Y/N: Dayanamayıp yeni bölümü yazdım ve bu bölüm yaklaşık iki bölüm uzunluğunda oldu. Ancak son zamanlarda oylamalarda bir düşüş var. Bu da benim hevesimi kırıyor. Bu yüzden yıldıza basmayı ve yorum yapmayı unutmayalım lütfen. İyi okumalar diliyorum.
Gidişini evin camından izleyen Kang Tae aracın hareket etmesiyle kısa sürede görüş açısından çıkmıştı. Kendini dik tutmak için enerjisi dahi yokken başını cama yaslamıştı. Normal hayatında 23 gündür tarak geçmemiş saçlarıyla ya su deymemiş bedeniyle asla dışarıya çıkmayacakken o adamı biraz daha görmemek adına kısmi özgürlüğü eline verildiği an kendini dışarıya atmıştı. O evde yaşadığı bu 23 günü ömrü hayatı boyunca unutmayacaktı.
Jack bir otelin önüne geldiğinde Yoon'u araçtan indirmişti. O gişedeki çalışanlarla konuşurken Yoon ona bakan insanları çok fazla umursamadan bir koltukta oturmuş Jack'in işini bitirmesini beklemişti.
Elektriklerin kesintisi nedeniyle beş kat yukarıya çıkması gerektiğini öğrendiğindeyse o koltuktan hiç kalkmak istememişti. Birçok şeyi yapmaya gücü olmadığı gibi merdiven çıkmak gibi bir gücü de yoktu.
Başka seçeneğinin olmadığını anladığında Jack'in yardımıyla her katta biraz oturarak üçüncü kata kadar çıkmış gelen elektrikle de kalan katları asansörle çıkmıştı. Öğrendiğine göre ülkede sık sık elektrik kesintileri yaşanıyordu. Bu da bu anlardan biri olmuştu.
Odasına geldiğinde canı direkt yatağa girmek istese de bunu yapmamış daha fazla rezil bir halde gezmek istemediği için kendini banyoya atmıştı. Üstündeki kıyafetlerinin hepsini çöpe atmış Jack'in getirdiği valizden kendine bir pijama bulmuştu.
Duşa kabine girdiğinde bir süre açılmak bilmeyen saçlarıyla uğraşmıştı ancak açamadığı saçları ve artık ayakta tutamadığı bedeniyle yere çökmüştü. Saç taramak gibi basit bir şeyi dahi başaramayacak kadar aciz duruma düşmüş olması zaten kapısında olan duygu selinin kilidini açmış uzun süre suyun altında hıçkıra hıçkıra ağlamıştı. Daha önce hiç kimse onu bu kadar aciz bırakmayı başaramamıştı.
Banyodan çıktıktan sonra bornozunu giyinmiş. Buhardan dolayı kendini göremediği aynayı bir havluyla silmişti. Saçlarını aynaya bakarak yeniden açmaya çalışacaktıki gözüne arkada kalan raftaki makas takılmıştı. Çok fazla düşünmeden eline aldığı makasla beline kadar uzanan saçlarını kesmeye başlamıştı.
Zamanında aldığı kemoterapiler nedeniyle saçları kazıtmak zorunda kalmış kanseri yendikten sonraysa bir daha o günlerini hatırlamamak adına saçlarını hiç kestirmemişti.
Şimdiyse hiç acımadan kestiği saçlarıyla o günlerinde dahi ne kadar mutlu olduğunu hatırlıyor olduğu duruma isyan ediyordu. O böyle bir hayatı hakedecek hiçbir şey yapmamıştı.
Çok geçmeden girintili çıkıntılı kestiği saçlarıyla yeniden duşa girmişti. Saçlarının boyu omzuna dahi çok zor değerken o saçlarını mümkün olduğunca çabuk yıkamış duştan yeniden çıkmıştı.
Üstünü değiştirdikten sonra temiz yatağına girip gözlerini kapatmıştı. Uyumaya yakınken Tanrı'dan onu birdaha uyandırmaması yakarışta bulunmuştu. Çünkü artık yaşamak dahi onun için bir işkence türüydü ve o bu işkenceye dayanabilecek gücü kendinde bulamıyordu.
Tanrı'nın yakarışlarını kabul etmediğini gördüğü kabusla sıçrayarak uyandığında anlamış yatağından hızla çıkmıştı. Hala ellerinde organlarını çıkardığı çocuğun kanını hissedebiliyor ellerini yüzmek istercesine yıkıyordu. Defalarca bunu yapmadığını kendine hatırlatarak kendini sakinleştirmeye çalışıyor bunda belli bir noktaya kadar da başarılı oluyor ancak bunu zaten yapacağı aklına geldiğinde daha da çıldırıyor bitmek bilmeyen bir döngünün içerisinden kendini bir türlü çıkaramıyordu. Daha bu işlere başlamadan böyleyse başladığında ne hale gelebileceği hiç bilmiyordu.
Aradan beş gün geçmişti ve o bu beş günde kendini fiziksel anlamda toparlayabilmiş olsada henüz ruhsal olarak toparlamayı başaramamıştı. Artık başını rahatça koyabildiği tek bir gece dahi yoktu. Her uyuduğunda kendini bir çocuğun organlarını çalarken görüyordu ve bu da ona göre Kang Tae'nin yaptığı işkenceden daha ağır işkence türüydü.
Yine böyle bir kabustan uyandığında dışarıya çıkıp biraz hava almak istemiş ancak otel görevlileri ona geceleri dışarıya çıkmanın yasak olduğunu söylemişti. Yasaklar ülkesinde yine saçma bir yasak vardı ve o buna itiraz edememişti.
Odasına çıkmak için tekrar asansöre bindiğinde yine elektrikler kesilmesiyle asansörde kalmıştı. Asansörün kapısını yana doğru iterek açtığında karşılaştığı duvarla ara katta olduğunu anlamıştı. Hem alt katın hem de üst katın kapısını o içeriden açamazdı. Yani bu da buradan tek başına çıkamaz demekti. Odasının da zaten buna benzer bir hapishane olduğunu düşündüğü için yere oturmuş sessizce elektriklerin geri gelmesini beklemeye başlamıştı. Geldikleri çağda hala bu kadar çok elektrik kesintinin yaşandığına inanamıyordu. Eğer başkentte durum böyleyse kırsalda durum Tanrı bilir ne haldeydi?
Jack onu bulduğunda üst katın kapısını güvenliklere açtırmıştı. Yoon'u kollarından tutarak yukarıya çekmeyi düşünmüş fakat görevlilerin asansörün çalışması durumunda bunun tehlikeli olabileceğini söyledikleri için bundan vazgeçmişti. Saat çok geç olduğu için asansörden sorumlu insanlarda şu an burada değillerdi. Elektiriklerin gelmesi beklerken Jack sırtını duvara dayarak yere oturduğunda Yoon'a "Neden bu saatte ayaktasınız?" diye sormuştu.
"Sana fazladan iş çıkardığım için mi bunu soruyorsun?"
"Uyumadığınızın farkında olduğum için soruyorum."
"Bu seni neden ilgilendirsin? Hem benimle gerekli olmadıkça konuşman yasak değil miydi?"
"Siz benim işimsiniz ve bence bu o kadarda gereksiz bir konuşma değil."
"Senin işinin sadece gardiyanlıktan ibaret sanıyordum. Benim hayatıma burnunu sokmak gibi bir görev tanımının da olduğunu bilmiyordum."
"Sadece size yardımcı olmak istemiştim ama görüyorumki siz buna deyecek biri değilsiniz."
Yoon hafifçe tebessüm ederek "Bana sadece patronunu öldürerek yardım edebilirdin. Bunu da yapmazdın zaten." dedi.
"Belki bunu yapmazdım ama uyumanıza yardım edecek bir şeyler yapmaya çalışabilirdim."
Alaylı bir ses tonuyla "Ne gibi? Ninni falan mı söyleyecektin yoksa?" diye sordu.
"Belki sizin için zihninizi oyalayabilmesi için bir Mp3 çalar bulabilirdim mesela."
"Bunu kaçırdığım için üzülmeli miyim?"
"Bütün gün o haber kanallarını izleyip durmanızdan iyi olurdu. İçine sizin istediğiniz birkaç şey yüklerdim."
"Güzel olabilirdi aslında. Hala televizyonda sadece haber kanallarının olma durumuna alışamadım."
"Ama o fırsatı kaçırmış gibisiniz."
"Öyle miyim?"
"Değilsiniz."
Yine tebessüm ederek "Teşekkür ederim." dedi.
"Rica ederim."
Aradan geçen yaklaşık bir saatin ardından gelen elektirikle asansör hareket etmiş onu beşinci kata kadar ulaştırmıştı. Asansörün önünden odasının kapısına kadar Jack'e istediği sesli kitapları sıralamıştı. Jack'se söylediklerini aklında tutamayacağını anlayınca bir kağıda yazmıştı.
"Bunları bulabileceğinden emin misin? Normalde Güney'den gelen her şey burada yasak değil mi?"
"Bay Seo yasak tanıyan biri değil. Aslında bakarsanız bunu onun emriyle yapıyorum. Durumunuzdan haberdar."
"..."
"Size tavsiye edebileceğim tek şey sizin için en iyi olana odaklanmaya çalışmanız olacaktır. Bunların hepsinin geçici olduğunu unutmayın."
"Benim yerimde olsaydın eğer böyle konuşamazdın."
"Karşılaştırmak doğru mu bilmiyorum ama ben sizden çok daha zor yollardan geçtim. Ayrıca sizin ortada suçu atabileceğiniz bir adam var ama ben ona da sahip değildim."
"..."
"Emin olabilirsinizki zaman geçtikçe bunların hepsine alışacaksınız ve şimdiki kadar her şeyi bu kadar yoğun hissetmeyeceksiniz."
"Bu benim alışabileceğim bir şey değil."
"İnsanların alışamayacağı bir şey yoktur."
"..."
"Bir şeye ihtiyacınız olduğunda kapımı çalmaktan çekinmeyin lütfen."
"..."
"İyi geceler."
"İyi geceler." dedikten sonra Yoon içeriye girdi. Jack de onun karşı odasına giriş yapmıştı.
Levabodaki işlerini hallederken aklına Jack'in onun odadan çıktığını nasıl anlamış olduğunu ya da onu asansörde nasıl bulmuş olabileceği gelmiş ancak bunu ona sormak için saatin çok geç olduğuna karar verince bunu sormayı başka bir zamana ertelemişti. Muhtemelen ondan sorumlu ancak onun farketmediği birden fazla koruma vardı. Bunun başka bir açıklaması olamazdı.
Otelin ısıtma sistemi de çok kötü olduğu için oda çok soğuktu. Bu yüzden ışığını kapattıktan sonra yatağına girip yorganına sıkıca sarılmıştı. Bu yorgan yerine Minho'ya sarıldığı gece aklına geldiğindeyse onu özlediğini farketmişti. Şimdi onun sıcaklığına ya da onu teselli etmesine çok ihtiyacı vardı. Eğer o buradan bir şekilde kurtulursa ve Minho hala onu bekliyor olursa onu affettiğini söyleyecekti. Çünkü bu kadar çok kötülükle tanışmışken ve kendisi de pisliğe batmaktayken Minho'nun hatası affedilebilir olarak görmeye başlamıştı. Minho en azından insanları işkenceyle öldürmüyordu ya da klon deneyleri yapmıyordu.
O gece sabaha kadar onu düşünmüş ona ait güzel anılarını hatırlayarak uyumuştu. Ne yaşamış olurlarsa olsunlar onu seviyordu. Köşeye bu kadar sıkıştırılmışken hala o onu düşlüyordu ancak bulunduğu durumdan nasıl çıkacağını bilmiyor kendi pisliğini de ona bulaştırmak istemiyordu. Şu an bu konuda yapabileceği hiçbir şey yokken hayatı normale dönene kadar onu beklediğini ummaktan başka yapabileceği bir şey yoktu. Gerçi artık o da beklenilmeye değer bir kadın olup olmadığını bilmiyordu, sonuçta o da şah damarına çatal saplamak gibi bir hedef uğruna da olsa Kang Tae'yi öpmüştü.
Ertesi gün uyandığında Jack ona başkenti gezmek için bir teklifte bulunmuş o da bunu kabul etmişti ancak bu gezinin Kuzey Kore'li iki askerle yapacaklarını bilseydi muhtemelen bunu asla kabul etmezdi. Şimdi ona gardiyanlık yapan üç kişi vardı.
Saçlarının eğriliği belli olmaması için lastik bir tokayla toplamış aralarından çıkan tutamlarını tel tokalarla sabitlemişti. Sanıyorduki saçlarını bir tık daha uzun kesecek olsaydı daha iyi olabilirdi.
Hazırlıklarını yaptıktan sonra odadan çıktığında askerler ona ülkede kot pantolonun giyinilmesinin yasak olduğu söylemişti ancak Jack sorun olmayacağı söylediğinde otelden çıkmışlardı.
Bu şehirde genel olarak her yerde lider Kim'in heykelleri vardı. Kadınların çoğu etek ve topuklu ayakkabı giyinirken herkesin saç modeli birbirine benziyordu. Halk genellikle bisiklet kullanıyordu. Bu şehir ona yirmi beş sene önceki dünyayı hatırlatıyordu. Kimsenin elinde akıllı telefon yokken bazı binaların durumu oldukça kötüydü. Marketlerde ise normal halktan insanlardan çok fazla insan yoktu. Neden böyle yaşadıklarını anlamıyordu.
Şehrin meydanında gezerken yorulduğu için bir heykelin kenarına oturduğunda liderlerine saygısızlık yaptığı gerekçesiyle neredeyse onlara gözcülük yapan askerler tarafından tutuklanacaktı. Aşırı tutuculardı ancak onlar bunun farkında gibi de görünmüyorlardı.
Bu geziden zerre kadar zevk almazken otele geri dönmek istemiş isteğide kabul olmuştu. Otele girdikleri an biraz da olsa rahat bırakıldığını hissetmişti. Bu ülkedeki herkesin kafayı yemiş olduğunu düşünüyordu.
Gece yine tutmayan uykusuyla yeni keşfettiği otelin çatısında bulunan restauranta çıkmıştı. Tek başına yemeğini yediği anlarında Jack hep arkasında bulunmuştu. Onu bir şekilde görmezden gelmeyi başarmış yemeğine odaklamıştı. Onun tavsiyesine uyarak hayattındaki iyi şeylere odaklanmaya çalıyor anın tadını çıkarıyordu. Mesela bu derece denetlenmesinden hiç hoşlanmasa da şu an lezzetli bir yemek yediği için mutlu olduğuna kendini ikna etmeye çalışıyordu. Eğer böyle kendini motive etmezse yaşayamazdı ama o bir şekilde yaşamak zorundaydı. Çünkü o Seo Kang Tae'nin planlarını dünyaya haykırmanın bir yolunu bulacaktı. Bu işten ne Kuzey Kore'nin ne de Güney Kore'nin kazançlı bir şekilde ayrılmasına izin verecekti. Herkes yaptığı bu şeyin bedelini ödemeliydi.
Jack'in sigara içtiğini gördüğünde o da ondan bir tane istemişti.
"Sigara içmediğinizi sanıyordum."
"Yıllar önce bırakmıştım." dedikten sonra Yoon sigarasını yaktı.
"O halde yeniden başlamamalısınız." dedikten sonra Jack elinden sigarayı aldı.
"..?"
"Size yeniden sigaraya başlatırsam Bay Seo beni öldürür. Hem o sigara içen insanlardan hiç hoşlanmaz."
"Bundan sonra günde iki paket içmeliyim o halde." diye gülümsedi Yoon.
"Akciğer kanserinden ölmek mi istiyorsunuz?"
"Kanserden önce Kang Tae yüzünden öleceğim zaten."
"Ölmeyeceksiniz. Bay Seo size iyi bakacaktır."
"O önce kendine bakıp psikiyatriye gitsin. Gerçi öyle bir manyaklığa tıpın bir çözümünün olduğuna dahi inanmıyorum."
"Bizim gibi insanlar genellikle yürüdükleri yolda yaşar ve ölürler. Onu olduğu gibi kabul etmeniz gerekiyor."
"Niye kabul etmem gereksinki?"
"Gardiyanınızla iyi anlaşırsanız eğer tutsaklığınızı daha az hissedersiniz."
"Peki sen buna dayanarak mı benimle iyi anlaşmaya çalışıyorsun?"
"Sayılabilir. Kendinize düne göre daha iyi hissetmiyor musunuz?"
"Belki."
"..."
"Anlamadığım bir şey var."
"..?"
"Kang Tae neden beni sana emanet etti?"
"Sanırım cinsiyetim yüzünden bana bunu soruyorsunuz?"
"Evet."
"Şimdiye kadar biz hiç kadın bir koruma yetiştirmedik. Bunun için yeni bir koruma işe alması gerekirdi fakat bu seferde onu tanımadığı için ona güvenemezdi. Hem Kuzey'de bulunmamızın amacı da fazlasıyla karışık. Bana da güveniyorken buna ihtiyaç duymadı."
"İlginç."
"..."
Yoon yemekten sonra önüne konan kadehle bakışlarını garsona kaldırmıştıki karşısına Kang Tae oturdu. Anlaşılan şarapları o sipariş etmişti.
"Daha iyi görünüyorsun."
Sert bir ses tonuyla."İyiyim." dedi eline aldığı bardakla oynarken.
"..."
"Neden geldin?"
"Seni hastaneye götürmek için geldim. Yarın öğleden sonra ilk ameliyatına gireceksin."
"..."
Kang Tae Yoon'un içkisini içmekte tereddüt ettiğini görünce elinden bardağını almış bir yudum içtikten sonra kadehi tekrar önüne koymuştu.
"İçine bir şey kattırmadım. İçmek istiyorsan iç."
"Bu gece de otelde kalmak istiyorum." dedikten sonra Yoon bardağını ileriye doğru itti. Onunla aynı bardaktan bir şey içecek değildi.
"Buna hayır demek için geçerli bir sebebim yok ama yarın bana sıkıntı çıkartmayacağına dair bir söz vermen gerekiyor."
Yoon bakışlarını karanlık şehre doğru çevirdiğinde Kang Tae bir iç çekmişti. Yoon'un böyle bir söz vermek istemediğini anlamıştı.
"İstesende bir şey yapamayacaksın zaten. Yani ne istiyorsan onu yap." dedikten sonra Kang Tae ayağa kalktı.
Kang Tae yanından geçerken onun kolundan tutarak durdurdu.
"..."
"Bana bunu yaptırma. Kaldıramam." dedi dürüstçe. Artık gururu hiç önemli değildi. Ona zayıflığını göstermekten çekinmemişti bu yüzden.
"Sen neler yapabileceğin farkında değilsin." dedikten sonra Kang Tae oradan ayrılmıştı. O ise saatlerce oturup derin bir sessizlikle şehri izleyerek içmişti. Ayık kafada bu geceyi atlatması mümkün değildi.
Jack onun yeterince içtiğini düşündüğünde onu odasına götürmüştü. İlk kez Yoon'un sarhoşluğuyla tanışan adam ne yapacağını şaşırmış onu olduğu gibi duşa kabine girdirip soğuk suyla kendine getirmeye çalışmıştı. Bunda biraz da olsa başarılı olunca kahve getirmek için odadan çıkmıştı.
Elinde kahve tepsisiyle yeniden girdiğinde Yoon'un bornozuyla uyumuş olduğunu görmüş "Bir gün sizin yüzünden Bay Seo beni öldürecek." diyerek odayı anında terketmişti. Belki de Yoon haklıydı. Onunla ilgilenmesi gereken kişi gerçekten bir kadın olmalıydı.
Yoon gördüğü yeni bir kabusla uyandığında artık bu rüyaya alışmış olduğunu farketmişti. En azından eskisi gibi panikleyip anksiyete krizine girmemişti. Tabii bu rüyanın onu çok iyi etkilediğini de söyleyemezdi. Yattığı yerden doğrulmuştuki odadaki koltuğa oturup onu izleyen Kang Tae'yi görmüştü.
"Ne zamandır beni izliyorsun?"
"Yaklaşık iki saattir."
"..?"
"Sana bakarak neden bu kadar aklımda yer edinmiş olabileceğini anlamaya çalışıyordum."
"Bunu çözdüğünde bana da haber ver." dedikten sonra Yoon ayağa kalktı. Bornozuyla uyumuş olduğunu o zaman farketmişti.
"Odana girip çıkabilen adamlarım varken bu şekilde uyumaman gerekiyordu." diyen otoriter sese "Bu seni ilgilendirmiyor." dedi. Kimse ona karışamazdı.
"İlgilendiyor."
"Hangi sıfatla?"
"Benim himayemde yaşıyorsun."
"Bu mantıklı bir açıklama değil."
"Üstünü giyin, hastaneye gideceğiz. Seninle bunu tartışarak vakit kaybetmeyeceğim."
"..."
Yoon eline aldığı kıyafetlerle banyoya girdiğinde hastaneye gitmemek için bir yolunun olup olmadığını düşünüyordu. Gerçekten o ameliyata girerse çıldıracağını düşünüyordu. Bu yüzden üstünü fazlasıyla oyalanarak giyinmiş sonrada banyonun kapısına sırtını dayayarak yere oturmuştu. Kang Tae'nin birkaç defa kapısını tıktıklamasını duymamak için elleriyle kulaklarını kapatmıştı.
"Yoon bu kapı benden seni koruyamaz güzelim. Gerekirse kapıyı kırarım ama beni uğraştırdığın için bunun bir cezası olur." dediğinde ayağa kalkıp kapısını açmıştı. Aslında alacağı cezadan korkmuyordu ama kapı kırıldığı zaman da değişen bir şey olmayacaktı.
"Ameliyattan sonra saçlarını düzeltmemiz gerekiyor." diyen Kang Tae'ye bir şey söylemeden onu takip ederek odadan çıkmıştı. Şu an saçları en son düşündüğü şey dahi değildi.
Hayatında ilk kez hastaneye gitmekten bu kadar çok korkuyordu. Kafası fazlasıyla doluydu. Bir şeyler yapması gerektiğinin farkındaydı ancak ne yapabileceğini bilmiyordu. Belki de dün içmek yerine buradan çıkış yolunu aramalıydı ama başında Jack gibi bir adam varken bu da mümkün olmazdı.
Asansörden indiklerinde bakışları yerde bunları düşünerek ilerlerken başını kaldırmıştı fakat Kang Tae'yi görememişti. Bir iç çekerek adımlarını durdururken Kang Tae'nin onun yine kaçtığını sanmasından korkuyordu. Belki de gerçekten kaçmalıydı. Bundan daha iyi bir fırsatı olamazdı. Daha bir adım ileriye atmıştıki omzuna dokunan elle yine adımlarını durdurmuştu.
"Bu kadar dalgın oluşun hoşuma gitmiyor. Bu taraftaki çıkıştan çıkacağız." diyerek elini tutan Kang Tae'ye direnmeyerek onu istediği yere götürmesine izin vermişti.
O andan itibaren o ameliyata girmekten başka bir çaresinin olmadığını kabullenmiş onları nasıl ifşa edebileceğini düşünmeye başlamıştı.
Telefonuna el konulduğu için telefonu yoktu. Belki de oradan belge falan çıkarmalıydı ama şu an orayla ilgili en ufak bir bilgisi yoktu. Yani bunun için biraz zamana ihtiyacı vardı. Anladığı kadarıyla Kang Tae onun orada yaşamasını istiyordu ancak o bunu da istemiyordu. Belki de bugün ameliyat edeceği hastayı öldürerek ortaya ciddi bir sıkıntı çıkarmalıydı. Böylelikle belki bu kuruluşun kapanmasına sebep olurdu. Güneyli bir doktorun Kuzey'li bir vatandaşı öldürmesi büyük bir sorun olabilirdi.
Ameliyat edeceği hastaya karşı zerre kadar sempati beslemediği bir gerçekti ama birini gerçekten öldürüp öldüremeyeceğini bilmiyordu. Şimdiye kadar yaptığı iş yaşatmakla ilgiliyken birini öldüreceğini düşünmek onu fazlasıyla geriyordu. Yol boyunca o bunları düşünürken Kang Tae de dikkatle onu izliyordu.
"Aklından ne geçiyor?"
"Seni nasıl öldüreceğimi planlıyorum."
"Sen henüz birini öldürebilecek potansiyele sahip değilsin."
"Denemek ister misin?"
"Bugün değil."
Sessizce devam eden yolculuğun sonunda büyük bir kapının önünde durduklarında Kang Tae Yoon'u kolundan tutarak arabadan indirmişti. Yoon'sa yaşadığı ikilemle boğuşurken onun adımlarını takip etmiş ayakları birbirine takıldığında Kang Tae onun düşmesini engellemişti.
"Ortada bu kadar paniklemeni gerektirecek bir şey yok. İlk kez organ nakli yapmıyorsun."
"Lütfen gitmeme izin ver." dediğinde Kang Tae onu dinlemeyip onu peşinden sürüklemeye devam etmişti.
Asansörle üç kat aşağıya inip bir güvenlik noktasının önüne geldiklerinde Yoon oradan çıkan insanların üstünün arandığını görmüştü. Kendisiyse Kang Tae'nin yönlendirmesiyle dedektörden geçmemiş küçük bir kapıdan içeriye girmişti. Artık nereye götürüldüğüne dahi bakmıyor kendi içinde bir mücadele veriyordu. Kendi kolunu kesmek zorunda olsa dahi o ameliyata girmek istemiyordu.
Bir odaya girdiklerinde onunla konuşmaya çalışan kadının sözlerini anlayamayacak kadar zihni bulanıklaşmıştı. Kang Tae onu kendine çevirip "Kendine gel." diye omuzlarından sarstığında ona sadece "Lütfen?" diyebilmişti.
"Bay Seo bu şekilde ameliyata giremez. Başka bir cerrah bulmamız daha iyi olacaktır. Birazdan ameliyatlar başlayacak."
"O yapacak. Ne kadar zamanımız var?"
"En geç yirmi dakika sonra ameliyathanede olmalı."
"Olacak. Siz hazırlıklarınızı yapın."
"Peki Bay Seo."
Kang Tae, Yoon'u bir sandalyeye otutturduğunda "O ameliyatlar sayesinde beş kişi normal hayatına dönecek Yoon." dedi.
Ne demek beşti? Klon değil miydi?Anlamadığını belli eden bakışlarla Kang Tae baktı.
"..?"
"Klon olması kullanılmayacak organlarını çöpe atacağımız anlamına gelmiyor. Biliyorsunki normal hayatta insanlar klonlarından organ almıyor. Uyumlu başka hastalar bulursak eğer diğer organları da kullanıyoruz."
"Ben bununla yaşayamam. Gerekirse sana yalvaracağım. Bana bunu yaptırma."
"Yapacaksın Yoon." diyen Kang Tae üzerine gözlerini kapatarak hızla ayağa kalktı. Gözlerini açtığında masanın üzerinde duran kalemi görmüş çok fazla düşünmeden de eline alıp kalemi Kang Tae'nin gözüne doğru savurmuştu ancak bileğini tutan Kang Tae tarafından yine engellenmişti. Kang Tae'yse bileğini sıkarak kalemi bırakmasını sağlamıştı.
"Doğrusunu istersen beni öldürmeye çalışırken fazla sevimlisin. Yine de artık bu durum canımı sıkıyor."
"O hastalar en az senin kadar benciller. Hiçbirine karşı en ufak bir sempati beslemiyorum."
"Evet belki yetişkinler için bunu söyleyebilirsin ancak çocuklar için aynı şeyi söyleyemezsin."
"Ne zırvalıyorsun sen?"
"Senin ameliyat edeceğin kişi bir çocuk."
"Ben çocuk cerrahı değilim."
"Daha önce bir çocuğa sorunsuz bir şekilde karaciğer nakli yaptın. Hatta bunun için bir ödül dahi aldın."
"O acil bir durumdu. Şimdi ortada öyle bir durum yok. O ameliyata girmeyeceğim."
"Öyle mi? O zaman bende o çocuğu başka bir cerrahın ameliyat etmesine izin vermeyeceğim. Karaciğer çöpe gidecek o çocukta sen onu ameliyat etmediğin için iki aya kadar ölecek."
Yoon sinirle masadaki her şeyi yere serdikten sonra "YEMİN EDERİMKİ NE OLURSA OLSUN SENİ BİR GÜN ÖLDÜRECEĞİM KANG TAE! ÖYLE KOLAYCA ÖLMENE DE İZİN VERMEYECEĞİM! BAĞIRSAKLARINI SEN UYANIKKEN ÇIKARTIP YEDİ METRELİK TEK BİR KESİK ATACAĞIM!" diye bağırdığında Kang Tae gülümseyerek "Güzel fikirmiş aslında kullanabilirim." demişti.
Yoon'sa eline geçen her şeyi ona doğru fırlatarak "DIŞARIYA ÇIK." diye bağırmıştı.
"Sakinleşmek için on dakikan var. Seni almaya gelecekler."
"ÇIK DIŞARI!"
Kang Tae dışarıya çıktığında sırtını masaya dayayarak yere oturmuş tek bacağını kendine çekip başını arkaya atarak bir süre sessiz çığlıklarla ağlamıştı. O çocuğu öldürmesi mümkün değildi. Ayrıca o çocuğu ameliyat etmezse eğer bir ömür bunu düşünüp kendini suçlardı. Planlarının hepsi çöp olmuştu. Kang Tae onu parmağında oynatıyordu ancak o hiçbir şey yapamıyordu.
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
1.45k Okunma |
176 Oy |
0 Takip |
24 Bölümlü Kitap |