Yeni Üyelik
8.
Bölüm

8. Bölüm

@senuzya

"Bir sorun olmaz değil mi?"

Göz deviriyorum ve Nihal'i omuzlarından tutarak yatağa uzandırıyorum. "Endişeyi bırak ve yat. Bahanemiz hazır bak."

"Ya tetkik isterlerse?" Fidan hatun elindeki bezi sıkarken yaptığımızdan pek de memnun olmadığını resmen ses tonuyla belli ediyor.

"Fidan Hatunum zaten saray ana baba günü. Kimse kimseyi aramaz merak etme. Hem Şehzade'nin iki gözdesi de burada. En olmadı Mine hatun hazırda bekliyor zaten." Fidan sıkıntıyla nefesini veriyor. "Nereden seninle dost oldum ben?"

Hafifçe gülüyorum. "Ne hoş işte hayatına renk geliyor." "Çok lüzumu vardı evet." Diyor alaya alırcasına. Elindeki bezi Nihal'in alnına koyduğunda Nihal bir an yüzünü buruşturuyor. "Sirke mi var bunda?"

"Biri gelirse sahici görünmesi için."

Omzumla omzunu ittirirken gülüyorum. "Nasılda adepte oldun ama bak."

"Nihal için yapıyorum Leyla. Senin için olsa yapmazdım." Evet aynen, kesin yapmazsın. Hafifçe gülerken başımı sallıyorum. "Nasıl diyorsan öyle olsun." Aslında bu yorumun altında sezdiğim başka bir gerçek biraz sinirimi bozduğundan uzatmıyorum. Ceyda Kalfa da Fidan Hatun da hatta Nurgül Kalfa bile bu imayı yapıyor nedenini anlamadığım bir şekilde.

"Hadi git sen."

"Hemen mi?" Hayıflanırcasına nefesimi veriyorum. Ama daha çok var akşama. İşim gücümde yok. Nihal'le kalayım he? Olmaz mı?"

"Evet Fidan Hatun lütfen. Çok içim daralır benim burada. Biraz daha kalsa olmaz mı?"

Fidan Hatun ikimizin arasında göz gezdiriyor ve öfkeyle "Aa yeter yahu! Tamam dediğinizi yaptık işte şimdi sizde benim lafımı dinleyin. Hemen dışarıya çıkıyorsun. İşim gücüm var! Oyalamayın beni!" Hemen yanında durduğum için sesi çok yüksek geliyor ve ellerim ile kulaklarımı örtme ihtiyacı hissediyorum. "Tamam tamam gidiyorum." Odadan çıkarken arkamı dönüp kızlara bir bakış atıyorum. "Bir şey olursa haber verin. Sonra görüşürüz." El sallayarak oradan gidiyorum.

 

------

 

Cariyeler taşlığının geniş terasında durmuş gökyüzüne bakıyorum. Bir taraf parlak bir turuncu ile gözlerimi kamaştırırken diğer tarafın soluk maviliği turunculuğa doğru ilerliyor. Geçtiği yerlerdeki renkleri yutarak lacivertin gelişine zemin hazırlıyor. Yavaşça iç geçiyorum. Çok güzel görünüyor. "Hava serinlemeye başladı." Mine kollarını kendi bedenine sarmış hafifçe sıvazlıyor. Yüzünde tedirgin bir ifade var. "Sen iyi misin?" Derya'nın sorusuna sadece omuz silkiyor. "Bilmiyorum, içimde kötü bir his var." "Halvete çağrılmadın diyedir." diyor Asiye alay eder şekilde. Mine asabi bir ifadeyle Asiye'ye dönüyor. "Sen çağırılamıyorsun bile. Şehzede Ertuğrul seni çoktan unutmuştur." Kızların atışması sinirimi bozuyor. "Yeter." Aralarına geçerek kollarımı ikisinin omuzlarına atıyorum. "Cidden böyle atışmanızın bir manası var mı? Boşu boşuna aranızı açıyorsunuz." Derya beni onaylarcasına başını sallıyor. "Leyla haklı. Zaten yakında ayrılacaksınız." "Nasıl yani?" diyorum anlamayarak. "Neden ayrılsınlar ki?"

 

Kızlar bana ciddi olup olmadığımı sorgulayan bakışlar atıyor. "Hani halvete girdik ya Leyla." diyor Mine çok ortada olan bir gerçeği bir tek ben anlamamışım gibi. "Şehzadelerin haremindeniz artık, onlarla gideceğiz." Asiye'ye şaşkınca bakıyorum. "Başka saraya mı gideceksiniz?" Başlarını sallıyorlar. "Günaydın ama Leyla. Bunu akıl etmedin mi hiç? Şehzadelerin hareminin ne işi var payitahtta?" Bunu cidden nasıl anlamadım ben. Kızlar arasında bakışlarımı dolaştırıyorum. "Ben bunu hiç fark etmemiştim." diyorum saf saf. "O zaman bir daha görüşemeyecek miyiz?" Sorum sanki çok komikmiş gibi gülmeye başlıyorlar. "Ne? Niye gülüyorsunuz?" Ama bakışlarında samimi ve içten bir ifade var. "Gülmesemize ya!" "Siz ne yapıyorsunuz burada?! Her yerde sizi arıyordum! İçeriye çabuk!" Bağırarak yanımıza koşturan Gülden'i görünce bir an şaşırıyoruz. "Neler oluyor?" Derya'ya cevap vermek yerine kolunu tutup çekiştiriyor. "Hadi hemen içeriye! Zaman yok!" "Ne oluyor Gülden?" diyorum ciddi bir tonda. Kollarımı kızların omuzlarından çekip Gülden'in Derya'yı çeken kolunu tutuyorum. "Ne bu telaşın?" "Duymuyor musunuz sesleri?!" diyor öfkeyle ve kolunu elimden kurtararak sarayın dışını işaret ediyor. "Dışarıda kıyamet kopuyor! Herkes avluda toplanıyor acele etmeliyiz!" Ne diyor bu? "Ne diyorsun sen?" derken dışarıdan yükselen bir ses duyuluyor. Ani bir korkuyla yerimizden sekiyoruz resmen. Sesin geldiği yöne bakmaya çabalıyorum ama cariye avlusu sadece denize bakan kısmı ve arka bahçeyi gördüğünden sesin kaynağını bulamıyorum. "İçeri!" Gülden bizi ittirerek saraya sokuyor. Avluda toplanmış kadınlar, sağa sola koşturan ağalar, çığlık atıp kaçışanlar... "Ne oluyor be?"

 

"HERKES SIRAYA HAYDE!" Hemen yanımdan yükselen bağırış ile yerimden sekiyorum. Nurgül Kalfa ve bazı ağalar bizi sıraya sokmaya çalışıyor. Haremdeki kadınlar korku ve panikle neler olduğunu soruyor. Derya beni kolumdan tutmuş sıraya sokmaya çalışırken etrafı tarıyorum. "Eyvallah olsun eyvallahlar olsun. Öldük biz!" "Ne yapacağız Nurgül kalfa?! Bir şey söyle!" "Çocuklar! Çocukları alın hemen!" "Sıraya geçin! Hızlı olun hayde!" Cümleler birbirine karışırken sıraya geçmiş onlarca kafadan farklı farklı sorular duyuluyor. Nurgül kalfa yanındaki ağayla olan konuşmasını bitirdiği sırada Erva Kalfa giriyor içeri. Etrafa panikle göz gezdiriyor. Onun bu telaşı daha da korkutuyor kadınları. Neler oluyor anlayamıyorum. Bütün bu telaş ve curcuna aslında aklıma bir şey getiriyor ama emin olamıyorum. "SESSİZLİK! KESİN SESİNİZİ!" Elindeki bastonu birkaç kez yere vuruyor. "SUSUN HEMEN!" Kızlar sorularını biraz daha sessizce sormaya başladığında Erva Kalfa konuşmaya devam ediyor. "Bu gece herkes zindanda kalacak!" Gözlerim şaşkınlıkla büyüyor."Ne?" Ne demek zindanda yatacağız? Yoksa savaşı mı kaybettik? İşgal altında mıyız? Ne oluyor düşman mı saldırıyor?! Beynimdeki düşünceler gibi etraftaki söylemlerde giderek raydan çıkıyor. "Bir suç mu işledik Erva Kalfa?!" diye başlayan sorular "İsyan mı çıktı?!" "Savaşı mı kaybettik?!" "Ölecek miyiz hepimiz?!" "Bizi canlı canlı yakacaklar!" olarak devam ediyor. "Öleceğiz." Bu ses diğerlerinden daha farklı olarak çok yakından geliyor. Derya. Ona döndüğümde korkudan titreyen bedenini fark ediyorum. "Öleceğiz." Diye fısıldıyor kendi kendine. "Şşt. Derya sakin ol." Elimi omzuna koyarak sıvazlıyorum. "Sakin ol ben buradayım." Ben buradayım... Ama Nihal?! Gözlerim korkuyla büyüyor. Nihal revirde kaldı!

 

"Kesin sesinizi! Sultanlarımızda zindana gelecek siz neyin mızmızlanmasını yapıyorsunuz?!" "Sultanlarda mı?" Bu kez farklı bir şok dalgası geziniyor. Sırtında çuvallarla önümüzden geçen adamlara bakıyoruz şaşkınca. Ne kadar kalacağız ki orada? Asiye'ye hemen diğer yanımda. Ona dönüyorum. "Derya iyi değil onu tutabilir misin?" Sakinliğime şaşkınca bakıyor ama bir şey demiyor. Kendi canının derdine düşme peşinde besbelli ama dediğimi yaparak Derya'nın koluna giriyor. Sıradan çıkarak Erva Kalfa'nın yanına gitmeye çalışıyorum. "Sıraya geç!" diye bağırıyor Bülbül ağa. "Nihal burada değil! Revirde kaldı! Onu almamız gerek!" Bülbül ağa farklı dilde bir şeyler diyor ve elindeki sopayla beni geriye itiyor. "Kes sesini de sıraya geç! Haremde ki herkesi toplayıp getiriyorlar!" "Ama Nihal..!" Gerçekten hasta olmadığını hatırlayınca biraz sakinleşiyorum. Yürüyebildiğine göre getirebilirler evet. Birden güçlü bir patlama sesi duyuluyor. Çığlık atan insanlar arasında bazı kızlar korkuyla yere çöküyor. İnsanlar saklanacak bir yer arıyor. Ya Nihal getirilmeden dışarıdakiler içeriye girerse? Savaşı kaybetmiş olamayız. Daha birkaç gün önce durumlarını haber veren havadisler gelmişti. Bu kadar kısa sürede orduyu yenip, ülkenin içinden geçip başkente kadar ulaşamazlar. Demek ki isyan olmalı. Ya hepimizi zindanda toplu halde bulduklarında öldürürlerse? Hayır... Ordu savaşta olsa bile sarayı ve şehri korumaktan görevli bir ton asker var. Ya askerler ayaklandı ya halk. Halk olsa şimdiye bastırılması gerekirdi. Askerler. "Herkes tamam mı?" dediğini duyuyorum Erva Kalfa'nın o sırada bir patlama daha duyuluyor ve Mercan Ağa hızlıca "Evet herkes burada." diyor. Gözlerim şaşkınlıkla açılıyor. Ama değiller! Nihal burada değil! Fidan'ı da hiç bir yerde görmedim. O sırada sesler yükseliyor. Saraya mı girdiler?! Kalp atışlarım öylesine hızlanıyor ki etrafımda olanları algılayamıyorum. "Nihal yok. Nihal yok! Fidan'da burada değil!" Gülden kolumu tutuyor. "Hadi gitmeliyiz!" Etrafı saran gürültünün arasında "KAPILARI KAPATIN!" diyen ağaların sesini duyuyorum. "Hayır! Nihal yok!" "Gitmemiz lazım!" Herkes zindanlara gitmek için ilerlerken geniş kapının kapanmaya başladığını görüyorum. Ama... Bir anlık bir deli kuvvetiyle elimi Gülden'in elinden kurtarıyorum ve kapıya koşmaya başlıyorum. "Ne yapıyor bu deli?! Getirin hemen!" Nurgül Kalfa'nın sesini duyuyorum ama umursamıyorum. Önüme geçmeye çalışan bir ağayı kenara atıyorum ve kapı kapanmadan evvel dışarı çıkmayı başarıyorum. Kapının dışında bekleyen 4 ağayı görünce bir an şaşırıyorum. Neden içeride değiller? "Hatun senin ne işin var burada?! İçeriye!" diyor içlerinden biri. Beni yakalamak için bir hamle yaptığında hemen arkamı dönüyorum ve koşmaya başlıyorum. Peşimden kimse gelmiyor. Kendimi öldürmeye çalıştığımı düşünmüş olmalılar. Hemen etrafa bir göz atıyorum. Bomboş. Öylesine boş ki korkutucu. Ama her taraftan gelen gürültüler var. Revir tarafına doğru koşuyorum. Kapılardan çıkan birkaç insan görüyorum. Saklanacak yer arıyorlar. Hani herkes içerideydi Mercan Ağa?! Revir kapısına geldiğimde elinde kılıcıyla bir adam görüyorum. Koridorun dönemeç kısmına yaslanıp saklanıyorum. İçeriye girmişler. Kılıç sesleri duyunca tekrar bir bakış atıyorum. Kapıdaki iki ağa adamı tutmaya çabalıyor. Ama askerle aralarında olan fark o kadar belli ki. Adam ağalardan birinin belini kesiyor. Dışarıya çıkan kanı görünce korkuyla ufak bir çığlık atıyorum. Eyvah! Elimle ağzımı kapatıp geriye dönüyorum ama adam çoktan beni görüyor. Başka bir kesilme sesi duyuyorum. Diğer ağada ölmüş olmalı. Bedenimde hissettiğim ürpertiyle ne yapacağımı bilemiyorum. "Çık dışarı!" Yerimden sekiyorum. Ben bu kadar korkak mıydım hep? Düşünmeye çalışıyorum. Ne yapabilirim? Ne yapabilirim? Düşün Leyla düşün! "Çık dedim!" Pekala... O zaman hadi şunu deneyelim. Ellerimi yukarıya kaldırarak duvarın arkasından adama bakıyorum. Üzerinde koyu yeşil bir üniforma var. Sarayın askerlerinin üniforması genellikle koyu kırmızı olur. Saraydan değil demek ki. CİDDEN ADAMLAR SARAYIN İÇİNE KADAR SIZMIŞ HAREME ULAŞMALARINA SADECE ÜÇ DÖRT KORİDOR KALMIŞ BU SARAYIN ASKERLERİ NEREDE?! HADİ ONU GEÇTİM BU ŞEHZADE NEREDE BE?! Yüzüme tedirgin ve korkmuş bir gülüş yerleştiriyorum. Adamın buz gibi ifadesi değişmiyor. "Çık oradan." Duvarın arkasından çıkıyorum. "Ben sadece çalışanım." diyorum hızlıca. Bir isyan oluyorsa bu yöneticilere ve ailelerine yöneliktir değil mi? Masum birine dokunmasa gerek. Yani umarım. "Kılığın öyle demiyor." Üzerime anlık bir bakış atıyorum ve öfkeyle dişlerimi sıkıyorum. Hay senin! Harem çalışanları vazifelerine göre giyinirler ve ben henüz cariye olduğumdan giysilerimde cariyelere özgü olandan. Ama bu adam nereden biliyor? "Haremde mi yaşadın hayırdır? Nereden biliyorsun hangi kılık ne için?" Adamın sinirden moraran yüzünü fark edince ne yaptığımı anlıyorum. Ben az önce elinde kılıçlı bir adama, yanında iki ceset varken kafa mı tuttum? Aferin Leyla ölüme kombine bilet kazandın. "Seni deyyus!" Adam elindeki kılıcı kaldırıp öfkeyle üzerime gelmeye başlıyor. Kılıcı bana savurduğu sırada kenara kayıyorum. Diğer eliyle saçlarımı yakalıyor ve kenara itiyor. "Ah!" Yere çarpmanın etkisiyle ağzımdan bir nida çıkıyor. "Senin ben..." Adam üzerine doğru gelmeye başlayınca bir ayağımla hassas bölgesine ardından diz kapağının altındaki noktaya tekme atıyorum. Bacağı boşa çıkınca yere düşüyor. Hemen kenara kaçmaya çalışıyorum. Beni tekrar yakaladığında dönüp bu kez kafasına bir tekme atıyorum. Hızlıca yere düşen kılıcını alıyorum. Adama savuracağım sırada bir his buna engel oluyor. Ben ne yapıyorum? Elimdeki kılıcın kabzasını kalkamadan ense köküne indiriyorum. Adam bayılınca hemen revire giriyorum. "Nihal! Nihal burada mısın?!" "Leyla!" Sesin geldiğini yöne bakınca yatağın altından çıkan Nihal'i görüyorum. Elimdeki kılıcı yere atıyorum. "Nihal! İyi misin?" Koşarak gelip bana sarılıyor. "Leyla!" Şiddetle sarsılan omuzlarından ağladığını fark ediyorum. Sırtını sıvazlıyorum. "Geçti tamam. Sakin ol ben buradayım." Etrafa kısa bir bakış atıyorum. "Burada kalamayız Nihal. Fidan nerede?" Ayrılıyoruz ve gözlerini siliyor. "Hastaları zindanlara indiriyorlardı. Bende yardım ediyordum sonra kapıdan çıkacakken adamlar geldi. Ben saklandım ama Fidan Hatun nerede bilmiyorum." İçeriye göz gezdiriyorum. "Herkesi indirdiler mi?" Kafasını sallıyor hızlıca. "Bir tek Gaye kalmıştı ama o da şu an burada değil. Gitmiş olmalılar." Başımı sallıyorum. "Tamam gidelim o zaman." "Zindana mı?" Bir an duraksıyorum. Harem kısmına çok yaklaştılar zindana gidemeyiz. Daha doğrusu haremden gidemeyiz. Şu an en mantıklı şey olabildiğince uzaklaşmak olmalı. Ama hareme geldiğimden beri oranın dışına çıkmadım ve nerede ne var bilmiyorum. Dışarıdaki sesler artıyor. "Şuradan bir çıkalım da." Yerdeki kılıcı alıyorum ve Nihal'in kolunu tutuyorum. "Hadi gel." Kapıdan çıktığımızda bir an eliyle ağzını kapatıyor. Korktuğunu fark edince kolunu bırakıyorum ve sırtından tutarak ilerletiyorum. "Bakmamaya çalış." Adama bir bakış atıyorum. Her an uyanabilir. Hareme giden yol yerine tersi istikamete ilerliyoruz. "Neden oraya gidiyoruz?" Koridoru dönmeden önce etrafa göz atıyorum. "Haremin kapılarını kapattılar. Zindanlara gidecek başka bir yol bulmamız lazım." Nihal'in gözlerinin yaşardığını fark ediyorum. Koridorun temiz olduğundan emin olduktan sonra ilerlemeye devam ediyoruz. Geniş bir alana açılıyor yol. "Hay içine..." Nihal'in kolunu yakalayıp en yakın kapıdan içeriye sokuyorum. Tam konuşacağı sırada susmasını işaret ediyorum. O geniş alanda yeşil formalı adamlardan vardı. Oraya gidemeyiz. Saklanmamız gerekli. Odayı taramak için döndüğümde gözlerim şaşkınlıkla büyüyor. "Tülin?" diyorum şaşkınlıkla. Elinde küçük bir çocukla masanın altına çökmüş ve eliyle çocuğun ağzını kapatmaya çalışırken gözlerinden yaşlar süzülüyor. "Neler oluyor burada?"

 

Loading...
0%