18. Bölüm

18. Bölüm

Elifnur
senfoniyazar

 

Selamm.

 

Biliyorum uzun zamandır yoktum ama ancak yazabildim. Şuanlık kitabı buradan silmiyorum. Merak etmeyin.

 

Ama desteğinizi de istiyorum lütfen. Yorumlarınızı kesinlikle bu bölümde bekliyorum.

 

instagram:Senfoniiyazar

 

Tiktok: senfoniyazar

 

İyi okumalar!

Sevmek. Her hücrene o kişiyi doldurmak demek.

Sevda... Her hücrende onu hissetmek demek.

Selim, her hücresini Bensu ile doldurdu.

Selin, her hücresinde Bensu'yu hissetti.

Seviyordu.

Sevdalıydı.

Bensu, elindeki bulunan kağıttaki şiire hayranlıkla okur iken kalbi bir kez daha Selim için çarptı.

Selim onun için şiir yazmıştı.

Ve şimdi de Bensu, aşk ve sevda ile yazılan her satırı aşk ve sevda ile okuyordu.

"Selim," dedi dilinden çıkan hayranlık ile. Ciddi manada şiire bayılmıştı. Selim çok güzel yazmıştı. "Çok güzel bu."

Selim ise, kollarını göğsünde toplamış omzunu kitaplıklara yaslayarak Bensu'yu izliyordu. Bir kütüphanedeydiler. Bensu şiir okumaya bayılan bir kadındı ve Selim, şiir okumaya bayılan bir kadın için ona yazılmış şiiri burada okutmanın daha iyi olabilceğini düşünmüştü.

Aşık olduğu kitaplar ve aşık olduğu adamın kendisine ait yazdığı şiir.

Kim istemez ki?

Selim bunu gösteriş veya da şov olsun diye yapmıyordu. Sevdalısı mutlu olsun diye, sevdalısı yüzündeki gülümsemesini silmesin diye yapıyordu. Ne yapıyorsa da, hep Bensu mutlu olsun diye yapıyordu ya zaten.

"Emin ol, senin kadar güzel değil."

Bensu şımardı. Selim'in yanında çocuk olmayı, şımarmayı çok seviyordu. Selim'in yanında istediği gibi takılıyor, rahat oluyordu. Eşiydi ne de olsa. Ama bazen insan bir yerde eşi de olsa çekinirdi ya, o hesap işte. Bensu, hiçbir konu da çekinmiyordu işte. Tek bir yerde çekinmiş, hatta ona çekinmek değil boğazı düğüm düğüm olmuş konuşamamıştı.

Karsu'ya hamile olduğunu ilk öğrendiği gün ve Selim'e söylediği gün.

Şimdi altı aylık hamileydi Bensu. Karnı oldukça şiş, çipil çipil geziyordu ortalıkta.

Bensu, şımarmanın ardından utandı da. Hormonlar bazen ters tepki yapabiliyordu ve Bensu, bu utanmanın ardından hafif gözleri dolmuştu bile. Selim fark etti. Gülümsedi.

Çocukları olmuyor diye Bensu'yu kaç defa ağlarken görmüştü. İçi acımış, Allah'a çok kez dua etmişlerdi. Olmamıştı ama onlar yine de ümidi kesmediler ve adı gibi hayatlarına güneş olan Güneş'i bulmuşlardı.

Ve şimdi de Bensu hamile iken, hayatlarına bir evlat daha katılmışlardı.

"Yine doldu o gözlerin," derken Selim, yaslandığı yerden doğruldu ve karısına doğru adımlarını attı. Bensu'nun şiş karnı izin verdiği kadarıyla sarıldı karısına. "Ağla diye yapmadım ama ben bunu."

Burnunu çekti Bensu. "Elimde değil," derken oldukça nazlıydı. "Kızın sayesinde oluyor bunlar."

Kıkırdadı Selim ve elini karısının şiş karnına yasladı. Kızı babasını hissetmiş gibi anında tekme atmıştı.

"Yine seni hissetti," dedi Bensu, hayranlık ile Selim'i izlerken.

Selim ise hafif yere çömeldi ve karısının karnına bir buse bıraktı. Kızı yine hissetmiş gibi ikinci kez tekmeyi atmıştı. Bu durum ikisinin yüzünde çok ama çok huzurlu bir gülümsemeye mani oldu.

"Babacı olacak benim kızım," dedi Selim, elini karısının karnından hiç ayırmaz iken.

Bensu hafif somurttu. "Oh, Güneş babacı olsun Karsu babacı olsun. Ne ala." Adını çoktan karar vermişlerdi. Karsu. Karsu ismi belki de kulağa garip geliyordu ama onlar bu isimi karar kılmışlardı.

"Alınma, Güzelim. Güneş'de babacı ama sana da çok yakın."

"Hayır, öyle değil," dedi anında Bensu'da. Hissediyordu. "Bilmiyorum, çok saçma gelecek belki sana ama Karsu şuan sana tepki verse bile anneci olacak gibi geliyor."

"Hmm," dedi ilgi ile Selim. Bensu'nun saçlarından bir tutam alıp, okşadı. "O hisleri tam olarak anlat bakalım. Babası olarak bende bileyim."

Bensu'da diğer elini, karnındaki sevdiği adamın elinin üzerine koydu. İkisi de bebeklerine yaslanmıştı. "Karsu hep benden taraf olur gibi geliyor. Yani ne yaşanırsa yaşansın hep anne diyecek bir his var. Güneş için de tam tersi. Ne yaşanırsa yaşansın hep baba diyecek."

"Taraf tutma?"

"Hayır." Bensu anında reddetti. "Taraf tutmazlar. Yani bebeklerimiz, taraf tutup bize ihanet etmez ancak anne baba sevgileri biraz daha ön plana çıkacak gibi."

Selim bu konuda pek düşünmek istemedi ama Bensu'yu da ilgiyle dinledi. Karısı hislerinde her zaman haklı olan biriydi. Genellikle gerçek olurdu.

Karısına uydu, dudak büzdü hayretle. "Sen öyle diyorsan güzelim. Yandık biz. Kızımız anneci çıktı. Kırıldım şahsen."

Yandan bir bakış attı bu sefer de Bensu. "Güneş babacı zaten. Bırak da Karsu'da anneci olsun. Ne bu kıskançlık yani?"

"Kıskançlık demeyelim de bebeklerime fazla bağımlılık diyelim."

"Sen bağlısın da biz bağlı değil miyiz acaba?"

"Öyle bir şey mi dedim ben, güzelim," dedikten sonra Bensu'nun altın saçlarına bir buse bıraktı. "Seni çok seviyorum, Bensu," dedi bir anda Selim. İçinden gelen Bensu'ya karşı hissettiği duygular her gün artmaktaydı. İçi içine sığmıyordu Bensu ve aşkı. Ailesi...

"Bende seni seviyorum," dedi Bensu'da duygulu ve gözleri, hâlâ elinde duran kocasının yazdığı şiirde iken. "Bende seni çok seviyorum."

 

Mazide kalmaz bu sevgi,

Yüreğimin en güzel şiiri.

Edebi aşkım,

Edebi sevdam.

 

Kır bahçemin en güzel çiçeği,

Kır yüreğimin en güzel baharı.

Sen sevgisin,

Sen gönlümün evisin.

 

Gözlerin gözlerime değer,

Aşkım ve sevdam göklere sığar.

Aşk sadece gözlerin değil,

Aşk sadece sen.

 

Seviyorum seni,

Sevdalayım sana.

Sadece mazide değil,

Sadece bir ömür.

 

 

Kaçmak?

Sadece canın tehlikede iken mi kaçardın yoksa aşktan mı?

Sadece aşktan mı kaçardın yoksa gerçeklerden mi?

Ben kaçıyordum. Hem gerçeklerden hem de aşktan.

Aşk, hayatını bir anda toz pembeye dönüştüren yalancı sonbahardı.

Yalancıydı çünkü karşındaki de yaland

Toz pembeydi çünkü yaşattıkları da toz pembeydi

Peki ya, gerçekler?

İnsan, acıtan gerçeklere hep kör olmak ister. Canını acıtır, ağlatır, ölmeni ister. Ama gerçek, gerçektir. Asıl hayattır. Asıl yaşamdır.

Gerçekler can acıtsa da aslında kaderindir.

Bir insan kaderine ne zaman boyun eğebilmişki, sen eğilebilsin.

Bende kaçıyordum işte. Yine aşktan, yine gerçeklerden.

Ama gerçekler, boynuma dolanmış kader urganıydı.

Boğar, öldürür belki de yaşama bağlar.

Pars'tan kaçtım, çünkü oğlu vardı.

Sancak'tan kaçtım, çünkü utandım.

Pars ve Sancak asla aynı kişiler değildi, bunu farkında varmıştım.

Sancak beni hep bekleyeceğini söylerken Pars, bir evlada sahip olmuştu.

Bu asla kızma noktam değildi. Asla. Arada yirmi iki yıl vardı ve bu yirmi iki yıl içinde, illa ki biri olurdu hayatında.

Konu bana yalan söylemesi.

Konu, bana seni bekledim diyip dakikalar sonrası oğluna koşmasıydı.

Bu beklemek değildi işte. Yalancı sonbaharı yaşıyordum. Bana seni hep aradım dediğinde inandım. Seni bulmak için çabaladım dediğinde yine inandım ama içeride oğlu uyurken bana seni bekledim demesine inanamazdım

Kaçma noktam da tam buydu.

Yalancı sonbahar tam buydu.

Aklım başıma gelmemişti o an. O beni öptüğü an tüm dünya durmuş, her şey sıfırlanmış ve sadece biz vardık. Ama sonra gerçekler suratıma tokat gibi çarptı.

Yanlıştı belki de.

Bilemiyordum.

Derin bir nefes verdim ve yanı başımdaki Senem'e bir bakış attım. Onun masmavi gözleri ise, bana her şeyi anlat diye bağırıyordu.

Koltukta yan yana oturur iken hafif yerimde doğruldum ve dizlerine yattım. Onun elleri ise, anında saçlarımı buldu.

"Pars..." diyebildim sadece.

"Evet."

"Sancak oymuş."

Mavi harelerinde ufak bir şaşkınlık sezdim. Her seferinde anlatırdım Sancak'a ona. Usanmadan, bıkmadan dinlerdi beni. Onun beni bulacağını veya da benim onu bulacağımı bilir ve destek verirdi bana. O günün geldiğine şaşırmıştı. Sonra hemen yüz ifadesini düzeltti. Yine, "Evet," diyerek devam etmemi istedi. Gözleri her ne kadar anlat dese de beni sıkmamak için hemen konuşmayı bitirecek ifadesi de vardı.

"Alphan'ı evine götürdüğümde yanında Aylin vardı."

Kaşları hafiften çatıldı. "Şu, timde olan kızdı, değil mi?"

"Evet," diyerek onayladım. "Pars ile bir şey konuşuyorlardı. Sonra ben girdim. Aylin..." Aklıma gelen görüntüler ile bir kez daha titredim. Hatırlamak ürkütmeşti beni. "Orada kriz geçirdim işte."

"Sen iyi misin?" Senem'in anında telaşlı sesi, buruk bir gülümsememe sebep oldu. "İyiyim."

Devam ettim sözlerime daha sonra. "Beni sakinleştirmek isterken kolundaki yarayı kanattım. Pansuman yaparken de fark ettim." Yutkundum. "Onun Sancak olduğunu."

"Nereden anladın peki? Yani yarası ile alakası ne?"

"Küçükken, koluna bir güneş çizmiştim. Adım diye. Altına ise pek yazamamıştım ama ateş yazmaya çalıştım. Onun aynısını dövme yaptırmış. Oradan."

"Senin gibi yani."

"Benim gibi."

O dövmeyi, onun koluna bıraktığım çizimi aynı yerde görünce her şey benim için durmuştu aslında. Geçmişe gitmiştim, tüm yaşadığımız her şey gözümün önünde dün gibi geçti gitti. Beklemiyordum. Asla beklemiyordum.

Pars beni tanımış iken ben onu tanıyamamıştım. Belki de onunla Sancak olarak böyle tanışmayı beklemiyordum. Bu yüzden tanıyamadım Pars'ı.

"Güneş..." diye fısıldadı Senem. "Pars'ın bir oğlu var."

Vardı.

İşte en çaresiz kaldığım nokta ise buydu.

"Biliyorum." Sadece bu işte. Ne dersen diyeyim durum değişmiyordu. Bir şey desem, değişeceğini bilsem anında iki dudağımın arasından her şey dökülürdü ama imkanı yoktu işte. Hiç bir kelime, olayları değiştiremezdi.

Hiçbir kelime, Pars'ın oğlu olduğunu değiştiremezdi.

"Ne yapacaksın peki?"

Senem'in sorusu, beni kendime getirir iken her zaman aklımda dönen soru, yine beynime kazındı. Ne yapacaktım?

"Yine bilmiyorum." Sıkıntılı bir şekilde nefes verdim. Kalbim acıyordu. Amansız bir şekilde hemde. "Gitsem, oğlu var ve etik bir durum değil. Gitmesem çocukluğum ağlıyor. Ne yapacağım, gerçekten bilmiyorum."

"Konu etik falan değil bence." Ona sorgular bir şekilde ifade bakışı attım. O da anladı ve hemen açıklamaya başladı. "Yani, şimdi ben kaç kere gördüm öğrencisinin velisi ile aşk yaşayanları. Kulağa belki biraz garip geliyor ama bu durumu iğrenç şekillerde kullanılmadığı süreç normal."

(Dip not: Bu konuyu araştırdım. Öğretmen-veli romantik ilişkisini. Veli ve öğretmen arasında romantik ilişki, öğrenciye zarar vermediği süreç veya da öğretmenin ilişki yaşadığı velinin çocuğunu diğer öğrenciler tarafından sırf velisi ile ilişkim var diye ayrım yapmadığı süreç bu durum normaldir. Öğretmenin, görev yaptığı okulunun müdürüne bu durumu bildirmeli veya da sadece kendisi bir okulda öğretmen olarak bulunuyorsa -ki Güneş'in durumu bu- profesyonel sınırı korumalı. Yani iş içinde iken mesleki deformasyonunu korumalı, iş içinde değil iken de öğrenciyi zarar vermeden ilişkisini yaşayabilmeli.)

"Bilmiyorum Senem," dedim, kaçıncı kez bilmiyorum dediğimi bilmeden. "Sıkışmış hissediyorum kendimi. Kaçmak, bir daha bunları yaşamak istemiyorum ama benim çocukluğum o. Ben ona karşı hissettiğim duygular yüzünden Sancak'a ihanet ediyormuşum gibi hissediyordum ama Sancak oymuş."

"Güzelim, o zaman tam derdin ne? Etik konusu da değil."

"Bana, seni bekledim, dedi Senem. Seni hep bekledim dedi ama ondan sonrasında ise çocuğuna koştu."

Senem ilk başta ne diyeceğini bilemedi. Onda da aynı benim gibi kelimeler tükendi. Boğazı düğümlendi. Daha sonra ne diyeceğini bulmuş gibi konuşmaya başladı. "Koskocaman 22 yıldan bahsediyoruz, Güneş. Evet, sana seni bekledim demesi komedi gibi bir şey olmuş ama hâlâ seni hatırlıyorsa, senden kalan izleri hep taşıyorsa içinde bir yerde kazılı kalmışsın demek ki."

"Bir insan sonuçta Pars. İlla ki bir gecesi, bir hatası olmuştur. Yine diyorum. Çocuğu olduğu halde seni bekledim demesi çok yanlış ama gerçeklerden de kaçamazsın ki. Hayat bu. Seni cidden beklemiştir ama tek gece hayatı da bunlara sebep olmuştur."

Öyleydi zaten. Hayat bu. Gerçekler bu. Hiç bir şekilde kaçamazdın. Tutsak etmez istesen kader elini atardı, yine aynı boşluğa düşerdin. Çabala, uğraş ama yine aynı nokta yine aynı sonuç. Şimdi ben ise ne yaparsam yapayım değiştiremezdim bu durumu.

Bir mucize, bir yalan hayat olması gerekti. Herşeyin sonu olmak için. Her şeyi sıfırdan almak için. Her şeyin yalan olduğunu ispatlamak için.

Bu sırada ise telefonum çalmaya başlamıştı. Uzanıp telefonumu alıp baktığımda, arayanın Pars olduğunu görmüştüm. Yutkundum. Açmak istemedim. Yine kaçmak istedim.

Senem'de fark etmiş olacak ki göz kırptı maviş gözleri ile. "Aç," dedi sadece. "Kaç, kaç,kaç. Nereye kadar gider ki bu durum?"

Telefonu açtığım an Pars'ın öfkeli ama aynı zamanda da kararlı sesini duydum. Evin konumunu istemiş ve yanıma geleceğini söylemişti. İstemedim yine. Ama öyle olmadı işte. Kendimi evin konumunu verirken ve kabul ederken buldum.

Pars ile konuşmamızın ardından yine telefonum çaldı. Yine Pars diye düşündüm ama yanılmıştım.

Cesur arıyor...

Kendisi ile en son, onların evinde yediğimiz yemek de görmüştüm. O günden beri de görüşmemiştik. Neden aradığını bilmesem de açtım.

"Alo," dedi anında, ben telefonu açar açmaz.

"Alo," dedim bende karşılık.

"Şey, kusura bakma rahatsız ettim seni akşam akşam ama bir şey konuşmam gerek seninle." Böyle demesi ile bedenime ister istemez merak duygusu sarmaya başlamıştı bile. Cesur akşam vakti benimle ne konuşmak isterdi ki?

"Yok, estağfurullah. Önemli değil." Kibar bir şekilde konuşmaya devam ettim. "Ne konu hakkında konuşmak istiyordun benimle?"

Sıkıntılı bir şekilde derin nefes veriş sesini duydum. "Aslında..." dedi ve biraz duraksadı. Sanki bu konu hakkında konuşmakta zorlanıyor gibiydi. "Tam telefonda konuşulacak bir konu değil ama yüz yüze geldiğimiz an da nasıl söylerim bilmiyorum."

Şuan konuşmaya çalışıyor değil beni daha fazla meraklandırmaya başlıyordu ki başarılı da. Daha fazla merak ederken, "Cesur, ağzının içinde gevelemesen mi?" dedim. Biraz sert ya da tepkili olabilirdi ama hemen söylemesini istiyordum. "Benimle alakalı falan mı?"

"Sayılır," dedi. "Ağzımda gevelemek değil aslında. Sadece söyleyemiyorum. Zorlanıyorum."

Benim hakkımda olan bir şey, nasıl olurda onu bu kadar zorlardı, anlamıyordum.

"Lütfen zorlanma o zaman." Sesim daha ılımlı ve sakin çıkmıştı. Konuyu uzatması merak duygumu harlarken Cesur'a kızmam ya da tepki vermem olayları değiştirmeyecekti. O yüzden daha ılımlı oluyordum. "Söyler misin artık?"

"Öz-" demişti ki arkasından gelen gürültü bir ses, Cesur'un konuşmasına mani oldu. "Cesur!"

Telefon kulağımda hâlâ yaslıydı. "Cesur," diye seslendim ona karşı ama Cesur'un arkasındaki ses daha baskın daha öfkeli geliyordu. Ve Cesur'un sesini kesiyordu. "Öldürürüm seni, Cesur!"

Ne diyordu bu adam böyle?

Cesur'da sanki beni unutmuş gibi konuşuyordu diğer kişi ile. "Bir devlete çalışan askeri öldürmek kolay mı olur sence?"

Soluksuz onları dinlerken de aynı anda da Cesur için telaşlanmıştım. Başı dertte gibiydi ama fazlasıyla soğuk kanlıydı. Benimle alakalı olan bir şey yüzünden tehdit ediliyordu. Ne dönüyordu bilmiyorum ama beni fazlasıyla telaşlandırmaya başlamıştı bile.

"Yapmayacaksın o hatayı. Her şey günü geldiğinde."

"O gün ne zaman lan!" Cesur bir anda patlamıştı karşıdaki kişiye. "Yeter lan! Ben onun gibi yapmayacağım bunu! Gözünün içine bakmasam bile yüreğim ondan bir şey saklamaya dayamıyor! Söyle o günü bana da yüreğimin acısı dinsin!"

Derin nefes alıp verip kendimi sakinleştirmeye çalışıyordum ama olmuyordu. Bir şey dönüyordu. Belki de korkunç şeyler dönüyordu. Hem de benim etrafımda.

Birisi benim hakkımda bir şey saklıyordu.

Cesur bu kişiyi, ve benden saklanan bir şeyi biliyordu.

Benden ne saklanıyordu?

Benden saklananı benim hayatımda bilen kişi kimdi?

"Cesur..." dedim sesim korku dolu iken. Korkmaya başlamıştım. Hem de fazlasıyla. "Ne oluyor?"

"Güneş..." dedi o da fısıltı ile. "Özür dilerim." Demesi ile telefonun kapanması bir oldu. Hayır, kapatmaması gerekiyordu!

Telaşla kapanan numarayı tekrar tekrar aramaya başladım ama hep meşgul attı. Senem ise fark etti. Telaşlı ve korku dolu yüzüm onu da endişeli hâle sokarken, "Güneş," dedi. "Ne oldu?"

"Cesur," diyebildim sadece. "Bir şeyler var, Senem." Aynı anda hem Senem ile konuşuyor hem de Cesur'u arıyordum. Yine de hep aynı sonuç. Meşgul ve açılmayan telefon.

O sırada ise Cesur'dan bir mesaj gelince hiç bekletmeden mesaj kutusuna girdim ve mesaja baktım.

Cesur: Biliyorum, Güneş. Seni hem korkuttum hem de meraklandırdım. Sana söz veriyorum, yakın zamanda anlatacağım. Ama şuan müsait değilim.

Güneş: Arkadaki adam peki? Öldürürüm seni falan diyordu. Cesur, bana yalan söyleme lütfen.

Cesur: Yalan söylemiyorum. Sadece şuan değil ve iyiyim. Arkadaki kişi sadece her zaman laf ile atak yapar bir şey yapmaz yani merak etme.

Güneş: Bana anlatman gerek, Cesur. Benim hakkımda ne biliyorsun?

(Görüldü.)

Sinirle oflayıp telefonu bir kenara attım. İçim hem merak hem de korku dolu iken Cesur'un benim hakkımda ne bileceği dönüyordu. Cesur annemi ve dedemi biliyordu. Yani en azından ailem ile içli dışlıydı.

Bunun yüzünden bir şey biliyor olabilirdi Ama ne? Cesur'un bildiğini benden saklayan biri de vardı yakınımda. O da kim?

Babam?

Babam bana böyle bir şey asla yapmaz. Kızıydım ben onun. İnsan evladının canını bile bile yakmazki.

Doğrusu Cesur'un bana ne söyleyeceğini bilmiyordum ama canımı yakacağını daha sanki en başından beri hissetmiştim. Canımı yakacak, belki de tamamen değiştirecek bir şeydi. Öyle bir his vardı.

Karsu?

O benden, bizden uzakta mesleğini kazanma, okulunu bitirme peşindeydi. Ablasıydım ben onun. İkinci annesi, annesi yerine koyduğu kadın.

Senem?

Senem beni ikinci ailesi olarak görüyor. İnsan ailesine ihanet etmez ki.

Pars? 

Pars kesinlikle yapmaz. O benim çocukluğum. O beni seviyor. O benim sevdiğim adam. Yapmaz ki? Ayrıca hayatımda önceden beri var olsa bile daha yeni girmiş sayılırdı. İmkansız yani.

Cesur?

O zaten bilen, zamanı geldiğinde ise söyleyecek olandı. Ailesi mi desem, yine aynı sonuca varıyordum.

İyi o zaman kimdi ki?

 

 

"Konuşalım."

Pars, yanımda öylece otururken ben sadece yerdeki halıyı izliyordum. Senem bizi yalnız bırakmak için dışarıya çıkmıştı. Senem'e nereye gideceğini sorduğumda takılırım bir yerlerde demiş ve benim daha fazla bir şey dememe izin vermeden gitmişti. Cesur'un konuşması yüzünden de korkan ve endişelenen bedenimi zar zor sakinleştirmiştim. Cesur'un üstüne gitsem de, o son mesaj üzerine defalarca arasam da açmadı. Tek söylediği şey, zamanı gelince.

Merak ediyordum. Hem de fazlası ile. Ama ne kadar üstüne gitsem Cesur söylemiyordu ve bu beni hem daha fazla korkuyor hem de daha fazla meraklandırıyordu.

Şimdi de Pars ile beraberdim işte.

"Konuştuk konuşacağımızı."

Bunu demem ile derin bir nefes verdi Pars. "Ateş Kızı, yapma bunu. Lütfen."

"Neyi yapmayım Pars?" diye anında yükseldim ona karşı. "Sence ben bu konu hakkında haksız mıyım?"

"Değilsin!" O da aynı anda sabrı tükenmiş gibi bağırdı. "Hayır, değilsin ama yapma işte amına koyayım ya!" Yüzünü sertçe ovaladı. "O gece neler yaşandığı hakkında hiç bir hatıram yok-" diyordu ki sözünü sertçe kestim.

"Pars!" Hâlâ anlamıyordu. Hâlâ bilmiyordu. "Konu Alphan, konu bana yalan söylemen!"

"Pars, senin oğlun var. Ben okulda Alphan'ın suratına nasıl bakacağım? Daha sana geçende Alphan'a annesini anlat dedim sana! Ben anlat dedim ben!"

O an kaşları derinden çatıldı. "Annesi ne alaka?"

"Ne alakası mı?" Sanki bu noktada komik bir şey varmış gibi uzun olmayan bir kahkaha attım. Sinirlerim iyice bozulmuştu. "Alphan annesini bu kadar sayıklarken, annesi ile görüşecekken üzerine hayatınızda olacak iken ne alakası var öyle mi!" Derin nefes alıp verdim. "Ayrıca, bana seni bekledim diyerek ne kadar küçük bir duruma düştüğünün farkında mısın!"

"Özge hayatımda yok!" O da yükselmeye, kendi derdinin anlatma peşindeydi. "Evet, Alphan için yüreğimde yer açmaya çalıştım ama çalıştım! Olmadı. Özge bize ihanet etti, gitti!"

"İhanet etmese hayatında olacaktı yani." Buruk şekilde gülümsedim. "Özge sizi terk etmese, şuan evli mutlu çocukluydunuz. Beni de dama atmış olacaktınız." Beni derken seni hep aradım, dediği çocukluğumdan bahsediyordum. Onun aradığı kişiden. O da bunun farkındaydı. "Söylesene şimdi Pars. Öyle mi?"

"Ateş Kızı..." Onun da kelimeleri tükendi çünkü haksızdı, ben haklı. Diyecek kendisini savunacak tek bir kelimesi bile kalmamış, kalan kelimeleri de yapboz parçası gibi zar zor araya getirmeye çalışıyordu.

"Pars, anladım ben seni ama daha fazla konuşmaya da gerek yok."

"Bir gece," dedi aniden Pars. "Bir gece babam ile çok büyük kavga ettik. Ben seni arama ve bulma konusunda fazlasıyla kararlıydım. Babam ise aksine istemiyordu." Neden anlatıyordu bilmiyorum. Ama anlatmasını da istemiyordum. Yine aynı bir gece hatası diyecekti, geçiştirmeye başlıyacaktı. "Nedenini hep sorardım ama bana hep seni ilgilendirmeyen konular, der geçiştirirdi beni. O gece senden bir iz bulmuştum. Seni bulmaya yakındım. Babam engel oldu. "

"Pars," dedim tekrardan. Anlatma, diyecektim hissetmiş gibi konuşmama müsade etmedi. "O gece babam engel olunca kendimi bir mekana attım. Çok fazla içmedim. Cidden içmedim. Sarhoş değildim o gece."

"Pars, bana Özge ile olan geceni mi anlatacaksın cidden?"

Umursamadı beni. Anlatmaya devam etti. "Sonra da Özge çıkıp geldi mekana. Özge iç işlerinde çalışan biriydi. Askeriye de bazen işleri olurdu, ordan tanırdım. Arkadaşımdı o benim." Ama arkaşın dediğin bir insandan bebeğin oldu, Pars. "Beni nasıl bulduğunu bilmiyordum. Sordum tesadüf, dedi. Sonra yine bir bardak daha alkol istedim zaten ne olduysa orda oldu."

"Evden gider misin, Pars."

"Sarhoş olmayan ben, o bardaktan sonra yıkıldım. O geceyi hiç hatırlamıyorum, Ateş Kızı. Sabah kalktığımda yanımda...." Dedi, sustu kaldı. Sonrada başını salladı. "İki hafta sonra da Özge'nin hamile olduğunu öğrendim."

Göz yaşım yüzümü takip etti, gitti. Hâlâ anlatmasına anlam veremiyordum. Anlatmasın istiyordum ama yine de anlatıyordu bana. "Çocuğa babalık yapacağımı söyledim ama Özge ile asla evlenemezdim. Sonra da babam çıktı geldi." Bana olan bakışları, küçük çocuğun heveslendiği bir şeyi almak için annesine yalvaran gözlerle bakması gibiydi. "Askerliğimi yakacak bir şey yaptım o sıralar." Derin nefes verdi. "Verilen emire uymayıp bir teröristi sivil hâlde vurdum." Buz kestim. "Babam biliyordu sadece. O sırada yanımdaydı. Onunla tehdit etti. Özge ile evlenmezsen askerliğin gider. Mecbur kaldım bende, evlendim. Ama asla sevmiyordum, Ateş Kızı."

"Yapma." Yanan yüreğim, buz kesen bedenim bir araya geldi. Benim canımı yaktı. "Senin zorla evlenmen, Özge ile bir gece yaşaman artık bir şeyleri değiştirmiyor, Pars." Derin nefes aldım. "Seviyorum seni. Sana olan karşı duygularımı hep atmak istedim. Sancak'a ihanet ediyormuşum gibi hissediyordum ama yine de kapıldım sana."

"Ben Sancak'ım, Ateş Kızı."

"Sancak değilsin sen, Pars." Gözleri acı ile doldu. "Sancak bana yalan söylemez. Sen sadece Pars'sın."

(Yine dip not geçmek istiyorum. Güneş, Pars'ın geçmişinde biri olduğu için kızmıyor. Defalarca yazdım yine dip not olarak yazmak istiyorum. Seni bekledim diyerek yalan söylemesine kızıyor. Ayrıca Alphan da söz konusu.)

"Ben sadece Pars değilim." Pars'ın gözlerinden, sözlerinden acı akıp gidiyordu. Ama bunun yanında bile bir kararlılık vardı. Sözlerinde kararlı ve arkasında duruyordu. "Ben Sancak Pars'ım. Senin için Sadece Pars olmaya niyetim asla yok."

Derin bir nefes verdi. "Hayatıma Özge'den başka biri girmedi. Ben hâlâ sözümün arkasındayım. Seni bekledim. Kalbimde senden başka biri olmadı. Kızgınsın ve kızgın olmakta haklısın."

"Haklıyım ama bir şey değiştirmiyor." Sertçe kestim sözünü. "O yüzden bu konuşmalar boş."

"Seni tekrardan kaybetmeye niyetim yok, Ateş Kızı. Gerekirse bu konuyu Alphan ile bile konuşurum ama sen," derken parmağını bana doğru salladı. "Sen bana veda etmeden gittin, kayıp oldun. Seni kader karşıma 22 yıl sonra geri çıkardı, bir daha kaybetmek istemiyorum!"

Alphan ile konuşmak mı? Saçmalıyordu cidden! Alphan ile konuşması, bana karşı olan bakış açısının değişmesi demekti. Alphan annesini istiyordu. Önceden kucağımda anne diye ağlayan çocuğun karşısına babası ile ilişki yaşayarak çıkamazdım.

"Hayır!" Kararlıydım. "Alphan ile bu konuşmayı yapamazsın!"

"Yapacağım!" dedi o da aynı kararlılık ile. "Ben sadece Pars olmaya niyetim yok! Seni tekrardan kaybetmeye niyetim yok!"

"Alphan için doğru bir şey mi olacak zannediyorsun sen! Anne diye ağlarken nasıl karşısına o durumda çıkarım ben!"

"Alphan Ateş Kızı'nı biliyor ki!" O an durup, Pars'ın dediklerini idrak etmeye çalıştım. Biliyor derken?

Anladı kafamdaki soruları. "Kolumdaki o senden kalan izi merak etti. Sormuştu. Anlattım bende her şeyi. Hiç gocunmadan, utanmadan. Biliyor oğlum benim asıl gerçek ailemi."

Ciddi manada duyduklarım, beni olduğum yerde çiviledi. Her şeyin Alphan'ın bilmesine mi şaşırayım Pars'ın benim için dediklerine mi bilemedim.

"Ve şimdi gidiyorum. Ama dediğim gibi. Seni kaybetmeye niyetim yok. Şimdi oğlumun yanına gidiyorum ve her şeyi anlatıyorum."

Tam bir şey deneme müsade etmeden evden çıkıp gitti. Kahretsin! Vazgeçmiyordu. Ne olursa olsun, ne dersem söyleyim vazgeçmiyordu!

 

 

"Benim oğlum bıcı bıcı mı etmiş bakalım?" derken Pars, elindeki havlu ile Alphan'ın saçlarını kuruluyordu. Pars oğlunu duş aldırmıştı. Alphan yerinde pek duramamış üstünü başını batırmıştı. Pars ise iki haftalık izindeydi. Oğlu ile bol bol vakit geçirebiliyordu.

"Evet!" diye sevinç ile şakıdı Alphan. Ellerini saçlarına atıp, babasının saçlarını kurulaması yüzünden dağılan saçlarını daha da dağıttı. "Bak, mis gibi oldum!"

"Evet, oğlum," dedi Pars'da, Alphan'ın saçlarına öperken. Öperken de oğlunun saçlarının kokusunu içine çekmişti. Bebek gibi kokuyordu. Mis gibi kokuyordu. "Çok güzel kokuyormuş benim, oğlum."

Alphan yerinde kıpırdanıp babasına şımarıklık yaparken bir şey fark etti. Babasının kolunda koskocaman bir güneş vardı!

"Baba!" dedi hayret ve hayranlık ile. "Bu ne! Güneş'in senin kolunda ne işi var ki!"

Alphan'ın gösterdiği yere baktı. Burukça gülümsedi. "Çizim oğlum o."

"Neden kolunda peki?"

"Bir iz, bir anı..." diye fısıldadı Pars, yüreği geçmişe giderken.

"Anı?" diye sorguladı Alphan'da. Yaşı küçük olduğu için anlamadı.

"Geçmiş."

"Baba, anlamıyorum!" Yakındı Alphan. Babası bir şeyler diyordu ama anlamıyordu ki! Anlamadıkça da merakı ağır basıyordu. "Lütfen güzel anlat."

Kıkırdadı Pars. Daha sonra da derin bir nefes verdi. "Benim için çok değerli bir kişiden kalan iz diyelim, oğlum. Küçükken koluma güneş çizdi, izi kaldı."

"Ne kadar değerli baba?"

"Ailem kadar," dedi anında Pars ise, hiç tereddüt etmeden.

"Ben ailen değil miyim?"

"Sadece siz," dedi yeniden Pars. "Sadece sen, Ateş ve o kişi."

Alphan'ın kafasında yine sorular dönmeye başlamıştı. "Dedem ve babaannem peki? Onlar ailen değil mi?"

"Onlarda ailem tabii ki de oğlum ama siz," derken oğlunu çekip sarıldı. "Sizler benim kıymetlimsiniz."

Pars'ın Arda babası ile Özge ile yaşananlardan sonra aralar pek iyi değildi. Annesi Songül Hanım ile de araları açıktı ama birbirlerine bağlılardı. Songül Hanım, Pars görevden döner dönmez hemen arar nasıl olduğunu, hâlini hatrını sorardı. Babası Arda, Pars ile beraber Hakkaride'ydi ama Songül Hanım kızı ile Eskişehirde'ydi. Arda ile Songül boşanmış, ayrı ayrı yerlerde duruyorlardı.

Pars, Güneş yetimhaneden gittikten sonra Aras ve Mevsim ile yetimhaneden kaçmışlardı ama Arda, Pars'ı yenide bırakmadı. Kaçmasına rağmen onu bulmuş ve Aras ile Mevsim ile birlikte yanına almıştı.

Sonra da bu günlere gelmişlerdi.

Pars Arda Bey'in kıymetini bilirdi. Her ne kadar araları şuan soğuk olsa bile yine de aralarında baba-oğul ilişkisi vardı. Pars için anne-baba ayrı bir yerdeydi. Onlara sadece ailem derdi. Ama oğlu, Ateş ve Ateş Kızı için sadece kıymetli, yüreğimdeki ailem derdi. Sadece aile ile yüreğindeki aile arasında ise dağlar kadar fark vardı, bunu anlamayan ise bir çok şey kaybederdi.

Aras ve Mevsim'de vardı tabii ki de yüreğindeki aile içinde. Onlar dört kişiydi. Hep öyle de kaldılar. Aras ve Mevsim hep yanlarında olmuştu ama Pars asıl kişiyi bulamamıştı.

"O dediğin kişi, kız mı baba?"

"Hıhım," diye onayladı Pars. "Ateş Kızı hemde."

"Ateş Kızı'mı?" Hayretle sordu Alphan'da. Ateşten kız mı olur, diye düşünceler girdi kafasına. "Ateşten falan mı bu kız? Ama imkânsız ki..."

Güldü Alphan'ın meraklı ve saf hâline. "Adı Ateş," dedi Pars. "Ateş çok güçlü ve yakıcı ya hani, Babam. O kızda öyle. Ateş'in kızı gibi. Ateş Kızı."

"Vayy," dedi. "Peki, nasıl bir kızdı baba?"

Pars'ın hafızası, eski günlere giderken kendinden bağımsız gülümsedi. "Bir kere küçükken çok güçlü bir kızdı. Her ne yaşarsa yaşasın ayakta kalmayı bilen bir kızdı. Çok küçük olmasına rağmen. Ondan sonra..." Biraz duraksadıktan sonra devam etmeye başladı. "Çok güzel simsiyah gece saçları vardı. Güneşe çıktığında saçları adını yansıtırdı. Güneş gibi olur güneş gibi parlardı. Ela gözleri vardı. Capcanlı. İnsanı içine çeken bir türdendi. Boncuk konmuş gibi tatlı gelirdi insanın gözüne. Küçük bedeni ile dikleşip, Aras'ın canını yakardı bazen. O zamanlar ise tam ısırmalık bir kızdı. Dudakları büzüşür, kollarını göğsünde bağlayıp tripini atardı. Ardından çocukları çok severdi. Hayran kalırdı. Hep anne olmak istediğini söylerdi biz bu fikirden vazgeçirmek için elimizden geleni yapardık. Daha 3-4 yaşlarında anne olmak istemek ne demekti ya!"

"Trip ne?"

Pars geçmişe dalıp Güneş'in o hâllerini anlatırken oğlunun sorduğu soru ile tüm her şey yarım yamalak kalmıştı. Geçmişten bir anda sıyrıldı, her şeyi gerçeğe döndü. Gerçeğe dönme sebebine baktı. Oğlu. Ah oğlu! Ne vardı da şu soruyu sormasa kendisi geçmişte biraz daha kalaydı! "Bu mu cidden oğlum?" derken kendine engel olamadı Pars. "Bunca anlattıklarımdan tribin ne olduğunu mu soruyorsun?"

Hiç bir şey anlamayan Alphan ise masumca kafa salladı.

"Kısa süreli küsmek oğlum," dedi Pars sadece. "Küsmek."

Aslında Alphan, babasını hayranlık ile dinlemişti. Ama bilmediği bir kelime ise diline dolanmış illa ki öğrenmesi gerekiyordu.

Babasının anlattığına göre Ateş Kızı çok özel bir kızdı. Babası resmen geçmişe gitmiş, hayranlık ile anlatmıştı.

Keşke onu bulabilseydi...

"Peki, benim annem olur mu?"

O an Pars duraksadı. Oğlunun aniden gelen sorusu aklında dönüp kalırken yüreği sıkışıp kaldı. Yutkunamadı bile. Kelimeleri urgan misali kesildi boğazında, düğüm düğüm oldu.

Düşündü de. Ateş Kızı'dan bir çocuğu olsa nasıl olurdu? Yıllar geçmişti aradan ama. Onu hatırlıyor mu, onu unuttu mu bilmiyordu. Belki de hayatında biri vardı, hayatına bakıyordu. Bilemezdi ki. Ve bu yıllar içerisinde değişti mi, onu da bilmiyordu?

Utanınca al al olan kırmızı yanakları, trip attığında büzüşen dudakları, sinirlenince öfkeden deliye dönmesi, simsiyah gece saçlarının güneşte pas parlak olması....

Değişti mi, bilmiyordu...

Ve bilememesi, yürek yangınıydı.

"Baba."

Alphan'ın kendisine seslenmesi ile düşüncelerinden sıyrıldı Pars. Ama aklı hâlâ oğlunun sorusundaydı.

Ateş Kızı, oğluna anne olur muydu?

Bilemiyordu.

Ama yine de yumuş yumuş olan kalbi, oğlunu kırmazdı. Kendisi bebekleri, çocukları çok severdi. Belki anne olmasa bile severdi oğlunu. Ama bulursa... Belki...

"Anne olur mu bilmiyorum ki oğlum ama..." Derin nefes verdi, kelimeleri güçlük ile kurdu. "Sana anne sevgisi verirdi..."

"Verir mi gerçekten baba?"

Oğluna buruk bir şekilde gülümsedi, baktı. "Verir oğlum," dedi kendinden emin ses. Yüreğini dinliyordu. Yüreği ise, Ateş Kızı çocukları kırmaz çok sever, senin oğlunu da anne sevgisi verir diyordu. "Sana tüm kalbini verirdi hatta."

"Peki, benim annem o olsun istesem?"

Kaşları çatılırken Pars'ın oğlunun aklına neden bu soruların geldiğini de merak ediyordu. "Hayırdır oğlum?"

Omuz silkeledi Alphan'da. "Senin için çok değerli bir kişi ya. Ailem dedin ya. Aile anne-baba- çocuktan oluşur. Benim babam sensin. Annem de o olsun."

Yutkundu yine Pars. Oğlu belki imkansızı istiyordu belki de ileride olacak bir şeyi.

Ama Pars bunu bilemedi.

Güneş, Alphan'a çok güzel anne olacaktı...

Tüm kalbini vererek...

 

 

Üst üste çalan telefonuna baktı Pars.

Ateş Kızı'm arıyor...

Telefonu alıp tamamen kapattı. Ne diyeceğini biliyordu. Alphan'a anlatmak fikrinden vazgeçirmek istiyordu ama vazgeçmeyecekti.

Arabasını, ilk öncelikle askeriyeye sürdü. Oradan alması gereken bir kaç belge vardı. Askeriyede durmuş, binaya girmek üzere iken kapının önünde duran bir beden ile adımları tak diye durdu.

Albay Atay Kalay, tam kapının önünde kendisini dik dik bakıyordu.

Kaşları çatıldı Pars'ın. Vakit akşamdı, geceye gelmek üzereydi. Albay kapının önünde tam burada ne işi vardı ki? Evde olmasını beklerdi Pars ve bu duruma oldukça şaşırmıştı.

"Albayım?" derken sorar bir ifade vardı kelimelerinde Pars'ın. "Bir şey mi oldu?"

"Seni bekliyordum."

O an Pars'ın kaşları daha da çatıldı, tüm sorular kafasında tek tek dönmeye başladı. Albay, kendisinin askeriyeye gece geç vaktinde geleceğini nereden biliyordu ki?

"Belgeleri unuttuğunu gördüm. Seni tanıyorum. Almaya gelecektin ki görüyorum geldin."

Kafasında dolanan bir soruyu görmüş gibi anında cevapladı Albay. Pars'ın ise tüm düşüncelerinde olan sorular merakından kendisini yerken yine sakin ve sabırlı kaldı.

"Beni neden bekliyordunuz, Albayım?"

"Odama geçelim, öyle."

Saniyeler adımları geçti, Pars kendisini Albayın odasında birbirleri ile karşılıklı otururken buldu. Albay ne diyecekse hemen dinlemeli ve oğlunun yanına gidip anlatmalıydı. Doğrusu vakti ve Ateş Kızı'n yanına giderken unutmuştu. Oğlu evden gitmeden önce uyuyup kalmıştı.

Derin nefes verdi Albay. "Bir görev var." Kaşları ima ile çatıldı. "Gizli görev."

Pars sorgusuz dinlemeye devam etti.

"Bu gizli görev seni alakadar ediyor."

O an sormadan edemedi Pars. "Ateş Tim'in komutanı olduğum için mi?"

"Hayır," dedi anında Albay. "Bir yakınınla alakalı."

Pars daha fazla meraklanıyordu ama Albay'a da hadi artık, ağzında geveleme! diye de bağıramazdı tabii. O yüzden sabırla ucundan azıcık da merakla bekliyordu. "Hangi yakınım?"

"Eski karın Özge ve sevdiğin kadın Güneş."

O an soluğunu tuttu Pars. Ne gizli görevi Özge ile bağlantı kurabildi ne de Güneş ile. Albayın sevdiğin kadın demesine bile takılmadı. Sadece aralarındaki bağı kurmaya çalışıyordu.

Gizli görev.

Özge.

Güneş.

Ortada olan neydi?

Aralarındaki gizli görevi bağlayan ortak nokta neydi?

"Kafandaki soruları görebiliyorum," dedi Albay, Pars'ın düşüncelerini bıçak gibi keserken. "Uzun zamandır tüm Türkiye'nin peşinde olduğu bir kişi var."

"Kod adı Pedro."

"Aynen öyle. Pedro'nun peşine sürme sırası bizde. Pedro, Hakkari'nin sınırlarında görüldüğü en görülüyor. Buralarda büyük bir operasyon gerçekleştirecekmiş. İstihbarat Teşkilatı'ndan aldığımız bilgiler bu."

"Kabalık etmek istemem Albay'ım ama Özge ve Güneş ne alaka peki?"

Derin nefes verdi Albay. "Özge için kesin bir şey konuşamam ama terör birimi ile bir bağlantısı olduğu bir söz konusu."

O an Pars için her şey durdu. Özge ve terör bağlantısı.

Sonra ise aklına geçmiş gitti. Özge'nin her seferinde kendisinin görevlerde ağız kalabalığı ile bilgi almaya çalışması. Pars görev hakkında pek bahsetmezdi. Sadece görev derdi. Pek bilgi vermezdi ama Özge'nin kendisini merak ettiği için sorduğunu zannederdi. Şüphelendiği de olmuştu ama araştırmalarda da hep temiz çıkmıştı.

"Hemen kara düşüncelere boğulma." Albay anında kurtardı Pars'ı, kötü düşüncelerden. "Sadece bir ihtimal olduğu düşünülmekte."

Özge, dedi içinden bir kez daha Pars.

Senden nefret ediyorum...

Oğlunu terk etmişti. Kendisine terk etmesini umursamadı ama yeni doğmuş bebeğini bırakmıştı.

Terör için.

Vatana ihanet için.

Oğlu gibi masum binlerce kişinin kanına girenlerin yanında olmak için.

Nice şehit askerlerin, yarıda kalan hayatlarını kesen adam demeye bin şahitler için...

Yutkundu zar zor. "Gerçek mi?"

Başı ile onayladı. "Dediğim gibi. Bir ihtimal. İstihbarat Teşkilatı'ndan yüksek rütbeli bir ajan, Pedro'nun yanındaki adamlardan aldı bu bilgiyi. Pedro'nun telefon konuşmalarına şahit olmuş. Hakkari ve Özge ismi andığını pek çok kez söyledi. Sonra da işte senin eski karın ile uyuşan bir çok ortak bilgi."

İhanet, bir kanlı bıçak.

Kanlı bıçak Pars'ın sırtının tam ortasına saplandı.

 

Özge terör birimine çalışan bir haindi.

O da terör örgütünden bir üyeydi.

 

Zorlukla derin nefes aldı. "Peki..." dedi, sustu. Dili varmak istemedi gelecek kelimelere. Öyle bir şey olsun istemedi. Öyle bir ihtimal, gerçekleşsin istemedi. "Güneş..." Yutkundu, gözlerini kırpıştırdı. "O da mı terör örgütünden biri?"

Bu soru bile, yüreğinin kana tekrardan boyanmasına maal oldu. Ama asla öyle düşünmüyordu. Ateş Kızı o! diyordu içindeki ses, inandığı ses. Yapmaz o öyle şey! Aklına dahil getirme!

Albay, "Hayır," dedi an, içine öyle bir su serpildi ki, koskocaman cayır cayır yanan orman bir söz ile sönmüştü. "Güneş Öğretmen vatanına bağlı bir öğretmen ama..."

"Ama?"

"Öğretmenlikten men edilme ihtimali var?"

Az önce yanan ormanı yine tek bir kelime ile yine yanmaya başladı, kalbi Güneş için acı ile dolmaya başladı. Güneş nasıl öğretmenlikten men edilebilirdi?

"Nasıl?" Zorlukla nefes aldı. "Nasıl men edilebilir?"

"Pedro alınan bilgilere göre Güneş Öğretmene değer veren biriymiş. Bir akrabalık söz konusu mu bilmiyoruz ama Pedro'nun değer verip koruduğu biri."

"Bu da terör örgütünden birinin yakınlığı yüzünden mesleğini tehlikeye atıyor."

Pedro ve Güneş?

Ne alaka olabilir diye düşündü Pars ama aklına bir ihtimal bir fikir gelmiyordu bile.

Kafayı yiyecek gibi hissediyordu. Tüm duydukları, bir kurtun bir meyveye sarıp çürütmesi gibi çürütüyordu tüm benliğini. Kurttan kurtulmak istiyor ama kurt, tam aksini yapar gibi tüm benliğini inadına yapışıyordu. Gerçekler, her zaman yakana yapışmış alın yazındı. Yakandan ne kadar kurtulmak istesen de alın yazı, sana sonsuz bağlanmıştır. Tek kurtuluş ise ölümdür ki ölüm bile alın yazındı.

Yaşam alın yazın.

Ölüm alın yazın.

Kader alın yazın.

 

Kurtuluş yoktu.

Pars ise alın yazı ile boğulacak gibi hissetti.

 

"Peki, ne yapmamız gerek, komutanım?"

Ellerini avuçlarının içine yasladı, masaya koydu. Ciddi, dik, mesleğine layık bakışlar attı. "Gizli görev, Ateş timine ait. Bir kaç hafta sonra Pedro bizim elimizde olacak." Pars'ın sorusuna geldi bu sefer Albay. "Güneş Öğretmen gizli görevin tam içinde. Sana tüm detayları, en başından anlatacağım. Bilmediğin bir kaç bir şey daha var."

Ve Pars.

Bu noktada öğrendiği tüm her şey yüzünden Güneş'ten özür diledi, Güneş içim askeriyeden çıktığı an tek bir göz yaşı döktü.

Gizli görev, görev adında kalmayacaktı.

Tüm kıyamet kopacaktı.

 

 

"Ben özledim, galiba seni!"

Ellerini kulaklarına atarak sabır dilendi Aylin. Mahir tam yanında, bağıra bağıra şarkı söylemekteydi. Sebebi ise Melike'yi özlemesindendi. Sarhoş kafa ve özlem bir araya gelince de pek iyi şeyler ortaya çıkmamıştı.

"Karşımda görsem, dolar gözlerim!" Mahir bağıra bağıra şarkı söylemeye devam ederken elini kalbine attı. "Ah Melike'm!" dedi. "Özledim ula seni!"

"Sanarsın on yıllık aşk amına koyayım." Murat'tan gelen homurtuyu, ellerini kulaklarına kapatmasına rağmen duydu Aylin ve hak verdi. İlk görüşte vurulmuştu Mahir Melike'ye ve özlem acısı çekiyordu.

"Mahir sus artık!" Yalın'da öfke ile Mahir'e bağırırken Mahir'in pek umursadığı söylenemezdi. "Hay, buraya seni çağırdığımın aklını sikeyim ben ya!"

"Harbi, niye geldiysek," dedi bu sefer de hoşnutsuz bir şekilde Aylin.

Yalın onun bu halini fark etti. Yine Aylin ve yine Aylin nefretiydi. "Seni zorla getiren olmadı, Aylin. Kendi isteğin ile geldin."

Komik bir şey varmış gibi güldü Aylin. "Aynen," dedikten sonra Murat'a ters ters baktı. "Zorla gelmedim."

"Bakma bana öyle," dedi Murat ise ters ters. "Evde canın sıkılmasın diye güzellikle getirdim seni."

"Tehdit etmek yani senin güzelliğin."

Rahatça omuz silkeledi Murat'ta. "Birazcık öyle olabilir ama iyi yanına bak. Canın sıkılmıyor."

Aylin yanında bas bağıra bağıra şarkı söyleyen Mahir'e baktı. Daha sonra ise kendisine bakan Yalın'a. Bakışlarını Murat'a çevirdi. "Keşke evde kalsaydım da canım sıkılsaydı. Canımın sıkılmasına göz yumardım bu ortamdan, daha iyi."

"Ben özledim!"

Mahir yine bağırırken Yalın daha fazla dayanamadı ve kalktığı gibi avucunu Mahir'in ağzını kapatıp susturdu. "Başım şişti başım! Seni sarhoş ol diye mi getirdim lan ben buraya!"

Mahir'in bu anda gözleri doldu, şarkı söylemeyi bıraktı. Yalın Mahir'in sustuğunu fark edince de elini çekti. Dik dik baktı Mahir'e. "Yalın..." diye sızlandı. "Ben çok aşık oldum!"

Derin nefes verdi Yalın'da, dertlice. "Farkındayız, Mahir. Farkındayız."

Mahir Yalın'ı duymadı. Kafasını bükerek duygulu gözleri ile Aylin'e baktı. "Aylin..."

"Efendim, Mahir," dedi Aylin'de anlayış dolu sesi ile. "Söyle Mahir. Ne diyeceksin bana bakalım?"

Gözlerini kırpıştırdı. Tatlı tatlı baktı Aylin'e. Dudak bükerken, "Bir insan bir insana ilk görüşte aşık olur mu?" diye sordu. "Veya da bir insan bir insana yıllar boyunca aşık olur mu?"

Murat kıkırdadı. "Yıllar boyunca dediği üç-dört haftalık bilemedin 1 ay."

"Hayır!" diye anında itiraz etti Mahir. "Ben onu çok önceden gördüm!"

"Ne zaman peki?" Murat, Mahir'in hâlinden epeyce eğleniyordu. "İlk ne zaman gördün?"

Düşünür gibi oldu Mahir. "Pars komutanımın yanına geldi ya! O gün işte!"

"Saf, zaten bizde o günden bahsediyoruz ya." Yalın'da aniden girdi. "1 aya yakın olmuştur o."

"Hayır ya hayır!" İtiraz etmeye devam ediyordu Mahir. "1 ay değil, sonsuz aşk o!"

"Mahir'ime dokunmayın len."

"Aşık o!"

İki farklı ses, kapının önünden gelince hepsinin bakışları oraya döndü. Kara'nın bir kolunda Gökay diğer kolunda Kerem. İkisi de sarhoştu ve Kara, ikisine bir an kollarından atmak ister gibi bir hâli vardı. "Allah aşkına," dedi ağlamaklı sesi ile. "Alın şunları kolumdan. Ne olur."

Murat ayağa kalktığı an Gökay'ın gözleri korku doldu. Gözleri iri iri açıldı, nefes alıp vermeye başladı. "Katil..." diye fısıldadı.

Murat'ın o an kaşları çatıldı. "Ne saçmalıyorsun, oğlum?"

"Gelme üzerime, katil!"

Gökay bir anda bağırınca Kerem irkti ve o da Gökay gibi bağırmaya başladı. "Hani nerede katil!"

"Karşında!"

Kerem karşısında duran Murat'a baktı. "Murat komutanım o!"

Gökay'da baktı. "Ne! Katil Murat komutanımın bedenine mi girdi!"

"Öyle mi olmuş!" Kerem Murat yüzünden geri adım atmaya başladı. "Ulan pis katil! Çekil git lan! Murat komutanımı rahat bırak!"

Murat ikisine baktı. Bıkkınlık ile derin nefes verdi. "Kara," dedi sakince. Kara ise anında mesajı kaptı. İkisinin de kollarından çıktığı gibi Murat'ın üzerine doğru fırlattı.

"Lan," dedi Gökay. "Katil bize mi yaklaştı?"

"Hayır, gerizekalı," dedi Kerem'de anında. "Biz ona yaklaştık."

Gökay Kerem'e baktı. "Neden yaklaştık peki?"

Kerem ise Gökay'ın sorusu ile Murat'a döndü. "Neden sana yaklaştık pis katil?"

"Sızmak için."

Daha Kerem ne olduğunu anlamadan Gökay, Murat'ın tek yumruğu ile yere serildi, oracıkda ise sızıp kaldı. Sızıp kalmadan önce ise yediği yumruk yüzünden biraz sarsılmış, öyle sızmıştı.

"Lan!" dedi Kerem'de korku ile. Gökay'ın sarsılarak sızması onu korkutmuştu. "Cin çarptı lan adama!"

"Sana da çarpsın madem!" Murat'ın yine tek yumruğu Kerem'in sızmasına mani oldu.

İkisi de yere yığılınca Murat, mekanda olan müşterileri fark etti. "Kusura bakmayın," diye kendisine alık alık bakan müştirelere seslendi. "İki bebe. Uykuları gelmiş. Beni uyut diye ağladılar. Kıramadım. " Kara'nın kolundan tuttuğu gibi çekti. "Tut Kerem'i. Gidiyoruz mekandan."

Murat Gökay'ı, Kara ise Kerem'i sırtlanıp giderken Kara aynı anda söyleniyordu da. "Bir gece rahat yok be amına koyayım."

"O neydi be."

Mahir'in gidici sesi ile Aylin Mahir'e baktı. "Bebe uyutmak, Mahir," dedi. "Bir şey değil."

Omuz silkeledi Mahir ve yüzü tekrardan Aylin'e döndü. "Soruma cevap vermedin!"

Derin nefes bıraktı Aylin. "Olur, Mahir," dedi sakinlik ve içtenlik ile. "Bir insan bir insana ilk görüşte aşk da olur yıllar boyunca sevdalı da kalır."

"İmkansız," dedi anında Yalın. Aylin ise ona ters ters bakarak, "Nesi imkansız?" diye sordu.

"Bir insanın bir insana yıllar boyunca aşık olması imkansız." Omuz silkeledi daha sonra, umursamaz bir şekilde. "Yani illa ki ondan başka biri hayatına girer ki. Karşılıksız aşkın peşinden koşmak... " Olumsuz bir şekilde başını salladı. "Bana göre değil."

Aylin ise dalga geçercesine güldü. "Doğru." Dedi. "Seninle aynı evde kaldığım günlerde bunun cevabını vermiştin."

Yalın ise Aylin'in dediklerine şaşırdı. "Ne?"

"Ne, ne, Yalın." Gözlerini dik bir şekilde Yalın'a çevirdi. "Eve, her hafta kolunda başka sevgililerin ile gelmedin mi?"

"Geldim."

"Tamam. Bende bundan bahsediyorum işte. Her hafta koluna başka bir kız takandan zaten bunu beklemiyorum."

"Sen peki." Yalın anında tüm okları Aylin'e çevirdi. Aylin'in yersiz nefreti, bazen bunaltıyordu onu ve şuan o andalardı. "Sen karşılıksız aşkın peşinden koşabilir misin? Her Allah'ın günü kendini o kişinin peşinden koşmaya gururun el verir mi?"

"Senin aksine koşabilirim. Senin aksine, gururum el verir. Çünkü aşk bu. Ota boka konacağın bir şey değil."

"Aşkın ne olduğunu biliyorum."

"Sen aşkın ne olduğunu bilecek en son kişi bile değilsin."

"Niye, ben aşık olamaz mıyım?"

İkisi de derin bir kavga içerisine girmişlerdi. Aylin Yalın'a olan nefreti ile Yalın'ın üzerine gittikçe Yalın'da Aylin'e atak yapıp onu sıkıştırmaya çalışıyordu. Zaten biliyordu Aylin'in kendisine olan nefreti. Altında kalamazdı. Ne nefretin ne de lafların.

"Çapkınlık yapan bir erkeğin aşkın ne olduğunu bilmesi, komik bir durum ki sen bunun içine gidiyorsun." Dik dil bakmaya devam etti. "Yani hayır. Aşık olsan bile aşkına sadık kalmazsın."

"Sadık kalmak istersem kalırım, Aylin." Bu noktada yavaştan sinirlenemeye başlıyordu Yalın. "Sen mi bileceksin içimdeki sevdayı."

"İçini bilmeme gerek var mı sence?" Alay edercesine güldü. "Dışarıdan pek kendini belli ediyorsun." Alay gülümsemesi yüzünde soldu aklına gelenler ile. "Aynı evde kaldığımız zamanlar her hafta kolunda başka kız. Kim Yalın, sevgilim Aylin. Diğer hafta yine başka kız, yine kim Yalın, diyorum sevgilim Aylin diyorsun. Dua ediyorum da en azından sevgililerindi Yalın. Flört falan değildi de kızları aldatmadın. En azından düşmüş şerefini daha da düşürmüş olmadın."

Yalın bu noktada, Aylin'in kendisine ettiği laflardan sonra artık patlama noktasıydı. "Üç sene öncesinden bahsediyorsun Aylin!" Öfkesine maal olamadı. "Üç sene önceki çapkınlığımın lafını mı edeceksin! Sana batan ne, sana ne oluyor!"

"Bana ne olacak be! Bana batan ne olacak! Saçma sapan konuşma,Yalın! Köpek yiyeceği boktan vazgeçmezmiş seninki de o hesap değil mi! Daha iki ay öncesinde kolunda yine iki kız vardı! Ayrıldın, ardından iki hafta geçti başka bir kızı koluna alıp karşıma geçmedin mi!"

"Geçtim!" İkisi de deli gibi bağırıyordu. İkisi de kontrolden çıkmıştı. "Ama hayat benim hayatım, Aylin!" Bu noktada sesi biraz daha ılımlı, kontollü çıktı. "Benim hayatım. Anlatabildim mi? Şu yersiz nefretini üzerimden çek artık. Senin benden nefret etmen yüzünden senden her Allah'ın günü bir ton nefret yiyorum. Çok mu hoşuma gidiyor zannediyorsun sen? Ah Aylin benden nefret ediyor, ne mutlu bana! diyerek sevinç mi duyuyorum zannediyorsun? Ayrıca iki ay önce o kızlarla ne yaşayıp neden ayrıldığımı bilen benim. Sen evden gittikten sonra kalıbımı basarım ki eve bir daha kız girmedi. Senin yüz ifaden yüzünden o günden beri ben flört bile yapmadım. Sadece iki ay önceydi o da..." dedi, sustu. Devamını getirmedi. "Neyse ne işte! Şimdi bana hesap sormayı kes."

"Ben sana hesap sormuyorum ki zaten! Senin çapkınlığından bana ne! Ne bok yersen ye!" Öfke ile Yalın'ın üzerine tısladı resmen. Bir insan öfkeden tıslayamazdı ama yılan misaliydi Aylin'in öfkesi şuan. "Ayrıca bende kalıbımı basarım ki, sen hiç bir zaman değişmezsin. Üç seneki Yalın nasılsa sende bugün ki Yalın'da aynı. Sadece faaliyet gerektiriyor."

"Allah aşkına bana bunları söylüyorsun da sanarsın sende, yıllardır aşkına kavuşamayan biri." Aylin'in suratına doğru eğildi. "Söylesene. Aşık olduğun biri varda bizden mi saklıyorsun? Yoksa o kişi sana hiç karşılık vermiyor mu?" Bu anda küçümser şekilde güldü. "Karşılıksız aşkın yüzünden aşk filozofu mu oldun? . Kıyamam, söyle o kişiye de sana bakması için iki üç kelam edeyim."

Çok ağırdı. Yalın'ın dedikleri çok ağırdı ve dediği her lafın ağırlığını, daha şimdi fark etmişti. Küfretti kendisine.

Aylin ise bakakaldı. Onca lafın arasında Yalın kendisini yine savunacak şeyler söyler zannetti, ama kelimelerin altında kalacağını bilemedi.

Zorla yutkundu. Kırıldı Yalın'ın laflarına. Ama belli etmedi. Çaktırmadı. Gücü tükendiği zaman bile güçlü olan kızdı o. Belli etmezdi, belli etmeyi tercih etmezdi. "Yok öyle bir şey," dedi zorlukla. "Aşık olduğum falan yok ama benim hakkımda bir daha böyle konuşursan, yeminim olsun çeneni kırarım."

Yalın yüzünü savuşturdu. "Özür dilerim," dedi ama demesi hiç bir şeyi ifade etmedi. "Ağır konuştum. Özür dilerim."

"Özür dileme. Senin gibilerin ettiği lafa alınacak insan değilim." Yalandı. Alınmıştı. Kırılmıştı.

"Oooo," diye aniden girdi araya Mahir. "Ooooo!"

"Ne ooo, Mahir!" Yalın aniden bağırınca irkildi Mahir. Az önce Aylin'i öyle ağır laflar etmesinin, az önce ettikleri kavganın siniri vardı kendisinde. "Maçta tezahürat mı yapıyorsun amına koyayım!"

Mahir bir kere daha, "Ooo!" diye bağırdı. "Aylin aşık!"

O an işte. Yalın ve Aylin şok içinde kaldılar. Aylin soluğunu tutarken Yalın ise şaşkınca Mahir'e bakıyordu. Am Mahir susmadı. Konuşmaya devam etti. "Aylin Yalın'a aşık!"

Aylin soluğunu tutmaya devam ederken aniden ayağa kalktı. Kalbi, maratona çıkmışcasına hızlı hızlı atıyor, onun canını yakıyordu. "Mahir, saçmalama!" Bağırmak istedi. Ama bağıramadı. Sesi fısıltı gibi çıkmıştı. Mahir sussun istiyordu ama kendiside susturamıyordu.

"Lan, salak salak konuşma Mahir!" Devreye Yalın girdi. Yalın böyle bir ihtimali getiremedi aklına. Getirmedi. Onun yerine Mahir'i susturmak istedi.

"Aylin Yalın'a aşık! Aylin Yalın'a aşık!"

"Kes sesini Mahir!" Bu anda Aylin öyle bir bağırdı ki, tüm müşteriler Aylin'e baktı. Ama Aylin umursamadı. Şuan sadece Mahir'e öfkeli ve kızgındı. Saçma sapan şeyler söyleyerek her şeyi yanlış anlaşılmaya çeviriyordu. "Yok öyle bir şey diyoruz değil mi! Bir daha çeneni açarsan, az önceki Gökay ve Kerem'den farkın olmayacak!"

Mahir sustu. Hem de hemen. Aylin'in ona doğru bağırıp çağırması korkuttu. "Tamam..." diye fısıldadı. "Aylin Yalın'ı sevmiyor. Mahir Melike'yi seviyor."

Duymadı bile Aylin Mahir'i. Çantasını aldığı gibi koluna, ayağa kalktı. Yalın'a bu gece için son kez baktı. "Ve sen," dedi nefret ile. "Operasyonda olsun askeriye de olsun. Yanıma yaklaşıp konuşursan vururum seni. Yapmaz deme."

Yalın hiç bir şey diyemeden çekti gitti Aylin. Yalın ise az önce olan olayların etkisi ile kalakaldı ortada. Kendisini bilinçsiz bir şekilde sandalyesine atarken yanına bir kadın geldi ama görmedi bile kadını. Gözü sadece Aylin'in az önce gittiği kapıda kalmıştı. Donmuş bir şekildeydi. Soluğu bile kesilmişti.

"Çocuk," dedi yanına gelen kadın. "O kızın kalbini çok kırmışsın. Belli."

"Ben bir şey yapmadım ki." Bilinçsiz bir şekilde fısıldadı Yalın.

"Kız sana sevdalı. Ondan bu nefreti."

O an Yalın kafasını ağırca kaldırdı. Omzuna eline koyan kadına baktı. Olumsuz şekilde başını salladı. "O kızın bana sevdalanması, bir kum tanesini elde tutmak kadar imkansız."

Gülümsedi kadın. "Kızın kalbini tekrardan geri al. Sana diyeceğim tek şey bu." O an kadın çıktı gitti. Yalın yine yalnızlığı ile kaldı. Ah, bir de kendini kendine, "Melike," diye sayıklayan Mahir vardı.

Yalın için imkansızdı Aylin'in kendisine aşık olması.

Ama bilmediği şey vard

Kadın haklıydı.

Aylin, Yalın'a beş senedir sevdalıydı...

 

😫

 

Karakterlerim ilk defa sevdasına şiir yazdı ve bu sondu. Bir daha bir karakterim sevdalısına şiir falan yazmayacak. Şiirci bir insan değilim ben yahu.

 

Neysem. Bölüm nasıldı bakalım. Sezon finali çok yakında 20 olmasını hedefliyorum ama Pars&Güneş sahneleri yazacağım ve spoi vermek istemiyorum ama bir kişinin ölümü var. o kişinin sahnelerini falan arttırcam diğer bölümlerde. O yüzden 25-30 falan bulur. Neyse.

 

Sizce Cesur ne söylemek istedi. Bu arada Cesur'u ikinci sezon fazlasıyla bol bol göreceksiniz. Cesur favori karakterim. Asla harcamam yaniiiii.

 

Pars ve Güneş çifti?

 

Bu arada bu bölüm sonrası bu kitabı düzenlemeye alıyorum. Hiç hoşuma gitmemeye başladı. Tam istediğim gibi gitmiyor kitap. Pars&Güneş sahnelerini arttıracağım. Aynı anda düzenlerken 19.bölümü yazacağım. Ki

 

Diğer bölümde görüşmek üzereeee.

Bölüm : 12.07.2025 15:06 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...