Kafasında bozuk bir plak gibi kendini tekrarlayıp her şeyin yolunda olduğu söyleyen bir adamın sesi dönüp duruyor gerçeklik algısının kaybolmasına neden oluyordu. Tüm bedeninde okyanusun çok derinliklerindeymiş gibi bir baskı hissediyor nefes alamadığını hissediyordu. Her kim hiçbir şey yolunda değilken her şey yolunda diyorsa o kişi bulup sonsuza kadar susması için öldürmek istiyordu. Okyanusun derinliklerinde boğulacağını sanıyorduki nereden geldiğini bilmediği bir güç tarafından artan gerçeklik duygusuyla uyanmış zihnindeyse gerçekle rüyayı ayırt edemediği kesik kesik hatırladığı bazı anıları kalmıştı.
Loş bir koridorda bir sedyenin üzerinde arada sırada kaybolan floresan ışıklaklarının altında ameliyathaneye sürüklendiği parça parça hatırlıyor ense kökünden omurları boyunca yayılan ağrısının nedenini merak ediyordu. Elini ensesine atacaktıki sağ bileğinden yatak başlığına bir kelepçe vasıtasıyla bağlandığını anlamıştı. Bir iç çektikten sonra bileğini başının üstünde yastığının üzerinde serbest kalacak şekilde bırakmış uzun süre hiç kıpırdamadan öylece kalmıştı. Kang Tae'nin ona zarar vermek istemeyeceğini bildiği için gördüğü şeylerin stres sonucu bilinç altına yansımış olduğunu düşünmüş çok fazla kafa yormamaya karar vermişti. Zaten bir ton sorunu varken içeriğinde okyanusta boğulduğunu da gördüğü bir rüyaya kafa patlatamazdı.
Şimdi aklında dolduran tek şeyse pencerenin dahi olmadığı, sadece kapının altından gelen bir miktar ışıkla aydınlanan bu odada kapana kısılmış olmasıydı. Bundan sonra yapabileceği herhangi bir girişimde başarısız olacağını çok iyi bir şekilde biliyor içinde bulunduğu durumu kabul etmeye çalışıyordu ancak bunu da yapamıyor bir adam tarafından tutsak alınmış olmasına kelepçelenen bileğine rağmen inanamıyordu.
Dün gece Jihoon'la ilgilenmekle vakit kaybettiği için kendine kızıyor sonra yine de bulunacağını tahmin ettiği için keşkelerin çokta gerekli olmadığına karar veriyordu. Bu adam öyle bir manyaktıki dün gece kendini defalarca kaybettirmeyi başarsa onu her defasında bulmuştu. Belki de daha önce ona teslim olması gerekiyordu. Eğer öyle yapacak olsaydı muhtemelen şimdi bu durumda olmayacaktı fakat Kuzey Kore'de onun neyi beklediğini bilmiyorken öylece oraya gitmeyi de kabul edemesi de mümkün değildi. Orada yapılan işin sır gibi saklanmasından da zaten temiz bir iş olmadığını anlaşılıyordu.
Her geçen dakika sessizliği bozan artan ayak seslerine rağmen kimseye seslenmemiş sadece sabırla başına gelecekleri beklemişti. Çünkü onlara söyleyeceği hiçbir şeyin Kang Tae'den kurtulmak için yeterli olmayacağını biliyordu.
Geçen birkaç saatin ardından içeriye elinde yemek tepsisiyle Kang Tae gelmiş ardındanda demir kapıyı kapatmıştı. Yoon "Uyanmışsın." kelimesinden sonra açılan ışığa bir süre alışmaya çalışmış sonrada etrafını incelemeye başlamıştı. Buradaki her şey genel anlamda beyaz ya da açık griydi.
Kang Tae'yse "Aç olmalısın. Hadi kahvaltını yap." dedikten sonra elindeki tepsiyi komidinin üzerini koymuş sonrada odadaki sandalyeye oturmuştu.
Üzerine kilitlendiğini tahmin ettiği kapıya bakarak "Benden beni kelepçeleyecek kadar mı korkuyorsun?" diye sordu Yoon. Bu olmasa da bir yere gidemezdi. Neden böyle bir şeye ihtiyaç duyulduğunu anlamıyordu.
"En azından gidene kadar yararsız olacak olsada başka bir sorun çıkartmanı istemediğim için bugün bu haldesin. Beni öldürmek isteğini biliyorum. Bunu gerçekten yapıp yapamayacağını merak etsemde bir ton işim varken bunu yeniden test etmek istemiyorum. Ama bir önceki deneyimime göre fırsatın olduğunda beni yine öldüremesende sakat bırakma potansiyeline sahipsin." dediğinde Yoon gözlerini kapattı. Bu adam onu fazlasıyla yoruyordu.
Kendini sakin tutmaya çalışarak "Kuzey'den çıkışın olmadığını bile bile oraya giderken sana kolaylık sağlayacağımı mı düşünüyorsun?" diye sordu.
"Dün gecenden sonra kendi isteğinle benimle geleceğini söylesen dahi Pyongyang'a uyuyarak gideceksin."
Yoon yatakta kelepçenin izin verdiği bir pozisyonda yattığı yerden doğrulmuştu. Konuşurken onun mimiklerini incelemek ve konuşmalarında ne kadar ciddi olduğunu anlamaya çalışıyordu. Düne kadar Kuzey Kore'ye gitmeyeceğini düşünürken bugün oraya gidecek oluşunu kabullenemiyordu.
"Eun yokluğumu farketip beni arayacaktır. Ben yanında götüreceğin herhangi bir eşya değilim. Her şey anlattığın gibi kolay olmamalı."
"Eun sorununu hatırlattığın güzel oldu. Gitmeden önce bunu çözmeliyiz. Hem ben sana her şeyin kolay olacağını söylemedim zaten. Bana bunları yapmaya mecbur bırakan sensin.
"Ben kimseye beni Kuzey'e götür dediğimi hatırlamıyorum. Bunları yapmayı seçen senken suçu bana atamazsın."
"Ben senin hayatına ilk girdiğim günden beri benim iznim olmadan sen hiçbir şeyi yapamadın Yoon. Durum buyken senin benim sınırlarımın dışına çıkmana gerçekten izin vereceğimi mi sanıyordun? Ben sana olabilecek en normal halimle yaklaşmışken ve sende benim sana çizdiğim yeni sınırın Kuzey Kore olduğunu biliyorken neden zarar göreceğini bile bile bana karşı çıkmayı tercih ettin?"
"Bana kimsenin böyle bir sınır çizmeye hakkı yok ama benim o konuda unuttuğum bir şey oldu. Sen insanların kendi alanlarına ya da haklarına saygı duymuyorsun. Sen sadece ne istiyorsan onu yapıyorsun."
"Evet öyle yapıyorum ve artık bu kabullenmelisin."
"..."
"Kuzey'de yapacağın her hatanda hayatımızdan olma ihtimalimiz olacak. Bu yüzden eğer orda da dünküne benzer bir hata yaparsan ve biz hayatta kalmayı bir şekilde başarırsak ömrünün sonuna kadar buna benzer bir odada yaşarsın ve gökyüzüne hasret kalırsın Yoon."
"Orada beni ne bekliyor?"
"Öğreneceksin ama bugün değil."
"Ne zaman?"
"Sen sana vereceğim sözleşmeyi imzaladığında bunu konuşacağız."
"O sözleşmeyi imzalayacağımı mı sanıyorsun?"
"Eğer imzalamazsan seni o sözleşmeden başka bir şey düşünemeyecek hale gelene kadar her şeyden soyutlayacağım. Bu yüzden benimle inatlaşmamanı öneriyorum. Bunu Pyongyang'a gidene kadar dikkatlice düşün çünkü sana karşı bu konuda asla yumuşak davranmayacağım."
"Sanki başka konuda bana karşı çok yumuşak davranıyormuşsun gibi konuşuyorsun." dedi Yoon alayla gülerek.
"Sana kendi odamı vermiş olduğumu söylesem yine böyle düşünür müydün?"
"Benimle dalga geçmek hoşuna mı gidiyor?" dedikten sonra boğazındaki kuruluğu gidermek için tepsiden aldığı su bardağını alıp içti.
"Dalga geçmiyorum. Ben burada yedi yıl geçirdim. Hatta burada büyüdüm diyebilirim. Eğitimimin çoğunu burada aldım. Burada sen hariç benim dışımda başka kimse de kalmadı. Yani kendini özel sayabilirsin."
"Ailece kafadan kontaksınız desene."
"Öyleyiz."
Kang Tae'nin çocukluk dramları zerre kadar ilgisini çekmezken dizlerini kendine çekmiş sonra sol elini dizlerine sarmıştı. Değiştirilen üstünü o zaman farketmiş kaşlarını çatmıştı.
"..."
"Üstümü sen mi değiştirdin?"
"Dün gece kendini zorladığın için bacaklarındaki yaraların açılmış. Pantolonununda kan lekeleri olduğunu görünce senin için bir doktor çağırdım. Yani ben yapmadım. İlaçlarına devam etmen gerekiyormuş. Yemeğini yedikten sonra ilaçlarını al." dedi.
"..."
"Minho denen herif için neden bunu kendine yapmış olduğunu anlayamıyorum."
"Sen bunu nasıl öğrendin?"
"Jihoon söyledi."
"Bugünlerde sanırım kimse sözlerini tutmuyor. Bana bunu kimseye söylemeyeceğine dair söz vermişti."
"Sen de sözlerini tutmuyorsun. Bana benimle geleceğini söylemiştin."
"Sana gelmeyeceğimi söyleseydim eğer sen dışarıya çıkmama dahi izin vermezdin. Yani benimki zorunluluktu."
"Aynı şekilde o da işini yaptığı için bunu söylemek zorundaydı."
"Değildi."
"Eğer söylemeseydi Minho basit bir bıçak yarasıyla elimden kurtulamayacaktı."
"Bana acıdığın için mi bunu yaptığını söylüyorsun? Eğer öyleyse bundan hiç hoşlanmadım."
"Sanırım o adam için böyle bir şey yapmana sebep olduğum için kendime kızdım."
Yoon gülerek "Sen bazen hiç olmadığın biri gibi davranıyorsun." dedi.
"Neden? Dürüstçe sana hissettiğim şeyi söylüyorum."
"Sen ciddi misin?" diyerek onun yüz ifadesini dikkatle incelemeye başladı. Onunla dalga geçiyormuş gibi görünmüyordu.
"Dürüstlüğüne karşılık bende dürüst olmalıyım o halde."
"..?"
Bacaklarını göstererek "Bunu ilk duyan herkes Minho için yaptığımı düşünüyor ama öyle değildi. Sarhoş olmasamda o gün çok fazla içmiştim. Başımı ağrıtan çok fazla faktör vardı. Hissetmekten de hissettiğim için suçlanmaktan yorulmuştum. Seni öldürememiş olmak gibi birçok faktörden dolayı kendimi zayıf hissediyordum. Senin Minho'ya zarar verme tehditine karşılık benim hiçbir şey yapamamış olamam da beni oldukça güçsüz hissettiriyordu ve ben bunu kabul edemedim. Sanırım benim için bardağı taşıran şey o oldu ve ben yetersizlik hissiyle başedemedim. O kişi Minho değilde bir başkası olmuş olsaydı muhtemelen yine aynısını yapardım. Açıkcası bundan hiçte pişman değilim. Çünkü beni o an rahatlatabilecek başka bir şey yoktu."
"Sanırım Jack haklıydı. Sen dışarıdan göründüğünün aksine bu iş uygun değilsin."
"Jack kim ve hangi konuda haklıydı?" diye sordu Yoon merakla.
"O senin yeni koruman. Bana kadınların her zaman daha duygusal olduğunu söylemişti. Ben senin bu zaafının aşktan geldiğini düşünüyordum bu yüzden Minho'yu hayatından tamamen çıkardığımda sorunun çözüleceğini düşünüyordum ancak senin bu zaafın aslında yapında olan bir şeymiş."
"Bu beni götürmeyecek misin demek oluyor?" diye sordu merakla.
"Hayır götüreceğim. Çünkü bu çözülemelecek bir problem değil. İnsanlar değişir ve sende senin düşündüğünün aksine bu değişimi kaldırabilecek kadar güçlüsün. Bunu bileğindeki kelepçeden dahi anlayabilirsin."
Bir iç çektikten sonra "Neden beni bırakmamakta bu kadar ısrar ediyorsun?" diye sordu. Şimdi bunların hiçbirini düşünmeden televizyonunun karşısındaki koltuğuna uzanmak ve orada uyuyakalmak istiyordu. Belki yeni bir kitap da okumak isteyebilirdi. Bilmiyordu.
"Senin gibi bir kadının hayatını boş amaçlar için tüketilmesini istemiyorum çünkü."
"Ben ne zaman senin için bu kadar vazgeçilmez bir kadın oldum? Hayatımı nasıl yaşayacağım neden seni bu kadar çok ilgilendiriyor?"
"Bunu ben de merak etmekteyim."
"..."
"Hadi kahvaltını yap. Bugün senin için zor bir gün olacak. Tok olman senin avantajına olacaktır. Hem uzun süre yemek yiyebileceğini de sanmıyorum."
"En azından bugün için de olsa beni rahat bırakmanı istiyorum."
"Ama o zaman seni neden evime değilde buraya getirdiğimi öğrenemezsin. Bunu merak etmiyor musun?"
Yoon burayı bir yeraltı hapishanesinin lüks sayılabilecek bir hücresine benzetsede "Etmiyorum." demişti.
"Ne yazıkki Yoon istesende istemesende bugün bana ihanet edenlere ne olduğunu öğreneceksin."
"..."
"Yemeyecek misin?"
"Yemeyeceğim." dediğinde Kang Tae ona yaklaşıp kelepçenin yatak kısmındaki parçasını çözmüş diğer bileğine takmıştı. Kolundan tutarak onu ayağa kaldırıp odadan çıkardığında Yoon burada sadece üç tane hücrenin olduğunu görmüştü.
Koridorun sonuna kadar yürüdüklerinde Kang Tae bir kapıyı açıp onu içeriye doğru itmişti. Birkaç adım sendeledikten sonra etrafını incelemele başladığında gördüğü şeylerle donup kalmıştı. Kang Tae'nin nasıl bir adam olduğunu şimdiye kadar az ya da çok çözmüştü ancak bu kadarını asla tahmin edememişti.
Tüm duvarları kaplayan rafların üzerinde farklı türden bıçak şekilleri, kablolar, ilaç şişeleri, enjektörler, kerpetenler, çeşitli ipler, zincirler, testereler ve daha ismini dahi bilmediği birçok şey vardı. Her şeyin merkezindeyse beyaz fayansların ortasında kollarında kemerler olan bir sandalye vardı.
Yoon tüm bedenini saran korkuyla geri geri yürüyerek kapıdan dışarıya çıkmaya çalıştığında Kang Tae'nin bedeniyle karşılaşmış bir süre onu kapının önünden çekmek için mücadale vermişti. Kang Tae kapıyı kapatıp kilitledikten sonra yeniden onun kolundan tutup odanın içine doğru sürüklemeye başladığında Yoon Kang Tae'nin işini kolaylaştırmamak adına aniden yere oturmuştu.
"AYAĞA KALK YOON!"
"..."
Ayağa kalkmayacağını anlayan Kang Tae bileklerindeki kelepçenin zincirinden tutarak onu yerde sürüklemeye başlamıştı. Yoon'sa bileklerini kesen kelepçeye rağmen ona direnmeye devam etmişti. Büyük bir çabanın sonucunda Kang Tae onu beyaz alanın önündeki bir sandalyeye otutturmayı başardığında "Sana zarar vermek istemiyorum. Bu yüzden sakinleş." diyen adamın yüzüne defalarca "BIRAK BENİ!" diye haykırmış, sandalyenin sırt kısmıyla Kang Tae'nin bedeni arasında sıkışmış bedenini oradan çıkarmaya çalışmıştı.
Kang Tae sandalyenin iki yanından tutarak Yoon'un sakinleşmesini beklemeye başlamış bağırmasına ya da ona defalarca vurmasına kayıtsız kalmıştı. En sonunda çabalarının anlamsız olduğunu gören Yoon kendini durdurmuş nefeslerini düzene sokmaya çalışmıştı. Başı Kang Tae'nin omzunu aşarken onun tatlı erkeksi kokusu burnuna doluyordu.
Eğer Kang Tae'yle normal koşullarda tanışmış olsalardı belki ona aşık olabilirdi fakat şimdi içinde ona karşı korku ve nefretten başka hiçbir duyguyu barındırmıyordu.
Y/N: Bundan sonra yeni bölüm hakkındaki duyuruları panomdan duyurağım. Yani beni takip ederseniz oradan bilgi alabilirsiniz. Bu aralar biraz meşgulüm ve koyduğum sınırın bir günde dolmasını beklemiyordum. Bu yüzden bölümü hemen yazamadım. 1 günlük gecikme için üzgünüm.
Yeni bölüm için sınırım bu sefer 6. Umarım bölümü beğenmişsinizdir. İyi günler diliyorummm
Okur Yorumları | Yorum Ekle |