@sera_d.uluhan
|
“Sabah çıkacağımızı bilmediğimiz halde, çalar saati kurup uyumaktır ‘UMUT’.
🌙 Hiç olmadığı kadar hareketli ve merak doluydu, çocuk yurdu. Herkesin merak ettiği az sonra gelip, bir çocuğu sahiplenecek olan kadındı. Normalde kimi alıp götürecekler diye merak etmeleri gerekirdi. Ama kimin sahipleneceğini zaten biliyorlardı. Merakları da buydu. Neden bir aile; şımarık, laftan sözden anlamayan, dur nedir bilmeyen, her türlü cezayı alan bu kızı almak ister ki(?) Alıp ne yapacaklardı, kesinlikle başa çıkamayıp geri bırakacaklarından herkes o kadar emindi ki. Defalarca kez yaşanmıştı çünkü. Ama yine de bu şımarık kızı isteyen kadını merak ediyorlardı. En az onlar kadar meraklı, bir o kadar heyecanlı, içi içine sığmayan küçük kız; okuldan koşarak geliyordu demeyi çok isterdim. Fakat böyle olmamıştı. En ufak bir merakı ve heyecanı yoktu. Çünkü o da biliyordu kimse tarafından istenmediğini, sevilmediğini. Biri hariç.. O olmadığı zaman daha çekilmezdi, yetimhane. Yetimhane diyordu kaldığı yere. Evi, yurdu gibi hissettirmedikleri gibi kimsesiz olduklarını da unutturmuyorlardı. Her gün, defalarca kez söylenen gerçeği nasıl unutabilirlerdi ki zaten. Olabildiğince hademelerden, müdürden ve yetimhanedeki kızlardan uzak duruyordu. Onu bir ucube gibi görüyorlardı. Yüzündeki ve ufak bedenindeki yaralar ve morluklar yüzünden hep dışlanan taraf o olmuştu. Eskiden onlarda da vardı ve Güneş bunu hiç problem etmemişti. Topluca yedikleri dayakları unutmuş gibiydiler. Güneş, suçlu da olsa suçsuzda her türlü müdürden ve hademelerden dayak yiyordu. Öyleyse hep hak edecek şeyler yapar, öyle canını yakmalarına izin verirdi. Şu anda da okuldan dönmemişti. Okulu oldu olası sıkıcı ve çok kuralcı bulurdu. Büyük ihtimalle bunun içinde üç yüz tane, sırtına kemer yiyecekti. Ardından aklına bugün pazar malı gibi bakmaya gelen birinin olduğunu hatırladı. Zaten istemesinler diye elinden geleni yapıyordu. Geçirdiği on yıl boyunca aile görmemiş, bundan sonra hiç uğraşamazdı. Elbette neler yapacağını iyi biliyordu, Güneş. Az okul camlarını, yetimhane duvarlarını yıkmamıştı. Gerçekten bunu yapmıştı. Sırf odasında kalan kızlar camı açmıyor diye balyozla duvarı yıkmıştı. Güneş'ti o; ele avuca, küçük bir odaya, yurda sığmazdı. Yetimhaneye vardığında gece yarısıydı. Hafif bir gülme geldi küçük kıza. Bu saate kadar kalmamıştır diye düşündü. Kim, kendi gibi sorumsuz birini isterdi ki? Ağzında, Sezen ablanın şarkısını mırıldanarak onu öfkeyle bekleyen müdürün önünde durdu. Müdürü göstererek şarkısını sesli söylemeye başladı.
(SEZEN AKSU- KACIN KURASI)
“Yavrum baban nereliii.. Nerden bu kaşın, gözün temeliiii.” Daha sonra yanında ip gibi duran yaşlı hademeye dönüp, eliyle gösterdikten sonra, “Sana neler demeliiii.. Ay seni çıtır çıtır yemeli...” diye devam etti. Müdürün diğer yanındaki yabancı kadını görüp tepeden tırnağa süzerken devam etti. “Anam babam aman Kaçın kurası bu..” Geri çekilip büyük bir onurla kendini gösterdi ve “Ne baş belası buuu Gönül kirası buu” dedi. Şarkısına devam etmek istiyordu. Ama şu an kırmızıdan mora dönen müdür bey ile uğraşmak daha cazip geldi ona. Başını yere eğip abartılı bir reverans yaptı. “Naber, müdür?” diye sonunu gıcık bir tonda uzatmıştı. Müdür beyin buna sinir olduğunu çok iyi biliyordu. Ona ‘baba’ demelerini isterdi. Nedense cellatları gibi davranıyordu. Güneş'de yiyeceği dayağın intikamını alıyordu, kendince. “Valla sende, hababamdaki Mahmut Hoca gibi beni kapılarda bekleyerek ömrünü çürüttün be.” Elini adamın omzuna atıp biraz vurduktan sonra devam etti. “Hiç gerek yok müdürcüğüm. Gez, toz. Hayatın tadını çıkart.” Tam yurt kapısına girmişti ki kafasını geri çıkartıp “Ha bu arada. Diğer müdür seni, tahtayı kırdığım için arasa da çok takma. Kırışıklık yapmasın sonra.” deyip geri girmişti ki daha fazla sinir olsun istemişti. “Güneşlenmeyi de unutma!” diye bağırdı. Ardından kendi yaptığı esprisine kahkaha atarak kaldığı odaya gitti. Çok geçmeden çağırmıştı müdür bey, odasına. Diğer gelen ailelerde yaptığı gibi ceza vermemişti. Çünkü yanındaki kadını ‘senin yeni annen bu’ demişti. Hala fikrini değiştirmemiş kadına dik dik bakıyordu. Çünkü şoktan daha çıkamamıştı. Müdür beyin para vermiş olabileceğini bile düşünmüştü, Güneş. Birkaç eşyasını alıp, kadının peşinden arabaya bindi, araba o kadar sessizdi ki, hiç böylesini görmemişti. Genelde evlatlık edinenler soru yağmuruna tutarlardı onu. Bu seferde o sormaya başladı. “Nereye gidiyoruz?” kadın düşünmeden “Evime.” demişti donuk donuk. “Nasıl bir yer evin?” “Gidince görürsün.” “Adın ne?” “Aysun.” “Ne iş yapıyorsun” “Çalışmıyorum.” Kadın Güneş’e göre fazla derin dondurucuydu. Bıkkınca asıl merak ettiği soruyu sordu. “O kadar kız varken neden beni istedin?” Araba durdu ve Aysun Hanım uzun bir süre sessiz kaldı. Yan taraftaki iki katlı evini izlemeye başladı. “Sen güçlüsün. Benden de güçlüsün.” demişti. Şu ana kadar kurduğu en uzun cümleydi belki ama 10 yaşında ki Güneş bunu anlamadı. Zamanı gelince anlayacaktı. “Ben seni bırakmam. Sen bırakmak istersen de engel olmam.” demişti ve bunu da anlamamıştı Güneş. Özgür olacağını düşünüyordu, hapis hayatı yaşayacağını bilmeden. Çocuk yurduna cehennem, içindekilere zebani derdi; asıl cehennemle tanışmadan. Odasındaki kızlara taştan kalp derdi, cehennemin oğullarını; Kemal Bey’in iki oğlu Oktay ve Okan ile tanışana dek. Aysun Hanım, onu cehennemin kapısından almış, asıl cehennemin yedi kat dibine atmıştı. Orada geçirdiği üç yıl onun sınavı değildi. Asıl sınavı; o beyaz evi, kendi kanıyla boyayıp gerçek hayata adapte olmaya çalışmasıydı. Eve ilk adımını attığı, 10 yaşındaki Güneş değildi. 13 yaşında, tüm göz yaşları kurutulmuş, defalarca yara almış bedeni ile temas etmeyi bırak iki metre yakınından geçenlerden korkan, içine kapanık, çekingen bir kıza dönüşmüştü. Bu sadece üç yılda olmuştu. Ama o hala Güneş’ti. Elbette bunların intikamını bir gün alırdı. Aldı da... ☀️
Çalışma odamda oturmuş kitap okuyordum. Olanlardan sonra kaç gündür uyuyamamıştım. Çatlayan başım, kapansa da uykuya dalamadığım gözlerim kıpkırmızı olmuştu. O kadar bitkin gözüküyordum ki birkaç saat dinlene bilmek için uyku ilacı içmiştim. Sonucunda üç saatlik uyku ve kabus ile uyandım. Çıkıp biraz yürüyüş yaptıktan sonra eve dönüp temizlenmiştim. Kahvaltı için çok erken bir saat olduğu için saatlerce kitap okumuştum. Gün doğmaya başlıyordu. Ayın görevi bitmiş güneşe devrediyordu. Şimdi sıra güneşteydi. Kendini gösterme sırasıydı. Bugün benim olduğu gibi. Dün, Aşkın Hanım aramıştı ve ailecek akşam yemeğine davet etmişti. Saat geç olmadan hazırlanıp aşağıya indim. Yol üstünde fırına uğrayıp kahvaltılık bir şeyler alıp yemeye başladım. Adliyeye ulaştığım da telefonum çalmıştı. Arayan Alya’ydı. Kendisi benim en yakın arkadaşım ve psikoloğumdu. Yaklaşık 4 yıl hiç birbirimizden ayrılmamıştık. Mesleğini iyi yaptığı gibi dostluğu da çok sıkıydı. Şu anda da doktorum olarak değil de meraklı bir arkadaşım olarak arıyordu. “Efendim, Alya.” “Ne yapıyorsun, kuzu?” Alya’nın garip seslenme şekline takmayıp “Adliyeye geldim. Odama geçiyorum şimdi. Sen ne yapıyorsun?” dedim. Karşımdan derin bir iç çekiş gelince olayı az çok anlamıştım. “Ne oldu, yine mi beyaz atlı prensin çıkmadı?” dedim. “Of, Güneş! Dalga geçmesene kızım. Burada benim duygularım söz konusu.” Bu dediğine gülüp “Daha çok medeni durumun ve annenden yiyeceğin laflar söz konusu bence.” “Ay, daha annem var. Of ya!” diye hayıflanmaya başladı. “Zehra teyze sende füze etkisi yaratacaktır kesin.” Aniden telaşlanarak “Yok, yok. Ben bugün eve gidemem. Aşkım, bugün yatılı misafirin var. Haberin olsun.” Ara sıra annesi Zehra teyzenin baskılarından bunaldığı zaman kalmaya geliyordu. “Kalmaya gelebilirsin tabi. Akşam yemeğine davetliyim. Geceye kadar sabretmek zorundasın.” dedim. “İyi madem. Bende mesai yaparım.” Odama gelmiş masama yerleşmiştim. Alya'nın fazla çalışmaktan bahsetmesiyle kahkaha atmaya başladım. “Sen ve mesai yapmak. Çalışma saatin bir dakika geçse, kendine bir hafta izin veren kadınsın sen. Fazla çalışmaktan bahsetme lütfen. Hiç inandırıcı gelmiyor çünkü.” Sonrasında Alya’nın da gülme sesi gelmiş “Ay evet. Yapmıştım öyle bir şey.” demişti. “Dur bakayım. Sen kiminle akşam yemeği yiyecekmişsin? Hem de bensiz!” İş içinde olsa, dışarıda kimseyle buluşmaz, yemek yemezdim. Alya'da beni iyi tanıdığı için bunu iyi bilirdi. “Yüz yüzeyken konuşuruz. Eve geçince ararım.” dedim ve görüşürüz dedikten sonra telefonu kapattık. Uzun bir günün ardından elimde; şerbetli, çikolatalı, kremalı, ekşi tatlılar ile Eraslan’ların evin kapısına ulaşmıştım. Bahçesi geniş, ağaç ve çiçeklerle doluydu. Beyaz üç katlı bir evdi. “Umut yok. Beklenti yok. Kimse seni istemek zorunda değil.” diye mırıldanıp kapıyı çaldım. Birkaç dakikanın ardından kapıyı, geçen ki tonton hanım teyze büyük bir tebessümle açmıştı. Kapıyı, geçmem için tamamen açıp “Hoş geldin.” demişti. Sonrasında biraz düşünüp “Hoş geldiniz.” diye kendini mahcupça düzeltmişti. Geçen gün korkmuş olmalı ki hemen üslubunu değiştirmişti. Güven verircesine gülümseyip “Sorun değil. Nasıl rahat edecekseniz öyle seslenebilirsiniz ve hoş bulduk.” dedim. Biraz daha rahatlamış, eliyle içeriyi göstermişti. Eve girdiğimde tonton hanım teyzenin karşısına geçip elimi uzatmıştım. Bir yerden kendimi tanıtmaya başlamam gerekiyordu. “Merhaba. Güneş ben.” kadın elime sonra da şaşkınca yüzüme bakıp “Güneş mi?” diye sormuştu. İsmim bilindik değildi, kabul ediyorum. Daha sonra gülümseyerek elimi iki eliyle tutmuş “Memnun oldum kızım. Hoş geldin tekrardan. Bende Sevgi.” demişti. Gerçekten kendisine yakışır bir isimdi. “Memnun oldum.” diyerek tüm gülümsemelerimi sunmuştum. Sonuçta geçen hafta olanlar malumdu. Arkamdan birileri, kendini belli etmek ister gibi hafifçe öksürünce onlara döndüm. Dönmemle inme inmesi bir olmuştu. Gerçekten şu an korktuğum başıma gelmişti. Eksiksiz tüm aile fertleri koridor boyunca dizilmiş bana bakıyordu. Ben en azından ailenin yarısı olmazdır diye düşünmüştüm. Demek ki Aşkın Hanım oldukça baskın çıkmıştı. Yapabilirsin Güneş. Normal insanlarla konuşuyormuş gibi düşün. Sakin ol. Hiçbir şey olmayacak. Kabuslarını tekrar yaşamayacaksın. Büyük bir heyecan ile bana bakan Aşkın Hanım’ın karşısına geçip elimi uzattım. “Merhaba, Aşkın Hanım. Nasılsınız?” dememle elime bakmış, hafif omuzları düşmüştü. Üzüldüğünü görebiliyordum ama bende hemen samimiyet kurup temas eden biri değildim ki. Umarım zamanla anlar, bu durumun sadece ona özel olmadığını. Yine de gülümsemiş, elimi sıkmıştı. “Merhaba Güneş. Hoş geldin. İyiyim teşekkür ederim. Sen nasılsın?” demişti, tatlı tatlı. Aynı şekilde bende gülümseyip “Bende iyiyim, teşekkürler.” dedim. Yanında duran Erol Bey’e yaklaşıp ona da elimi uzatmıştım. “Siz nasılsınız, Erol Bey?” Tereddüt etmeden elimi tutmuş “Bende iyiyim. Hoş geldin bu arada.” dedi. “Hoş bulduk.” dedim ve yanındaki öylece bana bakan adama bende bakmaya başladım. İlk başta bakışlarından ürksem de sanki tehdit içeren bir hali yoktu. Bir şeyi hatırlamak ister gibi veya unutmamak için adeta aklına kazır gibi bakıyordu. Uzun ve kalın kirpiklerini arasına saklanmış, ufak gözleri ne söyleme istiyordu acaba? Biçimli yüzüne uyumlu, hafif ince dudakları birkaç kere konuşmak için açılsa da hiçbir şey söylememişti. İçimde tarif edemediğim ve bugüne kadar, hatta bu adamın gözlerine bakana kadar hissetmediğim sıcacık bir hisle doldu. Saatlerce onun hafif çatılmış yüzüne, gözlerine bakabilirdim. Kimsenin konuşmayı başlatmayacağını anlamış olacak ki, Aşkın Hanım bakışmamıza bir son verip tanıtmıştı. “Güneş, bu Toprak, en büyükleri. Yanındaki Kaya, ikinci numara.” O tarafa dönüp baş selamı veren adama bende hafifçe karşılık verdim. “Üç numara, Çınar.” Hastanedeki gibi yine oldukça resmi ve gergin duran adama baktığımda o da bakmakla yetindi. Aşkın Hanım kendini toparlayıp devam etti. “Çınar’ın yanındaki dört numaramız. Deniz.” Diğerlerinden tamamen farklı olarak birden yüzünü, yanındaki sarışın adama çevirmesiyle gülmemek için kendimi zor tuttum. Yanımda ailesini tanıtmakla uğraşan kadının git gide sesi incelmiş, morali düşmüştü anlaşılan. O tanışmamızı istiyor, diğerleri tam tersini. Sarışın adamın yanına geçip kolunu tuttu, destek istercesine ve devam etti. “Beşinci oğlum Atlas ve en küçükleri Evren.” diye herkesi tanıttı. Atlas'a baktığımda selam vermeyeceğini anladım. Sonrasında maviş gözlerinin dolduğunu fark ettim. Gördüğüm ilk andan beri, her bana baktığında duygu yüklüydü. Gözlerini kırpıştırıp arkasını döndüğü gibi gözden kayboldu. Aşkın Hanım’ın yanında, bana ilgiyle ve gülümseyerek bakan Evren’e döndüğümde “Merhaba. Annemin dediği gibi adım Evren.” dedi. Bende ona gülümseyip “Memnun oldum. Bende Güneş.” dedim. Bildiğini düşünüyordum zaten ama yine de kendimi tanıtma gereği duymuştum. İçeriden adım sesi geldiğinde hepimiz o yöne bakmıştık. Bu eve ilk geldiğimde kapıyı açan kızdı. Kızıl saçlarını özenle daha da kıvırtıp, yanlarından tutturmuş ve hafif makyaj yapmıştı. “Masa hazır.” dedi, Aşkın Hanım’a yönelik. Onu onaylamış ve topluca yemek yenilen odaya ilerlemiştik. Birden kızıl saçlı kız önümde durup elini uzattı ve ardından. “Hoş geldiniz, Güneş Hanım. Ben Çiçek. Bu evde çalışıyorum.” dedi. Elini tutup tokalaştım. “Tanıştığıma memnun oldum.” dedim ve çantamı elimden alıp aynanın önüne koydu. Diğerlerinin ardından bende masaya geçmiştim. Adının Yusuf olduğunu öğrendiğim bir adamla daha tanışıp boş olan yere geçtim. Masada Sevgi teyze, Çiçek ve Yusuf amca da oturmuştu. Bende Aşkın Hanım’ın ve Kaya’nın arasındaki boş sandalyeye geçtim. Çiçek çorbaları dağıtırken masada sessizlik hakimdi. Ufak çaplı masayı incelediğimde; mezeler, yaprak sarması, halep dolması, birkaç çeşit salata ve deniz ürünlerinden yapılmış ara sıcak vardı. Bana göre gerçekten fazla dolu bir sofraydı. Sonrasında masada benim dışımda on bir kişinin de olduğunu hatırlamam bir oldu. Erol Bey’in konuşmasıyla ona döndüm. “Eee, daha daha nasılsın?” Bu konuşmayı kapı girişinde yapmamış mıydık? Fazla üstelemeyip “İyiyim. Siz daha daha nasılsınız?” dedim boş bulunarak. O da beni tekrarlayıp “İyiyiz çok şükür.” demişti. Umarım bu ‘daha daha’ olayını en baştan tekrarlamayız. “Evdekiler nasıllar, iyilerdir umarım?” diye sorularına devam etmişti, Erol Bey. Biraz afallamıştım. Evdekilerden kastı hayvanlarım veya eşyalar değildi büyük ihtimalle. “Evdekiler derken, anlayamadım.” dedim soru sorarcasına. “Üvey ailenden bahsediyor babam.” dedi, sağ çaprazımda oturan Deniz. Konuya açıklık getirmişti doğrusu. Neden onları merak ediyordu ki Erol Bey? Ayrıca bende nasıl olduklarını bilmiyordum ki. Cevapsız kalmasınlar diye “İyilerdir herhalde.” deyip önüme koyulan mercimek çorbasıyla bakışmaya başladım. Deniz, ortamdaki sessizliğe son vererek “Üvey ailenden izin alıp gelmedin mi?” dedi. Onunla göz temasına geçip hafifçe başımı sallamış “Hayır.” diye mırıldanmıştım. Ortada benim anlamadığım birçok şey dönüyordu. Bunlardan biride, neden onlardan izin almam gerektiği(!) Eliyle çenesini tutup, garip bir şekilde gülümsedi. “Gerçi üvey annen istediği için bizi bulmuştun değil mi?” Kendi kendine, söylediklerimi hatırlattığında bende kinayeli bir gülümseme ile “Evet. Öyle oldu.” dedim. Aşkın Hanım az da olsa gerilmiş ortamı toparlamak adına bana dönmüş “Sorun değil canım. Sonuçta hepimiz buradayız. O nasıl peki? Geldiğinden haberi var değil mi?” demişti. O mu? Galiba ben fazla asosyal olmuşum. Bu yüzden sorularına yabancılık çekiyordum. Aklıma gelen ilk isimle “Aysun Hanım’ın mı?” diye bir soru yönelttim. Aşkın Hanım, eşine bakıp benim tarafıma geri dönmüştü. “Annenin adı Aysun’sa evet.” Sürekli gözlerini kaçırmış ve sesi de oldukça kısık çıkmıştı. Olayları tam anlatmadığımı hatırlayınca kendimi açıklama gereği duymuştum. “Aysun Hanım yani beni evlat edinen kadın, iki ay önce vefat etti.” Anında birçok kişinin yüzü düşmüştü. Üzülmeleri için söylememiştim ki. “Başın sağ olsun. Bilmiyorduk.” dedi Aşkın Hanım ve “Diğerleri için zor bir dönem olmuştur.” diye devam etti. Aslında umursadıklarını bile düşünmüyordum. Kadından kurtulmak için uğraşıyorlardı. Sessiz kaldığımda herkes çorbasına başlamıştı. Bir süre sonra Sevgi teyze aklına takılan soruları sormuştu. “Senden başka çocuğu var mıydı?” ağzımdaki lokmayı yutup “İki oğlu var.” diye yanıtladım. “Senden küçükler mi?” diye devam etmişti. “Hayır. İkisi de benden büyük.” “Kaç yaşındalar? Ne işle uğraşıyorlar?” Bu sefer soruları sıralayan karşımda oturan Çınar’dı. Bu adam bakışlarıyla bile beni geriyordu. “En büyük 29, diğeri de 27 yaşında. Aile şirketiyle ilgileniyorlar.” Aslında ortada şirket kalmamıştı. Küçük olanda yasa dışı iş suçundan hapishanedeydi. Bu kadar detaya girmeme gerek yoktu herhalde. Gözlerim yan tarafında oturan Toprak’a kaydı. Dikkatlice beni dinliyor, ara sıra uzun uzun bakıyordu. Gerçekten beni bu adama çeken garip bir enerji vardı. Deniz'in konuşmasıyla o tarafa döndüm. “Altındaki arabadan, giydiğin kıyafetten belli zaten. Sıkı para harcıyorsun. Şirkette CEO falansındır da şimdi sen.” demişti. Kadın giyiminden bu kadar anladığını bilmiyordum doğrusu. Son cümlesini baz alarak “Hayır, şirkette çalışmıyorum. Mobilyadan pek anlamam.” dedim. Tabi ki sessiz kalmadı ve “Tabi ya. Evin en küçüğü ve tek kızısın. Seni hiç çalıştırırlar mı? Birkaç kredi kartıyla her şey çözülür.” dedi. Bu adamın derdi neydi, asla anlayamadım. Kıskandı falan desem çok yersiz ve saçma olacaktı. Bu yüzden sessiz kalmayı tercih ettim. Erol Bey, Deniz’e uyarı şeklinde ismini seslenmişti. Bu durumu takmadan önüme dönmemle yine Toprak’la göz göze gelmiştik. Bir yandan ana yemekler dağıtılıyordu. Etli, sebzeli bir yemekti. Herkes başlayınca bende çatal bıçağı alıp yemeye başladım. “Evli misin?” Yanımda oturan Kaya’nın sorusuyla az daha yemek boğazımda kalıyordu. Ciddi mi diye ona baktığımda, evet gayet ciddiydi. Masada çatal-bıçak sesleri durmuş herkes vereceğim cevabı bekliyordu. “Hayır, değilim.” dememle herkesin içine su serpilmiş gibi rahatlayıp sandalyelerine yaslanmışlardı. Aslında bende onların evli olup olmadıklarını merak ediyordum. Daha doğrusu yeğenimin olup olmadığını. Kimseye bakmadan, genelleme yaparak “Siz evli misiniz?” diye sordum. Cevap gelmeyince herkeste teker teker göz gezdirdim. Nasıl oluyormuş, gördünüz mü? Aşkın Hanım konuyu devralıp “Maalesef. Hepsi hala bekar, canım.” dedi çocuklarından yakınarak. Evlilik konusunu değiştiren ve ikramda bulunan Evren oldu. “Bundan da yemek ister misin? Ben çok seviyorum.” deyip masadaki ara sıcağı işaret etmişti. Teşekkür edip tabağımdaki yemeğe geri döndüm. Hem çok fazla yemiştim hem de o ara sıcak deniz ürünlerinden yapılmıştı, yiyemezdim. Şu an yediğim yemeği de yemezdim normalde çünkü yumurta vardı. Ama kırmamak ve ayıp olmasın diye yiyordum. Artık yemekten sonra ilaç içerdim. Yanımda oturan Kaya’nın omuzları bir anda düşmesiyle yemeği yarıda bırakmıştı. Ben ne olduğunu sorgularken, Deniz “Üzülme ağbi. Kendi ellerinle özenerek yaptın ya yemez Güneş Hanım. Onun özel aşçıları vardır.” demesiyle Kaya’ya döndüm, yüzümdeki gülümsemeyle birlikte. Bana mı yapmıştı gerçekten? “Elinize sağlık. Eminim çok güzel olmuştur. Ama ben deniz ürünleri yiyemiyorum. Alerjim var da.” diye kendimi açıkladım. Yiyememe sebebimi bilmesi gerekiyordu sonuçta. O da bana gülümseyip “Olsun. Başka zaman başka bir şey yaparım.” demişti. İçimde kelebekler, kuşlar, çiçekler şakımıştı bir anda. Sevgi teyzenin düşünceli çıkan sesiyle “Başka bir şeye alerjin var mı?” diye sordu. Bir yudum su içip “Bir de yumurtaya ve toza var.” dedim. “Yemeklerde yumurta var ama.” diyen Çiçek’e gülümsemiştim. Evet, yediklerimin hepsinde vardı ve yavaş yavaş kaşınmaya başlıyordum. “Sorun değil. Birazdan ilaç içerim.” dedim rahatlaması için ve herkesin yemeğini bitirmesini bekledim. Yavaş yavaş sofrayı toplayan kızla bende ayaklanacaktım ki, ilk defa Toprak’ın sesini duymamla geri yerime oturdum. “Kollarını kanattın. Daha fazla kaşıma.” Uyarısıyla kollarıma baktım. Kıpkırmızı olmuş ve ara ara kanamıştı. Lavabonun yerini sorup ayaklandım. Fark etmeden kanatmıştım. Yıkarsam beli rahatlardım. İşimi bitirip çantamdan ilaçlarımı alıp içtim. Salona geçip boş bir yere oturdum. “İçtiğin diğer ilaçlar ne için?” diye sormuştu Toprak. Demek ki görmüştü. “Birkaçı tansiyon ilacı, diğerleri sinir hastalığım için.” Herkes bana şok olmuş ifadeyle bakarken Erol Bey “Tansiyon hastası mısın?”, Aşkın Hanım’da “Sinir hastası mısın?” diye sormuştu. İkisini de onayladığımda bana Erol Bey’in tansiyonu olduğunu ve Toprak’ın da benim gibi sinir hastası olduğumu söylemişlerdi. Aşkın Hanım’ın da toza alerjisi varmış. Ayrıca Deniz’in de deniz ürünlerini yiyemediğini söylemişti. Önüme konan ikramlıklarla daha fazla yiyemeyeceğimi anlamıştım. Hiç bu kadar fazla yememiştim. Aşkın Hanım heyecanlı bir şekilde “Ay, kimseyi tam tanıtmadım ki ben.” demiş kendisini ve eşini kısaca; yaşını, ne iş yaptıklarını, nereli olduklarından bahsetmişti. Eliyle Toprak’ı gösterip konuşmaya başlayacakken oflama sesleri gelmişti. “Aşkın Hanım, lütfen kimseyi zorlamayın. Benimle siz istediğiniz için değil de kendileri istediği için konuşsunlar veya görüşmek isterlerse görüşsünler. Hiç kimseyi bu duruma zorla sokmak istemiyorum. Sizde anlayış gösterirseniz sevinirim.” dedim. Kalbini kırmak, onu incitmek istemediğim için yumuşak bir tonda konuşmuştum. O da “Peki o zaman.” diyerek beni onayladı. Saat geç olmaya başlamıştı. Her şey için teşekkür edip ayaklandım. Koridora geldiğimde tüm ailenin peşimden geldiğini gördüm, Deniz’in bile. Aşkın Hanım mahcup bir şekilde konuşmaya başladı. “Biliyorum, henüz birbirimize alışmaya çalışıyoruz. Biz düşündükde, burada kalsan bu süreci daha da hızlandırmış oluruz.” dedi ve umut dolu gözlerle bakmaya başladı. Gülümseyip cevap verecekken, Deniz konuşmaya başlamıştı. “Bırak anne ya. O şimdi beğenmez burayı. Ağbileri bekliyordur kesin.” dedi ve yine laf sokmuştu. Anlaşılan bu evde kalma fikri tek taraflıydı. Aşkın Hanım’ın dediği gibi topluca alınan bir karar değildi. “Üzgünüm Aşkın Hanım. Dediğiniz gibi birbirimize alışmaya çalışıyoruz. Bu teklifinizi kabul edemem.” dememle Aşkın Hanım’ın üzüldüğünü fark etmiştim. Gönlünü almak için “Ama istediğiniz zaman beni araya bilirisiniz. Hatta benim, kendi şahsıma ait olan evime de gelmenizi çok isterim.” Kendi evim derken vurgu yapmıştım ve Deniz’e bakmıştım. Aşkın Hanım’ın biraz morali yerine gelmişti. Çantamı alıp kapıya ilerledim. Aklıma gelen şeyle konuşmaya başladım. “Bu arada, bu duruma düşmemizi sağlayan her kimse araştırıyorum. Bulup adalete teslim edeceğim. Merak etmeyin. İyi akşamlar.” dedim. Kapıdan çıkmadan önce baş selamı vermişlerdi. Arabaya bindiğimde Aşkın Hanım ve Evren’in arkamdan el salladığını gördüm. Bende onlara karşılık verip, evin yolunu tuttum.
Devam edecektirrr...
|
0% |