Yeni Üyelik
17.
Bölüm

16. Bölüm

@senuzya

 

Menekşe Kalfa ve yanında gelen birkaç hatun ile yürürken etrafıma bakınıyorum. “Bana bak Leyla Hatun, sakın sultanımıza bir densizlik etme. Ne sual ederse yanıtla. Zinhar bir kusurda bulunma.” Yan gözle bakıyorum Menekşe Kalfa’ya. Bende Sultan’ın önünde dans etmeyi planlamıyorum, şu iş bitsin de revire döneyim istiyorum. Bir cevap vermemek için kendimi tutarak önüme dönüyorum. Zaten revire geldiğinde gördüğü manzaradan ve Ceyda Kalfa'nın açıklamasından memnun olmadığından ötürü asabi. Bir başka tartışmayı kaldıramayacak kadar yorgun hissediyorum. Bir süre sonra kapısında 4 kadının olduğu bir odanın önünde duruyoruz. “Sultanımıza geldiğimizi haber et.” Menekşe Kalfa’nın talimatıyla kapı açılıyor. Kızlardan biri içeri giriyor. Bir süre sonra kapı iki yana tamamen açılıyor. Menekşe Kalfa içeriye girerken onu takip etmemi belirten bir bakış atıyor. Girdiğimiz oda diğerlerinden açık ara daha geniş, ferah ve havadar. Renkler daha canlı, pencereler daha geniş, daha aydınlık. İç açıcı bir atmosferi var. Menekşe Kalfa durunca bende arkasında duruyorum. Göz ucuyla karşıya bakıyorum. “Sultanım, emriniz üzere Leyla Hatun’u getirdim.” Hümaşah sultan bizden bir basamak kadar yukarıda olan geniş alanda, pencerenin önündeki sedirde oturmuş, iki yanında kızları Mahinur ve Füruzan sultan var. Erva Kalfa ve Bülbül ağa hemen çarprazlarında ayakta durmuş bize bakıyorlar. Birde diğer köşede oturan küçük bir kız ile onunla ilgilenen bir kadın. “Ala.” Hümaşah sultan küçük kız ile kadına dönüyor. “Nehir, sen Dilan’ımı terasa çıkar. İçeride bunaldı çocuk.” Kadın, küçük kızın elini tutarak kalkıyor. “Emredersiniz Sultanım.” Eğilerek kız ile birlikte odadaki kapılardan birinden çıkıyor. 

 

Ardından Hümaşah sultan bize dönüyor. Gözlerimi çekme gereksinimi hissediyorum. “Sıhhatine kavuşman epeyce vakit aldı.” Sesinde bir kinaye hissediyorum. Bu açıkçası sinirimi bozuyor. Ben mi istedim sanki bu kadar geç iyileşmeyi? “Bedenim adına sizden özür dilerim.” Menekşe Kalfa omzuyla omzumu ittiriyor ve sertçe bakıyor bana. Erva Kalfa ve Bülbül ağada aynı şekilde. Hümaşah Sultan’a baktığımda ise ifadesi fazlaca donuk olduğundan algılayamıyorum kızıp kızmadığını. “Mühim değil.” Ne? Cidden özür diledim sanmıyor değil mi?

 

“Neyse ki şu an pek dinç görünüyorsun.” Füruzan Sultan aradaki gerilimi yok sayan bir sıcaklıkla bana bakıyor. “Seni o vaziyette gördüğümde yaşayacak fazla vaktinin kalmadığını düşünmüştüm.” Gözlerim anlık bir şaşkınlıkla büyüyor. İfadesi sakin dursa dahi sözleri içimi ürpertiyor. Bende öleceğimi düşünmüştüm o gece bir çok kez ama böyle duymak...Garip hissettiriyor.

 

“Teşekkür... ederim?” diyorum emin olamayarak. Hafifçe gülüyor. Hümaşah Sultan kızına ters bir bakış atarak bize dönüyor. Bir süre sessizlikle beni inceliyor. Bakışları kendimi çıplak gibi hissetmeme sebep olacak kadar keskin. “Evlatlarımdan işittiğime göre o gece torunlarımı korumuşsun.”

 

İsteyerek gelişen olaylar olmasa dahi netice buydu sanırım. "Denedim." diyorum belli belirsiz. Şu an açıklama yapacak zihinsel sakinliği kendimde bulamıyorum. Hala uyuşuk hissediyorum. Beynim bir sis bulutuyla kaplı gibi.

 

"Ertuğrul, Geverhan'ın önüne siper olduğunu anlattı. Mütevaziliğe lüzum yok." Mahinur Sultan'a kısa bir bakış atıyorum. Başımı sallıyorum sadece. "Bu cesaretin elbet bir karşılığı olacak." diyor bu kez Hümaşah Sultan. "Dile benden ne dilersen." Bir an gözlerimi gözlerine dikiyorum. Eski bir lambadan çıkan sihirli bir yaratık olmadığına göre dileklerimi yerine getirmeye gücü yetmez, öyleyse nasıl bu kadar kendinden emin duruyor? Ne benim hafızamı ne de Nihal'in kolunu geri getiremez. Beni yaşadığım çağa gönderemez. Onca soruma cevap veremez. Ama madem elimde böyle bir şans var... "İyiliğinizden başka ne dileği olur Sultanım." Gözlerim hayretle büyüyor. Benim uzayan sessizliğimle araya giren Menekşe Kalfa'ya bakıyorum. "Bir isteğim var Sultan'ım." diyorum kendimden olabildiğince emin durmaya çabalayarak. Sultan'a dönüyorum. "Sizden bir dileğim var."

 

"Hadsiz!" Erva Kalfa araya girecekken Hümaşah Sultan elini kaldırarak susturuyor onları. Ardından devam etmemi belirtir şekilde elini hafifçe bana uzatıyor. "Dinliyorum o vakit. Dileğin nedir?"

 

"Sultanım belki biliyorsunuzdur, o gece benimle olan bir hatun daha vardı." Başını belli belirsiz sallıyor. "Arkadaşım o gece sultanları korumaya çalışırken kolunu kaybetti. Şimdi ise saraydan atılacağı söyleniyor." Gözleri kısılıyor Sultan'ın. "Senin içinde aynı ihtimal bulunuyor."

 

Başımı sallıyorum. "Biliyorum Sultan'ım. Lakin ben sarayda bedenimi sergilemem gereken bir vazifede bulunmuyorum. Dans etmiyorum ya da..." Düzgün, üsluba uygun bir kelime bulamıyorum. "Başka şeyler için eğitilmiyorum. Saraydan atılsam bile sıhhatim yerinde, kendime bakabilirim. O yüzden sizden isteğim şu ki..." Umarım Nihal bunun için bana kızmaz. "Nihal'i nereye sürecekseniz ben de onunla yollanmak istiyorum. Atılacaksa, onunla atılmak istiyorum."

 

"Bu bir istekten çok koşula benziyor." Mahinur Sultan'a cevap vermek yerine bakışlarımı kaçırıyorum.

 

"Arzun niçin budur?"

 

Parmaklarımla oynarken düşünceleri ve ağlama dürtümü bastırmaya çabalıyorum. "Çünkü... O gece onu koruyamadım. Eğer benim için durmasaydı... Şu an kolunu kaybetmezdi. Yaşam mücadelesi vermezdi." Derin bir nefes alıyorum. "Ona borçluyum Sultan'ım. Yanında olup bu zor günlerinde... Tabi eğer uyanırsa... Ona yardım etmek istiyorum."

 

Bir süre kimse konuşmuyor. Etrafı saran sessizlik terastan gelen küçük çocuğun gülüşüyle bazen kesintiye uğruyor. Bir cevap almayı umarken Hümaşah Sultan'ın yüzünde hafif, merhametli bir gülüş beliriyor. "Öyle olsun." Sultan'a bakan gözlerimde sevinç yer ediniyor. "Hatun uyandığı vakit ikinizi de aynı yerde bulunduracağımdan şüphen olmasın."

 

Hafif bir neşe dalgası içimde geziniyor. Menekşe Kalfa ters ters bana bakınca bakışlarımı kaçırıyorum. "Teşekkür ederim Sultanım."

 

Hümaşah Sultan başını hafifçe sallıyor. "Gidebilirsiniz."

 

Menekşe Kalfa ile odadan çıktığımız gibi koluma yapışıyor. Kaşlarım çatılı beni tutan koluna bakıyorum. "Ben sana zinhar sesini çıkartmayacaksın demedim mi?"

 

"Sultanımız soru sorarken bön bön yüzüne mi baksaydım?"

 

"Terbiyesiz." derken kolumu çekmeye çalışıyor ama yerimde durarak beni sürüklemesini engelliyorum. "Sultanın odasının önündeyiz Menekşe Kalfa. Bence fazla ses çıkartıp onu rahatsız etmeyelim."

 

Öfkeli bir şekilde yüzüme bakıyor. Bende öfkemi yutmak adına büyük bir çaba gösteriyorum. Koridordaki adım seslerini duyunca ikimizde o yöne bakıyoruz. Şehzade Ertuğrul'u görünce Menekşe Kalfa kolumu bırakıyor. "Başını eğ hemen."

 

Ona ters ters bakıyorum. Cidden buradaki herkes farklı bir kafada. Göz devirirken başımı eğiyorum. Şehzade Ertuğrul yanımızdan geçerken bir an duruyor. "Sıhhetin yerine gelmiş." Bana mı dedi o? Bir an emin olamasam da gözlerimi ona çeviriyorum. Açıkça bana bakıyor. "Daha iyiyim."

 

Başını sallıyor yavaşça. "Ala." Ardından dönerek yürümeye devam ediyor. Bir an arkasından bakıyorum. İlk karşılaştığımızdaki halim düşünülürse beni tanımış olması bile bir tuhaf. Önüme dönüyorum tekrar. Menekşe Kalfa bana yine o gıcık ifadesiyle bakıyor. "Haydi git şifahaneye. Yolu bulursun herhal."

 

Ters bir şey söylememek adına dudaklarımı birbirine sıkıca bastırıp yavaşça başımı sallıyorum. Bu kadın beni delirtiyor!

 

-----

 

 

Kaç saat uyudum bilmiyorum ama daha fazlasını istiyorum. Üzerime binen yorgunluktan henüz bedenimi terk etmedi. Yorgana sarılmış diğer tarafa dönerken "Hekim kadın!" diyen çığlıkla gözlerimi açıyorum. Ne oluyor gene? "Hekim kadın koş!" Geceleri şifahaneye bakan Nilüfer hatun'un sesi kulağımı deliyor. Yerimde dikleşiyorum. Bekle o... Nihal'in yatağında bağırıyor. Zorlukla yutkunuyorum. Yoksa? Kapı sesiyle o yöne dönüyorum. Hekim kadın endişeyle içeriye girmiş Nihal'in yatağına ilerliyor. Üzerimdeki yorganı çekiyorum. Oraya gitmekten korkuyorum ama ne olduğunu görmek istiyorum. Perdenin arkasında ne olduğunu bilmek istiyorum. Nihal'e ne olduğunu... Yavaş adımlarla yaklaşıyorum. Zorlukla Kardelen'in yerine astığı perdeyi tutuyorum. İçeriden sesler geliyor. "Aman Allah'ım..." Elimle ağzımı kapatıyorum hıçkırığım kaçmasın diye. O an fark ediyorum yanaklarımdaki yaşları. "Hekim kadın?" diyorum zorlukla. Ses gelmiyor. "Nilüfer Hatun." Elimin içiyle gözlerimi ovuşturuyorum. "Kötü... bir şey olmadı... değil mi?" Ben her cevaba kendimi hazırlamaya çalışırken bir anda perde açılıyor. "Ne kötüsü Leyla Hatun?" diyor Nilüfer gülümseyerek. "Mucize bu mucize! Nihal uyandı!" "Ne?" Şaşkınlıkla içeriye bakıyorum. Nihal yatakta yarı açık gözleriyle etrafını tarıyor. Hekim kadın başında onu muane ediyor. Şiş ve morarmış göz kapaklarını zor taşıyor gibi yorgun duruyor. Şaşkın ve keyifli, umutlu bir nefes sesi kaçıyor ağzımdan. "Nihal..." diyorum günler sonra yüzüne karşı. Kafamı kaldırıp gülümsüyorum. "Allah'ım şükürler olsun." Tekrar Nihal'e bakıyorum gerçekliğinden emin olmak ister gibi. Gözlerimiz denk düşüyor. Yüzündeki ifadeden anlıyorum çabasını, zorlukla dudağının kenarlarını kıvırıyor. Gülümsemeye çalışıyor besbelli. İstemsiz bir gülüş kaçıyor ağzımdan. "Nihal..." İçeriye bir adım atacağım sırada Nilüfer Hatun kolunu önüme çekiyor. "Olmaz Leyla Hatun. Hekim kadın önce muane etsin. Sonra yanına gelirsin." "Ama onu görmem lazım. Nihal'in yanında olmam gerek." Tekrar ilerlemeye çalıştığımda bu kez iki eliyle tutuyor beni. "Hayır dedim. Hem bak daha gece yarısı. Sen git dinlen. Sabah rahat rahat görüşürsünüz."

 

Alay mı ediyor benimle? Kaşlarımı çatarak bakıyorum yüzüne. Ben bu kızın uyanmasını kaç gündür bekliyorum, şimdi gözlerini açmışken gidip ben mi uyuyacağım? Saçmalık! "En azından yanında-" "Leyla! Git dinlen benim asabımı bozma." Hekim kadın'ın karşı çıkmasıyla geriye bir adım atıyorum. Zaten sabah yüzünden ona mahcubum. "Hekim kadın bari-" "Nilüfer çıkar Leyla'yı odadan."

 

Şaşkınlıkla bakıyorum. "Tamam tamam! Sessizce duracağım burada. Söz veriyorum." Hekim kadın sıkıntıyla nefesini veriyor ve işine dönüyor. Nilüfer perdeyi yüzüme örterken orada durup sesleri dinlemeye çalışıyorum. Nihal içeride. Şu an. Gözleri açık bir şekilde içeride. Olayın gerçekliğini zihnim kavramakta zorlanıyor. Yüzümdeki gülüş bir türlü dinmiyor ve bu kez akan yaşlar boğazımı yakmak yerine mutluluğumu yansıtıyor. Elimle ağzımı kapatıyorum bir ses çıkartmamak için. Nihal'in sesini duymak istiyorum. Bir süre sonra kapı tekrar açılıyor. Kardelen bu kez elinde tepsiyle gelen. Üzerinde otlar ve şişeler var ne için olduğunu bilmediğim. Beni görünce şaşkınlıkla bakıyor. "Leyla niçin ayaktasın?" Sonra ifademi fark ediyor. Onunda yüzünde bir tebessüm beliriyor. "İşittin demek." Başımı sallıyorum hızlıca. Birine sarılıp, Nihal'e sarılıp ağlamak istiyorum. Kardelen Hatun yanıma yaklaşıyor. "Bende senin kadar mutluyum lakin şimdi ayak altında dolanmanın vakti değil. Hekim kadın birkaç hekim daha çağırdı Nihal'e bakması için. Birazdan burada olurlar. Ya yatağına geç ya da odadan çık."

 

"Yatağıma geçeceğim." diyorum hızla. Kardelen bir an şaşırıyor halime. Ardından gülümseyerek başıyla yatağımı işaret ediyor. İlerliyorum ve perdeyi kapatıyorum. Arkasından bir şey duymaya çabalıyorum. "Haber ettin mi?" "Ettim hekim kadın. Birazdan burada olurlar." Ve sessizlik. Konuşmalar buraya boğuk bir mırıltı gibi geliyor. Ama bir önemi var mı? Nihal hayatta! Uyandı! Gözlerini açtı! Neşeyle yerimde zıplıyorum. Sonunda! Allah'ım sonunda! Kendine gelecek ve rezil saraydan beraber gideceğiz. Halvetle ve harem cezalarıyla uğraşması gerekmeyecek. Korkması ve ağlayarak uyuması... Aklıma gelen şeyle neşem soluyor ve bakışlarımı yere çeviriyorum. Kolunu fark edecek. Benim yüzümden olduğunu düşünürse... Beni bir daha yanında istemeyecek. Aklıma dolan endişelerle yavaş adımlarla yatağa yürüyorum. Oturup beklemeye başlıyorum. Bağırıp çağıracak mı? Kızıp yıkacak mı? Buna enerjisi var mı? Yoksa sadece gözleri mi dolacak? Ağlamaya mı başlayacak? Benden nefret etmeye... Derin bir nefes alıyorum. Günlerdir aklımda dolanan acı sözler varlığını koruyor ama en azından hayatta. Gözlerini açtı. Bu gerçeğin neşesini, kara düşlerle kaplamak istemiyorum. Aramızda perdeler varken Nihal'in yattığını bildiğim yere çeviriyorum bakışlarımı. Sesini duymak istiyorum. Dakikalar geçiyor. Hareket eden eşyaların gürültüsü geliyor arada sırada. Sonra kapının açılması ve içeriye giren hekimler. Perdeyi aralayıp bakmak istiyorum. Tedirginliğim izin vermiyor. Aklımdaki binbir düşünce ile öylece duruyorum.

 

------

 

Şifahanede;

 

Nihal yarı baygın gözleriyle etrafında koşuşturan insanlara bakıyor. Ne olduğunu sormak istiyor ama dudakları birbirine mühürlenmiş gibi, açamıyor. En son anılarına ulaşmaya çabalıyor. Aklında silik silik kareler beliriyor. Ama daha fazla düşünemeden başına giren ağrıyla gözlerini sıkıca yumuyor. Hekimlerin onu kaldırma çabasını fark ediyor. Hekimler bir pipeti andıran gereçle Nihal'e ilaç vermeye çabalıyor. Nihal boğazına dolan sıvıyla bir an öksürmek istiyor ama yapamıyor. Hekimlerin yan çevirdiği bedenindeki sızıları hissediyor. Zorlukla yutkunuyor. Başındaki uğultuları işitiyor. Hatıralarına döndürüyor onu. Şifahaneye geldiği günü anımsıyor. Gerçekten hasta olduğunu sandıkları için mi böyle davranıyorlar? Nihal dudaklarını aralıyor ama sesi çıkmıyor. Gerçekten hasta... Derken sahneler aklına üşüşüyor. Şifahanenin kapısından telaşla giren Fidan'ı görüyor, yüzünde korkuyla, içeriye dalmış hekimlerin arasında. "Kalkın çabuk!" diyorlar herkese. Telaşla hastalara ulaşıyorlar. Neler olduğunu soruyor Nihal ama kimse bilmiyor. Fidan hatun bir hastayı taşımakta zorlanınca numarayı keserek kalkıyor yataktan, ona yardım ediyor. Birkaç kişi kalıyor geride. Nihal onlar ile kapıdan çıkacakken sesleri duyuyor. Kapıdaki adamları fark ediyor. Koşarak bir yatağın altına saklanıyor. Uğultu artıyor sürekli. Her defasında başka adım sesleri. Gözlerini sıkıca yumuyor bu kabustan kurtulmak adına. Açılan kapıyla korkuyla titriyor. Ölmenin düşüncesi ne kadar onu mutlu edip, ailesine ve Phlip'e kavuşturacak bir hayal gibi gelse de gerçekliği dehşete düşürüyor Nihal'i. Görünmemek için dualar ederken "Nihal!" diye bağıran sesi işitiyor. Karanlık bir kuyunun tepesinden uzatılan ip misali atlıyor Leyla'ya. Göz yaşlarıyla arkadaşına sarılıyor. Burada olmaması gerekli diye düşünüyor. Haremde, güvende olmalı. "Geçti tamam. Sakin ol ben buradayım." Leyla'nın sözleri Nihal'e bir an herşey geçmiş, geçecekmiş gibi hissettiriyor. Derin bir nefes alıp sakinleşmeye çabalıyor. Koridora çıktıklarında gördükleri cesetlerle yine korkuya kapılacakken, Leyla bir abla şefkatiyle sırtını sıvazlıyor ve ilerletiyor. Koridorlardan geçiyorlar, askerlerden kaçıyorlar, iki çocuk buluyorlar, sonra adamlar saldırıyor ve... Nihal'in gözleri dehşetle büyüyor. Okun koluna saplandığı anı anımsamak tekrar aynı acıyı yaşamış gibi titremesine sebep oluyor. O tarafa bakmak, kolunu hareket ettirmek istiyor. Çabalıyor ama bedeni izin vermiyor. Kardelen bir bezle eğilerek Nihal'in gözünden akan yaşları siliyor. Canı çıkarcasına ağlamak istiyor ama halsizliği sadece birkaç damla göz yaşına müsade ediyor.

Loading...
0%