Yeni Üyelik
15.
Bölüm

13. BÖLÜM: Spor Salonu

@sera_d.uluhan

Kimi insan öfkelenmeyi zayıflık, kusur olarak görürken; kimisi de öfkesine sığındıkça kendisi olur. Bazı insanlar sırf bunun önüne geçmek için türlü tedavi görüp, tonlarca para dökerler. Bunca çana yalnızca sakin bir hayat sürmek içindir.

Eşyalarını büyük bir sakinlikle toplayan Güneş ise bu sefer ki öfkesini, kum torbasını yumruklayarak çıkartacaktı. Hem uzun zamandır antrenman da yapmamıştı. Spor yapmak için aldığı likralı takımını, havlusunu, ayakkabısını ve su şişesini çantasına yerleştirdi.

Adliyeden geleli çok olmamıştı ki günün yorgunluğu hala üzerindeydi. Biraz ter atmak biraz da kafasını dağıtmak içindi, tüm bu hazırlık.

Yatağının üzerine bıraktığı kıyafetlerini giymek üzereyken telefonuna, kardeşi Evren’den gelen arama bildirimi düştü. Aramayı yanıtladığı an, o hayran olunası enerjik sesi duydu. “Ablaların en güzeli, en tatlısı. Ne yapıyorsun?”

Kardeşinden gelen bu iltifatlara gülen Güneş, “Spor salonuna gideceğim, onun için hazırlık yapıyorum bebeğim. Sen ne yapıyorsun?” dedi.

“Ders çalışmaktan kafam kazan gibi oldu. Bende seni arayım, biraz sohbet ederiz demiştim.”

“Sende benimle gel. Hem biraz değişiklik olur, kafanı dağıtırsın.”

“Teklifiniz kabul edildi, Güneş Hanım. O zaman bende hazırlanayım. Çokça öpüldün.” deyip öpücük atmaya başlamıştı. “Bende seni öpüyorum canım. Görüşürüz.” dedikten sonra telefonu kapatmıştı.

Evden çıkmadan önce kardeşini atamış ve Evren’in ağbileriyle birlikte geleceğini öğrenip, gidecekleri spor salonunun konumunu yollamış kendisi de arabasına binip yola çıkmıştı.

Üzerini değiştirip ana solana indiğinde, karşısında tüm aileyi görmeyi beklemiyordu. Yanlarına ilerleyip “İyi akşamlar. Sizin de geleceğinizi bilmiyordum, sürpriz oldu.” dedi, Aşkın- Erol çiftine. Aşkın Hanım’la sarılmış Erol Bey ile de el sıkışmışlardı.

“Hem seni görelim hem de biraz farklılık olsun dedik.” diyen Aşkın Hanım’a, alaylı bir tonda “Siz sporu alışverişte yapıyorsunuz sanıyordum.” dedi. Aşkın Hanım’da kızına ayak uydurup devam etti.

“İki türlü de yapıyorum hayatım. Yoksa bu kadar çocuğa yetişmem imkansız.”

“Lütfen Aşkın Hanım. Siz beni bile cebinizden çıkartırsınız ki alışverişe gittiğimiz gün buna yakından şahit oldum.”

“Alışveriş benim için ayrı bir boyut, güzel kızım. Bu kazık kadar adamlar bile bana yetişemiyor. Onlara göre sen çok daha iyiydin.” demiş ve kol kola girip koşu bandına gitmişlerdi. Hemen onlara uyum sağlayan Evren dışında diğer altı adam oldukları yerde kala kalmışları.

Yolda gelirken kardeşleri Güneş ile konuşacakları sıralayan adamlar, konuşmayı bırak gördükleri karşısında ağızlarını dahi açamamışlardı.

“Ne giymiş lan o?” diyen Çınar’ı, “Giymeyi unutmuş desek daha doğru olur.” diyen Kaya yanıtladı.

Güneş'in spor salonuna özel olarak aldığı siyak takım ise crop ve kısa tayttan oluşuyordu. İnsanlığa göre normal olan şey onlara göre normal değildi. Eraslan erkekleri hastanede doğmuş olsalar da bu tarz bir kıyafetle ilk defa karşılaşıyorlardı. Üzücü olan ise kıskandıklarını belli edemeyip, ona karışamamışlarıydı. Henüz hiçbiri o seviyeye daha gelememişti.

“Bu giydiği şeyin dar olduğu yetmiyormuş gibi bir de kısaltabildikleri kadar kısaltmışlar.” diyen Toprak, düşüncelere dalmış sesli düşünmüştü.

Yeni kız babası olan Erol Bey “Aşkıma dar giyindi diye bir kamyon laf ettim. Kızım son dakika golü attı.” demişti. Anlaşılan kız babası olmak ile erkek babası olmak arasında çok fark vardı. Aralarında ki soğuk mesafeyi hatırlayınca bu düşündüğünden de daha zor olacaktı.

“Üşütüp hasta olmasa bari.” diyen evin Polyanna’sı ve son iki gündür Güneş hayranı Atlas’ın söyledikleri, diğerlerini şaşırtmamıştı. Kişi sayısının az olması ve klimaların açık olmasıyla, salon biraz serindi.

“Ohaa! Dövmesi mi varmış?” Herkes kendi dünyasına kapılmışken Deniz’in şaşkınlığı ortaya bomba gibi düşmüş, kızın üzerinde döveme arayışına girmişlerdi. Herhangi bir dövme göremeyen Çınar “Hani, nerede?” diye sormuştu.

“Sol omzunda, adını yaptırmış.” demesiyle, Aşkın Hanım ve Güneş onlara doğru gelmeye başlamıştı. Kızın omzunda ki dövmeyi görmeleriyle ismini fısıldamışlardı.

Beylerin bu bakışlarına maruz kalan hanımlar ise içten içe sorgulamadan edemediler. Özelliklede Güneş; omzunda ki güneş dövmesine neden bu kadar dikkatli baktıklarını çözememişti.

“Çocuklar neyi bekliyorsunuz? Buraya gelmek için o kadar Evren’e ısrarcı oldunuz, hadi.” diyen Aşkın Hanım, tavuk kovalar gibi eliyle kovalamıştı oğullarını. Ardından kızının koluna girip, Evren ile onun yanında gidebilmek için neler yaptıklarını ballandırarak anlatmaya başladı. En nihayetinde oğullarının da onu isteğini göstermek istemişti.

Herkes farklı aletlerle çalışırken Deniz, setini tamamlamış dinlenmekte olan kız kardeşinin yanına gitmişti. Çoğu gözler ona çekilirken Deniz onları hiç umursamamış bir kolunu alete yaslayıp “Dövmen güzelmiş. Tam seni yansıtıyor.” demişti.

Suyundan bir yudum alan genç kız, ilk defa ondan gelen bu iltifatla şaşırmıştı. Bunun altından ne çıkacağını düşünmeye başladı. Tebessüm edip teşekkür ettikten sonra yanından gitmeyeceğini anladı.

“Çok sık gelmiyorsun galiba. Baksana çok zayıfsın.” Deniz’in iltifat sayılabilecek sözleriyle genç kız kendine bakma ihtiyacı duydu. Ona göre kendisi asla zayıf değil, ideal diye nitelendirilen kategorideydi.

“Haftada üç gün geliyorum ve ‘çok’ da zayıf değilim.” derken ‘çok’ kelimesini üzerine vurgu yapmıştı. Bu seferde Deniz onu baştan aşağıya inceleyip, ağızından onaylamaz sesler çıkarttı.

“Boyuma göre 50 kilo olmam gayet ideal.” Sinirlerine hakim olamayan Güneş, az da olsa sesini yükseltmişti.

“Cidden elli kilo musun?” Onu başıyla onaylayan kıza “Tek kolumla elli kilo çalışıyorum. Benim için hiçbir şey.” demiş ve havasını atmadan da duramamıştı.

Bu sebebini anlayan genç kız, gülmemek için kendini zor tutmuştu. Ama bu Deniz’in gözünden kaçmadığı gibi birde onun sunduğu bu iddiayla dalga geçtiğini zannetmişti. Kız kardeşini elinden tutup ağırlıkların olduğu yere kadar peşinden sürükledi.

İki eline aldığı ellişer kiloluk ağırlıklar ile kardeşinin karşısına geçip sırayla biceps çalışmaya başladı. Deniz’in bu halleriyle gülüşünü tutamayan genç kız, diğer Eraslanların da dikkatini çekmişti.

Gördüğü manzara karşısında saydığı tekrar sayılarını bile unutan Çınar, ellerine aldığı altmışar kiloluk dambıllar ile Deniz’in yanında yerini almıştı. Diğer taraftan yatarak çalışan biceps makinasına onar kilo daha ekleyen Kaya, iki elle tutulan halter tarzı dambıl da seksen kilo çalışan Toprak ve altmış kiloyla sırt çalışan Atlas’ı asla görmeyi beklemiyordu.

Eraslan erkeklerinin bu kıskançlıktan itibaren olan gösterilerini, kendi antrenmanlarını bırakıp izleyenler bile vardı.

Uzun bir set sayısından sonra çoğu mola vermişti. Bu garip inatlaşmayı hala komik bulan Güneş, yanlarına gidip “Evet herkes anladığı, özelliklede ben. Elli kilodan fazla kaldırdığınızı. Hepinizi tebrik ederim.” demiş ve yerde sere serpe oturan Deniz ve Çınar’ın omuzlarına vurup gözden kaybolmuştu. Arkasında bıraktığı hala kendilerini toparlamaya çalışan genç adamlar, kol ağrılarının geçmesini bekliyorlardı. Biraz abarttıkları doğruydu.

Yavaş yavaş kendilerine gelen beyler ayaklanmış ve etrafa bakınıp duran annelerini görmüşlerdi. Oğullarına yaklaşan Aşkın Hanım ise panikle kızını arıyordu.

“Güneş’i gördünüz mü, en son sizin yanınızdaydı?”

Sanki kızı, küçük bir çocukmuş gibi endişelenip sorması Eraslan erkeklerinin içinde bir burukluk oluşturmuştu. Yanlarına geldikten sonra onu bir daha görmemişlerdi. Kardeşlerinin haber vermeden ayrılmayacağını düşünüp etrafa bakınmaya başladılar. Ardından yanlarına gelen Evren, ablasının dövüş antrenmanları yapılan katta olduğunu söylemiş ve herkesi oraya yönlendirmişti.

İlk başta dövüş yaptığına ihtimal vermeyen Eraslanlar; zeminden oldukça yüksek bir ringde, her bir eline sarılı sargının üzerine geçirilmiş beyaz boks eldiveni ile karşısında ki adama nefes aldırmadan vuran kızı görünce şaşkınlıklarını gizleyememişti.

İçten içe kızıyla gurur duyan Erol Bey ve onun aksine endişelenen Aşkın Hanım, korkulu gözler ile kızının hareketlerini izliyordu.

Ringe daha fazla yaklaşan Toprak’ın şaşkınlığı devam ederken içinden sanki böyle biri olduğunu biliyordu. Kız kardeşini tam tanımasa da hissediyordu. Güneş'in antrenmanının bitmesini bekledi. Diğerleriyle yaptığı gibi kız kardeşiyle de dövüş antrenmanı yapmak istiyordu.

Çok geçmedi ki genç kız mola vermişti. Bu fırsatı kaçırmak istemeyen Toprak ise soluğu onun yanında aldı. “Yumrukların baya güçlü. Ne zamandan beri boksla uğraşıyorsun?”

Suyundan bir yudum alan Güneş, gülümseyip “Teşekkür ederim.” dedi ve devam etti. “Daha çok çocukluğumdan bu yana kickboksa ilgi duyuyorum.”

“O kadar tecrübelisin demek. Ringde karşılıklı olsak yenersin yani beni?”

Ses tonu hem sorgular hem de ihtimal vermiyormuş gibi çıkınca genç kız duramadı ve ringi işaret edip “Görelim istersen.” dedi. Onu başıyla onaylayan Toprak “Burada fazladan eldiven var mı?” diye sordu. Beklemesini söyleyen Güneş, arka lobiye gidip arkadaşının odasına selam verip girdi.

“Ne yapıyorsun?” Birbirlerini iki gün önce görmemiş gibi sarılmışlardı. “Standart bildiğin şeyler. Sen neler yapıyorsun?”

Masada ki kağıt yığınını gösterip “Bende bıraktığın gibiyim işte.” dedi, karşısında ki kız. Görüldüğü üzere yoğun olduğu belliydi.

“Buraya geldiğimde ilk sana uğrayacaktım ama bizimkiler yetişti bana.” demişti Güneş. Anlayışla başını sallayıp “Sorun değil. Bende geldiklerini sonradan öğrendim zaten. Düşün yani senin için hepsi üyelik yaptırdı.” diyerek gülen arkadaşının söyledikleriyle “Benim için olduğuna o kadar eminsin yani.” demişti. “Adım kadar eminin hem de. Evlerine yakın spor salonu varken neden o kadar yolu gelip buraya üyelik yaptırsınlar ki?”

Bu sözler genç kızın kafasını kurcalasa da çok uzatmamış, konuya dönmüştü. “Maç yapacağız. Fazladan eldiven var mı sende?”

“Depoda olacaktı da kim o canına susayan? Senin elinde can vermek istiyor herhalde.” diyen arkadaşına yan bir gülüş yollamıştı. Birlikte depoya ilerlerken “Büyük olan teklif etti.” dedi.

Eldivenleri paketli kutulardan çıkartıp Güneş’e genç kız “Şu iki metre, iri yarı olan adam mı?” diye sordu. Arkadaşının bu tabirine gülüp başıyla onaylamıştı. Toprak Eraslan iki metre olmasa da iki metreye yakın bir boya sahipti. Ama iri yarı olduğu kesindi.

“Bu maçı asla kaçıramam. Hem uzun zamandır biriyle karşı karşıya gelmiyordun. İyi, eğlence çıktı bana da.” Yan yana antrenman salonuna ilerlerken Güneş, iki gün önce ona verdiği işi sordu.

“Sana ismini verdiğim kişilere bakabildin mi?”

“Ailesinden birkaç kişiyi bulduk. Ama verdiğin isimlerin çoğu ortalıklarda yok.”

“Kardeşleriyle bağlantılı kuramayınca kesin bir deliğe girmişlerdir.” Güneş’i başıyla onaylayan genç kadın “Aynen öyle. Birbirlerinin nerde olduklarını bile bilmiyor olabilirler. Şu an kimseye güvenemezler.” demiş ve devam etmişti.

“Ortaya yem atsak aslında girdikleri delikten kolayca çıkartırız.”

“O şekilde herkesi başımıza toplarız. Dikkat çekmememiz lazım. Bu meseleyi kimseye anlatamayacakları için aşiretlerinden başka kimseleri yok.”

“Aklından ne geçiyor?”

Salon kapısına geldiklerinde iki kadın da durmuştu. “İtin tasmasını biraz serbest bırakacağız ki bizi onlara götürsün.” demiş ve içeri girmişlerdi.

Eraslan ailesinin yanlarına gittiler. Aile, kızlarını görmeleriyle onlar tarafına dönmüştü. “Arkadaşım Sedef. Burada dövüş eğitmenliği yapıyor.” demiş ve yanında ki kıza dönüp “Sana bahsettiğim Eraslan ailesi.” diyerek tanışmalarını sağlamıştı.

Genç kız aile üyeleriyle selamlaşırken Güneş, eldivenleri Toprak’a uzattı ve ringe ilerlemeye başladılar. “Bakıyorum da çok iddialısın.” diyen Toprak, bir yandan eline bandajı sarıyordu.

“Ben değil. Sen teklif ettin, unuttun mu?”

Başını öne eğip gülen Toprak, daha çok dalga geçer gibiydi. Güneş’i diğer kardeşleri gibi yenebileceğini düşünüyordu. Haksız sayılmazdı. Sonuçta karşısında eldivenlerini giyen kız, onun yarısı kadardı. Bu yüzden onunla gerçekten dövüşmeyecek, vuruşlarından kaçarak kendini savunacaktı. Sonuçta yumruklarını profesyonelce kullanıyordu.

Platformun üzerinde dövüş için hazırlanan iki kardeş dışında diğerleri dikkatle onları izliyorlardı. Erol Bey, ne kadar kızının nasıl dövüştüğünü görmek için heyecanlıysa Aşkın Hanım, bir o kadar bu dövüşün olması taraftarı değildi. Oğlunun sert davranmayacağını hatta vurmayacağını da biliyordu. Ama anne yüreği dayanamıyordu. Eraslan erkekleri onlardan farksız değildi. Hem istemiyor hem de ağbilerinin zarar vermeyeceğini bildiklerinden merak da ediyorlardı.

“Bahsi açıyorum ve ağbim prensesi yere serer diyorum.” diyen Deniz, Aşkın Hanım’ın ters ve bir o kadar da ciddi bakışları altında kaldı. Atlas sessizliğini korurken Evren’de ağbisini tutmuştu.

Arkadaşının girdiği hemen hemen hiçbir dövüşü kaybetmediğini bilen Sedef, kesin bir dille “Güneş alır.” dedi.

“Toprak ağbim kazanacak.” diyerek kızı tersleyen Kaya’da, kendinden çok emindi.

“Hayır, Güneş kazanacak.”

“Ağbimin nasıl dövüştüğünü bilmiyorsunuz Sedef Hanım.”

“Sizde Güneş’in nasıl dövüştüğünü bilmiyorsunuz.”

“Nasıl dövüşürse dövüşsün. Hem ondan güçlü hem de iri. Anatomik olarak yenmesi imkansıza yakın.”

“Anatomik olarak eşit olmaması, karşı taraftan hızlıysa avantaja çevrilebilir ve birazdan Güneş’te bunu kullanacak.”

Bu tartışmayı, Güneş’in arkadaşına seslenmesi bile sonlandırmamıştı. Ringdekiler bile onların bu atışmasını izlemeye koyulmuşlardı. “Peki, iddiaya girelim o zaman.” diye teklifte bulunan Sedef’i kabul eden Kaya “Tamam, neyine gireceğiz?” demişti.

Biraz düşündükten sonra “Araban var mı?” diye sormuştu, Sedef. Elbette arabası olduğunu ve fazla hızdan korktuğunu biliyordu. Arkadaşının bu teklifini yanlış anlayan Güneş, uyarır bir sesle onu ikaz etmişti. Kaya’ya bir adım yaklaşıp düşündüğü teklifi öne sürdü.

“Eğer bu maçı Güneş kazanırsa arabanla bir tur atarım. Hatta istersen sende gelebilirsin.” Arkadaşının ne yapmaya çalıştığını anlayan Güneş, sessizce Kaya’nın vereceği tepkiyi bekliyordu.

“Kabul. Ağbim kazanırsa sende benim istediğim bir şeyi yaparsın.” demiş ve elini uzatmıştı. Sedef uzatılan eli sıkıp arkadaşına döndü.

“Peki. Bahislerinize de girdiğinize göre; ara vermeden sırtı yere değen kaybeder.” diyen Güneş’i de Toprak onaylamıştı.

İkili ortaya geçerken diğeri de ringin kenarlarına daha çok yaklaştılar. İki elinde geçirilmiş boks eldivenli ellerinden birini uzatan Toprak’a hafif bir şekilde vurarak karşılık vermişti, Güneş. Sedef’in komutuyla gardlarını aldılar. Bir müddet birbirlerinin hareketlerini izlediler. Toprak'tan herhangi bir atak gelmeyince sol koluna tekme atarak başladı. Güçlü bir tekme olmadığı için karşısında ki adamda ona engel olmamış ya da geriye kaçmamıştı.

Ardından sağ kroşe ile devam etti. Bu seferde kapanmıştı ve herhangi bir karşılık vermemişti. Bu duruma sinirlenmeye başlayan Güneş, birkaç adım geri gitti. En nefret ettiği şeylerden biriydi ciddiye alınmamak.

“Karşılık vermiyorsun. Kriz geçirmekten mi korkuyorsun?” Onun sinir hastası olduğunu bildiği için bunu öne sunmuştu.

“Aksine, canını yakmak istemiyorum.”

Toprak'ın onun canını yakabilme ihtimali bile Güneş’e komik gelmişti. “Şu andan itibaren sana yumuşak davranmayacağım.” Sesi uyarır tonda çıkmış ve gardını tekrar almıştı.

Sağ bacağını tekme atmak için kaldırıyormuş gibi yapıp Toprak’ın kolunu aşağıya indirmesini sağlamış ve ardından bir adım yaklaşıp sağ kroşe atması saniyeler içinde olmuştu. Çenesine yediği yumruk az da olsa sarsmış ve uyuşma etkisi bırakmıştı.

Kız kardeşinden asla böyle bir şey beklemiyordu. En azından onun gibi kıyamayacağını düşünüyordu. Ardından gelen tekmeleri geriye çıkarak boşa düşmesini sağlamıştı. Güneş'in olabildiğince canını yakmamaya çalışarak, sol kroşe atmak üzereydi ki karşısında ki kız çevik bir hareketle aparkat atmış ve olabildiğince geri çekilmişti.

Genç kızın attığı yumruk, üst dudağını sıyırıp burnuna gelmişti. Normalde çene altına atılan bu yumruk, dişleri kırabilirdi. Fakat Güneş bilerek burnuna denk getirmişti. Şu an burnunun kanamamasının sebebi de yavaş vurmasıydı.

Aldığı darbe Toprak’ın canını yakmasa da durumun ciddiyetini anlamasını sağlamıştı. O da çok iyi biliyordu ki kız kardeşi bilerek yavaş vurmuştu. Bu sefer atak bekleme sırası Güneş’e geçmişti. Sonrasında üst bacağına birkaç tekme yemesi, sadece sarsılmasına ve beyaz teninin kızarmasına sebep olmuştu.

Güneş'in taktiğini uygulamaya kara vermişti Toprak. Onun silahıyla onu vurmaktı amacı. Bacağına tekme atıp kız kardeşini test etti ve ardından sağ direkt yumruk attı. Lakin bu çabası yüzüne yediği yumrukla boşa çıkmıştı. Hangi ara yumruğundan kaçıp savunmasız bıraktığı alana geçmişti, anlayamadı.

Bildiği tek bir şey varsa o da Güneş, bu sefer ona acımadan vurmuştu. Bunu hala sızlayan yanağından hissediyordu.

Başını birkaç kere sallayıp kendine gelmeye çalıştı. Artık öfkesi karşısında ki kızın gibi bedeninde yer edinmişti. İşler bu nokta da ciddileşmişti.

Toprak önce sağ sonra sol kroşe atmaya başladı. Kollarıyla kapanan kıza ardı kesilmez yumruk atıyordu. Fakat tüm gücünü kullanmıyor, yine de her yumruğunda kız sarsılıyordu.

Güneş ise bilerek seri yumruklarından kurtulmuyor, gerçek gücünü göstermesini istiyordu. Bu duruma fazla dayanmak istememiş olacak ki ilk önce çenesinin altına aparkat geçirmiş ve Toprak’ın sıkıştırdığı yerden tek adımla kurtulup sol kroşesini indirmişti. Son olarak sersemleyen adamın karnına bir tekme atmıştı. Ama Toprak, tahmin ettiğinden dayanıklı çıkmış, yediği tekmeyle sadece birkaç adım gerilemişti.

Ağızına gelen demirimsi tat ile kız kardeşinin, dudağını patlattığını anlayan adam kanı yere tükürdü. Bu hareket Güneş’in hiç hoşuna gitmemiş, karşılığında yüzünü buruşturmuştu.

Toprak'ın ona yaklaşmasını fırsat bilip “Seni uyarmıştım.” demiş ve onu daha fazla kışkırtmıştı. Seri hareketlerle yumruk atan Toprak’ın tüm bu çabasını boşa çıkartıp karşılık vermeden, hızlı hareketlerle kurtulmuştu.

Yaklaşık yarım saattir ringde mücadele içindelerdi ve Toprak yeni yeni nefeslerini kontrol etmekte zorlanıyordu. Güneş ise onun dinlenmesine fırsat vermeyip yumruklarını sırlamaya başladı. Bilerek Toprak’a açık verip kroşe atmasına izin verdi. Numarayı yiyen adam yine ne olduğunu anlayamadan genç kız; kolunun altından geçip, önce sağ karın boşluğuna ardından da yüzüne yumruğunu geçirmişti. Yüzüne aldığı art arda yumruklarla hem iyice sersemlemiş hem de dudağının kenarı iyice yarılmıştı. Buna rağmen kendini toplamaya çalıştı. Çok da başarılı olamadı. Çünkü havada gördüğü tekmeyi suratına yiyince kendini yere bıraktı.

Tekmeyi yemesi ve yere düşmesiyle Aşkın Hanım tiz bir çığlık atmıştı. Kızı için endişelenirken dövülen oğlu olmuştu.

Toprak'ın ayağa kalkmak için gücü olsa da bunu yapmadı. Aşırı soluksuz kaldığı gibi yorulmuştu da. Küçücük kız hızlı ve güçlü hareketleriyle onun pestilini çıkartmıştı. O an dış görünüşüne bakmadan bir daha kimseyi ön yargıyla yaklaşmaması gerektiğini anlamış oldu.

Hayatı boyunca yemediği dayağı kız kardeşinden yemişti ve buna hala inanamıyordu. Güneş'in hakkını yememesi lazımdı. Çünkü hızlı ve çevik olduğu kadar sağlam da dövüşüyordu. Çoğu yumruklarını zayıf atsa da hepsi bir planın parçasıydı. Sadece bacakları ve yumruklarıyla değil, aklıyla da dövüşüyordu. Bu kadar iyi dövüşmeyi nerede öğrendiğini merak etti.

Güneş ise kendi etrafında tur atıp havdan döner tekme attığı adamı inceliyordu. Bilerek mi kalkmadığını yoksa tekmesinin gerçekten sert gelip gelmediğini, ciddi bir şeyi olup olmadığını anlamaya çalışıyordu.

Yerde boylu boyunca yatan adamın tebessüm ettiğini görünce içi biraz daha rahatladı. Yanına gidip dizini yere koydu. Dışarıdan görünürde dudağında kurumuş kan pıhtısı ve kaşında hafiften sızı şeklinde kanayan yarası dışında normal görünüyordu.

“Kafana vurduğum için delirdin mi yoksa numara mı yapıyorsun?” diyen kız kardeşine kahkaha atmıştı. Vurma kelimesi bunun yanında hafif kalırdı. Son attığı tekme ile Toprak, beyninin sarsıldığını hissetmişti.

“Sayende beynim yerinden oynadı. Neyse hastane masrafımı sen ödersin artık.”

Toprak’ın dalga geçerek söylediği şeyleri Güneş ciddiye almış, kalbine bir yük binmişti. Daha önce nadir yaşadığı kaybetme duygusunu tüm hücrelerine kadar hissetmiş, ne yapması gerektiğini düşünmeye başlamıştı. Kaya'yı çağırmalı ya da ambulansı aralamalıydı. Acil doktoru veya travma doktorunu bulmalıydı belki de. Düşünceler aklını işgal ederken Güneş’in yapabildiği tek şey Toprak’ın başını iki elinin arasına alıp endişeyle yüzünü kontrol etmek olmuştu.

Kız kardeşinin onu incelerken ki telaşlı halini gören Toprak, yattığı yerden doğrulup yüzüne yaslı ufak elleri avcunun içine almıştı. “Gözümün nuru... Ne oldu? Söylediklerimi mi ciddiye aldın?”

Onu asla korkutmak istememişti. Ama nerden bile bilirdi ki öylesine söylediklerini ciddiye alıp onun için endişeleneceğini. Yine de bu onun çok hoşuna gitmişti. Güneş'in onu önemsediğini bilemek ve hissetmek bambaşka bir duyguydu.

Hiç düşünmeden kardeşini kendine çekip sarılmıştı. Sonradan Evren’in ve Atlas’ın anlattıkları ile temas etmeyi neden sevmediği aklına geldi. Ondan uzaklaşmak üzereydi ki beline sarılan kollarla bunu yapmaktan vazgeçti.

Biraz sarılarak durduktan sonra ilk ayrılan Güneş olmuştu. Toprak'ın yüzünü ve hareketlerini izliyordu. Bunu fark eden Toprak “İyiyim ben merak etme. Hem bizim aile erkeklerinin kafaları kalın olur. Söylemediler mi sana?” demiş ve kardeşini güldürmeye çalışmıştı. Ama genç kızda en ufak mimik dahi oynamamıştı.

Elini Toprak’ın kanayan kaşına doğrulttu. “Kaşın hala kanıyor.” Sesi kedi sesine benzer çıktığı gibi içi gitmişti, adamın. Kızın yüzüne düşen saç tutamını kulağının arkasına sıkıştırıp “Ellerin pamuk gibi olabilir. Ama o eldivenleri giyince fazla sert oluyor.” dedi.

“Özür dilerim. Tekme atarken gücümü kontrol edemedim.”

Sözlerinden pişmanlık aktığı gibi sesinden de akıyordu. Toprak, onun bu hali dayanamadığını o an anladı. “Gerçekten iyiyim ben. Sadece azıcık kaşım açılmış, hepsi o kadar.”

Kafasına aldığı darbeden sonra başı dönse de o üzgün safir bakışlar altında doğruyu söyleyemezdi.

“Emin misin? Hastaneye gidebiliriz. Çok sert vurdum çünkü.” Kısık sesle gülen adama tuhaf bakışlar atmıştı, genç kız.

“Senin içine Deniz mi kaçtı? Ne bu kendini beğenmiş haller. Bir kere hiç de bir şey olmadı bana. Sapasağlamım.”

“Neden yerdesin o zaman?”

“Uzun zamandır antrenman yapmayınca iyice paslanmışım.” Onu sorgular ifadeye bürünen kıza daha inandırıcı olması adına “Ne öyle bakıyorsun? Nefes nefese kaldım. Sende gördün işte.” demişti.

Cevap hiç gecikmeden gelmişti. “Sende, yere boylu boyunca serileyim mi dedin?” diyen genç kızı onaylamış “Aynen öyle oldu, fıstık.” demişti.

“Bana öyle seslenme.” diyen kıza gülümsemişti. “Hadi hadi. Daha pansumanımı yapacaksın.”

İşaret parmağıyla kendini gösterip “Ben mi yapacağım?” diye sormuştu. Birlikte oturdukları yerden kalkıp ringden çıktılar. Toprak mırıltı şeklinde onu onaylayıp “Yüzümü bu hala sen getirdin ve sen düzelteceksin.” dedi. Güneş ona inanamıyormuş gibi bakarken yanlarına Aşkın Hanım ve Erol Bey gelmişti.

“Ay kuzularım, canımın içleri. İyi misiniz annecim?” diyen kadın hem Toprak’ı hem de Güneş’i kontrol ediyordu. Maçın ilk anlarını izleyememiş son dakika dayanamamış bakmıştı. O anda da oğlu tekme ile yere serilmişti.

Erol Bey ise maçı bitiren o son vuruşta yüreği ağızına gelmişti. Onun dışında yaptıkları bu bir saatlik maçı gözünü bir an bile kırpmadan izlemişti. “Aşkım kızımız gayet iyi. Ama ağbisi için aynı şeyi söyleyemeyeceğim.” Erol Bey’in eğlendiği her halinden belli olan konuşması, Toprak’ın da hoşuna gitmiş gibi gülmüştü.

“Tabi kızından dayak yedim ya eylenirsin. Başkası yapsa ortalığı yakarsın. Bilmiyoruz sanki seni baba.”

“Orası ayrı bir konu.”

Erol Bey’in de yaptığı kısa kontrol ile “İyi misin evlat?” diye sorma gereği duymuştu. Çünkü oğlunun gözlerinin feri sönmüş gibi bakıyordu. “Bence hastaneye gitmeliyiz. İyi değilsin çünkü.” diyen Güneş, Aşkın Hanım’ı da endişelendirmişti.

Toprak “Yok. İyiyim ben. Hastaneye falan gerek yok.” dese de kız kardeşini bir türlü ikna edebilmiş değildi.

Hem eşinin hem de kızının içini rahatlatmak istediği için Erol Bey’de oğluna destek olmuştu. “Yok bir şeyi, yok. Maşallah boyu posu her şeyi yerli yerinde.” Toprak, Erol Bey’e göre uzun ve daha kalıplıydı. Bu durumu ister istemez içerliyordu. Hala yaşlandığını bile kabul edebilmiş değildi.

Erol Bey Aşkın Hanım’ı da alıp hava almaya gideceklerini söylemişti. Arkalarından ise kardeşleri yanlarına gelmişti. Kaya, Sedef ile olan iddia kavgasına bir son verip Güneş’i fiziksel muayeneye tutmuştu. Kız kardeşine bir şey olmadığını anlayıp göz kırptı. Hasarın büyüğü olan ağbisini kontrol etmeye başladı.

Bir saatlik müsabakalarını video kaydına alan Evren, Çınar ile birlikte yeniden izliyor, dövüş hakkında yorum yapıyorlardı.

Buna benzer bir konuyu, birkaç hafta önce Güneş’in savcı olduğunu öğrendiğinde yaşayan Deniz; kız kardeşine yaklaşmakta tereddütteydi. Onun aksine rahatça yanına giden Atlas, bandaj sarılı elini çözmeye koyulmuştu. Sargısını açtığı eklemlerine, yarası olup olmadığına bakmadan da duramamıştı.

“Ağbi, oturmak ister misin?” diyen Kay istemeden genç kızı daha çok endişelendirmişti. Bir süre daha hastaneye gitmeyi teklif etse de Toprak kabul etmemişti.

Kaya'nın hastaneye gitmeleri konusunda onu ikna edeceğini düşünüp yardım istemişti. Bunu fırsata çeviren Toprak, hafif sendeleyip başı dönüyormuş gibi hareket ettikten sonra kolunu Güneş’in omzuna attı. Daha sonra Kaya’ya işaret verip onun oyununa ortak olmasını istedi.

“Ağbimin başı döndü. Senden destek alsın birazcık.” Kaya’nın söyledikleriyle şoka uğrayan genç kız, hayretle ikisine bakıyordu. “Başı dönüyorsa neden hastaneye gitmiyoruz?” diye sitem eden kızı “Sana tutunsun geçer birazdan.” diye saçma bir şekilde öneri sunan Kaya’nın asıl amacı; biraz daha yakın olabilmeleriydi.

“Bana tutunsun geçer mi? Neyim ben, temel sağlık desteği mi?” Yine de onların bu amacını göremezden gelmiş sonuç odaklı yaklaşmıştı.

Duyduklarıyla kahkahalara boğulan iki adam iyice keyiflenmişlerdi. Güneş ise Toprak’ın daha fazla açık yarayla durmasını istemediğinden pansuman çantasını alıp yanlarına geri döndü. Doktor olmasından kaynaklı, çantayı Kaya’ya uzatmıştı. Sonuç olarak ondan daha bilgili biri varken pansuman yapmaya yeltenmedi.

Kaya ise bu duruma çok yabancıymış gibi bir çantaya bir de kız kardeşine bakıyordu. “Ben pansuman yapmayı bilmiyorum.” Kaya’nın sözleriyle hareketleri çelişmiyor aksine gerçekten bilmiyormuş gibi bakıyordu.

Elinde pansuman çantasıyla bekleyen kız da bunu sorgulamadan edememişti. “Nasıl yani? Kalp cerrahısın ve pansuman yapmayı bilmiyor musun?”

“Bizde pansumanları hep hemşireler yapar.” dedi Kaya. Elbette pansuman yapmayı biliyordu. Sadece Toprak ağbisi, açılan yaralarıyla kız kardeşinin ilgilenmesini istemişti. Yaraları fazla derin olmadığı içinde gönül rahatlığı ile Güneş’e bırakmış, diğer kardeşlerini bahane ederek de onlardan uzaklaşmıştı.

Kaya’nın bu hareketlerini garipseyen Güneş fazla umursamamış, Toprak’ın pansumanını yapmaya başlamıştı. Arada canını yakıp yakmadığını kontrol ediyordu. Sonuçta adamın bu hale düşmesine o sebep olmuştu. Yüzünde ki kurumuş kanları da temizledikten sonra getirdiği çantayı toparlayıp yere koydu.

Toprak'a döndüğünde hala onu izlediğini gördü. Tekrar emin olmak için “İyi misin?” diye sordu, genç kadın. Toprak, bu kadar fazla aynı soruların sorulmasından hoşlanmaz, ‘uzatmayın’ diyerek kestirip atardı. Aynı şekilde üzerine gidilmesinden de hiç haz etmezdi. Ama konu bu kız olunca tüm olmazları olduruyor, defalarca sorsun istiyordu. Gözünün nuruyla yeniden kendisini tanıyordu. Onun yanında olabilmek, sımsıkı sarıp hiç bırakmamak istiyordu. Çok mu şey istiyordu? Bunu da ona sormadan bilemezdi.

Sıkıca topladığı saçlarından firar eden kısa perçemlerini, o safir mavisi gözlerinin önünden tüy hafifliğinde çekmeye çalıştı. Aynı sahibi gibi onlarda inatçıydı ki eski yerini almışlardı. Kollarını aralayıp “Bu kollar arasında olursan çok daha iyi olurum.” demişti beklentiyle.

Böyle bir karşılık beklemeyen Güneş ise üzerinde ki sersemliği atıp ağbisinin kolları arasına girmişti. Başını adamın göğsüne yaslayıp kollarını da beline dolamıştı. Toprak ona hemen sarılmasını beklemiyor olsa da kolları arasında ki kıza alışması uzun sürmedi.

Başını kız kardeşinin sar-kahverengi karışımı saçlarına yasladı. Ara da hissedilmeyecek kadar hafif öpücükler konduruyordu.

Yanlarına gelen Sedef ile birbirlerinden ayrılıp elinde buz torbası tutan kıza dönmüşlerdi. Elinde ki tornayı Toprak’a uzatırken, arkadaşının galibiyetiyle gülümsemeden edememişti. Toprak ise kızın bu hareketine sinir olsa da bir şey söyleme gereği duymadı.

Ardından genç kadın Güneş’e yaklaşıp sağ yumruğunu uzattı. “İyi maçtı, Gölge.” diyen arkadaşının yumruğuna kendi yumruğunu vurup karşılık verdi. “Eyvallah.”

İki kızın bu tuhaf tebrikleşmelerine şahit olan Toprak, neden kız kardeşine bu şekilde hitap etmişti anlayamamıştı.

Gölge. Açıkçası bu lakap, uzun süredir kullanıyormuş gibi normal karşılamıştı, Güneş. Çocukluğundan itibaren dövüş eğitimi aldığını söylemişti. Fakat ringde ki performansı öylesine bir eğitim almadığının göstergesiydi.

Güneş'in ayağa kalmasıyla düşünceleri dağılmıştı genç adamın. Yanlarına gelen ailesini ve ortalıkta gözükmeyen Sedef’in gittiğini bile hatırlamıyordu.

Sedef adında ki bu kızı ilk gördüğü andan itibaren hiç sevmemişti, Toprak. Bu kızda onu sinir eden ama adını henüz koyamadığı bir şey vardı ve en yakın zamanda da öğrenmeyi planlıyordu.

Spor salonunun önünde vedalaşan aile, araçlarıyla kendi evlerine dönmüşlerdi. Baş ağrısı artan Toprak, direk odasına çıkmış kısa bir duşun ardından yatağına geçmişti. Fakat baş ağrısı hala geçmemişti. Odasından çıkıp aşağıda ki ecza dolabından yüksek dozlu bir ağrı kesici aldı.

Su içmek için mutfağa girdiğinde kardeşlerini kısık sesle sohbet ederken gördü. Boş bir sandalyeyi çekip “Yorulmadınız mı, hala ne kaynatıyorsunuz?” diye sordu. Bir yandan da ilacını kolay yutmak için su içiyordu.

“Günel’le yaptığınız dövüşü konuşuyorduk. Tek kaybeden sen değilsin ağbi.” diyen Çınar, aslında Kaya’nın araba ile girdiği iddiayı kaybetmesine yanıyordu. Yine araba sevdası tutmuştu.

“Kaybettiğimiz tek araba olsa keşke. Beynim gitti, beynim.” diyen Toprak, ağrıyan başına masaj yapıyordu.

Ağbisinin yüzünü inceleyip omuzuna birkaç kere vuran Deniz “Yok bir şeyin, yok. Maşallahın var ağbi.” diyerek kendince teselli vermişti.

Akşam yemekte de pek fazla bir şey yemediğini hatırlayan Kaya, buzdolabına ilerleyip atıştırmalık bir şeyler hazırlamaya koyuldu. Saat oldukça geç olduğu için çalışanları yoktu. Ufak bir sandviç hazırlayıp Toprak’ın önüne koydu.

İtiraz etmeden yemeğini yiyen adam ise ara sıra başının dönmesi, endişelenmesine sebep oluyordu. Ne kadar kız kardeşine hastaneye gerek olmadığını söylese de kontrole gitmesi gerektiğini o da farkındaydı.

“O değil de ağbi, ben bir an bayıldın zannetmiştim.” diyen Deniz’in sesinde bariz endişe okunuyordu. O son tekme, herkesi çok korkutmuştu. Tatlı tatlı dövüşüyorlar derken Güneş’in bir anda sinirlenip sert hareketleri, tüm yürekleri teker teker ağızlara getirmişti.

“Sen bir de bana sor, Deniz’im. O uçan tekmeyi yediğim an beynim sallandı resmen.”

“Neden birden sert dövüşmeye başladınız?” diye soran Atlas’ı, konuya en hakim Toprak yanıtladı. “Yavaş vurarak onu ciddiye almadığımı düşündü. Sonra hareketleri ve atakları hızlandı. En sonda malum. Tüm gücünü gösterdi.”

“İyi de sen bize de böyle davranıyordun ve biz de hep sinirleniyorduk. Tek fark; yere sen bizi seriyordun.” diye çıkarımda bulundu, Deniz. Hala anlamış değildi, dağ gibi adamın yere serildiğini.

“Keyfime o kadar dayak yemedim herhalde. Atak yapıp etkisiz hale getireyim diyorum, sonra bir bakıyorum kızın yumruğu yüzümde.”

Dövüşlerini açıp tekrar izleyen Çınar, videoyu Toprak’ın art arda sıraladığı yumruklarında durdurmuş ve bir bakış atıp “Burada biraz kazanma ihtimalin vardı sanki, ağbi.” dedi. Kardeşine ters bir bakış atıp “Sen öyle zannet. Güneş bilerek çıkmadı oradan. Hırs yapıp devam etmemi sonrada yorulmamı istedi.” dedi.

Kardeşlerinin sohbetinin uzayacağını anlayan adam, günün verdiği yorgunlukla odasına çıktı. Ağrı kesici ve bir şeyler atıştırmak iyi gelmişti. Fakat ağrı arada kendini belli etmiyor değildi. O kardeşine kıyamazken, kız kardeşi ona çok güzel kıymıştı.

Güneş'in onu yere serdiği an aklına geldikçe gülüşüne engel olamıyordu. Aynı şekilde onunla ilgilenmesi, endişelenmesi ona değer verdiğini gösteriyordu. Sanki yüzündeki yaraları kendisi açmamış gibi pansuman yaparken çok narin davranmış, her temasında acısını kontrol etmek için Toprak’a bakmıştı. Bu genç adamın kalbinde milyonlarca çiçek açmasını sağlamıştı. En sonun ruhunda ki o boşluk yavaş yavaş doluyordu. İçinden bunun asla bitmemesi için dualar etmeye başladı. Onun çok uzundur zamandır özlemini çekiyordu.

Kardeşinin o mis kokulu saçlarını, safir mavisi gözlerini, ufak ama tatlı tebessümünü canlandırdı gözlerinde. Ve o sert yumruklarını, çatık kaşlı halini. Yine bilinçsizce gülmüştü.

Acaba bu kadar iyi dövüşmeyi ona kim öğretmişti? Ya da yanlarına gelen ‘Sedef’ adında ki o kadınla aralarındaki yakınlık ne derecedeydi? O kadını gözü hiç tutmamıştı. Garip ve bir o kadar da karanlık bir yanı varmış gibi hissediyordu. Ayrıca kız kardeşine ‘Gölge’ diye hitap etmişti.

Sedef denilen kadın Güneş’in kazanacağına o adar emindi ki onun birden fazla dövüşüne şahit olmuş gibiydi. O halde ‘Gölge’ kardeşinin lakabıydı. Belki de profesyonel bir dövüşçüydü?

Yan tarafında duran komodinden dizüstü bilgisayarını eline aldı. Arama motoruna tıklayıp ‘Gölge’ adında ki tüm dövüşçüleri araştırmaya başladı. Karşısına çıkan birkaç basit haber ve Gölge adında kurgusal bir çizgi roman dışında kayda değer bir şey bulamadı.

Peki gerçekte Gölge kimdi?

 

Devam edecektirrr...

 

☀️☀️☀️☀️

 

 

Loading...
0%