Yeni Üyelik
15.
Bölüm

14. Bölüm

@senuzya

Üzerimdeki şalı düşmemesi için önümde birleştiriyorum. Kalın kumaşı ısınmamı sağlamalı ama bir faydası yok gibi hissediyorum. Üşüyen sadece bedenim olmadığından olsa gerek. Sabah ayazında kalmış, yanından geçen arabanın tekeri yol kenarındaki suyu üstüne sıçratmış sokak kedisi misali titriyorum. Yerimden zorlukla kalkıyorum. Bacaklarım ağırlığıma dayanmakta güçlük çekiyor. Yatağa tutunarak ilerliyorum. Biraz güç bulunca elimi yataktan çekiyorum ve dizlerimin beni taşıyacağına güvenmek isteyerek adım atıyorum. Örtüleri çekilmiş yatakların arasında sessizce geziniyorum. Başına geldiğim örtünün arkasından tek bir fısıltı dahi gelmiyor. Boğazıma dolanan düğümü yutkunarak aşmak istiyorum ama işe yaramıyor. Yavaşça aralıyorum perdeyi. Yatağın yanına ilerliyorum. Üstündeki yorgan sanki herşey normalmiş gibi kaplıyor olsa dahi bedenini, biliyorum, fark edebiliyorum yanındaki o boşluğu. Uzanmak istiyorum. Elim sanki ateşe uzanmışım gibi geri kaçıyor. Kesik bir nefesle yere bakıyorum. "Özür... özür... dilerim..." Sözcüklerin ağırlığının ciğerime baskısı gözlerimi yakıyor. Kapatma gereği hissediyorum ve yanaklarıma o iğrenç ıslaklık yine geliyor. Ne kadar söz versem de ne zaman bu yatağın başına gelsem geçmiyor, dinmiyor damlalar. "Özür dilerim Nihal." Gözlerimi açıyorum ve sol kolunun olması gereken boşluğa bakıyorum. Her seferinde olduğu gibi yeniden aklıma o anlar doluyor. Halvetten kaçması için ona hasta numarası yapmasını söylemem, revire gitmemiz, Fidan Hatun'u ikna etmemiz, sonrasında isyan, onu bulduğum an, Tülin ve sultanlarla karşılaşmamız, isyancılardan kaçmaya çalışmamız ve... Yanımdan geçen o okun saplandığı an... Göz yaşlarım çenemden yere damlıyor. "Eğer ben... Sana o fikri vermeseydim..." Ağlama isteğim, suçluluğum, cümlelerimi baskılıyor. Konuşamıyorum. Konuşmamalı gibi hissediyorum. Ama konuşmak istiyorum. "Özür- dilerim." Derin nefesler alıyorum. Soluk boruma yuva yapan kederi atmaya çabalıyorum. "Nihal... Yalvarırım uyan..." Bacaklarım bedenimi taşımak konusunda başarılı olmuş olsa dahi acımı taşıyamıyor. Dizlerimin üstüne çöküyorum. Başımı Nihal'in sol yanına koyuyorum. "Lütfen uyan. Yalvarırım ölme Nihal... Benim senden başka kimsem yok... Hiç kimsem..." Sessiz hıçkırıklarım gece karanlığına karışıyor. "Koruyamadım... Ben yapamadım Nihal... Seni korumayı başaramadım." Yüzümü kollarımın arasına gömüyorum. Bir sanrının içine hapsolmuşum sanki. O anlar gerçek değil diye düşünmek istiyorum. Burası, bu yer, revir, isyan, saray... Hiç bir şeyin gerçek olmadığına inanmak istiyorum. Ama gözlerimi çevirdiğimde beni karşılayan solgun yüz ve cesede benzeyen beden hakikati yüzüme çarpıyor her defasında. Çoktan 1 hafta geçti. Benim sırtımdaki kılıç yarasına atılan uzun dikiş artık sızlamayı bıraktı. Belimdeki derin yara hala kapanmadı ama sürekli kanamıyor. Omzum sargıda, hissetmiyorum şimdilerde acısını. Sıyrıklarımdan bazıları geçti, bazıları silikleşti. Zaman ilerledi, ilerliyor. Ama Nihal... Sen açmıyorsun gözlerini. Böyle yaşamak istemediğinden mi? Yoksa Philip'i gördüğün mutlu bir düşte misin? Ailen mi var yanında? Bilmiyorum uyanmak ister misin bu hayata ama bir kez dahi olsa senden özür dilemek istiyorum Nihal. Beni duymanı istiyorum. Koruyamadığım için, sana bu aptal fikri verdiğim için, senin yerinde olmadığım için, oradan sağlam çıktığım için özür dilemek istiyorum! "Beni affet... Yalvarırım... Beni affet..."

---------

"Yine mi Leyla?" Başımdaki bana acıdığını belli eden gözleriyle bakan Kardelen Hatun'u umursamadan yerimden doğruluyorum. "Böyle yapman sıhhatine kavuşmanı geciktiriyor bilesin." Nihal'in solgun yüzüne bakarken gözlerimin tekrar yanmaya başladığını hissediyorum.

"Ne yapayım Kardelen Hatun? Uyanmayacak diye ödüm kopuyor."

Kardelen elini sırtıma koyarak sıvazlıyor. "Önce kendin sıhhatine kavuşmaya bak. Hem uyansa bile..." Ona sertçe baktığımda cümlesini bitirmek yerine başını çeviriyor. "Yatağına geç hadi. Birazdan kahvaltı getireceğim."

"Aç değilim." Nihal bugün daha bir zayıflamış duruyor sanki. Nefessiz kalmışım gibi hızlı bir soluk alıyorum.

"Sorduğumu anımsamıyorum. Seninde toparlanman için yemen zaruri. Üstelik Sultan'ımız ve Şehzade'miz ne vakittir senin sıhhatine kavuşmanı bekliyorlar." Ellerini omzuma koyarak yönlendiriyor beni. "O yüzden kahvaltını edip ilaçlarını alacaksın. Hekim kadın da birazdan tetkik için gelecek."

Kendi kısmıma geçmeden önce Nihal'e bakıyorum. Sanki her bakışımda o da bana bakacak gibi ümit ediyor ve her seferinde hayal kırıklığına uğruyorum. Yatağıma geçtiğim gibi Kardelen tepsiyi kucağıma bırakıyor. "Hepsini bitir."

Başımı sallamamın ardından gidiyor. Bir süre tepsiyle bakışıyorum. İstemiyorum. Midem yiyecek gördüğünde kasılmaya başlıyor. Uzun süreli açlık mı sebebi yoksa vicdanımın ağırlığı mı midemi dolduran bilmiyorum ama yemek görmek dahi istemiyorum. Tepsiyi yatağa bırakıyorum. İsyanın olduğu günü düşünüyorum. Ve sonrasını. Kızların söylediğine göre çok ölü varmış. Hem isyandan dolayı hem de Şehzade Uraz'dan. O gece haremden 6 kişi ölmüş. Tülin ile arabada olan 2 hatun ve isyan sırasında mutfak tarafında olan 4 hatun öldürülmüş. Şehzade Tuğrul bulunmuş ve durumu iyiymiş. Saray askerlerinden 100'e yakın kişi öldürülmüş. Halktan ise yüzlercesi isyancılar tarafından hayatından edilmiş. Şehzade Uraz isyanın cezasını fena sormuş. Bipaverler denen birliğin komutanları dahil 200 küsür üyesini idam ettirmiş. Çevre illerden beyler ve akıncılar çağırıp şehrin altını üstüne getirmiş. İsyanla bir bağlantısı olduğunu düşündüğü kimseye acımamış. Sarayda da korumaları arttırdı tabi. Revirin kapısında bile eskisi gibi iki ağa değil koca koca kılıçlı iki asker duruyor. Asiye sürekli harem ile mektep arasında bile örtüyle gezmeleri gerektiği için dert yanıyor. Ama en azından geziyor. Yaşıyor. Fidan gibi... Görüşüm bulanıklaşıyor. Yine o ürperti geziniyor bedenimde. Yavaşça boğazımı sıkıyor. Yalnızlık, korku, vicdan, endişe bir bulut olmuş tepemde, yanlış bir hamlemde üstüme atlamayı bekliyor. Dudaklarımı sıkıca bastırıyorum hıçkırıklarımı tutmak için. Kesik nefeslerime eşlik ederek sarsılıyor bedenim. "Leyla." Ellerimde hissettiğim ellerle içine düştüğüm kuyuya bir ip atılıyor. Ceyda Kalfa göz hizama girmek adına eğilmiş, ellerimi sıkıca tutarken bana bakıyor. "Leyla yapma böyle. Kendine zarar veriyorsun." "Ceyda Kalfa." Zorlukla nefes alıyorum. "Canım acıyor."

"Farkındayım Leyla." Ellerimi sıvazlıyor. "Alışacaksın." Gözleri dalgınlaşıyor. Bana bakmak yerine ellerimize çeviriyor bakışlarını. "Ben bu saraya geleli kaç yıl oldu anımsamıyorum bile. Kaç hatun, kaç sultan tanıdım. Kimisi sürgün edildi, kimisi öldü, kimisi öldürüldü." Derin bir nefes alıyor ve bana bakıyor. "Alışıyorsun. Hayatta kalmak uğruna her şeye alışıyorsun." Bir cevap vermiyorum. "Hem Nihal hala yaşıyor. Merak buyurmasana. Bu kadar dayandıktan sonra pes etmeyecek. İyileşecek."

"İyileşecek değil mi?" diyorum umutla. Başını sallıyor. Ama ifadesi...

Dikleşiyor ellerimi bırakarak. Bende yanağımdaki yaşları siliyorum elimin tersiyle. "Bu ne böyle? Gene mi yemeğini yemedin?" Başımı çevirip tepsiye bakıyorum. "Yiyecek görmek midemi bulandırıyor."

Sıkıntıyla verdiği nefesini duyuyorum. "Hekim kadınla konuşacağım. İştahsızlığın içinde ilaç verecektir."

Başımı sallıyorum. Bir cevap verecek, konuşacak halde hissetmiyorum.

--------

Aynadaki yansımasına bakıyorum sırtımdaki yaranın. Düşündüğümden daha uzun, eğik bir çizgi, üzerinde dikiş ipleriyle, yarım yamalak kabuk bağlamış. Bu kadar kötü görünmesini, daha doğrusu üzerinden geçen zamana rağmen böyle görünmesini beklemiyordum. Nefesimi veriyorum yorgun bir şekilde. "Henüz iyileşmedim ama." Bu işten kurtulmak için sunduğum bahaneye karşın, Gülden elbisenin kollarını geçirmeme yardım ediyor. "Farkındayım Leyla ama neredeyse 2 hafta oldu." "12 gün." diyorum düzelterek. Nihal uyanmayalı, o rezil gün yaşanalı 12 koca gün geçti. Herkes umudunu kaybedeli ise 7 gün... "Ve bu neredeyse 2 hafta demek." Arkama geçerek elbisenin iplerini düzeltiyor. "Şehzademiz o gece olanları dinlemek için senin ayaklanmanı bekliyor. Üstelik Hümaşah Sultan da Tülin hatunla görüştüğü vakitten beridir seninle tanışmak istiyor." Göz devirmeden edemiyorum. "Zaten beni sorgulaması için Erva Hatun'u yollamadı mı?"

"Sorgu denemez." Önüme geçerek yakamı düzeltiyor. "Vaziyeti tetkik ettirdi o kadar." "Ve bu sorgu demek." diyorum alayla gülümserken.

"Sen öyle diyorsan..."Gülden ellerini çekerek bana bir göz atıyor. "Çok sıkmadım değil mi? Omuzun nasıl? Rahat bir esvap seçmeyi amaçlamıştım lakin pek olmadı gibi. İstersen-" "Gayet iyi." Lafını tamamlamasına izin vermeyerek durduruyorum. Omzumu oynatmaya çabalıyorum. "Bak, oldukça rahat." Aslında biraz sızlıyor ama acı denemeyecek kadar az. Gülden yine o kederli gözlerle bana bakıyor. "Tamam." diyerek ellerimi çarparak birleştiriyorum ve aynaya dönüyorum kederi dağıtmak adına. "Şehzade beni güzellik yarışmasına sokmayacağına göre böyle gidebiliriz he?" "Güzellik nesi?" Kırdığım potu fark edince aynadan Gülden'e bakıp gülümsüyorum. "Hiç. Gidelim hadi."Gülden üstüme o uzun, pelerin gibi şeyi almama yardım ediyor ve bana kapıya kadar eşlik ediyor ama sonrasında gelmiyor. Bülbül ağa ve birkaç ağa ile birlikte ilerliyoruz. Geniş koridorlardan geçiyoruz. Kapısında 2 askerin bulunduğu bir odadanın önünde duruyoruz. Askerlerin dışında kendi hallerinde konuşan 3 adam daha var. Biri diğerlerine nazaran baya yaşlı. Ama yüzlerden ikisi tanıdık. O gece gördüğüm adamlardan. Biri Şehzade Uraz ile gelip beni kurtaran siyahlı adamlardan diğeri ise isminin Gencer olduğunu öğrendiğim adam. Gencer bizi görünce konuşmadan ayrılarak yanımıza ilerliyor. "Hayrola Bülbül ağa?" "Şehzade Uraz hatunu getirmemi buyurmuştu. Onun için geldik." Gencer bir an bana bakıyor ve başını sallıyor. "Ben Şehzademize haber edeyim. Bekleyin." İçeriye giriyor ve birkaç saniyenin ardından çıkıyor. "Şehzademiz sizi bekliyor." Bülbül ağa ilerlemeyince ona bakıyorum ama bana başıyla geçmemi işaret ediyor. Emin olamasam da içeriye doğru adım atıyorum. Gencer denen çocuk da benimle geliyor. Biz odanın ortasına ilerlerken kapı ardımızdan kapanıyor. "Şehzadem, hatun geldi."

"Tamam Gencer." Sesin geldiği yöne bakıyorum. Şehzade Uraz bir masada oturmuş elindeki ruloyu uzatıyor. "Bunu tez vakitte Korkut Paşaya ilet."

"Emredersiniz Şehzadem." Gencer ilerleyerek ruloyu alıyor ve eğilerek odadan çıkıyor. Kapanan kapının ardından pelerinin içinde kalan ellerimle oynamaya devam ediyorum. Ortam fazlaca gergin hissettiriyor. Şehzade Uraz yerinden kalkarak masanın önüne geliyor. "İsminin Leyla olduğunu işittim." Başımı sallıyorum. "Yaraların nasıl oldu?" "Daha iyi." diyorum kısaca. Yavaşça başını sallıyor. "Güzel." İfadesi çok donuk olduğundan pek bir şey anlamıyorum. "Açık konuşmak gerekirse seni daha evvel sorgulamam lazım gelirdi lakin yeğenlerimin hayatını borçlu olduğum birini hasta yatağında zora sokmak içime sinmedi."

Gözlerim kısılıyor. Anlamıyorum? "Zora sokmak derken ne demek istediniz anlamadım Şehzadem?"

Şehzade Uraz hafifçe gülüyor. "Dua et ki anlamadın." Ne diyor bu yahu? İfadesi rahat bir şekildeyken masadaki kağıt yığınına göz atıyor. "Leyla hatun bilir misin bilmem lakin bu sarayda en son böyle bir olay yaşandığında bende yeğenlerim gibi bir durumda kalmıştım." Kaşlarımı çatmayı kesemiyorum. Neden anlatıyor ki bunu bana? "Beni de bir hatun kurtarmıştı. Sonra o hatun cesaretinin karşılığı olarak validemin hususi cariyesi oldu." Kağıt yığınından bakışlarını çekerek bana dönüyor. "Ve bir gece validemin canına kastetmeye yeltendi." Gözlerim büyüyor. Yoksa o..? "Yaşanan vaziyet bana o hatıraları anımsattı."

"Benimde böyle bir niyetim olduğundan mı şüpheleniyorsunuz?" İnanamıyorum ya iki küçük çocuğun hayatını kurtarmaya çabaladım diye suçlu mu ilan edileceğim yani? "Sultanlara rastlamam bile tesadüftü."

"Öyleyse neden haremden çıktın? Ağaların dediğine göre kapılar kapanmadan evvel kaçmışsın."

"Arkadaşım revirdeydi. Onun yanına gitmek için çıkmıştım!" diyorum hızlıca.

"Şşt." diyor yavaşça. "Hızlı parlıyorsun."

Bir cevap vermek yerine susuyorum. "Arkadaşın, o geceki yaralı kız değil mi?" Başımı sallıyorum. "Neden şifahanedeydi?"

Benim yüzümden demek gelse de içimden bu cümleyi yutuyorum. "Hastaydı. Üşütmüştü."

Kaşlarını kaldırıp yavaşça başını sallıyor. "Sende onun için telaşlandığından yanına gitmeye çalıştın?" "Evet." "Sonra?"

Derin bir nefes alma ihtiyacı hissediyorum. "Sonra revir-" Anlamaz diye düşünüp değiştiriyorum. "Şifahanenin kapısına gittim. Ağalar ölmüştü." Gördüğüm adamdan bahsetmek istemiyorum. "İçeriye girdiğimde kimse yoktu ama Nihal oradaydı. Bir yatağın altına saklanmıştı." Aklıma o an geliyor. Anlatmak zorlaşıyor. "Biz şifahaneden çıkarken hareme ilerleyen adamlar gördük. Hareme dönemezdik. Bizde saklanmak için bir yer aramaya başladık. Askerler birden koridorda belirince bir odaya girdik. Orda da Tülin hatunla sultanlar vardı." Kucağında iki çocukla yaşlar içinde onu gördüğüm zamanı hatırlayınca fark ediyorum, o geceden sonra yanıma gelmemişti.

"Mücerret rast geliş öyle mi?" "Ne?" diyorum istemsizce. "Mücerret ne demek?"

Şehzade Uraz göz deviriyor. "Sadece tesadüftü yani?"

Başımı sallıyorum. "Evet öyle. O odaya girerken içeride kimin olduğunu inanın bilmiyordum bile." "Odadan niçin çıktınız? Orada saklanmama sebebiniz ne?"

"İsyancılar vardı. Oradan geçip duruyorlardı. Üstelik odada saklanabileceğim düzgün bir yer yoktu. Kapıyı açtıkları anda bizi yakalarlardı."

"Size rastladığımız an düşünülünce çıkmanız da pek bir şey değiştirmemiş olmalı."

"Doğru." Peşimize takılan askerler aklıma geliyor. "Biz odadan çıktıktan bir süre sonra..." Sesimin titrediğini fark ediyorum. "Bir grup isyancı peşimize takıldı." Boğazıma dolanmaya çalışan düğümü yok saymak adına derin bir nefes alıyorum. "Kaçmaya çalışırken de..." Gözlerim sızlıyor. "Arkadaşım vurulunca..." Bakışlarımı yere çeviriyorum. "Sonrasında da siz geldiniz zaten." diyorum hızlıca bitirmek adına. Biraz daha konuşursam hıçkırıklar ağzımdan kaçacak gibi hissediyorum.

"Sana güvenmiyorum Leyla Hatun." Hızlıca bakışlarım dönüyor Şehzade Uraz'a. Gözlerimdeki yaşlar görüşümü bulanıklaştırdığından ifadesini net seçemiyorum. "Lakin anlattıklarından mütevellit değil. O geceki korkunun, arkadaşın için olan endişenin ve yeğenlerime rastlamanın bir tesadüf olduğunun gerçekliğine inanıyorum ammavelakin sana güvenmiyorum." Şaşkınlık göz yaşlarımı durduruyor. Elimin tersiyle yanaklarımı siliyorum. "Nedenini sorabilir miyim?"

"Sıradan bir hatunun böyle dövüşebilmesi, kılıç sallayıp o yaralara dayanması pek de akla yatkın değil." Masaya yaslanarak beni inceliyor. "Kalfalardan işittiğime göre hafızanı da kaybetmişsin." Öylece durup beni gözlemleyen gözlerine bakıyorum. "Bunlar kuşkulanmak için yeterli gerekçeler."

Yavaşça yutkunuyorum. "Ne olacak o zaman?"

Hafifçe gülüyor. "Açıklama yapmaya çabalamanı beklerdim."

Başımı yavaşça iki yana sallıyorum. "Açıklayamam ki." Kaşları kalkıyor. "En eski hatırladığım hatıram ormanda köle tüccarlarından kaçtığım an. Öncesine dair hiç bir fikrim yok. Dövüşmeye gelince de..." Bir an durup omuz silkiyorum. "Bilmiyorum o an sadece hayatta kalmaya çabalıyordum."

"Çaban can telaşınaydı o vakit?" Başımı belli belirsiz sallıyorum. Masadan ayrılarak yanıma ilerliyor. Derin nefesini duyuyorum. O da sıkkın görünüyor.

Şehzade Uraz'a bakarken aklımdan sadece tek bir şey geçiyor. "Öyleyse... Bana güvenmediğinize göre öldürülecek miyim?"

"Ne?" Kaşları çatılıyor. "Seni niçin öldürteyim? Yeğenlerimin hayatını kurtarman bir yana sayende oğlumu da kurtarabildim."

"O zaman teşekkür etmeniz gerekmez mi?" Gözlerim büyüyor. Ben onu sesli söyledim değil mi? Dudaklarımı sıkıca kapatıp başka yöne bakıyorum.

Hafif bir gülme sesi duyuyorum ama bakamıyorum. "Sana iyileşmen için verdiğim müddet bir teşekkür sayılır."

Göz devirmek istiyorum. "Seni öldürtmeyeceğim ama şüphelerimden de kurtulmam gerekli." Göz ucuyla bakıyorum ne düşündüğünü anlamak ister şekilde. "Nasıl olacak peki?" Bir süre susuyor. "Haydi git." Arkasını dönerek masaya ilerliyor. Şaşırıyorum. Yahu bir cevap versene! "Şehzadem-" "Tekrar çağıracağım vakte kadar toparlanmana bak. Doğru düzgün ayakta duramıyorsun."

Orada öylece kalıyorum. Gitmediğimi fark ederek bana yan bir bakış atıyor. Üzerimdeki anlamsızlık bulutunu dağıtamamış olsam da selam vererek odadam çıkıyorum.

Loading...
0%