Yeni Üyelik
3.
Bölüm

3. Bölüm

@senuzya

Üstümdeki havluyu düşmemesi için sıkıca tutuyorum. Önümdeki kadın konuşmaya devam ediyor ama dinleyecek halde değilim. Az önce olanlar aklımdan çıkmıyor. Artık iyileştiğime karar verilene kadar kaldığım o yerde boş boş baktığım gibi şimdi de boş boş bakıyorum. Birileri gelip beni hamama getirdi. Burada bazı kadınlar beni yıkarken o doktor kadın bedenimi kontrol ediyordu. Karşı çıkacaktım ama... Bilmiyorum sanki gerçeklikle bağımı koparmış gibi umursamıyorum olanları. İlk gün buraya geldiğimizde gördüğüm o yaşlı kadının yanındaki kadın gözlerini dikiyor üstüme. "Uslu dur. Sorun çıkartırsan cezanı çekersin." Uzun konuşmasının sonu böyle geliyor işte. Sonrasında kıyafetler veriyorlar. Üstümü giyiniyorum ve kadını takip ediyorum. Islak saçlarım esen rüzgar yüzünden enseme çarptıkça ürperiyorum. Yüksekçe bir kapının önüne geliyorum. İçeriye girmeden önce kadın bana dönüyor. "Bak hatun. Bu kapıdan içeriye girdiğin anda sende tüm bu kızlar gibi Göktuğ İmparatorluğu'nun bir malı oldun. Ona göre davran, haline tavrına dikkat et. Sessiz dur, olay çıkartma. Buraya köle olarak geldin ama laf dinlersen, uslu olursan yükselirsin." Kafasıyla hafifçe yukarıyı işaret ediyor. Geniş kapının içerisi kocaman bir alan ve kadının işaret ettiği yere sadece kısaca bakabiliyorum. Uzunca bir balkon. "Seçilirsen, sultanı memnun edersen sende onlar gibi olursun." Ne?! Ne sultanı ne memnunu?! Kaşlarım çatılıyor. Kimseyi memnun etme niyetinde falan değilim! Kadın hafifçe nefesini veriyor. "Adını anımsamıyorsun diye işittim. Dert etme. Herkes burada kendi adını alır. Senin adında şimdilik..." Bir süre düşünüyor. "Leyla olsun." Bu kadar kolay mı bir adım olması yani? Kendi adım varken, hatırlayamıyor olsam bile bir isme sahipken yeni bir isim almak bu kadar basit mi? "Haydi içeriye şimdi." Kadın beni büyük kapıdan geçiriyor. Uzunca bir salon. İki yanında oturacak yerler ve pencereler ya da kapı her neyse onlardan var. Kızlarla dolu içerisi. Bir kısmında benim üstümdeki elbiseden var. Daha demin baktığım balkonda da kızlar var. Üstlerinde rengarenk elbiseler ve taçlarıyla gülüşüyorlar. "Burası kalacağın yer." Kadın durunca arkasında durarak baktığı yere bakıyorum. Yan yana dizili kemerlerden birinin içine bakıyor. Sedir benzeri koltuklardan var içinde. Kalacağım yer derken? "Gülden Hatun." Yanda oturan kızlardan biri bize bakıyor ve ayağa kalkarak selam veriyor. "Buyur Ceyda Kalfa." "Leyla bundan böyle seninle Asiye'nin arasında kalacak. Ona yardımcı ol." "Peki Ceyda Kalfa." Ceyda dediği kadın bir an bana bakıyor sanki cesaretlendirmek istiyor gibi. O arkasını dönüp gidince öylece kalıyorum. Kızlar kendi işleriyle ilgileniyor ve etrafımda bir koşturmaca var. Bende öylece olduğum yerde dikiliyorum. "Demek ismin Leyla." Bana seslendiklerini anlayarak o yöne bakıyorum. Birkaç kız oturmuş bana bakıyorlar. Üstlerindeki kıyafetler benden farklı. "Dilini mi yuttun hatun? Sana söylüyorum." Kıza dik dik baktığımı fark edince hafifçe kafamı sallıyorum. "İyi, en azından işitmende kusur yokmuş." Hafifçe gülüşüyorlar. İstemsizce kaşlarım çatılıyor. Neden böyle davranıyorlar ki? "Haydi! Haydi! Oyalanmayın!" Kapının dışından gelen yüksek sesle bir an ürperiyorum. İçeriye bir adam giriyor arkasında da sanki bir sürüymüş gibi ellerinde defterlerle kadınlar giriyor. Benim üstümdekilerden var üstlerinde. "Hayde kızlar hayde! Akşam vakti olmadan yerleşin hazırlıklara başlayacağız!" Başka bir kadın içeriye girip gelen kızlara sesleniyor. Kızlar içeriye girdikten sonra adam ve o konuşmaya başlıyorlar. Bu sırada kızların arasından tanıdık bir surat gözüme çarpıyor. "Martina?" Kız ile göz göze geliyoruz. Yüzünde beliren gülüş... Çok garip, beni tanımadığı halde böyle mutlu görünmesi ve neşeyle bana doğru gelişi çok acayip ama... Kaç gün sonra içimde korku ve endişeden başka bir his canlanıyor. Onu görmek beni de mutlu hissettiriyor. "İyi misin? Çok endişelendim senin için." Kız bana sarılınca bir an boş bulunuyorum. Geri itmek için istemsizce kaldırdığım ellerimle bende omuzlarını tutuyorum. "İyiyim." Uzaklaşarak yüzüme bakıyor. "Yaraların geçmek üzere gibi duruyor. Meno male." Yüzündeki neşe istemsizce gülümsememe sebep oluyor. "Sende iyi görünüyorsun." Hafifçe başını sallıyor. "Eh. En azından sen buradasın." Doğru. Kuzeni de bizimle beraber köle pazarındaydı ama o bizle gelmemişti. Kuzeni aklına gelmiş olmalı. "Ne oldu sana? Seni öyle götürdüklerini görünce çok korktum." Aslında neler olduğunu hatta şu an bile olanlar hakkında bir fikrim olmamasını es geçerek hafifçe gülümsüyorum. "Tedavi ettiler. Yani sanırım." Bir an etrafına bakındıktan sonra eliyle omzumu tutarak yönlendiriyor. "Gel hadi. Ayakta kalma. Oturup öyle konuşalım." Kafamı sallıyorum ve onun yönlendirmesiyle sedire oturuyorum. Anlatmamı bekleyen bakışlarını fark edince konuşmaya başlıyorum. "İşte burada bayıldıktan sonra bir odada uyandım. Hastane..." Hastane ne demek biliyor mu emin olamayarak kelimemi değiştirmeye karar veriyorum. "Revir gibi bir yerde uyandım. Kadınlar vardı, yaralarımla ilgilendiler." Çok detaya girmek anlamsız geliyor. "İyileştiğime karar vermiş olacaklar ki sonra Ceyda Kalfa geldi. Sonra da buraya geldim işte." Hamamdaki muayene ve revir gibi olan yerdeki karmaşa aklıma gelince derin bir nefes alma gereksinimi hissediyorum. Her neyse. "Sen nasılsın? İyi misin? Bir şey yaptılar mı size?" Sonlara doğru sesim biraz daha kısık çıkıyor. Birinin bizi duyması fikri garip bir şekilde ürkütücü geliyor. Sanki başkasının kontrolündeki bir rüyaya hapsolmuşum da eğer onun istediği yolda ilerlemezsem karabasanları ile beni yakalayacakmış gibi bir korku sürekli zihnimde geziniyor.

 

Martina başını iki yana sallıyor. "Hayır. Yani, zarar verdiler denemez. Yani aslında başta baya korkutucuydu. Oh mio Dio, bizi öldürecekler sanmıştım." Eh bende öyle sanmıştım. "Bizi yıkadılar ve yemek verdiler. Dersler almaya başladık." "Ne dersi?" diyorum merakla. "Dil, görgü, bir şeyler işte." "Yani iyi davranıyorlar?" Karasız bir ifade beliriyor yüzünde. "Bilemiyorum." "Neden?" "Hepsi... Nasıl desem. Çok asabi. Ceyda kalfa ve Menekşe kalfa sürekli bağırıyor. Uslu durmazsak bizi zindana atacaklarını söylüyorlar. Hatta..." Bir an etrafına bakıyor ve bana doğru eğiliyor. "Geçen gün Bülbül ağaya birinin dilini kesmesini söyledi." "Ne?!" İstemsizce yüksek çıkan sesimle ellerimi ağzıma götürüyorum. Sanki dilimi korumak ister gibi kapatıyorum dudaklarımı. "Şşş." diyor Martina. "Bağırma. Bağrış olunca kızıyorlar." İyide nasıl bağırmayayım?! Dilini kesti diyorsun yahu?! Ağzının içerisindeki dilini... Bir kusma ve tiksinme hissi içimde beliriyor. "Bu iğrenç." Kafasını hafifçe sallıyor. Bir an etrafıma bakıyorum. Kızların garip neşesi öylesine rahatsız edici geliyor ki. "Burası iğrenç." Martina ona bakmamı belirtircesine elini elime koyuyor. Teselli vermeye çabalıyor besbelli. "En azından aç değiliz." Şaşkınlıkla ona bakıyorum. Ne yani karnının doyması burayı daha iyi bir yer mi yapıyor yani? Karnın doydu diye bunlar susulacak şeyler mi? Aslında karşı çıkmak istememe sebep olan bir çok düşünce geçiyor aklımdan ama gözlerindeki hüzün susmama sebep oluyor. Tabi ki değil ve olmadığını o da biliyor ama başka şansı olmadığını düşünüyor. Ne yalan söyleyeyim, artık ben de öyle düşünüyorum. Buraya kısılı kalmış gibi. Bu saçma rüya, gerçeklik, geçmiş, delirmek her ne haltsa! Başım ağrıyor düşündükçe. Gözlerini yere çevirmiş derin düşünceler içinde. Elimdeki elini sıkıyorum. Bakışları bana çevriliyor. "Sence o da iyi midir? Mi manca." Pekala bazen ne dediğini anlamıyorum ve verecek bir cevabım da yok. Uzunca bir sessizlik geçiyor aramızdan. "Umarım." diyebiliyorum sadece.

 

"Kızlar! Çene çalma faslı bitti. Haydi herkes işinin başına! Akşam tek toz tanesi dahi görmeyeceğim!" Kadının bağırışının ardından kızların söylenerek yerlerinden kalktığını görüyorum. "O kim?" diyorum pek de merak etmediğim halde etrafı tanıma isteğiyle. "Menekşe kalfa. Hadi kalkalım da kızmasın." Martina yaşların ulaştığı gözünü elinin tersiyle ovaladıktan sonra ayağa kalkıyor. "Ne yapacağız ki?"

 

-------

 

Önüme düşen saçları geriye ittirirken yorgun bir nefes veriyorum. "Ne zaman bitecek dersin?" Martina'nın sorusuyla omuz silkiyorum. "İnan umurumda değil." Müzik sesine alıştı artık kulağım, varlığını hissetmiyorum. Ama içeriden gelen gülüşmeler ve muhabbet sesleri fazla gerçek hissettiriyor. Rahatsız hissettirecek kadar. Martina elindeki bezle oynarken gözleri dalgınlaşıyor. "Biliyor musun, buraya gelmeden evvel hiç temizlik yaptığımı hatırlamıyorum. Babam kendimi yoracak hiç bir şey yapmama izin vermezdi." Yüzünde acıklı bir gülüş beliriyor. Ailesini anımsadığı besbelli. Ama benim... Aklıma hiçbir şey gelmiyor. Ailem nerede ya da var mı, yaşıyorlar mı, öldüler mi, geçmişteler mi, gelecekteler mi, anlamlandıramadığım bu zaman karmaşasının dışındalar mı? Nefesimi sıkıntıyla veriyorum. En azından iş yapmak biraz kafamı dağıtmış gibi hissediyorum. İçeriye çeviriyorum bakışlarımı. Saçlarında taçlar, işlemeli şık elbiseler ile bir grup kadın oturmuş muhabbet ediyor ve herkes onları eğlendirme peşinde. Sultanlar. Ceyda kalfa öyle söylemişti. Kutlama yapılıyor. Sultan Tuğrul'un torunu olmasını kutluyorlar. Bütün asaletiyle oturan sarışın kadının da öyle. Hümaşah sultan demişlerdi. Zihnimin derinlerinde beliren ve nereden hatırladığımı bile anımsamadığım tarih bilgileri sayesinde hangi zamanda olduğumu anlıyorum en azından. Göktuğ İmparatorluğu, Sultan Tuğrul dönemi yanlış değilsem 1500'lü yıllar. Hümaşah sultan ikinci eşi ve 6 çocukları var. Bilgilerin doğruluğunu Ceyda Kalfa'nın sözleri onaylamıştı. Gerçekten geçmişteymiş gibi hissetmeliyim ama... Of! Neyse ne. "En azından hatırlıyorsun..." diyorum mırıldanır şekilde.

 

"Doğru." Derince iç çekiyor. "Ama hangisi daha iyi kim bilir? Hatırlıyor olmak mı, yoksa tamamen yeniden başlıyor olmak mı?" Hafif bir gülüş kaçıyor dudaklarımdan. "Kim bilir." desem bile hatırlamamak daha kötü gibi hissediyorum. Belki bir dönüş yolu bulabilirim hatırlasaydım. Ya da dönecek bir yer var mı yok mu bunu bilmek istiyorum. Yahut daha mı kötü buradan yoksa daha mı iyi? Sessizliğimiz uzadıkça müzik sesini daha net algılıyorum. Garip bir şekilde keyif verici ama içimi ürpertiyor böylesine gerçek hissettirmesi. Hümaşah Sultan'a bakıyorum tekrar. Ne kadar keyifli duruyorlar kızlarıyla. Mahinur ve Füruzan. İsimleri dışında bir bilgim yok onlar hakkında bu yüzden kimin kim olduğunu anlamıyorum. Ne önemi var gerçi? Önüme dönüyorum. Müzik sesi azalana ve sonunda tamamen kesilene kadar çalışmaya devam ediyoruz. Sonrasında Ceyda ve Menekşe kalfanın talimatları ile etrafı toparlıyoruz. İlk gün gördüğüm yaşlı kadının Erva Hatun olduğunu ve buranın en kıdemlisinin o olduğunu öğrendim. Fazla sert bir kadın, tıpkı buradaki herkes gibi.

 

Yatağımı sererken yanımda aynı işlemi yapan kızlardan biri bana dönüyor. "E Leyla hatun nasıldı ilk günün?"

 

Kafamı belli belirsiz sallıyorum. "Eh." diyorum yalnızca. "Alışırsın." demesiyle yan bir bakış atıyorum. Alışırım? Neye acaba ya da hangi birine? Bilinmezliklerle yaşamaya mı yoksa burada sürünmeye mi? Uzatmak istemiyorum. Önüme dönüyorum. Yorganı düzelttikten sonra yatağa giriyorum. "Sana Leyla adını verdiler demek. Önceki ismin neydi?" Diğer yanımdaki kızın sorusuyla bir an yoğun bir bıkkınlık hissediyorum. "İnan bende bilmiyorum." Kız bana garip bir bakış atıyor. "Nereden geldin peki?" Yine aynı yorgunlukla "Bilmiyorum." diyorum.

 

"Yoksa hafızanı mı..." "Üstüne gitmeyin." diye sözü kesilince diğer köşeden Martina'nın seslendiğini fark ediyorum. Aramızda iki kişi yatıyor ama bizi duymuş demekki. "Bir şey demedik." diyor kızlardan biri. "Daha iyi bile olabilir. Burada geçmişini anımsayarak acı çeken çok insan var." Diğer kız onu onaylamak için başını sallıyor. "Evet baştan bir başlangıç gibi düşün. Misal benim adım Katrina'ydı. Şimdi ise Asiye oldum." Hafif bir gülüşle konuşuyor. Diğer kız gülüyor. "Senin ismini yine düşünüp vermişlerdi. Benimkini kafadan salladılar. Helen isminden Gülden'e geçiş yapmak biraz garip olmuştu." Gözleri dalgınlaşıyor. "Annem duysa nasıl üzülürdü. İsmimi Helen koymak için babamla aylarca kavga etmiş." Bir sessizlik içeriyi dolaşıyor. Herkesin aklına ailesi geliyor belli ki. "Zor olmalı." diye mırıldanıyor bir kız köşeden. Ona bakıyorum. Yüzünde acıklı bir gülüş. "Böyle anlarda seviniyorum. En azından özleyecek kimsem yok." "İşte bu yüzden unutman bir şans olabilir." diyor Asiye. "Derya hatun, senin ailen vefat mı etmişti?" Yine başka biri. "Bilmem. Saraya gelmeden önce yetimdim zaten." "Esir mi düştün?"

 

Kız iç geçiriyor. "Öyle. Cerigo'daydım. Yetim bir çocuk olarak adada yaşamak pek de hoş bir şey değildi." Yüzünde bir gülüş beliriyor. "Başıma gelen en büyük talih esir alınıp saraya gelmiş olmam olabilir." "Bazılarımız fazlaca nikbin." diyor Asiye göz devirerek. "Olması gereken bu değil mi Asiye? Değiştiremeyeceğim şeyler için neden kedere bulanayım?"

"Pek de haksız değilsin." Gülden yan dönerek yorganı üstüne çekiyor. "Lakin dağdağa-i kalbi geçmiyor."

Sessizlik yine ortamda dolanırken üstümdeki yorgana iyice siniyorum. Fazla gerçek olan bu hisler içimi daraltıyor. Derya haklı. Çabalıyorum ama dönemiyorum geriye. O zaman kendimi zorlayarak bedenime de hasar vermemeliyim. Zaten yeterince yorgun hissediyorum. Daha fazlasını kaldırabilecek gibi hissetmiyorum. Son birkaç gündür deneyimlediğim en iyi kaçış yolu olanu ykuya saklanıyorum.

 

Loading...
0%