@sera_d.uluhan
|
‘Sonucun negatif çıktığını görüp eve gidecek, araştırmalarıma devana edecektim.’ --------- İçeri girdiğimiz de doktor beyin elinde iki tane zarf vardı. Anlaşılan o da açmamış bizim görmemizi istemişti. Doktor, Erol Bey'e; testleri onun için özel hızlandırdığını, asla mahcup olmalarını istemediğini anlatıyordu. Ben ise söylenenleri fazla dinlemiyor sadece masanın üzerine bıraktığı zarflara odaklanmıştım. Konuşmasını bitiren doktor bey eline aldığı bir zarfı Erol Bey’e diğerini de bana uzattı. Vakit kaybetmeden zarfı alıp açmaya koyuldum. Erol Bey'de zarfı alıp, okumaya başlamıştı. DNA testini ilk kısımlarını artık ezbere bildiğim için okuma gereği duymadan, sonucun yazılı olduğu son paragrafa baktım. ‘Güneş IŞILAY’ dan alınan DNA profiline göre, baba olduğu iddia edilen kan örnekleri çalışılan Erol ERASLAN’ a ait DNA profilinin karşılaştırılması yapıldı. Elde edilen sonuçlar itibarıyla; kan örnekleri çalışılan Erol ERASLAN’ ın Güneş IŞILAY için babalık indeksi 2.897.638.708.655,74 olarak hesaplandı. Kan örnekleri çalışılan Erol ERASLAN’ ın, %99,99 ihtimalle Güneş IŞILAY’ın BİYOLOJİK BABASI OLABİLECEĞİ tespit edildi.’ Evet. En başından bu zamana kadar emin olduğum gibi testin sonucu nega-... Ne! Ne demek-... Ne demek %99,99 ihtimalle biyolojik babası olabilir? Babası olabilir! Acaba ben mi yanlış okudum diye birkaç kez daha okudum. Her okuduğumda yazanlar aynıydı. Değişen hiçbir şey yoktu. ‘Erol Eraslan %99,99 ihtimalle Güneş Işılay’ın biyolojik babası olabileceği tespit edildi.’ Erol Bey ve ben Ben ve Erol Bey! Algılarım, düşünme yetim, duygularım.. Sanki hepsi kapanmıştı. Hiçbir şey düşünemiyor, algılayamıyordum. Zihnimde yankılanan tek şey ‘öz ailemi buldum’ oldu. Gerçekten onlar mıydı? Benim dünyaya gelmemi sağlayan kişiler. Bunca zamandır merak edip aramadığım insanlar. Eraslan ailesi benim ailem miydi?
Kafamı kağıttan kaldırıp Erol Bey’e bakma ihtiyacı duydum. Oda benim gibi şaşkındı. Sadece birkaç dakika öylece birbirimizi izledik. Onun aklında ne geçiyordu bilmiyorum ama ben hala inanamıyordum. Öz ailemi bulmak da bana çok uzak ve imkansız gelmişti. Onları hiç böyle hayal etmemiştim. Nasıl hayal ettim bilmiyorum ama böyle değildi. Tekrar kağıda döndüğümde etraf da ki soran gözler gibi bende hala sorguluyordum. Nasıl? Nasıl olabilir böyle bir şey? Ben onların ailesinden olamazdım. Eraslan’lar sıradan ‘normal’ bir aile. Ben, asla, olamazdım! Olmamalıydım. Kesin bir yanlışlık vardı. Yani, yanlışlık olması lazımdı. Çünkü ben onların kızı değildim. Tekrar test verelim. Başka bir doktor veya başka bir hastaneye gidelim. Farklı şehirler de olabilir. Ben kesinlikle kabul etmiyorum. Benim öz ailem daha farklı olmalı, buradakiler değil! Ben bir yandan kağıtla bakışıp bir yandan da okuduklarımı algılamaya çalışırken, Aşkın Hanım ve diğer aile üyeleri Erol Bey’in etrafını sarmıştı. Oda o kadar sessizdi ki, ölümden önceki sessizlik mi yoksa yeniden dirilişin sessizliği mi kestiremedim. Bizim de tepkisiz ve sessiz kalmamız odadaki diğerlerini geriyordu. Aşkın Hanım daha fazla dayanamamış olacak ki “Erol, ne oldu? Sonuç neymiş?” diye sordu. Sesi o kadar garip çıkmıştık ki. Ağlamasının verdiği etki ve sanki birazda umudunun kırılma korkusu barındırıyordu. Başımı kaldırıp Erol Bey’e baktım. Ona baktığımı anlamış olacak ki gözlerimiz buluştu. Ne kadar sürdü bu bakışmamız bilmiyorum ama cevap alamayan Aşkın Hanım, eşinin kolunu kendine gelmesi için sıkmış ona dönmesini sağlamıştı. Şimdi iki çift bakışıyor, bende gözlerimi onların üzerinden ayırmıyordum. Erol Bey’in elinden alınan kağıt ile sol tarafıma döndüm. Teker teker yanımda duran adamları inceledim. Hemen yanımda duran, beni az önce çağıran çocuktu. Büyükçe açtığı gözleriyle olanları anlamaya çalışıyordu. Saçları hafif dalgalı ve gürdü. Kirpikleri ve kaşları gibi. Yüzü tertemizdi. Hemen hemen aynı boydaydık. Onun yanında hafif esmer bir adam vardı. Giydiği siyah takım elbisesi ile oldukça resmi ve mesafeli duruyordu. Saçları gibi gözleri de kahverenginin en koyusuydu. Takım elbiseli adamın yanında ona oldukça çok benzeyen biri vardı. Aralarındaki tek fark o sadece daha spor giyimliydi. Onun dışında aynı saçlar, aynı gözler ve aynı bakış. Bu hastaneyle ve doktorla konuşan Kaya’ydı. Orta taraftaki adam, Erol Bey’in elinden DNA raporunu alan adamın yanında, inatla kağıdı okumaya çalışıyordu. Kulağının arkasında, alt alta Göktürk alfabesiyle yazılmış dövme onda en dikkat çeken yerdi. Yanımdaki sempatik duran çocuk gibi kumral, hafif beyaz tenliydi. Saçları, yataktan yeni kalkmış gibi dağınıktı. Üzerinde siyah kot pantolon, beyaz tişörtün üzerine giydiği deri ceket ile diğerlerinden çok farklı havası vardı. Erol Bey’den aldığı kağıdı tüm dikkatiyle okumaya çalışan adam, diğerlerine göre fazla kalıplıydı. Ortadaki adamlar gibi hafif esmer, kirli sakallıydı. Spor bir takım giymesine rağmen insan onun sinirli yüzünü görünce ufaktan tırsmıyor değildi. Arkalarında bir kişi daha vardı ama onu görememiştim. Şimdi, yani buradaki adamlar benim ağ- Hayır, hayır olamaz. Kabul etmiyorum, asla! Tekrar aynı şeyleri yaşayamam ben. Tekrar olmaz. Kimseyi istemiyorum. Onları da bu adamları da istemiyorum. Gerekirse verdiğim sözü çiğnerim yine de kabul etmem, edemem. Bunu kabul edersem, kendime yaptığım bir ihanet olur. Ben 10 yaşındaki o küçük kız değilim. Ben artık çocuk değilim. Buna bir daha asla izin vermem. Aşkın Hanım’ın iç çekerek ağlayan sesini duyana kadar onlara bakmayı sürdürmüştüm. “Babasıyım.” dedi Erol Bey. Aşkın Hanım’ın çoktandır akan yaşları daha da arttı. Sadece gülüyordu. Delirmiş olabilir mi(?) Erol Bey ‘biyolojik’ babası dememişti veya öz. Sadece babasıyım dedi. Sanki eşi hamileydi de yeniden baba oluyormuş gibi söylemişti. Ya da bende deliriyordum da bana öyle gelmişti. Bu düşüncemi değiştiren şey ise Erol Bey’in şu an, tam karşımda ağlıyor oluşuydu. Gerçekten gözlerinden birkaç yaş firar etmişti. Ne yani, benim onun kızı oluşum onu üzmüş müydü? Ne düşüneceğimi artık kestiremiyordum. Şu an düşündüğüm tek şey bir an önce buradan gitmekti. En azından şu odadan çıkıp rahat bir nefes almak istiyordum. Artık nefesim daralıyor, yutkunmam zorlaşıyordu. Çıkmak için arkamı döndüğümde yanımdaki çocuk öylece bana bakıyordu. Boynunda dövmesi olan adam ise her an öfkeden patlayacak gibi duruyordu. Yanındaki, Erol Bey’den bile iri olan adamla göz göze geldiğimizde şaşkınlığım daha da arttı. Korkutucu görünüşe sahip adamın gözleri dolmuştu resmen. Bu duygu fışkıran ortamdan çıkma isteğim daha da arttı. Önümdekileri geçip kapıya yönelmiştim ki karşılaştığım bir çift yaşlarla dolup taşmak üzere olan mavi gözlü adamın önünde durakaldım. Masada bana mahcup bakışlar atan kişi, şimdi dokunsam ağlayacaktı. Sarışın, beyaz tenliydi ama kendini o kadar çok sıktığı belliydi ki kıpkırmızı olmuştu. Daha fazla incelemeden koridora çıkmış, birkaç adım atmıştım ki durmam bir oldu. Ben en başından beri; evlerine giderken, restoranda, buraya gelirken hatta bu odaya girerken bile öz ailemin olma ihtimalini bile düşünmezken, sadece birkaç saatte her şey değişmişti. Bir tarafım daha fazla aramamıza gerek kalmadı diye sevinse de diğer tarafım keşke bulmasaydık diyordu. Özellikle içimdeki o susmak nedir bilmeyen kız çocuğu; o kadar çok korkuyordu ki. Aynı zamanda içinde tarif edemediğim kıpırtıları barındırıyordu. Ne yani bir yandan içerideki insanlardan korkup bir yandan da ailesi olacağı için heyecanlı mıydı? Aşırı saçma! Hem de çok saçma! Korktuğun insanlardan sevgi beklemeyi biz seninle uzun zaman önce ağır bir şekilde öğrendik. Elbette her insan, her aile aynı değil. Ama yine de umut etmek yok. Sonra üzülen, kalbi kırılan yine biz oluyoruz. Lütfen en azından akışına bıraksak küçük kız! Bu ruhum daha fazla dayanamaz yoksa. Ne olursun, bu kez beni dinleyelim. Ben kendim ile pazarlığa girmiştim girmesine ama bakalım onların beni isteyip istemeyeceğini kim biliyordu. En başından da dediğim gibi, istemezlerse işime gelirdi. Kendi yoluma bakardım. Eğer isterlerse... Onu da o zaman düşünürdük. Arkamdan gelen adım sesleriyle o tarafa döndüm. Genel olarak herkes ile kısa bir göz temasından sonra Erol Bey “En iyisi dışarı çıkıp hava alalım. Temiz hava iyi gelir.” dedi. Eşinin kolunun altından destekleyip yürümesine yardımcı oldu. Ardından oğulları da peşlerinden gitmeye başladı. Sanki beni zemine yapıştırmışlar gibi yerimden kıpırdayamadım. Birkaç saatte perişan olmuştu herkes. Özellikle de Aşkın Hanım. Bu yaşadıkları ona ağır gelmişti. Aynı şekilde Erol Bey’de. Koskoca adam yağ gibi gözlerimin önünde erimişti. Halbuki o kadar umut vermeden konuşmuştum. Meğerse en başından beri öz ailem onlarmış. Yerimden kıpırdamadan yine düşüncelere dalıp gitmiştim ki Erol Bey’in sesini duymamla onların tarafına döndüm. “Gelmiyor musun? Dışarı çıkmak iyi gelebilir.” Bana mı diye etrafıma bakmak istedim ama bu saatte hastanenin bu bölümünde kimse olmazdı. Hem bu saatten sonra anca havayı alırdık. Cevap vermek istedim. ‘Olur’ demek istedim ama dilim düğüm olmuş gibiydi sanki. Sadece başımı sallamakla yetindim. Eraslan ailesi önde ben onların arkasında kara kara düşünerek çıkışa ilerledik. Saat kaç olmuştu bilmiyorum ama sokakların sessizleşmeye başladığından oldukça geç olduğu anlaşılıyordu. Hastane kapısından, elimde DNA raporuyla çıkıp, derin bir nefes almıştım. Gerçekten artık nefes almaya ihtiyacım vardı. Olanlara hala inanamıyordum. Az sonra rüyadan uyanacakmış gibi hissediyordum. Uyumak mı, yoksa uyanmak mı daha iyi benim için onu da bilmiyordum. Bu aralar birçok şeyi bilmiyordum. Şaşkınca bir kendilerine bir de bana bakan Eraslan ailesine dönüp, arta kalan son enerjimi de kullanarak gülümsemeye çalıştım. Asıl bugünden sonra başlıyordu, bizleri her ne bekliyorsa. Boğazımı temizleyip, uzun zamandır çıkmayan sesimi bulduğumda “Bugün çok fazla şey yaşadık. Haliyle, bende dahil olmak üzere olanlara tam bir anlam veremiyoruz. En iyisi günü burada bitirelim. Zaten sizde numaram var. Haberleşiriz.” deyip duraksadım. Kimseden bir tepki veya bir cevap gelmemişti. “İyi geceler, dilerim.” dedim ve arkama bakmadan valenin getirdiği arabama bindim. İçime, elimdeki kağıdı tekrar okuma isteği dolsa da beni izlediklerini bildiğim için sağ koltuğa koyup oradan uzaklaştım.
(ŞARKI İTİRAZIM VAR)
Yol boyunca şu birkaç saatte olanları düşünüyordum. O kadar emindim ki ailemin onlar olmadığına. Doğru düzgün bir tepki bile vermemiştim. Gerçi üzülmem mi gerekiyor yoksa sevinmem mi kara vermedim. Bir ailem vardı ve onlar Eraslan ailesiydi. Yıllarca birbirimizden haberimiz olmamıştı. Dahası ben onları bulmak istememiştim. Onlarda beni ... Beni ölü zannediyordu. Ben onlar için ölüydüm. Yoktum. Asla var olmamıştım. Bir mezarlıktan ibarettim. Ruhumun tamamı ayakta olmasa da ben ölü değildim. Kendimi öldürmek istesem de hala yaşıyordum. Dünyada geçirdiğim 24 yıl vardı. Yemek yiyor, uyuyor, nefes alıyordum. Ama onların ölmüş çocuklarıydım. Peki onca yıl hayatta olmama rağmen neden beni ölü biliyorlardı? Kim veya kimler onlara oyun oynamıştı? Nasıl bir insan, küçücük bir bebeği ailesinden ayırmıştı? Hiç mi düşünmemişti ne hale geleceklerini? Hayatını çaldıkları bebeğin hayatından haberdarlar mıydı? Yaşadıklarından, acılarından.. Bu zamana kadar ölüymüşüm. Şu yalan dünyada yaşamaya bile layık görülmemişim. Yeni doğmuş bir bebeğin ne gibi bir suçu olabilirdi ki? Ben size ne yaptım? Ne yaptım da bana aileyi, normal bir hayatı çok gördünüz? Keşke, yıllar önce o küçük kızın hayatına gerekten bir son verseydiniz boşa gitmezdi; çekilen acılar, akıtılan yaşlar, duyulan özlem.. Bugün, bu akşam ben yeni bir ben ile tanıştım. Bana ne isim verdiler bilmiyorum ama ben Güneş. Doğumu ile ailesinden mahrum kalan Güneş.. Doğduğu gün ile öldüğü günün aynı olduğu, varlığını bile bilmeden küçük bir mezara sahip olan Güneş.. Mezarında yatmasa da ölü olan Güneş.. Acı çekmesi için tüm dünyanın birlik olduğu Güneş. Benim. Şimdi ne olacak, peki?
Devam edecektirr...
|
0% |