Yeni Üyelik
1.
Bölüm

1.BÖLÜM

@senuzya

Gözlerimi aralamaya çabalıyorum. Mavi göğün altında uzanan bedenim, uğuldayan kulaklarım ve seğiren göz kapaklarıma karşın kendime gelmeye çalışıyorum. Burada ne arıyorum? Güneş tenimi yakıyor ve saçlarım yüzüme yapışmış. Kalkmaya çalışıyorum. Sırtım inanılmaz derecede acıyor. Nefesimin kesildiğini hissediyorum. Kalkamıyorum. Ellerimden destek alarak oturur hale geliyorum. Kesik nefesler alıyorum. Başım, başım ağrıyor. Elimi sağ şakağıma götürüyorum. Yapışkan bir şey değiyor parmaklarıma. Elimi indirerek bakıyorum. Kan? Hatıralar kesik kesik gözlerime ulaşıyor. Bir adam. Boğazımı kavramış ve beni bir duvara dayamış. Dizlerimi kendime çekiyorum. Gözlerimi sımsıkı kaparak devamını düşünüyorum. Düşen eşyalarım dikkatini dağıtmıştı ve gözlerine parmaklarımı sokmaya çalışınca boynumu bırakmıştı. Peki sonra? Karşı karşıya geçmiştik. Dövüşüyorduk. Muhtemelen dövüş sırasında evden çıkmıştık ve ben yenilmiştim. Ellerimi saçlarımdan geçirerek geriye atıyorum. Fakat gördüğüm manzara hareketlerimi duraklatıyor. Gözlerimi kısarak daha dikkatli incelemeye çabalıyorum. Ağaçlarla dolu etrafım. İstanbul'un göbeğinden böyle bir yere dövüşürken gelmem imkansız. Panikle dikleşiyorum. Dizlerimden destek alarak ayağa kalkıyorum. Bacağımda hissettiğim bir sızı dengemi bozuyor. Etrafımı taramaya devam ediyordum ki başım zonkluyor. Karşımdaki adamın sağ omzuna tekme atmıştım. Beni engelledi ve yüzüme doğru tekme atmaya çalıştı. Sol kolumla savurdum. Eğilerek karın boşluğuna ardından yüzüme yumruk attım.

 

Gözlerimi kısıyorum. Sanki rüyadayım. Üstelik de çok gerçekçi. Başım tekrar ağrıyor. Gözüm seğiriyor. Adamın göğsüne doğru tekme attım fakat engelledi. Döndüm ve yüzüne vurmayı denedim, geriye çekildi. Arkamı döndüm ve karnına tekme attım. Hızlıydım. En garibi ise sebebini hatırlamadığım o dövüş için canımı ortaya koyar gibiydim. Vuruşumu tuttu ve karnımın sağ kısmına dirseğini geçirdi. Üzerime gelmeden önce öndeki bacağının diz kapağı altına tekme attım ve bozulan dengesini fırsat bilerek burnuna sağ yumruğu çaktım. Ayağa kalktığı sırada bir tekme daha atmıştım ki bacağımı yakaladı. Diğer eliyle de kavradı ve beni sırtına aldı. Yere bir un torbası gibi fırlattı. Sırtım sızladı.

 

Hafifçe yükselen bir sesle bakışlarımı tekrar göğe çeviriyorum. Kaşlarım çatılıyor. Yağmur damlaları. Güneşin varlığına karşın garip bir şekilde hızlılar. Çakan şimşek sesleri geliyor aklıma. Biz dövüşürken fırtınalar kopuyordu evin dışında. Şimşek sesleri... Yerden kalkmıştım. Adamın karnına sert bir tekme atmış ardından iki tekmesini engellemiştim. Sağ yumruğunun altından geçmiş ve tekmemi sırtına geçirmiştim. Bana döndüğünde hızla karın boşluğuna iki yumruk atmıştım. Dirseğime vurarak kolumu boşa çıkardı ve beni geriye alırken kafama dirseğini geçirdi. Kolumu tutarak karnıma dizini geçirdi. Ardından kolumu döndürdü ve diz boşluğuma vurarak çökmemi sağladı. Diğer elimle kasıklarına yumruk attım. Geriye kayıp acıyla bağırdığı sırada kalkarak omuzlarını tuttum ve kafa attım. Kalkmaya çalıştığı zaman sırtına çıktım. "Seni orospu!" Küfrüne karşın saçlarını çekmeye başladım. Yine de ayağa kalktı ve öne eğilerek hızlı bir hamleyle beni yere attı. Kalkacağım sırada başıma yediğim tekme ile gözlerim karardı.

 

Kendimde olduğum anlarda evden çıkmamıştık ama ya sonrası? Ya da öncesi? O tekmeyi yemeden önce de mavi bir gök görmüştüm. Ne zaman başladı bu gökyüzü arka planımız olmaya? Sanırım ilk şimşek sesini duyduğum, adamla karşı karşıya geçtiğimiz, birbirimize saldırdığımız andı. Ama... Nasıl?

 

Bilinmezliğin korkusu gözlerime sarılıyor. Birkaç adım atıyorum. Bir köy, kasaba ya da her neyse, bir şey bulmayı umuyorum. Burada otoban olduğunu sanmıyorum fakat toprak bile olsa bir yol bulmak çıkmamı sağlamalı. Ağaçlara tutunarak adım atıyorum. İlerliyorum, ilerliyorum... Fakat bir yol bulamıyorum. Sürekli ağaçların arasında dolanıyor gibi hissediyorum. Zaman aktıkça tepedeki güneş turuncu bir renge bürünüyor. Yorgunlukla bir ağaca tutunuyorum. Kulaklarıma sesler ilişiyor. Net olarak anlaşılmıyor fakat içimde bir heves doğuyor. Çıkış yolum olabileceğini düşündüğüm seslere ilerliyorum. Seçilen bir ses garibime gittiği için duraksıyorum. Kişneme mi o? "Hadi! Yürüyün!" İniltiler ve hafif nidalar bu cümleye eşlik ediyor. Neler oluyor? Ağaçların arkasına gizlenerek yaklaşıyorum. Gördüğüm manzara karşısında bir tepki vermemek adına ellerimle ağzımı tutuyorum. Gözlerim hayretle açılıyor. Birkaç adam var atlar üzerinde. Birinin elinde bir ip. İpte ise sırayla bağlanmış kadınlar. Kadınların yanında yürüyerek giden birkaç adam daha var. Bu gerçek mi? Gözlerimi kırpıştırıyorum ama görüntü gitmiyor. Üzerinde kirlenmiş elbiseler olan kadınlar başları önlerinde zorlukla adım atıyorlar. Bir yanım arkamı dönüp kaçarak uzaklaşmak istiyor. Ama o kadınları bırakmak da içime sinmiyor. 2023 Türkiye'sinde karşılaştığım manzaraya bak! Sahi... bu nasıl bir manzara? İnsanların kıyafetleri biraz... absürt? "İlerleyin!" Adam ipi çekiyor ve kadınlar sendeleyerek düşmemek adına çabalıyor. Ellerimi ağzımdan çekiyorum yavaşça. Polisi aramak istiyorum fakat telefonumun olmadığını hatırlıyorum. Ne yapabileceğimi düşündüğüm sırada başka birinin sesi ulaşıyor kulağıma. "Orada biri var!" Kafamı hızlıca kaldırıyorum. Daha demin yol boyunca ilerleyen adamlar kafalarını çevirmiş ve bana bakıyorlar. Sertçe yutkunuyorum. "Sen kimsin?! Ne ararsın burada?!" Sesini ulaştırmak için mi bağırıyor yoksa tonu mu bu çözemediğim adama ne cevap vereceğimi bilemiyorum. "Boşuna bağırma kardeş. Baksana kılığına kıyafetine. Belli ki buralı değil."

Adam arkadaşını dinledikten sonra tekrar bana dönüyor. Cevap vermek için ağzımı açacakken içlerinden biri bir fikir sunuyor. "Baksanıza üstü yırtık, pislik içinde. Belli ki kaçak. Eksik kölenin yerine bunu alalım işte." Korkuyla bir adım geri atıyorum. Nefesim kesilecek gibi hissediyorum. Bulunduğumuz yere yabancı olmak değil sorun. Atından inen adamın belinde duran, yeni fark ettiğim kılıç beni ürpertiyor. "İyi dedin Cengiz. Güzele benziyor." Adam bana doğru birkaç adım atıyor. Hızlıca arkamı onlara dönüyor ve koşmaya başlıyorum. "Hey! Dur durduğun yerde!" Bilmediğim bir ormanda bilmediğim yollarda, bilmediğim adamlardan kaçmaya çalışıyorum. Aramıza biraz mesafe girdiği için sevindiğim sırada kişneme seslerini duyuyorum. Nal sesleri eşlik ediyor. Başımı hızlıca arkama çeviriyorum. Peşimden koşan atı görmek korkmama sebep oluyor. "S*ktir." Bir küfür savurarak önüme dönüyor ve koşmaya devam ediyorum. Attan kaçma çabasıyla ağaçların etrafında dönüyorum. "Dur bre hadsiz!" Nece konuşuyor bu be?! İlerlemeye devam edeceğim sırada başımda hissettiğim bir sızıyla yalpalıyorum. Bir süre yerde yuvarlandıktan sonra yüzüstü yatıyorum. "Ah..!" Başımda inanılmaz bir sızı hissediyorum. Tekrar gökyüzüyle karşı karşıya olmak beni sinirlendirse de bu kez aydınlık değil karanlık görünüyor. Atın adımlarını duyuyorum. "Ne canın varmış." Hayıflanır gibi konuşan ses başımda bitiyor. Kalkmak için çabalayacakken başım dönüyor. "Artık kaçacak yer yok."

 

****

 

"Bırak beni! Bıraksana hayvan!" Halsizliğimden faydalanarak beni sürüklüyor. Kaçmak için çabalarken ayak bileğimde bir acı hissediyorum. "Yakalamışsın." Diğerlerinin yanına geldiğimizi fark ediyorum. "Hatun yakalamakta ne var. Koşarak attan kaçmaya çabalıyor." Bende biliyorum kaçılmayacağını ama çabaladım gerizekalı. Sinirli bakışlarımı gözlerine dikiyorum. Yanına ulaştığımız adamın bana yaklaştığını hissedince bakışlarımı ona yöneltiyorum. Garipseyen ifadesiyle süzüyor beni. "Şu kılığa bak. Nerelisin sen?"

 

"Dilimizi konuşur Atmaca. Başımıza iş açmaya?"

 

"Ne dersin be, şunun kılığına bak. Besbelli köle." Adamın cümlesiyle üstüne yürümeye çabalıyorum ama kolumu tutan adam yüzünden geriye çekiliyorum. "Sen kendi tipine bak salak! Saçma sapan kılığınla birde bana laf ediyorsun be!" Ben adamın üstüne gitmek için hala bir savaş verirken adam yanıma yaklaşıyor. "Densiz!" Yüzümde hissettiğim tokat kafamı yana savuruyor. Öfkem giderek alevlenirken azımda demirimsi bir tat hissediyorum. "Tek kelam daha edersen o dilini koparırım!"

 

"Sıkıyorsa kopar!"

 

Aramızdaki olay it dalaşına dönerken atın üstündeki adam sinirli bir sesle araya giriyor. "Yeter! Karanlık çökmeden şehre varmamız gerek! Bağlayın şunu!" Beni öldürmek ister gibi bakan adam keyifsiz bir tavırla cümlelerini yutarken "Hayde." diyerek diğer kolumu yakalıyor. "Ne hayde? Ne diyorsunuz siz be?! Ne bağlaması?! Bana bakın hepinizi polise şikayet ederim! Duydunuz mu beni?! Mahkemelerde süründürürüm sizi! Doğduğunuza pişman ederim lan!"

 

Atın üstündeki başka bir adamın sesini duyuyorum. "Ağam yanımıza almasak mı? Tövbe bismillah deli midir sakat mıdır belli değil."

 

"Ağzını açtırmazsak iyi para eder." Benim bağrışlarımı umursamadan yapmakta oldukları konuşmanın sonu, ağzıma dolanan bir bez parçası ile sessimin kesilmesi ve ellerim ile ayaklarıma bağlanan ipler ile son buluyor. Aslında başımda hissettiğim keskin bir acıdan dolayı azalan görüşüm ve yorgunluğun etkisinden olduğuna inanmak istediğim bilinç kaybım daha geçerli sebepler sayılabilir.

 

o==[]::::::::::::::::>

 

Odayı dolduran müzik sesi ile bedenimi hafifçe sallıyorum. Mırıldanarak eşlik ettiğim şarkı sonlarına yaklaştığında rujumun kapağını kapatıyorum. Ruju masaya koyuyor ve telefonumu alarak başka bir şarkı seçiyorum. Dolabımın önünde birkaç dakika harcadıktan sonra elbisemi alıyorum. Üstümü giyinerek tekrar aynaya dönüyorum. Elbisenin büzgülerini düzeltiyorum. Askılıktan siyah ceketimi de aldıktan sonra hazırım. Ceketin yakalarını düzeltiyorum ve saçlarımı bir kez daha kontrol ediyorum. Sonuçta bugün arkadaşlarımla eğlenmeye gidiyorum. Özenmek, güzel hissetmek istiyorum. Gerçi... İç çekiyorum yavaşça.

 

Anahtarımı ve telefonumu, zaten diğer şeylerin olduğu çantama koyuyorum. Çantayı koluma asıp o ıssız evi bırakıyorum.Arkadaşlarımla buluşacağım mekana otobüsle gitmek geç kalmama sebebiyet vereceğinden taksi çağırıyorum. Dakikalar sonra bulduğum taksiye binerek varış rotamızı belirtiyorum. Başımı cama yaslayarak dışarıdaki ışıkları izliyorum. Trafik var. Geçtiğimiz mağazaların vitrinlerini dahi net görüyorum. Bir vitrin camından yansımamı görüyorum. Ne kadar da canlıyım.

Vücudumdaki ağrılar dişlerimi sıkmama sebep oluyor. Ne oldu bana? Kafamdaki soruya cevap olarak dolan silik görüntüler ile gülümsüyorum. Ne tuhaf rüyalarım var. Yerimden kalkma çabama bir şey engel oluyor ve geriye çekiliyorum. "Ah!" Başımdaki bu ağrı ve bileklerimdeki acı normal mi? Yoksa dün gece başka birinde mi kaldım? Hayır hayır. Biriyle beraber olsam hatırlardım. Üstelik arkadaşlarım da böyle bir saçmalık yapmama izin vermezdi. Gözlerimi korkuyla aralıyorum. Etrafımdaki görüntü... "Uyandın demek. İyi misin?" Aksanlı ve cılız bir sessin fısıltısı kulaklarıma ulaşıyor. Başımı sese çeviriyorum. Üstünde, çamur, kan ve toprakla kaplı fakat bunların altından bile beni hayrete düşürebilecek kadar şık bir elbise olan kızın açık kahve saçları dağınık ve yağlı görüntüsüyle omuzlarına dökülüyor. Yüzünde kederli ve endişeli bir bakış ile bana bakıyor. Gözlerim açık onu incelediğimi "Bir yerin mi acıyor?" sorusuyla fark ediyorum. Başımı iki yana sallamak istiyorum ama ağrısı bunu yapmama izin vermeyince dişlerimin arasından bir nefes çekiyorum. "Zorlama kendini." Kız etrafı tarıyor. Gözleri bir noktaya takılıyor. "Hey İsabella, kovayı uzatsana." Seslendiği kişiye bakıyorum ve bu arada nerede olduğumu fark ediyorum. Kirle kaplı ahşap duvarların ardından görünen sıvasız beton bir bodrumu andırıyor. İçeride tahta kolonlar bulunuyor ve kolonlara bağlı bedenler. Dehşetle gözlerim açılıyor. Vücudum refleks ile ileriye atılmaya çabalıyor fakat bileklerimdeki acı beni durduruyor. Sıkıca bağlanmış ipler kolondan ayrılmama izin vermiyor. "Şşhh!" Yanımdaki kız bana dönüyor. "Yapma, bir işe yaramayacak. Kendini zorluyorsun." Kabullenmişliğine hayretle bakıyorum. İsabella denen kız ayaklarıyla kenarında duran kovayı bize doğru itiyor. "Ne yapacaksan sanki." diyor ruhsuz ve aşağılar şekilde aksanlı sesiyle. Yanımdaki omuzlarını düşürüyor. Bir şey yapamayacağının farkında olduğu belli ama yardım etmek istediği de. "Buradan çıkmalıyız." Etrafıma bakarken bir şeyler düşünmeye çabalıyorum. Kovanın kenarında sivri bir yer var mıdır ki? Sap kısmı metal ama bacaklarımla onu ellerimin ulaşacağı yere kadar itemem ayrıca hiç de sivri görünmüyor. Ben o adamlara nasıl yakalanırım ya?! O aptallara..! Cidden kolumu tutan bir adamdan nasıl kaçamam?! Öfkem yüzümden anlaşılmış olacak ki yanımdaki kız bana sesleniyor. "Boşuna çabalama. Şehre vardık bile. Dua etmekten başka şansımız yok."

 

Kaşlarım çatılıyor. "Şehre vardıysak onları polise şikayet etsek ya. Niye susuyoruz? Bağırmalıyız. İlla ki biri sesimizi duyar."

 

"Kim?" Diyor İsabella. "Kim neden duyup yardım etsin? Deli misin sen? Köle pazarındayız. Burada canımız alınsa kimse umursamaz bile. Ah Tanrım! Spero che prendano le nostre vite."

 

Şaşkınlıkla kızı izliyorum. Konuşma şekli bir yana... "Fransız mısın?" Göz devirerek başını omzuna koyuyor ve ben yokmuşum gibi davranıyor. "Venedikli." Yanımdaki kıza çeviriyorum başımı. "İkimizde öyleyiz. İsabella ve benim babalarımız kardeş. Tüccarlar. Korsanlar gemimize saldırmadan önce ülkemize dönüyorduk. "

 

"Tüccarlar? Korsanlar?" Ne diyor bu kız? Anlamsız bir bakış atıyor. Umursamayarak devam ediyor ardından. "Benim ismim Martina. Senin adın ne?"

 

Cevap vermek için dudaklarımı aralıyorum. "İsmim..." Bekle... İsmim... Gözlerim etrafı turlarken zihnim de anılarımdan ismimi bulmaya çabalıyor. İsmim, ismim, ismim... Adım ne benim?! "Ben... Bilmiyorum." Dehşetle gözlerim açılıyor. "Hatırlamıyorum." Nefes alış verişim düzensizleşiyor. Gözlerimdeki görüntü öylesine sallanıyor ki rüyada mıyım gerçekte mi anlayamıyorum. Martina'nın sesi uzaktaki bir düş gibi geliyor. Bu görüntüler, kabullenişler, konuşma şekilleri... Gerçekle bağımı öylesine kaybetmiş hissediyorum ki doğru düzgün düşünemiyorum. Ormanda uyandığımdan beri gördüğüm her görüntü bir tarihi kurgu dizisindeymişim gibi hissettiriyor. Neredeyim ben? Herkes Türkçe konuşuyor ama aksanlar ve kelimeler o kadar garip geliyor ki! Korkunç gerçekti bir rüyaya hapsolmuş gibiyim. Başımda sisli bir duman geziniyor. "Ben...Ben uyanmalıyım..." Ağlamaklı sesim bile kulaklarıma bozuk bir kulaklıktan çıkan cızırtılar gibi ulaşıyor. "Evim..." Evime dönmek istiyorum! Uyanmak istiyorum!

 

Yüzüme çarpan soğuk su ile bilincim açılırken zorlukla nefes almaya çabalıyorum. Boğuluyor gibi hissediyorum. Görüşüm yavaşça netleşiyor. Sinirden delirme isteğime karşın aklımdaki bulutların dağılması nefesimi yavaşça düzeltmemi sağlıyor. "Kalk. Gitme vakti." Başımda dikilen adam elindeki kovayı kenara atıyor. Bileklerimde bir hareketlilik hissedince omzumun üzerinden arkama bakmaya çabalıyorum. Ormanda dalaştığımız adam bileğimdeki ipleri çözüyor. Kaçmak için çabalamak istiyorum ama bunu yapamayacak kadar yorgun hissediyorum. Ayrıca artık eminim ki ormanda bir grup deliyle karşılaşmadım, bir rüyaya hapsoldum. Yakında uyanacağım ve birkaç saat sonrasında unutacağım. Adam ellerimi çözdükten sonra dirseğimden tutarak kalkmaya zorluyor. Biraz sendelesem de düşmeden kalkıyorum. Öfke dolu gözlerle baktığım adam beni umursamadan ellerimi tekrar bağlıyor. Diğer kızları çözmeye gittiği zaman karşımda dikilen adam, önümde bağlanmış ellerimdeki ipin içinden başka bir ip geçiriyor. Aynı uzun ipte Martina da var. Birkaç kız daha. İsabella'nın sesini duyuyorum. "Bastardi." Bağırıp delirmiyor, pes etmiş görünüyor. Arkasında ipleri çözen adam kafasına doğru vuruyor. "Ne yapıyorsun sen be?!" Dizildiğimiz ipi yok sayarak öfkeyle ilerlemeye çalışıyorum ve benimle eş zamanlı bir ses duyuyorum. "Stai lontano da lui!" Martina da benim gibi ilerlemeye çabalıyor. "Kesin!" Bizim ipimizi tutan adam diğer kişiye dönüyor. "Sende hayde. Oyalanma."

 

İsabella ve diğer kızlarda bizim gibi başka bir ipe sıralanıyor. Öfkeyle taradığım tahta yerde gözlerim adamla denk düşüyor. Sert bakışlarıyla üzerime yürüyor. Beni deli gibi rahatsız etmesi bir yana, rüya olduğunu bildiğim halde beni korkutan bir yanı var iri bedeninin. "Bana bak aşufte, ağzından tek bir kelam çıkarsa o anda keserim dilini."

 

Yapma ya?(!) Kaşlarım çatılıyor. Cevap vermek için dudaklarımı araladığım sırada arkaya doğru çekiliyorum. Martina'nın peş peşe bağlandığımız ipi beni dürtmek için çektiğini fark ediyorum. Yüzündeki korkan ifadeyle konuşmamamı söylüyor gözleri. Sinirle dudaklarımı birbirine bastırıyorum. Sebepsiz bir şekilde durmam gerektiğini hissediyorum. Derin bir nefes alıyorum sakin kalmak adına fakat ipi çekerek bizi ilerletmeye çalışan adam bu çabama hiç de yardımcı olmuyor. Ahşap alanın kapısından çıkınca karşımızda merdivenler beliriyor. Kulağıma sesler ulaşınca bir an duraklıyorum. Uzaktan geliyor ama yüksek, kalabalık sesler. "Hayde! sallanmayın!" Adam ipi çekince dişlerimi bastırıyorum suskun kalmak adına. Yukarıya çıkıyoruz sırayla. Duvarlarında halılar ve değişik eşyalar olan bir dükkana benziyor. Sesler artıyor. Gülüşmeler ve bağırışların yanı sıra gizli hıçkırıklar da belli ediyor kendini. Seslerin geldiği kapıya bakmak istediğimde güneş ışığı gözlerimi yakıyor gibi hissediyorum. Bağlı bileklerimi kaldırıp gözüme siper etmeye çabalıyorum ama adam bizi çekmeye devam ettiğinden zorlanıyorum. Kapının yanındaki bir adam başıyla selam veriyor ipi tutan adama. "Tekrar bekleriz beyim."

 

Adam kafasını sallamakla yetiniyor. Ve çıkıyoruz kapıdan. Parlak gün ışığına gözlerim alışmaya başladığında görüyorum. Etrafımdaki tezgahlarda çeşit çeşit eşyalar, başlarında kaftanlı adamlar, kenarlarındaki masalara oturmuş muhabbet eden insanlar... Eski bir tablodan fırlamış gibi görünen bir cadde. Şaşkınlığım duraklamama sebep olmuş olacak ki adam kızgın gözleriyle ipi çekiyor. En önde olan kız sendeleyerek yere düşüyor. "Kalk." Yükseltmese bile öfkeli sesi anlaşılıyor. Kız korkuyla doğrulmaya çabalarken aramızda olan Martina kalkmasına yardımcı olmaya çalışıyor. Etrafımı tarıyorum bu kısa zamanda. Herkes sanki olağan bir şeymiş gibi ses etmese bile adama attıkları kötü bakışları fark ediyorum. Haz etmiyorlar ondan. Eh, ben de etmiyorum. Bize yardım etmelerini umuyorum ama bize olmuyor bakışları. Tek biri bile peşinde sıralanan kadınlara bakmıyor. Anlamlandıramadığım duruma şaşırmama fırsat vermeden tekrar hareket ediyoruz. Yürüyoruz bir süre etrafta. Geldiğimiz yeri görünce gözlerim hayretle açık kalıyor. Yerlere serili örtüler üzerinde oturan insanlar, başlarında bağırıp insanları "tezgahlarına" çekmeye çalışan aşağılıklar. Bu bir rüya için bile fazla! "Ne lan burası?!" Adamın öfkeli gözleri bana dönüyor. İpi bırakıyor ve yanıma geliyor. "Etrafta ahali var diyu bir hal eylemem sanırsan yanılırsın bilesun. Dua et bugün senü alan çıksun. Yoksa akşamına çıkamayacaksun."

 

"Ooo! Hoş gelmişsin ağam! Az daha sağ dönemedin sanmaya başlıyordum." Adam beni umursamayarak arkasını dönüyor ve kendine seslenen adama gülümsüyor. "Hoş gelmüşük Candar Bey."

 

Adam bize bir bakış atıp gülümsüyor. "Elin kolun da dolu gelmişsin." Neşeyle ellerini sıvazlıyor. "Tam da vaktinde gelmişsin."

 

"Şekercüden işüttük. Saruh meydana gelmüş." Candar dediği adam ile konuşurlarken bir başkası bizi sürüklemeye başlıyor. Yerde serili bir örtüde oturan kadınların yanına itekliyor. "Yavaş be!" Birbirimize bağlı olduğumuz kızlardan birini örtüye doğru ittiklerinde bende yanına düşüyorum. "Şuna dikkat edesun Candar Bey. Pek densüz." Sensin o köpek!

 

Hafif bir kahkaha atıyor adam. "Sen tasalanma, ben ne densizler yola sokmuşum. Hadi Saruh gelene değin bir şeyler içelim. İki muhabbet edelim yahu."

 

Adamlar konuşarak uzaklaşıyor. Ve biz, başımızda bekleyen ve etraftaki insanların dikkatini çekmek için bağıran adamlar ile, örtünün üzerinde, dip dibe 7 kız oturuyoruz. "Bu nasıl rüya..?" Mırıltıma yanımdaki kadın kederli gözleriyle dönüyor. "Çabuk alış. Rüyada değilsin." Sesi tıpkı diğer bütün kadınların ki gibi, aksanlı. Birkaç adam geliyor parlak güneş altında yandığımız sürede. Birkaç kız ve adam gidiyor tezgahtan. Saatler geçtikçe anlamlandıramadığım düşün rüya olduğu fikri daha da uzak kaçıyor zihnime. Bir rüya olamayacak kadar gerçek geliyor vücudumdaki sızı, tenimi yakan güneş ışığı, kulağıma ulaşan isyan bağırışları. Gözlerim yorgunlukla hafif hafif kapanıyor. Başımı dik tutmakta zorlanıyorum. Başımda konuşmalar duyuyorum. "Şu ikisini kaldır."

 

"Aman beyim, onlar yeni geldi. Terbiye edecek vaktimiz olmadı. Dilerseniz diğer kızlara bakalım."

 

"Duymaz mısın bre melaun? Kaldır şunları hayde!" Bileklerimi çeken bir şey hissedince gözlerimi aralıyorum. Martina hemen yanımda onu ayağa kaldırmaya çalışan adama direnmeye çabalıyor. Üzerimdeki sersemliği kenara atarak adamın kolunu yakalamaya çabalıyorum. Bağlı ellerimle ancak kıyafetini kavrayabiliyorum. "Bırak onu!" Adam elini benden çekmeye çalışırken kıyafetinin üstünden kolunu ısırıyorum. Sinirli bir bağırtıyla koluyla beni itiyor. "Ne oluyor orda?" Asabi bir ses bize ilerliyor. "Bıraksana!" Adama tekrar atılıyorum. Fakat çoktan Martina'yı ve diğer kızı kaldırmışlar. "Şu hadsiz..." Candar denen adam yanımdaki adama bir bakış atıyor ve adam omuzlarımı kavrayarak beni oturtmaya çalışıyor. "Bıraksana lan! Bırak beni! Martina! Nereye götürüyorsunuz onu?!" Candar'ın yanındaki adam kaşları çatık bir şekilde beni inceliyor. Kendi kendine bir şeyler mırıldandığını fark ediyorum. Hali küfür eder gibi. Candar'a doğru eğiliyor. Candar'ın şaşkın bakışları gözüme takılıyor ama adamın elinde çırpınmaya devam ediyorum. "Yeter!" Candar araya girdiğinde adam duruyor. "Kes çırpınmayı! Sen de onlarla gidiyorsun." Gözlerimi kırpıştırıyorum. Ne? Nereye?

 

****

 

1,2,3,4,5,6,7,8,9,10... Tekrar.

1,2,3,4,5,6,7,8,9,10. Tekrar.

1,2,3,4,5,6,7,8,9,10.Tekrar!

1,2,3,4,5,6,7,8,9,10!

Parmaklarımı belki de yüzüncü sayışım. Ya da daha fazla oldu bilmiyorum. Tüm yol boyunca denedim. Etrafımda bir şeyler oluyor. İlerliyoruz, caddelerden, yollardan geçiyoruz ama ben uyanmak için her şeyi deniyorum. Parmaklarımı saydığımda doğru olmamaları gerekiyordu ve bu beynime sinyal göndererek beni uyandırmalıydı. Defalarca denememe rağmen hep 10 oluyor ama. İlk sayışımda yanlış gördüm sanıp tekrar tekrar denedim ama hep 10 çıkıyor oluşu... Öylesine korkmuş ve panikletmişti ki beni, kendi kendime delirmelerimin ardından kendimi tokatlamaya, cimciklemeye, uyanmak için aklıma gelen her şeyi denemeye çabalamıştım. Olmuyor ama. Uyanamıyorum. Ve bu beni giderek daha çok korkutuyor. Etrafımdaki kızlar deli olduğumu sanıyor olmalı, hafif bir tedirginlikle bakıyorlar bana. Beni seçtiğini anladığım adam ise umursamıyor tavırlarımı. Bende umursamıyorum. Umursayamıyorum hiç bir şeyi. Etrafımda süre gelen bir zaman kavramı kalmamış, aklımda bir düşünce oluşamıyor gibi ilerliyorum sadece. Anlamadığım şeylerin ve korkularımın ağırlığı tüm hislerimi eziyor. Zorlukla başımı kaldırdığımda gördüğüm sarayın kubbeleri bile sislerin ardında kalıyor.

 

Loading...
0%