
Bayrakları bayrak yapan üstündeki kandır. Toprak, eğer uğrunda ölen varsa vatandır
.
12 Ekim 2004 - Şırnak/Uludere
Vatan neydi?
Sadece bir kara toprak parçası mı yoksa bir basit ülke mi?
Hayır, hiç biri değildi.
Vatan, yeter ki var olsun deyip canımızı verdiğimiz kara toprağımızdı.
Vatan, ailemizden dökülen her birer gözyaşıydı.
Vatan, ailesi olmayan öksüz evladın ailesiydi.
Vatan sadece toprak parçası diyerek geçilecek kadar küçük bir şey değildi. Vatan; aşktı, sevgiydi, aileydi, gözyaşıydı, gülümsemeydi... Her şeydi.
Uğruna kanlar dökeceğimiz, öleceğimiz vatana bu kadar basit muamele görülemezdi.
Bensu ise olduğu durumda şuan sadece vatanını düşünüyordu.
Bensu derin nefes alıp verirken gözyaşlarını geri çekti. Bu içleri bozuk itlere kendisini zayıf göstermeyecekti. Güçlüydü o. Dayanırdı. Asker kızıydı, polis eşiydi. Pes etmek hemen öyle kolay mıydı? Vatanını hiç satar mıydı?
Bensu, araba ile Şırnak'ın bir köy okuluna giderken hain teröristler tarafından yolu kesilmişti. Bensu'yu zorla kaçırmışlar şimdi de Şırnak'ın Uludere ilçesinde bulunan bir köyde dağ evinde hapisti.
Ormanlık alan normalde bir insana huzur verirdi ama şuan Bensu, cehennemin ortasında gibi hissediyordu. Ayakları ve elleri arkadan bağlı, yüzünde bir çok yara vardı. Yara almasını umursamadı bile.
Çünkü biliyordu ki buradan şehit olmadan çıkamazdı...
Vatan aileydi, vatan candı, vatan yaşamdı. Nasıl satardı vatanını? Nasıl vatanından vazgeçerdi? Ailem dediği vatanı satmak kolay mıydı? Yaşadığın toprakları hiçe saymak bu kadar basit miydi?
Hayır. Asla ama asla değildi. Yaşamı bulduğu toprak için ölecek, her zaman gölgeleri olduğu al bayrağın altında huzurlu bir şekilde şehit olacaktı.
Düşüncelerinin arasında kaybolurken Bensu, odaya iğrendiği o terörist geldi. Buraya getirilirken baygındı ve en fazla 20 dakika önce kendine gelebilmişti.
Adam kendisine bakıp sırıtınca, adamın ağzını yüzünü dağıtmak istedi ama adam kendisine yaklaşmadığı süreç, bu imkansızdı. "Şu güzelliğe yazık olacak, yav," diyerek pişkin pişkin sırıttı adam. "Amma uyudun he. Sandık ki kış uykusuna falan yattın."
Bensu, kolları arkasındaki boruya bağlı iken tiksinti ile baktı adam olmayacak olan o adama. Sarı dişleri ile pis pis sırıtıyor, iğrenç ağız kokusu ile genç kadının üzerine nefesini soluyordu. 40 yaşından daha fazlası vardı yaşı. Kısa boylu, üzerine her teröristin giydiği kıyafetler vardı. Kafasından yüzüne saran bir puşi vardı. Bensu'nun karşısındaki terörist, yüzünü kapatmamıştı. Üzerinde bir gömlek, altında adana şalvar dedikleri şalvar belinde ise puşiye benzer bir atkı vardı. Kirli sakalları uzamış, yüzünün sağ gözünden başlayıp ağzına doğru derin bir çizgi vardı.
Bensu, tiksinerek adama bakarken cevap vermedi ona. Adam ise bu duruma biraz daha sırıttı. "Sen bizden iğrenesen?" diye sordu değişik aksanı ile.
Bensu asla korkmadı. Geri adım atmayı aklının ucundan bile geçirmedi. Beş paralık insanlar için vatanını satmak hainlikten, şerefsizlikten öteydi.
Adam elini Bensu'nun saçına attığında Bensu bir hışımla adamın yüzüne tükürdü. "Dokunma bana, pislik!" diyerek de bağırmayı ekledi.
Adamın sırıtan yüzü asla solmazken dişlerini sıkarak sırıttı. Yavaşça eli ile yüzündeki tükürüğü sildi. Temizledikten sonra Bensu'ya baktı. Dişlerinin arasından, "Bizim karıya bak sen, hele. Pek de vahşi çıktı, ha. Severim."
"Bok sev sen! " diyerek tekrardan bağırdı Bensu. "Boku sevsen bile o da iğrenir senden!"
Bensu, dik başı ile karşısındaki teröriste bakıyordu. Hep hatırlatıyordu kendine. Boyun eğmek yok, boyun eğmek yok!
"Ayıp ediyorsun ama," dedi adam Bensu'ya cevap olarak. "Seninle güzel anlaşırız sandım, ha. Yanılmışam."
Bensu bir kez daha tiksinti ile baktı. "Seninle iyi geçineceğime ölürüm daha iyi."
"Hadi kız," dedi gülerek adam. "Cilvelenme. Senin nazın geçmez buralarda."
Bensu ise kusarmış gibi öğürdü.
Adam yüz buruşturdu. Kınayan bakışlar atarken, "Senin gibi çıtı pıtı kıza yakışmıyor ama," dedi.
Bensu sakinleşmeye çalıştı. Kendisi her ne dese bu adam tam tersini anlayacak ve kendisini daha fazla sinir edecekti. Bu adam ile daha fazla muhattap olmak istemiyordu. Adamın nefesi kusturacaktı. O dereceye gelmişti artık.
"Ne istiyorsunuz benden?" diye bıkkınlıkla sordu. Aslında ne istedikleri belliydi. Vatanını onlar için ihanet etmek. Bensu hem polis eşi hem de asker kızı olmasından dolayı kaynaklanıyordu bu. Ama söylendiği gibi. Polis eşi, asker kızıydı. Böyle bir şeyi asla ama asla yapmazdı.
"Heh, şöyle yav," dedi adam sırıtarak. "Sonunda geldik."
"Ne istiyorsun söyle!" diyerek bir kez daha bağırdı Bensu. Sabrı taşıyordu.
"Sence ne istediğimiz belli değilmidir, öğretmen hanım?"
Bensu ise kafasını dik tutup otuz iki diş sırıttı. "Yanında başka bir şey ister misiniz?"
Adam kafasını olumsuz anlamda salladı. "Yoktur," dedi sesinde aksan olmasından dolayı uzatarak. "Senin düşünmen yeter, kız."
"Seni düşüneceğime yerdeki böceği düşünürüm daha iyi, it herif!"
Adam başını olumsuz anlamda sallayıp cıkcıkladı. "Babanda böyledir, ha," dedi. "O da beni her gördüğü yerde, it herif diye bağırıp durur. Ailecek kanınızda vardır, herhal."
Babası. Yüzbaşı Kazım Yıldırım. Karşısındaki terörist ve onun gibilere hep korku salmış, attığı adımlar yeri inletmiş, bakışları ile öldürmüş olan Yüzbaşı Kazım Yıldırım. Asla korkmayan aksine korkutan adamdı. Dağlarda Demir diye geçerdi adı. Demir gibi sağlam demir gibi çevik. Yılmayan, yıldırtan adamdı. Korku nedir bilmezdi. Tek korkusu Allâh ikinci korkusu ailesine zarar gelmesi. Başkası yoktur.
Bensu sırıttı. "Sonun ondan gelecek, biliyorsun değil mi?"
Onaylar şekilde kafa salladı adam. "Biliyim, biliyim," dedi. "Ben ölsem ne olacak, hoca hanım. Benim soyum vardır bir kere."
Karşısındaki adam tam anlamı ile uyuz ve sinir bozucu bir adamdı. Ama lafların altında kalmayacaktı. Kendisini, vatanını ezdirmeyecekti. O kadar kolay değildi.
"O pis soyunuz," dedi karşısındaki teröriste nefret kusarken. "Bir gün soyu kuruyacak. Biteceksiniz. Hepiniz toprağın altında ölü olacaksın. O zaman bizler ise, sizlerin mezar başında keyif yapıyor olacağız."
Adam gülerek dinledi Bensu'yu. Pek takmıyordu. Elbette ki öleceğini biliyordu. Sonu gelecekti. Ne zaman olacağını bilmiyordu ama öleceğini biliyordu. Askerlerin elinde olmaması için de uğraşacaktı.
Ama bilmediği başka bir şey vardı: sonu Türk askerlerin elinden olacaktı.
Adam arkasına dönerek arkasında bulunan sandalyeyi aldı. Önüne dönerek sandalyeyi koydu. Ardından ters oturdu sandalyeye. Sırıtarak baktı Bensu'ya. "Sizler öyle sanmayı devam edin, hoca hanım," dedi pişkin pişkin sırıtırken. "Biz ülkenizi bombalarken, o askerleriniz nasıl koruyacak ülkenizi."
Derin bir nefes aldı. "Sende ölecen," dedi. "Çok uğraşmayasın."
Bensu'nun başı hep dik iken, "Asker değilim ama vatanım için canımı vermeye her daim hazırım."
Adam artık sırıtmasını kesti. Tam lafa devam edecek iken başka bir adam geldi. Adam kafasını çevirip karşısındaki adama baktı. Genç bir çocuktu. Anında ciddileşti. Adamların yanında cıvık biri asla olmazdı. Kafa işareti ile söyle dedi.
"Bombalar hazır," dedi genç çocuk Arapça bir şekilde. Adam duyduğu ile memnun bir şekilde gülümsedi. "Herkes hazır olsun, köyün içine iniyoruz," dedi adam genç adama Arapça bir şekilde karşılık vererek.
Bensu ise ne olduğunu anlamaya çalışıyordu. Karşısında olan iki adam Arapça konuşuyordu. Belli oluyordu. İyi şeylerin olmadığını hissediyordu. Korksa bile sakin tuttu kendini
Panik yapma ya da korkma zamanı değildi.
Genç çocuk gittikten sonra adam Bensu'ya döndü. "Zamanı gelmiştir," dedi keyifle.
Bensu başına ne geleceğinden haberi bile yoktu.
Keyifle Bensu'ya bakmaya devam etti. "Sana bir kez daha şans veriyim?"
Bensu dik dik bakmakla cevap verdi adama.
Adamın keyfi sürerken, "Sana bir kağıt vereceğiz," diye başladı. "Ya sen o kağıdı okuyacan ve bizden taraf olacan ya da ölecen." Gülerek göz kırptı. "Hangisini seçiyin?"
Bensu başını dik tutarken, onurlu ve korkusuz bakarken, "O kağıdı ben elime alırım," dedi. "Ancak," yüzüne nefretle baktı. "Senin götüne sokmak için! Asla satmam vatanımı! Siz miyim lan ben!"
Arkasına dönüp, "Azad!" diye bağırdı adam. Bensu'ya hiç bir cevap vermedi. Öyle diyeceğini biliyordu ama belki bir ümit dedi. Vatanını satar dedi ama Bensu satmamıştı.
Vatan, belki bir ümit denilecek kadar ucuz değildi.
Anında adamın yanına Azad denilen adam geldi. Ellerini önünde birleştirirken Azad, dikkatle baktı adama. "Buyur, Bedo," dedi.
Bedo. İstanbul'da ki teröristlerin başı olan Bedo. Bensu'nun babası ile yani Yüzbaşı Kazım Yıldırım ile çok karşılaşmışlardı. Her seferinde kanıt olmadığı için kurtuluyordu. Arkasında asıl teröristlerin başı vardı ve bir şekilde kurtuluyordu.
Kafası ile Bensu'yu işaret etti. "Hazırlayın bakalım, öğretmen hanımı."
Bedo odadan çıkarken ona anlamaz bakışlar atan kıza geri dönüp baktı. "Ha, bu arada," dedi. Sırıttı. "Etrafındaki her insana güvenmek, aptallıktır, hoca hanım." Gülümsemesi büyüdü. "Sen çok büyük aptallık yapmışsındır. Haberin ola."
***
"Vay, vay, vay," diyerek köy meydanına alay ede ede geliyordu Bedo. En son adımları durdu, karşısında kendisine nefretle bakan yüzbaşı ile göz göze geldiler. Yüzbaşı Kazım Yıldırım.
"Sizi tekrardan görmek, ne güzel Kazım bey," derken sesinde bariz alay akıyordu. "Gözlerim yaşarmış özlemden, ha."
"Bende seni özledim, Bedo," derken de yüzbaşı, oldukça ciddi ve soğukkanlıydı. Yapısı, kendisi soğuk biriydi. "Buluşmamız iyi oldu."
Dudak büzerek, "Hem de çok iyi oldu," dedi Bedo. Kaşları ile çevresini işaret etti ondan sonra. "Hani, diğerleri nerdedir?"
"Onlar sonradan katılacak partiye." Tim diğer teröristlerle ilgileniyordu. Kazım, Bedo'nun burada olduğunu öğrenmiş, yalnız başına gelmişti. Başına gelecek olan felaketleri bilmeden...
"Bu daha güzeldir," dedi Bedo sırıtırken. "Sana özel sürpriz mi ne derler ona. Ondanım var işte."
Sırıttı Kazım. "Neymiş bu bakalım, bana özel olan o sürpriz?"
Bedo ellerini havaya kaldırıp alkış yaparken arkasına dönüp gelen kişiyi sevinçle elleri ile gösterdi. "Budur!"
Bir tokat yemiş gibi irkildi Kazım.
Nefesi boğazında düğümlenirken etrafta emare bulutları oluştu. Genç kızın ve babasının etrafına sardı. Öylece karşısındaki kızına bakakaldı.
Bensu...
Kızı....
Tam karşısında, kolları arkasından bağlı üzerinde de bir bomba düzeneği...
Bedo, Bensu'nun kolundan tutup yanına çekerken Kazım'a sırıtarak bakıyor, daha fazla canını yakıyordu. "Nasıl ama, güzeldir değil?"
Boğazı düğüm düğüm düğümlenirken ne diyeceğini bilemedi Kazım. Sadece karşısında kızı ve kendisi vardı. Dünya durdu, saatler durdu; akrep yelkovanı kovalamayı bıraktı. Sadece bu anda kaldılar. Sadece.
"Kızım..." diye fısıldadı en son Kazım. Konuşmaya bile zorlanıyordu.
"Baba," diye aynı tonla konuştu Bensu. O da acı çekiyordu. Ölümü belki de babasının elinden olacaktı. En azından babamın elinden olsun, diye geçirdi içinden. Hain teröristlerin elinde ölmek yerine babasının elinde ölmeyi tercih ederdi.
"Çok duygulanmışım, ha," diye yalandan gözlerini siler gibi yaptı Bedo. "Ne ortam ama!"
Konuşan Bedo ile kendisine gelen Kazım, dişlerini sıkarak elinde duran silahını Bedo'ya uzattı. "Naptın lan sen!"
Bedo Kazım'ı daha fazla sinir etmek istercesine kahkaha attı. "Ne ettim?" dedi. "Sizi kavuşturmuşum. Daha ne istersin?"
"Kızımı bırak!"dedi dişlerinin arasından Kazım. Silah ile Bedo'yu vurmamak için zor tutuyordu kendisini. Kızını eğer tam karşısına almasa, bir saniye durmaz yine vururdu ama yapamıyordu. Hem devlet tarafından Bedo, sağ olması gerekti hem de karşısında kızı vardı...
"Öfff, sıkılmışam," dedi bir anda Bedo. Bensu'yu yanına çekerken sağ bileğini havaya kaldırıp kolunda duran saati gösterdi. "Ne bu? Bilir misin?" dedi Kazım'a doğru.
Kazım sinirle soluk bıraktı, gözlerini yumup açtı. Ne, dercesine mimik yaptı.
"Nabızı kontrol eden cihaz. Akıllı saat dersiniz siz ona herhal. Onlardan işte." Saati gösterdi, ondan sonra Kazım'ın elinde olan silahı. "Sen beni vurup öldürürsen aha şu arkanda olan tüm köy," derken kaşları ile arkasını işaret ediyordu. "Bum! Patlar."
Yutkundu Kazım sadece. Siktir! Tim yanında değildi, kendisi burada tek başına kalmıştı ve karşısında rehine olarak kızı vardı. Tekrardan siktir!
"Ne istiyorsun!"
"Kızını öldürür tüm köylü sağ kalsın."
O an nefesi kesildi işte Kazım'ın. Nefes alamıyordu, kelimeler beyninde inat edercesine, canını yakarcasına dönüyordu.
Kızını öldür...
Köylü sağ kalsın...
O köyde üç beş kişi yoktu. Gelmeden önce öğrenmişlerdi. O köyde toplam 300 kişi vardı.
Tek cana karşılık 300 can.
Bensu'ya karşı anneler, babalar, teyzeler, çocuklar ve bebekler....
Kafasını duvara vurup vurup içindeki sesleri susturmak istedi Kazım. Bugünün yaşanmadığını dilemek istedi. Evinde olsun, kızı ve torunları ile vakit geçiyor olmak istedi.
Bensu'nun ağzından çıkan bir hıçkırık, gerçekleri yine tokat gibi çarptı suratına.
Acı neydi?
Bedeni yakan tarifsiz his mi yoksa hayatı karartan bir his mi?
Bensu bu sefer acıyı hayatını karartan bir his olarak algılamıştı. Babası karşısında, belki de birazdan 300 cana karşılık kendisini öldürecekti. Üzerinde ise bir bomba taşıyordu. Ya kendisi kendisi ölecekti ya da köyde yaşayan tüm insanlar. 300 can
Bensu, "Beni öldür baba," diye acıyla fısıldadı. Tim yoktu, hiç bir insan yoktu. Çaresizdiler. Bensu, babası tarafından yaralansa gücenemezdi bile. Babasına kızamazdı. Kırgın olamazdı.
Aslında tim, tuzağı düşmüşlerdi. Teröristlerin olduğu yere diyerek Kazım'ın olduğu bölgeden biraz daha uzağa çekmişlerdi. Böylelikle Kazım'dan uzak kalmışlardı. Kazım buraya gelmeden önce de teröristin biri ile dövüşmek zorunda kalmıştı. O sırada kulaklık, telsiz yani tüm iletişim araçları zarar görmüştü. Hepsi zannınca yapılan bir plandı aslında. Bedo'nun tilkileri dönmüştü etrafta ve maalesef eli kolu bağlı kaldı Kâzım'ın.
"Yapma," diye fısıldadı Kazım. Canı çok yanıyordu. "Deme öyle."
"Dedik bile," diye araya girdi Bedo. "30 saniyen vardır, ha. 30,29,28..." derken her sayı, Kazım'ın yüreğine bir bıçakdı.
Bıçaklar tek tek saplandı, Kazım çaresizlikten öldü.
Sayılar bıçak oldu, iki yüreğin ölüm infazını verdi.
Kazım'ın yüreği, cehenneme çevrilmişti.
"Gidiyor!" diye bağırarak elinde olan düğmeyi gösterdi. Önünde ise Bensu durmaktaydı. Kendisini her külade korumaya almıştı. Kazım ise çaresiz, şekeri elinden almış çocuk gibiydi...
"Baba öldür!" diye bağırdı Bensu. Kendisi her türlü şehit olacaktı. Hissediyordu. En azından babasının elinden olmalıydı. Ayrıca kendisi yaşar 300 can ölürse, o zaman ölürdü Bensu. "Vur beni! Baba, bakma öyle!"
"Yapamam!" diye bağırdı Kazım. Yapamazdı. Nasıl yapardı? Nasıl kendi evladına kurşun sıkardı? Dayanır mıydı yüreği? Dayanırmıydı bedeni?
"10!" diye araya girdi ve düğmeye basar gibi yaptı Bedo. "9!"
"Vursana baba!"
"Olmaz!"
"3!"
"Yap baba!" diye çığlık atarken ortalıkta tek el bir silah sesi duyuldu.
Bir kurşun. Saniyeler önce asker bir adamın silahından çıktı. Ateşledi, kurşun kadının bedenine saplandı. Saniyeler içinde yere yığıldı kadın. Babasından çıkan kurşun, bedenine saplanmış yığmıştı onu yere.
Acının tarifi var mı deseler, Bensu bu günden bahsederdi. Babası, kızını canından vazgeçecek kadar korurken onu kendi elleri ile ölüme itmişti.
Kazım Yıldırım. Bir baba. Kızını çok seven bir baba. Kızına çok fazla değer veren bir adam. Kızını vatanı gibi koruyan kollayan bir asker adam. Az önce kızının bedenine bir kurşun saplamıştı.
Kurşun kalbe saplandı, Bensu'yu yere serdi. Nefesi kesildi, yaşama olan ümidi tamamen kesildi.
Bensu'yu kalbinden yaralayan, canından çok sevdiği limanıydı. Babasıydı...
Kızına baktı. Solan yüzüne, ölü olan yüzüne. Ağzından hafif kan geliyordu. Bu kan babasının sorumluluğuydu.
"Kızım," dedi titreyen ve zor çıkan sesi ile. Yüreği sıkışıyordu. Biri tarafından sıkılıyordu sanki. Nefes aldırmıyordu Kazım'a. Vurmuştu. Vurmak zorunda kalmıştı.
Bensu yere doğru düşmeden önce gülen suratı ile babasına baktı. İyiki beni öldürdün baba...
Bedo önünde yığılan kızı anında yere itti. Sırıtarak Kazım'a bakıyordu. "Doğru tercih," derken geri geri gitmeye başladı. "Beni öldürsen bomba patlar. Haberin ola."
Acıyla yutkunurken çaresizlik tüm kemiklerini kırıyordu Kazım'ın. Kızını vurmak zorunda kalırken karşısındaki adamı öldüremiyordu bile. Bedo arkasına bakmadan kaçarken Kazım, kızının dibine yığılıp kaldı.
Bedo kaçabilceğini zannediyordu ama bir kişiyi hesaba katmamıştı.
Tüm hikayeyi baştan aşağıya değiştirecek olan o adamı...
Bir kuş gibi çırpınan yüreğe salınan korku, bir babanın acılı gözlerine sızmıştı. Hissettiği babalık duygusu ruhunu delip geçmiş, ona acısını en derinden hissettiriyordu. Aşinası olduğu mavi gözler ise karanlığın dibine çekilmek üzereydi.
"Yapma, babam," diyebildi yüreğinde acı çeken kuşu ile beraber. Yüreğindeki kuş kızıydı, o kızı acı çektirip çırpınmasına sebep olan babasıydı. Babası acı çekmesine son vermek istedi, acılar daha fazla katlandı. "Beni ailesiz bırakma, babam. Kıydırma canıma."
Biricik kızı kan kusarak kollarında duruyordu. Belinde ise bir bomba.
Belki de o bomba orada patlayacak ve ikisi de şehit olacaktı.
3 dakika vardı. Bir babanın kızına veda etmesine, ondan ayrılmasına sadece 3 dakika.
3 dakika iki canı alıp gidecekti. Tüm acıları, gözyaşları şu 3 dakikanın içine sığdırılmıştı. Zaman akıyordu ama yüzbaşı için durmuştu. Saatler akmıyordu, dakikalar durmuştu. Hayat bitmişti.
Karısının ölümünde bile bu kadar acı hissetmeyen adam, kendi elleri ile ölüme ittiği kızında ölme raddesine gelmişti.
Bir kurşun, iki beden. Bir baba bir kız. Geçmişte güzel anılar var.
"Babam," diyerek küçük kız, babasına sımsıkı sarılıyor. "Çok korkunç baba bu!" diyerek sızlanıyor. Kazım'ın arkadaşının oğlu, korkunç bir karakter kıyafeti giymişti. Bensu ile oyun oynamaktı derdi ama Bensu, ondan korkup babasına sımsıkı sarılmıştı.
Kazım sarılıyor kızına. "Babacığım," diyor. "O senin arkadaşın."
Bensu olumsuz anlamda başını sallıyor. "Hayır!" diyor. "Korkutuyor beni."diyip daha sıkı sarılıyor babasına. " Koru beni!"
Kazım kızının sarılmasına karşılık saçlarını okşayıp, öpücük bırakıyor. "Ömrümün sonuna kadar koruyacağım seni, kızım."
"Söz mü?"diyerek masum sesi ile soruyor Bensu'da.
"Söz. Baba sözü. Asker sözü."
O söz çiğnenmiş, bir silahı ateş ettirmiş, gencecik bir kadının sonu olmuştu.
"Baba," derken sesi acı ile titriyordu. Hissediyordu. "Kızlarıma sahip çık, baba."
Kızları...
Kızları vardı, değil mi? Biri öz kızı biri manevi kızı.
Onlara söz vermişti. En güzel günlerinizde yanınızda olacağım...
Sözler verildi, sözler çiğnendi. Bir çift mavi gözün karanlığa giden yaşamı ile her şey bitmişti.
"Hayır," dedi başını olumsuz anlamda sallamaya başlarken. Tim daha ortalıkta yoktu. Çaresizlik duygusunun en derininde hissediyor, eli kolu bağlı çözüm bulmaya çalışıyordu.
"Baba, git," dedi zorlukla yeniden Bensu. Zaman daralıyordu. 3 dakikadan az kalmıştı. Gitmeliydi babası. Neden kalıyordu yanında? Gitsin. Gitmeli. Yalvarıyorum gitsin...
"Sensiz olmaz, kızım," dedi gözlerinden yaş akarken. Sensiz olmaz. Yapamazdı.
Bombada olan saate kaydı Kazım'ın kahverengileri.
60 saniye.
Zaman gelmişti.
Her şey burada bitiyordu.
Ümitlerin son bulunduğu noktaya gelinmişti.
"Baba, git," dedi sesinde çaresizlik akarken. Son bir ümit kırıntısı vardı içinde. Babası gitsin istiyordu. Ama artık kelimeler ağzından çıkamıyordu. Kader yapıyordu belki de. Sonuna geldiniz diyordu. Konuşmak yasak!
Kazım hıçkıra hıçkıra ağlarken sarıldı kızına. "Sensiz olmaz." dedi.
Son kez sarıldı kızına. Ölümün ucunda iken, akan kanlar ile beraber, hüzünlü bir veda bıraktı Kazım kızına.
Son kez gözyaşı dökerken Kazım, son kez kokusunu içine çekti kızının. Karısı gibi huzur kokuyordu. Bu huzur kana bulanmıştı. Huzur kana bulanmıştı, etrafı cehenneme çevirmişti.
"Sensiz olmaz,"diyerek tekrardan mırıldandı Kazım. " Sensiz olmaz."
Öyle de oldu.
Kazım kızı olmadan yapamadı. Sensiz olmaz dedi, onunla beraber ölüme atladı. Hiç düşünmeden, korkmadan. Yaptığı şeyden ölüme gideceğini bilerekten.
İki beden birbirlerine sarılı iken bomba patladı.
Koca köye bir ateş sardı. O ateşin içinde iki beden kalmıştı. O iki beden dağıldı. Biri vatanını satmadı biri ise kızını.
Bomba patlayan yer cehennem oldu, cehennem ortasından farksız oldu. O cehennemin içinde iki beden vardı ama o iki beden için çok ama çok geç kalınmıştı.
Bir şarkı çaldı. Acıları anlatan, yürekleri yakan. İki bedeni anlattı. İki bedeninin ölümünü anlattı.
Küllerimize bile garezi var bu zalimin
Yıka yıka bitiremedi adını âlimin.
Gün doğmadı ama doğar elbette.
Bu geceki hikâyesi uzun olur hâlimin.
Gün doğmadı. Gün batmadı. Gün, ateşlerin sardığı ışık ile beraber bitti. Hikâye uzun olacak hâlde bir baba ve bir kızın arasında upuzun yazıldı.
Küller sönmedi, etrafı alev sardı. Yıkıldı her yer. Yıkıldı gün. Yıkıldı bedenler. Sarılamadı yaralar.
Bir çift gökyüzü ve bir çift toprak, karanlığa uğradı. Feryatlar gürledi gökyüzünde. Gökyüzü ağladı, toprak içine çekti. Gökyüzü gitti arkasından toprak atladı. Karanlığa giden yolda tek bir ışık bile yoktu. Sonsuz karanlık hem gökyüzünü hem de toprağı içine çekmişti.
Geride kalanlar ise onlardan kalan anılar...
Haber gitti aileye. Bensu'nun eşine, Karargaha, tüm Türkiye'ye. Sadece iki şehit. İki beden. Bir baba ve kızı. Yaraları kocamandı, derindi, sızısı hep kalacak derecedeydi.
Televizyondan izleyen herkes sanır ki bomba patlama yüzünden baba kız şehit oldu.
Hayır.
Baba ilk önce kızını öldürdü. Sonra da onunla beraber ölmeye göze aldı. İki beden öldü, şehadet haberi aileye getirildi, gözyaşları döküldü, emareler gözyaşlarını gökyüzüne ve toprağa bıraktı. Bu hikayeyi bilen ise sadece baba kız ve uzaktan izleyen Bedo.
İki tabutun içinde ise sadece kafa ve bacaklar vardı. İki bedenin bedenleri bulunamadı. Toprağın altına dahil, tek beden gömülemediler. Adi teröristler, bunu iki bedene çok görmüşlerdi. Bunu bile.
Acımasızlığın sınırı asla ama asla yoktu...
Küçük bir bebeğin çığlık çığlığa ağlama sesleri yankılandı ortamda. Hissetmişti. Annesinin yokluğunu, sıkışan yüreği ile hissediyordu. Annesine olan özlemi arttı bir anda. Anne, anne, anne. Başka bir şey istemiyordu.
Daha 6 aylık bir bebek. Annesinden başka kimi isteyebilirdi ki? Ama yoktu. Ağlayarak istediği annesi, toprağa sadece kafası ve bacakları ile gömülmüştü.
Bebeğin artık ablası ve babası vardı. Onlar da hayata geri dönebilirlerse. Hayata bu haber ile tutunabilirlerse. Yaşam zordu artık. Kayıpları vardı.
Haberlerde geçti adları. Kahraman olarak, şehit olarak.
Diyordu Bensu. Asker değilim ama vatanım için canımı vermeye her daim hazırım!
Sadece askerler vatanı için canını vermez, demek istiyordu. Ben bir kadınım ve vatanım için canımı veriyorum,dedi.
Şehit öğretmen olarak anıldı.
Kazım'ın sesi geldi sonra. Vatanım için de kızım içinde bin vurur bin ölürüm!
Bensu öldü, Kazım öldü. İki beden aynı anda, aynı yerde, aynı tarihte; yan yana beraber şehit düştüler.
Bir askerin haykırışı çınladı ortalığa. 45 saniyeliğine kahraman olursunuz!
İki beden, baba kız. 45 saniyeliğine kahraman olmuşlardı. Adları sadece hemen geçilmiş, arkalarından rahmet okunmuştu. Başka bir kanalda ise 20 saniyeliğine kahraman olmuşlardı. Adları sadece alt yazıda geçti.
Şehit Öğretmen Bensu Devin...
Şehit Asker Yüzbaşı Kazım Yıldırım...
Kahramanlar can verirdi, yurdu yaşatmak için. Can verdiler, anılmadılar, görmezden gelindiler, görünmez oldular.
Olsun.
Canları sağolsun.
VATAN SAĞOLSUN.
.
Ağlayım mı?
Bölümümüz efsoydu😭
Voltelerseniz çok ama çok sevinirim. Emek veriyoruz.
Diğer bölümde görüşmek üzereeee.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |