Yeni Üyelik
10.
Bölüm

10. Bölüm

@senuzya

Gözlerim üzerime gelen kılıcı takip ederken şiddetli bir ses dikkatimi dağıtıyor. "Bire kansızlar!" Gözlerim şaşkınlıkla açılırken sesin geldiği yöne bakıyorum. O açıklık olan alandan üzerinde siyah kıyafetler olan iki adam giriyor. Arkalarında kırmız üniformalı askerlerden var. Kurtuldum mu? Küçük bir gülüş rahatlamayla birlikte ağzımdan kaçıyor. Adamlar kılıçlarını çekmiş bize gelirlerken geriye kayarak aradan çekilmeye çabalıyorum ama önümdeki adam saçımdan yakalıyor beni. "Ah!" Küçük bir çığlık ağzımdan kaçınca dişlerimi sıkıyorum. "Yaklaşırsanız alırım kellesini!" İki adam bir an duraklayarak birbirlerine bakıyor. Beni umursamadan ilerlemeye devam edebilirler. Etrafa göz atıyorum. Yeşilli adamlardan boynunu kırdığım adam ve sırtını kestiğim adam hareketsizce yatıyor. Serçe parmağını kırdığım adam ise kılıcını diğer elinde tutarken zorlanıyor. En az 5-6 kişinin de arkada olduğunu biliyorum ve daha fazlası gelir mi diye endişeleniyorum. "Hatunu bırak!" diyor siyahlı adamlardan biri. İkisinin de yüzü sert bir ifadede ve sakalları düşündüklerini anlamamı zorlaştırıyor. Arkalarında sadece 4-5 asker var. Ellerinde kılıçla komut bekliyorlar. Belli ki öldürüleceğim. Beni rehin tutmaları için bir sebep yok zaten buraya savaşmak için geldiler. Kırmızılı adamlar iki yana açılınca boynuma dayanmış kılıcın keskinliğini hissediyorum. Birileri daha geliyor zannımca. Pekala... "Kılıçlarınızı bırakın!" "Bre deyyus! Saraya girecek haddi buluyorsun da cenkten mi korkuyorsun?!" Adamlar aralarında tartışırken düşünmeye çalışıyorum. Adam benden daha güçlü kolunu tutamam. Öne ya da yanlara hamle yapamam. Çakı değil bu koca kılıç. Öyleyse tek şansım kalıyor. İnşallah ölmem. Gövdemi gıdım gıdım kılıcın kabza kısmına doğru ilerletmeye çabalıyorum. Adamın elinin sıkılaştığını fark edince duraksıyorum. "Çok konuşma!" Adam kılıcı bir an boynumdan çekip adamlara doğru uzatıyor. "Bırakın kılıçları yoksa kesirim hatunu!" Aha, salak. Bunu fırsat bilerek karnının yanındaki boşluğa dirseğimi geçiriyorum ardından dirseğinde sinirlerin bulunduğu kısma vuruyorum. Kolu boşa çıkınca parmaklarını tutup geriye kıvırıyorum ve kasığına tekmeyi geçiriyorum. Adam önümde diz çökerken yanındaki adamın kılıcını bana savurduğunu fark ediyorum. Eğilerek kaçarken sırtım bir yere çarpıyor. İkinci hamleyi vuracağı sırada çarptığım adam beni arkasına çekerek kılıcıyla engelliyor darbeyi. Gözlerimi şaşkınlıkla kırpıştırıyorum. Ne ara geldi o yanıma kadar? Adamın karnına bir tekme atıyor ve gerileyen adamın açıkla kalan göğsünü kılıcıyla kesiyor. Bir başkası üzerine gelince kılıcını savuşturarak dönüyor ve kılıç ile sırtını kesiyor. Etrafa baktığımda askerlerin adamları öldürdüğünü fark ediyorum. "İyi misin?" Adam elindeki kanlar damlayan kılıcıyla, kıyafetlerini kaplayan kan ve çamur lekeleriyle ürkünç durması gerekirken o kadar anlayışlı ve kibar bir şekilde bakıyor ki bir an cevap veremiyorum. Yanıma yaklaşarak yüzüme bakmaya çabalıyor. "İyi misin Hatun? İşitiyor musun?" Başımı hafifçe sallıyorum. Sonra aklıma gelen gerçekle gözlerim dehşetle büyüyor. "Arkadaşlarım!" Tedirginlikle ağaçlık kısma bakıyorum. "Arkadaşım oradaydı. Onu gördünüz mü? Yanında çocuklar vardı!" Adam başını sallarken siyahlı adamlardan biri yanımıza yaklaşıyor. "Şehzadem sarayın içine sızmış olmalılar." "İvedilikle davranmazsak hareme ulaşacaklar." Karşımdaki adam siyahlı adamları es geçerek bana bakmaya devam ediyor. "Arkadaşını bulduk. Askerlerimizin arasına dalıp senin burada olduğunu söyledi." "Çocuklar?" diyorum hızlıca. Nihal miydi onlara rastlayan yoksa Tülin mi? "Sultanlar da emniyette." Rahatlamış bir nefes veriyorum. "Şükürler olsun..." Bekle... Nihal! Koridorun dönüş yerine bakıyorum. "Şehzadem ne emredersiniz?" "İçeriye nereden girdiklerini bulmamamız gerekli." "Arkadan." diyerek konuşmalarına dalıyorum. Sırtımdaki sızı adrenalinin azalmasıyla kendini belli ediyor. Dişlerimi sıkma gereği duyuyorum acıyı umursamamak adına. "Zaten sarayın içindeler. Hareme kadar-Ah." dengemi kaybeder gibi olunca Şehzade Uraz olduğunu anladığım adam kolumu yakalıyor. Duvardan destek alarak durmaya çabalıyorum. "Sen haremden misin?" Başımı sallıyorum. Kaşlarının öfkeyle çatıldığını görüyorum. "Hareme girdiler mi?!" Zorlukla yutkunuyorum. Onca koşuşturmadan sonra boğazımda acı bir kuruluk baş gösteriyor. "Haremdeki herkes zindanlara saklandı. Kapılar kapatıldı ama." Soluklanmak için bir süre bekliyorum. "Siz burada ne arıyorsunuz? Üstelik yeğenlerim ile?" Aceleci tavrına tepki veremeyecek kadar halsiz hissediyorum. "Ben arkadaşım ile revirdeydim. Hareme dönemedik. Çok yakınlardı. Hareme gidiyorlardı." Hızlı birkaç soluğun ardından "Bizde kaçıp saklanmaya çalıştık." diyorum ama Şehzade beni dinlemeden askerle dönüyor. "Korkut Paşa, Eşref Paşa, siz girişi tutun. Gerek görürseniz elçi avlusunu ateşe verin." diyor kararlılıkla. "Alpay'a söyleyin askerleriyle arkaya dolansın. Gencer'i de yanıma yollayın." Adamlar "Emredersiniz." demenin ardından hızlı adımlarla açık alana gidiyorlar. Bana dönüyor Şehzade. "Sende avluya geç. Askerler sizi koruyacak." Başımı sallarken aklıma gelen şey ile yutkunma gereksinimi hissediyorum. Şehzade, ben ve kırmızı formalı askerler bekliyoruz. "Şehzadem..." diyorum emin olamayarak. Bana bakan gözlerinde bir acıma fark edince ne kadar rezil göründüğümü merak etmeden duramıyorum. "Sorun ne hatun?" Yaralandığımı fark etmemişti anlaşılan. "Yaran fazla mı derin? Sık dişini. Şu iş bitsin hekime götüreceğiz seni." Hakkını yemişim yahu fark etmiş. Başımı iki yana sallıyorum. "Hayır Şehzadem sorun yara değil." "Şehzadem beni çağırmışsınız." Yanımıza yaklaşan genç adama dönüyor. Adamın arkasında en az iki düzine asker var. "Gencer, acele edin saraya giriyoruz." Adam tam yanımdan gidecekken bir anlık güçle kolunu yakalıyorum. "Şehzadem!" diyorum ve lafa başlamasına izin vermeden konuşmaya devam ediyorum. "Tülin hatun dedi ki Şehzade Tuğrul'da onlarla araçtaymış." Gözlerindeki korkuyu fark ediyorum. "Kaçmaya çalıştıkları sırada onu taşıyan hatun öldürülmüş." Hızlanan nefeslerini şiddetle inip kalkan göğsünden anlayabiliyorum. Tuttuğum kolu kasılıyor. "Tülin Şehzade'nin ağaçlığa saklandığını gördüğünü söyledi." "Nerede?!" Başımı iki sallıyorum. "Bilmiyorum erzak girişi yapılan kapı dediğini hatırlıyorum." Ve cümlemi bitiremeden Şehzade Uraz öfkeyle dönerek koridora giriyor. Eh, sonuçta oğlu tehlikede. Tabi hayattaysa. Hayattaysa? Nihal! Askerler ve Şehzade giderken bende Nihal'in döndüğü koridora giriyorum. "Nihal?" Burada değil. Burası bir koridor da değil. Geniş bir salona benziyor. Birkaç kapı ve giriş çıkışı var. "Nihal?!" Bana cevap vermesini umarak sesleniyorum. Cevap yok. Sırtımdaki sızıyla dengemi kaybedecek gibi oluyorum ve duvardan destek alarak düşmemi önlüyorum. Bir arkamdaki avluya çıkan kapıya birde Nihal'in döndüğü yöne bakıyorum. Cevap gayet belli bence. "Ağaçlığa girsen olmazdı sanki." Sinirle söylenirken elbisemin kolundan sarkan kumaşı dişimle koparıyorum. Tül çok da işlevli olmayacak olsa bile elbisemi kesebileceğim bir şey yok şu an yanımda. Tülü sırtımdan geçirip göğsümün altında bağlıyorum. Bunu yapmaya çalışırken baya bir sızı hissediyorum ama yapacak bir şey yok. Geniş salona giriyorum. "Nihal?! Burada mısın?!" dışarıdaki gürültü benim sesimi bastırıyor neredeyse. Ya açıklığa döndüyse ve ben görmediysem? Geri dönüp bakmak en mantıklısı. Arkamı dönecekken ilerideki duvarda bir şey yansıyor. "O da ne?" Zorlukla duvara ilerliyorum. Kan lekesi. Duvarın döndüğü yöne bakınca yerdeki kırılmış oku görüyorum. "Nihal!" Korkuyla bağırmaya başlıyorum. "Nihal neredesin?!"

 

"Buradayım." Cılız bir ses kulaklarıma ilişiyor. Etrafa bakınıyorum. "Nihal neredesin?!" "Leyla!" Soluk soluğa gelen sesiyle ona ilerliyorum. Bir duvarın önünde yere çökmüş bir şekilde durmuş, derince nefes alıp veriyor. "Nihal!" Telaşla yanına koşuyorum. "Nihal iyi misin?! Geldim bak buradayım. İyi olacaksın tamam mı?! Dayan lütfen!" Nihal'in kolu artık tamamen kanlar içinde kalmış. Okun yamuk duruşu gözümü dehşetle açmama sebep oluyor. Oku kendi kırmamış. Bir yere çarpmış ya da düşmüş olmalı. "Çok acıyor mu?" Gözlerinden akan yaşlarla başını sallıyor. Derin nefeslerini konuşmasını engelliyor. "Tamam Nihal sakin ol!" Etrafa bakış atıyorum tedirginlikle. Bu ok daha fazla kolunda kalmamalı. Çıkartmaya çalışırsam ise derisini parçalamış olurum. Telaş ve korku nefeslerimi hızlandırıyor. "Tamam Nihal dayan." Kollarımla belini tutmaya çalışıyorum. "Buradan çıkmalıyız tamam mı? İleride askerler var yanlarına gidersek güvende olacağız. Yürüyebilir misin?" Nihal evet anlamında başını sallıyor. Ona kalkması için destek olmaya çabalıyorum. Sırtım öylesine sızlıyor ki destek olamıyorum. Nihal'de çok kan kaybettiğinden olsa gerek dengesini kaybederek düşüyor. "Nihal! Nihal korkma tamam! Bir yol bulacağım! Bir çözüm bulacağım!" Yerden kalkarak etrafa bakıyorum. "Burada bekle tamam mı?! Hemen geleceğim sadece dayan!" Nihal ümitsizce başını arkaya yatırmış soluklanmaya çalışırken içim yana yana arkamı dönüyorum ona. Hemen yardım bulmam gerekli. Koşarak daha doğrusu bu acıya karşın olabildiğince hızlı bir şekilde avluya ulaşmak için ilerliyorum. İlk önce ağaçlar arasında yürüsem de sonrasında gözlerim dehşetle açılıyor. "Aman Allah'ım!" Korku ve dehşetle bir elimi ağzıma götürüyorum. Saray yanıyor adeta! Yükselen alevlere ilerledikçe ateşlerin duvarın dışından geldiğini fark ediyorum. Duvarın üstündeki askerler ateşli oklarla dışarıdakileri vuruyor. Biraz daha ilerlediğimde onlarca kırmızı üniformalı askerin bir hilal şeklini oluşturmuş, içeriye girenlerle dövüştüğünü fark ediyorum. Henüz hepsi içeriye girememiş olmalı. "Leyla!" Adımın seslenildiği yöne bakıyorum. Daha iç kısımlarda etrafı askerlerle çevrilmiş insanları görüyorum. Tülin ve iki sultan orada. Yanlarında halktan olduğu belli olan adamlar var. Yanlarına koşar adım gidiyorum. "Yardım edin!" Askerlerden birinin önünde durup soluklanmaya çabalıyorum. "Yardım edin yalvarırım! Arkadaşım yaralandı! Ölmek üzere lütfen!" Asker bir atılım yapmakta kararsız kalıyor olmalı ki yanındaki askere bakıyor. "Yalvarırım bakın arkadaşım haremden! Ölmek üzere lütfen!" "Arkadaşın nerede?" Arkamdan gelen sesle oraya dönüyorum. Kırmızı üniformalı fakat daha şık giyimli bir adam karşımdaki. "Hemen orada!" diyorum çıktığım kapıyı göstererek. "Çok kan kaybetti yürüyemiyor! Yalvarırım yardım edin!" Adam başıyla arkamdaki askere işaret veriyor. Asker oraya ilerlediğinde rahat bir nefes alıyorum ve peşinden gitmek için koşacakken adamın sesini duyuyorum. "Dur orada Hatun. Arkadaşını getirecekler işte." "Ama ya bulamazsa?" diyorum endişeyle. "Bulur. Sen diğerlerinin yanına geç." "Ama..!" "Geç dedim!" Adamın sesiyle bir an yerimden sekiyorum. "Sende yaralısın. Geç dinlen." Adamın sesi son derece sert olmasına rağmen bizi korumaya çalıştığını hissederek sesimi çıkartmıyorum. Askerlerin etrafını sardığı insanların yanına ilerliyorum. "Leyla!" Tülin kalkarak bana sarılıyor. "Ah!" Sırtıma değen elleriyle istemsizce bir nida çıkartıyorum. "Leyla iyi misin?! Yaralandın mı?!" Etrafımı kontrol etmeye çabaladığı sırada kollarını tutarak onu durduruyorum. "Tülin sakin ol. İyiyim ben." Aslında hiç değilim. Bacağımda hissettiğim bir çift kol ile gözlerim aşağıya kayıyor. Geverhan Sultan. Eğilerek onunla aynı hizaya gelmeye çalışıyorum. Tülin tekrar oturuyor ve Mahigül Sultan'a sarılıyor. "Sultanım, korkmayın. Bakın askerler burada. Kurtulacağız." Simsiyah saçlarını geriye iterek terlemiş yüzünden çekmeye çabalıyorum. Gözlerine dolan yaşları fark ediyorum. Aslında karşılaştığımız andan beri sessizce ağlıyorlardı ama hiç dikkat etmeye vaktim olmamıştı. Göz yaşlarına bulanmış yüzünü silmek için yanağına dokunduğumda elimdeki kanın yüzüne bulaştığını fark ediyorum. Zorlukla yutkunuyorum. Küçük bir kızın böyle korkunç bir yerde kalmış olması fikri yüreğimi sıkıştırıyor. Üstelik onların yanında biz varız. Peki Şehzade Tuğrul? Henüz 3 yaşında ve onca düşmanın arasında tek başına. Nihal'im... Ya kolu parçalanacak ya kan kaybından ölecek. Biz... Askerler daha ne kadar tutabilir ki dışarıdaki kalabalığı? Burası da güvenli değil. Korkularımdan kaçmak istercesine Geverhan Sultan'a sarılıyorum. "Korkmayın Sultanım." Bu sözleri birinin bana söylemesini istiyorum. "Korkmayın. Kurtulacağız." Derken yaşların hafifçe yanağımdan süzüldüğünü hissediyorum.

 

--------

 

Sarayda;

 

Şehzade Uraz yakaladığı adamın boynunu kesiyor ve çırpınmayı kesen bedeni bırakıyor. "Hayde hayde!" Elindeki kılıcı daha sıkı tutuyor ve yorgunluğunu göz ardı ederek cesetlerin arasından ilerlemeye devam ediyor. "Gencer! Sen askerlerle hareme git. Gördüğünü kılıçtan geçir." Gencer başını sallarken Şehzade Uraz'a yetişmeye çabalıyor. "Emredersiniz Şehzadem lakin Hareme girmemiz..." "Bunu düşünecek vakit midir Gencer?!" Uraz öfkeyle duraklıyor ve Gencer'e bakıyor. "Ne olursa olsun, ailemden bir kişinin dahi kılına zarar gelmeden yetişemezsen evvela senin kelleni alırım." Gencer karşısındaki adamın öfkesi canlı bir varlıkmış da boğazına dolanıyormuş gibi soluk almakta zorlanıyor. "Emriniz olur Şehzadem." Uraz askerle bir bakış atıyor. "Siz benimle gelir!" Ardından Gencer'e dönüyor. "Hayde Gencer Hayde! Ben yetişeceğim size." Uraz Gencer'e hareme açılan koridoru söylüyor ve oradan peşinde iki asker ile uzaklaşıyor. Az kişi olduklarının farkında ama haremi korumaya gidecek olan arkadaşının daha fazla askere ihtiyacı olduğununda farkında. Ön tarafın durumunu düşünüyor. Zindanda onu bekleyen, beklediğini umduğu annesini, kız kardeşlerini, eşleri, çocuğunu ve yeğenlerini düşünüyor. Ve tek başına bırakılmış Şehzadesini. Öfkeden gözü dönüyor gibi hissediyor. Böyle bir isyanı beklemiyordu. Bekleyemezdi zira halk halinden gayet memnundu ve askerler sefer olduğundan dolayı hoşnuttu. Bekleyemezdi zira öldü sanıyordu. Tıpkı herkes gibi o hain amcasının kellesi alındı sanıyordu. Nereden bilecekti ki böyle bir dönüş planladığını? Karşıda iki düşman fark ediyor. Adamlar henüz onu fark etmemiş duruyorlar. Uraz diğer kılıcını da kınından çıkartarak adamların üzerine atılıyor. Adam onu fark ettiği sırada kılıcını savuruyor. Adam kılıcı kendi kılıcıyla durdurduğunda dönerek diğer elindeki kılıçla karnını kesiyor. Ve ona gelen diğer adamın dizine vuruyor. Sendeleyen adamı da kılıçtan geçiriyor. Hızını kesmeden erzak girişinin yapıldığı kapıya ilerliyor. Arka bahçenin açıklığına çıkınca etrafını telaşlı gözlerle tarıyor. "Tuğrul!" Korkusuzca karanlık geceye bağırıyor. "Tuğrul!" Hızlıca ağaçların arasında dolanıyor. "Bulun Şehzadeyi!" İki asker farklı yönlere giderek ağaçların arasında Şehzadeyi arıyor. "Oğlum! Tuğrul! Buradayım!" Gözlerinin yandığını hissediyor. Aklına getirmek istemediği düşünceler beyninde sinsice yer edinmeye başlıyor. Öldüyse? 3 yaşındaki bir çocuğun bu karmaşadan sağ çıkması neredeyse imkansız. "Tuğrul!" "Şehzadem! Burada biri var!" Uraz hemen seslenen askere koşuyor. Ağaçların arasında bir yere bakıyor asker. Uraz adamın gösterdiği yere bakınca gözlerinin karardığını hissediyor. "Tuğrul..?" Yerde yatan kanlar içinde bir kadın var. Bedeni kesiklerle dolu. Elindeki kılıçları düşürüyor. Ve üzerine kapandığı küçük erkek çocuğunun gözleri kapalı. Bedeni kanlarla kaplı. "Tuğrul? Oğlum!" Uraz hızla yaklaşıyor yanlarına ve kadını kenara itiyor. Oğlunun bedeni kanlar içinde, kıyafetlerinde yırtıklar var ve yüzü solgun. "Oğlum..." Uraz endişe ve korkuyla, inanılmaz bir dehşet içinde oğluna uzanıyor. "Tuğrul..." Küçük çocuğun bedenini kolları arasına alıyor. "Oğlum?! Tuğrul! Ses ver! Konuş benimle! Tuğrul!" Uraz kendinden geçmiş gibi kollarındaki küçük bedeni sarsıyor. "Tuğrul aç gözlerini!" Küçük çocuğun bedenini sıkıca sararken gözlerindeki yanma hissi artıyor. "Oğlum! Evladım! Aç gözlerini Tuğrul!" Çocuğu sarsmayı bırakarak bedenini dürtüyor ve bir yandan da neresinin yaralandığını anlamaya çalışıyor. Karanlıktan ve kanla kaplı olmasından dolayı bir şey göremiyor. Eliyle kanları temizlemeye çalışıyor ama daha çok bulaştırmaktan başka bir işe yaramıyor. "Tuğrul'um..." Şehzade Uraz oğlunu incelerken adını sayıklamaya devam ediyor. Bacaklarında çizikler var. Sırtında ve yüzünde de. Kıyafetleri yırtılmış ama kılıç izi olmayan izler. "Tuğrul?" Uraz bir ümit ile kulağını küçük çocuğun göğsüne dayıyor. Ve nefes almasına sebep olan o hırıltıyı duyuyor. "Tuğrul'um!" Uraz heyecan ile oğlunu sıkıca sarıyor. "Dayan oğlum! Dayan aslanım!" Yerinden kalkarken oğlunun bedenini sıkıca tutuyor. "Kılıçlarımı alın. Gidiyoruz."

 

 

Loading...
0%