Yeni Üyelik
5.
Bölüm

5. Bölüm

@senuzya

Parlak ışık açık renk taşlardan yansıyarak gözüme çarpıyor. Güneşe sırtımı dönerek yerleri süpürmeye devam ediyorum. Böyle zamanlarda bir güneş gözlüğüm olmasını öyle çok istiyorum ki anlatamam. Derya sinirli bir mırıltıyla gözlerini eliyle kapatıyor. "Bunu öğle vakti yaptırmasa olmazdı sanki." Haklı. Gözdeler taşlığının yerleri öylesine temiz ve pürüzsüz ki bir ayna gibi yansıtıyor güneş ışığını. Nereye dönersem döneyim hep gözümü kısma gereksinimi duyuyorum. "Besbelli birine öfkelendi hıncını bizden çıkarıyor." Yelda hayıflanmasında Derya'ya eşlik ediyor. "Birine öfkelenmediği gün mü var?" Eh dercesine kafamı sallıyorum ve süpürmeye devam ediyorum. "Neyse ne. Sonuçta şurayı hızlıca halledip içeriye geçmemiz gerekli." Elimi başıma koyarak soluklanıyorum. "Bir saat daha burada kalmamız gerekirse güneş çarpacak." "Güneş çarpacak?" Derya tek kaşını kaldırmış bana bakıyor. Yine anlamsız bir şey söylediğimi fark edip sadece gülümsüyorum ve arkamı dönerek süpürmeye devam ediyorum. "Bazı vakitler çok anlaşılmaz konuşuyorsun Leyla." Biliyorum ama ne yaparsın işte. Adapte olamıyorum. Olmam da lazım mı ki? Bilmiyorum. Sıkıntılı bir nefes alıyorum. Başımı kaldırıp karşımdaki manzaraya bakıyorum. Boğaz nasıl da eşsiz görünüyor. Her yer yemyeşil. İnsanın içini ferahlatacak bir görüntüye bakıyorken böylesine yorgun, ter içinde ve perişan olmak biraz sinir bozucu geliyor. Histerik bir gülüş kaçıyor dudağımdan. Nasıl da uyumlu davranıyorum buraya geldiğimden beri. Korku mu bilinmezlik mi yoksa yorgunluk mu beni böylesine durgun kılan? Başımı iki yana sallıyorum düşüncelerimin dökülmesini ister gibi. Boş ver kızım boş ver. Neye yarıyor sanki düşünmek? "İnan bende kendimi bazen anlamıyorum Derya."

 

Yaklaşık yarım saatin ardından işimiz bitiyor. Kızlar ile içeriye doğru ilerlerken taşlığa doğru hızlı adımlarla gelen Nihal'i görüyorum. "Nihal? Ne oldu?" Beni görünce gülümseyerek yanımıza geliyor. "Demek buradaydınız. İçeride sizi göremedim."

 

Derya hafifçe gülerken, ki bence bu pek de iyimser bir gülüş değil, "Eh, hepimiz cariye eğitimi almıyoruz. Bazımızın işleri daha yorucu." diyor. Nihal'in yüzünü kaplayan utanma ve mahcubiyet ile gözlerimi Derya'ya çeviriyorum öfkeyle. Bunu o seçmemişti ki! "Ama eğitim almaya hala devam ediyoruz. Geç kalmadan hamama gidip temizlenmeli ve derse yetişmeliyiz öyle değil mi?" Derya ona olan bakışlarımdaki kızgınlığı hissetmiş olmalı ki bana bakışları trip atar bir hal alıyor. "Doğru. Biz hamama geçelim Yelda." Tavırlı bir şekilde taşlıktan çıkıyor ve Yelda da bize hızlıca veda ederek onu takip ediyor. Nefesimi bıkkın bir şekilde dışarıya veriyorum. Sonrasında bir şey olmamış gibi Nihal'e dönüp gülümsüyorum. Yüzünde buruk bir ifade var hala. "Sen neden bizi arıyordun?" "Hı?" Dalgın halini başını iki yana sallayarak atıyor. "Ah evet. Musiki dersi başlayacak ya, öncesinde seni görmek istemiştim." Yüzündeki hafif tedirginliği görünce elimi omzuna koyup sıvazlıyorum. "Bülbül ağa geçen gece için kızar diye mi korkuyorsun?" Başını hafifçe sallıyor. "Evet. Resmen dansı mahvettim." Hafifçe gülüyorum. "Evet, o kadar kötü dans edebildiğini bilmiyordum." "Leyla! Öyle söyleme zaten endişeliyim." Omzuna hafifçe vurup elimi çekiyorum. "Korkma." diyorum yayarak. "Sultanların önünde heyecanlandım, paniğe kapıldım dersin." Hafif adımlarla ilerliyorum ve o da bana eşlik ediyor. "Öyle dersem anlarlar mı?" Hafifçe gülüyorum. "Anlayışsız davranırlarsa ağlamaya başla. Bülbül ağa ağlayan kızlardan nefret ediyor hemen başından kovar." Göz deviriyor. "Teşekkürat. Sen ve şahane araların olmasa bu sarayda nasıl hayatta kalırdım acep?" Hafif bir gülüş kaçıyor ağzımdan. Taşlıktan çıkmak üzereyken durup bir kez daha bakıyorum manzaraya. "Baksana Nihal." Durup bana önüyor. Onca düşünce beynimde kendine yer ararken onları böylesine masanın altına süpürüyor olmak beni yoruyor. Bu manzara nasıl böylesine huzur verici olabiliyor? Kaos içindeki zihnimi nasıl böyle dinginleştiriyor? Ben kendi gerçeklik algımdan dolayı böylesine uzak hissederken halvet fikrine Nihal neden farklı davranmıyor? Neden haremdeki çoğu kız gibi bunu istemiyor ya da haremdeki herkes gibi bunu doğal bulmuyor? Onu böylesine korkutan ne? "Neden sana şehzadeler için kız seçilecek dediğimde bu kadar korktun?" Bana olan bakışlarını kaçırdığını hissedebiliyorum. "Çoğu kız bir şehzadenin eşi olmak ve güç elde etmek için böylesine delirirken neden sen ayakta duramayacak kadar endişelendin?"

 

Bir süre cevap vermediğinde bakışlarımı ona çeviriyorum. Gözlerinin dolduğunu fark ediyorum. "Nihal? Özür dilerim yanlış bir şey mi söyledim? Seni üzmek istememiştim. Sadece merak etmiştim." Ben üzülmesine sebep olduğum için özürlerimi sıralayacakken durduruyor beni. "Hayır hayır bir şey yapmadın. Sadece... Hala üstesinden gelebildiğim bir hal değil." Bir şey söyleyip söylememek konusunda emin olamıyorum. Sessizlik devam edecekken Nihal'in kendini konuşmak için hazırlayan ifadesini izliyorum. "Buraya gelmeden önce..." Bir nefes çekerek manzaraya bakıyor. "Nişanlıydım." Gözlerim hayretle açılıyor. Daha 17 yaşında ne nişanlısı? Bir saniye... Şu anda da 17 yaşında olmasına rağmen haremde bulunuyor. Yaşadığımız dönemi bazen unutuyorum gerçekten. Ben 18-19 yaşlarında olmama rağmen uçuk geliyor böyle şeyler. Yani sanırım o yaşlardayım. Öyle anımsıyorum. Nişan halvet o bu şu... Of! "Biz esir alınmadan önce..." Zorlukla yutkunduğunu fark ediyorum. "Korsanlar gemimize saldırdığında bizi korumaya çalışmıştı." Gözünden hafifçe akan yaşları fark ediyorum. "İsabella ve ben kamaradaydık. Kapının önünde siper oluşunu anımsıyorum." Yaşlar yüzünü ıslatarak çenesinden yere damlıyor. "Korsanlardan birinin kılıcı..." Elbisesinin koluyla yüzünü acıtacak kadar sert siliyor. "Kılıç bedenini delip geçerken bile kapıyı sımsıkı tutmuş, içeriye girmelerini engellemeye çalışıyordu." Hıçkırıkları cümlesinin sonuna doğru artıyor. "Ben ise buradayım. Onun onca çabasına rağmen..." Ağlaması artıyor ve omuzları şiddetle sarsılırken öylece bakakalıyorum. Ne yapılır bu durumda bilmiyorum. "Onun onca çabasına rağmen ben ölmeye bile cesaret edemiyorum. Onun yanına bile gidemiyorum." Düşüncelerinin rayından çıktığını hissedince elimdeki sopayı bırakarak Nihal'e sarılıyorum. Onu zihniyle başbaşa bırakmak istemiyorum, his dünyasından koparıp çıkartmak istercesine sıkı sarılıyorum buradaki tek arkadaşıma. "Sakin ol, sakin ol." Onu sakinleştirmek istiyorum ama böyle bir yaşanmışlık hangi teselli ile sakinleştirilir ki? "Nihal." Hayır böyle değil. "Martina." Böyle bir anda kendi ismini duymak ona daha iyi gelir gibi hissediyorum. "Martina bunlar... Yaşadıkların çok zor. Hatırlattığım için özür dilerim." Başını iki yana salladığını hissediyorum. "Hayır zaten aklımdan hiç çıkmıyor ki." Sürekli devam eden hıçkırıkları ile bedeni sarsılıyor. Bir şeyin aklını sürekli meşgul etmesini ve onu düşünmemeye çalışmanın verdiği yorgunluğu anlıyorum. Bu yorgunluğun insan psikolojisini nasıl pert ettiğini de. "Bu hislerle yaşamak zor olmalı." Burnunu çekme sesini duyuyorum. "Ama yaşamak gerekli." Fıtratımız gereği sanırım garip bir dürtüyle bağlanıyoruz yaşam iplerine ve bu gerçekten gerekli. "Bir süre sonra daha az acı verecek." Beynimiz alışacak çünkü. İkimizinde. Benimkinin bu bilinmezliğe çoktan alışmaya başladığının farkındayım. O da alışacak kederine. "Daha doğrusu sen acıyı daha az hissedeceksin."

 

"Geçsin istemiyorum. Ona kavuşamıyorum bari hüznü kalsın içimde." "Ve senin ömrün de toprak altındaki bir beden gibi mi geçsin?" Böyle ağır bir olay yaşamış birine çok bilmişlik taslamak istemiyorum. Yapamam da zaten. "Özür dilerim." Çenemi kapatarak o sakinleşene kadar sarılarak bekliyorum.

 

Bir süre sonra kesiliyor ağlaması. Birbirimizden ayrılıyoruz ve yaşlar içindeki yüzünü elbisesinin koluna siliyor. "Üzgünüm. Üstünü kirlettim." Dediği şey ile omzumdaki ıslaklığı hissediyorum. Omuz silkip gülümsüyorum. "Zaten hamama gidecektim. Sen daha iyi misin?" Başını hafifçe sallıyor. Yere bıraktığım süpürgemi alıyorum. "Öyleyse içeriye geçelim mi? Derse az kaldı." Kafasını sallıyor tekrardan ve taşlıktan çıkıyoruz.

 

-------

 

Bülbül ağa elindeki ince sopayla Zerrin'in eline vuruyor. "Muntazam yaz."

 

"Peki Bülbül ağa." Zerrin sesini sakin tutmaya çalışarak elindeki kalemi daha sıkı kavrıyor. Bakışlarımı ondan çekip kendi kağıdıma bakıyorum. Benim kağıdımı görünce elimi koparmasa bari. Yazı dillerinin kıvrımlı ve esnek yapısını kağıda aktarmak çok zor geliyor bana. Alfabesini öğrendikten sonra okumakta zorluk çekmemiştim, normal Türkçe işte. Ama yazarken harflerin o estetik görüntüsünü yapamıyorum. El sanatlarında yetenekli olmadığımı da bu sayede görebiliyoruz en azından. Bülbül ağa kağıdıma bir hayal kırıklığıymış gibi bakıyor. "Kabiliyetsiz." Elimde hissettiğim sızıyla gözlerimi anlık olarak kapatıyorum. "Baştan başla." Derken elime bir darbe daha indiriyor. Hay senin... Dişlerimi sıkarak küfrümü tutuyorum. Bülbül ağa başka bir kıza geçiyor kontrol için. Ne yapayım kardeşim?! Alfabeleri modern zaman alfabesinden (ki onu biliyor muydum hatırlamıyorum bile.) o kadar farklı ki adapte olmakta zorlanıyorum.

 

Uzunca bir süre gibi gelen dersin ardından tekrar hareme dönmek için toparlanıyoruz. Hareme girdiğimizde Asiye'yi orada görüyorum. Yüzünde keyifli bir ifadeyle sedire oturmuş, saçlarıyla oynarken etrafındaki kızlara bir şeyler anlatıyor. "Nesi var bunun?" diyor Derya hafifçe gülerken.

 

"Dün gece Şehzade Ertuğrul'laymış. Sabahtan beri onu anlatıp duruyor." Mehveş göz devirerek sıkıldığını belli ediyor. "Hayır sanki çok da matah bir şey. Alt tarafı tembel şehzade ile bir gece geçirdi." Gülden'e dönüyorum. "Tembel?" Kafasını sallayarak onaylıyor beni. "Evet tembel. Hatta dediklerine göre o kadar tembelmiş ki seferler bitmeden saraya yollanırmış. Zaten sayılı sefere katılmış" "Yazık ya. Tahta çıkma şansı bile olmayan bir şehzadeyle bir gece geçirdi diye şunun neşesine bakın hele." Kızların cümleleri rahatsız edici bir yöne kayıyor. "Şşt." diyorum susmaları adına. "Biri duyarsa ceza alırız." Alır mıyız bilmiyorum ama böyle demek susmaları için yetiyor. Tembel ve tahta hakkı olmayan bir şehzade demek. Yani ölmek için doğmuş. İçimde garip bir sıkıntı hissediyorum. Asiye'nin neşesi durumu merak etmeme sebep oluyor. Cidden hiç tanımadığı bir adamla geçirdiği bir gece onu neden böylesine mutlu eder ki?Üstelik adı kötüye çıkmış bir şehzade ile. Ve Şehzade Ertuğrul ile beraber olduğu için başka bir şehzadeyle de olamaz artık. Merak ile Asiye'nin yanına doğru yaklaşıp tahtadan kemere yaslanıyorum elimdeki defterlerle. "O kadar yakışıklı ve güçlü ki." Asiye resmen mest olmuş gibi konuşuyor ve bu yüzümü buruşturmama sebep oluyor. "Amma uydurdun Asiye. Şehzade'nin kılıç bile tutamayacak halde olduğunu söylüyorlar." "Kim demişse iftira atmış." diye cevaplıyor öfkeyle. Böyle savunması normal mi? "Gücü kuvveti gayet yerinde." Kaşlarım istemsizce havalanıyor. Bu nasıl bir muhabbet böyle? Gözlerden birkaçı haremin kapısına dönünce o tarafa bakıyorum. Mine keyifli bir ifadeyle içeriye giriyor. Bunların yüzlerindeki bu neşe normal mi ya?! Garip bir şekilde öfkelenmeme sebep oluyor. Kimsenin mi umurunda değil bir kez göreceği bir adamla beraber olmuş olup ömrünün sonuna kadar haremde yalnız yaşayacak olmak? Mine bizim yanımıza doğru geliyor. "Hayırlı sabahlar hatunlar." "Ne sabahı Mine Hatun, çoktan ikindi vakti geldi." Hafifçe gülümsüyor ama sanki alay eder gibi. "Oldu mu o kadar? Zaman nasıl geçmiş fark etmemişim." "Bunca zaman şehzade ile miydin?" Mine hatun kafasını sallarken Asiye göz deviriyor. "Yalan konuşma Mine. Hamamda beraberdik, sabah vakti çıktı o da." Kızlar gülüşmeye başlayınca Mine sinirle Asiye'nin ayağını dürtüyor. "Ya neden söylüyorsun?" Gülmeleri geçerken Nihal geliyor yanıma. "Muhabbet keyifli mi?" Kafamı belli belirsiz sallıyorum. "Keyifliden çok garip." Elimdeki kitaplara bakıyor. "Senin için bırakmamı ister misin?" "Hayır teşekkürler. Birazdan yerleştireceğim." "Ee Şehzade Uraz nasıldı?" "Çok yakışıklı olduğunu duymuştum." "Nasıl geçti geceniz?" Gibi sorular duyulmaya başlanınca konuşmanın merak ettirici özelliği kayboluyor. "Ben şunları bırakayım." diyorum Nihal'e ve dolaba yerleştirmeye gidiyorum. Kızlardan birinin "Tülin nerede?" dediğini işitiyorum. Kitaplarımı yerleştirip Nihal'in yanına ilerliyorum. "Haberim yok. Sabah hamamda da yanımızda değildi." "Hala şehzade ile mi acep?" Nihal'in yanına geçiyorum. "Ne şehzadesi be." Zerrin hafifçe öne eğiliyor ve eliyle kızların yaklaşmasını işaret ediyor. "Dün gece gördüm ben onu. Ağlayarak hareme geri döndü. O vakitten beri bir yerlerde saklanıyor." "Ne?!" "Gerçekten mi?!" Zerrin başını sallayarak geriye çekiliyor. "Şehzade Yavuz kovmuş odasından. Sonra da Gülbanu Sultan'ı yanına çağırtmış." "İyi de Gülbanu Sultan hamile değil mi?" Zerrin yavaşça omuz silkiyor. "Ne yapıyorsunuz orada?!" Ceyda Kalfa'nın sesi ile ona dönüyoruz. "Dağılın haydi! Herkes işinin başına!" İş? He doğru. Ben sabah temizliğini yaptığım için şu an boş sayılmalıyım ama Ceyda Kalfa sağ olsun bana bir iş kitlemekten eksik kalmıyor. Nihal ile kısa bir bakışmanın ardından omuz silkiyoruz. O bugün düzgün tercüme ve konuşma için bazı kızlarla lisan eğitimi alacak. Mine ve Asiye'de o kızlardan. Ben ise Ceyda kalfa ile gideceğim. "Bugün ne deniyoruz Ceyda Kalfa?" diyorum kinayeli bir şekilde. "Pek heveslisin maşallah." Belli belirsiz kafamı sallıyorum. "Eh, sonuçta kaçma şansım yok değil mi?" Kapıdan çıkarken "Sonunda idrak edebildin." diyor. Onu takip ediyorum. "Jale Hatun'un yanına gideceğiz. Sana yağlar ve bitkilerle ilgili ders verecek." Kafamı hafifçe sallıyorum. Önce beni Nihal gibi şehzadelere hazırlanmam için eğitmek istemişti Ceyda kalfa. Ama yüzümdeki ve bedenimdeki yaralar yüzünden başka kalfa şiddetle karşı çıkmıştı bu fikre. Sonra iyileşmem için tedavi görmemi sağlamıştı. Hala bedenimdeki izler tamamen kaybolmamıştı ama bu sürede hekimlerden birkaç şey öğrenmemi de istemişti. Sonra hizmetçilik için eğitilirken bunun benim için yetersiz kaldığını söyleyerek bir meşkale öğretmek adına çabalamıştı. Önce raks derslerine yollamak istedi, yeterince kıvrak değildim. Sonra musiki derslerine gittim, enstrümanlar çok zordu. Resim çizme ve ebru sanatında zaten fiyasko çıkmıştım. Şimdi ise şifalı yağları öğrenmeye gidiyorum demek. "Eğer kabiliyetin çıkarsa seni cariyelerle ilgilenmeyle vazifelendirebilirim." "Cariyelerle ilgilenmek mi? Cilt bakımı, güzellik uzmanı falan gibi mi?" Yan gözle bana bakıyor. "Üslubunu düzelt." "Öyle mi?" Alnını hafifçe ovalıyor sıkıntıyla. "Evet, cilt, saç bakımları ve kokularıyla ilgilenmen gerekecek." Garip bir şekilde cilt bakımı fikri hoşuma gidiyor. "Kendime de yapabilir miyim?" Sorumla bana kısa bir bakış atıyor. "Yaralarımın geçmesinde yardımı olmaz mı?" Kaşımın kenarından şakağıma doğru çıkan çizgi şeklindeki yara izini gösteriyorum. "Belki bunu geçirecek bir ot ya da yağ vardır?" Ceyda Kalfa yine o acıma dolu ifadesini yapıyor. Kafasını hafifçe sallıyor. "Kendinde de deneyebilirsin." Hafifçe gülümsüyorum. Doğrusu yara izimle bir derdim yok ama haremdeki diğer kızların bakışları rahatsız ediyor. Birde açık konuşmak gerekirse onca güzel kadının arasında böyle dolaşmanın özgüvenime faydası olmadığı da bir gerçek. Bir kapının önünde duruyoruz. Kapının iki yanındaki cariyeler kapıyı açınca içeriye giriyoruz. "Ceyda Kalfa, hoş gelmişsiniz." Kadın ve yanındaki cariye başını eğerek Ceyda Kalfa'yı selamlıyorlar. "Hoş bulduk Jale Hatun." Lafı çok uzatmadan elini hafifçe kaldırarak arkasında duran beni işaret ediyor. "Sana bahsettiğim yeni çırağın. Bir süre senin yanında eğitim görecek. Bak bakalım kabiliyeti var mıdır." Kadın gözlerini bana çevirerek bir süre beni süzüyor. "Emrin olur Ceyda Kalfa." Ve böylece bir başka eğitime daha başlıyorum.

 

Loading...
0%