Yeni Üyelik
9.
Bölüm

8. BÖLÜM: Kim Bu Kız?

@sera_d.uluhan

Güneş, yavaş ve narince gözden kayboluyor yerini Ay’a devrediyordu. Gün batımı eşliğinde evlerine giden aile arabaya bindiklerinden itibaren çok sus puslardı. Çünkü hepsinin aklını kurcalayan başka şeyler vardı. Bunlardan biri de Güneş’in bir motora sahip olmasıydı.

“Ay! Sizce kullanıyor mudur o motoru?” Aşkın Hanım dayanamamış, içini yiyip bitiren düşünceleri diline vurmuştu. Erol Bey sessizliğini korurken oğlu Kaya annesine inanamayarak cevapladı. “Kullanmasa neden bahçesinde olsun, anne.”

Aşkın Hanım oldu olası motor kullanılmasını çok tehlikeli buluyordu. Zira bu korkusunu oğlu Deniz’i günlerce hastanelerde beklerken başlamıştı. Hiç beklenmedik zamanlarda gelen aramaları korkarak açıyordu. Her seferinde oğluna motor sürmeyi bırakmasını söylese de Deniz asla vazgeçmiyordu. İç geçirerek derin bir nefes verdi Aşkın, hala düşünmeden yapamıyordu.

Araba yavaşlayıp evlerinin bahçesinde durmuş ve herkes eve girmişti. Mutfaktan çıkıp gelen Çiçek, eşyalarını alırken soru yağmuruna tutmadan duramadı. “Hoş geldiniz. Nasıl geçti, iyi miydi? Neler konuştunuz? Bir şeyler hazırlamış mı, yoksa sadece çayla mı geçiştirdi? Evi nasıldı? Sizinle güzel sohbet etti mi? Ay keşke bende gelseydim.” Nefes almadan ve duygudan duyguya geçen kızı çok iyi tanıdıkları için direk salona geçmişlerdi. Hemen arkasında susması için çimdik atan Sevgi teyze “Hoş geldiniz. Yarım saate sofra hazır olur.” dedi. Onu hemen reddetmişlerdi. Çünkü Güneş’in yaptıklarından çokça yemişlerdi.

Sesleri duyup odasından inen Deniz ile acil işi çıktığı için şirkete giden Toprak da salona geçmişlerdi. “Ooo, kimler gelmiş. Gözümüz yollarda kaldı. Sonunda ayrılabilmişsiniz kızlarınızdan.” demişti Deniz imalı ses tonuyla. “Çok merak ettiysen sende gelseydin, ağbi.”

Kardeşine göz devirdi ve daha da konuşmadı. Deniz'e göre o kız hala kendini beğenmiş, ukala, sevimsizin tekiydi. Biraz sonra duyacağı şeylere kadar tabi.

Kardeşi Deniz’in aksine her şeyi merak edip, işlerinin uzun sürmesi nedeniyle davete gidemeyen Toprak çok merak ediyordu. Daha fazla dayanamayarak o da sordu. “Ben işlerimi halledemedim, gelecektim yoksa. Anlatsanıza, neler yaptınız?” İçten içe üzülüyordu Toprak. Görememişti kardeşini; ona uzun uzun bakan safir gözleri, dudaklarında tam belli olmayan o masum gülümsemesini, çekingen ama bir o kadar da net çıkan sesini özlemişti. Onların bağı şu ana kadar bakışmaktan öteye geçememişti. Ama bu Toprak’a bile yetmişti. Sadece daha sık görmek istiyordu. Kardeşini, nur yüzlüsünü bugün göremediği için kendine kızıyordu.

Muzip bir gülümseme ile anlatmaya Aşkın Hanım başladı. “Ay Topra>ğım. O kadar güzel karşıladı ki. Buraya geldiği gün gibi içine kapanık değildi.”

Kaya, annesinden hemen sonra yedikleri o nefis şeyleri anlatmaya başladı. “Öyle şeyler yapmış ki, ağbi. Kaç tabak yedim inan hatırlamıyorum.”

“O kadar hazırlık yapmasına rağmen mutfağı, evi ne kadar temizdi. Evcil hayvanı olmasına rağmen hem de.” Aşkın Hanım gerçekten inanamıyordu. Hem köpek besleyip hem de o evin ışıl ışıl olması, ona göre çok zordu. İki gün evlerine aldıkları yavru kedi, anında evi batırmış ve tüylerini her yere yaymıştı. Zor temizlemişlerdi doğrusu.

Hayvanlara ayrı bir ilgisi olan Atlas, en çok evcil hayvanı olmasını sevinmişti. Yanında oturan ağbisine dönüp “Evinde doberman ve yeşil renkte bir kadeh balığı besliyor.” demişti. İşte bunu iki genç adam hiç beklemiyordu.

“Güneş de benim gibi eski kitap koleksiyonu var.” Erol Bey’in aklına gelen ile burukça tebessüm etmişti. Ortak bir noktaları olmasını çok sevmişti. Ona nasıl yaklaşması gerektiğini bilmiyordu. Eşine, oğullarına benzetse de onlar kadar yakın davranamıyordu. Bunda Güneş’in mesafeli davranması da onu daha çok geri plana atıyordu. Ona hala ‘bey’ diye hitap ediyordu. Erol Bey, kendini kızın yerine koyduğu zaman hak da veriyordu açıkçası. Çünkü henüz birbirlerine alışma evresindelerdi. O da Güneş’e hiç ‘kızım’ diye hitap etmemişti. Aynı eşi Aşkın gibi.

O an Çınar, ağbisinin ve kardeşi Deniz’in hala kız kardeşinin ne iş yaptığını bilmediğini hatırladı. “Sizce Güneş’in mesleği ne?” diye heyecanla bir soru yöneltmişti. “Hazır para yiyicisi miymiş?” Bu ön yargı tabi ki de Deniz’den gelmişti. Toprak ise devam et dercesine elini sallamıştı.

“Hayır kardeşim. Kız cumhuriyet savcısıymış.”

Duyduklarını ilk başta anlamlandıramayan ikili, kitlenmiş gibi Çınar’a bakıyorlardı. Bu hallerini gören diğer aile üyeleri de içten içe gülüyorlardı. Fakat onlardan ilk öğrendiklerinde bu şekilde bir tepki vermişlerdi. Güneş’in bu derecede üst mevkide olduğuna inanamamışlardı.

“Ne! Ağbi sen ciddi misin?” diyen Deniz’de inanamamıştı. Ne yani bir cumhuriyet savcısı evlerine gelmiş ve Deniz ona demediğini bırakmamıştı. Üstelik bu kişi de Güneş’ ti.

Çınar’ın yüzündeki sinsi sırıtış cevap niteliğindeydi. İşte şimdi sıra Kaya’daydı. Kardeşinin sırtına birkaç kere vurduktan sonra asıl bombayı patlattı. “Ohoo, Deniz’im. Sen buna bu kadar şaşırıyorsan, bahçesindeki beyaz Ninja H2R’ı görseydin düşüp bayılırdın herhalde.”

Kardeşi motoru duyunca kafayı yiyeceğini, merak etmeden yapamayacağını adı gibi iyi biliyordu.

Güneş'in savcı olmasının şokunu üzerinden atamayan Deniz, bu sefer gerçekten düşüp bayılacaktı. “Ne-nasıl yani?” Şaşkınlığının önüne geçemediği gibi kekemeliğinin de geçememişti. Ona göre ortada büyük bir yanlışlık vardı. Nasıl olurdu da on beş santimlik topuklu giyip, ful makyajla dolaşan kızın motoru olurdu, aklı almıyordu.

“Onun mu peki, emin misin ağbi? Sevgilisinin falan olabilir sonuçta.”

Kaya, başını yana eğmiş gülmemek için zor duruyordu. Zira kardeşi motor hastasıydı ve gördükleri o beyaz motoru görse Güneş’in yanından bir dakika ayrılmazdı. “Tam da senin sorduğun gibi sordum. Ama benim dedi. Gerisini bilmem artık.” Kardeşinin sorularına maruz kalmamak için direk odasına çıkmıştı.

“Kesin emin miyiz onun olduğuna? Sürüyor muymuş, nerelere gidiyormuş mesela? Söyledi mi size?”

Tüm aile Deniz’in bu ani duygu değişimine gülerken Çınar cevap vermişti. “Sürdüğünü de nereye gittiğini de bilemem. Ama kullandığına emin olduğum aşırı güzel spor arabası var. O bana yeter.”

“Yok ya, sürmüyordur. Hem motorcu tipide yok onda.” Deniz kendi kendine ihtimalleri değerlendirirken bir yandan da onu motor sürerken hayal etmişti.

“Kız ‘Porsche 911 Turbo S’ kullanıyor. Motoru mu kullanamayacak, güldürme beni.” Ona karşı gelen tabi ki de Çınar’dı. Kardeşinin aksine motorları araç olarak görmüyor, onu daha çok spor arabalar hoşuna gidiyordu. Kendi arabası veya Güneş’in arabası gibi. Özellikle birileriyle yarıştaysa, asfaltın tozunu atmadan bırakmazdı.

Biraz daha oturup sohbet ettikten sonra herkes odalarına dağılmıştı. Evren ise odasında bunalmış bahçeye çıkmıştı. Evlerine geldiklerinden bu yana ablasıyla mesajlaşıyorlardı. Hatta kendini tutamamış onun hakkında konuştuklarını bile söylemişti. Ablasının aşırı tepki vereceğini düşünmüştü. Sonradan pişman olmuştu. Ama hiç düşündüğü gibi olmamış, üstüne ‘demek kulaklarım bu yüzden çınlıyordu’ demiş şakaya vurmuşlardı. Şimdi ise magazin hakkında konuşuyorlardı.

Yanına gelip oturan Çınar ağbisini hiç umursamadan mesajlaşmaya devam etti. “Oğlum senin kız arkadaşın mı var? Sabahtan akşama kadar telefonla mesajlaşıyorsun.”

Ağbisini bu tahminine göz devirmiş, Hadise’nin ayrıldığı adam hakkında ki yorumunu yazıp ablasına göndermişti. “Kız arkadaş mı, o da ne? Yeniyor mu? Ben bir annemi bir de ablamı biliyorum ve şu an da onunda konuşuyorum.”

“Hangi ablanla konuşuyorsun?”

Ona inanamayarak “Kaç tane ablam var, ağbi? Güneş ablamla konuşuyorum.” dedi Evren.

Çınar'da ona inanamamıştı. Birkaç gündür kardeşinin elinden telefon düşmediği gibi yüzündeki gülümsemesi de hiç eksik olmuyordu. Uzun süredir konuştukları ve birbirlerine alıştıkları açıkça ortadaydı. Bugün çay davetinde o kadar da yabancılamamışdı. Hemen hemen her şeye hakim duruyordu. Bu durum Çınar’ın içten içe hoşuna gitse de aralarındaki bağı kıskanmadan da edemedi.

“Siz baya her gün konuşuyorsunuz herhalde?” Yanında oturan kardeşi sadece boğazından çıkarttığı bir sesle onaylamıştı. “Ne konuşuyorsunuz ki bu kadar?”

Evren omuz silkip “Hiç, öyle havadan sudan.” deyip geçiştirmişti.

Bu tarzda cevap vermesine sinir olsa da takmamaya çalıştı. Birkaç dakika geçmişti ki dayanamayıp içindeki sıkıntıyı dışarıya attı. “Seninle 7/24 konuşuyor da benimle niye konuşmuyor?”

Ani çıkışıyla hem kardeşini korkutmuş hem de tüm odağını ona vermesini sağlamıştı. “Çünkü sen ona iş arkadaşınmış gibi resmi davranıyorsun. Bize yaklaştığın gibi yaklaşmıyorsun ki.”

Kendisine akıl veren kardeşinin boynuna kolunu doladı ve kendine çekip, saçlarını karıştırmaya başladı. “Bak sen şu tekne kazıntısına. Ağbisine akılda verir olmuş.”

Çınar'dan zar zor kurtulmayı başaran Evren, yanaklarını şişirmiş saçlarını düzeltiyordu. Bir yandan da ağbisine laf yetiştiriyordu. “Of, ağbi ya. Saçlarımı bozdun hep. Hem soruyorsun cevap verince de memnun olmuyorsun. Ben ne yapabilirim? Git kardeşinle sorununu tek başına çöz.”

Teessüf ederek “Hiç ağbilere öyle denir mi? Çok ayıp.” dedi ve kardeşinin kızarmış yanaklarını öpüp ısırmaya başladı. Çırpınmayı bırakıp ağbisine teslim olan Evren, ısırılmanın bittiğini anladı ve elinin tersiyle yanaklarında ki salyaları silmeye başladı.

“Ağbilere akıl verilmez, öyle denilmez, böyle yapılmaz. Ne yapılır bu ağbilere? Ablam bile oldu bir ben ağbi olamadım.” Söylediği sözlerle Çınar onu yine ısırma isteğiyle doldu ama yanlarına Deniz’in gelmesiyle onunla uğraşmaya başladı.

“Bak Deniz. Kardeşimiz ablasıyla konuşuyormuş. İletmesini istediğin bir şey var mı?”

“Ne ablası, hangi ablasıyla konuşuyor?” Deniz’in durgunluğu, sessizliği hala kafasına karışık olduğunu gösteriyordu ve Çınar onunla uğraşmadan durmayacaktı.

“Hani şu cumhuriyet savcısı olan ablası. Bahçesinde motor gördüğümüz, adı Güneş olan ablası. Hatırladın mı?”

Olayı yeni idrak eden Deniz, Evren’in başına dikilmiş telefona bakmaya çalışıyordu. En sonunda bakamadığını anlamış ve kardeşinin elinden telefonu kapmıştı. “Ağbi ne yapıyorsun? Çocuk çocuk hareketler. Sen mi ağbisin yoksa ben mi bilemedim doğrusu.” diyen Evren’in yanına oturan Kaya “Şuna bak. Gururundan kıza istek atmıyor da hazır hesaptan faydalanıyor. İyi bak iyi, vardır belki motorla attığı fotoğrafı.” dedi. Gülüşüne Çınar ve Evren’de eklenmişti.

Biraz kurcaladıktan sonra “Aman al, yemedik. Zaten hiç ihtimal vermiyorum. Kullanamaz o motor, hele H2R’ı hiç kullanamaz.” diyen Deniz’e kimse cevap vermemişti.

Deniz'in konuşmasını duyan Toprak hariç. “Sana kaldıysa; işsiz, miras yiyen falandı. Ne oldu, kız cumhuriyet savcısı çıktı. Tahminlerini doğruluk payını tekrar gözden geçirmeni tavsiye ederim kardeşim.” demiş ve göz kırpmıştı.

Kardeşlerinin karşısındaki tekli koltuğa geçip oturdu. Hemen itiraz etmeye hazır olan Deniz’de karşısına geçmişti. “O konuda ufak bir yanılma payım olabilir. Ama motor, aşırı hassas ve profesyonel olduğum bir konu.”

Evren’in mesajlarını okuyan Kaya, başını kaldırıp Deniz’e karşı gelmişti. “Ufak mı? Oğlum sen farkında değilsin herhalde. Kızın suratına suratına ‘hazır para yiyicisin’ dedin ve bu kız savcı. Bak altını çiziyorum sav-cı. Senin şu an hapishanede olmadığına şükretmen lazım.”

“Sadece o da değil ki. Giydiklerine, arabasına, yemediğine de laf etti.” Çınar’ın şikayet eder gibi hatırlatmalarına göz devirmişti. “Bence çok abartıyorsunuz. Alt tarafı okumuş cumhuriyet savcısı olmuş.” demişti Deniz.

Ama az önce yaptığı ufak çaplı araştırma sonucunda, savcıların görevlerini ve neler yapabileceklerini öğrenmişti, detaylı bir şekilde. Bu da demek oluyor ki o kız istese ‘savcıya hakaret’ suçlamasından onu içeriye attırabilirdi. Hem de uzun bir süre hapis hayatı yaşatarak. Bununla birlikte maaşına da bakmıştı elbette. Altındaki arabadan standart maaşlardan daha yüksek aldığını anlaması zor olmamıştı. Ve bu da onun ne kadar üst mevkide olduğunu görmeye yeterdi. Yine de yiğitliğe bok bulaştırmak istemedi.

“Evet. Ablam öyle biri değil. Sen canını sıkma ağbi. Ama yine de ablamın canını da sıkma, ne olur ne olmaz.” diyen Evren, o an herkesin gözüne çok tatlı gelmişti. İki yanında olan ağbileri dayanamamış yanaklarını ve burnunu ısırmışlardı.

“Bu nedir ya! 20 yaşındayım ben, yedi değil.” diye çıkışan kardeşlerini daha çok sıkıştırmışlardı. Onlara göre hala evin küçücük neşeleriydi.

Aklına takılan soruyla, kardeşlerinin bildiğini düşünüp onlara yönelik sormuştu, Toprak. “Güneş’in ağbileriyle arası nasılmış?” Kafasını iki yana sallayıp, ağbisini reddetti Çınar ve konuşmaya başladı. “Yok ağbi. Üvey ailesiyle en başından beri arası iyi değilmiş. O ağbilerle anlaşamam, sürekli kavga ederdik falan dedi. Zaten on yaşında evlat edinilmiş, üç yıl sonrada ayrılmış.”

“Sonrasında yetimhaneye geri mi dönmüş?”

İşte bunun cevabını bilmiyorlardı. Kaya ve Çınar bilmiyorum dercesine dudak bükerken, Toprak ağbisini Evren yanıtladı. “Yok ağbi, dönmemiş. Orayı da sevmiyormuş zaten. Ayrı bir eve çıkmış. Bir yandan liseyi okumuş bir yandan da çalışmış.”

Duyduklarıyla düşüncelere dalmışlardı. Kim bilir ne zorluklar çekmişti de yurtta tek başına yaşamak, hayatını idare ettirmeye çalışmıştı. O yaşta ki bir çocuk hem çalışıp hem de okumak zorunda kalmıştı. Düşündükçe daha çok keşke diyorlardı. Keşke hep bizimle kalsaydı, keşke bizden onu ayırmasalardı, öldü göstermeselerdi de hak ettiği hayatı yaşasaydı.

“Hangi üniversite mezunuymuş?” Bu seferki soruyu şaşırtıcı derecede Deniz, ağbilerine sormuştu. Bugün konuşmuşlardır diye düşünmüştü ama üniversite hakkında bir konu dönmemişti.

“Ablam ODTÜ’de lisans, İngiltere’de yüksek lisansını yapmış. Şu anda da doktora yapıyor. Hatta ikinci yılına geçti.” diyen Evren’e, tüm ağbileri şaşkınlık içinde bakıyorlardı. Hem Güneş’in akademik başarıları hem de kardeşlerinin onun hakkında her şeyi bilmesi, onlara fazla gelmişti. “Ohaaa!” diyen Deniz’i, “Yuh. Benim o kadar okumuşluğum yok.” diyerek Kaya devam ettirmişti.

Çınar ise “Lan, sen niye her şeyini biliyorsun kızın? Bundan sonra bende mesajlaşacağım Güneş’le.” deyip tüm kıskançlığını ortaya sunmuştu. Duyduklarını sindirmeye çalışan Toprak daha çok gurur duyuyordu kız kardeşiyle.

Birkaç saat daha sohbet ettikten sonra Kaya nöbeti olduğu için, Deniz ve Çınar’da acıktıkları için eve geçmişlerdi. Baş başa kalan evin en büyüğü ve en küçük oğlu, farklı düşüncelerle uğraşıyorlardı. En büyükleri olan Toprak, bugün davete gidemediğini düşünürken, Evren ise yarın ablasını dışarda vakit geçirmek için nasıl ikna edeceğini düşünüyordu.

İkisi de aynı anda oflayıp ve yine aynı anda telefondan başlarını kaldırınca bakışmışlardı. Evren bu hareketlerine kıkırdayıp ağbisinin yanına geçti. Ona dönen ağbisi, kaş-göz işareti yapıp telefonunu gösterdi.

“Kız meselesi mi?” Genç adam olanlara inanamıyordu. Ağbilerinin onu bir sevgilisinin olduğu düşüncesine nerden varmışlardı da sürekli bununla uğraşır olmuştu. “Neden bu kadar kız arkadaşımın olmasını istiyorsunuz? Hayır yani, sevilmediğimi düşünüp beni bir an önce göndermek istediğinizi zannedeceğim.”

“Laflara bak, laflara. Ne peki derdin?” Ardından Evren’in aklına gelenle bir of dökülmüştü. “Yarın ablamla vakit geçirmek istiyorum. Ama bir türlü bunu ona söyleyemedim.”

“Bende aynı şekilde, bugün gelememe sebebimi anlatmak istiyorum. Onu istemediğimi düşünmesin diye konuşmak istiyorum. Ama nasıl yapacağımı bilmiyorum.” Bir sonraki iç çekiş kuşkusuz Toprak’tan gelmişti.

Onunla hayallerinde ki gibi zaman geçirmek, bir sürü anıları olsun istiyordu. Gülerken kısılan o mavinin en koyu tonu olan gözlerini, birde kahkaha atarken görmek istiyordu. İki yabancı gibi değil de hiç ayrılmamış kardeşler gibi olmak istiyordu. Güneş’in ağbisi, kendisinin de kollarında sığınan biricik kız kardeşi olması en büyük isteğiydi. Tabi, nasıl adım atacağını bilseydi.

Evren tüm cesaretini toplayıp ağbisine döndü. “Aynı anda mesaj atalım, ağbi. Bu saatlerde uyumuyor. İllaki görür. Bir anda yazıp gönderelim. Ne diyorsun?” Soran gözlerle bakan kardeşini onaylayıp mesajlarını yazmaya başladılar ve aynı anda da gönderdiler.

İki kardeş telefonu masaya bırakıp beklemeye başladılar. İlk mesaj Evren’e gelmişti ve ‘Olur tabi ki de. Seni yarın bir de alırım.’ yazıyordu. Hemen ardından Toprak’ın telefonuna bildirim düşmüştü. Ondan da ‘Sorun değil. Başka bir zaman görüşürüz.’ yazıyordu. İkisinin de tahmin ettiği gibi endişe edecek bir şey yazmamıştı.

Toprak, gelen mesajı sırıtarak cevap yazarken kardeşinin onunla dalga geçmesini beklemiyordu. “Ağbi, gerçekten mesajlardan mı yazdın? Oldu olacak güvercin yollasaydın.”

Bu ikili birbirleriyle uğraşırken balkondan onları izleyip muzipçe tebessüm eden Atlas’dan bir haberlerdi. Tüm aileyi böyle mutluyken izlemeyi çok seviyordu. İçini hem sevgileriyle hem de ilgileriyle sımsıcak yapıyorlardı. Belki Atlas’ın öz ailesi olmaya bilirlerdi. Ama ona değer verdiklerini, sevdiklerini adı gibi iyi biliyordu.

Atlas’da onlara karşı kendini sorumlu tutup asla ne sevgisini ne de ilgisini gizlemiyordu. Onlar kadar o da onları seviyordu.

Atlas'ın sahip olabileceği en güzel aileydi. Bunu o sağlamıştı. Küçük meleği. Daha doğrusu artık küçük olmayan meleği. Her şey onun sayesindeydi. Çok önceden kendi ailesi terk etmiş bir bebek olan Atlas’a emanet etmişti. Şu an ki hayatını meleğine borçluydu. O yüzden melekti ya onun adı. Tertemiz bir kalbi vardı ve melek olmuştu. Yani kendi de dahil herkes öyle zannediyordu. Küçük meleği, genç bir kız olarak geri dönmüştü. Ya da onları bulmuştu.

Atlas'ı asıl korkutan şey hayallerinde yaşattığı, büyüttüğü, masallar anlattığı gibi birinin olmamasıydı. Ama şu ana kadar aksi bir şey görmemişti. Bir kere hayvanları vardı. Ebru gibi kötü biri olamaz diye düşündü. Yanıla da bilirdi tabi.

Ailesini ondan uzaklaşacağını, onu istemeyeceklerini, reddettiklerini sürekli görür olmuştu rüyalarında. Gerçekte de böyle mi olacaktı?

Eninde sonunda, bir gün onu istemeyecekleri gün gelecekti elbette. Ebru'nun dediği gibi fazlalıktı o, bu aileye. Onun yerine alınmıştı bir kere. Hep yük oluyordu. Hem maddi hem de manevi açıdan, tamamen yük. Ne kadar maddi yönden kendini geliştirirse geliştirsin her yönden ailesine yük oluyordu. En azından Atlas uzun bir süredir böyle düşünüyordu. Ebru'yla karşılaştıkları her an, bunu ona unutturmamak için yemin etmiş gibi tekrarlayıp duruyordu.

Atlas' da son olaylardan sonra artık ailesinin onu istemediğine kesin emin olmuştu ve bunu onlardan duyacağı günü bekliyordu. Şu anlık kimse ona bir şey söylememişti. Ama söyleyeceklerdi. Bir gün duyacaklardı. Umduğu tek şey rüyalarında ki kadar veya Ebru’nun anlattığı kadar acımasız olmamalarıydı. Onun dışında basit bir şekilde ‘git’ deseler bile giderdi.

Daha fazlasına ne yüreği ne de bedeni kaldıramazdı. Ailesi onun her şeyiydi. Ruhunu teslim et deseler hiç tereddütsüz yapardı Atlas. Ve uzun zamandır beklediği, hala ona söylenmeyen sözleri düşündü.

Artık seni istemiyoruz.

Evimizden de hayatımızdan da defol.

Yüzünü dahi görmek istemiyoruz.

Sen bir hiçsin. Bizim ölmüş bebeğimizin yerine geçtin.

İlk önce tek bir damla sonra iki ve üç, dört damla göz yaşı derken yine ağlayarak uykuya dalmaya çalıştı, Atlas. Nasıl olsa alışkındı, uzun çok uzun zamandır bu şekilde geceyi sonlandırıyordu.

Kaderin ona çizdiği ve onun görmemek için direndiği harika anları bilmeden uyumuştu yine..

 

Devam edecektirr..

 

 

Loading...
0%