Yeni Üyelik
13.
Bölüm

13. Bölüm

@senuzya

Zindanda;

"Kasım'ım nasıl?" Mahpeyker Sultan sarayın vaziyetini çok da umursamıyormuş gibi torununu soruyor. "Şu an tek derdin bu mu Mahpeyker?" "Tıpkı senin gibi benimde derdim torunum Hümaşah."

İkisinin arasındaki gerilimde olmak istemeyen Ertuğrul, "Bunun yeri değil." diyor. "Kasım iyi. İsyan haberini alınca onu köşkte bıraktım. Sıhhati de yerinde. Merak buyurmayın Sultanım." Füruzan'ın gözleri sürekli Leyla'ya kayıyor. "Uraz'ım nasıl?" "Yeterince iyi validem. Şehzademiz namına yaraşır şekilde saraya giren herkesi kılıçtan geçirmiş evelallah." "Ondan mı bu kadar büyüdü bu isyan?" Ferihan Sultan'ın kinayeli sorusuna karşın Handan sultan Hümaşah'a fırsat vermeden konuşuyor. "Yiğidimin elinden geleni yaptığına eminim. Öyle değil mi Ertuğrul?" "Öyle Sultanım. İsyanın sebebini henüz bilmiyoruz." diyor kimseyi telaşlandırmamak adına. "Lakin abim bu kadar az askerle böylesine bir kalabalığa takdire şayan bir şekilde dayandı. Biz gelmeseydik de halledeceğine eminim." derken aslında bunun doğru olmadığını biliyor. Fakat kimsenin abisine laf etmesini istemediğinden böyle söylüyor. Füruzan gibi Mahinur'un da gözlerinin kıza kaydığını fark eden Ertuğrul Füruzan'ın yanına yaklaşıyor. "İyi misin kardeşim?" Füruzan hafif bir gülümsemeyle başını sallıyor. "Sağ salim şuradan çıkalım da daha iyi olacağız inşallah." Gözleri tekrar kıza kayıyor. "Nasıl böyle yaralandı?" Ertuğrul kıza bakmamak adına gözlerini çeviriyor. "Savaşırken." diyor kısaca. Füruzan sultan şaşkınlıkla ona bakıyor. "Savaşırken mi?" Ertuğrul tam olarak bilmiyor ama anladığı buydu. Kızı elindeki kanlı kılıçla ve o cesur ifadeyle gördüğünde tam bir savaşçı olduğunu hissetmişti. Böylesine bir gecede onca düşmanın arasından sağ çıkabilmesi kendisine hayran bırakıyor Ertuğrul'u. "Tanıyor musun?" Füruzan başını sallıyor. "Evet. Haremden." Pek de umursamıyormuş gibi davranarak "Kimin hareminden?" diyor Ertuğrul. Füruzan kardeşine gözlerini kısarak bakıyor. "Kimsenin. Hareme yeni gelmiş şimdilik iş öğreniyor. Sen niçin sual ediyorsun?" Ertuğrul kızın abilerinden birinin eşi olmadığını öğrendiği için hafif bir rahatlama hissediyor ve bu his kaşlarını çatmasına sebep oluyor. "Bir manası olduğundan değil. Sadece sual ettim."

Leyla'ya bakma isteği hissedince kafasını diğer yöne çeviriyor ve Selenay'ı görüyor. Yüzünde ağlamaklı bir gülümsemeyle ona bakıyor. Yanına gelmek istediği besbelli ama Ertuğrul ailesine dönüyor. "Ben gidiyorum. Ortalık sakinleşir sakinleşmez haber edeceğim." "Dikkatli ol oğlum."

Ertuğrul zindandan çıktıktan sonra dualar ve şükür sözcükleri etrafı sarmaya devam ediyor. Leyla köşede baygın bir halde uzanmış, hekim kadın elinden geldiğince sırtındaki yarayla ilgileniyor. Şehzade Ertuğrul'un verdiği pelerin hemen yanında kana bulanmış bir halde. Nihal'in ise kan akışı kesilsin diye bağlanmış koluna endişeyle bakıyor hekim kadın. "Vaziyeti nedir hekim kadın?" Kadın endişeyle Nurgül Kalfa'ya dönüyor. "Çok feci Nurgül Kalfa. Burada yapabileceğim müdahale sınırlı. İlaç yok, bıçak yok, sargı yok. Derhal şifahaneye götürülmesi gerek." Nurgül Kalfa ne yapacağını bilemez halde Erva Kalfa'ya giderek durumu anlatıyor. "Şimdilik elinden geleni yapsın. Şifahaneye götüremeyiz." Diğer kıza dönüyor. "Diğerinin hali nedir?" "İyileşecekmiş lakin çok kan kaybetmiş. Dinlenmesi gerekli."

Derya ve Mine, Leyla'nın yanına çökerken endişeyle baygın arkadaşlarına bakıyorlar. "Gitmeseydi olmazdı sanki." Asiye mırıldanarak kenara oturuyor. "Nihal'i kurtarmak için gitti." "Ne işe yaradı?" diyor öfkeyle. "Şimdi ikisi de ölebilir."

"Asiye öyle söyleme." Derya'yı destekleyerek Gülden yanlarına oturuyor. "Gitmeseydi sadece Nihal değil sultanlarda ölebilirdi." "Nasıl bu hale geldiler acaba?" diyor Mine acıyarak kızlara bakarken. "Bilmiyorum. Ama iyileşecekler. Umarım."

--------

Sarayda;

İsyanın üzerinden birkaç saat geçmiş, saray tamamen kolaçan edilmişti. Nihal, Leyla ve diğer yaralılar şifahaneye taşınmıştı. Saraydaki cesetler temizlenene kadar kimsenin odasından çıkmasına izin yoktu ve her kapıya askerler yerleştirilmişti. Civar şehirlerden Ertuğrul'un haber verdiği beyler askerleriyle gelmiş ve şehir aranmaya başlanmıştı. Uraz elçi ağırlanan avluda durmuş cesetlere bakarken buna cesaret edeni kılıçtan geçirmek için can atıyor. "Abi." Ertuğrul abisinin yanına gidiyor. "Bipervaların komutanını getirmesi için Korkut Paşa'ya emir verdim." Başını sallıyor Uraz. "İyi yapmışsın." Öfkesinin içinde büyüdüğünü fark eden Ertuğrul abisinin omzuna elini koyuyor. Uraz'ın keskin bakışları ona dönünce anlayışla gülümsüyor. "Bilemezdin abi." Uraz öfkeyle nefesini veriyor. "Hazırlıklı olmalıydım." "Olamazdın." diyor Ertuğrul bastırarak. "Hiçbirimiz olamazdık. Allah biliyor ya eğer sen değil de ben sarayı korumakla vazifeli olsaydım senin kadar dayanamazdım bile."

 

Uraz histerik bir şekilde gülüyor. "Sen yetişmemiş olsaydın bende dayanamazdım kardeşim." "Emin misin? Geldiğimde Atif Bey çoktan içeri sızdıkları deliği ateşe vermişti. Sende haremi emniyete almıştın diye anımsıyorum." Bu kez daha sakin bir ifadeye bürünüyor. "Lakin ön kapı açılmıştı ve akın akın geliyorlardı." Uraz kardeşinin yüzündeki ifadeden neler olduğunu çözdüğünü anlıyor. "Anlat bakalım. Böyle rahat olduğuna göre neler olduğunu biliyor olmalısın."

Ertuğrul kafasını sallıyor ve elini abisinin omzundan çekiyor. "Şehzade Güngör." Uraz başını sallıyor. "Orasını ikimizde anladık zaten. Kimden destek aldığını tahmin edebiliyor musun? Bipervaların komutanının yaptığını sanmıyorum."

Ertuğrul kendinden emin bir şekilde "Engin paşa." diyor. Uraz'ın kaşları kalkıyor. "Nereden bu kanıya vardın?" "Şahsi fikrim bu. Düşünsene abi, bu seferi yapma fikri Hünkarımızın aklında yoktu. Birkaç paşa karşı çıkmasına rağmen, Engin paşa ısrarla bunun batıya açılmamızda ön ayak olacağını söylemişti, lakin fikir birden bire ortaya çıkmıştı. Hünkarımız reddettikten sonra ülkenin danışmanlarından gelen halkın zulme maruz kaldığını belirten mektuplar aldık. Hünkarımız oradaki halkın yardım çığlıklarından sonra yola çıktı lakin seferdeyken fark ettim ki halk ciddi şekilde bizden korkuyordu." "Mühürleri ve elçileri onaylatmıştık." "Evet onaylatmıştık ama benim fikrim şudur ki, Şehzade Güngör, Kral Keith'in kardeşi ile taht için anlaştı ve Engin paşa aracılığıyla bu işi planladı. Kendi tahta geçmesinin ardından toprakları ona devretmeyi vadetmiş olmalı." "Sefere gitmeyen sayılı birliklerden biride Bipervalardı. Onların kıyafetleriyle şehirde dolaşan askerler kimsenin dikkatini çekmeyecekti." "Evet abi. Sefer için çevre illerden gelen askerlerin arasına isyancıları karıştırmış olmalılar. Engin paşa gibi bir vezir için asker esvaplarına ulaşmak zaten basit bir iş. Şehzade Güngör'de sarayı avucunun içi gibi biliyor. Saraya nasıl gireceklerini de o anlatmış olmalı. Üstelik biz seferdeyken karargaha sızılmış olması da tesadüf olamaz. Bizi orada seni burada öldürmek istediler."

 

Uraz sinirle yüzünü ovuşturuyor. "Hünkarımıza durumu haber eden bir mektup yazın. Bizzat Atif Bey iletsin." "Emredersiniz Şehzadem." Arkalarındaki askerlerden biri emri uygulamak üzere yanlarından ayrılıyor. "Mahigül'ü buldun mu?"

 

"Buldum. Hareme validesinin yanına yolladım." Uraz sinirinin geçmesi adına volta atmaya başlıyor lakin bir işe yaramıyor. "Tuğrul nasıl?" Derin bir nefes alıyor. "Hekim hayati bir tehlikesi olmadığını söyledi." Duraksayarak kardeşine bakıyor aklına gelen gerçekle. "Sen nasılsın?" Yanına yanaşarak üzerine göz atıyor. "Yaralanmadın değil mi? Sırtın nasıl?" Ertuğrul yutkunma gereksinimi hissediyor aklına gelen zayıflığıyla. "İyiyim abi." dese bile geçen sürede o sızıyı hep hissediyor. "Bipervaların komutanı cezalandırılacak mı?" diyor konuyu değiştirmek adına. Uraz başını sallıyor. "Askerlerini denetlemekte başarısız oldu. Üstelik birliklerin değiştirildiğini anlamadı. Beceriksizliğinin sonucunda bugün çok can verildi." Ertuğrul başını sallıyor. Söz konusu devletse hataya mahal verilemez. Ceza alması münasip. "Yavuz'a haber etmeli miyiz?"

Uraz sıkıntıyla nefesini veriyor ve ellerini sırtında birleştiriyor. "Hayır. Seferdeyken aklını meşgul etmenin lüzumu yok."

"Abi uygun görürsen ben buradaki ilerleyişi tetkik edeyim sen de ailenin yanına git. Evlatların endişeyle seni bekliyor olmalı." Uraz derince bir iç çekişin ardından başını iki yana sallıyor. "Bu benim vazifem Ertuğrul. Sen git istirahat et." "Abi." diyor Ertuğrul ısrar eder şekilde. "Bırak geceyi ben geçireyim gün sana kalsın. Yarın pek meşakatli olacak. Kendine yüklenme de dinlen." Uraz kardeşine sert sert baksa da haklı olduğunu bilerek ısrar etmiyor. "En ufak müsibette-" "Haber edeceğim. Hayde git de dinlen." Uraz başını sallıyor. Ne kadar yenilmez durmaya çalışsa da bedenini saran yorgunluğu ve çocuklarına duyduğu hasreti hissediyor. "Eyvallah kardeşim." Kardeşini omuzlarından tutarak kendine çekiyor. "Tam vaktinde yettiğin için de eyvallah." Ertuğrul abisinin sırtını sıvazlarken "Vazifem bu abi." diyor ve hafifçe gülüyor. Ayrılıyorlar. "Hayırlı geceler." "Sanada aslanım sanada."

-----

Bizden;

Hafif uğultular bir cızırtıyla birleşmiş gibi beynimin içinde geziniyor. Sesi duymamı engellemesini umarak gözlerimi sıkıca bastırıyorum ama bir fayda vermiyor. Asabi bir inilti kulaklarıma ulaşıyor ve bunun kendi sesim olduğunu "Leyla! Uyandın mı?!" diyen, uzaktan gelen soruyla anlıyorum. Gözlerimi aralamaya çabalıyorum ama göz kapaklarım tonlarca ağırlık altındaymış gibi açılmamakta direniyor. "Leyla beni işitiyor musun? Aç artık gözlerini ne olursun." "Rahat bırak kızı Gülden. Duymadın mı hekim kadını. İstirahat etmesi lazım gelir." "Biliyorum ama uyanmazsa diye..." "Kötü kötü konuşma." Sesler kafamda dönüyor sanki. Birileri konuşuyor, hem tanıdık hem yabancı. Uzak mı yakın mı anlamadığım mesafeden. Cümleler var ama sahipleri kim? Gözlerimi açmak istiyorum. Nerede olduğumu... Saraydaydım ben. Haremde. Geçmişte... Sonra dumanlar, kılıç sesleri, isyan... Nihal! Ben Nihal ileydim. Yaralıydı. Gözlerimi açmayı sonunda başarıyorum. "Uyandı!" "Allah'ım şükürler olsun!" "Hekim kadın! Leyla uyandı!" Sesleri daha net seçiyorum şimdi. Asiye, Gülden ve Derya iki yanımda durmuş ellerimi tutuyorlar. Gülden'in gözleri kızarık ve ifadesi ağlamaklı. "Sonunda uyandın. Şükürler olsun."

"Hatunlar açılın kenara! Ben size hatunu rahat bırakın demedim mi?!" Öfkeli sese dönüyorum. Hekim kadın şaşkınlıkla bana bakıyor. "Hekim kadın uyandı!" Derya'nın sesiyle kadın şaşkınlığını atıyor ve yanıma geliyor. "Açılın kenara! Hayde taşlığa dönün. Ayağımın altında dolaşmayın!" "Ama..." "Hadi Gülden." Gülden karşı çıkacakken Asiye onu omuzlarından tutarak çekiştiriyor. "Yine geleceğiz Leyla!" "Çabuk sıhhatine kavuş!" Kızlar birkaç cümle bağırarak şifahanenin kapısından çıkıyor. Hekim kadın baş ucuma gelerek yüzümü kontrol ediyor. Yani sanırım. Ne yaptığını pek anlamıyorum ama muayene ediyor olmalı. "Nasıl hissediyorsun?" Dudaklarımı aralıyorum ama dilim kuruluktan dönmüyor resmen. "İ-iyi." Zorlukla konuşuyorum. Başını belli belirsiz sallıyor. "Kardelen! Hatuna su getir!" "Tamam Hekim kadın!" Kardelen ismini daha önce duymamıştım. Fidan nerede? Etrafıma bakmak istiyorum ama yüzüm hekim kadının elindeyken bunu yapamıyorum. Ardından vücudumu kontrol ediyor. O sırada bakıyorum etrafa. Yataklarda birkaç yaralı daha olmalı, perdeler çekik. Hasta olmadığında araları kapatmıyorlardı. Elinde tepsiyle bir kız bize yaklaşıyor. "Getirdim Hekim kadın." Kadın belimi incelemeyi keserek dikleşiyor. "Oturabilir misin?" Kendimi zorlamaya çabalıyorum ama bunun için gücüm olmadığını hissediyorum. Başımı iki yana sallıyorum. Kardelen olduğunu sandığım kız tepsiyi ayak ucumdaki masaya bırakıyor ve hekim kadınla beraber beni oturur hale getirmeye çalışıyorlar. "Igh!" Ani bir sancı giriyor belime. "Ah!" Beni geri bıraktıklarında yarı oturur yarı yatar haldeyim. "Sen suyu içir Kardelen hatun."

Hekim kadın tekrar belimi inceliyor. Kardelen bana suyu içirirken zorlukla yutkunuyorum. Hekim kadının sıkıntılı nefesini duyuyorum. "Bu kadar kısa sürede toparlaman mucize." Su boğazımı rahatlatıyor. Daha rahat konuşuyorum. "Ne-kadar... oldu?"

"4 gün." Gözlerim büyüyor. "4 mü?" Bu mu kısa süre yani? Gerçi ne haldeydim kim bilir? "Peki... Nihal- nasıl?"

Kadın yaramı incelemeyi bırakıp dikleşiyor. "Nihal hatunun durumu meçhul." diyor yalan sözlere sığınmadan. Korktuğumu hissediyorum. "Kolunu delen ok bir yana çok kan kaybetmiş. Yaşasa dahi bir kolunu kesmemiz gerekecek." Gözlerim büyüyor dehşetle. "Ne?" Sesim fısıltı gibi. "Sana gelirsek... Sende pek kan kaybetmişsin. Sırtındaki yarayı diktik ama daha kapanmadılar. Belindeki yara da öyle. Çok fazla çürüğün var. Biraz daha burada kalacaksın. Vaziyetine de Sultan'ımız karar verecek." "Vaziyetime?" "Haremden atılıp atılmayacağına."

Loading...
0%