@sera_d.uluhan
|
‘Vaktinden önce gider mi insan? Gidiyor işte! Duvarda hırkaları, cebinde fotoğrafları, sevdiği türküleri, evdeki yerini. Her şeyi dağıtıp gidiyorlar hem de. Gidiyorum bile diyemeden.’ Demiş Yusuf Hayaloğlu. Düşününce benden de gidiyor insanlar. Doğumumla ailem sonrasında çocukluğum olan kuzey yıldızım ve Aysun Hanım gitti. Yalan yok ailemi ara sıra merak etsem de hiç bulmak için uğraşmamıştım. Ama kendimi bildim bileli ona ait hissettiğim o çocuğu yıllar önce kaybettim ve hala bulamadım. Belki on sekiz belki on dokuz yıl oldu. Ben onu hala bulamadım. Onu aramadığım şehir, ülke kalmadı. Bazen düşünüyorum acaba gidiyorum, diyemeden gidenlerden mi oldu diye. Her hafta yenilediğim ölüm belgesinde de yoktu ama. Olsa ne yapabilirsin ki Güneş! Elinden ne gelir? Yine de bir umut kırıntısı insana her şeyi yaptırıyordu. Aynı Aysun Hanım’ın isteği gibi. Benden öz ailemi bulmamı ve onlarla ilgilenmemi söyledi. On yaşındayken evlat edinmişti beni. Kendi başına büyük bir yük yüklemişti. Elbette farkındaydı. Biraz olsun vicdanını rahatlatmak için yapmıştı. Tabi! Olan yine bize oldu. Bir cehennemden aldı kendi cehennemine attı. Sadece üç yıl dayanabilmiştim. Benim için üç asır gibi geçen zaman dünya saatinde üç yıldı. Onca acı, çığlık, kan! Tek eksik göz yaşıydı. Onu da benim yerime Aysun Hanım üstlenmiş gibiydi. Her bir damla kana tek bir göz yaşı. Onun mahkemesi, kendi ile vicdanı arasındaydı. Anlaşılan o ki seneler süren mahkeme bitmiş ve o kaybetmişti. Bedenen zaten ölüydü. Beklediği, ruhunun alınmasıydı. Giderken de büyük bir acı yüklemişti. Acı diyorum çünkü ailemi merak etmediğimi, onların beni istemediği gibi benim de istemediğimi iyi biliyordu. Kendisinin de ‘anne’ adına uygun davranmadığı ortadaydı. Gerçek bir ailemin olmasını istemiştir diye umuyorum. Oturduğum koltuktan kalkıp, dağıttığım masayı hızlıca topladım. Üzerimi değiştirmek için odama girdim. Spor kıyafetlerimi giyip küçük bir çanta hazırladım. Son zamanlarda spor yapmayı baya aksatmıştım. Özellikle de o kriz geçirdiğim günden sonra, iki günde anca toparlayabilmiştim. Alya ilaçların bile işe yaramayacağını anlayınca beni hastaneye götürmüştü. Gerçekten hatırlamak istemediğim kabus gibi bir gündü. Tabi gün içerisinde Aşkın Hanım’ı aramam, buluşma teklifi etmem gerekiyordu. Umarım o kendini beğenmiş kızla gelmezdi. Bir krizle daha uğraşamazdım. Zaten hafta sonum bu yüzden mahvolmuştu, tüm işlerim aksamıştı. Bugün onları halletmem şarttı. Aşağıya inip önce balığım Joker’in yemini verdim. Sonrasında bahçede beni dört gözle bekleyen köpeğim Sinyor’a mamasını verip başını küçük bir öpücük kondurdum. Bahçesi oldukça büyük bir evde yaşıyorduk ve bahçenin çoğunluğu ona aitti. Eşyalarımı alıp spor salonuna geçtim. Oldukça büyük bir salon olsa da sabahları pek kimse olmuyordu. Zaten bende uyku tutmadığı için sabah gelmiştim. Normalde iş çıkışı eve uğrar öyle gelirdim. Hemen hemen bir buçuk, iki saat süren antrenmandan sonra eve gelip, kısa bir duşun ardından hazırlanıp adliyeye geçtim. Bugün planım oldukça yoğundu. Dava dosyaları, soruşturmalar, ifadeler, mahkeme derken akşamı zor etmiştim. Hala incelenmesini tamamlayamadığım bir sürü dosya vardı. Anlaşılan bugün yine uyku yoktu. Yaklaşık bir hafta önce Can’dan, Eraslan ailesinin tüm bilgilerini istemiştim. Sorgulamadan önüme bir yığın dosya koyunca fazla ciddiye alıp, detay çıkarttığını düşünüp pek incelememiştim. Aile hakkında yüzeysel bilgi vermesini söylediğimde beni yanıtsız bırakmamıştı. Bu da benim işime gelmişti doğrusu. Gün içinde yeterince kağıt okuyup inceliyordum zaten. Masamın en alt çekmecesine koyduğum dosya yığınının içinden Aşkın Hanım ve Erol Bey’e ait olanları alıp incelemeye başladım.
Erol ERASLAN; -53 yaşında. -Anne adı Esma, baba adı Şervan -Sanayi şirketleri ve ticaret ile uğraşıyormuş -Aşkın Eraslan ile 20 Haziran 1993’ de evlenmiş. -6 çocuğu varmış.
Aşkın ERASLAN (BARAN)
-49 yaşında -Anne adı Yekta, baba adı Abdullah -Estetik cerrahı ve kliniği varmış.
Genel bilgileri zaten biliyordum. Aşkın Hanım’ın numarasını çevirip aramayı yanıtlamasını bekledim. Aslında öğlen molada arayacaktım. Ama o kadar yoğundum ki dinlenmeye bile vakit bulamamıştım. O değil de kadına kendimi nasıl tanıtacaktım. Direk adımı söylesem tanımazdı çünkü o gün ki olay yüzünden kendimi tanıtmadan evden kaçar gibi çıkmıştım. Evinize gelip, çalışanınızı aşağılayan kadınla kavga eden kişiyim desem çok mu garip olurdu? Tekrar evlerine de gidemezdim ki. Bu sefer ortalık fena halde karışırdı. Telefon birkaç çalmanın ardından açılmış, ince ve oldukça kibar çıkan bir ses ile “Efendim?” demişti. Boğazımı temizleyip konuştuğum kişiyi teyit ettim. “Merhaba. Aşkın Hanım ile mi görüşüyorum?” “Evet. Size nasıl yardımcı olabilirim?” Ey güzel Allah’ım! Böyle bir kadına neden cadalozun önde gideni gibi bir yeğen bahşetmişsin asla anlayamıyordum. Ne vardı azıcık DNA sarmalını teyzesinden alsaydı. “Ben Güneş. Üç gün önce akşam saatlerinde evinize gelmiştim. Yaşanmaması gereken tatsız bir olay yaşadık. Öncelikle bu konu hakkında sizden özür dilerim. Gerçekten yaptığım kabalıktı. Size karşı mahcubum. Bu durumu düzeltebilir miyim inanın bilmiyorum. O gün sizi ziyaret etme amacım özel bir konu hakkında konuşmaktı. Ve sizde onaylarsanız bir ricada bulunmak istiyorum.” Beni hatırlamasını veya konun ne olduğunu sormasını bekliyordum. Hatta ‘sen ne yüzle arasın’ diye bağırıp çağırmasını da beklemiştim açıkçası. Ama uzun bir sessizlik ile karşılaşmayı beklememiştim. Acaba telefonu kapattı da ben mi fark etmedim diye ekrana bakma gereği duydum. Hala hattaydı. Biraz daha bekleyip “Aşkın Hanım, orada mısınız?” diye sordum. Kadının kalbine indi herhalde. “Evet. Buradayım.” diye yanıt vermişti. Telefonu ilk cevapladığı ses tonunun aksine durgun çıkmıştı. Ne yani aramama şaşırmış mıydı? Arayacağımı söylemiştim ama. Ayrıca bir ton şey söyledim, nereye gitti onlar(?) Aşkın Hanım’ın şoktan henüz çıkmadığını anlayınca bende direk konuya girdim. “Aşkın Hanım, müsait olduğunuz bir gün sizinle ve eşiniz Erol Bey ile bir konu hakkında konuşmak istiyorum. Tabi sizde isterseniz?” “Tabi, olur, konuşalım.” Normal haline geri dönmüş olacak ki sesi net çıkmıştı. “Siz Erol Bey ile de görüşün, müsait olduğunuz bir zaman ayarlayıp bana da haber verirseniz sevinirim.” Aşkın Hanım “Şimdi!” diye sözümü bitirir bitirmez konuşunca bu sefer benim beynim error verdi. Büyük ihtimalle yoğun çalışmaktan oluyor bütün bunlar. Ya da çağımızın hastalığı. “Efendim! Anlayamadım.” dedim. Ardından “Şimdi, şu an görüşebiliriz.” demişti. Bu ne acele. Benden bir an önce kurtulmak için mi böyle dedi diye düşünmedim değil. “Yani biz müsaitiz.” diye de devam etti. İyi de benim işlerim vardı. Yeterince ertelemiştim zaten. “Bugün benim açımdan pek mümkün değil. Başka bir tarih olsa-.” diye devam edecekken Aşkın Hanım “Yarın! Yarın olur mu peki?” diye yeni bir teklifte bulunmuştu. Düşününce iş çıkışından sonra herhangi bir planım yoktu. Hem test bir an önce sonuçlanırdı da bende kendime yeni bir liste oluştururdum. “Elbette olur. Akşam beşten sonra müsaidim. Size de uygunsa tabi?” Aşkın Hanım hiç beklemeden “Uygun. O zaman yarın akşam beş de, atacağım restoranda buluşalım.” dedi. Onu onaylayıp, iyi akşamlar diledikten sonra telefonu kapattım. Bu işi de hallettiğime göre artık eve gidip il önce dip köşe temizlikten sonra kalan dosyalarla ilgilenebilirdim.
Birkaç kere karıştırdığım ağır deterjanların etkisiyle ufak çaplı solunum zehirlenmeleri sonucunda tüm evi temizlemiş ve beni bekleyen dosyaların başına oturabilmiştim. Temiz evde yaşamak; özellikle mis gibi deterjan kokan, girdiğin an ‘ben temizim’ diye ışıl ışıl parlayan evi çok seviyordum. Özellikle de göz yormayan, sade eşyalar ile düzenlediğim evim şu an aşırı ferah duruyordu. Her hafta sonu detaylı temizler, hafta içi belirli günlerde de süpürür, siler ve toz alırdım. Eskisi kadar zamanımın hepsini temizliğe ayırmıyordum. İşlerimin tamamını bitirdiğimde yeni yeni gün aydınlanıyordu. Etrafı toparlayıp, üzerime rahat bir şeyler giyinip Sinyor ile sabah yürüyüşüne çıktık. Spor salonuna gitmediğim zamanlarda, semtin aşağısındaki yürüyüş ormanına gidiyordum. Sinyor ile ya yürüyerek ya koşarak ya da oyunlar oynayarak geçirdiğimiz saatler sonrasın da ona mamasını verip odama çıkmıştım. Kısa bir duşun ardından kahvaltımı yapıp hazırlandım.
Aşkın Hanım’ın hastane belgelerini de yanıma alıp işimin başına döndüm. Bugün daha çok sahada işlerim olduğu için rahat giyinmiştim. Komiserler ve sorgular ile geçen mesaide hem oldukça yorulmuş hem de keyifli vakit geçirmiştim. Saate baktığımda beşe geliyordu. Ekibimden izin isteyip karakoldan ayrıldım. Aşkın Hanım’ın yolladığı adresin konumunu girip, yola çıktım. Restoran sakin bir yerdeydi. Fakat şu an iş çıkışı olduğu için çok trafik vardı. Hem uykusuzluktan hem de yorgunluktan ağrıyan başımda bana hiç destek olmuyordu. En sonunda restorana gelebilmiş, araba anahtarını valeye vermiştim. İçeriye girdiğimde kapıdaki görevliye masalarını sordum. Listeyi inceleyen kadınla bende etrafı incelemeye başladım. Gold ve krem renginin ağırlıklı olduğu şık bir restorandı. Kalabalık bir masa gözüme çarptığında, Erol Bey ile göz göze gelmeyi beklemiyordum. Bakışları öyle garipti ki; şaşkınlık, merak en çok da umut barındırıyordu sanki. Bu garip bakışmaya bir son verip masalarına doğru ilerledim. Erol Bey’in dikkatli bakışlarını görenler de bana doğru dönmeye başladılar. Bir dakika, ne! Ailecek mi gelmişlerdi? Ben sadece büyüklerle konuşurum sanmıştım. En azından masada o lanet kız yoktu. Bu kalabalığın ardından onu hiç çekemezdim. Masaya yaklaştığımda herkes beni izliyordu. “İyi akşamlar.” dedikten sonra Aşkın Hanım ayağa kalkmış, dolu gözlerle bana bakıyordu. Daha konuya bile girmeden ne bu duygusallık. Anlaşılan umut vermeden konuşsam iyi olacaktı. Yoksa karşımdaki kadın boncuk gözlerini durduramayacak ağlamaya başlayacaktı. Aşkın Hanım o kadar güzel ve alımlı bir kadındı ki altı çocuk sahibi olduğu bile anlaşılmıyordu. Sesinin naifliği bedenine de yansımıştı adeta. Tokalaşmak için elimi uzatıp “Merhaba, ben Güneş.” dedim. Bir elime bir yüzüme bakan kadın toparlayıp “Merhaba. Memnun oldum.” deyip elimi sıkmış ve gülümsemişti. Dolan gözleri artık dayanamamış birkaç yaş düşmüştü. Yanına gelip elini tutan adam hafifçe eşine gülümsemişti. Erol Bey sakinleşen eşinden ayrılıp bana döndü. Ona da elimi uzatıp “Merhaba.” demiştim. Oldukça yapılı, sert mizaçlı, olgun bir adamdı. Elimi tuttuktan sonra oda sessizce “Merhaba.” dedi. Anlaşılan aile kötü bir zamandan geçiyordu. Üzerine bir de benim sorunum ağır gelmezdi umarım. Masaya döndüğümde; kimisi boş bakışlar ile beni inceliyordu, kimisi çatık kaşlarıyla bakıyor, kimisi de meraklı gözler sergiliyordu. Ama biri öyle bir bakıyordu ki sanki hayatını ondan alacakmışım gibi korku ve endişeyle bakıyordu. O an onu gidip teselli etmek istedim ama yapmayacağımı anlayıp önüme döndüm. Masada başka kimse ayağa kalkmaya tenezzül etmeyince bende gidip selam vermedim. Sonuçta Aşkın Hanım ve Erol Bey için gelmiştim. Aşkın Hanım oturduğu yerin yanındaki sandalyeyi gösterip “Otursana, ayakta kaldın.” dedi. Gösterdiği yere oturup, sandalyeyi diğer yanımda oturan benden yaşça küçük olan çocuktan biraz uzaklaştırdım. Karşı cisle yakın mesafede olmayı bile hiç sevmezdim. Sürekli kendimi rahatsız hissederdim, benden küçük olsa bile. Masaya çöken sessizlikle aklıma gelen tartışma ile başımı eğdim. Gerçekten insanların evinde huzursuzluk çıkartmaya hakkım yoktu. Bu yüzden onlardan özür dilemeliydim. “Geçen gün olan olay istemen oldu. Verdiğim rahatsızlık için özür dilerim.” dedim. Aşkın Hanım’a ve Erol Bey’e doğru. Aşkın Hanım masanın üzerinde duran elimi tutup “Yok, olur mu hiç. Bizde suçluyuz. Yani yeğenim fazla ileri gitti. Asıl biz özür dileriz.” demişti. Elimin üzerinde durmaya devam eden eli ile iyice gerilmiştim. Ne karşı cinsle ne de hem cinsimle temas etmekten hep kaçınırdım. Çocukluğumdan gelen bir sorundu benim için. Ve en fazla tokalaşmaya kadar aşabilmiştim. Elimi masadan çekip çantamdaki dosyaları çıkartmaya koyuldum. Bir yandan da bir an önce sadede gelmek istiyordum. “Benim sizinle görüşmek isteme sebebim beni evlatlık alan bir kadının isteği üzerine oldu. Benden öz ailemi bulup maddi-manevi ilgilenmemi istedi.” Dosyaları çıkartıp Aşkın Hanım ve Erol Bey’e göz gezdirdim. Bana devam et dercesine bakıyorlardı. “Araştırmalarım sonucunda doğduğum tarih de; 29 kadın normal doğum 11 kadın da sezaryen doğum yapmış. Benim kayıt bilgilerime göre de sezaryen ile doğmuşum. Bu yüzden 11 kişiden test istedim. Herhangi bir karışıklık olup olmadığını öğrenmek için ve sonuçlar negatif çıktı.” Biraz bekleyip kendimi toparladım. Çünkü şimdi can yakın kısma geçecektim. Derin bir nefes alıp devam ettim. “Bu yüzden son çare olarak ölü bebekleri araştırmaya başladım. Sizi telaşlandırmak veya yaranızı eşelemek istemiyorum. Çocuğunu toprağa vermiş bir anneyi veya aileyi üzmek asla istemem. Lütfen beni yanlış anlamayın. Çok ihtimal de vermiyorum açıkçası. Sadece bakmadı olmasın diye-” cümleni bitirmeden şu ana kadar sessizce dinleyip anlamaya çalışan Erol Bey konuşmuştu. "Ne zaman doğdun?” Bakışlarımı onunla buluşturup “4 Şubat 1999 'da doğdum.” dedim ve dönüp Aşkın Hanım’a "Doğduğumda 27 haftalık, yani 7 aylıkmışım.” dedim. Kadının kucağına bir bomba bırakmış tepkisini bekliyordum. Benden hiç ayrılmayın gözleri, yuvalarından çıkacakmış gibi açıp eliyle ağzını kapattı. Evet, bu kadarı fazla tesadüftü. Ama sonuç olarak ölü bir bebek vardı ortada. “Sizin bebeğiniz de 27 haftalıkken, oksijen yetersizliğinden yaşamını yitirmiş.” demiş ve önüne doğum belgelerini koydum. “Biliyorum fazla tesadüf şeyler var. Ama yine de kesin konuşmak istemiyorum. Sizi üzmek istemem.” Kadının artık durmayan göz yaşları benim canımı daha çok yakmıştı, bir şekilde onun bebeği olmadığımı ikna etme çabasındaydım. Biraz toparlanması için onlara zaman vermiştim. Çünkü Erol Bey 'in bile üzerine inen yükü görmüştüm. Çocuğunun ölümünden kendini suçluyordu. Konuyu toplamak adına devam ettim. “Doğumdan sonra bir aya yakın küvözde tedavi görmüşüm. Sonrasında aileme ulaşamamışlar. Sizden DNA testi vermenizi rica ediyorum. En azından kan bağımızın olmadığının kanıtı olarak. Bende araştırmaya devam ederim aynı şekilde." Bir tepki veya bir yanıt beklemeye başladım. Masadaki herkesin kafası çok karışıktı. Aşkın Hanım’da belgeleri inceleyememiş öylece masaya odaklanmış düşünüyordu. Diğer herkes gibi. Çok uzun olmayan bir süre sonra Erol Bey kendine gelmiş "DNA testini şimdi verebiliriz.” demişti. Benim fikrimi soran gözlerle bakan çifti onaylamıştım. Ne kadar erken o kadar iyiydi benim için. “Kaya, hastaneyi ara hemen. Laboratuvarı bilgilendirsinler. En kısa sürede sonuçlar çıksın.” demişti masadaki adının Kaya olan adama. Esmer, oldukça kalıplı ve hafif çıkmış sakallı adam babasını onaylayıp, arama yapmak için masadan kalkmıştı. “Benim bebeğimi bana göstermediler. Kimse göstermedi." diyen Aşkın Hanım' la herkes ona dönmüştü. Kendi kendine sayıklayan kadın perişan gözüküyordu. Keşke bu aileyi dahil etmeseydim diye düşünmeden edemedim. Kadının yarasın açmıştım boştan yere. Masaya geri dönüp, hastane işini hallettiğini söyleyen Kaya ile restorandan çıkıp hastaneye gitmiştik. Hastanenin uzun koridorlarının ardından doktor ofisine girmiştik. Anladığım kadarıyla Doktor, Kaya'nın arkadaşıydı ki baya samimiydiler. Doktorla kısaca tanışmanın ardından savcılıktan çıkarttığım belgeyi testim edip, test süresini bir saate indirmiştim. Muzipçe gülen doktor, Erol Bey ile beni aşı odasına yönlendirip bir hemşireyle birlikte arkamızdan gelmişti. Erol Bey’in kanını hemşire aldıktan sonra sedyeye ben oturdum ve kolumu uzattım. Doktor Bey “Sen çık. Güneş Hanım’ın kanını ben alacağım." demişti. Sürekli bana bakıp sırıtan bu adam sinirini bozmaya başlamıştı. İşini yap, geç işte. Ne uğraşıyorsun(?) Kanımı aldıktan sonra koluma pamuk ile bastırıp “Beş dakika boyunca bastırın Güneş Hanım. Böylece izi kalmaz.” dedi. O salak doktor, az önce benim kolumu mu okşadı yoksa ben mi yanlış gördüm? Erol Bey 'de fark etmiş olacak ki ciddileşmişti. Bu adam neden hala burada duruyor onu da anlamış değildim. Küçücük iğrenin acısından, izinden ölmezdim ya. Bende pamuğu alıp çöpe attıktan sonra odadan çıktım. Koridor koltuklarında sırayla dizilmiş bir şekilde sonuçları beklemeye başladık. Ortam olabildiğince gergindi. Kimse tek kelime konuşmadı. Telefonumun sesiyle izin isteyip biraz uzaklaştım. Arayan stajyer öğrencimdi. “Efendim canım." Yarınki planı ona bildirdikten ve yapması gerekenleri söylüyordum ki yanıma gelen genç çocukla ona dönüp “Bir şey mi oldu?" dedim. Buğday tenli, kahverengi gözlü çocuk babasının kopyası gibiydi. Sadece daha sevimliydi.
“Şey. Sonuçlar çıkmış da.” Çekinerek söylemişti. Onu onaylayıp, telefonu kapattım. Eraslan ailesinin yanına gittiğimde, Aşkın Hanım hariç herkes bana sinirle bakıyordu. Ne oldu da bunlar böyle çatık kaşlı oldu, anlayamadım. Fazlada düşünmedim. Sonucun negatif çıktığını görüp eve gidecek, araştırmalarıma devam edecektim.
Devam edecektirr...
|
0% |