@senuzya
|
Sonrası... Bileklerimde ipler yok artık. Bir önemi de yok. Küçük, hastalıklı bir grup tarafından kaçırıldığıma inanamayacağım kadar büyük bir şehir gördüğümden, bunu da kabullenemiyor zihnim. Uyanmayı başaramadığım bir kabusta dolandığım hakkındaki kuvvetli hislerim uyanamamak yüzünden sarsılsa dahi başka bir açıklama bulamıyorum halime. Çabalamak, burayı terk etmek istiyorum. Hiç enerjim yok. Başım öylesine dönüyor ki sebebi korku mu yoksa üst üste yaşanmış ya da yaşanmadığı halde öyle sandığım olaylar mı anlamıyorum. Başımı kaldıramıyorum ama hafifçe yanıma bakıyorum. Martina parmaklarıyla oynuyor bize giydirdikleri pelerin gibi şeyin içinden. Fark edebiliyorum. Yüzündeki endişe ve hüznün yerinde bir pişmanlık da var. Onun yüzünden burada olduğumu düşünüyor. Garip bir şekilde bu kızın hüznü içimi acıtacak kadar gerçek hissettiriyor. Yavaşça yana kayıp omzumla omzunu dürtüyorum. Bana baktığında gülümsemeye çabalıyorum. "Sorun yok." diyorum ama sadece dudaklarımı oynatmış gibi hissediyorum. Kulaklarıma sesim ulaşmıyor zaten. Düşündüğümden daha kötü sanrım halim. "Bunu da alın." Uzun işlemeli elbisesiyle aramızda dolaşan kadın, yan yana dizilmiş kızlardan bazılarını işaret ediyor ve arkasında duran dört kadın kızları başka bir köşeye yönlendiriyor. "Nereye götürüyorsunuz bizi?" Korkuyla harmanlanmış bitkin bir ses soruyor bunu. Kadın başka bir kızı incelerken sesini yükseltiyor. "Susturun şunu." Kaşlarım çatılıyor istemsizce. Bir şey demedi ki aptal! İncelediği kızı es geçiyor. Bir başkasını gösteriyor. Arkasındaki kadın kızı diğer tarafa götürüyor. Ve eğik başımın görüş açısına uzun bir elbise giriyor. "Kaldır başını." Bana dediğinin farkındayım ama buna gücüm var mı emin değilim. Zaten neden onu dinlemem gerektiği konusunda da emin değilim. Burada neden olduğum konusunda da ve bu rüyanın ne kadar devam edeceği konusunda da... İçimi kemiren cevapsız sorular artarken çenemde bir el hissediyorum. Kadın kafamı tutarak kendisine bakmam için başımı kaldırıyor. Kaşlarımı çatmaya çabalıyorum. "Duymuyor musun hatun?" Kadın yüzümü görünce anlık bir duraklama yaşıyor. Çok mu kötü haldeyim? Sahi nasıl görünüyorum acaba? Buradaki kızların çoğunun vücudu kir içinde, üstü başı çamurlu ve saçları yağlı ama benim yüzümde ne var bu kadar acımış bir bakış atmasını gerektiren? Tuttuğu çenem ile yüzümü sağa sola çevirerek incelemeye başlıyor. Kafamı çekmek için hareket ettirmeye çabalamak istiyorum. Sadece hafif bir tepki olarak kalıyor ama kadın yüzümü bırakıyor. Neler olduğunu görmüyorum çünkü kadın kafamı bıraktığı gibi tekrar yere bakmaya başlıyorum. Yan tarafımda başka bir eteğin uçlarını görüyorum. "Benimle gel hatun." Bu ses daha ılımlı. Halime acıyor. Besbelli. Nereye demek için dudaklarımı aralıyorum ama oynatacak gücü bulamıyorum. Bu bir rüya için fazla acı verici. Kadın koluma girmek için uzanıyor kendimi geri çekmek istiyorum ama sadece dengemin bozulmasıyla sonuçlanıyor. Bacaklarım vücudumu tutamıyor. Dizlerimde hissettiğim acı bedenimi ürpertiyor. Ellerim taş zemine çarpmanın etkisiyle sızlıyor. Nefes alıp verişim çok derinden geliyor ve soluklarım bana yetmiyor gibi hissediyorum. Gözlerim açık biliyorum, öyleyse neden bu kadar karanlık bu dünya? Hiç ses yok. Yalnızca yüksek bir cızırtı dolanıyor beynimin içinde. Kollarımda bazı dokunuşlar hissediyorum, gerçek mi bilmiyorum. Artık dayanamadığım anda kendimi karanlığa tamamen bırakıyorum.
*********
Başımda garip bir sızı var. Gözlerim sıkışıyor acımla. Of! Beynimde dolanan keskin cızırtı sesi düşüncelerimi engelliyor. Yavaşça yutkunuyorum. Boğazım acıyor. Gözlerimi açmam gerek. Bekle... Ben... En son yaşadığım olaylar gözümün önünde beliriyor. Orman, adamlar, koşturmaca, kızlar, saray... Of of of! Ne saçma sapan rüyalar gördüm ya. Yani. Yavaşça nefes alıp veriyorum. Rüyadır değil mi? Harika, kendi kendime konuşmaya da başladım. Gözlerimi açmam gerekli ama korku sarıyor içimi. Ya yine aynı rüyanın içindeysem? Ya deliriyorsam ya da komadaysam ve bu rüya sürekli devam edecekse? Gözlerimi daha çok sıktığımı fark edince derin bir nefes çekiyorum. Korkunun ecele faydası yok. Tedirginlik ile bir gözümü hafifçe aralıyorum. Karşımda bir örtü var. Sarımsı beyaz bir renkte uzunca bir örtü yere kadar sarkıyor. Hastanede değilim evet. Yavaşça tarıyorum içeriyi. İşlemeli duvarlar, ahşap raflar, üstlerinde şişeler ve kutular, yan yana dizilmiş yataklar... Yavaşça iç geçiriyorum. Eski tip bir diziden fırlamış gibi olan görüntü göz devirmek istememe sebep oluyor. Neredeyim ben anlam veremiyorum. Yaşadığım anlar beynimin içinde dönüp duruyor. Komadaysam bile bunu sorgulamayacak halde olmam gerekmez mi? Rüyadaysam şimdiye uyanmam gerekmez miydi? Delirdiysem... Onu anlayamam evet. Öylesine yorgun hissediyorum ki sadece kafamı geriye yatırıp soluklanıyorum. Gerçekliğini bilmediğim koşturmalar ve atışmalar zihnimi ve bedenimi deli gibi yormuş, sadece yatmak istiyorum. Kalkıp gitsem bile nereye gideceğim ki? Ne olduğunu bilmediğim bir durumdan kurtulmaya çabalayacak gücüm de yok gerçi. Öylesine boş hissediyorum ki, nasıl hissetmem gerektiğini bile bilmiyorum. "Ne çabuk uyandın." Duyduğum ses zayıf bir ton içeriyor. Genç bir kız sesi olduğu belli. Kafamı hafifçe kaldırıp bakıyorum. Elinde bir tepsiyle içeriye girmiş olan kız odanın bir köşesine ilerliyor. Masanın üzerine tepsiyi bırakıyor ve bana bir bakış atıyor. "Kalkma. Dinlenmen gerek, yat hadi." Kaşlarım hafifçe kalkıyor. Yere kadar uzanan soluk mavi elbisesinin uzun kolları dirseklerine kadar kıvrılmış. Saçında fese benzer bir şey takılı ve arkasından elbisesiyle aynı renkte bir tül uzanarak bağlı saçlarının üzerinden sırtına kadar uzanıyor. Ellerini masadan aldığı bir bezle silerek yanıma yaklaşıyor. "Laf dinle ama. İstirahat etmezsen ayaklanamazsın." Yattığım yere ulaştığında bezi ayak ucuma bırakıyor ve beni omuzlarımdan yatağa uzanmam için yavaşça itiyor. Komutuna uyarak uzanıyorum. Onaylar şekilde başını sallıyor. Üstümde bir örtü olduğunu boynuma kadar çektiğinde fark ediyorum. "Aferin." Dikeliyor ve beni inceliyor. Bende aynı şekilde ona bakıyorum. "Bu hale gelecek ne yaşadın sen böyle?" Ne haline? Tam anlam veremiyorum. Yavaşça nefes veriyor. "Ağrın var mı?" Ağrı hissedecek halde olduğumu sanmıyorum. Boş bakışlarım ile başka bir soru yöneltiyor. "Lisanımıza aşina değil misin?" Hafifçe kaşlarım çatılıyor. Konuşmak için dudaklarımı aralıyorum. Kurumuş boğazım cevap vermemin önüne geçiyor. Hafifçe öksürüp başımı hafifçe iki yana sallıyorum. "Ala. En azından muvasala kurabileceğiz." O ne? Bunu sesli söyleyemiyorum. Kız halimi anlamış olacak ki masaya ilerleyerek tepsiden bir bardak alıyor ve yanıma yaklaşıyor. "Dikleşebilecek misin?" Başımı sallıyorum. Ellerimdeki son güç ile kendimi dik tutmaya çabalıyorum ve kız suyu içmeme yardımcı oluyor. Boğazımdan günler sonra geçen ilk şey olduğu için olabilir, su boğazımı öylesine yakıyor ki boğuluyor gibi hissederek öksürmeye başlıyorum. Kız bardağı çekiyor ve diğer eliyle sırtıma vuruyor. "Helal helal. Yavaş ol." Öksürüklerim bitince kız arkama yaslanmam için yardım ediyor. Sert bir minder bu. Masaya giderek tepsiyi alıyor. "Ne vakittir yatıyorsun. Acıkmışsındır." Bana mı? Bu saçma sapan olaylar başladığından beri ilk kez insanca bir şey görmek baya garip geliyor. Kızda garipsemiş olduğumu fark etmiş olmalı ki acımaklı bakışlarını fark ediyorum. Yanıma geldikten sonra tepsiyi bacaklarıma bırakıyor. Düşmemesi için tutuyorum. "Sana aş vermediler mi?" Aş? Başımı onaylar şekilde sallıyorum. Gözlerindeki kederi görüyorum. Önüme koyduğu tepside çorbayı andıran bir yiyecek ve biraz bulgur var. Karnımın sızısını yemeğin kokusunu alınca fark ediyorum. Kaşığı tutarak sıvıya daldırıyorum. Kokusunu alınca ne olduğunu fark ediyorum. Mercimek çorbası bu. Ama daha farklı görünüyor. Bunu düşünmeyerek hızlıca yemeğe başlıyorum."Şey'en feşey'en." Neden böyle konuşuyor? Kıza garip bir bakış atarken yemeğe devam ediyorum. Bunca zamandır mideme giren ilk şey olduğu için mi bilmiyorum ama tadı çok güzel geliyor. Kız bana doğru uzanınca refleks ile geriye kayıyorum. "Tevahhuş etme. Yarana bakacağım." Gözlerim onun üstündeyken eğilerek başıma uzanıyor ve saçımı kurcalıyor. "Ah!" Hafif bir nida ağzımdan kaçıyor. "Daha kapanmamış lakin daha iyi görünüyor." "Doktor musun?" Hafifçe gülüyor. "Konuşabiliyorsun demek?" Geriye çekiliyor. "Hayır henüz değilim. Hekim kadının yanında talebeyim." Gözlerimle etrafı turluyorum ve tekrar kıza bakıyorum. "Neredeyim ben?"
"Hatırlamıyor musun?" Hatırlamamak değil de daha doğrusu "Bilmiyorum." olacak. "Göktuğ sarayındasın." Ne? Ne diyor bu kız? Anlamsız bakışlarımla yüzünü inceliyorum ama çok ciddi bakıyor. Üstündeki kıyafetler hal ve tavırları etrafımdaki her şey... Göktuğ... Tanıdık geliyor ama nereden? Silik bir hatıra beliriyor kafamda.
"Böylece Anadolu'yu tek bayrak altında toplayan Gazi Göktuğ kendi devletini kurdu. Zamanla 3 kıtaya yayılan bu imparatorluk yer yüzünde 600 yıldan fazla hüküm sürdü."
Tipik tarihi bir bilgiydi bu. Her Türk vatandaşının bildiği sıradan bir bilgi neden bu kadar yabancı geliyor? "Neredeyim?" diyorum emin olamayarak. Kız yine aynı normallikte "Göktuğ sarayı." diyor. "Göktuğ imparatorluğunun kalbindeyiz." "İstanbul'da." diyorum istemsizce. Kızın gözlerinde bir ışık beliriyor. "Anımsadın mı yoksa?" Yavaşça nefes alıp vermeye çabalıyorum. Hayır tekrar krize girmek istemiyorum. Sakinleş... Sakinleş be kızım..! Bu... Gerçek değil. Göktuğ sarayı dediğine göre "Aslidervaze Sarayı'nda?" diyorum sorarcasına ve cevabından korkar şekilde. Kız hevesle başını sallıyor. "Evet." Bir şeyler soruyor. Duymuyorum, anlamıyorum, anlayamıyorum. Göktuğ imparatorluğu çökeli yüz yıldan fazla olmuştu ve Aslidervaze Sarayı 300 yıldan fazladır kullanılmayan bir saraydı. Kızın tepkileri, gördüklerim, hissettiğim acıların yoğunluğu, insanlar, sokaklar, köle pazarları, kılıçlı ve atlı adamlar... Geçmiş... Geçmişte miyim? Şaka. Bu bir şaka olmalı. Bu gerçek olamaz. Geçmişe gitmek mi? Saçmalık! Bu saçmalık! Saçma sapan bir rüya görüyor olmalıyım. Uyanmam lazım. Uyanmam gerek. Komada falan mıyım?! Dünyaya dönmek istiyorum! Zihnimde dolanan onca düşünce bir karmaşa yumağı halinde birikiyor ve öylesine büyük bir ağırlık oluşturuyor ki bu ağırlık sadece zihnimi değil tüm bedenimi ve ruhumu kaplıyor. Kurtulmak istiyorum hem bu hislerden hem bu hislere sebep olan bu bilinmezlik halinden. Uyanmak istiyorum. Kollarımı başımın etrafına sarmış titrer halde olduğumu da kız yanıma gelmiş bedenimi açmaya çalışırken fark ediyorum. "Sakin ol hatun! Hekim kadın! Hekim kadın!" Kızın sesi öylesine canlı ki kendimi ölmüş gibi hissediyorum. Öldüm ben. Bu bir rüya olamayacak kadar buradayım ölmüş olmalıyım herhalde. Öldüysem bile burası ne cennet ne de cehennem olamayacak kadar sıradan. Delirdim. Evet delirmiş olmalıyım. Delirdim ben! "Bırak beni!" Beni tutmaya çalışan kızı geriye itiyorum. "Bırak beni! Eve gideceğim ben! Eve gitmek istiyorum!" Evimi istiyorum! Evim? Evim nerede? Evim neresi benim? Zihnimde cevabı olmayan bu sorular daha da arttırıyor öfkemi. Odaya telaşla birkaç kadın giriyor. "Fidan! Ne oluyor?!" Bir an gözleri üzerimizde geziyor. "Fidan hatun iyi misin?!" Kadınlardan biri ne zaman yere düştüğünü anlamadığım kıza koşuyor. Ben mi düşürdüm? Bilmiyorum. "Ağalar!" diye bağırıyor başka bir kadın. "Ağalar yakalayın şunu!" Ağalar? İçeriye giren adamlarla gözlerim şaşkınlıkla büyüyor. Adamlar bana doğru gelirken yattığım yatağın üstünde ayağa kalkıyorum. "Gelmeyin! Kimsiniz siz?! Yaklaşmayın bana!" Adamlar yanıma yaklaşınca birine doğru tekme atmaya çalışıyorum ama korku ve dehşet öylesine sarmış ki bedenimi sadece boşa gidiyor çabam. Adamlar beni yakalayarak aşağıya indiriyor. "Bırakın beni! Lütfen ben eve gitmek istiyorum!" Evime, zamanıma dönmek istiyorum. Gözlerime dolan yaşları hissediyorum. Hıçkırıklarım eşlik ederken adamlar beni çekiştiriyor. "Bırakın beni! Evime dönmem gerek yalvarırım bırakın!" Hıçkırıklarım boğazımı yakıyor, sesim ve çaresizliğim içime kazınıyor. Kendimi çok güçsüz hissediyorum. Kollarımı adamların elinden çekmeye bile gücüm yok. "Atın saraydan." "Hayır!" Benle ilgilenen kızın sesini duyuyorum. "Ben kendim düştüm Hekim kadın. Hatun sadece sayıklıyordu. Çok korkmuş besbelli." "Hem bu halde köle pazarına dönerse..." Başka bir kadının sesi bu. Ağlama sesim sohbetlerini bastırıyor ama biraz duyabiliyorum. Onlar konuşuyor, ben ağlıyorum ve kollarımdaki adamlar canımı acıtacak kadar sıkıca beni tutuyor. Ne kadar sürdü bilmiyorum ama "Kızı getirin." sesini duyuyorum kadının. Beni önüne götürüyorlar. Ağlamaya devam ediyorum hala. Durduramıyorum kendimi ama bir halsizlik çöküyor üstüme. "Ne diye yaygara koparırsın?!" Cevap veremiyorum. "Bu sersefil halinle birde edepsizlik yaparsın öyle mi?! Şükredeceğin yerde!" Verecek cevabım yok çünkü anlamıyorum. Kadın uzanarak sertçe yüzümü kavrıyor. "Sana diyorum hatun. İşitmez misin?" Öfkeyle suratıma bakıyor fakat benim gözlerimden yaşlar süzülmeye devam ediyor yalnızca. "Evine mi dönmek istersin?" Başımı sallıyorum. Yüzümdeki eli sıkılaşıyor. "Demek öyle. Evin neresidir?" Yine o his. Yoğun boşluk ve endişe. "Bilmiyorum." diyorum bakışlarım yere dönerken. "Madem bilmezsin ne yaygara koparırsın?!" "Ama..!" Karşı çıkacağım sırada kadın bastıra bastıra kurduğu sözleriyle susturuyor beni. "Bana bak hatun. Burası Aslidervaze Sarayı. Göktuğ İmparator'u Ekmeliyyet Sultan Tuğrul Han'ın sarayı. Sende tıpkı burada herkes gibi onun kölelerinden birisin. Efendi ol. Aklını başına al. Kesmemeyim kelleni." "Ne?" Kellemi mi? Şaşkınlıkla kadına bakıyorum. O ise tehdidi yüzünden korktuğumu düşünmüş olacak ki "Ala." diyor. Elini suratımdan çektiğinde şaşkınlıkla kalakalmış duruyorum öylece. "Hekim kadın. Hatunun tedavisi biter bitmez Mercan ağaya haber verin. Taşlığa götürsün. Çok da başı boş bırakmayın. Bir daha böyle bir rezillik görmek istemiyorum."
|
0% |