@sera_d.uluhan
|
‘Birini bulmak için kaybetmek gerekir ama birbirini bulmak için kaybolmuş olmamız da gerekir.’ Biz ikisini de yaşamıştık. Onların ve benim kaybettiğimiz onlarca şey vardı; göz yaşı, insan, zaman. Ama yine de kaybolduğumuz yolda bulduk birbirimizi. Kaderin bizim için planı nedir bilinmez. Fakat tahmin edilebilir. Tahminler üzerine değil de zamana bırakmayı tercih edenlerdenim. Özellikle de son zamanlarda. Bugüne kadar başıma gelen her şeyi yaşamam gerektiğine, ondan ders çıkartmam gerektiğine inanırım. Tamamen kadere boyun eğmem. Gerektiği yere kadar savaşırım ama olmayacaksa da asla zorlamam. Ne kendimi ne de başka birini. Bugün olduğu gibi; zorla güzellik olmaz, olmadı da. Daha bir saat öncesine kadar; istenilip, istenmediğim ikilem dolu beyaz bir evde misafirdim. Yol boyunca süren gerginliğim eve gelmemle biraz olsun hafiflemişti. Şimdi ise koltukta oturmuş Evren’le mesajlaşıyordum. Yan yanayken sorması gereken soruları şimdi soruyordu ve her seferinde beni güldürmeyi başarıyordu. O kadar tatlı, o kadar sevecen ve bir o kadar da cana yakın ki. Özellikle de naz yaptığı zamanlarda. Tatlı bahanesiyle gelen mesaj, sevgili hayatımdan tutun da UEFA Ligi’ne kadar gitmişti. Ardından yarın okulu olduğu için geri kalan konuları başka bir güne erteledik. Evren ilk başta instagramdan istek atmış sonra konuşmaya başlamıştık. Birkaç dakika sonra Kaya ve Çınar’da istek atmıştı. Gelen bildirimlere bakınca Aşkın Hanım, Toprak ve Atlas’ın takip isteğini gördüm. Onların isteklerini kabul edip bende açık olan hesaplarını takip etmeye başladım. Profil hesaplarını incelediğimde, Toprak ve Çınar’ın hiçbir paylaşımı yoktu. Diğerleri oldukça etkin kullanıyorlardı. Aşkın Hanım’ın eşiyle kullandığı ortak hesabında gezerken Deniz’in hesabı karşıma çıktı. O istek atmamıştı, tabi ki de bende atmayacaktım. Telefonumu bırakıp mutfağa atıştırmalık hazırlamaya geçtim. Birazdan Alya gelirdi ve anlaşılan uzun ve bol dedikodulu bir gece olacaktı. Yarım saatin ardından kapı çalmıştı. Elinde ufak bir çanta ve birkaç market poşetiyle “Hellüüüü.” diyerek içeri girmişti. Ayak üstü sohbetin ardından üzerine rahat bir şeyler giydi ve salona geçtik. Elime maden suyumu alıp yudumlamaya başladım. “Of, oof. Yemin ediyorum bir gün bu kadın beni sırf koca bulamadım diye evlatlıktan reddedecek.” “Ne o. anlaşılan yine birbirinize girmişsiniz.” Eline aldığı dondurmayla yorgun bir bakış attı. Anlaşılan bu sefer daha şiddetli bir tartışma olmuştu. “Bu sefer gerçekten ama gerçekten birbirimize girdik.” “Kim kazandı peki?” “Zehra sultana karşı şansım var mı sence!” Zehra teyze gerçekten dediğim dedik bir kadındı. İstediği şey olana kadar elinden de dilinden de gelen her şeyi yapardı. Konuşmaya başladığı zaman onu durduracak kimse olmazdı. “Yine ne oldu da olmadı?” “O da diğerleri gibi ayrı bir salak. Yok evlilik ona zor gelirmiş, bir kadına bağlı kalamazmış ama birkaç haftalık takılmak istersem de hayır demezmiş. Sümsük herif. Kendini ne zannediyorsa. Kim Kardashian’dan daha fazla estetiği var.” “Gerçekten mi?” benzetmesiyle ikimizde gülmeye başladık. “Aman boşver beni. Akşam davetine nerde, kiminleydin? Yoksa sonunda bana bir enişte mi buldun? Nişan tepsini ben tutmalı ve nikah şahidin kesinlikle ben olmalıyım. Bu konuda anlaşalım.” Heyecanla sorduklarına şaşırmamalıydım. Çünkü son zamanlarda aklı sadece böyle şeylere çalışıyordu. Son 4 senedir. “Hayır. Enişte falan yok. Ama diğerlerine söz veriyorum, nedimem sen olacaksın.” İçerden gidip DNA sonuçlarını alıp Alya’ya uzattım. Eraslan ailesini araştırdığımı hatta evlerine gidip konuşacağımı biliyordu. Son olayları fırsat bulup konuşamamıştık. Ailemi bulduğumu daha yeni öğreniyordu. Kağıdı okuduktan sonra şaşkınca bana bakmaya başladı. Evet canım arkadaşım, ilk başta bende böyle olmuştum. Ardından kendini toparladı. “İnanamıyorum Güneş. Aileni bulmuşsun.” “Evet. Buldum ve bugün de onlarda yemek yedim.” Eline cips alıp karşımda bağdaş kurdu. “Asıl dedikodu sendeymiş. Eee, anlatsana. Nasıldı?” “Bilmem garipti. Yani tuhaf tuhaf sorular sordular. Kimisi hiç konuşmadı, kimisi de laf sokmaya yer aradı. Zaten temel şeylerden konuştuk.” Sessizliğe büründüğümde dizimde hissettiğim el ile devam ettim. “Biliyor musun, aslında beni bırakmak istememişler. Öldüğümü söylemişler onlara. Hatta küçük bir mezarım bile varmış. Hemen hemen her hafta ziyaret ederlermiş. İstemedikleri için veya sevmedikleri için bırakmamışlar beni.” “Gerçekten kendini nasıl hissediyorsun Güneş?” “İhanet etmiş gibi.” “Böyle düşünme. Bu olanlarda senin hiçbir suçun yok.” “Onun için değil ki. Onlar beni yıllardır unutmamışlar. Ben ise onları hiç aramadım, merak etmedim. Aysun Hanım benden böyle bir şey istemese yine de bulmak için uğraşmayacaktım. En çok da bu canımı yakıyor. Yetimhanede herkes öz ailesini merak eder araştırır, bulmaya çalışırdı. Kimsesiz olduğumu çoktan kabullenmiştim galiba. Ben hiç aramadım.” Ortama çöken keskin sessizliği dağıtmak adına gülümseyip “Aman neyse. Hem çok tatlı insanlar.” dedim. “Özellikle biri var tadından yenmiyor.” İmayla söylediğimde Alya’nın ilgisini çekmiş olacak ki “Ailenden bahsetsene biraz.” demişti. Aile’m. Benim ailem. Kulağa garip, alışılmadık geliyordu. Belki de henüz benim olabileceğini kabul edememiştim. Bilmiyorum. “Aşkın Hanım ve Erol Bey çok iyi, anlayışlı insanlar. En hevesli Aşkın Hanım gibi duruyor. Oğulları var. Altı tane.” “Oha, gerçekten mi? Kız o kadar çocuğu nasıl doğurmuş bu kadın?” “O kadarını sormadım. Ama bana da korkutucu geldi.” deyip kıkırdadık. “Kadını bir görsen asla demezsin bu kadar çocuk doğurmuş, büyütmüş. Üzerine bir de kariyer yapmış.” “Şu an idolüm olmaya aday. Vay be. Altı çocuk ve kariyer. Ben işi zor idare ediyorum. Ee ne iş yapıyormuş?” “Estetik cerrahı. Hatta kendine ait kliniği de varmış.” Gözlerini sonuna kadar açıp “Tekrar inanamıyorum. Bu kadının biyografisini çıkartmam lazım.” demişti. O kadar hayran olduğu belliydi ki, gözlerinden okunuyordu. “Kadına bu kadar şaşırdıysan oğullarını gör bir de. Deve gibiler. Evren bile benden uzun.” Alya anlamayarak daldığı yerden bana döndü. “Evren kim” “Kendileri kardeşim olur. Ya Alya, o kadar sempatik o kadar tatlı ki. Görsen sevmelere doyamazsın. Sonra Kaya benim için yemek yapmış. Ama karidestendi, yiyemedim.” “Şu an tek çocuk olduğum için kıskanmaya başladım ya. Bende istiyorum.” “Deniz’i duyunca vaz geçeceğine eminim.” “Niye ki?” “Yemeğe oturur oturmaz imalı imalı sözler, laf sokmalar. Görmen gerekiyordu. Cevap vermemek için kendimi o kadar zor tuttum ki. Giydiklerinden belli çok para harcıyorsun, çalışmıyorsundur kesin sonra karidesli yemeği yemedim diye laf sokmalar falan neler neler dedi.” “Her evde aykırı bir çocuk vardır zaten. Diğerleri nasıldı, nasıl davrandılar?” “En büyükleri Toprak’la pek konuşmadık. Gerçi diğerleriyle de çok konuşmadık. Toprak'ta benim gibi sinir hastasıymış. Ama o adam garip geldi bana. Sanki bir şey beni ona çekiyormuş gibi. Veya onu daha önceden tanıyormuşum gibi. Garipti yani.” “Vay be. Ailede her cinsten var demek.” Birkaç saat daha konuşup yatmaya gitmiştik.
Huzurlu bir uykudan uyanamasam da keyfim yerindeydi. Adliyeye gelmiş, birçok işlerimi halletmiş şimdi de Aşkın Hanım’ı; yarın öğlen çayına davet edecektim. Telefon birkaç çalmanın ardından “Güneş, nasılsın?” diyerek açılmıştı. “Teşekkür ederim Aşkın Hanım, iyiyim. Siz nasılsınız?” “Bende iyiyim canım. Ben müsait olup olmadığını bilmediğim için arayamamıştım.” “Böyle düşünmeyin lütfen. Beni istediğiniz zaman arayabilirsiniz. İşim olduğu zamanlarda bile mutlaka geri dönerim size.” “Peki o halde. Aramana çok sevindim, bu arada.” “Ben sizi şey için aramıştım. Eğer müsaitseniz, bir planınız yoksa yarın öğlen çayına davet etmek istiyorum sizi.” “Sizin evinize mi?” Şüpheyle sorduğu soruyu ilk başta anlamamıştım. Sonradan aklıma gelmişti. “Ben tek başıma yaşıyorum. Üvey olanlarla çok önceden ayrıldık.” Onlara aile demeyi bırak düşününce bile midem bulanıyordu. “Anladım canım. Peki, yarın iki gibi geliriz.” “Tamam, anlaştık. Bu arada kimseyi zorlamayın. Olur mu? Gerekirse tek başınıza gelin. Benim için sorun değil.” “Olur. Sen nasıl istersen öyle olsun.” Vedalaşıp görüşmeyi sonlandırmıştık. İşlerimi bitirip markete girdim. Birkaç eksik ve yumurta aldım. Bu zamana kadar evime hiç yumurta almamıştım. Deniz ürünleri kadar olmasa da etkisi oluyordu ve bende buna rağmen sırf hamur iş, aperatif hazırlamak için bir koli yumurta almıştım. Eve geçtiğimde birkaç kurabiye, minik çörek ve bolca tatlı tarifi baktım. İçinde yumurta olanları hiç denememiştim. Umarım sorunsuz bir şekilde pişirebilirdim. Tatlıların keklerini ve kremalarını, kurabiyeleri, minik çörek ve kanepelerin yarısını hazırlamıştım. Kimisi dinleniyor kimisi pişiyordu. Çalan telefonumla Alya’nın aradığını düşündüm. İnternetten tanıştığı adamla, yarın buluşmak için elbise ölçümü vermeye gitmişti. Büyük ihtimalle onun için aramıştı. Ellerimi yıkayıp kuruladıktan sonra arayanın Alya değil Evren olduğunu gördüm. Mesaj atmıştı da ben mi görmemiştim acaba? “Efendim?” “Merhaba. Nasılsın, ne yapıyorsun? Mesaj atmadım. Arayım, sesini duyayım dedim. İşin varsa daha sonra da konuşabiliriz.” Herhangi bir sorun olmadığını anladığımda rahatladım. “Hayır hayır. Sorun değil konuşabiliriz. Bu arada iyiyim ve hazırlık yapıyorum. Sen ne yapıyorsun?” “Oturuyorum bende. Ne hazırlığı yapıyorsun ki?” “Haberin yok mu? Yarın Aşkın Hanım’ı öğlen çayına çağırdım.” “Ben!!” “İstersen sende gel.” “Elbette geleceğim. Evini ve hayvanlarını merak ediyorum.” Bir yandan mutfakta hazırlıklara devam ederken bir yandan da Evren’le konuşmayı sürdürdüm. Evime geleceği için o kadar heyecanlıydı ki. Birkaç kombin yapıp fotoğrafını bile yollamıştı. Yatağa girdiğimde içimde tarif edemediğim bir şekilde heyecan vardı. İlk defa evime geleceklerdi, yaptıklarımı yiyeceklerdi. Beğenecekler miydi acaba? Hem tüm aile gelmezdi. Aşkın Hanım ve Evren kesin geliyorlar zaten. Toprak ve Kaya’da gelir bence. Onlarda yemekteyken iyilerdi. Deniz ve Atlas kesinlikle gelmezlerdi. Deniz malum, beni hiç istemiyor. Atlas' da aynı şekilde, ondan da hiç ümidim yoktu. Çınar'ın gelip gelmemesi hakkında çok kararsızım. O adamın duruşu hatta bakışı bile beni geriyordu. Erol Bey’ de Aşkın Hanım isterse gelirdi. Gelmeye de bilir, emin değildim. Artık yarın görecektik. Sabah olduğunda rutinlerimi halletmiş, evi temizlemeye koyulmuştum. Bugün Sinyor bile çok hareketliydi. Sabah onu da iyi yormuştum. Yoksa misafirlere rahat vermezdi. Saat ikiye geliyordu. Üzerimi değiştirip hazırladıklarımı bahçeye çıkardım. Hava çok güzeldi, dışarı otururuz diye oraya kurmuştum. Evren arayıp adresi sormuştu ve ilk defa bana ‘abla’ demişti. O heyecanla adresi unutmuş direk konum atmıştım. Ay ben abla olmuştum gerçekten. Kapı çalmış ve hoş geldiniz diye içeriye yönlendirdim. Aşkın Hanım bileklerinin üzerinde buz mavisi, yakalı bir elbise giymişti. Arkasından giren Erol Bey lacivert spor bir gömlek ve siyah pantolon giymişti. Tüm asaleti ve ciddiyetiyle Çınar siyahlar içindeydi her zaman olduğu gibi. Kaya'yı ise ikinci defa pantolon ve polo yaka tişörtle görmüştüm. Peşinden bana hiç bakmadan giren Atlas’ı hiç beklemiyordum. Gelmez sanıyordum. Etrafına büyük merakla bakan Evren son kişiydi. Açıkçası Toprak’ın geleceğine çok emindim. Ya da onun gelmesini istemiştim, bilmiyorum. Az da olsa moralim bozulmuştu. Sonuçta kendi tercihiydi. Kendimi toparlayıp, gülümseyerek “Hoş geldiniz.” dedim. Bu sefer Aşkın Hanım ve Erol Bey sarılmak yerine, ellerini uzatmışlardı. Kısa bir tokalaşmanın ardından bahçeye geçmeyi teklif ettim. Gösterdiğim taraftan ilerleyip koltuklara yerleştiler. “Tekrardan hoş geldiniz. Nasılsınız?” “Hoş bulduk. İyiyiz canım, sen nasılsın?” Beni yanıtlayan Aşkın Hanım olmuştu. Ona karşı gülümseyip “Bende iyiyim.” dedim. Herkes etrafı incelerken Aşkın Hanım konuşmaya başladı. “Deniz ve Toprak gelemediler.” “Sorun değil. İstemedikleri halde gelselerdi, kendimi daha kötü hissederdim.” Daha fazla konuşmasına izin vermeden ne içmek istediklerini sordum. Herkes çay derken Evren “Limonlu bubble tea var mı, abla?” demiş ve farkını ortaya koymuştu. Ablası kurban olsun ona. Aşkın Hanım’ın uyarmalarını aldırış etmeden “Sen istersin de olmaz mı?” demiş ve göz kırpmıştım. Zaten içeceği dolapta hazırdı. Çayları koyup bahçeye geçtim. Herkese ikram ettikten sonra Evren büyük bir sevinçle “Sen bir tanesin.” demişti. Ay evet, bir tanecik ablan benim haklısın. “Buyurun lütfen, çekinmeden alın.” dedim, masadaki ikramlıkları göstererek. Tabaklarına birkaç parça aldıktan sonra yavaş yavaş yemeye başladılar. “Evde tek mi yaşıyorsun?” diyen Kaya’ydı. “Evet. Tek başıma yaşıyorum.” Sıcak çaydan bir yudum almıştım ki hala çayı sevmediğime kanaat getirdim. “Üvey ailen nerde yaşıyor?” Çaya attığım tiksinç bakışlarımı tekrar ona çevirdim. “İstanbul’da yaşıyorlardı. Ama çok önce hepsi dağıldı. Şu an farklı şehirlerde farklı konumdalar.” Birisi batmış şirketiyle uğraşıyor, birisi akıl hastanesinde diğeri hapiste ve Aysun Hanım da mezarda. Erol Bey “Peki sen ne zaman ayrıldın onlardan?” dedi. Bana ilgiyle bakan adamı cevapsız bırakmadım. “Evlat edinildikten üç yıl sonra ayrıldım.” “Kaç yaşına kadar yetiştirme yurdunda kaldın?” Soruyu soran Çınar’ı Evren “On yıl kalmış.” diye yanıtladı. Ona dönüp gülümsedim. “Evet. On yıl kaldım. Sonra evlat edinildim.” dedim. “Siz konuşuyor musunuz?” dedi Çınar. İşaret parmağıyla ikimizi göstererek. Sanki suç işlemişiz de yakalanmışız gibi aynı anda birbirimize baktık. Evren abartılı bir şekilde “Tabi ki de ağbii. Biz ablamla her gün konuşuyoruz.” dedi. ‘Öyle mi’ der gibi kaşlarını kaldıran Çınar, tek hamlede bir dilim böreği ağzına attı. “Üç yıl. Alıştığın insanlardan ayrılmak zor olmuştur kesin.” dedi naif sesli kadın. Bunu söylerken üzülmüştü. Ama neden olduğunu anlayamadım. “Biz pek anlaşamazdık. Sürekli kavga ederdik. Bu yüzden ayrıldım ama Aysun Hanım’la görüşmeye devam ettik.” “O neden vefat etti, peki?” “Kanserdi. Uzun zamandır yüzleşiyordu. En sonunda dayanamadı.” dedim. Yaşadıkları yüzünden kendinden vaz geçti diyemedim. “Başın sağ olsun. Çok üzüldüm.” Gülümsemekle yetinip içmeye çabaladığım çayı yudumladım. Soğuyunca daha bir kötü oluyordu tadı. “Köpeğin mi vardı?” Ortam çok sessiz olmasına nedeniyle duyduğum sessiz soru, kimden geldi diye göz gezdirdim. Bu sesi bugüne kadar hiç duymamıştım. Kulübeye bakan Atlas’ı görünce onun konuştuğunu anladım. “Evet. Hala var.” Şaşkınca çevirdiği yüzü, duymadığımı zannettiğini gösteriyordu. Başını sağa sola çevirince, görmek istediğini fark ettim. Herkes kulübeye odaklanınca ufak bir tanıştırma yapabilirdim. “Sinyor. Buraya gel.” Koşup buraya gelen köpekle herkes şaşırmıştı. “Bu Sinyor. Bir yıldır evimin bahçesine ortak.” diye tanıttım. Onlara döndüğümde ilgiyle bakıyorlardı ve korkmamışlardı. “Sinyor, selam ver misafirlerimize.” Komutumla sırayla herkesin yanına gitmiş kendini sevdirmişti. “Dobermanın mı var? Çok iyi ya.” diyen Kaya’ydı. Sinyor' un Atlas’la daha iyi anlaştığını görünce inanamadım. Eve gelen misafirlere hatta bakımını yaptığı veterineri bile sevmez, hırlayıp dururdu. “Sevdi seni. Bu oldukça nadir olur.” Atlas’ın Sinyor’ u severken ki gülümsemesi görülmeye değerdi. Çünkü ben onu hep ağlarken ya da üzgünken görmüştüm. Hayvanlarla anlaşan sessiz biriydi anlaşılan. Ama bana cevap vermesini beklemiyordum. “Genel olarak hayvanlarla iyi anlaşırım.” Bana dönmeden söylemişti ama sonuçta konuşmuştu. “Ne güzel. Sinyor kendi doktoruyla bile anlaşamıyor.” Bana dönüp “Bana getirebilirsin istersen. Bende veterinerim.” dedi. Diğerleri bizi dinlerken “Geçekten mi? Olur. Çok sevinirim.” dedim. “Ay abla! Bu kadar büyük bir köpeğin olduğunu zannetmemiştim. Ben daha ufak çaplı hayal etmiştim.” diyen Evren’le, Sinyor’ u yerine yolladım. “Eve girerken fark ettim de duvar boyunca eski kitaplar vardı. Seviyorsun herhalde?” diyen Erol Bey’i onaylamıştım. “Bende çok severim. Yani biriktirmeyi de okumayı da.” Başımı sallayıp “Ne güzel.” demiştim. Çünkü diyecek başka bir şey bulamamıştım. “Bunları kim yaptı ya. Hepsi çok güzel olmuş. Tarifini alayım da evde Sevgi teyze yapsın.” Bir yandan yiyip bir yandan da etrafta birini aramaya başlamıştı Kaya. Midesine düşkün olduğu belliydi zaten. “Afiyet olsun. Ben yaptım. Veririm tarifini.” Gözlerini dikmiş bana bakarken, benim yaptığıma inanamadı galiba. Ardından Çınar “Pastacı mısın?” diye sordu. Ne alaka ki, güzel oldu diye pastacı mı olmam gerekiyordu? “Hayır, değilim.” “Ne iş yapıyorsun peki?” demiş ve ağzına kurabiye atmıştı. “Cumhuriyet savcısıyım.” dedim. Beklemedikleri bir şey söyledim galiba. Çünkü Kaya içtiği çayı püskürtmüş, Çınar’ın da kurabiye boğazında kalmış, öksürüyordu. Diğerleri sonuna kadar açtıkları gözleriyle bana bakıyorlardı. Kalkıp bir bardak suyu Çınar’a uzattım. Biraz içtiğinde kendine gelmişti. “Gerçekten mi?” diye sordu ardından. Şu an tüm ciddiyetini kaybetmiş, şaşkınlıkla bana bakıyordu. O an gülmemek için kendimi zor tuttum. “Evet.” Herkes birbirine bakarken hala inanamıyor gibilerdi. “Kusura bakma. Biz böyle bir şey beklemiyorduk. Yani elbette tahminlerimiz vardı ama bu değildi.” dedi Aşkın Hanım ve “Ben senin ne iş yaptığını sormayı unutmuşum. Vay be. Cumhuriyet savcısı ablam var.” diye devam etti Evren. Onlara gülümseyip “Sorun değil. Siz ne iş yapıyorsunuz?” diye sordum Kaya ve Çınar’ı kastederek. “Ben kalp cerrahıyım, Çınar’da bizim şirketi ağbimle yönetiyor.” dedi Kaya. Biraz daha sohbet ettikten sonra Evren evi gezmek istemiş ve hep birlikte ayaklanmıştık. İlk önce giriş katı gösterdim. Mutfak, salon, yemek odası ve bir oda daha vardı. Üst kata çıktığımızda; benim odam ve iki odayı gösterdim. Çatı katını çalışma adam olarak kullanıyordum. Duvarlarda yeni basım kitaplar ve ortaya çalışma masası vardı. “Bu oda çok güzelmiş ya. Hep kitap dolu.” diyen Evren’e gülümsedim. Çınar'ın hatta Atlas’ın dikkatini bile çekmişti. Aşağıya inerken Aşkın Hanım “Evin çok güzel ve oldukça düzenli.” dedi. “Teşekkür ederim.” Tekrar bahçeye geçtiğimizde hava kararmaya başlamıştı. Evren'in seslenmesiyle ona döndüm. “Abla, ara sıra kalmaya da gelebilir miyim?” Yanımda, kahverengi gözlerini açmış yavru köpek bakışları atan çocuğa nasıl kıyabilirdim ki. “İstediğin zaman gelip kalabilirsin.” Aşkın Hanım’lara dönüp “Sizde istediğiniz zaman gelebilirsiniz bu arada. Gelmenize de çok sevindim.” dedim. Artık kalkacaklarını söyleyip, eşyalarını bahçeden almışlar ve kapıya gelmiştik. “Kendine iyi bak.” diyen kadının gözleri dolmuştu. “Lütfen üzülmeyin. Elbette tekrar görüşürüz.” “Peki o halde.” deyip akan yaşlarını sildi. Arabalarına kadar onlara eşlik ettim. “Bu arada sormayı unutuyordum. Kapıdaki motor sevgilinin falan mı?” Eliyle gösterdiği motora dönmüştü herkes. “Hayır. Benim.” Yine bir şok dalgası daha mı geliyor demeden gülerek “Güzelmiş.” dedi Kaya. Teşekkür edip ve iyi akşamlar edikten sonra gitmişlerdi. Büyük ihtimalle Kaya’da motorları seviyordu. Bu yüzden sormuştu. Çınar'ın ise hayran hayran arabamı süzmesi gözümden kaçmamıştı. Gerçi onun da benimki gibi spor arabası vardı, yanlış hatırlamıyorsam. Kaybolmuş olabilirdik ve sonradan bulmuş. Ama bir çay davetiyle daha iyi bağlandık, birbirimize. Yani en azından ben öyle hissediyordum.
Devam edecektirrr...
|
0% |