Yeni Üyelik
11.
Bölüm

11. Bölüm

@senuzya

"Nihal, dayan tamam mı? Bak artık güvendeyiz." Kolunu, kestiğimiz bir giysi parçasıyla sardığımız Nihal yarı bilinçsiz bir şekilde dizlerimde yatıyor. Bir kolumla hemen yanımda duran ve gövdeme sarılan Geverhan Sultan'ı tutarken diğer elimle Nihal'in saçlarını okşuyorum. "Fidan'ın yanına gideceğiz ve seni hekimlere göstereceğiz." Umut dolu cümleler kurmaya çabalıyorum ama pek başarılı olamıyorum. Aklıma gelen düşünceden kurtulamıyorum. Benim yüzümden Nihal bu halde. Eğer revire gidip hasta numarası yapma fikrini onun aklına sokmasaydım şu an diğerleriyle birlikte zindanda saklanıyor olurduk. Nihal hiç vurulmamış belki de Fidan'da... Hayır, belki hayattadır. Kaçmanın bir çaresini bulmuştur. O yıllardır bu sarayda muhakkak saklanacak bir yer bulmuş olmalı. Kendi kendime güç vermek adına derin bir nefes alıyorum. Tülin Nihal'e sarmak için elbisemi kestiğimiz bıçakla kendi elbisesinin uzun kumaşından bir parça kesiyor. Bakışlarımın altında bıçağı bırakıyor ve yanıma yaklaşıyor. "Yaran." Başımı sallıyorum. Öylesine bağladığım tülü çıkartarak kendi kestiği parçayı yaramı sıkacak şekilde sarıyor. Bir tepkide bulunmamak adına bedenimi sıkmam gerekiyor. Tülin kumaşı bağladıktan sonra tekrar yanıma oturuyor ve Mahigül Sultanı kucağına alıyor. Çoktan yorgunluktan bayılıp kalmış olan Sultan'ın saçlarını okşuyor. Dalgın duruyor. "Leyla..." Derin bir nefes alarak gökyüzüne bakıyor. "Sence sahiden sağ çıkabilecek miyiz?" İsyanın birkaç saat geçmesine rağmen bastırılamamış olması ve kapıdan sürekli gelen patlama sesleri çoktan kaybettiğimizi hissettiriyor ama "Evet." demek zorunda hissediyorum. "Kurtulacağız Allah'ın izniyle."

 

Bir süre sessizce gece karanlığında yükselen alevlere bakıyoruz. "Teşekkür ederim."

 

Anlamlandıramayarak Tülin'e dönüyorum. "Ne için?"

 

Bana minnet dolu gözlerle baktığında aklımda bir sebep beliriyor. "Hayatımızı kurtardığın için. Orada sen olmasaydın şayet... Allah biliyor ya ben iki çocuk ile sağ çıkamazdım." Histerik bir gülüş çıkıyor dudaklarından. "Kendi başıma olsam da çıkamayabilirdim ya o ayrı." Bozulan sinirlerim ile bende gülüyorum. "Sahici olmak gerekirse bende sağ kalamazdım." Tek kaşını kaldırıp bana bakınca "Yani sen askerleri yollamasaydın." diyorum.

 

"Geçmişini hatırlamadığını işitmiştim. Sahiden hatırlamıyor musun?" Başımı sallıyorum onaylamak adına. "Zor olmalı." Yüzündeki hüznü hissediyorum. "Bende pek hatırlamıyorum sahi. Yıllar geçti buraya geleli." Yavaşça iç çekiyor. "En azından arkamızdan ağlayan olmaz hı?" Acıklı gülüşüne eşlik ediyorum. "Ya olursa ve biz hiç öğrenemezsek?" Kimsesiz olmak acı verici ama kimsesiz değilken kimsesiz olduğunu zannetmek ve bunu asla öğrenemeyecek olmakta baya can sıkıcı. Nihal'in saçlarını okşuyorum. "Onun arkasından ağlayan olurdu." Diyorum hüzünle. Tülin'in bakışları devam etmemi bekliyor gibi. "Biz köle pazarındayken, kuzeni de bizimleydi. Biz saraya alındık ama o nerede ne yapıyor bilmiyoruz." İsabella'nın asabi tavırlarını anımsıyorum. Çok iyi anlaşabilirdik burada olsaydı. Şayet durumun böyle olacağını bilsem bizimle gelmesi için olay çıkartırdım. Ya da bizimde buraya gelmememiz adına o köle pazarını kaos alanına çevirirdim. "Her gece kuzenini ve ailesini sayıklayarak uyuyor." "Philip..." Nihal'in dudaklarından çıkan mırıltıyla "Şşt." diyorum. "Yorma kendini."

 

--------

 

Birkaç Saat Önce;

 

Askerler ormanın çıkışında bulunan büyük köşke gelince atları durduruyorlar. Normalde av için geldikleri bu köşke şimdilik sadece geceyi geçirmek ve Aslidervaze Sarayı'na varmadan önceki bir durak olarak kullanmak adına geliyorlar. En önden giden adam atından inerek araca yaklaşıyor. Kapısını tıklatıyor. "Şehzadem! Köşke vardık!" Arabanın kapısı açılıyor. Şehzade Ertuğrul kafasını uzatarak adama bakıyor. "Hekime haber ettiniz mi?" Adam başını sallıyor. "Evet Şehzadem." Şehzade Ertuğrul araçtan iniyor. Uzun süre oturmanın etkisinden kasılan gövdesini esnetmek için dikleştiği sırada araçtan gelen yarı uykulu bir ses işitiyor. "Geldik mi Şehzadem?" Aracın içindeki Şehzade Kasım gözlerini açmaya çabalıyor. "Geldik aslan parçası. Kalk artık." Çocuk zorlukla dikleşmeye çalışıyor. Sefer sırasında karargaha sızan düşman askerlerinin kurduğu pusuda yaralanan Şehzade elini sızlayan belini götürüyor. "Kalkıyorum Şehzadem." Ertuğrul, yeğeninin araçtan inmesine yardımcı olmak için elini yakalıyor. "Gel hadi gel." İçinde sebebini bilmediği bir heyecan büyüyor. Saraya dönme fikri onu düşündüğünden daha çok memnun ediyor. Sefere gitmekten her ne kadar memnun olsa da payitahtta onu bir şeylerin beklediğini hissedercesine heves doluyor.

 

"Dilerseniz köşke geçelim şehzadem?" diyor yanlarına gelen Caner. Ertuğrul silah arkadaşının omzuna elini koyuyor. "Geçeriz Caner geçeriz. Önce bir temiz hava alalım he?" Ardından yanlarındaki Atif Beye dönüyor. "Şehzadeyi içeri taşıyın." Askerlerden biri şehzadeyi içeriye taşımak için yanlarına geliyor. Onlar uzaklaşırken Ertuğrul ellerini sırtında birleştirerek derin bir nefes alıyor. "Bu gece gök pek berrak." Yüzünde keyifli bir gülüş beliriyor. "Bizimkilerin işine yarayacaktır."

 

Caner, Şehzadesinin yüzündeki keyfe anlam veremiyor. Bir süre ilerleyen şehzadeyi takip ediyor. Askerler geceyi geçirmek için hazırlıklar yapıyor, gece karanlığını ellerindeki meşalelerle aydınlatıyorlar. "Bağışlayın Şehzadem fakat bu keyfinizin sebebini sorabilir miyim?" Ertuğrul arkadaşına bir bakış atıyor ilerlemeye devam ederken. Köşkün geniş bahçesini turluyorlar. "Şehzade Kasım'ın saraya dönmesi gerektiğini biliyorum fakat sizin neden gönderildiğinizi anlayamıyorum." Ertuğrul hafifçe gülüyor. Gönderilmedi ki. Kendi istedi. Öyle gerekliydi. "Sultanımız öyle uygun gördüyse vardır bir bildiği." diyor. "Abime saraya döneceğimizi haber verdiniz mi?" Caner başını sallıyor. "Ulak bizden önce yola çıkmıştı. Şimdiye varmış olmalı Şehzadem." Ertuğrul başını sallıyor yavaşça. Validesi çoktan hazırlıklara başlamış olmalı öyleyse. Kardeşleri de onu karşılamak için saraydadır. Çok kısa bir süre olmuş olmasına rağmen ailesini özlüyor Ertuğrul. Zira sefer bittikten sonra sancağına dönecek. Ailesi, kardeşleri, yeğenleri, hepsi başka yerlerde olacak. En küçükleri olmanın verdiği bir his mi sebebi bilmiyor ama ailesine düşkün hissediyor Ertuğrul. O henüz bebekken iki abisi sancağa gönderilmiş, diğer iki abisi de çocukluk döneminde sancaklarına gitmişlerdi. Ablası Mahinur Sultan evlendiğinde de çok küçüktü, 2.abisi Şehzade Hakan sancağında zehirlenerek öldürüldüğünde de. Sonra da zaten abisinin sancağına kendi yollanmıştı. Kardeşleriyle yeterince vakit geçirememişti ve böyle kısa anlarda da olsa onları görebilmeyi çok seviyordu. Hafifçe gülüyor. Seferde saftan safa at üstünde gitmeyi ne kadar seviyor olsa da, onun için uygun olanın bu olduğunu biliyor. Daha doğrusu artık kabulleniyor.

 

"Ala. Bizde sabah namazında yola koyuluruz."

 

"Şehzadem, saraya vardıktan sonra hemen sancağa mı döneceğiz?" Ertuğrul yavaşça omuz silkiyor. "Abim neyi uygun görürse." Caner, Şehzadesinin böylesine itaatkar olmasına sevinmeli mi üzülmeli mi karar veremiyor. Onca zorluğuna rağmen savaşta böylesine başarılar göstermesinin ardından saraya geri yollanmış olmasını hazmedemiyor. Şehzadesinin çok daha ön planda olması gerektiğine yürekten inanıyor. Ama bilmiyor ki, tüm kardeşler çoktan kimin Sultan olmasını istediklerini biliyorlar ve ona göre davranıyorlar. Daha yüksekte gözü olanları olsa dahi saygıları hırslarını bastırıyor.

 

Uzun bir yürüyüşün ardından Ertuğrul sırtını esnetme isteği hissediyor. "Köşke dönelim." "Emredersiniz Şehzadem." Köşke doğru ilerliyorlar. Ertuğrul, askerlerin arasında Atif Bey'i görüyor. Yanındaki ulakla hararetli bir konuşma içerisinde. Yanlarına ilerlediğini gören askerler başlarını eğerek Şehzadeye yol veriyorlar. "Hayrola Atif Bey? Gece gece bir havadis mi var?" Atif Bey'in bakışlarındaki telaşı görüyor Ertuğrul. Ulak da aynı endişe ve panik içerisinde. "Şehzadem." Ulak başını eğmiş öylece duruyorken Atif Bey eliyle ulağı işaret ediyor. "Aslidervaze Sarayı'na gönderdiğim ulak." "Burada ne işi var o vakit?" Atif Bey ulağı dürtüyor anlatmasını belirtir şekilde. Ulak gerginlikle konuşmaya çabalıyor. "Şehzadem, ben tam payitahta ulaşacaktım ki askerleri gördüm. Şehre giriş çıkış yollarını tutmuşlar." Ertuğrul'un kaşları çatılıyor. "Ne demek yolları tutmuşlar?"

 

"Şehzadem ulağın dediğine göre yeşilli formalı askerlermiş." Atif Bey tahmin yürütmek adına lafa karışıyor. "Bipervalar bizim sefere gitmemizi bekleyip isyana kalkışmış olmalılar Şehzadem." Ertuğrul'un gözlerindeki öfke canlı bir hale bürünüyor sanki. Kafasındaki parçalar kendini süratle yerlerine götürüyor ve resmi karşısına seriyor. "Şehzade Güngör." Atif Bey hayretle Ertuğrul'a bakıyor. "Nasıl olur Şehzadem? Şehzade Güngör öleli yıllar oldu." Gözleri atmaca misali dönüyor. "Biz öyle işittik Atif Bey. Mahir Paşa öldü dedi bizde öyle bildik lakin ne cesedini gören oldu ne de tabutunun içine bakan." Kafasında olayları tartıyor. "Hepimizin saraydan uzaklaşmasını beklemiş besbelli. Büyük sefer, uzak memleket, biz dönmeden çoktan şehri ele geçirmeyi planlamış olmalı."

"Ne yapacağız Şehzadem? Bipervalar ondan yanaysa fazlaca kalabalık olmalılar. Şimdi haber etsek dahi ordu 20 günden aşağı dönemez payitahta." Ertuğrul öfkesini baskılayarak düşünmeye çabalıyor. "Çok kalabalık olamazlar. Bipervalar'ın komutanını tanırım. İsyan edecek adam değildir." "Öyleyse sadece bazı ağalar ve bölükleri isyan etmiş olmalı. Şehzade Uraz isyanı bastırır öyleyse."

Rahatlamış görünen Atif Bey'e karşın Ertuğrul'un kaşları daha da çatılıyor. Eğer birkaç ağa olsaydı sadece, yolları kapatamazlardı. "Bu işte başka bir iş var." Kafasında bir süre olayları tartıyor. Fark ettiği gerçekle eli kılıcına gidiyor. "Derhal hazırlanın! Saraya gidiyoruz."

 

---------

 

Şimdiki zaman;

 

Gözlerimi zorlukla açık tutabiliyorum. Onca koşturma ve kan kaybına rağmen ayakta kalmak için çabalamam gerektiğini biliyorum ama bedenim buna dayanamıyor artık. Derin bir nefes alıyorum. Duman kokusu ciğerlerime doluyor. Hafif bir sarhoşluk hali gibi bedenim kendini bırakmak istiyor. Başımı tutamadığımı fark eden Tülin elini omzuma koyarak beni kendine çekiyor. "Dinlen biraz." Korkudan ağlamaklı olan gözleriyle ve titreyen bedeniyle pek güven verici durmasa da hafifçe gülümsüyorum. "Tamam." Başımı omzuna koyarak gözlerimi kapatıyorum. Uyuyamam. Bilincimin açık kalması gerektiğinin farkındayım ama dinlenmek istiyorum. Bedenimdeki acıları göz ardı ederek uyumak istiyorum. Ne yapıyorum ben burada? Bu sarayda, bu zamanda ne işim var benim? Bunun için mi buradayım yani? Bir saray isyanında kan kaybından ölmek için mi? Yine aynı düşünceler. Sıkıntıyla nefesimi veriyorum. Belki de hiç başka bir zamanda değildim sadece hafızası zarar görmüş bir insanım. Saçmalık. Sanki her şey çok mantıklı Leyla da bu düşünce saçmalık. Heh sonunda kendi kendime konuşmaya da başlıyorum. Şahane! Gerçi burada geçen her günüm ayrı bir terane. Şaşmamak gerek halime.

 

"Olamaz!" Yanımda hissettiğim hareketlilikle yerimden sekiyorum. Başım boşluğa düşmüş gibi oluyor. Gözlerimi zorlukla açmaya çabalıyorum. Ne oluyor be? Bekle ben neden dışarıdayım? "Olamaz hayır!" Sesin geldiği yöne bakıyorum. Tülin kucağında Mahinur Sultan ile ayakta ve dehşetle bir yere bakıyor. Ah! Demek rüya değilmiş... Bekle, rüya değil evet! Öyleyse şimdi ne oluyor?! Kucağımdaki Nihal'e bakıyorum, sık nefesleri devam ediyor. Hala hayatta. "Tülin ne oluyor?" Bir an bana bakıp tekrar kapıya dönüyor. "Açtılar! Kapıyı açtılar!" Kolumu tutup çekmeye çabalıyor ama Nihal dizimde yattığı için kalkmıyorum. "Kalk! Kaçmamız lazım! Geliyorlar!" Gerçeklik algım yavaşça yerine gelirken kapıya bakıyorum. Görüşümü etrafımızı saran askerler engelliyor olsa dahi sesleri duyuyorum. Patlama ve nidaları. "Kalkın hayde!" Askerlerden birkaçı sivilleri kaldırarak uzaklaştırmaya çabalıyor. "Leyla kalk! Kaçmamız lazım!" Hemen yanımdaki Geverhan Sultanın ağlamalarını işitiyorum. Korkuyla belime yapışmış. "Tülin hemen Sultanları al ve askerlerle git! Ben Nihal'i alacağım!"

 

"Saçmalama! Zaten ölmek üzere kaçmamız gerekli!" Ölmek üzere... Tülin'e sert bir bakış atıyorum. "Ama ölmedi! Hemen Sultan'ı al ve git!" Birkaç asker dışında herkes savaşıyor resmen. Bize ulaşmalarına engel sadece birkaç asker var. Çok kalabalıklar. Ellerinde meşaleler ve kılıçlarla sarayın içine akın akın giriyorlar. Nihal'in kafasını yavaşça tutuyorum. "Lütfen biraz dayan." Yere bırakıyorum ve Geverhan Sultan'ı kucağıma alıyorum. Dizlerim uyuştuğundan olsa gerek kalkarken yalpalıyorum. Tülin yakalıyor beni. "Hadi gidelim!" Geverhan Sultanı ona verecekken kollarının titrediğini fark ediyorum. Taşıyamaz. Sultanı sıkıca tutuyorum ve yardım isteyecek birini arıyorum. Askerlerden bazıları bağırarak sivilleri sarayın içine çağırıyor. Ama Nihal gidemez. "Tülin." Gözlerim yardım alabilmek adına asker arıyor ama artık o aramızdaki birkaç askerde yok. "Mahinur Sultan'ı saraya bırak ve yanıma gel!" "Ne saçmalıyorsun sen?!" Öfke ve panikle bağırmaya başlıyorum. "Mahinur Sultanı bırak ve Geverhan Sultanı almaya gel! Ya da oradaki askerlerden birini yolla!" Tülin askerlere bir bakış atıyor. "Ben geri dönemeden sizi öldürürler!" "Daha iyi bir fikrin var mı?!" Zaten Mahinur Sultan'ı bile zar zor taşıyor. Savaşan adamların arasından kucağında iki çocukla geçmesine imkan yok. Burada kalırsa da ölmemesine imkan yok. "Nihal'i bırak ve gidelim!" "Kes sesini ve dediğimi yap! Dönmek istemezsen dönme ama ben gitmeyeceğim!" O sırada bize doğru gelen bir adamı fark ediyorum. Bize ulaşmasına bir metre falan kala sırtından bir okla vurularak yere düşüyor. Tülin öfkeli bir bağırışın ardından "Ne halin varsa gör!" diyerek koşmaya başlıyor. Arkasından bakıyorum. Geri dönecektir. Tabi hayatta kalırsa. Geverhan Sultanın sırtını okşuyorum. "Sultanım cesur olun." Nihal'in titreyen bedenine bakıyorum. Geverhan Sultanı Nihal'in yanına bırakacakken kollarını sıkarak kucağımdan inmiyor. "Buradan sakın ayrılmayın. Sizi koruyacağım." Göz yaşları yüzünü kaplamış bu çocuğu burada bırakmama imkan yok. "Söz veriyorum." Geverhan Sultan kollarını çekince onu bırakıyorum. Sığınacak bir dal ararcasına Nihal'in sağlam olan kolunun altına girmeye çabalıyor. Koşarak vurulan adamın yanına gidiyorum ve kılıcını alıyorum. Nihal ve Geverhan Sultan'ın yanına dönerken önüme bir adam düşüyor. Bizim askerlerden. Üstüne çıkan adam elindeki kılıcı askerin boğazına saplıyor. Gözlerim korkuyla büyüyor. Çığlık atmamak için dudaklarımı bastırıyorum. Adamın gözleri etrafı taradığı sırada beni fark ediyor. Kılıcını askerin boğazından çekip üstüme ilerliyor. Geriye kaçmak istiyorum ama Nihal ve Sultan'a yaklaşan insanlar fark ediyorum. Dövüş onlara ilerlemiş. Adam kılıcını savurunca kenara kayıyorum ve zorlukla kılıcımı kaldırıp vuruşunu savuruyorum. Yapamam. Şu anda ne mücadele edecek gücüm ne de enerjim yok. Adam ikinci bir darbeyi indirecekken tekrar kaçmaya çabalıyorum ama eteğime basarak yere düşüyorum. Kılıç yanımdaki yere çarpıyor. Üçüncü hamleyi yapmasına fırsat vermeden kasığına tekme atıyorum. Acıyla sızlandığında ikinci bir tekme atıp kılıcımı alıyorum ve iki büklüm adamın karnına saplıyorum. Kılıcı zorlukla yerinden çıkartıp Nihal ve Sultan'a ilerliyorum. İkisinin baş ucunda durmuş, etrafı hızlı bakışlarla tararken, ucundan kan damlayan kılıcımla ne zaman öleceğimizi bekliyorum. İnsanların saklanmak için girdiği yere bakıyorum. Tülin görünmüyor. En azından o ve Mahigül Sultan kurtuldu. Şimdilik.

 

Omzuma çarpan kişiyle gözlerim korkuyla büyüyor. Düşünmeden kılıcımı adamın ardına saplıyorum. Kılıcı çektiğim gibi adam düşerken karşımda bizim askerlerden birini görüyorum. Sanırım adamla o dövüşüyordu ve adam kaçarken bana çarptı. Bir an umutla gözlerim parlıyor. Bize yardım etmesini isteyeceğim sırada bir başka isyancı ona saldırıyor ve onunla dövüşmeye dönüyor. "Dikkat et!" Ne? Etrafıma bakıyorum hızlıca. Diğer yanımdan gelen adamı fark ediyorum. Kılıcımı zar zor kaldırabiliyorum artık. İlk vuruşunu durdurabiliyorum. Elimin titrediğini fark edince kılıcı iki elimle kavrıyorum. Bir süre adamın vuruşlarından kaçmakla uğraşıyorum. Arkasından gelen bir asker sırtını kesince yere düşüyor ve bende zar zor tuttuğum kılıcın ucunu zemine değdirerek bir baston gibi destek alıyorum. "Siz ne arasınız burada?!" Arkamdakilere bir göz atıyor. "Arkadaşım yaralı! Onu taşımamız gerek!" Gelen başka bir adamı durduruyor asker ve öldürdükten sonra bize dönüyor. "Arkadaşın yaralı değil ölmüş! Çocuğu da al git!" "O yaşıyor!" Öfkeyle karşı çıkıyorum. Bu kez askerin arkasından gelen adamı ben fark ediyorum ve kılıcımı kaldırırken "Çekil!" diye bağırıyorum. Kenara kaymasıyla birlikte bize koşan adamın göğsüne kılıcı geçiriyorum. "Arkadaşımı taşımama yardım et!" Kılıcı çekerken soluklanma ihtiyacı hissediyorum. Askerin yüzünde beliren şaşkınlık ve öfke karışımı ifade bir başka adamın bize saldırmasıyla tamamen öfkeye dönüşüyor. "Sen çocuğu al!" diyor adamı savuştururken. "Arkadaşını getireceğim!" "Söz mü?!" Ona atılım yapan başka bir adamı engelliyorum. "Dediğimi yap hatun!" "Önce söz ver!" Adamın kılıcı omzumu sıyırınca ufak bir çığlık atıyorum. Asker neresinden çıktığını anlamadığım hançeri karşımdaki adamın boynuna saplıyor. Ardından kendi önündeki adamı geriye itiyor ve hançeri kafasına atıyor. Alnının ortasında bir hançerle duran adamı görünce midemin bulandığını hissediyorum. "Söz! Gidin hayde!" Geverhan Sultan'ı almak için Nihal'in başından dolanıyorum. "Sultan'ım gelin!" Küçük kız hızlıca bana uzanıyor. Kılıcı tutmayan elimle onu kaldırdığım sırada kesilen omzum acıyor. "Ah!" Dişlerimi sıkarken Geverhan Sultan'ı daha sıkı kavrıyorum. "Sıkı tutunun tamam mı?" Kafasını hızlıca sallıyor ve kesilmiş, kanlı omzumun üstüne başını yaslarken boynuma sıkıca sarılıyor. Şey bu pek iyi olmadı aslında böyle omzum daha çok acıyor. Nihal'e bakıyorum. Şimdi bedeni şiddetle sarsılıyor. Kriz mi geçiriyor? Korkuyla gözlerim büyüyor. "Git!" Adamın bağırışını işitince kendime gelebiliyorum. En azından biraz. Arkamı gitmek için döndüğüm sırada kılıçlı başka bir adam karşımda beliriyor. "Nereye böyle?" Hay içine... Vuruşundan kaçamayacağımı biliyorum. Hele ki kucağımda küçük bir çocuklayken. Sadece kenara kayabiliyorum. Dönerek ikinci vuruşunu yapacağında kılıcımla tutuyorum. Geriye gitmeye çabalıyorum ama ayağım Nihal'in bedenine değince duruyorum. Kaçacak yerim yok. Askere bakmak istiyorum belki bize yardım eder diye ama adamdan bakışlarımı ayıramıyorum. Kılcı tek elle taşımakta zorlanıyorum. Daha ince ya da hafif olsa belki dayanabilirim. Ama bu şartlarda... Geriye kaçacak alanım ve bir kurtuluş yolum yokken öylece bekliyorum.

 

 

Loading...
0%