Nehir kıyısından ayrılırken ona yakın yerde arabasını parketmiş başka bir araba görmüştü. Takip edilmesi yeni bir şey değildi. Kang Tae'nin onu eliyle koymuş gibi bulmasının sebebi de bundandı. İç çekerek kendini arabasının koltuğuna otuturduğunda fazlasıyla yorgun olduğunu farketti. İki buçuk hatta belki üç gündür doğru düzgün uyumamıştı. Artık uyuması gerekiyordu. Uçağa binene kadarsa uyuyacak zamanı yokmuş gibi görünüyordu.
Mümkün olduğunca dikkat çekmeden havaalanına gitmesi gerekiyordu. Fakat bunu nasıl yapması gerektiğini bilmiyordu. Evine gidene kadar aynalarından onu takip eden arabayı izlemişti. Evine ulaştığındaysa kapısını defalarca kilitlemiş sonrada pasaportunu arayıp bulmuştu.
Uçak bileti almak için ekrana bakarken yazıların birbirine girdiğini farketmişti. Gözlerini bir süre yumup açtığında görüşü netleşmişti. İyi hissetmiyordu. Bugün böyle bir şeyi yapacak gücü yoktu ancak bekleyecek zamanı da kalmamıştı. Kore'yi kalıcı olarak terketmek istemediği için şimdiye karar hukuk mücadelesi vermeye çalışmıştı fakat bunda başarılı olamamıştı. Artık gitmesi gerekiyordu.
Uçak biletlerinin çoğunun dolu olduğunu gördüğünde acilen karar vermesi gerektiğini anlamıştı. Acaba hemen şimdi bilet alacak olsa Kang Tae bunu anlayabilir miydi? Anlayabilme ihtimali vardı tabii ama Kang Tae eğer onu başka bir yerde sanarsa bunu araştırma gereği duymazdı. Yinede işini garantiye alacak biletini havaalanında alacaktı.
Pasaportunu el çantasına yerleştirken onu takip edenleri nasıl atlatması gerektiğini düşünüyordu. Belki en az iki çıkışlı bir yere giderse girdiği kapıdan farklı bir kapıdan çıkıp çağırdığı taksiyle burayı terkedebilirdi. Şansı yaver giderse bir süre yokluğu farkedilmezdi.
Evden çıkmadan önce saçlarını serbest bırakmış üst üste iki ceket giyinmişti. Yanınaysa bir maske ve şapka almıştı. Girdiği yerden farklı bir insan olarak çıkmaya çalışacaktı. Gideceği yerse bugün MinGyu götürdüğü hastane olacaktı. Böylelikle Eun'a veda etme fırsatı da edinmiş olacaktı.
Evinin kapısını kapatırken fazlasıyla gergin olduğunu hissediyordu. Bunu bir şekilde başarması gerekiyordu. Daha fazla burda kalırsa olabilecek şeyleri kestiremiyordu. Çantasının içine cüzdanını koyup koymadığını kontrol ederek arabasına yeniden binmişti.
Arabasını çalıştıracaktıki yanına oturan Minho'yla derin bir iç çekti.
"Benimle konuşmayı daha ne kadar ertelemeyi düşünüyordun?"
"Bunun hiç sırası değil Minho. İn arabamdan."
"Eun bana Japonya'ya gideceğini söyledi."
"Gideceğim."
"Tamam yeniden ilişkimize devam edelim demiyorum ama en azından sana yardım etmeme izin ver. Gitmene gerek yok."
"Sen bana yardım edemezsin. İn arabamdan."
"Neden bana güven-?"
"SANA İN ARABAMDAN DEDİM!" diye bağırdığında Minho sesini kesmişti.
"Uçağımın kalmasına çok fazla zamanım kalmadı."
"Benimle konuşmadan gidecektin yani."
"Evet, gideceğim ve beni oyalıyorsun."
"Havaalanına kadar sana eşlik edeceğim o halde." diyen Minho üzerine gözlerini devirdi.
"Sen kimsinki bana eşlik edeceksin?"
"Ben bu kadar kolay kenara atabileceğin biri olmamalıydım. Bana bunu yapmaya hakkın yok."
"Sana artık beni iğrendirdiğini kaç defa söylemem gerekiyor? Sen biriyle bir şeyler yaşamayı o kadar kolay bir şeymiş gibi anlatıyorsunki midemi bulandırıyorsun. Bir de bana bunun için hesap vermek zorunda olmadığını söyleme cesaretini kendinde buluyorsun. Ben senin kadar geniş değilim. Bunu kabul etmiyorum. Bu yüzden bir kez daha seni kovmadan önce in arabamdan." dedi. Minho'nun dolan gözlerine bakarken kendine bu gözlere kanmaması gerektiğini hatırlatmaya çalışıyordu. Minho'nun varlığı zaten canını yakarken bir de yokluğunun canını yakmasını istemiyordu. Eğer ona senin cesedini kapımdan toplamak zorunda kalmamak için görüşmeyeceğim derse Minho gitmezdi fakat gitmek zorundaydı. Ona ikinci bir şansı hem kendi benliği için hem de onun iyiliği için veremezdi.
"Sen gerçekten artık bana karşı bir şey hissetmiyor musun?"
"Hissetmiyorum." diye kestirip attı. Elbetteki ona karşı içinde hala bir şeyler barındırıyordu. Ancak bu duyguları tekrar gömdüğü yerden çıkarmak gibi bir niyeti yoktu çünkü bunun için savaşacak motivasyonu yine Minho elinden almıştı.
"Peki. Artık karşına çıkmayacağım." dedikten sonra Minho arabadan inmişti. Yoon da Minho arabadan iner inmez arabasını çalıştırmıştı. Ondan yeterince uzaklaştıktan sonraysa ifadesiz tutmaya çalıştığı mimiklerini serbest bırakmıştı. Anında gözlerinden yaşlar süzülürken direksiyona avcunun içiyle birkaç kez vurmuştu. Minho'nun onu bu kadar çok dağıtmaya hakkı var mıydıki? Hayır yoktu. Onun hiçbir şeye hakkı yoktu. Olmamalıydı.
Hastaneye ulaştığında önce arabasını parketmiş sonrada hastaneye giriş yapmıştı. Yanağınındaki yaşı elinin tersiyle silerken gülümsemeye çalışıyordu. Sonuçta uzun süre Eun'u göremeyecekti. Karşısına mutsuz bir şekilde çıkmak istemiyordu.
MinGyu'nun odasına gittiğinde Eun'un uyuduğunu gördü. İstemeyerek hafifçe omzuna dokunup onu uyandırdı.
"Yoon sen yeni gitmiştin? Neden geldin?"
"Seninle vedalaşmaya geldim."
"Ne vedalaşması?"
"Tokyo'ya gidiyorum."
"Şimdi mi?"
"Evet."
"Minho'ya haber vermeden mi gideceksin?"
"Haberi var. Biraz önce konuştuk."
"Nasıl-"
"O konuda konuşmak istemiyorum."
"..."
"Japonya'da kalacağın yeri ayarladın mı bari?"
"Evet. Bir arkadaşımda kalacağım. Beni merak etmen gerekmiyor." diye yalan söyledi Yoon. Eun'un başında bir sürü dert varken birde bunu düşünmesini istemiyordu.
"Çok fazla vaktim yok gitmem gerekiyor." diyince Eun ona sarıldı. O da ona kollarını sararken tutamadığı göz yaşları yeniden aktı.
Yoon arabasının anahtarıyla telefonunu Eun'a verirken "Bunlar sende kalsın. Ben yokken istersen arabamı kullanabilirsin." diyince ikisi de hafifçe güldü. Eun'un zaten arabası vardı. Yani buna ihtiyacı yoktu.
"Arabanı bizim evin otoparkına parkederim ama ben sana nasıl ulaşacağım?"
"Ben seni arayacağım."
"Aramalarını bekliyor olacağım."
Yoon onu başını sallayarak onayladıktan sonra "Benim için arka kapıya gelmesi için taksi çağırır mısın?" dedi.
"Tamam."
Odadan çıktıktan sonra Yoon altıncı kattan aşağıya inmek için asansörün gelmesini beklemeye başladı. Bir yananda etrafında şüpheli biri olup olmadığını anlamaya çalışıyordu. Akşamın bu saatinde hastane fazlasıyla sakinken etrafında şüpheli görünen kimse yok gibi görünüyordu. Bu yüzden asansör beklemekten vazgeçmiş binanın arka tarafındaki yangın merdiveninin kapısına doğru yürürken saçlarını topuz yapıp taktığı şapkanın içine saklamış üst üste giyindiği yere kadar uzanan ceketlerden üstekinide yanından geçtiği atık kutusuna atmıştı. Yüzüne maskesini taktığında şu ortamda yapabileceği en iyi kılık değiştirmesini yaptığını düşünüyordu.
Yangın merdivenini kullanarak hızla zemin kata inmiş ordanda hastanenin arka kapısına ulaşmıştı. Onu bekleyen taksiye binerken yaptığı bu şeyin bir işe yaramış olmasını umuyordu.
Taksiye havaalanını gideceğini söylerken burnunun kanadığını farketmişti. Uykusuzluktan ve yaşadığı yoğun stresten dolayı böyle olduğunu biliyordu. Burnunu peçeteyle tamponlarken taksici ona sürekli hastaneye tekrar gitmeleri gerektiğini söyleyip duruyordu.
Onu kaybettiklerini ne zaman anlayacaklarını bilmiyordu fakat çok fazla zamanının olmadığını biliyordu. Tekrar hastaneye dönmek için vakti yoktu. Yolda da zaten kanamayı bir şekilde durdurmuştu.
Taksi havaalanına ulaştığında oyalanmadan inmiş hızla bir Tokyo bileti almıştı. Uçağının kalkmasına yaklaşık yirmi dakika varken pasaportunu kontrol ettirmişti. Oturmak için biraz vaktinin olduğunu anlayınca bulduğu bir banka oturmuştu. Bu kadar adrenalin ona fazla ağır gelmişti. Yamaç paraşütü yapmaktan daha ötede bir şeydi bu ama kesinlikle zevk veren bir şey değildi.
Ayağıyla ritim tutarken uçağın rotar yapacağını söyleyen anonsu işitti. Bir iç çekip sabırla söyledikleri saati beklemeye başladı. Söyledikleri saate yakın uçağın geleceği saatin yeniden erteleneceğini duyunca gülmeyle ağlama arasında dudaklarından birkaç şey fırladı. İnsanlar ona merakla bakarken artık onu fazlasıyla bunaltan yüzündeki maskesini çıkardı.
Ne olduğunu bilsede yine de söylenen saati bir kere daha bekledi. Uçağın kalkış saatinin bir öncekine benzer şekilde ertelenmesiyle gerginlikle elleriyle oymamaya başladı. Ne yapması gerektiğini bilmiyordu.
Yanına oturan adamın kim olduğunu anlaması için başını çevirmesine gerek bile kalmamıştı.
"Gitmene izin vermeyeceğimi anlaman için uçağın kalkış saatini kaç saat daha erteletmem gerekiyor?"
Yüzünü ona doğru çevirdiğinde Kang Tae'nin oldukça şık giyinmiş olduğunu gördü. Belliki gittiği bir yerden onun için kalkıp gelmişti.
"Beni oraya götürsen dahi isteklerini yerine getireceğimi mi sanıyorsun?"
"Bunu burada konuşamayız." dedikten sonra Kang Tae Yoon'un kolundan tutarak ayağa kaldırdı. Yoon'un kolunu çekmeye çalışınca kulağına eğilerek "Yaptığın bu şeyi görmezden gelmemi istiyorsan benimle burdan sorun çıkarmadan çıkacaksın. Eğer sorun çıkarırsan bir daha sorun çıkaramaman için önlemimi alır seni evime götürürüm." dedi.
"Sözünü tutacağından nasıl emin olacağım?" diye sordu Yoon. Burada rezillik çıkarsa dahi olacaklar belliydi. Bu sadece buradan çıkacakları süreyi uzatırdı.
"Ben senin için her zaman her konuda tek seçeneğin olacağım Yoon." diyen Kang Tae bu cümlesiyle başka seçeneğin yok demeye çalışıyordu.
Kang Tae'nin yönlendirmesiyle Yoon yavaş adımlarla yürürken Kang Tae de onun adımlarına uyum sağlıyordu.
"Benim burada olduğumu nasıl anladın?"
"Seni hiç kaybetmedim." diyen Kang Tae üzerine kaşlarını çattı.
"..?"
"Telefonun dinleniliyor."
"Telefonda birine hiç Japonya'ya gideceğimi söylemedim."
"Bunun için özellikle biriyle telefonda konuşuyor olmana gerek yok zaten. Telefonunun yanında olması yeterli."
"Bu nasıl mümkün olabilir?"
Gülümseyerek "Sana bunu daha sonra gösteririm. Çok karmaşık bir şey değil." diyen Kang Tae'ye baktı. Bunu anlatırken eğleniyormuş gibi görünüyondu.
"Madem gideceğimi biliyordun neden beni daha önce durdurmadın?"
"Sana daha öncede söylemiştim. Gelecekte sorun yaşamamak için istediğini yapmana izin vererek çabalarının sonuçsuz kalacağını sana göstermeye çalışıyorum. Fakat nereye kadar sabırlı davranabilirim bilmiyorum. Bu yüzden beni daha fazla zorlama Yoon. Ben senin korktuğundan çok daha kötü bir adam olabilirim ve senin o tarafımla tanışmanı hiç istemem."
"..."
Kang Tae onu beyaz bir arabanın önüne getirdiğinde çevresine bakındı. Şimdi bu araca binmek ona çok garip geliyordu.
"Neden binmiyorsun?"
"Beni nereye götüreceksin?"
"Evine."
"..."
"Ayakta durmaya dahi halin yokken neden bu kadar binmemekte inat ediyorsun? Sana zarar vermeyeceğimi söyledim zaten." dedikten sonna Kang Tae aranın sağ ön kapısını açıp başıyla binmesi için işaret yaptı. Yoon da pes etmiş bir halde koltuğa oturunca Kang Tae kapıyı kapatmış sonrada şöfor koltuğuna oturup arabayı çalıştırmıştı.
"Ne zamandır dinleniliyorum?"
"Sen savcıyı sosyal medyaya ifşa etmekle tehdit ettiğinden beri yaptığın her şey izleniliyor."
"Çok yorucusun."
"Yorucu olan asıl sensin? Neden sana bir şeyleri illa zor yoldan öğretmem gerekiyor? Bana uyum sağlarsan çok daha kolay bir hayat yaşayacağını neden anlayamıyorsun?"
"Hayatıma girerken benden izin almayan birine neden uyum sağlayayım? Hem sen bu hareketlerinin normal olduğunu mu düşünüyorsun?"
"Benim normal olmak gibi bir derdim yok."
"İşte şimdi tam bir ergen gibi konuştun." dedi Yoon hafifçe gülerek.
"Sen-" diye sözüne başlamıştıki Yoon'un gözlerini kapatmış olduğunu görmüştü. Hafifçe tebessüm ettikten sonra gözlerini tekrar yola çevirmişti. Bugünlerde uyuyamadığının farkındaydı. Bu yüzden uyumasına izin verecekti.
Yoon'un bundan sonrada rahat durmayacağını biliyordu elbette. Uğraştığı kişi bir kadın değilde erkek olsaydı tüm bunlarla hiç uğraşmaz onu mahsenlerinden birine kapatırdı. O her zaman kadınlara karşı bir tık daha nazik bir adam olmuştu. Yoon'sa henüz bunu görebilecek kadar onu tanıyamamıştı.
Araba evin önünde durduğunda Yoon'un hala uyuduğunu görmüştü. Şimdi onu taşımaya kalkarsa uyanırdı. Bu yüzden korumalarının birinden bir battaniye istemişti. Gelen battaniyeylede üstünü sıkıca örtmüştü. Onun düzenli nefes alış verişini dinlerken içinden keşke hep böyle uysal olsan diye geçirmişti.
Uyandığında kendini huzursuz hissetmemesi adına arabadan çıkmıştı.
"Jihoon." dediğinde yanına gelen adama baktı.
"Bundan sonra gizliden takibe gerek yok. Herhangi bir girişimde bulunursa direkt müdahalede bulunabilirsiniz."
Jihoon "Hazır çevresindeki herkes onu Japonya'da sanıyorken neden bunu kullanıp onu Kuzey'e götürmüyoruz?" diye sordu.
"Öyle yaparsak ifadesini geri çekmez. Kafeslendiğini anlamaması için ona hala özgür olduğunu düşündürmeye çalışıyorum. Bugün yaptığı şeyden sonra eskisi gibi devam edemeyiz. Bundan sonra o, evin dışındayken hep yanında olacaksın."
"Söylediklerinizi dikkate alacağım Bay Seo."
Kang Tae, Yoon'a kısa bir bakış attıktan sonra oradan ayrılmıştı. Kuzey'e geçmelerine dört gün kalmışken başka bir sorunun çıkmamasını umuyordu. Yoon'u Kuzey'e gitmeye gönüllü olduğunu söyleyerek sınırdan geçirecekti. Bu yüzden o şikayetin geri çekilmiş olması çok önemliydi. Yoon'un gerçek esaretiyse Kuzey'de başlayacaktı. Çünkü orada işler daha ciddi bir hale bürünecekti ve ona en ufak bir hata yapma payı bırakmayacaktı.
Bu bölümün de sonuna geldik. Bölümü nasıl buldunuz?
Ayın 13'ünde sınavım var, yani yeni bölümü o zamandan önce yazmam çok zor ama belki bir beş yıldıza bir şeyler ayarlayabilirim. :)
Okur Yorumları | Yorum Ekle |