Yeni Üyelik
7.
Bölüm

7. Bölüm

@senuzya

Elimdeki makası yerine koyarken aynadan Nihal'e bir bakış atıyorum. "Cidden bir model istemediğinden emin misin?" Kendinden emin bir şekilde başını sallıyor. "Pekala." Fırçayla omuzunda kalan saçları süpürüyorum. "Sen neden denemiyorsun?" Sorusuyla alaylı bir bakış atıyorum. "Sağ ol canım almayayım." Nihal hafifçe gülüyor. İşim bittikten sonra omuzundaki örtüyü çekiyorum. Omuzlarına kadar kısalttığımız saçlarına bir bakış atıyor. "Ellerine sağlık Leyla." "Beğenmene sevindim." Eşyaları toparlarken o da üzerini düzeltiyor. "Ee ne zaman gideceksin?" Sıkıntıyla nefesimi veriyorum vazifem aklıma gelince. "Yarın sabah. Sultanlar topluca kahvaltı edeceklermiş. Ardından yeni şehzadenin doğumu için kurban kesilecek ve halka yemek dağıtılacakmış." Kafasını sallıyor. Toparlanmam bittikten sonra eşyaların olduğu dolabı kilitliyorum ve odadan çıkıyoruz. "Gergin misin?" "Eh." Hünkar sefere çıkalı 28 gün falan olmuştu. Bu süreçte saray beklediğimin aksine tam bir kaos ortamına dönüşmüştü. Her akşam seferin iyi geçmesi için dualar ediliyor, sabahları hayır işleri için hanımlar görüşmeler yapıyordu. Etraf tam bir çocuk yuvasına dönmüştü. Sadece şehzadeler ve sultanlar değil bazen saraydaki üst düzey çalışanların eşleri de çocuklarını getiriyorlardı. Hanımlar görüşmedeyken çocuklarla ilgilenmek cariyelerin vazifesiydi ve genellikle iç bahçe taraflarında oynuyorlardı. Henüz küçük olan şehzadelerin ağlamaları, sultanların etrafta emirler yağdırmaları öylesine boğucu hissettiriyor ki! Üstelik bu 28 gün çok garip geçiyordu. 5.gün bir cariye kendini asmıştı. Yani bize öyle söylediler. 8.gün Şehzade Yavuz'un gözdelerinden Reyhan hatun zehirlenmişti. 14.gün Sultan Tuğrul Han'ın kız kardeşi Handan Sultan ve kızı Atike Sultan saraya yerleşmişti. 15.gün Şehzade Bahadır'ın gözdesi Mehpare Hatun hastalanmıştı. 19.gün ordunun vardığı haberi gelmişti ve tüm saray halkı gece boyunca dualar etmiş, namaz kılmıştı. 23. gün Şehzade Kasım'ın seferde yaralandığı haberi gelmişti. Saraya döneceklerini söylemişler. O haberin geldiği günü anımsıyorum da, Fahrunnisa Sultan haberi işitince bayılmış ve Mahpeyker Sultan, Şehzade Uraz'dan torununu karşılamaya gitmesine izin vermesi için müsaade istemişti. Verilmemişti nihayetinde. Benim için ise daha garip denebilir. Mahinur Sultan'a yaptığımız saç şekli beğenilmiş olacak ki beni birkaç kez daha yanına çağırmıştı. Yarın ise kız kardeşi Füruzan Sultan, bahçede yapılacak büyük kahvaltı için onu hazırlamamı söyleyen bir emir göndermişti. Açıkçası baya gerginim çünkü Berfu Hatun bunu tek başıma yapabileceğimi söyleyerek beni cesaretlendirmeye çalışmış ama aslında başından savmıştı. Sarayda çok fazla sultan var şu an ve hepsine yetmekte zorlanıyoruz.

 

"Bende denediğin şu yağları denesene. İpek gibi duruyor saçta." Nihal'in cümlesiyle düşüncelerimden sıyrılıyorum. "Haklısın ama sadece birkaç kez denedim ve sadece ikimizde denedik. Ya Sultan'ı rahatsız ederse? Kokusunu beğenmezse ya da saçına zarar verirse?" Nihal bana endişeli ama birazda tedirgin bir ifadeyle bakıyor. "Köle tüccarlarına kafa tutup dillerini keseceğini söyleyen kadının cesareti nereye gitti?" Bir an duraklıyorum. Bendim. O sözleri söyleyen ve korkusuzca kılıçlı adamlarla dalaşan bendim ama o zamanlar kendimi bir rüyada sanıyordum şimdi ise yaşadığım her gün öylesine gerçekçi gelmeye başlamıştı ki korkuyorum ölmekten, zarar görmekten, tekrar dayak yemekten ya da bilmiyorum işte korkuyorum düzene karşı gelirsem bir şey olur mu düşüncesinden! Korkuyorum deli gibi yaşadığım her gün gerçek mi yalan mı bilmediğim nefeslerimden. Yavaşça iç çekiyorum. "Haklısın." diyorum kısa kesmek adına. "Sen nereye gideceksin yarın?" "Sadece raks edeceğimiz için öyle çok hazırlanmayacağız, genelde derste olacağım." Gülüyorum. "Yani bu kez güzelce dans edebilirsin?" O da gülmeye başlıyor. "Evet sanırım edebilirim."

 

------

 

"Sultanım, müsaade buyurursanız hatunlar geldiler." Mercan ağa bu kadar kibar konuşabildiğine şaşıracağım derecede bir nezaket ile Füruzan Sultan'a bizim geldiğimizi haber veriyor. Açık kapıdan sadece Mercan ağayı ve geniş salonu görebiliyorum. "Gelsinler Mercan Ağa." Mercan ağa eğilerek selam veriyor, ardından dikleşerek başıyla bize girmemizi işaret ediyor. İçeriye giriyoruz ve sol tarafa dönerek Sultan'ı selamlıyoruz. Bu odada da hafif bir yükseklik ve cam tarafını komple kaplayan sedirlerden var. Renkleri daha canlı kumaşların. Aynası odanın içindeki diğer bölmeye açılan kısımda değil aksine kapıyı görecek şekilde yan duruyor ve önünde sırt yeri olmayan koltuklardan var. Aynanın yanında da koca bir sandık, içinden taşan inci kolyeler, altın zincirlerle, kapağı tam kapanmamış bir şekilde duruyor. "Methini duydum." Sultan'ın sesiyle bir an ona bakıyorum. Kahverengi saçları ablası Mahinur Sultan'ınki gibi çikolata tonlarında. Beyaz ten rengini annesinden aldığı besbelli olan Mahinur Sultan'a nazaran Füruzan Sultan daha buğday tenli. Annesi ve kız kardeşi gibi yeşil gözleri de yok. Kahverengi badem gibi gözleri. Aslında çok sade özellikleri ama yüzü, bakışları, aurası o kadar güzel görünüyor ki şaşırıyorum doğrusu. Gözlerinin hafifçe kısılmasıyla gözlerimi yere çeviriyorum. Lütfettiniz Sultanım demem gerekli. Ama demek istemiyorum. Şu lütfetme kelimesini kullanmak istemediğim için öylece susuyorum. "Lakin lal olduğunda ilgili bir malumat almamıştım." Bir tepki vermemek için yüz kaslarımı zor tutarken düzgün kelimeleri arıyorum. "Üzgünüm Sultanım. Lal değilim lakin fazlaca çekingen olduğum bir gerçek." Bir şeyler daha söylemem gerekli gibi hissediyorum ama aklıma sözcükler gelmiyor. Daha doğrusu gelen ifadelerden emin olamıyorum. "Pekala." diyor uzayan sessizliğin ardından. "Maharetlerini görelim bakalım." derken aynanın karşısındaki koltuğa geçiyor. Temizlikçi olmak daha mı iyiydi acaba? Elimdeki sepeti yanımda duran Sedef'e veriyorum. Sultan'ın arkasında yerimi alıyorum. Aynadan bizi izlediğinin farkında olmak gerginliğime hiç de yardımcı olmuyor. Kısa bir an yüzüne bakıyorum tekrardan. "Sultanım arzu ettiğiniz bir görüntü var mıdır?" Yüzünde hafif bir gülümsemeyle başını yavaşça iki yana sallıyor. Tamam anlamında başımı sallıyorum bende. Hadi deneyelim bakalım. Daha önce Nihal'de ve kendimde kullandığım yağ karışımını almakla başlıyorum önce. Sultan'ın cariyelerine veriyorum ve kafasına masaj yaparak başlıyorlar. Sultan'ın kaşlarının hafifçe çatıldığını görüyorum kokuyu aldığında ama bir şey demiyor. Masajın bitmesinin ardından demir çubuğu alıyorum ve saçlarına ince maşalar yapmaya başlıyorum. Bir yerlerini yakmamak için çaba göstermek her defasında aynı stresi nasıl veriyor anlamıyorum. Demir soğuduğunda Sedef'e uzatıyorum. Henüz 19 yaşında olan Füruzan Sultan'ın saçına abartılı bir model yapmak istemediğimden salık bırakıyorum. Saçın bitmesine yakın elini havada hafifçe sallıyor ve cariyelerinden biri yeşil zümrütlerle bezenmiş tacını getiriyor. Tacı saçlarına yerleştirdikten sonra işimiz bitiyor. Füruzan Sultan ayağa kalkarken geriye çekilerek alan açıyoruz ona. Aynada saçlarına bakıyor. Yüzündeki memnun ifadeyi fark edince biraz rahatlamış hissediyorum. "Pek kabiliyetliymişsin sahiden." "Teşekkür ederim Sultanım."

 

Bize dönüyor. Yüzünde sorgular bir ifade var. "Lakin saçıma sürdüğün şu karışım, garip bir kokusu vardı. Neydi o?" Garip koktuğunu fark ettiği halde sürmeme izin vermesine biraz şaşırıyorum aslında. 28 gündür herkes herkese komplo kuruyordu resmen ve Füruzan Sultan'ın bu kadar pervasızca, hiç tanımadığı birinin demesiyle, garip kokulu bir karışımı kullanmayı kabul etmesi nereden bakılırsa bakılsın saçmalık gibi duruyor. "Benim karışımımdı Sultanım." Tek kaşını kaldırıyor. Sanki durum ilgisini çekmiş gibi. "Saçın ısıtma işleminde zarar görmesini engellemek için kullanılıyor." Hafif bir gülümsemeyle başını sallıyor. Bir elini buklesine götürüyor. "Bu kadar yumuşak olmasını sağlayan da bu öyleyse?" "Evet Sultanım." "Ala." Yüzünde memnun bir gülümsemeyle bakıyor bana. "Karışımın hekim kontrolünden geçti mi?" Gözlerim endişe ve şaşkınlıkla büyüyor. Hekim kontrolünden mi geçmeli? Böyle bir kural mı var? Haremde böyle bir uygulama mı yapılıyor? Ama ben bilmiyordum ki! Füruzan Sultan yüzüme aynı gülümsemeyle bakmaya devam ediyor ama bu kez gülüşü sanki aşağılar, alay eder bir tonda gibi hissediyorum. Tehdit vari bir havası var ve bu beni boğuyor gibi geliyor. İfademden anlamış olacak ki kaşlarını kaldırıp hüzünlü bir ifadeyle bana bakıyor. "Ne yazık. İşinde mahzar olduğun belliydi oysa." Ne demek bu? "Densiz..." Mercan Ağa'nın fısıltısıyla ona kısa bir bakış atıyorum ve odada dolaşan gerginliği fark ediyorum. Herkes başlarını eğmiş korkuyor. İşlerin sarpa sardığını hissediyorum. "Sultan'ım böyle bir protokol olduğunu bilmiyordum fakat daha önce denemediğim bir karışım değil yemin ederim. Haremdeki birkaç kadında ve kendimde denedim, bir soruna sebep olmuyor. Sadece sizi hoşnut etmek için uygulamıştım. Hemen bir hekim çağırıp kontrol ettirebiliriz. İnanın bana içinde kötü bir şey yok." Daha da cümleleri sıralamaya devam edecekken elini hafifçe kaldırarak susturuyor beni. Hafifçe kıkırdıyor. "Protokol?" Yine gelecekten bir kelime kullandığımı anlıyorum. "Yani şey, böyle bir kontrolden geçmesi gerektiğini bilmiyordum." derken sesim biraz kısılıyor. Füruzan Sultan'ın yüzündeki ifade gayet keyifli duruyor ve ne olduğunu anlamıyorum. "Artık öğrenmiş oldun." Elini tekrar saçlarından geçiriyor. "Karışımdan gayet memnun kaldım. Tez vakitte hekim tetkikinden geçirin." diyor Mercan Ağa'ya bakarak. Ardından bana dönüyor tekrardan. "Maharetlisin. Bundan sonra seni daha sık çağıracağım." Hafifçe gülüyor. "Hem çekingenliğinde geçmiş gibiydi." Ne diyeceğimi bilemez halde boş boş bakıyorum. Ne oluyor lan burada?!

 

------------

 

Öğlen vakti sultanlar ve şehzadeler dışarıda olduğu için daha sakin geçiyor zaman. Yani en azından ben ve benim gibi işi olmayanlar için. Diğer yandan Tülin... Gülbanu Sultan, Tülin'in, Şehzade Yavuz'a gönderildiğini öğrenmiş olacak ki kendi yanına hizmet etmesi için çağırtmıştı ve doğum anından beri resmen kıza eziyet ediyor. Bugün 5.kez falan görüyorum sanırım merdivenlerden koşarak inmesini. "Kıyamam be." diyorum hafif bir acımayla. Kızın elinde değildi ki seçilmiş olması. Tamam seçildiği için sevinmişti ama ne bilsin sonunun böyle olacağını. "En azından hala hayatta." Nihal'e inanamamış gözlerle bakıyorum. "Ne? Yalan mı? Halvete girmediği için hala hayatta eğer bir gece geçirmiş olsaydı şimdi bir kuytuda leşi bulunurdu." diyor. Bu kez daha büyük bir hayretle kirpiklerimi kırpıştırıyorum. "Bana öyle bakmasana." Sitemini ciddiye almayarak "Kimsin sen ve benim kibar tatlı Nihal'in nerede?" diyorum. Göz deviriyor. "Çok komik." Nefesini sıkıntıyla vererek ellerini dizlerine doluyor. "Buradayım ama asabiyim." "Sebebi?" Başını geriye atarak iç çekiyor. "Belli değil mi? Beni de onlardan olmam için eğitmeye devam ediyorlar. Sıkıldım artık." Hafifçe gülüp omzumla omzunu ittiriyorum. "Sende böylesine güzel olmasaydın ne yapalım." Başını yan yatırarak bana bakıyor yüzünde alaylı bir gülüşle. "Diyene bak." Bu kez içten bir kıkırdamada bulunuyorum. "Gözlerinde burada değil galiba?"

 

"Leyla yaraların iyileşmeden evvel bunu deseydim ciddi olabilirdin ama buraya geldiğimizden beri baya güzelleştin farkında değil misin?" Göz deviriyorum. "Beni kale al. Hakikati diyorum burada." Hafifçe başımı sallarken yüzümde tabi tabi der gibi bir ifade beliriyor. "Öyledir kesin." O da benim gibi göz deviriyor. Bir konuda haklı. Buraya geldiğimizden beri yemeğinden mi suyundan mı bilmem ama cildim yenilendi resmen. Kendimi daha sağlıklı hissetmeye başladım. Bedenimde bir yara kalmadı sadece saç diplerimi ayırdığımda kafa derimdeki o kabuklu kabartı ve şakağımdaki soluk çizik kaldı. İstemsizce elimi başımdaki yaraya götürüyorum. Kafama çok darbe almışım. "En azından yaralar geçti." diye mırıldanırken "Hele şükür iyi bir şeyi kabullendin." diyor Nihal. Şu an daha fazla bir konuşmaya devam etmek istemiyorum. Fakat o içini kemiren bir endişe hissinde görünüyor. "Söyle bana. Sorun ne?" Bana kısa bir bakış atarak önüne dönüyor. "Sorun yok." "Yalan söyleme." derken sırtımı sedirin arkasına yaslıyorum. "Ceyda Kalfa'nın dediğini unuttun mu? Yalan günah." Bana ciddi olup olmadığımı sorgulayan bir bakış atmanın ardından yüzünde hafif bir gülüş beliriyor. "Unutmadım tabi."

 

"Anlat o zaman." diyorum yayarak ve ellerimi önümde birleştirerek esnetiyorum. "Toplasan 5 dakikan falan kaldı yoksa şurada sızıp kalacağım."

 

O da benim gibi sırtını sedire yaslıyor. Uzanıp önümüzde masadaki tepsiden bir bardak şerbet alıyorum. Bunların da tadı pek güzel. Tekrar arkama yaslanıp bir yudum içiyorum. "Yarın gece için hazırlanmamı söylediler." "Ne?!" Ağzımdaki yudumla konuşmaya çabaladığım için içecek boğazıma kaçıyor. Öksürerek onu oradan atmaya çalışıyorum ama pek de başarılı olamıyorum. "Leyla? İyi misin?" Sırtımda hissettiğim vuruşlar hiç de yardımcı olmuyor. "Helal helal, öksür." Ben ne yapıyorum acaba?! En son boğazımda yakıcı bir sızı kalırken öksürmeyi bırakıyorum. "İyi misin?" "Sence?!" derken sesim biraz sert çıkıyor. "Kızım bu böyle pat diye söylenir mi? Ne demek hazırlanmak? Kim dedi bunu? Nereden çıkmış?" Nihal cümlelerimi anlamlandıramamış olacak ki bir an sadece şaşkınlıkla bana bakıyor. "Şey, Menekşe Kalfa dedi. Mahpeyker sultan öyle uygun görmüşler." Gözlerim kısılıyor. "Mahpeyker Sultan mı?" Kafasını sallıyor. "Evet." Bu iyi değil. Mahpeyker Sultan, Şehzade Uraz'ın annesi değil ve ona cariye seçmek onun işi de değil. Böyle bir istekte bulunmasının iyi bir tarafı olması da mümkün değil. Lakin istekleri ne olursa olsun arkadaşımın bunda maşa olmasına izin vermem de mümkün değil! "Sen ne düşünüyorsun?" diye soruyorum yinede emin olmak adına. "Tabiki de istemiyorum Leyla. Bu da soru mu?" Nihal'in cevabıyla kafamda fikirler tartıyorum.

"Tamam seni o halvetten kurtaracağız."

"Nasıl?"

"Seni hasta edeceğiz." Tek kaşını kaldırmış bana bakan Nihal'e gülümseyerek arkama yaslanıyorum. Yorucu bir gün.

 

Loading...
0%