Yaklaşık yarım saattir CPR yaptıkları genç kıza uzun uzun baktı. Ne yaparsa yapsın kendini evinin beşinci katındaki balkonundan atmış genç kızı kurtaramamıştı. Kızın birçok organı yere düştüğünde bir su balonu gibi patlamış iskeletindeyse sayısız kırık oluşmuştu. Yaşasaydı muhtemelen uzun süre yatağa bağımlı kalacaktı. Yine de bu durum ölümüne üzülmesini engelleyemedi.
CPR'ın işe yaramadığı anlayınca asistan doktora durmasını söyledi. İşe yaramayan bir müdahale için bedene daha fazla eziyet etmenin bir anlamı yoktu. Üzgün bir ses tonuyla hastasının ölüm ilanını açıklarken kendi ölüm ilanını açıklıyormuş gibi hissetti.
Çünkü bu genç kız ona çok benziyordu.
Ameliyathane kapısından çıktığında onu merakla bekleyen hasta yakınlarıyla karşılaştı. Bir anne babaya evlatlarının öldüğünü söylemek o kadar kolay bir mesele değildi. Mesleğinin en zor kısmı belkide buydu. Bir ailenin yıkılışını görmeye ağzından çıkan iki kelime yetiyordu. Ne kadar söylemek istemese de dökülmüştü dudaklarından bu kelimeler; "Üzgünüm, kurtaramadık." .
Bu kelimelerden sonra sarfedilen hiçbir söz mutlu ya da huzurlu olamazdı. Olmamıştı da.
Annenin feryatları kulağında, kızlarının kanlarının olduğu scrubsla orayı terkederken mimiksiz tutmaya çalıştığı yüzü odasının kapısına kolunun çarpmasıyla bozulmuş gözlerinden yaşlar akmaya başlamıştı. Dışarıdan onu gören biri canının yandığı için ağladığını düşünebilirdi fakat durum öyle değildi. Defalarca ölüm görmüş olmasına rağmen hala her ölümde bir miktar sarsılıyordu. Hastasını kaybetmiş hiçbir doktor mutlu olmazdı. Yani en azından o öyle düşünüyordu.
Odasına girip biraz kendini yatıştırdıktan sonra üstünü değiştirmiş ardından evine gitmek üzerine hastaneden çıkmıştı.
36 saatlik nöbet onu tükenme noktasına getirmişti. O an tek derdi uyumakken aklına akşam yemeği için kör randevuya çıkacağı adam geldi. Bugün böyle bir şey için enerjisi kalmamıştı. Daha önce de benzer bir sebepten ötürü planı ertelemişti. Aslında bir kez daha ertelemesi hoş değildi fakat uyuklarken ya da hiç keyfi yokken biriyle görüşmek de mantıklı bir fikirmiş gibi gözükmüyordu. Bu yüzden adama planı ertelemek istediğini söylemişti. Adamsa ona aşırı meşgul biriyle ilişki içerisinde olmak istemediğini söyleyip görüşmelerini tamamen iptal etmişti.
Mesajı okurken tebessüm etmişti. Hiç tanımadığı bir adamdan böyle bir tepki aldığı için canını sıkacak değildi. Bu konudaki tek can sıkıcı olay arkadaşından işiteceği birkaç laftı. Çünkü bu randevuyu Eun ayarlamıştı.
Eun birlikte, aynı odada büyüdükleri, oldukça yakın hatta kardeşim diyebileceği biriydi. Hayatına müdahale etmesine izin verdiği tek kişi de oydu. Anne babasını kaybettiği gün tanışmıştı onunla. Kimsenin sahip çıkmadığı bu iki çocuk, kimsesizlik çukurunda boğulmak yerine birbirlerine sahip çıkmayı tercih etmiş, hayatın katlanılabilir yönlerini birlikte bulmuşlardı. Eğer öyle yapmayacak olsalardı muhtemelen şimdi oldukları konumlarda olamazlardı.
Evine ulaştığında üstündeki atkı ve kabanını rastgele bir yere fırlatmış ardındanda adımlarını direkt yatak odasına götürmüştü. Üstünü dahi değiştirmeden yatağına girmiş, gözlerini biraz huzura ermek adına kapatmıştı.
Uykuyu birçok insan gibi o da çok seviyordu. Belki de hayatındaki vazgeçemeyeceği tek şey uykuydu. Geceleri çalışmayı bu nedenle hiç sevmiyordu. Mesleğinin bunu gerektirdiğini anlıyordu fakat en azından 24 saatten fazla çalışmamaları gerekiyordu. Oldukça yüksek bir maaş alsada bu kadar çalışma saatlerine daha fazla katlanmak istemediği için çalıştığı hastaneyi değiştirecekti. Hayatta herşeyin para olduğunu düşünen insanlardan değildi.
Uykusunun en güzel yerinde telefonu çalınca bir of çekti. Gözünü bile açmadan eliyle telefonunu bulup açtı. Acil bir durumda ulaşılması gerekebileceği için telefonunu sessize alamıyordu. Bir an önce telefonunu kapatıp uykusuna kaldığı yerden devam etmek istiyordu.
"Yoon?"
"Ne oldu Eun?"
"Uyuyor muydun?"
"Hıhım."
"Uyandındığım için üzgünüm ama yarın akşam müsait misin?"
"Müsaitim."
"Tamam, Minho'yla konuşup onu ikna ettim. Yarın görüşürsünüz."
"İstemiyorum."
"Neden?"
"Anlayışsız insanlardan hoşlanmıyorum."
"Yoon olaya tek taraflı bakman doğru değil. Senin de hatan var."
"Uğraşmak istemiyorum." demiş ve telefonunu kapatmıştı. Eun'un birkaç defa daha onu arayıp görüşmeleri için ısrar etmesi sonucu ise telefonunu sessize almıştı. Ömrünü mesleği yüzünden eşiyle tartışarak geçirmek istemiyordu. Minho'nun gözüyle olaya bakınca aslında adamın çokta haksız olmadığını anlıyordu. Yine de daha hiç tanışmadan böyle bir şey yaşamış olmak canı sıkıyordu. Karşılıklı anlayışın olmadığı bir ilişkinin devam edemeyeceğini düşünüyordu.
Onun bu hallerini en iyi anlayabilecek kişi de muhtemelen bir doktordu. Şimdiye kadar bir meslektaşıyla evlenmemiş olmasının sebebiyse oldukça bozuk bir kişiliğe sahip olmasıydı.
Sinirlendiği zaman insanların yüzüne bağırıp çağırmıyor gülümsemesiyle onları çokta kale almadığını gösteriyordu. Bu durum insanların ondan uzak durmasına neden oluyordu. İnsanların karşılıksız bir şey yapmayacağı düşündüğü içinse ona iyi bir amaçla yaklaşan insanlara karşı dahi duvarlarını uzun süre kaldıramıyordu. Çoğu insanınsa bu süreyi beklemek için sabrı olmuyordu. Başka bir sorunsa hayatına birini aldığında sorumluluğunun artacağını düşünüyor böyle bir şeye içten bir şekilde girişmek istemiyordu. Biriyle tanışmak için görüşmeye gitmeyi kabul etmesi ise hem arkadaşını kıramıyor oluşundan hem de otuz üçü bulan yaşıyla birlikte iyice monotonlaşan hayatında bir değişim istemesinden kaynaklanıyordu. Bu da ilk önüne gelen adamla evleneceği anlamına gelmiyordu. Öyle yapacak olsaydı muhtemelen şimdi Eun gibi bir çocuk sahibi olmuş olurdu. Hoş kanser tedavisi sebebiyle alınan rahmi yüzünden çocuk sahibi de olamayacaktı. Bu onun için bir problem değilken karşısındaki insan için ne derece bir problem olacağını da kestiremiyordu. Daha önce hiç kimseyle bu konuyu konuşacak kadar samimiyetini ilerletmemişti. Bundan sonra da ilerletemese de olurdu.
Beyninin içinde gezen düşünceler uykusunu açınca yatağından kalktı. Aç olduğunu farkedince mutfağa gidip midesini doldurabilecek bir şeyler hazırladı. Yemek yapamayan bir insandı. Yine de olabildiğince sağlıklı beslenmeye çalışıyordu. Yaptığı brokoli çorbası pek bir şeye benzemese de en azından öğününü atlatmasına yetiyordu.
Eun evlenmeden önce birlikte bu evde yaşıyorlardı. Onun yemek yapmasını özlemişti. Genelde temizliği de Yoon yapardı. İş bölümünü bu şekilde ayarlamışlardı. O zamanlar bu ev daha canlıydı. Şimdi ise bu evde derin bir sessizlik vardı. Sessizliğe bir şekilde alışmıştı fakat bazen yalnızlık ağırına gidiyordu. Bu yüzden başta evde durmak yerine hastanede bu kadar uzun kalmanın sorun olmayacağını düşünmüştü fakat artık bedenini bu kadar çok yormak istemiyordu. Yaklaşık bir ay sonra hastaneyle imzaladığı iki yıllık sözleşmesi bitiyordu. İstifasından sonra Japonya'ya gidecek ve biraz tatil yapacaktı. Hatta Japonya'yı sevecek olursa belki orada çalışmayı da tercih edebilirdi. Kim bilir?
Yemekten sonra bulaşıkları yıkamış ardındanda evin biraz düzenli durması için oldukça yüzeysel bir temizlik yapmıştı. Evin dağınık ya da pis olmasından hoşlanmıyordu ancak detaylı temizlik yapacak enerjiyi de o an kendinde bulamamıştı. Belki de pazar günü evine temizlik için bir yardımcı çağırmalıydı.
Robot süpürgenin koridordaki fiskosun ayaklarına sıkıştığını görünce oraya doğru ilerlemeye başlamıştıki vestiyerdeki aynada kendini görünce üstünü hala değiştirmediğini farketmişti. Bir iç çekip önce süpürgeyi sıkıştığı yerden kurtarmış sonrada adımlarını banyoya götürmüştü. Temiz kıyafetlerini duş aldıktan sonra giyinmek daha güzel bir seçenekti.
Duş aldıktan sonra yatağına yeniden girmişti. Saat henüz yirmibir olsada yarın sabah gireceği ameliyata dinç bir şekilde girmek istiyordu. Daha kolay uyuyabilmek içinse eline bir kitap almıştı. Kitap okuyarak uyumaya fazlasıyla alışmıştı. Bugünde böyle yapmış ve çok fazla zaman geçmedende uyuyakalmıştı. Böylelikle bir günlük klasik rutininin sonuna gelmişti. Onun genel olarak hayatı böyleydi;
Çalışıyordu. Hastaneden fırsat buldukça uyuyordu. Evde yemek ve temizlik işleriyle uğraşıyor bazen yemek işini arkadaşlarıyla dışarıda buluşup hallediyordu. Çok nadirde olsa içmeye de gidiyordu. Hayatında ufak tefek problemleri olsada ciddi halledemeyeceği bir sorunu yoktu. Genel olarak mutlu olduğu söylenebilirdi.
Kaderini değiştiren olaylar silsilesi ise telefonunu sessizden çıkartmayı unutmasıyla başlamıştı. Gecenin saçma sapan bir saatinde kapısının delicesine çalınmasıyla sıçrayarak uyanmış koşarcasına dış kapıya doğru ilerlemişti. Kapının görüntülü diyafonundan kapıdakilere bakmış daha önce hiç görmediği siyah takım elbiseli adamları görünce kapıyı açmamıştı. O kapıyı açmayınca kapıya vurulan yumruk sayısınında artması onu iyice korkutmuş polisi aramak için telefonunu yatak odasında arayıp bulmuştu. Gördüğü 23 cevapsız aramayla şoka uğramış o uyurken hastanede bir şeylerin olduğunu anlamıştı. Ekranında Han Do yazısı yanıp sönmeye başlayınca hızlıca telefonunu açmıştı.
"Han Do seni birazdan arayacağım." diyip telefonunu anında kapatmıştı. Şu an kendi güvenliği daha önemliydi. Hastanedeki olay her neyse biraz daha bekleyebilirdi.
Kimseyle bir derdi yokken kimin neden kapısına dayandığını anlayamamıştı. Onu koruyan kapıya bakarken titreyen parmaklarıyla 112'yi tuşlamıştı. Olan biteni polis memuruna anlatmaya başlayacakken kapıdan gelen, ne olduğunu anlayamadığı, bir sesle beraber kapı açılmıştı.
Adamların birinin elinde silahı görünce kendini hızla bir odaya atıp kapısını kilitlemişti. Silahın ucunda susturucu gibi bir şey vardı. Muhtemelen kapıyı bu şekilde açmışlardı.
Kapısı birkaç kez tıktıklansa da açmamıştı. Elindeki telefonu yeniden kulağına götürmüştüki "Bayan Yoon korkmanızı gerektirecek bir durum yok, sizi acilen hastaneye götürmemiz gerekiyor." diyen adamların sesini duydu.
"Sizinle hiçbir yere gelmiyorum. Gidin buradan."
"Bayan Yoon, Bay Seo ağır yaralı. Hastanede size ihtiyacımız var. Kapıyı kırmak istemiyoruz ama istersek bunu yapabiliriz. Çok fazla zamanımız yok isterseniz asistanınızla da bu konuyu arabada konuşabilirsiniz."
Bay Seo hastanenin sahibiydi. Hatta hastanenin adı dahi Seo Hastanesiydi.
Han Do yazısını birkez daha ekranda görmesiyle adamların doğruyu söylediğini anlamıştı. Kapıyı açar açmaz tek kolundan tutulup dışarıya çıkarılmaya başlanmıştı. Nereye götürüldüğüne dahi bakmazken 112 aramasını kapatıp Han Do'nun çağrısına cevap vermişti.
"Neler oluyor Han Do?"
"Hocam 64 yaşında erkek hasta, bir kez dalağından iki kezde sağ bacağından vurulmuş. Kurşunlardan biri femoral artere isabet etmiş. Kanamayı paramedikler turnikeyle durdurmuşlar. Ancak dalaktaki kanama aşırı fazla ve ben kanamayı durduramıyorum. Diğer hocalarımız da ameliyattalar. Size ihtiyacım var."
Bir arabaya bindiğinde hala onunla konuşmaya devam ediyordu.
"Yoldayım geliyorum ama ben gelene kadar hastayı stabilize etmen gerekiyor. Splenektomi için uygun bir vaka olduğunu mu düşünüyorsun?"
Splenektomi: Dalağın çıkarılması
"Evet, hocam."
"O halde başla."
"Bunu daha önce hiç tek başıma yapmadım."
"Evet ama benim gözetimimde de olsa bunu defalarca yaptın bu yüzden ameliyata başla, benim ameliyathanede olmam bir yirmi dakikayı bulur. "
"Hocam ama-"
"Hastanın ölmesini mi izlemek istiyorsun?"
"Ameliyathane kapısında silahlı adamlar var ve ameliyathaneye girmeden önce beni tehdit ettiler."
"Endişelenme o konuyu çözeceğim. Sen sadece yapman gerekeni yap ve önündeki hastaya odaklan."
"Peki, hocam."
Telefonunu kapatmamış yol boyunca asistanıyla ameliyatın gidişatı hakkında konuşmuştu. Hastaneye girdiğinde onu elinde scrubsla bekleyen personelle karşılaşmış giyinme kabininde hızla üstünü değiştirmişti. Asistanının bahsettiği siyah takım elbiseli adamları görünce gerilmiş, gerildiğini belli etmeden onca insanın arasından geçmiş ardındanda ameliyathaneye girmişti.
Ameliyathaneye girer girmez yaptığı ilk şey ise ameliyathane personelinden polisi aramasını istemek olmuştu. Bay Seo'nun bu hastanenin sahibi olması yakınlarına böyle bir şey yapmaları için herhangi bir hak tanımıyordu. Bu konudada sessiz kalmayacaktı.
Asistanının güzel bir iş çıkardığını görünce ameliyatın tamamını onun yapmasına izin vermeye karar vermişti. O sadece gerekli yerlerde öğrencisini yönlendirmeye çalışmıştı. Öğrencisiyle gurur duyuyordu. Her şey çok iyi ilerliyorken, ameliyathanenin izleyici bölümüne bir şekilde girmeyi başarmış ve asistanını tehdit eden adam Han Do'nun dikkatini dağıtmış splenik arterin bir anlık zaafiyetle parçalanmasına neden olmuştu.
Hastanın değerlerinin birdenbire düşmeye başlamasıyla Yoon hızla asistanıyla yer değiştirmiş sürekli alarm veren makinelerin eşliğinde damarı onarmaya başlamıştı. O sırada gelişen hipovolemik şoka eşlik eden kardiyak arrest ecel terleri dökmesine sebep olmuştu. Tüm bunlar yaşanırken öylece yerinde donup kalan asistanıysa ona hiç yardımcı olmuyordu.
"HAN-DO CPR'A BAŞLA!"
"..."
"HAN-DO!"
"EĞER HEMEN ŞİMDİ CPR'A BAŞLAMAZSAN SANA 90 TANE HEMOROİD HASTASI VERİRİM!"
İlginçtir bu tehditten sonra Han Do CPR'a başlamıştı. Yoon o anlarda tehditinin bir işe yaradığını düşünsede durum öyle değildi. Bu hata Han-Do'nun mesleğini bırakmasına sebep olacaktı. Şoktan kendini çıkarabilmesinin tek sebebi hayatının hastanın geri dönmesine bağlı olmasıydı. Çünkü kendi hatası yüzünden hasta masada kalacak olursa izleyici camındaki gözlerini onun üstüne dikmiş adam onu yaşatmayacaktı.
Yoon, Han-Do CPR yaparken zorda olsa parçalanan damarı onarmayı başarmış, onarılan damarlaysa hastanın değerleri normale dönmeye başlamıştı. Hastayı kapatıp ortopedistlere emanet ettiğinde onun ameliyathanedeki işi bitmişti. Bu ameliyat, ameliyat ekibindeki herkes için fazlasıyla stresli geçmişti.
Ameliyathaneden çıktığında karşısına dikilen adama uzun uzun baktı. Bu adam izleyici camında gördüğü adamdı. Ne kadar istemesede onu bilgilendirmek zorundaydı.
"Dalağı ileri seviyde zarar gördüğü için çıkartmak zorunda kaldık. Bunun için ömür boyu ilaç kullanacak. Şimdilik durumu stabil ancak her an her şey olabilir. Çünkü çok fazla kan kaybetti ve bir dakika boyunca kalbi durdu. Bu süre beyninde hasar oluşturacak kadar uzun bir süre değil. Yinede vücudun özellikle de beyninin, dinlenebilmesi için onu yoğun bakıma alacağız ve en az üç gün uyutacağız. Şu an bacağındaki kurşunlar için ameliyata alındı. Kurşunun biri oldukça büyük bir damarı parçalamış. Bu yüzden onu şimdi çıkartmak zorundalar. Üçüncü kurşunun ameliyatıysa muhtemelen ertelenecek."
"..."
"Hastayla ilgili bir sorunuz var mı?"
"Neden ameliyatta kalbi durdu?"
"Sebebini biliyorsunuz. Oradaydınız. Bununla ilgili bir sorununuz varsa bana malpraktis davası açabilirsiniz fakat bu davadan zararlı çıkacağınızı size söylemek isterim. Çalıştığımız koşullar normal değildi."
"Ameliyatı neden siz yapmadınız Bayan Kim Yoon Jin?"
"Çünkü bu ameliyatı benim yapmamla asistanımın yapması arasında bir fark yoktu."
"Öyleyse neden asistanınız ameliyathanede sorun çıkardı?"
"Onu tehdit etmişsiniz?"
"Sorumla bunun ne alakası var?" diyince alaycı bir şekilde gülümsedi Yoon. Bu adam sinirlerini bozuyordu.
"Ağır stres altında bir doktorun tam potansiyelini gösterebileceğini mi düşünüyorsunuz?"
"Cerrahların her koşulda çalışabilmesi gerekmez mi, haksız mıyım?"
"Evet belki ama bu gereksiz ağır bir stres yüküydü."
"Bu durum onun yetersiz bir doktor olduğunu gösteriyor."
"Doktor musunuz ki bir doktorun işini yapıp yapamadığına karar veriyorsunuz?"
"..."
"Ayrıca adamlarınız gecenin bir vakti evimi öyle basamaz ya da hiçbir meslektaşımı tehdit edemezsiniz sizinle mahkemede görüşeceğiz."
"Öyle bir mahkeme olmayacak Bayan Kim."
"Beni de mi tehdit ediyorsunuz?"
"Hayır, size olacakları söylüyorum."
"Ne demek istiyorsunuz?"
"Ben Bay Han'ı hiç tehdit etmedim ya da adamlarım evinize zorla girmedi."
"Benimle dalga mı geçiyorsunuz?"
"Şu an kapınız sapasağlam, evinize zorla girdiğimize dair bir kanıtınız var mı?"
"Kapımı ta-"
"Evet tamir ettirdim."
"..."
"Sizinle bir anlaşma yapalım Bayan Yoon?"
"..?"
"Siz bu gece olanları görmezden gelmeyi seçin ve ben de asistanınızın hatasını görmezden geleyim. Ne dersiniz?"
"Kabul etmek istemediğimi söylersem ne yaparsınız?"
Adamın kulağına yaklaşmasıyla bir adım geriye çekildi. Yine de adam hala ona fazla yakındı.
Adamın "Asistanınız hatasını dalağıyla öder." diye sesizce mırıldanması üzerine adamı omzundan iterek "Ondan uzak dur." dedi.
"Bu tamamen size bağlı. Teklifimi kabul ediyor musunuz?"
"Ediyorum." dedi Yoon isteksizce. Bu konuyu burada kapatmak en iyisi olacaktı. Onun başedebileceği biri olmadığını anlamıştı.
Mümkünse eğer, ki en azından on gün mümkün değilmiş gibi görünüyordu onu birdaha görmek istemiyordu.
Arkasına dönüp orayı terkedecektiki "Konuşmamız henüz bitmedi." diyen tok sesle adımlarını durdurdu.
"..?"
"Babam taburcu olana kadar hastaneden ayrılmanızı istemiyorum Bayan Yoon. Ulaşılması zor birisiniz."
Yüzüne alaycı bir gülümseme yerleştirerek "Silahınız olduğu için her istediğinizi yapacağımı mı sanıyorsunuz? Hangi sıfatla bana böyle bir yasak koyuyorsunuz?" dedi.
Adamda yüzüne hafif bir sırıtış ekleyerek "Sözlerimi dinlemek sizin yararınıza olacaktır. İsmim Seo Kang Tae." dedi.
Yoon hala yüzünde sırıtışını korurken "Başka bir isteğiniz var mı Bay Seo?" diye sordu. Tabii ki de onu dinleyecek değildi.
"Babam buradan sağ çıkacak Bayan Yoon." Yüzü ciddi görünmese de sözleri gayet ciddiydi.
"Aksi durumda sonuçlarına katlanmak istemezsiniz. Ki bende sizin gibi bir kadının bedel ödediğini görmek istemem."
Okur Yorumları | Yorum Ekle |