Yeni Üyelik
9.
Bölüm

9. Bölüm

@senuzya

Zindanda;

 

"Dışarıdan havadis var mı?" Mahinur Sultan endişeyle ellerini ovuşturuyor.

"Maalesef Sultanım. Sarayın içine kadar varmışlar. Malumat alamıyoruz."

"Allah'ım!" Hümaşah Sultan, Erva Kalfa'nın cümlesiyle dengesini kaybediyor. Füruzan Sultan ve Selenay Hatun kollarına girerek tutuyorlar. "Sultanım!" "Validem sakin olun!" İçeriye serilen halılardan birinin üstüne oturtuyorlar Sultan'ı. "Allah'ım yardım et! Evladım dışarıda! Evlatlarım..." Sultanın sesi yavaşça soluyor. "Validem! Validem kendinize gelin!" Mahinur ve Füruzan Sultan annelerinin yanına oturmuş sakinleştirmeye çalışıyor. "Evladım... Uraz'ım... Torunlarım..." Hümaşah Sultan kendinde değil. Mahpeyker Sultan torununu kucağında sıkıca tutarken acıyarak bakıyor Hümaşah Sultan'a. "Etme bulma dünyası işte. Bahadır'ım vaktinde isyan çıkarken nasıl da seviniyordu."

"Geçmişi deşelemenin vakti midir Mahpeyker?" diyor sinirle Handan Sultan. "Allah yardımcımız olsun. İnşallah Şehzademiz sağ salim bastıracak isyanı."

"Sağ mı değil mi o bile belli değil." Ferihan Sultan nefesini sinirle veriyor. Herkesin asabı fazla bozuk lakin kimse, yeni doğum yapmış, kucağında kundağındaki bebeğiyle yatan ve iki kızı yanında olmayan Gülbanu Sultan kadar çaresiz değil.

 

Hümaşah, Mahpeyker, Handan, Ferihan, Mahinur, Füruzan, Dilan, Fahrunnisa, Mehpare, Atike ve Canfeda sultan, Altıavaz köşkünde yapılan eğlenceye katılmak adına saraydan ayrılmışlardı. Çocukları ile orada geçirdikleri vaktin ardından sokaklarda yükselen sesler ile isyan malumatını almışlardı. Derhal saraya haber verilmiş ve isyandakiler köşke varmadan saraya dönmek adına oradan ayrılmışlardı. Şehzade Uraz'da oradaydı. Ailesinin saraya güvenle dönmesini sağlamak adına arkalarında bir duvar olmaya çabalamıştı. Bir nevi başaracaktı fakat askerlerin hazırlıklı olması sebebiyle geriye çekilmeleri gerekmişti. Tüm araçlar saraya girdi zannedip o da saraya dönmüş, kapıları kapattırmıştı. Fakat oğlu ve iki yeğeninin olduğu araç henüz sarayın iç kısmına ulaşamamıştı.

 

Şimdi üçünden de haber alınamıyor. Canfeda Sultan bir köşede oğlunun adını sayıklıyorken Öznur hatun onun ellerini tutmuş sakinleşmesi adına bir şeyler söylüyor. Sultanlar kendilerini kaybedecek gibiyken hatunlar ne yapsın? Kalfalar ağalar ile dışarıdan haber almaya çabalıyor ama ne fayda? Hatunlar ağlayıp sızlanarak zaman geçiriyor. "Sizce iyi midirler?" Diyor Derya endişeyle. Gülden ve Asiye birbirlerine bakıyorlar. Ne demeleri gerektiğini bilemiyorlar yaşlara bulanmış arkadaşlarına. "Bilmiyorum." diyor Gülden. "İçeriye kadar geldiler diyorlar." "Yani ölmü-" "Hayır." Asiye lafını kesiyor. "Öyle bir şey olmamıştır. Leyla'yı bilmiyor musunuz? Dirayetli hatundur o. Ne yapar eder hayatta kalmanın yolunu bulur. Nihal'i de korur." "Evet tabi. Saraya geldiği ilk vakti hatırlamaz mısın? Dizine sopayla vurdu diye Erva kalfanın sopasını almıştı da onu zindana atacak ağalarla dalaşmıştı." Hafifçe gülüyorlar. "Ceyda Kalfa araya girmeseydi vay ağaların haline."

 

Ceyda Kalfa'ya bakıyorlar. Leyla'ya olan samimiyetini bildikleri için ondan yardım isteyip istememeleri gerektiğini düşünüyorlar fakat işi başından aşkın olduğundan bir şey demiyorlar. Fakat bir süre sonra Ceyda Kalfa etrafı taramaya başlıyor. Leyla'nın orada olmadığını fark ediyor. Biraz daha bakındığında hatunların eksik olduğunu anlıyor. "Mercan ağa!" diyor öfkeyle. Sultanlardan biraz daha uzakta olsalar dahi bazıları sesini işitip onlara bakıyor. "Buyur Ceyda kalfa?" "Hani hatunların hepsi buradaydı?!" diyor öfkeyle. Füruzan Sultan ve birkaç sultan onlara bakıyor. "Neler oluyor Ceyda Kalfa?" diyor Erva kalfa yanlarına yaklaşırken. "Ne bağırırsın?" "Eksik var Erva Kalfa. Hatunlardan bazıları yok." "Ne demek yok!" Öfkeyle Mercan ağaya dönüyor. "Sen bana eksik yok demedin mi?!" "Dedim ama... O hengamede fark edememişim Erva kalfa." Mercan ağa gerginlikle iki büklüm oluyor. "Sorun ne?" diye soruyor uzaktan Handan Sultan. Erva kalfa Mercan ağaya ters ters bakıyor ve sultanların yanına gidiyor. Ceyda Kalfa da onu takip ediyor. "Sultanım. Hatunlardan eksik varmış. Onun haberini aldık."

 

Hümaşah Sultan duyduğu şey ile dikkatini onlara veriyor. "Ne demek eksik var? Haremdeki herkesi toplamadınız mı?" Kalfalar Handan Sultanın sorusuyla başlarını eğiyor. Hümaşah Sultan öfkeyle yerinden doğruluyor. "Bir hatunun başına dahi bir şey gelirse vebalinin bizim boynumuza olduğunu bilmez misiniz siz?! Ne demek hatunlardan bazıları yok?!" Mahinur Sultan validesinin öfkesinin ona daha çok zarar vermesinden endişelenerek araya giriyor. "Tamam validem sükunetinizi koruyun. Ben ilgilenirim." "Bu benim vazifem Mahinur." Mahinur Sultan annesinin ellerini tutarak sıvazlıyor. "Biliyorum validem lakin siz bize dirayetli olarak lazımsınız. Lütfen biraz istirahat edin." Füruzan Sultan onların konuşmasında sıkışan kalfaları fark ediyor. "Kimler eksik?" diyor sadece konunun kaynaması adına. Erva Kalfa cevabı bilmediğinden Ceyda Kalfa'ya bakıyor. Ceyda bunu bir izin olarak algılayıp konuşmaya başlıyor. "Sultanım, şimdilik 4 kişi fark ettik. Tülin Hatun, Nihal hatun, Verda ve Leyla Hatun." Füruzan hatun bir an şaşkınlıkla "Leyla mı?" diyor. Ceyda kalfa başını sallıyor. "Evet Sultanım." Füruzan sultan sıkıntıyla nefesini veriyor. Etrafa bir bakış atıyor. Kadınlar zaten kendinden geçmiş durumda olduğu için Füruzan sultan bu konuyu şu an konuşmayı uygun bulmuyor. "Bu iş bittikten sonra vermeniz gereken bir hesap olacak bilesiniz." Ceyda Kalfa ve Erva Kalfa endişeyle birbirlerine bakıyorlar. Eğilerek sultanların yanından ayrılıyorlar. "Yaşıyorlardır değil mi?" diyen Mine ile aynı cümleyi o zindanda başka bir insan daha kuruyor. "Yaşıyorlardır değil mi?" diyor Gülbanu sultan gözündeki yaşlar ile bebeğinin başını okşarken.

 

-------

 

Tekrar biz;

 

Önümde gördüğüm manzara ile ne yapacağımı bilemiyorum. Sırtımı tamamen kapıya yaslıyorum biri açmaya çalışırsa mani olmak adına. "Ley-" Tülin cümlesini bitiremeden susmasını işaret ediyorum. Bir süre kapıyı dinliyorum. Aynı zamanda durumumuzu algılamaya çalışıyorum. Tülin'in kucağında bir kız çocuğu var. Çok küçük. Hemen yanında da başka bir kız çocuğu eteğine sarılmış, korku dolu gözlerle bize bakıyor. Ses gelmeyince kapıdan uzaklaşıyorum. "Neler oluyor burada?" diyorum fısıldayarak. Tülin'e doğru yaklaşıyorum. Kız korkarak daha çok sarılıyor Tülin'e. Yerimde kalıyorum. "Leyla..." derken gözlerindeki yaşları bir koluyla siliyor. "Biz saraya dönüyorduk. Sonra etrafımız sarıldı. Araçlar hızlandı, yol değiştirmeleri gerekti, sonra saraya vardığımızda kapı kapanmıştı." Gözlerinden akan yaşlar hızlanınca Nihal yanına giderek Tülin'e sarılıyor. "Arabadan inerek Sultanları ve Şehzadeyi aldık. İç bahçeye girmeyi başardık ama arabacı vuruldu. Bize yetişmişlerdi." Etrafıma bir bakış atıyorum. "Şehzade nerede?" Tülin'in göz yaşları artıyor ve ağlama sesi çıkınca "Şşt!" diyerek susturmaya çalışıyorum onu. "Sessizce anlat şehzade nerede?" "İçeriye girdiler. Askerler onları tutmaya çabalıyordu. Sonra Şehzadeyi taşıyan cariyeyi öldürdüler. Şehzade de düştü. Bahçede kaldı." Gözlerim hayretle açılıyor. "Ne demek bahçede kaldı?" Bağırmamak adına kendimi zor tutuyorum. "Askerlerimizi öldürdüler. Biz Hale hatunla saraya girerken Şehzade'nin ağaçlara saklandığını gördüm ama yardım edemezdik. Peşimizdelerdi." Beni değil kendini ikna etmeye çabalıyor gibi. "Hale hatun yere düştü. Bende Geverhan ve Mahigül Sultanı alıp saklandım. Sonrada siz geldiniz işte." "Öldü mü?" "Leyla." Nihal sessizce uyarıyor beni. Çocuklar var evet. Elimdeki kılıcı sıkıca kavrayarak etrafa bakınıyorum. Harika! 2 çocuk ve 3 yetişkin bu odada kaldık. Her an gelip bizi bulabilirler. Düşün Leyla düşün. "Siz ön kapıdan mı girdiniz?" Tülin başını iki yana sallıyor. "Hayır arkada erzak getirilen kapıdan girdik." Yani askerlerimiz ve Şehzade ön kapıda olmalı. Sonuçta saray ile dış dünya arasındaki bağlantıyı sağlayan ön kapı. Bize anlattıkları derslerde öyle en azından. Onun önünde de bir iç bahçe, ve iç bahçeye girmeden önce bulunan, elçi ağırlanan orta bahçe, en dışta ise küçük bir orman denilebilecek dış bahçe var. Hepsini kapsayan surlar ise ayrı bir kale denebilecek kadar yüksek. Ön taraftan kalenin içine girmiş olsalar çoktan Şehzade Uraz'ın öldüğünü duymamız gerekirdi. Demek ki arka taraftan olan girişi bilenler var ve saraya daha önceden sızdılar. Eğer askerler ön bahçedeyse oraya gitmek daha mantıklı olabilir. Çocuklara bir bakış atıyorum. Hayır, eğer arka taraftan girenler olduysa Şehzadeyi tüm açılardan kuşatmaya çalışıyor olabilirler. Çocuklarla ön tarafa gitmek çok tehlikeli. Zaten haremden çok da uzakta değiliz ve harem sarayın kalbi denilebilecek kadar iç bölgede. O zaman en mantıklı karar... "Buradan çıkmamız gerekli." "İyi de nasıl?" diyor Nihal korkuyla. "Arka taraftan. Nasıl içeriye girdiyseniz öyle çıkacağız."

 

------

 

Kucağımdaki Geverhan Sultan kollarını o kadar sıkıyor ki nasıl iki yaşında olduğuna hayret ediyorum. Korkusunu azaltmak adına sırtını sıvazlamak istiyorum ama bir elimde kılıç varken ve diğer kolumla da küçük bedenini düşmemesi için tutarken bunu yapamıyorum. "Korkmayın." demek geliyor sadece elimden. Koridora bir bakış atıyorum. Düşündüğüm doğru olmalı ki yeşilli askerler ön taraflara ve hareme ilerlemeye çalışıyorlar. Hızlı adımlarla ve ellerinde meşalelerle geçiyorlar geniş koridoru. Gittiklerinden emin olduktan sonra "Gelin." diyorum sessizce. Koridordan çıkıp koşar adım adamların çıktığı koridora dönüyorum. Nihal kucağındaki Mahigül sultanı sıkıca tutarken Tülin'i de ilerlemesi için çekiştirmeye çabalıyor. "Hi!" Bir an bir korkuyla nefesini çekiyor. Mahigül sultan bu manzarayı görmesin diye Tülin'i çekmeyi bırakarak küçük sultanın gözlerini kapatıyor. Şey... Benim bunu yapmaya fırsatım olmadığı için Geverhan Sultan yerde kanlar içinde yatan askerleri görmüş bulunuyor. Bedenimi yan çevirerek görüşünü kapatmaya çabalıyorum. "Hadi." diyorum ve ilerlemeye devam ediyorum. Tek sorun, doğru mu gidiyoruz bilmiyorum. Askerler bir yere gidiyorlarsa oraya geri dönmeyeceklerdir evet ama ya devamı gelirse endişesinden de kurtulamıyorum. Ayrıca... Henüz 3 yaşında olan Şehzade'nin yaşama ihtimalini düşünmek oraya gitmek istememe sebep oluyor. Arkamdakilere bakıyorum. Yavaşça iç çekerek ilerlemeye devam ediyorum fakat 3 yöne bakan bir koridorla karşılaşınca ne yöne döneceğimi bilemiyorum. Tülin'e bakıyorum. Bilmediğini belirtmek adına başını iki yana sallıyor. Bende bilmiyorum ki! Ne yapacağımı bilemez halde orada dururken başka ayak sesleri geliyor. Sesleri kılıç sesleri takip edince düşünmeyi es geçerek bir koridora dalıyorum. Burası diğer iki koridordan daha karanlık olduğu için seçmiş olsam da ürperdiğimi hissediyorum. Sanki sesler... Artıyor mu? "Orada birileri var!" Duyduğumuz ses ile arkamıza bakıyoruz. "Leyla ne yapacağız?" Nihal'in sorusuna verecek tek cevabım var bu kapısız ve uzun koridorda. "Koşun!"

 

Kucağımdaki Geverhan Sultanı daha sıkı kavrıyorum ve koşamaya başlıyorum. "Yakalayın! Yakalayın şunları!" Koridor bittiğinde nefes nefese bir şekilde düşünmeden sağa dönüyorum. Kızları da beni takip ediyor. Daha geniş bir yerdeyiz şimdi. Adamlar daha da yaklaşıyor. Etrafa göz atıyorum. Saklanacak bir yer yok ve arka plandaki gürültü giderek artıyor! Göz göre göre tehlikeye koşuyoruz! Ve o an yaşanıyor... Hızla başımın yanından bir ok geçiyor. "Tülin! Geverhan Sultanı al!" Tülin koşarken bana dönüyor gözleri endişeyle büyümüş bir şekilde. "Ama ben!" "Sus ve Sultanı al!" Biraz yavaşlıyoruz ve Geverhan Sultan'ı Tülin'in kollarına bırakıyorum. Elimdeki kılıcı iki elimle kavrayarak kızların arkasından koşmaya devam ediyorum. "Hızlanın hadi!" Ve koridor sonundaki geniş açıklık takılıyor gözüme. Ağaçlar var fakat bir ışıkta var. Allah'ım sen yardım et. "Hemen açıklığa girin!" Olduğum yerde durarak kızlara sırtımı dönüyorum. "Ne diyorsun sen Leyla?!" Nihal durmuş bana sesleniyor. "Gidin hadi!" Başka bir ok daha geliyor fakat bu kez bir hedefi vuruyor. Oku gözlerimle takip ediyorum. "Ah!" "Nihal!" Gözlerim korkuyla büyüyor. Elimdeki kılıcın yere çarpma sesi çınlıyor kulaklarımda. Nihal koluna saplanmış ok ile bir çığlık atıyor. Kucağındaki Mahigül sultan düşmesin diye diğer koluyla onu tutmaya çabalıyor. Bedenini ayakta tutamayarak yalpalıyor. Hemen bedenini yakalıyorum. "Nihal! Nihal sakin ol! İyi misin Nihal!" Başını hızlı hızlı sallıyor. Dişlerinin arasından "İyiyim. İyiyim gitmeliyiz." diyor kararlılıkla. Kucağındaki Mahigül sultanı bir kolumla alırken bedenini tutmaya devam ediyorum. Bir arkamızdan yaklaşan adım seslerine bir de kucağımızdaki küçük çocuklara bakıyorum. Nihal ayakta durabilecek durumda değil. Her an bayılabilir. Hem onu hem de çocukları taşıyamam. "Tülin!" Tülin yerinden sekerek gözlerini Nihal'in kolundan çekiyor. "Tülin hemen Mahigül Sultanı da al." "İyide nasıl?!" diyor kucağındaki Geverhan sultanı göstererek. "İlk başta nasıl kaçtıysan öyle!" Arkama bir bakış atıyorum. Çok yaklaştılar. "Hadi acele et! Ben Nihal'i taşıyacağım." "Hayır ben gidebiliri-" cümlesini bitiremeden düşecek gibi oluyor. Kolundaki o ok ile uzun süre dayanamaz. Hatta hala hayatta olması bile... Ya kolunu kaybederse? Korkularımı es geçerek Mahigül Sultanı Tülin'in diğer koluna bırakıyorum. Zar zor tuttuğu belli. "Hemen açıklığa git ve ağaçların arasına saklan." diyorum kısık sesle. "Hadi git!" Tülin bağırışımla kendine gelerek koşmaya başlıyor. "Nihal sakin ol tamam mı? Ben buradayım. Kurtulacağız."

 

"Buradasınız demek. Nereye kaçtığınızı sanıyorsunuz siz?!" Gözlerimi anlık olarak kapatıp içimden bir küfür ediyorum. "Sadece saklan. Onları oyalayacağım." Nihal'in gözleri dehşetle açılıyor. "Ne-" "Ne konuşuyorsun orada?! Dön buraya!" Adama bir bakış atıyorum. "Ne o? Onca erkek gücünüz sadece hatunlara mı yetiyor da buradasınız?" Adamların yüzündeki öfkeyi fark ediyorum. "Densiz!" Adamlardan biri bize doğru ilerliyor. Tamamen ona dönmeden önce Nihal'e "Kaç." diye fısıldıyorum. Adam boynumu yakalıyor. "Vakit kaybetmeyelim burada. Öldür şunu da gidelim." Sıkılaşan elini hissedince gülmeye başlıyorum. "Sıkıyorsa öldürsene." "Seni aşufte!" Boynumu sıkan kol çok güçlü duruyor. İterek ya da çabalayarak kurtulamayacağımı biliyorum. Boynumdaki elinin orta parmağını yakalıyorum ve geriye doğru çekiyorum. Adam gerilen parmağını kurtarmak adına dönmek zorunda kalınca dizimi dizine geçiriyorum ve ayağını boşa çıkartırken diğer elimle boynunu kavrıyorum. Hızlıca çevirdiğim boynundan gelen çıtırtının ardından adamın gövdesi yere yığılıyor. Bütün bu anlık olayların ardından diğer adamlar şaşkınlıkla bana bakıyor. Üstüme gelmelerini beklemeden "Kaç!" diye bağırıyorum ve yerdeki kılıcımı almak için koşuyorum. Nihal arkasına baka baka koşmaya başlıyor. Adamlardan biri kılıcını bana savurunca yerde kayarak kaçıyorum ve kılıcıma ulaşıyorum. Bir diğerinin hamlesini kılıcımla tutuyorum. Tek ya da iki kişi olsa yerde gerçekleşen bir dövüşte kazanırdım ama bu kadar kalabalık bir grubu yenmem mümkün değil. Nihal'e bir bakış atıyorum. Göz göze geliyoruz. Ah Nihal... Açık alana çıkmak yerine sola dönüyor. Besbelli öleceğini hissediyor ve çocukların yanına gidip onlara yük olmak istemiyor. Kılıcı iterek geriye kayıyorum. "Nereye kaçacaksın küçük f*işe?" Gözlerimi kısarak adama bakıyorum. "İlk senin dilini keseceğim." Sırtımı duvara yaslayınca elimle arkamı yokluyorum. Adam kılıcını üstüme savurunca yana dönerek duvardan destek alıyorum. Arkama doğru bir tekme atarak adamı karnından itiyorum. Elimdeki kılıcı savuruyorum ama diğer adam kılıcıyla tutuyor. Bir başkasının kolumu yakalayacağını fark edince geriye kayıp iyice duvara yapışıyorum. Kılıcı sağa sola sallayarak kendime alan açmaya çabalıyorum. "Çekilin! Geri çekilin!" "Ne oldu çenen mi çekildi?" Diyor sırıtarak. "Uzaklaşmazsanız sizin çeneniz çekilecek hem de kılıçla!" Boşa laflar bunlar. Bir yol bulmazsam burada öleceğim. "Aa! Yetti be!" Adamlardan biri kılıcımı kılıcıyla savuruyor. Vuruşuyla tutuşum esniyor ve kılıç elimden kayıyor. Hay böyle işe... Tekrar kılıcı savuracağı sırada kolunun altından kaçıyorum ve diğer duvara ellerimi koyarak güç alıyorum. Kendimi iterek sırtına bir tekme atıyorum. Diğer adamlar üstüme çullanmaya çalıştığında kaçmaya çabalıyorum. Kolumu yakalayan birinin gözlerine elimi sokuyorum. Beni bıraktığı gibi bana uzanan diğer adamın serçe parmağını yakalayıp çeviriyorum ve diğer adamın karın boşluğuna tekme atıyorum. Geriliyor ama pek etkilenmemiş gibi görünüyor. Serçe parmağını büktüğüm adamın kasıklarına tekmeyi geçirip bırakıyorum. Bana gelen adam elindeki kılıcı kaldırmış ve bu kez üzerine saldırma şansım yok. Yere düşürdüğüm adamın yanındaki kılıcı hızla alıp adamı durduruyorum. Ama sadece 3-4 vuruşunu tutabiliyorum. Diğer vuruşunda kenara kaçarak diz arkasına tekme atıyorum. Üzerimdeki elbise hareketlerimi o kadar kısıtlıyor ki kendimi zar zor savunuyorum. Dengesini kaybeden adamın sırtını kılıçla çiziyorum. "Ah!" Sırtımda hissettiğim yanma hissiyle dengemi kaybediyorum. Yere düşmemek için çabalarken arkama bakıyorum. Adam üzerinde kanlar olan kılıcını tekrar kaldırıyor. Üzerime gelen kılıç darbesiyle gözlerim dehşetle genişliyor. Sanırım şimdi öldüm.

 

Loading...
0%