Gözlerini çok tatlı bir uykudan rahatsızlık hissiyle açarken bu huzursuzluğunun nedenini sorguladı. Elbetteki bu huzursuzluğunun nedenleri vardı. Öncelikle son çıkış olarak gördüğü Tokyo'ya gitme planı yanmıştı ve bu tek başına dahi ciddi bir problemdi. Yine benzer bir problemse o Kang Tae'yi ittikçe daha çok hayatına girdiğini hissediyordu. Örneğin bu üstündeki battaniye onun kendi evinden alınmıştı. Yani biri yine ondan izinsiz evine girmişti.
Güneş daha yeni yeni kendini gösterirken hala yanan sokak lambalarının aydınlattığı evine boş boş bakmaya başlamıştı. Burada olmasıyla evinde olmasının arasındaki tek fark uyuduğu araba koltuğunun uyumak için yeterince rahat olmamasıydı. Kang Tae nerede olursa olsun ona istediği gibi müdahale edebiliyordu ve o bunu engelleyemiyordu. Yinede rahatlığın da evine geçmek için yeterli bir sebep olarak görmüş kucağına battaniyeyi topladıktan sonra arabadan inmişti. Arabadan iner inmez daha önce görmediği bir adamın ona doğru yaklaştığını görünce biraz paniklemişti. Onun paniklediğini anlayan adam ondan beş adım ilerisinde durduğunda "Merhaba Bayan Yoon. Bundan sonra sizden ben sorumluyum. Adım Jihoon. Endişelenmeniz gereken bir şey yok." demişti.
"Anlamadım?" demişti şaşkınlıkla. Bir adam neden onun sorumluluğunu alsınki? Acaba uyku sersemliğiyle onu yanlış mı anlamıştı?
"Bu Bay Seo'nun emri."
"Patronuna söyle saçmalamayı kessin. Böyle bir şeye gerek yok."
"Ona mesajınızı iletirim ancak geri adım atacağını pek sanmıyorum."
"..."
"Bugün uyandığınızda Bay Seo sizi şikayetinizi geri çekmeniz için savcılığa götürmemi söyledi. İsterseniz mesai saati başlangıcına yetişelim."
"Bugün olmaz." dedikten sonra Yoon evinin kapısına doğru yürümeye başladı. Anahtarla kapısını açmaya çalışırken bir yandanda kucağındaki battaniyeyle cebelleşiyordu.
"Bay Seo'un emirlerine karşı çıkmanızı önermiyorum. Zararlı çıkarsınız."
"Yorgun hissediyorum. Yarın giderim." dedikten sonra sonunda açmayı başardığı kapıyla içeriye girdi.
Ama Bay Seo-" diye konuşan adamın yüzüne kapıyı kapatıp kilitledi.
"Bay Seo demekten başka bir şey bilmeyen bu adamı dinlemek istemiyordu.
İçeri girer girmez ilk iş olarak kombiyi açmıştı. Üzerindeki kıyafetler onu rahatsız hissettirdiği için değiştirmek istiyordu fakat duşa girmeden temiz kıyafetler giyinmek iyi bir fikirmiş gibi görünmüyordu. Bu yüzden küvetini sıcak suyla doldurmuş üstünü çıkardıktan sonra suyun içine girmişti. Sıcak su gerginliğini bir nebze olsun alırken kaslarını gevşetmiş onu iyice mayıştırmıştı.
Banyodan çıktıktan sonra onu sıcak tutacak rahat bir şeyler giyinmişti. Yatak odasındaki güneşliği çektikten sonra yeniden yatağına girmiş kısa sürede yeniden uykuya dalmıştı.
Ne yaparsa yapsın Kang Tae'yi durduramayacağını yavaş yavaş anlıyordu fakat onunda hiç pes etmeyi bilmeyen bir kişiliği vardı. O keskin bir kılıç ustasının karşısına gerekirse silahsız bir şekilde çıkabilecek kadar savaşçı ruhluydu. Bir savaşcı eğer yaşıyorsa şimdiye kadar girdiği tüm savaşlardan bazısında yaralıda olsa çıkmış demekti. Kang Tae ondan savaşmaktan vazgeçmesini istiyorsa eğer onu öldürmeliydi. Çünkü o üç günde solan bir çiçek olmaktansa çölde her şartta yaşayan biçimsiz bir kaktüs olmayı tercih ederdi. En azından kaktüsün dikenleri sayesinde ona haddinden fazla yaklaşanlara ödettiği bir bedeli vardı.
Öğle vaktine doğru çalan kapı sesiyle uyanmış yine Jihoon'un savcılığa gitmeleri gerektiğini söyleyen cümlelerini dinlemişti. Bir uçağın kalkış saatini değiştirebilecek kadar güçlü olan bir adamın neden bu konuyu tek başına çözemiyor olduğu bir türlü anlayamıyordu. Yoksa Kang Tae'nin hukuk sistemi üzerinde onun sandığı kadar hükmü yoktu ve bu işten gerçekten zararlı çıkma ihtimali mi vardı? Bu düşünce onu bir nebze olsun keyiflendirirken Jihoon'a ifadesini geri çekmeyeceğini söylemişti. Minho'nun işiyse artık çokta umrunda değildi. Zaten onunda patronuyla yaptığı o tartışmadan sonra eski işine geri dönmek isteyeceğini sanmıyordu. Bunu sadece Minho'nun kendisi yüzünden işini kaybettiğini söylediği için yapmak istemişti ancak şu an gururu düşünebileceği en son şey dahi değildi. Minho nasıl düşünmek istiyorsa öyle düşünebilirdi.
Bu kararının Kang Tae'nin hoşuna gitmeyeceği türden bir şey olduğunun elbetteki farkındaydı. Sonuçlarını beklemek için fazla gergin olduğunu hissedince kendini evden dışarıya atmıştı fakat onunla beraber gelen Jihoon'u hiç hesaba katamamıştı. Adam onun dibinden hiç ayrılmazken "Bayan Kim bu kararınızı henüz Bay Seo'ya söylemedim. Lütfen beni dinleyin. Sonradan pişman olacağınız şeyler yapıyorsunuz." tarzında cümleler kurup duran adam onu fazlasıyla geriyordu.
O ise kafasını bir şeylerle meşgul edebilmek için üzerinde güzel durabileceğini düşündüğü kıyafetleri Jihoon'un kucağına veriyordu. Madem onunla gelmişti o halde bir işe yaramalıydı.
Yoon hoşuna giden bir ayakkabıyla ilgilenirken adamın telefonla konuştuğunu görmüş o telefon konuşmasından sonra oluşan sessizlikle de Kang Tae'nin artık bu durumdan haberdar olduğunu anlamıştı. İyice kaçan keyfiyle alışveriş yapmanın onu rahatlatmayacağını anlamış olduğu mağzadan Jihoon'un elindekilerinin ücretini ödeyerek çıkmıştı.
Çok temel bir ihtiyaçla olduğu alışveriş merkezinin kadınlar tuvaletine girdiğinde Jihoon içeriye girememişti.
"Kapının önünde sizi bekliyor olacağım." diyen Jihoon'la zaten düzgün olmayan sinirleri iyice bozulmuştu. Sıkı bir göz hapsine alındığının farkındaydı ama o her şeyin birer şakadan ibaret olduğunu düşünmek istiyordu. Çünkü elinden sinirlenmekten başka bir şey gelmiyordu.
İşini hallettikten sonra elini yıkarken tuvalet çıkışın iki tane olduğunu farketmişti. Çok fazla düşünmeden yeni gördüğü kapıdan dışarıya çıkarken planları arasında Jihoon'u atlatıp kaçmak gibi bir planı yoktu. Sadece mümkünse eğer en azından bu akşamlık biraz kendiyle kalmak istiyordu.
Alışveriş merkezinden çıktığında güneşin yavaş yavaş batmakta olduğunu farketti. Arabasını Eun'a bıraktığı için buraya kadar yürüyerek gelmişti. Eve de muhtemelen yürüyerek gidecekti. Gerçi evinide gitmek istemiyordu. Bu yüzden evinin aksi yönüne doğru yürüdükçe yürümüştü. Hala beyninde ne yapabileceğini sorguluyor girmek üzere olduğu bu bataklıktan kendini nasıl kurtarabileceğini düşünüyordu. Eğer hiçbir şey yapmazsa hiçbir şeyi değiştiremeyeceğini biliyordu fakat artık kendini yolun sonuna kadar gelmiş gibi de hissediyordu. Yapmaya çalıştığı her şeyin önüne set konulmasından fazlasıyla sıkılmıştı.
Yaklaşık bir saatlik yürüyüşün sonunda hava iyice kararmıştı. Kendini Minho'yla gittikleri barda bulduğunda aslında buraya bilinçli olarak geldiğini kendi de biliyordu. Kendine itiraf edemese de onu çok derinlerinden gelen hislerle hala özlüyordu. Eun'a ya da Minho'ya karşı yaptığı kararlı konuşmalar sadece mantığının olması gerekeni söylediği birkaç cümlelerden oluşuyordu.
Barmenden sert bir şeyler sipariş ederken henüz kalabalık olmayan barın sessizliğinin hep böyle kalmasını istiyordu. Fakat bu mümkün olmayacaktı. Onu bu hayatta yoran en büyük faktör insanlarken her geçen dakika ve saatte artan insanlar arasında içtiği alkolle birazda olsa kendi hayatından uzaklaşmaya çalışıyordu.
Barmenin arkasında kalan aynadan belli belirsiz Minho'yu gördüğünde alkolün etkisiyle hayal gördüğü düşünmüştü. Ancak yüzünü ona doğru çevirip yeni bulduğu masaya oturken gördüğünde hayal görmediğini anlamıştı. Bir süre onu barmenin arkasındaki aynadan izleyerek içmişti. Onun ilgisini çekmeye çalışan bir kadına karşılık vermediğini gördüğündeyse gülümsemişti. Demekki artık kafası attığında teselliyi başka kadınlarda aramıyordu. Hala onun ne yaptığını izliyorduki bir kadının omzuna dokunmasıyla dikkati Minho'dan dağıldı.
"Eğer ben seni bulduysam Kang Tae'nin de seni bulması uzun sürmeyecektir." diyen daha önce tanışmadıklarından emin olduğu bir kadın üzerine kaşlarını çattı. Yine de bu kadını daha önce bir yerde gördüğünü biliyordu ancak toparlayamadığı zihniyle bir türlü onu nerede görmüş olabileceğini hatırlayamıyordu.
"Kimsin sen?"
"Seo Hee Young. Kang Tae'nin ablasıyım."
"Sadece kendisiyle değilde ailesiyle başım dertte desene." diyip sırıttı Yoon. Onu daha önce hem hastanede hem de yaptığı internet araştırmasında görmüştü.
"Sana yeni bir yük olmak için değil bir uyarıcı olmak için geldim. Buradan gitmen gerekiyor."
"Bunu bilmiyorum mu sanıyorsun?" dedikten sonra Yoon kadehinden bir yudum daha aldı. Henüz sarhoş olmamış olsa da sınırda olduğunun farkındaydı.
"Ben o izin vermediği sürece hiçbir yere gidemiyorum."
"Ama sen şu anda ondan habersiz bir şekilde burdasın. Bu da demek oluyorki bunu başarabilirsin. Sana gerekirse sahte bir kimlik ya da pasaport sağlayacağım. Sen sadece bugün yaptığın gibi bana biraz da olsa zaman kazandırmalısın. Önce seni şehir dışına çıkaracağım sonrada uygun bir zamanda seni Çin'e göndereceğim."
"Neden bana yardım ediyorsun?" diye sordu Yoon. Birinin karşılıksız bir iyilik yapabileceğine inanmıyordu. Altında mutlaka başka bir şey olmalıydı.
"Babamın hayatını kurtarmış bir kadının hiç haketmediği muamelelere maruz kalmasını istemiyorum çünkü."
"Eğer ben Kang Tae'yle Kuzeye gitmek zorunda kalırsam beni orada bekleyen şey ne olacak?"
"Bazı şeyleri bilmemek mutluluk getirir derler. Bu da onlardan biri. Bu yüzden hala fırsatın varken sadece bana güven ve git burdan." diyen kadının ayaklanmasıyla onun bileğinden tuttu. Henüz konuşmalarının bittiğini düşünmüyordu.
"Kang Tae gelmeden gitmek zorundayım." diyen kadın üzerine "Sana o zamanı ne zaman kazandırmalıyım?" diye sordu.
"Sahte kimlik için bana en az iki gün vermelisin. Sana bir korumamla haber göndereceğim."
Yoon "Pekala senden haber bekliyor olacağım." derken ona yeni bir çıkış yolu sunan bu kadına güvenmekten başka çaresi olmadığını biliyordu. Onun gidişine izlerken güveninin boşa çıkmamasını umuyordu.
Bardağın dibinde kalan içkisini küçük yudumlarıyla içtikten sonra hesabı ödemişti.
Oturduğu yerden kalkarken tekrar Minho'nun olduğu yere baktığında onu görememişti. Belkide görüşmemeleri onlar için daha iyi olmuştu. Gerçekten Kang Tae buraya gelirse sorun çıkabilirdi. Hem onların konuşacak bir şeyleri de kalmamıştı. Yani kalmamış olmalıydı fakat adımlarını çıkışa doğru götürürken aklından çıkmayan Minho'nun sıkkın yüz ifadesi vardı. Onu unutması sandığı kadar kolay olmayacaktı.
Evine doğru yürürken hayatına ani bir şekilde giren Kang Tae'nin hiç olmama durumunu hayal ediyordu. Öyle olacak olsaydı eğer Minho'yu affedebilir miydi? Muhtemelen yine cevabı hayır olurdu. Henüz ilişkileri başlamamışken böyle bir şey yaşanmış olsada ona ulaşamadığı üç gün boyunca onu merak etmiş neden böyle bir şey yapmış olduğunu düşünüp durmuştu. O zamanlar tanışma aşamasındalardı. Belki hastaneden daha önce çıksaydı eğer bunların hiçbiri yaşanmamış olacaktı. Bu ihtimalleri düşünmek onu üzmekten başka bir halta yaramazken aklının bir köşesinde sürekli yer edinen Kang Tae onu fazlasıyla bunaltıyordu. Anlaşılan yeterince içmemişti. Eve gidince biraz daha içmeliydi.
Bir buçuk saatlik yürüyüşünün ardından evine ulaştığında içeriye girip kapısını kapatmıştı. İçerinin sıcaklığı onu ısıtmaya başlamışken mutfağa giriş yapmıştı. İki gündür doğru dürüst bir şey yemediği daha yeni aklına gelmişti. Bir şeyler atıştırdıktan sonra uzanmak için salona gitmişti. Işıkları yakmasıyla koltuklarının birinde bacak bacak üstüne atmış olan Kang Tae'yi görmüştü.
"Neredeydin?"
"Bu seni neden ilgilendirsin?" dedi Yoon alayla. Kendini ona hesap vermesi gerekiyormuş gibi hissetmiyordu.
"Ne zamana kadar böyle devam edeceksin?"
"Neye?"
"Söylediklerimi dinlememeye."
"Neden hep aynı şeyleri zırvalayıp duruyorsun? Senin saçmalıklarını daha fazla dinlemek istemiyorum. Çık evimden."
"Ablamla ne konuştunuz?"
"Madem nerede olduğumu biliyordun neden bana nerede olduğumu soruyorsun?"
"Minho'yla görüştüğünü itiraf edecek misin diye merak ettim."
"Peki bundan neden benim haberim yok?"
"Ne demek haberin yok? O çıktıktan sadece iki dakika sonra sen oradan çıkmışsın."
"Demek o benden iki dakika önce çıkmış. O yüzden onu görememişim" diye mırıldanarak mutfağa doğru yürümeye başladı. Kang Tae'de yerinden kalkmış onu takip etmeye başlamıştı.
"Ablam sana ne söyledi?" diye tekrar soran Kang Tae'ye "Bana senin ne kadar berbat bir insan olduğunu anlattı." dedi. Söylediği şeyin de yalan olduğu söylenemezdi. Sonuçta bir nevi ona kaç kurtar kendini kızım demişti.
"Bu kadar mıydı?"
"Değildi tabiki. Bir de sen geceleri çoraplarınla uyuyormuşsun."
Kang Tae tek kaşını kaldırarak"Bu doğru değil." dedi.
"Bence doğru."
"Neden böyle düşünüyorsun?"
"İstediğimi düşünme huriyetine sahip değil miyim? Buna da mı karışacaksın?"
"Sarhoş musun sen?"
"Değilim."
"O zaman neden böyle konuşuyorsun?"
Yoon ani bir hareketle tezgahın üstündeki bıçağı eline alıp onun şah damarına dayarken "Çünkü beni delirtiyorsun." demişti. Gerçekten de öyleydi. Neden bunların hepsine katlanmak zorunda kaldığını anlamıyordu. Neden bir adama kiminle görüşüp görüşmediği hakkında hesap vermesi gerekiyordu?
Kang Tae hafifçe gülümseyerek "Sen birini öldürebilecek kişiliğe sahip değilsin." demişti. Bu sözlerinin üzerine bıçağı biraz bastırmış boynundan gömleğinin yakasına doğru kan akmasına sebep olmuştu. Kang Tae'yse kendinden emin bir halde olduğu yerde gözlerini dahi kırpmadan duruyordu.
"Bunu yapıp yapamayacağımı anlamak için beni sınamak ister misin?"
Kang Tae mimiksiz tutmaya çalıştığı yüz ifadesiyle "Oyun oynayabileceğimiz zamanımız kalmadı Yoon Jin. Bu yüzden yarın ifadeni geri çekeceksin. Aksi takdirde Minho kaybedeceği parmakları yüzünden bundan sonra hiçbir işte çalışamayacak. Sen ifadeni çekene kadarsa Minho benim misafirim olacak." demesi üzerine Yoon bıçağı Kang Tae'nin boğazından indirmiş aniden bıçağı onun üst bacağına saplamıştı. Kang Tae'nin bir adım geriye doğru sendelemesi üzerine ona doğru bir adım atmış sonrada ona "Seni bir gün gerçekten öldüreceğim." diye fısıldamıştı.
"Bir daha sana böyle bir fırsat tanımayacağım. Bıçağın boğazımdayken beni öldürmeliydin."
"Minho'yu hemen şimdi serbest bırakacaksın."
"Sen ifadeni çekmediğin her saat hatta dakika için Minho senin yüzünden bedel ödemek zorunda kalacak." dediğinde Yoon hala tuttuğu bıçağı yaranın içinde çevirdi. Kang Tae'den birkaç tıslama sesi duyduğunda yüzüne zoraki bir gülümseme yerleştirip "O halde bedel ödeyen tek kişi ben olmamalıyım." dedi.
"Görüyorumki sen benim beklentilerimin çok ötesindeki bir kadına dönüşeceksin. Çünkü sen zaten bu alt yapıya sahipsin." dedikten sonra Kang Tae yüzünü buruşturarak bıçağı yarasından çıkarmıştı. Sözlerineyse şöyle devam etmişti. "Ancak bunu bir meyve bıcağıyla değil sana sunacağım imkanlarla yapacaksın."
"Sen hastasın."
"Hastalıklı olan ben değilim sensin ancak sen bunu anlamayacak kadar var olan düzenin kölesi olmuşsun."
Yoon onun söylediklerinden bir şey çıkaramazken "Minho'ya zarar vermeyeceksin." diye fısıldadı. Onu anlamak gibi bir derdi yoktu. Şu an aklında sadece bu vardı.
"Onunla neden görüştün?" diyen Kang Tae üzerine ellerini başına koyarak gülmeye başladı. Çıldırdığını hissediyordu.
"Onunla görüşmedim."
"Buna inanmamı mı bekliyorsun?" dediğinde Yoon mutfak çekmesinden yeni bir bıçak aramaya başladı. Artık onu öldürmedikçe ondan kurtulamayacağını düşünüyordu.
Daha bıçağı yeni eline almıştıki Kang Tae'nin onu kolundan tutarak duvara doğru itmesiyle sertçe yere düşmüştü. O kendini toparlamaya çalışırken boğazına kanlı bıçağı dayayan Kang Tae'ye dik dik bakmaya başlamıştı.
"Ben seni nehir kenarında bundan sonraki yaptığın her hatanda bedel ödeyeceğin konusunda uyarmıştım ancak sen hala hata yapmaya devam ediyorsun. Artık bedel ödeme zamanı Yoon Jin."
Yoon Kang Tae'nin elinin altındaki yarasına bastırarak onun canını yakmayı dileyen arzusunu bastırmaya çalışarak "Sana istediğini vereceğim. İfademi geri çekmemi mi istiyorsun? Tamam çekeceğim. Ama senden rica ediyorum onu rahat bırak. Oraya onun da oraya geleceğini bilmeyerek gittim." dedi.
"Bu sözlerin için geç kaldın."
"Ona ne yapacaksın?"
"Bilmem belki bende onun bacağına bir bıçak saplarım. Ya da birkaç tırnağını çekerim. Elektrik de vermek güzel olabilir ne dersin?"
"Eğer sen beni bugün boğazıma dayadığın bu bıçakla öldürmezsen ilk fırsatımda ben seni öldüreceğim. Cesedin dahi bulunamasın diye cesedini köpeklere yedireceğim." dediğinde Kang Tae gülümseyerek bıçağı Yoon'un boğazından indirip ayağa kalktı.
"Seninle vakit geçirmek sandığımdan daha güzel olacak." dediğinde artık ona cevap vermenin yararsız olacağını düşünüyordu.
"..."
Yoon, onun hafifçe yalpalayarak mutfaktan çıkışını izlerken sırtını duvara yasladı. Fırsatı varken onun şah damarını parçalamadığı için kendine kızıyordu. Biliyorduki Kang Tae bu konuda haklıydı. O kolayca birini öldürebilecek biri değildi. Ancak bu zayıflığa sahip olduğu için Minho bu gece zarar görecekti.
Kapının açılıp kapanma sesini duyduktan sonra dahi uzun süre yerinden kalkmadı. Minho'nun zarar göreceğini düşündüğü her an kendini kaybettiğini hissetti. Bugünkü inadı yüzünden işler saçma sapan bir hale bürünmüştü. Oysaki o hiçbir şey yapmamıştı. Ya da o çok şey yapmıştıda o farkında olmamıştı.
*****Y/N: Dikkat bundan sonrası hassas içerikten oluşuyor. Okumak istemiyorsanız bu kısmı atlayabilirsiniz size çok şey kaybettirmeyecektir.******
Her şeye rağmen onu öldürememiş olmak onun suçuydu. Bu yüzden tabiri caizse kendini banyoya sürüklemiş çıkardığı pantolonuyla soğuk suyla doldurduğu küvete girmişti. Eline aldığı jileti hırsla üst bacağına bastırıp derisini aşağıdan yukarıya doğru keserken o da kendi kendini bu kadar güçsüz olduğu için cezalandırmaya çalışıyordu. Eğer biri illa cezalandırılacaksa o kişi kendisini Japonya'da sanan Minho değil o olmalıydı.
Suyun renginin her geçen saniye daha da koyu kırmızıya dönüştüğünü görsede o yeterli olduğunu düşündüğü evreye kadar durdurmamıştı. Gözleri kaybettiği kanla kararırken başını küvetin kenarına yaslayarak kendine gelmeyi beklemeye başlamıştı. Bacaklarına kazıdığı bu yaralara her baktığında kendine bedel ödeyen taraf değilde bedel ödeten taraf olması gerektiğini hatırlatacaktı.
####Bölümü yıldızlamayı unutmayalım lütfen. Yeni bölüm en az beş yıldız toplandıktan sonra gelecek. Koyduğum sınırlar için umarım beni anlıyorsunuzdur. İyi akşamlar diliyorum......
Okur Yorumları | Yorum Ekle |