz yapmaz. Ağlamak hiç bir zaman güçsüzlük değil ki."

"O zaman neden ben bunları yaşıyorum? Neden Müdire abla bize karşı çok kötü? Biz ona bir şey de yapmadık. Masum değil miyiz biz?"

İçi, yüreği daha fazla dağılmaya başladı Sancak'ın. Masumdular ya. Hem de çok masum. Hiç bir suçu günahları yoktu onların ama kötü bir kadının ve kaderin kurbanı olmuşlardı. Sadece Sancak ve Güneş'ler değil yetimhanedeki tüm masum çocuklar öyleydiler.

Sancak Güneş'in alnına bir buse bıraktı. Şevkat ile sevdi Güneş'in saçlarını. "Çünkü hiç bir insan, kaderinden kaçamaz."

Güneş'in kaşları merak ile hafif çatıldı. "Nasıl yani?"

"Hiç bir insan kaderinden kaçamaz," dedi tekrardan Sancak. Sonra da dertli bir nefes verdi. "Senin kaderin sana bağlıdır. Ne kadar kaçmaya çalışırsan çalış, yakanı bırakmaz." Omuz silkeledi bu sefer. "Kaderimizde Müdirenin kurbanı olmak varmış, demek ki, Ateş Kızı."

Hüzünle baktı Güneş, Sancak'a. "Kaderim yüzünden mi yaşıyorum yani ben bunları? Ama bilmiyor mu benim, bizim masum olduğumuzu?"

"Kader bu kadar acımasız işte, Ateş Kızı. Ama ayakta durup kaderine boyun eğmemek de sana bağlı."

Kafası karışmıştı Güneş'in. Sancak'ın dediklerini anlayamamıştı. "Ama az önce sen kaderimizden kaçamayız dedin?"

"Tabii öyle. Ben boyun eğmemek derken pes etmemek anlamında söylemiştim aslında." Sancak, sabırla Güneş'e her şeyi anlatıyordu. "Güçlü olduğun süreç kaderinde yaşadığın her şeyde ayakta durursun."

"Güçlü müyüm peki?" Güneş, yine aynı soruyu sormuştu Sancak'a. Güçlü olduğundan emin olmak istiyordu. Daha dört yaşındaydı. Yeni doğduğu zaman yetimhaneye düşmüş, Müdirenin kurbanı olmuştu. O zamandan bu zamana güçlü olup olmadığı, Sancak'tan yüz binlerce kez duymak istiyordu. Çünkü Sancak inandırıyordu ona güçlü olduğunu. Müdire her seferinde Güneş'e güçsüz diyerek aşağılarken Güneş her seferinde güçsüz olduğunu kabulleniyordu ama bu kabullenişi de Sancak anında kırıyordu.

Güçlü olmanın anlamını bilirdi Güneş. Acımasız kader onu yetimhaneye düşürdüğünden bilirdi...

Sancak aynı sözleri yine söyledi, yine bezginlik ve bıkkınlık hissetmedi. Güneş'e karşı hep ılımlıydı. Hep sabırlıydı. Hiç bir zaman ah etmemiş, bezmemişti Güneş'ten.

"Hayatımda gördüğüm en güçlü kızsın, Ateş Kızı."

Güneş'in iyice uykusu bastırdığı an, Sancak'ın ağzından çıkan söz ile gözlerini kapadı Güneş. İnandı Sancak'a. Güçlü olduğunu tüm iliklerine kadar hissetti.

Tam Sancak ayağa kalkmış gidiyor iken, "Sancak," diye kapalı gözlerinin arasından fısıldadı Güneş. Sancak ona dönüp baktı. Kapalı gözleri izlerken Güneş, o bakışları hissetti ama uyku bedenine fazla yüklendiği için gözlerini açamadı. Bilinci uykuya gitmeden önce ise iki dudağının arasından fısıldadığı şey, Sancak'ın tüm inancını pırıltılar ile doldurdu.

"Asker adam olacaksın sende..."

Sancak'ın istediği meslek askerlikti.

Güneş onun ileride Asker olacağını söylemişti.

Ve olmuştu da.

Sancak, büyüdüğünde hayallerinde olan mesleği kavuşmuştu...

 

 

(Pars'ın anlatımı ile;)

İnsanın yuvası, evladıdır.

İnsanın yuvası, vatanıdır.

İnsanın yuvası, sevdasıdır...

Yıllar geçer, o masal kapanmaz. Yıllar geçer, kalp unutmaz. Kalpler, içinde olduğu kişiyi unutmaz, bağlandığı diğer kalp ile buluşmak isterdi.

Çünkü kalpler her zaman buluşmak ister.

Bir olmak için.

Çünkü kalpler her zaman buluşmak ister.

Sevda için.

Bizdeki masal hiç kapanmadı, bitmedi. Sayfalar hâlâ devam ediyor. Sayfa kapanmadı, hikaye bitmedi. Sayfalar, bitmeyen hikayemiz ve masalımız için bitmiyordu...

Çünkü biz bitmedik.

Biz hep vardık.

Biz hep birdik.

Onu ilk gördüğüm an. O kalp çarpıntımı unutamam.

İlk Albay, telefonunda gösterdiği fotoğrafta gördüm onu.

Tanıdı kalbim. Tanıdı yüreğim. O bizim Ateş'imiz, Ateş Kızı'mız, diye bağırdı gönlüm. İhtimal veremedim ama tanıdım. Bildim. Yine de o değildir belki diye ümit vermedim kendime. Veremedim. Ona kapılıp sonra onun Ateş Kızı çıkmamasından korktum çünkü.

Ben onu, ilk görür görmez yüreğimin sızlamasından tanıdım.

Araya sayılar, yıllar girdi. Biz büyüdük.

Ama kalplerimiz her zaman bir oldu.

Onunla her konuşmam, geçmişimize ait diyaloglardı. Hep onu kendimi hatırlatmaya çalıştım. Ama olmadı. O sadece bana ayak uydurdu.

İlk onun yanında hastanede ayrılmadan önce bile bile öyle demiştim. Görüşmek üzere, hayatımda gördüğüm en güçlü kadın.

Güler ablasının anlattığı hikaye yüzünden bir garip oyun oynamıştı benimle. Oyunun başından beri bana hep asker adam demişti. En son oyunun sonunda ise bana ben güçlü biri miyim? diye sormuştu. Hayatımda gördüğüm en güçlü kız demiştim ve hâlâ da arkasındaydım.

Kendi kendime söylediklerim değildi bu. Her biri geçmişimize aitti. Her biri bize aitti.

Küçükken hep kendisini güçlü bir kız görürdü. Nitekim de öyleydi. Bazen yansıtmazdı. Bazen naza alırdı ama ona koyduğum isim gibi güçlü, yakıcıydı. Ateş.

O dimdik durdu. Ayakta durdu. Güçlü durdu. Adını yaşattı, Ateş oldu.

O Güneş değildi.

Güneş Ateş'di...

Güneş gibi parlak olan, ateş gibi güçlü ve yakıcı olandı.

Adını tam anlamı ile yaşatandı.

Şimdi o, beni tanımıştı. Kolumda taşıdığım son diyalog, sevdanın simgesi kolumdaydı.

Gitmeden önce koluma bir güneş simgesi çizmişti. Yamuk yumuktu, tam anlamıyla güneşe benzemiyordu. Güneş'in altına ise ona koyduğum ismi yazmaya çalışmıştı. Ateş....

Nitekim de yazamadı. Daha o zamanlar 4 yaşındaydı. Dört yaşında olmasına rağmen cıvıl cıvıl bir kızdı. Yerinde duramayan, bıcır bıcır konuşuyordu. Onca acısına rağmen, onca yaşadıklarına rağmen.

Bizim ailemiz dört kişiydi.

Mevsim.

Ateş.

Aras. 

Sancak.

Yıllar geçti, biz ailemizi yaşatmaya devam ettik.

Onun omzuna çizdiği çizimde, derdim tek acısını unutmaktı. Müdire, o zamanlar fazlasıyla yakmıştı Güneş'in canını. Tek tek iyileştirdim, yaralarını sardım ama ruhen saramamış, iyileştirememiştim.

Sigaradan korkuyordu.

Geçmişte onun omzunda yaralar açıldığı gibi.

Korumuştum.

Ama yetmemişti.

Şimdi de o yetemediğim yaralarının ruhunu hem bedenen hem de ruhen hissediyordu. Acı çekiyordu, karşımda kriz geçirmişti ve benim canım çok yanmıştı.

Çocukluğumdu.

Çocukluk aşkımdı.

Hayatımdı.

Nasıl acımasın? Nasıl acısını hissetmeyim?

"Sancak..." Usulca dolgun dudaklarından adımı fısıldadı. Hâlâ inanamıyordu beni bulduğuna, benim onu bulduğuma...

Beni hatırlasın, beni bilsin diye daha fazlası, beni bildiği gibi kalayım diye adımı Sancak eklettirmiştim.

Sancak Pars Erdinç...

Ben Pars'tım ama ailem için Sancak...

Elimi usulca saçlarına attım. Sevdim, kokladım... Ne güzeldi siyah saç telleri.

"Buldum seni," dedim ona. Buldum onu. Buldu beni. Yılların özlemi bitmişti artık. Biz buluşmuştuk.

Kalp buluşmak isterdi.

Kalp buluştu.

Kalpler buluştu.

Kalpler hep bir oldu.

"Buldun beni..." derken ela gözlerinden bir damla yaş akıp gitti. Anında sildim gözyaşını. 22 yıl boyunca silememiştim ama artık silecektim. Ben vardım yanında. Hep ben var olacaktım.

"Buldum..."

Bu an hıçkırık kaçtı. Gözyaşları bir iken çoğaldı, yüzünde yer edindi. Ağlama diyemedim. Hep usanmadan, bıkmadan sildim gözyaşlarını. Dinesiye kadar, sakinleştiğini anladığım ana kadar sildim gözyaşlarını.

"Seni çok aradım," dedi gözyaşlarının arasından. "Seni çok bekledim, Sancak."

Onu kendime çekip bağrıma bastım. Ellerim hiç saçlarından ayrılmamıştı. Okşadım yine. Sevdim. Öptüm, kokusunu içime çektim. Garip bir ferah kokusu vardı Güneş'in. Adını adlandıramıyordum ama ferahdı işte. Huzurdu. Sevgiydi.

"Bende seni aradım, Ateş Kızı..." Çok aradım ya, hem de çok. Kafayı bile sıyıracaktım bulamadım çocukluğumu, çocukluktan beri vurulduğum Ateş Kızı'mı diye. Ama bulmuştum sonunda. Yanımdaydı, güvendeydi ve baş ucumdaydı.

Kollarını belime daha sıkı sardı. Kaybetmek istemez gibiydi. O sırada kolumdaki yara sızladı ama umursamadım.

Ateş kızı sonunda beni hatırlamıştı.

Erkendi belki de, erken diyordunuz. Ama Güneş'in Ateş Kızı olduğunu anladığım an ondan daha fazla uzakta duramadım.

Bir his vardı, diyordum kendime. Neden ona karşı hu hissi hissediyorum? Neden ona karşı kapılıyorum, diyordum. Nedeni belliymiş, ben çok geç anlamışım.

Onu bir daha kaybedemezdim. Güneş'in ailesi onu yanına aldığı an Güneş ile çok görüşmek, onu görmek istemiştim ama olmadı. Arda izin vermemişti.

Arda, eski bir askerdi. Beni yanına aldığı zamanlar MİT ile çalışıyordu. Sonra bir şekilde ihraç edilmişti. Askerlikten atılmıştı. O zamandan beridir de yetimhanedeki çocukları yanına alır, askerlik için eğitim verirdi.

Garipti. Bir asker adamın Askerlikten atıldıktan sonra yetim çocuklara askerlik eğitimi vermesi çok garipti. Hep sorduğumda ise geçiştirirdi beni. Ben şimdi otuz yaşındaydım. Hâlâ da öğrenememiştim nedenini.

"Sancak..." diye fısıldadı. Daha sonra da kafasını yavaştan göğsümden ayırıp alttan baktı bana. Çenesi hâlâ göğsüme yaslı iken hayran olduğum ela gözlerinin içi yaş doluydu. Mutluluk gözyaşlarıydı bu. Onca senenin sonucunun gözyaşlarıydı. "Gerçekten sensin, değil mi? Kandırmıyorsun beni."

Buruk bir gülümseme hâl aldı suratımda. "Sancak seni her zaman kandırır ama yalan söylemez. Bilmez misin, Ateş Kızı?"

Onun da aynı benim suratımda olan buruk gülümseme aldı. "Bilirim," dedi.

Eğilip alnına tüy hafifliğinde bir buse bıraktım. Korkutmak ve incitmek istemiyordum onu.

"İnanamıyorum hâlâ," derken gözlerindeki şaşkınlık ve sevinç belli edıyordu kendini.

"İnan," dedim yine alnına bir buse bırakırken. "İnan, ben buradayım artık."

Burnunu çekti. Daha sonra da kafasını yavaşça göğsümden çekip oturduğu yerden doğruldu. Dağılmış saçlarını eli ile düzeltirken bana baktı. Ela gözleri ışıl ışıldı. "Neredeydin?" diye sordu bu sefer. "Neden beni tanıdığın hâlde bu sefer tanımamazlıktan geldin?" Az önceki ışıl ışıl olan gözlerinde bu sefer donukluk vardı. Işılığını koruyordu ama yanına donukluk getirmişti. "Neden benim Ateş Kızı olduğumu bildiğin hâlde beni, sana arattırdın?"

En çok korktuğum soru da buydu ya aslında. Haklıydı. Ama aradan yirmi iki yıl geçmişti. Onda gördüğüm her detay onun Ateş Kızı olduğunu sürüklemesine rağmen fazla kapılmak istemedim. İstemediğim hâlde ona kapılmıştım doğrusu ama yine de hep emin olmak istedim. Sonradan ya Ateş Kızı çıkmazsa diye ümit etmek istememiştim.

"Sen olduğundan emin olmak istedim, Ateş Kızı..." Yutkundum varla yok arası. "Hemen erken karara varıp senin Ateş Kızı olmamandan endişe ettim."

"Beni hep bekledin mi peki?" Bu soru karşısında aklına bir şey gelmiş gibi buruk bir şekilde gülümsedi. "Alphan..."

Elimi yüzüne atıp, avuçlarımın içine yüzünü aldım. Yanağını okşadım. "Hep bekledim..." dedim. Yalan yoktu. Hep beklemiştim. Özge, bir gece hatasıydı. O da sarhoş olmamdan kaynaklanmıştı. Ama onun dışında hep beklemiştim.

Özge'ye, Alphan için evleneceğimiz vakit ona her şeyi açıklamıştım.

"Özge," demiştim ciddiyet ile. O an yaşadığımız her şey bir oyun değildi ve ciddiyet almak gerekiyordu. "Oğluma hiç bir zaman hata gözü ile bakmam. O benim oğlum ama sen bir gece hatasın, bunu biliyorsun, değil mi?"

Bir kadının onurunu, gururunu kırmak değildi bu. Özge'ye en başından beri beklediğim biri var demiştim. Ona arkadaş gözü ile baktığımı söylemiştim. Ama her şeyi o başlatmıştı.

"Biliyorum," dedi o da bana karşılık. "Ama seni seviyorum."

"Bende, beni bekleyen kızı seviyorum..."

Söylemiştim yani her şeyi. En başından beri hayatımda olmasa da kalbimde olan Güneş'i biliyordu.

"Alphan benim hayatım boyunca hiç bir zaman hata olmadı, Güneş. Bunu bilmeni isterim ama Alphan'ın annesi ile yaşadığım, bir gece hatasıydı."

Başını olumsuz anlamda salladı. "Saçmalama," dedi anında. "Her şey geçmişte olan bir şey. Alphan'ı çok ama çok severim. Sadece merak ettiğim için sordum."

Biliyordum. Gözlerinde merak fazlasıyla vardı. Ve tüm meraklarını, sabırla cevaplayacaktım. Geçmişte olduğu gibi...

"Senin..." dedim bende. "Senin hayatında biri oldu mu?" Olup olmaması, zerre hiç bir şeyi değiştirmezdi. Geçmişin hesabını sırf beni beklemedin diye soramazdım da zira. Yirmi iki sene var arada. Yirmi iki. Her şey olabilirdi. Hayatında biride olabilirdi ki bu gayet normal bir şeydi.

"Olmadı," dedi aniden. "Seni bekledim..."

Eğildim ona doğru biraz. Yüzlerimiz yakın olduğu an, ılık nefesi suratıma çarptı geçti. İki beden bir nefes olacak kadar yakındık birbirimize.

Alınlarımız birbirine yaslı iken, "Seni hep aradım," dedim yeniden. Hep usanmadan, bıkmadan derdim bunu. Benim hakkımda şüphesi kalsın istemiyordum. Beni kötü, aşağılık biri olarak görsün istemiyordum. "Seni hep bekledim."

"Neden bulamadın peki?"

"Arda," dedim fısıldayarak. Yüzü hâlâ yakınımda, nefesi nefesim ile bir oluyordu. Ferah kokusu burnuma gelirken, ciğerlerim resmen ferah kokusu ile bayram ediyordu. "Arda, senin annen ve babanla ülke dışına gittiğini söyledi. Bulamadım sizi." Yüzüne baktım dikkatle. "Geçen seneler yine aramaya başladım ama yine aynı sonuca ulaştım."

O an Güneş'in yüzündeki parıltı, ışıltı ve donukluk dağıldı. Yerine hüzün ve acı aldı. Annesi ve babasından bahsedince yüzü efkârlanmıştı. An ve an gözlerinin dolması da bir olmuştu.

Endişelendim. Yanlış bir şey söylemekten korktum. "Ne oldu?" dedim onun bu hali, yüreğime katran acı boyatırken. "Yanlış bir şey mi dedim?"

"Annem..." dedi, zorlukla yutkundu. Gözünden bir yaş dökülürken, fark ettim ki bugün gözyaşları hem acıdan hem de mutluluktan hiç durmamıştı. Mutluluktan ağlaması tetcihimdi ama o şuan acıdan ağliyordu. Annesi ile ilgili bir acısı vardı. Anlamıştım ama anlamak için fazlasıyla geç kaldım. "Annem dedemle birlikte şehit oldu."

Onun acı ile yutkunması, beni bitirmişti işte. Bu hali benim canımı acıtırken, annesini hatırlaması ile gözyaşları devamlı akmaya başladı. Yüzü hâlâ yüzümün tam dibinde iken acılı nefes alıp verişleri yüzüme çarpıp duruyordu.

"Özür dilerim," dedim anında daha sonra da yanaklarına sık sık buseler bıraktım. "Özür dilerim canını acıttığım için."

Elini atıp gözyaşını sildi. "Canımı acıtmadın," dedi. Ama sesinden canı acıdığı belli oluyordu. "Sadece annemden bahsetmek..." Duraksadı, dudaklarını dili ile ıslattıktan sonra devam etti. Gözüm anında dudaklarına kaysa da hemen kendimi frenleyip dikkatle baktım ona. "Öyle işte." Devam edememişti ama belli de etmişti.

"Güneş," derken alnımı biraz daha alnına yasladım. Ela gözleri yeşil gözlerime kitlenmiş kalmıştı. Gözlerimi asla gözlerinden çekmedim. Yüzünün her bir ayrıntısını, ezberime katmak ister gibi baktım. Şükrettim bir kere daha. Onun varlığına, onun benim yanımda var oluşuna bir kez daha şükrettim.

"Ateş Kızı'm..." Huzurla yumdu gözlerini. Ben bir kez daha kapıldım ona. Hislerinin farkında değilken bile ona yavaştan kapılmıştım, şimdi daha fazla kapılmıştım.

Ben, Ateş Kızı'na sevdalanmıştım.

Abayı fena halde yakmıştım.

"Ailen yok mu?" Alnı alnımda iken başımı hafif olumsuz anlamda salladım. "Ailen olurum. Biliyorum. Baban var ama yine de sana aile olurum. Yeter ki benim senin yanında ne olursa olsun olduğumu bil, olur mu?"

Cevap vermedi ama kapalı gözlerinden akan bir damla yaş, cevabını vermiş oldu.

Gözlerim tekrardan dolgun dudaklarına takıldı. Hayır, dedim içimden. Onu korkutmak olmaz.

"Güneş..." dedim bir kez daha. "Hımm?" dedi o da huzurla.

"Özür dilerim."

O an, kendimi onun dudaklarına kapanırken buldum. Evet, onu öpmüştüm.

Dudaklarım, dudaklarının üzerindeydi.

Bir fırtına koptu. O fırtınanın içinde olan denize atladım. Bir yangının içindeydim. Cayır cayır yanıyordum. Sonra biri geliyordu. O fırtınadan kurtarıyor, o denizden beni boğulmadan kurtarıyor, o yangında yanmadan önce beni çekip alıyor. Güneş Ateş'ti o.

Adı gibi güçlü olan Ateş, şimdi adı gibi beni yakıyordu.

Adı gibi ışık olan Güneş, şimdi adı gibi hayatıma ışık ve aydınlık oluyordu.

Yirmi iki yıllık hasret sonunda sona ermişti. Bu saatten sonra ne yaşardık, neler olurdu bilmiyordum ama ben Güneş'e daha fazla geç kalmak istemiyordum.

Dudaklarım sadece onun dudaklarının üzerinde duruyordu. Onun bedeni kasıldığı gibi benim bedenim de aynı anda kasılmıştı. Heyecanla derin bir nefes aldı, benim de onunla aynı anda derin nefes almam bir olmuştu.

Özlemle yanan yüreğim, bugün hasretine son bulmuştu. Güneş benim yanımdaydı. Ben onun yanındaydım. Baş ucumda, yanı başımda, nefesime nefes olacak kadar yakınımda...

Artık hiç bir güç, beni yirmi iki yıldır aradığım kızdan ayıramazdı.

Kader bile.

Bir insan, bir çok kez sever ama bir kez aşık olur, sevdalanırdı. Kalp sadece bir kişiyi seçer onda tutuklu kalırdı. Ruhum, kalbim ve bedenim... Bir tek kişide kaldı, bir tek kişide tutuklu kaldı.

Çocukluğum, gençliğim, her şeyim...

Ben onu bulmaya çalışırken bile, onu ararken bile ve onu görmediğim halde sevdalandığımın farkında bile değildim. Garip, belki korkutucu. Bilemiyordum. Ama ben Güneş'e zarar vermeden, onu görmeden bile seviyordum.

Bazı geceler. Rüyalarıma girer, beni bul diye yalvarırdı bana. Elini uzatır, beklenti içinde bakardı. Burnumda tütüyordu. Fazlasıyla özlüyordum onu.

İlk kucağıma aldığım zaman geldi aklıma. Gözümün önünde, film şeridi gibi geçti gitti.

Müdire, memnuniyetsiz bir şekilde getirmişti beni Güneş'in olduğu odaya. Bir beşik vardı, içinde ise mini minnak bir bebek. Gözleri kapalı, elleri yumru yumru hafif tombul pembiş yanakları...

Öyle bir tatlıydı ki, insanı kendisine hayran bırakıyordu.

Müdire beşiğe eğildi. Güneş'i kucağına aldı. Sonra da dikkatle benim kucağıma bıraktı. "Adı Güneş," dedi sadece. Memnuniyetsiz suratı, yüzünde kalmaya devam ediyordu.

Dört yaşındayım ve kucağımdaki bebeğe severken bile canını incitirim diye korkuyordum.

"Ateş..." diye fısıldamıştım kendi kendime. Neden demiştim bilmiyordum ama ona koyduğum ismi, ta o zaman karar vermiştim aslında.

Kucağımdaki bebek, nefes alıp vermeye başlayınca bir huzura geldim. İçim huzurla doldu, bebeğe fazla hayran kalmıştım. Vücudum ise ona zarar verme korkusu yüzünden tir tir titriyordu.

Bağrıma basmıştım Güneş'i. Sıkı sıkı sarmıştım. "Artık hep yanındayım," diye kulağına fısıldamıştım. "Artık ben varım..."

Ve o günden beri, ben Güneş'in yanında oldum.

Güneş yetimhaneden gidince yetimhanede kalmak için bir sebebim yoktu.

Aras? 

Mevsim?

Onlarda benimle beraber kaçmıştı. Onlarda benimle beraber bir olmuştu.

Şimdi yine yanımda Güneş. İçim yine onu görmem ile huzur dolu. Hasretle yanan yüreğimin yangınına su atıldı. Bitti hasret. Bitti özlem. Artık biz, birdik.

Rüyalarıma giren Güneş, istediğine kavuşmuştu. Beni bul, demişti. Biz ikimizi aynı anda bulduk...

Güneş'in kasılan bedeni yavaşça gevşemeye başladı. Asla karşılık vermez iken rahatsız oldu düşüncesi ile ayrılmaya karar verdim. Kahretsin ki kendimi tutmam gerekti! Ya şimdi kaçarsa benden. Ya benden uzaklaşmak isterse...

Tam çekileceğim vakit, Güneş'in dolgun dudakları dudaklarıma karşılık vermeye başladı. İçimdeki endişe, bir kum tanesi gibi dağılmaya başladığı an sadece dudaklarımız dans etti.

Elim beline gitti. Onun eli de koluma tutundu. Kendime biraz daha çektim onun bedenini. Daha da sarmaladım. Bırakmak istemez gibi sarmaladım.

Üst dudağı, iki dudağımın arasında iken içimde öyle bir his vardı ki... Ne dersem söyleyim anlatamazdım. Kelimelerim, cümlelerim hep kifayetsiz kaldı. Sadece Güneş ve ben vardım. Sadece biz ve dans eden dudaklarımız vardı.

Dudaklarımızın arasındaki dans, daha da harlandı. Daha da yakıcı oldu. Daha fazlası oldu. Aramıza düşen tek bir kıvılcım, bizi kor ateşlere sürüklemeye başladı. İlk başta yavaş olan o öpücük, şimdi hırslanmıştı. Güneş'e daha fazla sokulurken o da daha fazla karşılık verdi bana.

Nefeslerimiz kesildi, ama biz tek nefes olmaya hep devam ettik.

Bu aramızdaki ateşi, kıvılcımı anında söndüren biri oldu. Kıvılcım söndü, kül oldu. Fırtına dindi, kendisin yerini daha beterini aldı. Yangınımızdan kalan tek şey, su taneleri ve kül oldu.

Güneş, dudaklarını aniden dudaklarımdan ayırdığı an bir boşluğa düştüm. Sonu olmayan bir çukura düşer gibi.

Yüzü, utanç pembelerini taşır iken yüzünde bir telaş vardı. Aniden ayağa kalktı. Onun aniden ayağa kalkması, beni korkuttu. Bende bir an hemen ayağa kalktım.

Ayağa hemen kalkması, tökezlemesine sebep olmuştu. Düşmesin diye ona atılmak istedim ama arkaya bir kaç adım geri atarak engel oldu bana.

"Ben..." dedi, yutkundu. Konuşamadı. Boğazını temizledi daha sonra. "Gitmem gerek." Sesi bir fısıltıdan daha kısıktı. Ağzının içinde konuşuyordu. "Ben, ben..." Bir kaç adım daha geriye gitti. "Özür dilerim."

Hemen arkasına döndüğü gibi koşmaya başladı. Odadan çıkmasına izin vermeden kolundan tutup kendims çektim. "Özür dilerim," dedim anında. Gitmesinden korktum. "Özür dilerim. Benim hatamdı gitme ama. Lütfen."

Başını boynuna doğru eğdi. "İçeride Alphan var," dedi. "Ve bir yere gitmiyorum. Sadece aklımı başıma almam lazım." Ve benim bir şey dememe müsade etmeden evden çıkıp gitti.

O sinirle odanın içinde olan bir kuyuya tekme attım. Kutuya attığım tekme, fazla ses çıkarınca dişlerimi sıkarak odayı dağıtmamak için kendimi zor tuttum.

Alphan için sakin ol

Alphan için sakin ol

Alphan için sakin ol...

"Baba, beni bırakma..." Oğlumdan gelen bir mırıltı ile kendimi frenledim ve içeriye koşa gittim. Az önceki olayı hafızamdan silemezdim. Güneş'i öpmem ve onun kaçması... Ama uykusunda beni sayıklayan oğlum için bir kaç dakikalığına da olsa kendime gelmem gerekti.

Ben bir babaydım çünkü.

Sinirlerime hakim olmaya çalışarak oğlunun yanına gittim. Koltukta kıvrılmış, uyuyordu. Ateş Kızı, gitmeden önce üzerine bir örtü örtmüş öyle gitmişti...

"Anne," dedi bu sefer. Her şey üst üste geldiği gibi bu da geldi. Özge'den nefret ediyordum!

Oğlumu yavaşça kucağıma aldım. Anında kafasını boynuma gömdü. Elimi sırtına atıp okşadım, bilincinin iyice uykuya dalmasını sabırla bekledim.

Alphan uykuya iyice daldığını emin olduktan sonra odasına gittim. Yavaşça yatağına yatırdım. Üzerini örtüp seyrettim onu.

İyi ki dediğim bir diğer kişilerden biriydi oğlum...

Telefonu elime aldığım gibi bir kişinin üzerinde kaldım. Aradım anında. Açtı o da anında.

"Her zaman ki mekana gel," dedim. Anladı beni. Kapattı telefonu. Biraz kafayı dağıtmaya ihtiyacım vardı.

Evden çıkmadan önce ise ilk oğlumun saçına bir buse bırakmış sonra da evin önünde bekleyen Aylin'e Alphan'ın başında durması için uyarmıştım...

Elimdeki rakı bardağını dudaklarıma götürüp bir yudum daha içtim. Daha sonra ise masaya bıraktım. Vakit geceydi. Olan olaylar sonrasından vakti ile saatler geçmişti.

"İyi misin?"

Karşımda duran kişinin konuşması ile daldığım düşüncelerden kendime geldim. Ateş'te kalmıştı aklım. En son onu öptüğüm an kaçıp gitmiş, hiç bir şey dememişti.

Tutamamıştım kendimi. Öperken bulmuştum kendimi.

Onu ilk gördüğüm an tanımış, diğer günler ise çoktan vurulmuştum. Yan yana otururken, onunla dans ederken, ona sarılırken ben ona çoktan vurulmuştum. Ben ona çocukluğumda vurulmuştum aslında.

Derin bir soluk bıraktım. "Buldum onu." Tek bu cümle çıktı ağzımdan.

O an şaşırıp kaldı karşımdaki Aras. Gözleri şaşkınlık ile irice açılırken, "Cidden mi?" diye sordu. Beklemiyordu. Biliyordu onu aradığımı ama bilmiyordu bulduğumu.

Onaylar şekilde başımı salladım. "Evet."

Bu an Aras, heyecan ile ayağa kalktı. "Nerede?" derken fazla heyecanlıydı. "Nerede o? Biliyor mu bizi, beni?"

Ayağa kalkıp Aras'ı yerine geri oturttum. Fazla ve fazla heyecanlanmıştı. Ben de ilk böyle olmuştum. İlk gördüğüm an anımsamıştım. Hastanede boynunda bulunan üç dövmeyi gördüğüm an heyecana ve ümide kapılmıştım. Neyse diyorsan hiç konuşma takıntısı beni biraz daha ümide sürüklemişti.

Neyse kelimesine takıntısı vardı. Neyse diyip cümleleri geçiştirdiğim an kaşlarını çatar kendi çapında sinirli ama benim gözümde tatlı olur ve bağırıp çağırırdı bana.

"Neyse diyorsan hiç konuşma!"

Kelimesi, kulağımda bir anda çınlarken kendi kendime gülümsedim. Hiç sevmezdi. Garip hatta çok garip takıntıları vardı. Bir insanın neyse kelimesine takıntısı olur muydu? Onun vardı işte. Neyse kelimesinden hiç hoşlanmazdı. Bende ona inat kelimelerimi hep neyse ile bitirirdim. Sonumuz ise kavga en sonda ise beraber oyun oynama ile bitiyordu.

Dansta ise kolunda gördüğüm dövme, artık tamamen emin olmamı sağlamıştı. Sözünü tutmuştu bana. Hiç silmeyeceğim, demişti. Silinmesine asla izin vermemişti.

O da aynı benim gibi, çocukluğumuzun simgesini taşıyordu.

O, kolundan benim çizdiğim anıyı simgeleştirdi

Bende onun benim koluma çizdiği anıyı.

"Çok yakınımızda olan biri." Aras'ın heyecanına karşı ben çok sakindim. O da benim hâlimi düşünmeden Ateş'i bulduğumuzun sevincini yaşıyordu.

"Kim o zaman, söylesene!"

"Öptüm onu," dedim sorusuna cevapsız. Kaşları hafiften çatılırken dediklerimi sindirmeye çalışıyordu. Garip bir yüz ifadesine bürünmüştü. Her olan şeyi üst üste pat diye söyleyince, hiç sinderemedi tabii

"Oğlum, ne diyorsun lan sen?" Kaşları çatık, ağzı şaşkınlıktan hafif açık iken ağzının içinde mırılandı. "Şoktan bayılıp kalacağım şimdi."

Bir şey demeden rakı bardağımdan bir yudum daha aldım. "Güneş..." dedim sadece.

"Evet, diğer adı Güneş'ti ama öpme konusu ne?"

Göz devirdim onun bu haline. Doğrusu böyle konuşmakta da haklıydı.

"Bizim Güneş Ateş, Alphan'ın öğretmeni olan Güneş..."

O an Aras, daha fazla şok oldu. Aniden ayağa kalkıp masayı hafif sallandırdığında, "Hassiktir!" dedi. "Ciddi misin lan sen?"

O da inanamadı. İlk gördüğüm an bende inanamadım ama oydu işte. Bizim Ateş Kızı'mızdı.

Derin nefes alıp vermeye başladı Aras. Daha sonra elini yüzüne atıp sıvazladı. "Gözümüzün..." dedi. Kelimeler şaşkınkık yüzünden ancak çıkıyordu ağzından. Boğazının düğüm düğüm olduğunu hissediyor ve anlıyordum. "Gözümüzün önündeymiş. Hem de uzun zamandır..."

Gözleri sızladı ama ağlayamadı. Gözlerindeki hasret, yüzüne yansır iken, "Nasıl?" dedi kendi kendine. "Nasıl anlayamadık?" Sonra da bana baktı. "Ya sen?" derken kelimeleri hep fısıltı ve acılı hâlinde çıkıyordu. "Ya sen nasıl anlamadın? En çok sen bilirdin onu halbuki." Sonra da aklına bir şey gelmiş gibi yüzünün anında rengi attı. "Lan sen öptüm dedin ya kızı!"

Ruh hali, dediklerimin üzerine üst üste değişirken çok garip bir hâle almıştı. "Sen, ne yaptın olum?"

Bu sefer yüzünü sıvazlama sırası bendeydi. Yüzümü sıvazlarken kendime gelmeye çalışıyordum. O sırada ise gözümün önüne Güneş'in bir saat önceki hâlleri geldi. Öptüğüm an ilk donuklaşması, sonra hafif karşılık vermesi. Daha sonra da utandığı için mi yoksa daha hâlâ şokta olduğu için mi bilmem kaçması.

Kaçsın. İstediği kadar kaçsın, her zaman peşinden koşmasını bilirdim. Benden kaçabilirdi ama benden gidemezdi. Buna bir kez daha izin vermezdim.

"Başımda bağırıp durma." Daha fazla bağırmaya devam ederse kaş göz dalacaktım ona. Zaten canım sıkkındı. Sorularıyla olsun, bağırmalarıyla olsun üstüme üstüme geliyordu.

"Ya kes sesini!" O da anında bana karşılık verirken iki yakamdan tuttuğu gibi sarsmaya başladı. "Kızı öptüm derken ne yaptın, şerefsiz! Lan yirmi iki sene boyunca o kızı aradık lan biz! Ne yaptın kıza!"

Dayanamadım o an. Benim Güneş'e ya da herhangi bir kıza zorla bir şey yapmayacağımı biliyordu. Bir kızı bir insanı bile bile isteye isteye incitmeyeceğimi biliyordu ama dediği gibi yirmi iki yıl boyunca aradığımız kız konu ise, hepimizde akar sular duruyordu.

O da öptüğümü öğrenince aklına başka şeyler gelmiş olacak ki, beni suçlamaya başlamıştı.

Elim, yüzüne yumruk olarak giderken, "Kes sesini, Ömer!" diye bağırdım kontrol dışı.

Ömer.

Aras Ömer Akay.

Yetimhanede benimle beraber büyüyen, Arda ile beraber benimle askerlik eğitimi gören kişi Aras Ömer Akay'dı.

Beraber olduğumuz zaman ona her zaman Aras derdim. Beraber olduğumuz zaman çocukluğumuza giderdik. O bana Sancak, ben ona Aras derdim. Ama sinirlendiğim zaman kontrolüm benim elimden çıkıyordu.

Mekanın dış bahçesinde olduğumuz için bizi gören ve duyan yoktu. Aras'ın yakasından tuttuğum gibi bu sefer ben sarstım onu. "Bunca senedir onu görmediğim hâlde ona sevdalandığımı, onu aradığımı biliyordun!" Biraz daha sert salladım bu sefer. "Lan ben onun saç teline kıyamıyorum! Bile bile zarar verir miyim! At o kafandaki sik düşünceleri!"

Yakasından sertçe geriye ittiğimde ellerimi yakısından çekmiştim. Derin nefes alıp verirken o da kendisine gelmeye çalışıyordu.

"Öptüm dedin..." dedi derin nefes alıp verişlerin arasından. "Aklıma bambaşka şeyler geldi lan."

"Öpmek kelimesinden aklına ne gelebilir lan!"

"Ne bileyim!" dedi o da aynı anda yükselerek. Daha sonra da derin bir nefes verip, masada duran rakısından bir yudum aldı. "Ateş, Alphan'ın öğretmeni Güneş dedin! Onu öptüm dedin! O, şu, bu derken kafam karman çorman oldu."

Masaya geri oturdum, başımı ellerimin içine aldım. Ne yapacağım, ne edeceğim hakkında hiç bir fikrim yoktu.

Ruhu çökmüş bir insan, çaresizlik duygusunun en dibine kadar yaşardı. Ruhum çökmemişti ama olan olaylar, ruhumu çökertmeye tam yakındı. Çaresizliğin en dibini yaşıyordum ve elim kolum bağlıydı. En son Özge bizi terk ettiği an yaşamıştım bu duyguyu. Alphan anne diye yalvarırken ben çaresizlikten ölme raddesine gelmiştim resmen.

Oğlum canı çıkasıya kadar ağlıyordu ve ben hiç bir şey yapamıyordum.

"Bizi biliyor mu?" dedi Aras, düşüncelerimin arasına girerek. Eğdiğim başımı kaldırdım. Onaylar şekilde başımı salladım. "Beni biliyor bir tek. Senden bahsetmedim."

Alay edercesine dudağının bir köşesi kıvrıldı. "Öpmekten fırsat bulamadın yani."

"Geliyor ikinci yumruk," dedim dişlerimin arasından. Bazen o kadar sinir bozucu bir it oluyordu ki, boğmamak için zor tutuyordum kendimi. Zaten olan olaylar yüzünden başımdan dertten eksik. Bir de o geliyordu üzerime.

"Tamam bir şey demedim." Tekrardan rakısından bir yudum daha alırken yutkundu. "Şimdi. İlk önce bir olayları toparlayalım. Benim de kafa karışıklığım bir gitsin."

Buyur anlamında kafa işareti yaptım.

"Şimdi. Sen ilk öncelikle Güneş'e Sancak olduğunu itiraf ettin daha sonra da onu öptün." Öyle mi? der gibi suratıma baktı.

Yine baş işareti ile onu onayladım.

"Neresinden öptün diyeceğim şimdi ama bu kadar dertli ve sıkıntılı olduğuna göre sormama gerek yok." Düşünür gibi olduktan sonra cümlelerine ek getirmeye devam etti. "Neden öptün peki?"

"Tutmadım kendimi..."

"Sevdalısın, değil mi ona?" Buruk bir gülümseme oldu yüzünde. "Her yerde onu ararken bile aslında bir tek sen onu seviyordun ama farkında değildin. Şimdi onu bulunca duyguların ağır bastı. Tutamadın kendini. Peki o ne tepki verdi? "

"İlk önce karşılık verdi." O anı tekrardan yaşıyormuşum gibi olunca gülümsedim belli belirsiz. "Sonra da benden özür dileyip kaçtı."

"Kaçarken bir şey dedi mi?"

"Kafamı toparlamam gerek dedi." Alay edercesine güldüm bu sefer. Ruh halim ciddi manada berbattı. "Alphan'ı banane etti. Kabul sayılır mı?"

Omuz silkeledi. "Sen karar ver orasını. Kaçmasına izin verdin mi?"

İzin vermiştim. Hatta o izin vermemi sağlamıştı. Öptüğüm için rahatsız mı oldu, hoşlandı mı zırnık bir şey bilmeden beni cevapsız sorularım ile öylece bırakıp gitmişti. Hak veriyordum. Beni öğrenmesi ile birlikte sevdamı öğrenmesi bir oldu. Cabası öpmem de öyle. Kafaso karman çormandı. Tabii ki de toparlaması gerekiyordu. Ama şuan içim yine öyle korku doluydu ki, ne yapacağımı bbilmiyordum.

Benden korktu mu?

Benden hoşlandı mı?

Yoksa onu öptüğüm için beni bir iğrenç herifin teki olarak gördü mü?

Ben bir hata yaptım da ondan mı benden kaçtı?

Ne yaptım?

Sorular aklımda kazan gibi dönüyordu. Tüm sorularımın cevapları da Güneş'teydi ama o sorularımı cevaplamak yerine kaçmayı tercih etmişti. Bende sorularım ile öylece yapayalnız kaldım.

"Sessiz kaldığına göre izin vermişsin."

"Hıhım," diye sessizce onayladım onu.

"Kaybetmek istemiyorsun da."

"Asla."

"O zaman neden burada zıkkımlanacağına onun yanında olmuyorsun?"

Kaşlarım dedikleri yüzünden çatıldı. Ben bu adama kız benden kaçtı diyordum o bana neden buradasın diyordu. Şaka mı bu it?

"Lan kızı öptüm, kaçtı gitti diyorum. Götünle mi dinliyorsun."

"En son senden kaçtığı zaman 22 yıl kayıp oldu ama."

İşte bu son kelimesi, öküz gibi yüreğime oturmuştu.

Gitmeden önce onunla konuşmuştum ama ikna olmamıştı. Sonra da benden kaçmış, bir daha da ona kavuşamamıştım. Benden kaçtığı gibi o gün evlatlık verilmişti. Evet, evlatlık verileceğini biliyordum hatta evlatlık alan aileyi özellikle ben Arda'dan istemiştim ama benden kaçıp benimle vedalaşmaması koymuştu bana.

Zaten o gittikten sonra bende kaçmıştım yetimhaneden.

"Sikeyim!" diye küfrettim dişlerimin arasından. Aras ise bilmiş yüz edası ile bana bakıyordu. "Senin haklı çıkmandan nefret ediyorum, it!"

Alay etti benimle ve mekanın dış kapısını gösterdi. Olduğumuz yer, mekanın bahçesiydi ama arka tarafta bulunuyordu. Ve giriş kapısı ise, mekanın içindeydi.

"Ben bir yirmi iki yıl daha katlanırım diyorsan, beklemeye devam et."

Haklıydı. Onun yanına olmam lazımdı. Kafasını toparlayacaksa bile ben onun yanında iken toparlasın. Ben bir kez daha yirmi iki yıla katlamamazdım. Otuz yaşında bir adamdım zaten!

"Askeriye de sana Ömer olarak ceza vermek için sabırsızlanıyorum. Bunu da bil, olur mu Aras bey?"

Omuz silkeledi yine. "Cezalarınıza alışığım, komutanım."

Telefondan Güneş'i hemen aradım. O da bir iki çalış sonrası açmıştı. "Pars, ben sana ne dedim..." demişti ki benim keskin lafım onun sözlerini kesti. "Bana konumunu at."

Şaşırmış olmalı ki bi yarım saniye duraksadı. Sonra da devam etti. "Ne diyorsun sen?"

Sabırla derin bir nefes alıp verdim. "Olduğun evinin konumunu at!"

"Saçmalama-"

"Konumu atmazsan eğer askeriyeden bulmam bir saniyemi almaz, Ateş Kızı. Şimdi güzellikle senden rica ediyorum. O konumunu bana at, lütfen."

Pes eder gibi derin bir nefes verdi o da. "Atıyorum," dedikten sonra telefonu suratıma kapattı.

Telefondaki konum geldiği gibi arabama atladım.

Bu saatten sonra asla pes etmek yoktu. Ne onu bırakmak vardı ne de pes etmek. Ben asker bir adamdım. Bunu dile getirmeyi seviyordum ama bugün varsan yarın yoktum. Güneş'i yirmi iki yıl aradım. Yine olsa yine arardım. Ama daha fazla vaktimiz yoktu. Allah'ın bir ıssız dağ başında başıma ne gelir bilemezdim.

Benim için hayatım çok kısaydı.

Kısa ve vakitli.

Bu kısa ve vakitli olan hayatımda Güneş'i kaybetmek istemiyordum. Kaçsın. Kaçmaya devam etsin. Sonuna kadar onu kovalamaya devam ederdim.

Ama bir kez kaybettiğim kızı, bir daha kaybetmeye niyetim asla yoktu.

Bölüm hakkında düşünceleriniz.

First kiss geldi.

Evet üstte dediğim gibi araları çok hızlı oldu ama kitap sezon finalinden sonra ek sahneler ekleyerek aralarındaki hıza denge katacağım. 17 bölüm oldu ve bazı bölümlerim oldukça kısa. 20.bölüme yakınız ve sizlerde haklısınız ki bunların araları olmalıydı artık. Ondan biraz aceleye geldi ama dediğim gibi onlara ek sahne gelecek.

Aras Ömer Akay hakkında düşünceleriniz bakalım?

Mevsim kuşum?

Diğer bölümde görüşmek üzereeee.

Bölüm : 04.06.2025 13:17 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...