Yeni Üyelik
12.
Bölüm

12. Bölüm

@senuzya

"Saldırın!" "Hayde aslanlarım!" "Kimseyi sağ koymayın!" Ve benzeri çığlıklar at kişnemelerine eşlik ediyor. Gözlerim hayretle büyüyor. Bekle bu ses bizim askerlerimize mi ait düşmana mı? Önümdeki adamında dikkati benimki gibi dağıldığında bunu fırsat bilerek kılıcımı kavrıyorum. Fazla kaldırmaya gücüm olmadığından bacağını kesiyorum. "Ah!" Bir çığlık atıyor ve öfkeyle kılıcını savuruyor. Zorlukla engelliyorum. Yüzüme sıçrayan kanla gözlerime kapatma gereği duyuyorum. Dudaklarımın üzerinde o yapışkan sıvıyı hissediyorum. Bu da ne böyle? Kılıcı tutan elimin omzuna dudaklarımı siliyorum ve gözlerimi silmeye çabalıyorum hızlıca. Adamın göğsüne saplanmış bir kılıç var. Arkasında da bir asker. Allah'ım, bugün bu kadar ölüme yaklaşıp her defasında kurtulmam nasıl bir iş böyle? Vallahi artık kendim bile inanamıyorum yaşadığıma. Asker kılıcı adamın göğsünden çekiyor ve başka bir düşmana yöneliyor. Seslere ve kişnemelere bakmak için dönüyorum. Atlarının üstünde onlarca asker sarayın bahçesine girmiş düşman askerleriyle savaşıyor. Bu manzara gerçek mi? Kalbimin heyecanla attığını hissediyorum. Allah'ım kurtulduk mu? Bize yardım eden deminki asker yüzünde bir gülümsemeyle önüne gelen adamı kesiyor ve bana dönüyor. "Şükret hatun."

 

"Sultanım." diyorum heves ve umutla. "Sultanım kurtulduk." Kalbim yerinden çıkacak gibi atıyor resmen. Geverhan Sultan başını omzumdan kaldırarak bir an etrafa bakıyor ve hemen tekrar omzuma gömüyor. Gördüğü manzara onu korkutmuş olmalı. İstemsizce gülüyorum. Askerler düşmanları kılıçtan geçiriyor ama erken sevinmiş olduğumu fark ediyorum. Bir çoğu atlılara saldırsa da hala üzerimize gelenler var. Kılıcını yana savurup sırtını kestiğim adam yere düşüyor. Elimdeki kılıçla soluklanmaya çabalıyorum. O an birinin bakışlarını hissediyorum. Atının üzerinde maviler içinde bir adam bana bakıyor. Yüzünü karanlıkta pek seçemiyorum ama gözlerinin burada olduğunu fark ediyorum. Atından iniyor ve hayvanın gövdesine vuruyor. At koşarak alandan uzaklaşırken yanına gelen adamları kılıçtan geçiriyor. "Neyi bekliyorsun hatun gitsene!" Asker bunu dediğinde fark ediyorum orada durmuş adamı izlediğimi. Ama benim gitmeme fırsat olmadan adam yanımıza yaklaşıyor. Yeşil mi onun gözleri? Bir elimde kanlar damlayan kılıç, diğer kolumda bir bebek, önümde cesetler ve kanlarla kaplı bir yüzle orada dururken o mistik soruyu soruyor. "Yeğenim burada ne arıyor?!" Af buyur? Adamın ne dediğini anlayamadığım sırada asker hemen yanına geliyor. "Şehzadem. Hızır gibi yettiniz." Şehzade? Şehzade olduğunu öğrendiğim adam gözlerini benden çekmemişken bağırıyor. "Neden yeğenim burada dedim Yıldıray Ağa!"

 

Yıldıray denen adam bir an başını eğiyor ve bir yorumda bulunmuyor. Etrafımıza bir bakış atma gereği duyuyorum. Artık daha güvende olduğumuzu fark ediyorum. Etrafımız güvenli en azından. Yıldıray denen askerin cevap veremeyeceğini fark edince zorlukla konuşuyorum. "Sultanlar dışarıdan gelirken..." Nasıl açıklayacağımı bilemiyorum. Kısılan gözleriyle öyle korkutucu bakması hiç de yardımcı olmuyor. "Çok uzun bir hikaye." diyebiliyorum sonunda. Üstüme göz gezdiriyor. "Hareme mi girdiler?" Boş boş bakmaya devam ediyorum gözlerine. "Bilmiyorum." Geverhan Sultan başını kaldırırken çenesi yarama çarpıyor ve ufak bir çığlık ağzımdan kaçacakken dudaklarımı bastırmayı başarıyorum. "Şehzade Uraz haremi korumaya gitti." diyorum güçlükle. "Yeğenimi bana ver." Geverhan Sultan amcasını görünce göz yaşları yeniden akıyor. Tanımadı mı acaba? Boynuma tekrar gömülüyor. Acıyla gözlerimi sıkıca kapatıyorum. Elimde hissettiğim el ile hızla açıyorum. Şehzade elimdeki kılıcın kabzasını tutuyor. Kılıcı bırakıyorum ve alarak arkasına atıyor. "Yıldıray ağa, burası sana emanet." Şehzade kendi kılıcını kavrarken askerlerine dönüyor. "Bedeninde duran tek bir kelle dahi görmeyeceğim!" Ardından tekrar bana dönüyor. "Saraya girelim." Kılıcını tutmayan eliyle üzerindeki pelerinin ipini açıyor. "Olmaz, sarayın içindeler!" diyorum hızlıca.

"Abim icaplarına bakmıştır."

 

"Ama Nihal!" diyorum hızlıca ve kafamı çevirip onun bembeyaz suratına bakıyorum. "Onu burada bırakamam! Çok kan kaybetti böyle giderse ölecek." Gözlerimi yakan yaşları hissediyorum ve boğazımı saran yumru canımı yakıyor. Pelerini bana uzatıyor. "Üzerini ört. Haremden biri dışarıda böyle gezmemeli." Bir an kendime bakma gereği hissediyorum. Eğlence için seçilmiş renkli kıyafetim kanla ve kesiklerle kaplı, kolumdaki tülü sırtıma bağlamak için kestiğim gibi eteğimin alt kısmını da Nihal'in kolu için kesmiştim. Saçım başım ne halde zaten düşünmek bile istemiyorum. "Nihal?" Gözlerine resmen yalvarır gibi bakıyorum. Zaten öleceğini ve burada bırakmam gerektiğini söylemesin ne olur. "O ne olacak?" Nefesini sıkıntıyla veriyor. Pelerini omzuma örtüyor. "Caner, hatunu al." Rahatlamış bir nefes veriyorum. Bütün günün yorgunluğu üzerime çullanmış gibi bedenim sızlıyor. Yan gözle Nihal'e bakıyorum. Caner denen adam üzerindeki pelerini Nihal'in üzerine örtüyor ve dikkatlice kucağına alıyor. Şehzade askerlere dönüyor. "Siz bizimle gelin." Ardından bana dönüyor. "Saraya."

 

 

------------

 

 

Sarayda;

 

 

Şehzade Uraz kılıçlarını iki yana açmış soluklanırken etrafı tarıyor. Cesetlerle dolu haremin avlusu. Kapısını kırıp cariyelerin salonuna geçmeyi başardıkları sırada yetişmişti düşmanlara. Düşündüğünden daha kalabalıklardı ama Uraz için sayılarının bir önemi yoktu. Askerleri ile hepsini kılıçtan geçirmişlerdi. "Şehzadem, hepsi öldü zannımca." Uraz arkasına bir bakış atıyor. Çok hazırlıksız yakalanmıştı bu isyana. Askerleri bir düzene sokamadan içlerine girmişti düşmanlar. Öfkesi alevleniyor tekrardan. "Sarayı karış karış arayın! O sıçanlardan biri dahi sağ çıkmayacak!" Arkasındaki askerin kucağındaki oğluna bakıyor. "Şehzadeyi taht odasına götürün." Askerler ayrılırken Gencer kolunu tutarak Uraz'a yaklaşıyor. "İyi misin?" Uraz'ın sorusuyla başını sallıyor. "Sayenizde Şehzadem." Onu kurtarmasaydı eğer şu an kolu değil başı kesilmiş olurdu. Askerler haremi aramaya başladığında zindanlara açılan yola koyuluyor. Karşısına çıkan bir ağa hemen başını eğiyor. "Şehzadem! Şükürler olsun!" "Mercan ağa haremdekilerin vaziyeti nedir?" "Herkes iyi Şehzadem. Zindanlardalar lakin..." Oğlunun orada olmadığını nasıl söyleyeceğini düşünüyor. "Lakin ne?!" diyor Uraz öfkeyle. "Şehzade Tuğrul ve sultanlar..." Uraz rahatlamış bir ifadeyle "Biliyorum." diyor. "Hepsi güvende." dese bile yeğenlerinin durumunu bilmediği için endişeli hissediyor. Bir an önce haremi güvenliğe alıp yeğenlerinin yanına gitmesi gerektiğini biliyor. "Şükürler olsun Allah'ım!" Mercan ağa rahat bir nefes alıyor. "Ben Sultanlara çıkabileceğimizi söyleyeyim." "Hayır Mercan. Git valideme iyi olduğumu ve biraz daha beklemelerini söyle. Sükunetlerini korusunlar." Mercan ağa isyanın henüz bitmediğini anlayarak tekrar korku doluyor. "Zindanda hekim var mı?" "Var Şehzadem. Hekim kadınlarda zindanda." diyor Mercan. "En maharetlisini al ve buraya getir." Neler olduğunu merak etse dahi sormadan. "Emredersiniz Şehzadem." diyor ve koşarak zindanlara gidiyor. Uraz ailesinin iyi olduğunu öğrenmenin verdiği rahatlıkla derin bir nefes alıyor. Gencer'in yanına dönüyor. "Avluya dönelim. Askerleri burada bırak." Gencer başını sallıyor. Askerlere emirleri verdikten sonra çoktan ilerlemeye başlamış Uraz'ı takip ediyor. "Şehzadem ya geri gelirlerse?" Arkaya gidip geldikleri yeri bizzat ateşe vermek Uraz'ın da kafasında olan fikirlerden biri ama yeğenlerini ve ön kapıyı korumak daha öncelikli.

 

Sarayın koridorlarından geçerken birden sesler işitiyor. Kılıçlarını kavrayarak Gencer'i omzuyla kenara itiyor ve sesleri dinliyor. Adım sesleri. Giderek artıyor. Gencer de kılıcını yavaşça kaldırıyor saldırmaya hazırlanmak adına. Demek ki hepsi ölmemiş diye düşünüyor Uraz. Sandığından daha fazlasının sarayda olduğu fikri geçiyor aklından ve oğlunu yanından ayırdığı için pişman oluyor. Her an her yerde olamayacağını bildiği halde şu an bir çok yerde olmak istiyor. Taht odasında oğlunun yanında, haremde ailesinin yanında, ön kapıda askerlerinin yanında, arka kapıda düşmanların karşısında, dört koldan savaşmak istiyor isyancılarla. Ayak sesleri daha da yaklaşıyor. Uraz kılıcını sıkıyor ve arkadaşına başıyla işaret vermenin ardından adamların önüne atlıyor. Tam kılıcını savuracakken duruyor. "Ertuğrul?" Şaşkınlıkla karşısındaki kardeşine bakıyor. Kılıcını kaldırmış ve Uraz'ın saldırısına karşı durmaya çabalarken o da dona kalıyor. Abisinin karşısına bu şekilde çıkmasını beklemiyordu. "Abi?"

 

Uraz kılıcını indirirken gözlerini kısarak "Burada ne işin var?" diyor. İsyanda Ertuğrul'un parmağının olma olasılığı olmadığını bilse bile bu karşılaşmayı tuhaf buluyor. "Kasım yaralanınca Payitaht'a onunla döndüm." Kılıcını indiriyor ve kınına sokuyor. "Lakin böyle bir karşılama beklemiyordum doğrusu." Uraz kardeşine yaklaşıyor ve elinde kılıçlar olmasına rağmen kılıçları yana tutarak kardeşine sarılıyor. Leyla kılıcın kendisine değmemesi adına geriye kaçma ihtiyacı hissediyor. Uraz'ın gözleri hamlesiyle ona dönüyor. "Hoş gelmişsin kardeşim." Ertuğrul'da abisinin sırtını sıvazlıyor. "Hoş buldum diyemem abi." diyor hafif bir gülüşle. Birbirlerinden uzaklaşmalarının ardından Uraz arkasındaki koridoru işaret ediyor. "Temizlediniz mi?" Ertuğrul başını sallıyor. "Merak buyurma abi. Hepsini kılıçtan geçireceğiz evelallah." Bu kez Ertuğrul arkasındaki koridoru işaret ediyor. "Harem ne durumda? Validem?"

 

"İyiler iyi. Askerlerimi orada bıraktım. Güvendeler." Uraz'ın gözü sürekli arkasını kontrol eden Leyla'ya kayıyor. Onu en son gördüğünde bu halde değildi. Şimdi yüzü dahil her yeri kurumuş kanla kaplı, kucağındaki çocuğu sıkıca kavramış telaşlı gözlerle arkasına bakıp duruyor. "Arkadaşını buldun mu?" Leyla ilk başta sorunun muhattabının kendisi olduğunu anlamasa da sonradan fark ediyor. Ertuğrul'da abisinin onu nereden tanıdığını merak ederek kıza dönüyor. Leyla biraz utanç hissederek "Evet buldum." diyor. Uraz başını sallıyor. "Mahinur nerede?" "Tülin hatunla saklanmak için askerleri takip ettiler. Nerede bilmiyorum." Ertuğrul abisine dönüyor. "Senin cariyen mi?" Uraz Leyla'nın sırtındaki pelerinin Ertuğrul'un olduğunu fark edince onun cariyesi olduğunu sanmıştı fakat bu soruyla durumun bu olmadığını anlıyor. "Hayır." Öyleyse Bahadır ya da Yavuz'un mu? Akıllarına gelen düşünceyle ikisi de gözlerini kızdan çekiyor. Ertuğrul abisine dönüyor. "Yaralılarımız var abi."

 

Uraz kızında yaralı olduğunu hatırlıyor. "Zindanda hekimler var. Siz zindanlara geçin." Ertuğrul, abisinin gözlerinde parıldayan öfkeyi görüyor. Dışarıdakilere acımaktan kendini alıkoyamıyor. "Bende yeğenimizi getireyim."

 

---------

 

Bizden;

 

 

Zindanın kapısına yaklaştıkça artık dirayetimin kalmadığını hissediyorum. Yalpaladığımı gören Şehzade bana dönüyor ama yüzüme bakmak yerine yere bakarak "Geverhan'ı bana ver." diyor. Daha demin gözlerime dik dik bakan o değilmiş gibi yere bakıyor olması biraz garip gelse de pek umursamıyorum. Geverhan Sultan onu bırakacağımı anlayınca kollarını daha çok sıkıyor. Sırtını okşuyorum. "Sultanım, korkmayın. Ben buradayım. Şimdi validenizin yanına gideceğiz tamam mı?" Başını kaldırarak yüzüme bakıyor hevesle. "Ama ben çok yorulduğum için sizi daha fazla taşıyamam. Şehzade Ertuğrul sizi validenize götürecek." Yüzünün değiştiğini görünce "Bende yanınızda olacağım." diyorum hızlıca. "Sizin hemen yanınızda duracağım. Olur mu?" Bir süre duraksamasının ardından başını sallıyor. Şehzade Ertuğrul yeğenini kucağına alıyor. Geverhan Sultan amcasının omuzundan bana bakarken zorlukla gülümsemeye çabalıyorum ve yürümeye devam ediyoruz. Nihal'i taşıyan adama bir bakış atıyorum. Yürümediğini fark ediyorum. "Neden gelmiyorsun?" Adam bana cevap vermek yerine yere dönüyor. "Nihal'i getirsene." Bağıracak enerjim olsaydı şayet burayı inletirdim ama yapamıyorum. "Haremin kadınları oradayken zindana giremez." diyor Ertuğrul kararlılıkla. "Ne yani burada mı kalacak?" İlerlemeye devam ederken "Harem ağasını yollayacağım. Acele et." diyor. Nihal'i orada bırakmak istemiyorum ama ağayı yollamak adına hızlıca arkalarından gidiyorum. Zindandan içeriye girdiğimiz gibi bir curcuna kopuyor. "Ertuğrul?" diyen bir kadın sesi duyuyorum. Ferihan Sultan'ın sesi bu. "Ne?" Hümaşah Sultan ve diğerleri bize dönüyor. "Oğlum!" Hümaşah Sultan yerinden kalkmaya çabalarken kızları ona yardım ediyor. "Ertuğrul'um! Ne işin var burada aslanım?" Şehzade Ertuğrul annesine doğru gidiyor. Oğluna sarılmak isteyen anne torununu görünce onu kucağına alıyor. "Geverhan'ım!" Bu sesi duran Gülbanu Sultan telaşla dikelmeye çabalıyor. "Kızım mı? Kızım mı geldi?! Kızımı getirin bana!" Hümaşah Sultan torununun saçlarını öptükten sonra Selenay Hatuna veriyor torununu. Selenay hatun Gülbanu sultana kızını götürürken Hümaşah Sultan oğluna sarılıyor. "Uraz'ım nerede Ertuğrul? Tuğrul'um, Mahigül'üm nerede?" Şehzade Ertuğrul annesini sakinleştirmeye çabalarken gözlerimle etrafı tarıyorum bir ağa bulmak adıma. Ceyda Kalfa'yı görüyorum. Ona doğru giderken bir an dengemi kaybediyorum ve karanlıkta seçemediğim bir şeye takılarak yeri boyluyorum. Dizlerimin sızısıyla gözlerim doluyor. "Leyla!" Ceyda Kalfa'nın sesini duyuyorum. Bana ulaşarak yanıma çöküyor. Saçlarımı yüzümden çekmeye çabalıyor. "Aman Allah'ım! Leyla iyi misin?" Önümden çekilen saçlarla bana bakan sultanları ve cariyeleri fark ediyorum. "Leyla?" Füruzan Sultan kardeşine sarılmayı keserek bana dönüyor. "Ne oldu sana böyle?" Ceyda Kalfa'ya bakıyorum gözümde yaşlarla. "Ceyda Kalfa... Nihal..." Bir hıçkırık kaçıyor ağzımdan. Saatlerdir tuttuğum yaşlar akın ediyor. "Nihal yaralandı... Dışarıda..." Hıçkırıklarımdan zar zor konuşabiliyorum. Şehzade Ertuğrul'un sesini duyuyorum zorlukla konuşmaya çabalarken. "Bülbül ağa, kapıda bir cariye var. Yaralı. İçeriye taşıyın, derhal hekim baksın." Bülbül ağa koşarak kapıya gidince konuşmaya çalışmayı kesiyorum. Ceyda Kalfa saçlarımı okşayarak beni sakinleştirmeye çabalıyor ama ben canım çıkıyor gibi ağlıyorum. "Nesi var?" dediğini duyuyorum Mahinur Sultan'ın.

 

"Geverhan ve Mahigül'ü bulmuş." diyor Ertuğrul. "İkisini korumaya çalışırken canından oluyordu." İçeriyi bir sessizlik kaplıyor. Ardından Gülbanu Sultan'ın ağlamaklı sesini duyuyorum. "Mahigül'üm nerede?" "Güvende. Abim onu getirmeye gitti." "Allah'ım şükürler olsun..."

 

Sultanların duaları ve ağlamaları kulağıma ulaşıyor. Kapının açılmasıyla bakışlarımı atmaca misali oraya çeviriyorum. "Nihal..." Ona doğru gitmek için kalkacakken güç bulamayıp tekrar düşüyorum. Ceyda Kalfa yakalıyor. Nihal'i ortadaki alana yatırdıkları sırada onu gören herkesin korkulu bakışlarını fark ediyorum. Yanımda beni kaldıran bir el hissediyorum. Şehzade Ertuğrul kolumdan tutmuş beni kaldırırken "Sende tedavini ol." diyor. "Ceyda Kalfa yürümesine yardım et." "Emredersiniz Şehzadem." Ceyda Kalfa koluma girerek beni ilerletiyor. Nihal'in yanına gidiyorum. Yerde kanlar içinde yatan arkadaşım artık bembeyaz ve soluk alıp veriyor mu ondan bile emin değilim. Göz yaşlarımdan önümü bile göremez haldeyim. "İyileşecek mi?" diyorum onu kontrol eden hekim kadına doğru bir hamle yaparken. Beni tutan Ceyda kalfa ilerlememi önlüyor. "Yaşayacak mı?! Cevap versene!" "Tamam Leyla! Sakin ol!" "Yaşayacak mı?!" diyorum yalvarır gibi bir sesle. "Bilmiyorum." diyor hekim kadın. Nefesim ciğerlerime ağırlık yapıyor. Gözlerim kan kaybının etkisinden mi yoksa yaşadığım dehşetten mi bilmiyorum fakat kararmaya başlıyor. Bedenim yerçekimine yenik düşerken beni engelleyen tek şey kolumu tutan Ceyda Kalfa oluyor.

 

Loading...
0%