
Merhaba!
Nasılsınız bakalım?
Sevgili okuyucularım. Lütfen volteleri arttırabilir miyiz?
Volte sayımız az.
Yorumlarınızı da bekliyorum.
İyi okumalar!
.
Bir insanın ailesi olması için anne babaya gerek yoktu. Ailen olabilmesi için sevdiklerinin yanında olması yeterdi.
Sevdiklerin varsa sende vardın zaten. Seni seven insanlar oldu mu, her şeye tamamdı. Çünkü bu dünyanın en büyük yarası, sevilmemekti.
Pars için öyleydi. Ailesi Ateş timi ve oğluydu.
Ateş timi ile yıllardır beraberlerdi. Beraber ölüme atılmış, beraber gülmüş, beraber ağlamışlardı. Koca yılların anıları vardı onlarda. Koca yılların izleri vardı. Herkes birbirine sahip çıkar, kollar, ailesi gibi severdi. Çünkü Ateş, aileydi.
Pars Ateş'i ailesi olarak görüyordu. Timin komutanı olduğu için çok fazla belli etmese de Ateş'teki herkesi seviyordu. Ailesi onlardı.
Pars'ın başına bir iş geldiğinde ilk koşan Ateş'ti. Pars acı çektiğinde ilk Ateş yardım etti. Beraber güldüler, beraber kana kan dişe diş savaştılar.
Oğlu...
Oğlu vatan aşkının yanında tutunan dalıydı. Bir ağacın dalı koptuğunda canı yanardı. Ağaç dallarıyla tamamdı. Alphan yoksa Pars'ta olmazdı. Alphan yoksa Pars hayata tutunamazdı. En değerlisini kaybetmek, ateşlerin içinde cayır cayır yanmak demekti. Can çekişerek ölmekti dalını kaybetmek.
Oğlu varsa kendisi de vardı.
Vatanı için can verir, oğlu için hayatta olurdu.
"Baba," diyerek nazlanmaya devam etti Alphan. "Ne olur gidelim, baba," dedi tekrardan Alphan.
Pars derin bir nefes aldı. Kendisine boncuk boncuk bakan oğluna kıyamadı. En son hastaneden ayrıldıktan sonra hemen oğlunun yanına gelmişti. Asker sözünü tutmuştu. Üzerinden ise tam tamına üç hafta geçmişti. Bu üç haftada Alphan okula gitmemişti. Öğretmenleri hastanede olduğu için ve öğretmenin yerine başka öğretmen gelmediği için üç haftadır evdeydi.
Tabii Pars, öğretmenin teröristlerin elinden kurtardığı ve hastanede başında beklediği Güneş öğretmen olduğunu bilmiyordu.
Alphan'ın okulu ile Nuray ablası ilgilenirdi. Bu yüzden öğretmeni de bilmiyordu.
Alphan'ın istediği ise 1 hafta sonra Eliz'in teyzesinin düğünü vardı. Eliz'in ailesi, Pars'ın karşı ev komşusuydu. Bu yüzden birbirlerine yakındı. Eliz Alphan'ın yanına gelmiş ve onu davet etmişti. Tabii ki de annesinin izni ile. Alphan zaten Nuray ablası ile gidecekti ama onun istediği babası ile gitmekti.
Pars ise söz veremiyordu. İşinden dolayı her an görev gelebilirdi. O gün de görev gelirse oğluna sözünü tutamamaktan korkuyordu. Oğlunun ümidini boşuna çıkarıp onu üzmek istemiyordu.
Derin bir nefes verirken oğlunun üzerine okul formasını giydirdi. "Tamam babacığım," dedi ve kafasını kaldırıp ışıldayan gözlerle kendisine bakan oğluna bakıp cümlesine devam etti. "Ama söz veremem. Biliyorsun, değil mi?"
Bugün okul günüydü. Oğlunu bugün kendi bırakacak kendi alacaktı. Şu üç hafta içinde ise sadece bir kez göreve gitmişti Pars. Diğer günler hep oğlu ile ilgileniyordu.
"Biliyorum, baba,"diye sevinçle ama kısık bir şekilde mırıldandı Alphan. Oley, diyerek bağırıp sevinmek istemişti ama öyle yaparsa babasını üzeceğini sanıp sadece kabul ederek mırıldandı.
Pars bu durumu fark etti. Oğlunun bir bakışından bile neler olduğunu anlayabiliyordu. Sadece gözünün içine bakması yeterdi.
"Neden böylesin?" diye mırıldanırken buldu kendini Pars. Oğlunun olgun davranması kendisini her ne kadar gururlandırsa da üzüyordu. Üzüyordu çünkü oğlu sevincini bile dışarıya yansıtamıyordu.
6 yaşındaki bir çocuğun böyle olgun olması bile onu o kadar şaşırtıyordu ki, dile gelmezdi. Alphan bir çocuktu. Çocukluğunu yaşamalıydı. Böyle olgun davranıp sevincini bile babasının yanında yansıtmaması, Pars için üzücü bir durumdu. Oğlu yanında istediği gibi sevinemiyordu bile. Nasıl sevinsin bu duruma.
Zaten içinde anne burukluğu vardı oğlunun. Anne hasreti çekiyordu ama belli etmiyordu. Çocuğunun mutlu olması için elinden geleni yapıyorken sırf babasını üzmemek için olgun davranıp sevincini dışarıya yansıtmıyordu.
Bu da Pars'ı sıkıntıya sokuyordu. İçini rahatsız ediyordu.
Alphan babasının ne dediğini anlamadı. "Anlamadım, baba," diye mırıldandı.
Pars sıkıntılı bir şekilde derin nefes verdi. Daha sonra Alphan'ı kucakladığı gibi kucağına oturtturdu.
Daha sonra ise oğlunun saçını okşadı. "Oğlum," dedi içli içli. "Lütfen benim yanımda çocuk ol. Ben seni böyle görmek istemiyorum."
Alphan olgun olduğu kadar zekiydi de. Anladı babasının ne demeye çalıştığını.
Alphan dudaklarını büzerek, "Ama sen üzülürsün," dedi. "Ben seni üzgün görmek istemiyorum ki. Bir tek sen varsın benim hayatımda. Hayatımda olan tek babamı da üzgün görmek istemiyorum."
Burukça gülümsedi Pars. İçi burkuldu oğlunun dedikleri ile. Ama Allah'a da şükretti içinden. İyi ki bana böyle bir mucize sundun, Allah'ım...
Pars oğlunun saçını okşamaya devam etti. "Sen mutlu olursan bende mutlu olurum, oğlum," dedi içindeki duyguları teker teker diliyle dökerken. "Benim mutluluğum sensin. Sen üzülürsen ben de üzülürüm ama sen sevinirsen, dünyalar benim olur."
Ateş timine, herkese aslan kesilen adam, oğlunun karşısında kanadı kolu kesiliyordu. Ona bağırmayı geç, ayağı taşa takılsa bile içi korku ile dolardı. Evladı hayatındaki en büyük varlığı iken nasıl canı yandığı zaman çaresiz hissetmesin.
İşte Alphan bunları biliyordu. Kendisi babasının karşısında salya sümük ağladığı zaman babasının üzerine deprem yıkacağını biliyordu. Babasını çok özlüyordu. Hem de çok. Ama belli etmiyordu işte. Babası yıkılmasın diye sevincini bile doğru düzgün yaşayamıyordu. Her gün o pencerenin önünde nöbet tutarken babası ile konuştuğu zaman sanki onu beklememiş gibi hep neşeli neşeli konuşurdu. Babasına özlediğini belli etmezdi.
Alphan daha 6 yaşındaydı ama gönlü Mert gibiydi. Her çocuğun kaldıracağı bir durum değildi.
Sıkıntılı bir şekilde yerinden kıprandı Alphan. "Ben üzgünüm diye sende mi üzgünsün şimdi, baba?" diye sordu.
"Öyle," diye mırıldandı Pars. "Ben seni olgun biri olarak değil çocuk olarak görmek istiyorum. Sevincini yansıt bana. Sen sevin ki bende mutlu olayım, oğlum."
Suçlulukla dudaklarını büzdü Alphan. "Ben sandım ki sevincimi dışarıya yansıtmazsam sen de mutlu olursun."
"Oğlum," dedi Pars isyan edercesine. "Niye sen böyle düşündün? Düşünme sebebin ne?"
"Kızma bana baba," dedi Alphan anında. "Diğer çocuklar gibi ağlayıp zırlasam daha çok üzüleceksin. Karargahtaki abilerin çocuklarından gördüm. Bir tane abi sırf çocuğu sevindi diye üzülmüştü. Sen de üzülme diye yaptım ben."
Oğlunu böyle görmek, kör ateşlerle yakıyordu Pars'ı. Oğlu mutlu olduğu zaman asıl gücü buluyordu. Onun gücü oğluydu. Oğlu için hayatta tutunuyordu. Oğlu olmasa kendisi hiçti. Oğlunun mutluluğu için yapmayacağı bir şey yok iken oğlunun böyle düşünmesi...
Oğlunun mutluluğu için her şeye razıydı. Yeter ki yeşil gözleri mutluluktan kısılsın, dudaklarının yanındaki gamzeler çıksındı.
Bahsettiği konu ise karargahın lojmanında kalan Mert'ten bahsediyordu. Mert Teğmen'den.
Mert, kızına tutamayacağı bir söz vermişti. Kızı sırf mutlu olsun diye o sözü vermişti. Üzgünlüğü ise sözünü tutamayacağı içindi. Alphan ise bunu görmüş ve kendi düşüncelerine doğruluk payını fazlasıyla eklemişti.
Sonuçlar ise buydu.
"Sakın öyle düşünme sen," dedi anında Pars. "Sakın yapma." Oğlunu bu düşünceden uzak tutmaya çalışıyordu. "Sen mutlu olursan bende mutlu olurum. Sen sadece sevin, mutlu ol. Ben asla üzülmem hele ki sen sevindin diye. Benim dayanma gücüm sensin, oğlum. Asıl böyle yaparsan üzülürüm ben."
"Şimdi üzüldün mü?" diye masumca sordu Alphan.
Onaylar şekilde baş salladı Pars. "Böyle düşündüğün için, evet," dedi.
"Baba üzülme," diye konuşmaya başladı Alphan. "Üzülme lütfen."
"O zaman sende öyle düşünme," dedi Pars. "Sen öyle düşünmeye devam edersen ben hep mutsuz olurum."
"Tamam," dedi Alphan panik ile. "Tamam, baba," dedi. "Sen üzülme. Söz veriyorum bir daha öyle düşünmeyeğim."
"O zaman ne yapıyoruz?"
"Hep çocuk oluyoruz."
Pars oğlunun saçına derin bir buse bırakırken, "Aferin oğluma," diye mırıldandı. Saçının kokusunun içine çekmişti. Mis gibi kokuyordu oğlu. Kendi elleriyle duş aldırmıştı ilk önce. Oğlunun üzerine giydirmiş iken ayağa kalktı. Kendisi çok önceden hazırdı. Bir elini oğluna uzatmış diğer kolunda ise oğlunun çantasını tutuyordu.
Alphan anında babasının elini tuttu. Zaten hep babası ile vakit geçirmek istiyordu. Bu aralar görevin fazla olmamasıyla birlikte fazla vakit geçiriyorlardı. Pars Alphan ile evden çıkıp arabaya bindiler. Pars arka koltuğa Alphan'ı otururken kemerine de bağlamıştı.
Pars, Alphan'ın kafasından bu düşünceyi atsa da oğlunun öğretmeni ile konuşacaktı girişte. Belki yardım eder diye düşünüyordu.
Pars sürücü koltuğuna otururken kemerini taktı, kontağı çalıştırırken arabayı sürmeye başladı. Dikiz aynasından oğluna bakıp, "Bugün ki şarkımız ne?" diye sordu.
Oğlu ile hep aktive gerçekleştirirken arabada oldukları zaman günün şarkılarını seçerlerdi.
Alphan düşündü ilk başta. Ondan sonra aklına gelen şarkı ile, "Gülden'den Bye Bye," diye bağırdı.
"Tamamdır," derken Pars, Alphan'ın istediği şarkıyı açmıştı. Şarkı hafif ses ile arabanın içinde çalarken Alphan, şarkıyı mırıldanmaya başlamıştı.
Diğer aktive buydu. İkisi beraber şarkı dinliyorlarsa eğer, şarkıyı beraber söylerlerdi.
Bye bye (bye bye), ben hiç durmadım demek
Bye bye (bye bye), yeni aşk mı, tabi hay hay
Bye bye (bye bye) yerime kim geçmiş
olsun de, o anlar
Tam oğlu ile şarkıyı mırıldanacak iken telefonuna mesaj geldi. Dikkatlice mesaja bakarken yüzünü buruşturup içinden küfretti. Sikeyim!
"Bir sen eksiktin zaten," diye içinden mırıldandı. "İzin günden bile rahat yok amına koyayım."
Şaklaban Ömer:
Komutanım. Size çok güzel bir haberim var. Okul çıkışında bende sizinle beraberim!
Bu haberi duyduğunuz için çok mutlu olduğunuzu bilyorum. Bende sizi seviyorum.
Ömer tam anlamı ile bela mıknatısıydı. Ve Pars şundan kesinlikle emindi:
Okul çıkışı kesinlikle bir bela onları bulacaktı.
***
"Alo, Senem."
"Efendim, Güneş," dedi telefondaki Senem. Bugün okula gidiyordum. Ama okula gitmeden önce dikişlerimi aldırmaya gitmiştim. Bu yüzden geç kalmıştım biraz okula. Benim yanımda çalışan Senem ilgileniyordu çocuklar ile.
Şimdi de hastaneden çıkmış arabama binmiştim. Telefonu ve kucağıma bırakır iken bir yandan ise arabayı sürmeye başladım.
"Mesaj atmışsın, onun için aradım. Bir veli seninle konuşmuş galiba."
"Evet evet, öyle oldu," dedi Senem bir anda. "Alphan'ın velisi geldi bugün. Babası. Sen olmadığın için ben konuştum kendisi ile. Alphan'ın bir sıkıntısı var."
Kaşlarım dediği ile çatılır iken ne olduğunu düşünmeye başladım. Ama babası geldiğine göre ve bir sıkıntısı varsa bu babası ile ilgili olabilirdi. Babasının asker olduğunu biliyordum. Nuray ablanın anlattıklarına göre de Alphan babasından çok ayrı kalıyormuş. Annesi zaten bebekken terk etmiş kendilerini. Babası ile göreve başladığım zamandan beri hiç görüşmemiştim. Nuray ablaya bu konudan bahsetmiştim aslında. Babası ile görüşmem daha iyi olur demiştim. Alphan'ı daha yakından tanımak için.
Her birer öğrencilerim için velileri ile görüşür ve öğrencimi daha yakından tanımak için haklarında bir şeyler öğreniyordum.
Nuray abla ise ne zaman görevden döner müsait olursa o zaman görüşürsünüz, demişti. Demek ki o gün bugündü.
"Nedir?" diye sordum dikkatim yolda iken.
"Okula geldiğin zaman anlatsam daha iyi olacak. Hem Alphan ile de konuşmuş olursun."
"Durum o kadar ciddi mi?"
"Yani," dedi Senem. "Çok abartılcak kadar da değil ama ciddi. Anla işte."
Nefes verdim sıkıntılıca. "Tamam," dedim. "20 dakikaya oradayım. Gelince konuşuruz."
"Dikkat et yolda, görüşürüz," dedi ve telefonu kapattı. Telefonu kucağımdan ayırmaz iken aklıma düşünceler girmeye başlamıştı bile.
Alphan'ın durumunu biliyordum aslında. Ona benzer öğrencim de vardı. Efe. Efe'nin de annesi onu bebekken terk etmişti. Ama aralarında tek fark, Efe babası ile beraber her gün vakit geçiriyordu. Alphan öyle değildi.
Alphan çok zeki bir öğrencimdi. Şu görev yaptığım 5 hafta içinde Alphan'ı gözlemlerim ile az çok tanıyabilmiştim.
İlk öncelikle babası ile kesinlikle gurur duyuyordu. Her ne kadar canı yansa da bu konuda, babası ile gurur duyuyordu. Bende öyleydim ya çocukken. Dedemi her gördüğümde içimde bir gurur oluşurdu. Etrafta hep benim dedem asker, benim dedem yüzbaşı, diye dolaşırdım. Alphan'da öyleydi. Görev yaptığım şu 5 hafta içinde hep babası hakkında konuşurken duydum onu. Dilinden hiç düşürmüyordu babasını.
Ama zordu işte. Asker evladı olmak zordu. Her an kaybetme korkusu vardı. Gidişi vardı ama gelişi yoktu. Her Allah'ın günü pencereden yol gözlemek belki de uzaktan birine çok yabancı geliyordu ama bizim gibi asker yakınlarına hep acı geliyordu.
Bir söz vardır. Helva sizin evinizde yenilmediği süreç sizlere hep tatlı gelecek. Bizdeki hesap da oydu. Hiç kimse pencerenin başında sabırla bir insanı beklemediği süreç, hep basit görecekti bu eylemi. Basit dedikleri pencerenin önünde insan beklemek, bir çok duyguyu taşıyordu her şeyin tam tersine. Özlem, burukluk, hüzün...
Sınıfımda Alphan'dan başka asker çocuğu olan yoktu. Tek Alphan'dı. Alphan'ı derinden anlayan ise bendim. Ben de asker torunuydum. Dedemin yolunu gözlediğim çoktu. Bana o kadar sıcak bir ilgi gösterirdi ki, gerçekten onun kanını taşımayı çok isterdim.
Düşüncelerimin içinde boğuşurken okula geldiğimi fark ettim. Arabamı okulun önüne park ederken telefonumu arabadan aldım. Daha sonra ise arabadan inip arabayı kilitledim.
Okulun bahçesine geldiğimde öğrencilerimin beni dışarıda beklediğini gördüm. Senem Alphan mesajından önce bana öğrencilerin beni dışarıda beklemek istediklerini söylemişti.
Onları görünce derince gülümsedim. Burada olan 15 öğrencim, ilk öğrencilerimdi. Anıları hep benimle olacak kişilerdi. Asla ama asla unutmayacak olanlardı.
Eliz elindeki topu Efe'ye attığı an Efe'de tuttuğu topu ona karşılık olarak attı. O sırada Eliz topu tutamadı ve bana doğru gelmeye başladı. Öğrencilerim o kadar kendilerini kaptırmıştı ki oyun oynamaya beni fark etmemişlerdi bile. Eliz arkasına döndüğü an beni gördü. Gözleri sevinç ile açılırken, "Öğretmenim!" diye bağırdı.
Yüzümde oluşan gülümseme biraz daha büyüdü. Yere doğru hafif çömeldiğimde kollarımı açmıştım. Eliz bana doğru koşa koşa gelirken diğer öğrencilerde arkadan gelmişti.
Eliz kollarıma atlarken diğer öğrencilerde atlamıştı. Her birine ayrı ayrı sarıldım. Özlem giderdim. Onlar da bana bu 5 hafta içinde alışmışlardı.
Özlem giderirken gözüme bir kişi çarptı. Merdivenlerin önünde oturup buraya bakan bir Alphan.
Alphan'ı öyle görünce morelim bozuldu. Çok üzgün ve kırgın görünüyordu. Kafamı ondan çekip bana sarılan öğrenciler ile ilgilendim.
Daha sonra ayağa kalktım. Alphan sayesinde morelim bozulsa da diğer öğrencilere çaktırmadım. Sevinçle, "Benim geldiğime göre artık ders başına," diye seslendim. "Sınıfa doğru, marş marş," derken adımlamaya başladım.
Merdivenlerin önüne geldiğim an Alphan'da merdivenlerden kalkmış sınıfa doğru adımlamaya başladı. "Alphan, sen dur bakalım," dedim. Öyle demem ile diğer çocuklarla beraber Alphan'da durdu. Öğrencilere bakıp, "Siz içeriye geçin bakalım. Ben gelesiye kadar Senem ablanız sizinle ilgilenecek."
Çocuklar beni onayladıktan sonra sınıfa girdiler. Alphan tam yine merdivenlere oturacak iken, "Dur," dedim ve üzerimde olan ceketi çıkardım. Burası ana okul ve küçük bir yer olduğu için kantin tarzı bir yer yoktu. Alphan ile de yalnız konuşmak istediğim için dışarıda mecburen merdivenlerde oturacaktık.
Üzerimden çıkardığım ceketi yere serdim. En azından soğuk yere oturmayacaktı artık. Gülümseyerek Alphan'a bakarken, "Otur bakalım," dedim.
Alphan dediğimi ikiletmedi, oturdu. Bende onun yanına oturdum. Kafamı ona çevirdiğimde boncuk yeşil gözleri ile bana bakıyordu. Masum bakışları vardı. Üzgün olduğunu belli eden ses tonu ile, "Ne oldu öğretmenim?" diye sordu.
Derin bir nefes verdim. "Çok üzgün duruyorsun, Alphan," dedim. "Seni üzen şeyin sebebini öğrenebilir miyim?"
Dudak büzdü o tatlı hâli ile. "Bir şey yok ki," dedi. Omuz silkeledi. "Üzgün değilim."
Ellerimi atıp ellerini sımsıkı sardım. O yemyeşil gözleri üzgünlüğünü yansıtırken nasıl inanmamı beklerdi?
"Alphan," dedim. "Kuzum, görüyorum ben senin üzgün olduğunu. Anlayabiliyorum."
"Nasıl ki?" diye sordu hafif şaşkın sesi ile.
"Gözlerin ele veriyor," dedim bende hafif gülümserken. "Gözler yalan söylemez ki." Derin bir nefes verdim ondan sonra. "Ama anlatmak istemiyorsan anlatma. Seni zorlamak istemiyorum. Ama içinde de tutma."
"İçimde tutarsam ne olur?"diye yine saf hâli ile sordu.
Tuttuğum ellerini biraz daha sıkı sardım. " Seni üzer,"dedim. "İçinde tutmaya devam edersen o dert sana sıkıntı vericek. Canını yakacak. Canın yanarsa babanda üzülür, biliyor musun?"diye zaafından vurdum. Aslında amacım onu zorlamak değildi ama içinde tutup kendi canını yakmasını istemiyordum. Derdine derman olmak istiyordum. Ona yardım eli uzatıp, düştüğü dipsiz kuyudan çekip almak istiyordum. 6 yaşındaki bir çocuğun böyle dertlerle omuzlarına bindirdiği yükü görmek canımı sıkıyordu. Daha 6 yaşındaydı. Çocukluğunu yaşamalıydı.
"Babam üzülür mü?" diye yine Alphan'dan soru geldi.
Başım ile onayladım onu. "Babalar çocuklarını üzgün görmeyi dayanamaz. Babanı üzmek istemezsin, değil mi?"
"İstemem," dedi anında. Sonra da sıkıntılı bir şekilde derin bir nefes verdi. "Öğretmenim," dedi gözleri bir anda dolu dolu olurken. "Ben babamı kaybetmek istemiyorum. Zaten annem yok, babamda gitmesin. Olmaz mı?"
Dedikleri boğazımda koca bir yumru olmasını sağladı. Kalbim onun acısı ile sızlarken ne diyeceğimi şaşıp kaldım. Alphan acı çekiyordu.
Ben tam ağzımı açmış konuşacak iken Alphan, içindeki bütün alevleri bir an da patlatmaya başladı. "Ben, o sırf benim için üzülmesin diye sevinmiyorum bile. Onu çok fazla aramıyorum. Özlediğim halde özlemedim seni diyorum. O geldiği zaman hiç darlanıyorum onu, dinlensin diye. Yalandan gülümsüyorum. Yine de gitmesin. Olmaz mı?"
Yüreğim daha fazla acı ile kavrulurken Alphan'ı tuttuğum gibi kendime çektim. Saçına bir buse bırakırken, "Sen çok güçlü bir çocuksun," diye mırıldandım.
Bir şey diyemiyordum. Geçicek bu günler, diyemiyordum. Yalan olacaktı çünkü. Babasının görevde başına ne geleceğini bilemezdim. Belki şehit olarak gelecekti belki de gazi olarak. Ya da emekliliğe kadar gidecekti. Ama bilemezdik. O adamın Alphan'a şahadet haberi ile gelip gelmeyeceğini asla ama asla bilemezdim.
Bu yüzden Alphan'a ümit vermek istemiyordum. Ama ona yardım edecektim. Yardım eli uzatacak, kendi yaşadığım aynı kaderin içinde onu hayatta tutacaktım.
"Öğretmenim," diye sızlandı. "Babam gitmesin. Gökyüzündeki bayrak olmasın. Gökyüzünde olursa ben onu daha çok özlerim. Şimdi az da olsa görüyorum ben babamı ama gökyüzü olursa hiç göremem ki."
Yavaşça ayrıldım ondan. O fark etmeden gözümdeki yaşı sildim. Dağınık siyah saçlarını okşar iken, "Güçlü kal, Alphan," dedim hiç istemediğim ama zorunlu olduğu için söylediğim o cümleyi. "Güçlü olursan baban da güçlü olur." Derin bir nefes verdim. "Baban gökyüzüne gitmesin istiyorsan güçlü ol. Baban senden güç alacak."
"Nasıl güçlü olacağım ki?" diye sızlandı bu sefer.
Yüzünü avuçlarımın içine aldım. Yüzünü okşarken, "Çocuk olarak," dedim. "Sen çocukluğunu yaşa, baban için bu kadar fedakar davranma. Kendin ol, yeter." Alnına bir buse bıraktım. "Baban seni mutlu görürse zaten o da mutlu olur. Ayakta durur. Bakacak, benim oğlum çok mutlu. Çok huzurlu. Senden alacak o gücü. Senin için dayanacak. Senin için savaş verecek. O göreve gittiği zaman gözü arkada kalmayacak. Seni giderken de gelirken de mutlu görsün ki güçlü olsun."
Güçten ayrı hayata tutunma sebebi bulacaktı. Vatanı için canını vermeye razı iken oğlu için de canını kurtarmaya çalışan bir adamdı.
Boncuk gözleri ile baktı Alphan bana. "Babamın yanında içimden geldiği gibi davranayım yani, değil mi?"
"Aynen öyle,"dedim. " Sen sadece kendin olmayı bak. Baban asla üzülmez öyle şeylere."
"Peki öğretmenim ya siz?" dedi anında Alphan. "Siz güçlü müsünüz?"
Alphan'ın sorduğu soru, kafamda dönmeye başladı. Ben güçlü müydüm?
Annemin ölümünde güçlü olmayı öğrenebilmiş miydim?
Annesizliği iki kez tadınca güçlü olabildim mi?
Ya da annemin kaderinin bana çeyiz olmasına az ramak kala ben güçlü olabilmiş miydim?
Burukça gülümsedim Alphan'a. "Biliyor musun?" dedim. "Çocukken annem benden uzaklara gittiğinde ben de senin gibi olmuştum."
"Nasıl?" diye sordu ilgi ile.
"Annemin biraz uzaklara gitmesi gerekiyordu." Öldü diyemedim. "Ben de aynı senin düşündüğün gibi düşünüyordum. Çocuk olmazsam annem gitmez, mutsuz olmaz diyordum."
"Peki annem gitti mi?"
"Gitti," dedim. "Çünkü gitmesi gerekiyordu ama ben çocuk olmayı kesip aynı senin gibi olgun davranınca annem çok üzüldü. Annem arkasında güçlü bir kız bırakmak istiyordu ama olgun davranarak kendisini yıpratan bir çocuk da istemiyordu."
"Öğretmenim, olgun olmadan biz nasıl güçlü olacağız ki? Ben çocuk olmazsam güçlü de olurum. Ama çocuk olursam da güçsüz düşerim."
"Bende öyle düşünmüştüm ama yanıldım, Alphan," dedim acı ile. "Bazen çocuk olmak en iyisi. Çünkü her bir gerçeği öğrenmek insanı iyi etmez. Ayrıca bir insan güçlü olmak istiyorsa çocukluğundan güçlü olmayı başarmalı."
"Nasıl?"
"Sen eğer çocuk olup asıl gerçekleri göğüs erersen zaten güçlüsündür. Annem benim olgun olduğumu zannetiğinde yıkıldı. Yıkıldı çünkü çocukken olgun olmak demek hayatın en kötü yönleri ile karşılaşmak demekti. Annem yalvardı bana. Çocuk halinde çocuk ol dedi, bana. Ben çocukken güçlü olmayı öğrendim, Alphan. Sende öyle yap."
"Nasıl yapacağım peki?" dedi. Aslında az önce vermiştim cevabını.
"Az önce dediğim gibi Alphan. Çocuksan çocukluğunu yaşa. Senin ömründe uzun bir yol var. Olgunluğa erişmen için uzun bir yol var. Senin erkenden olgunluğa girmen seni güçlü kılmaz. Aksine gücünden azaltır. Çünkü çocuk yaşında hayatın her yönünü göreceksin, mutluluğunu bile yaşayamacaksın. Gülmek istiyorsun ama gülemiyorsun. Ağlayacaksın ama ağlayamıyorsun. Babanın da güçlü olmasını istiyorsan sen çocuk ol. Çocuk olman babanın güçlü olması için en yeterli sebep."
"Aslında bu sabahta söylemişti bana, biliyor musun, öğretmenim?" diye cıvıl cıvıl konuşmaya başladı. "O da benden çocuk olmamı istedi." Sonra da heyecanlı bir şekilde bana baktı. "Hatta sizinle konuşacakmış babam."
"Yaa, öyle mi?" dedim Alphan'a uyarak. "Bilmiyordum bak."
"Evet, öyle söyledi." Heyecanlı heyecanlı anlatmaya devam ederken odak noktasını değiştirdiğim için az da olsa huzurluydum. "Bugün babam bıraktı beni okula. Çıkışta da o gelecekmiş." Sonra da şirince sırıttı. "Hatta biz Eliz'in halasının düğününe bile gideceğiz ki."
"Ne yapacaksın peki bakalım düğünde?" diye soru sordum ona. Aklındaki düşüncelerin gitmesini ve aklının dağılmasını istiyordum ve başarılı da olmuştum. Alphan şuanlık bu konuyu unutmuş normal çocuk gibi heyecanlı heyacanlı hayatında olan olayları anlatıyordu.
"Ben hep Eliz ile beraber oynayacağım. Yanımıza Efe'de olacak. Üçümüz beraber olacağız. Pasta bile yiyeceğiz. Hatta Ömer amcam bana dedi ki, eğer o düğünde olursam seninle ufak kaçamaklar yapacağız, dedi."
Kaçamak olarak neyden bahsettiği hakkında bir fikrim yoktu ama yine de çaktırmadım. "Güzelmiş," dedim. "Bak, sen anlatırken bile ben heyecanlandım."
"Bende öyle," demişti ki arkadan bir ses geldi. "Öğretmenim, Alphan," dedi. Sesin sahibine döndüğüm an beni Eliz karşıladı. Gülümsedim. "Senem abla birazcık delirdi de, gelir misiniz?"
Kıkırdadım bu dediğine. Alphan'a kaş göz yaparken ellerinden tutarak yardım ettim ona ayağa kalkması için. O da yerden ceketimi alarak bana uzattı.
Eliz ve Alphan ile beraber sınıfa girerken, "Yeter!" diye çığlık duydum. "Saçımı bırak! Allah aşkına!"
Yağmur yine Senem'in saçının başındaydı demek ki.
***
Yorulmuştum. Bugün fazlasıyla yorgundum. Uzun zaman dinlenip tekrardan işe başlamak beni yormuştu.
Senem sınıfa geçince Alphan konusunu anlatmıştı bana. Aslında konuyu bilmeden çözmüş gibi olmuştum. Babası da Alphan'ın fazla olgun davranmasından şikayetçiymiş. Bu konuyu babası ile ayrı konuşacaktım.
Tüm öğrencilerin velisi gelirken yine bir tek Alphan kalmıştı. Sınıfta iken ceketimi üzerime giydim. Alphan'da okul çantasını omzuna atarken ona elimi uzattım. "Hadi bakalım," dedim. Babasının geleceğini söylemişti ama yine de bir öğrencimi okuldan bırakmak olmazdı. O sırada Senem ise oyuncakları topluyordu.
Alphan elimi hemen tutarken okulun bahçesine geldik. Alphan'a baktığımda kıpır kıpırdı. "Alphan," dedim onun haline gülerek. O da anında bana baktı gülen yüzü ile. Göz kırptım. "Heyecanlıyız bakalım."
"İlk defa babam okuldan alacak beni. Hemen gelsin ve evimize gidip oyun oynayalım istiyorum."
"Ödevleri unutmak yok ama," dedim ben de konuyu uzatmaya çalışarak. Konu olsun ve sıkılmasın diye uğraşıyordum. "Senin gibi çalışkan öğrencim ödevini yapmazsa kırılırım."
O da bana göz kırptı. Yani kırpmaya çalıştı. "O iş bende. Merak etmeyin." Onun bu haline hafif kahkaha attım. Onu bugün mutlu edebilmiş, negatif enerjisini üzerinden atabilmiştim. Bunun için ayrı mutluydum. Çocukları üzgün görmeyi dayanamıyordum.
O sırada bahçeye bir araba sesi yankılandı. Yanımdaki Alphan yerinde sevinçle zıplamaya başlarken ellerini birbirine çırpıyordu. "Babam geldi, babam geldi."
O sırada elimi bıraktı ve aniden koşmaya başladı. Onun koştuğu yere baktığım an içime inme girmiş gibi şok oldum.
Oha!
Bu adam beni teröristlerin elinden kurtaran adamdı!
Gülen yüzüm anında solarken şaşkın şaşkın adama baktım. Yanında ise bir adam vardı. Beni kurtaran adamdan kısa kalmıştı biraz. Hafif kirli sakallara ve siyah dağınık saçlara sahipti.
O adam Alphan ile konuşurken, "Sen..." diye şaşkınca mırıldandım. O an iki adamın da bakışları bana döndü.
Beni kurtaran adamın da yeşil gözleri şaşkınlık dolarken, "Sizin ne işiniz var burada?" diye şaşkın şaşkın sordu.
Tam ağzımı açmış cevap verecektim ki bir anda Senem'in çığlığını duydum. "Pis sapık!"
Ne olduğunu anlayamadan Senem, beni kurtaran yani Alphan'ın babasının yanında duran adamın üzerine atlayarak saldırmaya başlamıştı.
Gerçekten de üzerine atlamıştı.
Her şey bir anda olmuştu. Ne olduğunu bile anlamadım. Şaşkınca Senem'e bakarken Senem, adamın sırtında ayaklarını adamın beline bağlamış iken ellerini yumruk yaparak adamın sırtına indiriyordu. Bir kolu ise adamın boynuna bağlı, düşmemeye çalışıyordu.
"İnsene sen manyak karı!" diye bağırdı o adam. Senem ise onu takmayıp bu sefer adamın kafasını ısırdı. "Pislik!" diye çığırdı. "Hangi yüzle geldin sen buraya, adi herif!"
O adam kollarıyla Senem'i üzerinden atmak isterken sırtında olan Senem'e aşağıdan ters bir bakış attı. "Adi herif falan ayıp oluyor ama."
"Başlarım lan senin ayıbına!" diye bağırıp tekrardan kafasını ısırdı Senem.
"Ahh!" diye çığırıp sağa sola gitmeye başladı o adam. Senem'i sırtından atmaya çalışıyordu ama Senem koala gibi yapışmıştı. "Kafamdan ne istiyorsun sen be!"
"Kafanı kopartmak istiyor olabilir miyim!" dedi Senem adamın sırtında duraksayıp adamın yüzüne doğru eğilirken. Yüzleri birbirine fazlasıyla yakındı. Adamda kafasını ona doğru çevirince burun buruna geldiler.
Adam Senem'in yüzüne bakarken yutkundu. "Bilerek yapmamıştım," diye anında kısık bir şekilde fısıldadı.
Senem alay edercesine güldü. "Öyle mi?" dedi ve bu sefer adamın yanağını çok güçlü bir şekilde ısırdı. "Bilerek olmadı, kusura bakma!"
O adam anında kendine geldi. Yine can acısı ile, "Lan!" diye çığlık attı. "Manyak, ruh hastası! Isırmayı bıraksana!"
Senem dişlerini çektiği an öfke ile bağırmaya devam etti. "Tanımadığın bir kadını sokak ortasında dudaklarına kapanırken iyi ama, değil mi!"
O an Alphan'ın babası ile benim gözlerimiz şaşkınlıkla açılırken, "Ne?" diye bağırdık. Bakışlarımız birbirine değdiği an ikimizin gözlerinde tek bir şey vardı: şaşkınlık.
Bu adam, Senem'i tanımadığı hâlde sokak ortasında onu mu öpmüştü?
.
Bu bölüm yorucu bir bölüm oldu.
Şunu söyleyim ki, bölüm beklediğiniz için acele yazdım. Bu yüzden betimlemeler falan eksik kaldı. Onları daha sonra ekleyeceğim.
Senem sizce neden Ömer'e saldırdı. (Alphan ve Pars sahnesinde ömerin geleceğinden bahsettim."
Bizimkilerin karşılaşması.
Diğer bölümde görüşmek üzereeee.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |