Odasındaki sandalyesine dirsekleri masada kalacak şekilde oturmuş ağrıyan başını elleriyle ovalıyordu. Saat henüz altıyken başındaki beladan en kolay yolla nasıl kurtulabileceğini düşünüyordu. Anlaşmaları gereği ifadesini almak için gelen polislere bir yanlış anlamanın olduğunu söylemek zorunda kalmıştı. Aslında bunu yapmayıp olan biten her şeyi anlatmak istesede Han-Do'nun dalağını riske atmak istememişti. Ayrıca Han-Do kurula şikayet edilirse asistanlıktanda kovulabilirdi. Sonuçta bu hastane onların hastanesiydi. Savunmaları bir işe yaramazdı. Bu yüzden de bir şeyleri alttan almak zorunda kalmıştı.
Mesaisi sabah sekizde başlayacağı için evine gitmeyi tercih etmemiş odasına gelmişti. Niyeti biraz dinlenmekken o pisliğin onu tehdit edişi beyninin her köşesinde dolaşıyor beynindeki tüm nöronların uyanık kalmasına sebep oluyordu. Sinirle masaya bir yumruğunu geçirmiş ardındanda ayağa kalkmıştı. Eğer biraz daha kendiyle kalırsa o adamı bulup yakasına yapışacaktı.
Odasının kapısını hızla açıp çıkmıştıki Han Do'yla karşılaşmıştı.
"Neden burdasın?" demişti şaşkınlıkla. Ona izin verip evine göndermişti. Burada olmaması gerekiyordu.
"İçeride konuşabilir miyiz hocam?" diyince onu başıyla onaylamış içeriye girmesi için yolunu açmıştı.
Han-Do'nun elindeki kağıdı ona doğru uzatıp "İstifa etmek istiyorum." demesiyle kaşlarını çattı.
"Bu gece yaşananlar yüzünden mi istifa edeceksin?"
"Hiç olmaması gereken bir hata yaptım ve ben... ben o anda birini öldürmenin çok kolay bir şey olduğunu farkettim. Az daha birini öldürecektim. Birdaha buna benzer bir şey yaşamak istemiyorum."
"Bunu çok iyi biliyorsunki ben ameliyathanede asla hata kabul etmeyen biriyim. Hatta senin asistanlığını sadece bu hatan için bir yıl daha uzatırdım. Ancak bugünkü koşullarımızda böyle bir şey olması tolere edilebilecek bir durum."
"..."
"Yaşadığın şey henüz çok yeni. Şu anda her duygunu çok yoğun bir şekilde hissediyorsun. İstifanı kabul etmiyorum." sözlerinden sonra elindeki istifa dilekçesini yırtmıştı.
"..."
"Bay Seo taburcu olana kadar izinlisin. Kang Tae denen manyakla karşılaşmanı istemiyorum."
"Neden polise onu şikayet etmediniz?"
"Bu seni ilgilendiren bir durum değil. Sadece tüm bunları en az hasarla atlatmaya çalıştığımı anlamanı istiyorum."
"..."
"Git ve toparlanmış olarak buraya geri dön. Asistanlığının bitmesine iki yılın kaldı. Birdaha üç yıllık emeğini yakmayı aklından bile geçirme."
"Neredeyse öldürmek üzere olduğum bir adamın hastanesinde mi asistanlığımı bitirmemi istiyorsunuz?"
"Başka bir seçeneğin var mı?"
"..."
"Bugün ameliyathanedeyken neden ameliyatı benden devralmadınız?"
"Senin bu ameliyatı yapabilecek kabiliyette olduğunu biliyordum çünkü."
"Biliyor musunuz ben hiç öyle olduğunu düşünmüyorum."
"..?"
"Sorumluluk almamak için ameliyatı siz yapmadınız çünkü hastanın durumu kritikti."
"Gerçekten böyle mi düşünüyorsun?"
"Öyle olmasa bile böylesi bir durumda hastayı bir asistana teslim etmemeniz gerekiyordu."
Bunun üzerine Yoon başını salladı. Her şey üstüne geliyor gibi hissediyordu.
"İznini bir aya uzattım. Ben hastaneden gitmeden buraya sakın dönme. Yoksa burayı senin için bir cehenneme çeviririm. Şimdi çık dışarı."
Han-Do'nun odadan çıkmasıyla kapıya doğru eline geçen ilk kitabı fırlattı. Bugün insanlar tarafından fazlasıyla sınandığını hissediyordu. Bir şekilde bulunduğu durumdan farklı bir duruma geçmek istiyordu.
Saatini tekrar kontrol ettiğinde hala ameliyata biraz daha zamanı olduğunu farketti. Dün gece üç-dört saat kadar uyuyabilmişti. Mümkünse eğer biraz daha uyumak istiyordu. Uyuklama alışkanlığı oldukça fazla olduğu için hep odasında bir örtü bulundururdu. Önce kapısını kilitleyip alarmını kurdu. Sonra da koltuğuna sırt üstü uzanıp tek kolunu gözlerinin üstüne koydu. Bir süre kafasının içindeki sesler susmasa da bir şekilde uyumayı başardı.
Alarmı çaldığında gözlerini zorlukla araladı. Yeni dayak yemişçesine her tarafı ayrı ağrıyan bedenini koltuktan kaldırdı. Bozulan teknolojik aletler kapatılıp açılınca düzelebiliyordu. O da belki daha iyi hissederim umuduyla uyumuştu ancak aynı performansı ne yazıkki alamamıştı. Muhtemelen kendini bozuk bir televizyonla karşılaştırması doğru değildi.
Beline kadar uzanan birbirine girmiş saçları zerre kadar umrunda değilken bulunduğu koridorun sonundaki tuvalete doğru uykulu gözlerle ilerlemeye başladı. O kadar sersemdiki erkekler tuvaletine girdiğini bile farkedemedi. Yüzünü yıkarken sonunda açmayı başardığı gözüyle aynada kendine bakacaktıki ona bakan dört çift gözle anında orayı terketti. Erkekler niye ayakta işiyorlardı ki?
İşlerini hallettikten sonra bir şeyler atıştırmaya karar vermişti. İşte o an cüzdanının evde kaldığını farketmişti. Aç kalacağını anlayınca sol eliyle saç diplerini kaşımıştı. Gururu üç beş bin won için de olsa kimseden borç almasına izin vermezdi.
Ameliyat saati geldiğinde ameliyatına girmişti. Sorunsuz geçen ameliyatı modunu bir tık yükseltmişti. Tüm vakakalar dün geceki gibi sıkıntılı olsaydı muhtemelen bu mesleği asla seçmezdi.
Yemek işini halletmesi tam anlamıyla trajikomikti. Polikliniğine teşekkür amaçlı tatlı getiren hastalar sayesinde o gün aç kalmamıştı. Normalde bu tatlıları asistanlarına verirdi, özellikle Han Do bu tatlılara bayılırdı ancak bugün böyle olmuştu işte.
Akşama doğru akşam vizitini atarken gözlerini ondan bir saniye bile ayırmayan Kang Tae'yle karşılaşmış ancak onunla konuşmamıştı. En azından bugün yeni bir sorun yaşamak istemiyordu. Günlük limitini çoktan doldurmuştu.
Mesai saati bittiğinde Eun onu almaya gelmişti. Cüzdanı ya da arabası olmadan evine tek başına gitmesi mümkün değildi. Pijamayla buraya geldiği içinse scrubsını değiştirememişti. Ameliyathane kıyafetleriyle evine gidecekti. Sözleştikleri saat geldiğinde hastanenin arka çıkışından çıkmış Eun'un arabasına binmişti.
"Neden üstünü değiştirmedin?"
"Hastaneye pijamayla gelmek zorunda kaldım çünkü." diyince Eun başını salladı.
"Min-Gyu nerede?"
"Babasına bıraktım."
"Bugün biraz kafa dağıtmaya ihtiyacım var. Eve geç gitsen bir sorun olur mu?"
"Aslında Yoon sana bir şey söylemem gerekiyor."
"..?"
"Sen beni öğle vakti seni almam için arayınca ben de Minho'ya akşam yemeği teklifini kabul ettiğini söyledim. Yani seni onunla buluşmaya götürüyorum."
"Sana onunla görüşmek istemediğimi söyledim. Neden bunu yaptınki?"
"Minho kötü biri değil. Neden bu kadar önyargılı davranıyorsun?"
"Önyargılı davranan ben değilim o."
"Şimdi ona biz gelmiyoruz, arkadaşım seninle görüşmek istemiyor diyemem. Yaklaşık yirmi dakika sonra restaurantta olacak. Hazırlığını ona göre yapmıştır."
"Sen gerçekten..."
"Eun bir daha benim için randevu ayarlamanı istemiyorum. Sana bu konuda son defa tolerans gösteriyorum."
"..."
"Anlaştık mı?"
"Pekala, anladım ama bence bu son kör randevuya çıktığın biri olacak."
Yoon gözlerini devirerek bakışlarını dışarıya çevirdi. Ondan hoşlanmayacağına yüzde yüz emindi.
"Bana en azından haber verseydin kıyafet ayarlamaya çalışırdım. Böyle restauranta nasıl gideceğim?"
"Sana önceden haber verseydim yine reddedecektin. Bu yüzden ben senin için bir elbise ayarladım ama Yoon ayakkabı meselesini ayak numaramız uyuşmadığı için halledemedim. Yenisini almak için de vaktimiz yok."
"..."
Yolun geri kalanında sessizlik hakim olmuştu. Park alanında Eun'un onun için bagajdan çıkardığı bordo elbiseyle gözlerini devirmişti. Elbise kötü bir elbise değildi ancak ilk buluşma için fazla şıktı. Elbisenin sırtı üçgen şeklinde açıktı. Göğüs dekoltesi kabul edilebilir bir düzeydeydi. Uzunluğu muhtemelen dizlerinin altına kadar gelirdi. Aslında elbiseyi beğenmişti. Sadece burada giymenin doğru olup olmayacağından emin olmaya çalışıyordu.
"Bu olması gerekenden fazla şık gibi."
"Adamın karşısına scrubsla oturmak istemiyorsan bunu giyinmek zorundasın. Hem bu restaurant oldukça şık bir yer. Absürt kaçacağını düşünmüyorum."
"Bilemiyorum Eun. Scrubsla gitmek bile bana daha mantıklı geliyor. Zaten o adamla birdaha görüşmeyeceğim. Bu yüzden sorun olmayacaktır."
Eun "Saçmalama." dedikten sonra lüks restaurantın tuvaletine Yoon'u götürmüş ardındanda elbiseyi giymesi için ona baskı uygulamıştı. Yoon giyindikten sonra ona getirdiği makyaj malzemeleriyle hafif bir makyaj yapmış saçlarınıysa eliyle taramıştı.
Yoon bu elbiseyi spor ayakkabıyla giyindiği için elbiseye hakaret ediyormuş gibi hissediyordu. Ayrıca şık bir küpe ve kolyesi de olsa fena olmazdı ancak bu kadarı için dahi Eun'a minnettardı.
"Bu elbiseyi senden kalıcı olarak alabilir miyim? Fiyatı her neyse öderim." diye sordu Yoon.
"Senin mor elbisenle takas yapmaya ne dersin? Ben de onu beğenmiştim."
Gülümseyerek "Olur." dedi.
"Hadi git artık. Biraz geciktin."
Adımlarını kapıya götürmüştüki "Eun biliyorsunki cüzdanım yanımda değil. Kendimi bu konuda huzursuz hissediyorum." dedi. Bunu söylerkenki niyeti Eun'dan biraz nakit istemek değildi. Zaten borç içinde olduklarını biliyordu.
"Bu gece hesabı sen ödemeyeceksin zaten."
"Buna güvenmek istemiyorum."
"En kötü durumda restauranta ödemeni havale yoluyla yaparsın. Gitmek istemediğin için bahane uyduruyorsun gibi geliyor bana."
"..."
"Eğer onunla görüştüğünde gerçekten onun görüşmek istemeyeceğin biri olduğunu düşünürsen hemen beni ara ama ben eminimki bugün evine o seni bırakacak Yoon."
"..."
"Telefonunun sesi açık kalsın."
"Tamam. Hadi git artık Yoon."
Yavaş adımlarını restaurantın içine girdirmiş bakışlarıyla bir süre buluşması gerektiği adamı aramıştı. Masalar genel olarak doluyken yalnız oturan sadece adam vardı. Adımlarını o masaya götürmüş ardındanda "Siz Bay Choi Minho musunuz?" diye sormuştu.
"Evet, benim. Sanırım sizde Bayan Kim YoonJin'siniz."
"Evet öyleyim."
Adamın dikkatini giydiği beyaz spor ayakkabı çektiğinde sırıtarak "Çok şık görünüyorsunuz." dedi.
"Siz de öyle." dedikten sonra adamın sandalyesini çekmesine izin vermeden karşısına oturdu Yoon. Bu tarz kibarlıklardan hoşlanmıyordu.
"İlk olarak yemeklerimizi sipariş edelim mi?"
"Edelim."
Garson geldiğinde siparişlerini vermişlerdi. İkisi de balık yemeği tercih etmişti. Yoon'un ilk izlenim iyi olmasada en azından damak zevkleri uyuşuyordu.
Minho konu açmaya çalışarak "Genel olarak bu hayatta neler yapmayı seviyorsunuz?" diye sordu.
"Sanırım bu hayattaki en sevdiğim şey mükemmel geçen uzun bir ameliyatın ardından bir şeyler okurken uyuyakalmak. Ayrıca mümkün olan her fırsatımda müzik de dinlerim. Peki ya siz neler yapmaktan hoşlanırsınız?"
"Satranç oynamayı seviyorum. Ayrıca masa tenisi de oynarım. Boş zamanlarımda fransızca öğrenmeye çalışıyorum. Doğrusunu isterseniz ben de sizin gibi bunları iyi geçen bir mahkememden sonra yapmayı tercih ediyorum. Canım sıkkınken genel olarak bir şeylere odaklanamayan bir insanım."
"Ben de masada kalan bir hastam sonrasında keyfim olmadığı için sizinle görüşmemizi ertelemek istemiştim fakat siz bana anlayış göstermemiştiniz."
"Böyle bir şey olduğunu bilmiyordum. Üzgünüm."
"Üzgün olmanızı gerektirecek bir şey yok Bay Minho. Benim mesleğimle uğraşan herkes neredeyse hergün ölüm görüyor. Her ölüm için yas tutulacak olsaydık muhtemelen yastan asla çıkamazdık. Yani bu konuda sizin de biraz haklılık payınız var."
"Olaylara bakış açısınızın tek taraflı olmamasını sevdim."
"Bu zaten insanların genel olarak yapması gereken bir şey."
"Her insan böyle değil ne yazıkki."
"Diğer insanlar şu anda bizi ilgilendirmiyor."
"Söylediklerinize rağmen bana karşı soğuk davranıyormuşsunuz gibi hissediyorum."
"Çünkü sizinle bir ilişki içerisine girmeye karar verirsek işim yüzünden sürekli tartışacakmışız gibi hissediyorum."
"Sanırım sizde hiç hoş olmayan bir ilk izlenim bıraktım."
"Yediğimiz bu akşam yemeğinde fikrimi değiştirebilmeniz için size bir fırsat veriyorum."
"Sizinde aynı şekilde benim ön yargılarımı aşmanızı istiyorum Bayan Yoon."
"..."
"Benimle ilgilenmek için hiçe yakın zamanı olan bir kadınla birlikte olmak istemiyorum ve siz de böyle bir kadına benziyorsunuz. Fazlasıyla işkoliksiniz."
"Beklentinizi anlıyorum. Olduğum durumdan ben de çok memnun değilim. Çalıştığım hastaneden yakında istifa edeceğim. Fakat ben bu kadar olmasada her zaman yoğun bir kadın olacağım. Eve çoğunlukla sizden geç geleceğim. En önemli anlarımızda belki hastaneden çağrılacağım. Bazı gecelerse eve hiç gelmeyeceğim."
"Sanırım bunu tolere edip edemeyeceğimi anlamak için biraz zamana ihtiyacım var. Bana o zamanı vermek ister misiniz? Şahsen ben karşımdaki bu kadını daha yakından tanımak için biraz zamanımın olmasını çok isterim."
"Size o zamanı veriyorum o halde. Sanırım sizinle bir ilişki içinde olup olamayacağımıza tek yemekle karar veremeyeceğiz." dedi Yoon.
Adam gülerek "Acelemizin olduğunu sanmıyorum." dedi. Yoon da Minho'nun yanaklarında oluşan gamzelere bakarak gülümsedi. Gamzelerini oldukça tatlı bulmuştu.
"Kaç yaşındaydınız?"
"35. Siz?"
"33." dedi Yoon.
"Neden şimdiye kadar evlenmediniz?"
"Muhtemelen sizinle aynı sebepten." dedi Yoon sırıtarak.
"Doğru insanı bulmak önemli."
"Haklısınız."
"Sanırım siz avukattınız?"
"Evet, öyleyim."
"Peki malpraktis davalarına bakıyor musunuz?"
*Malpraktis davası tıbbi hatalar için açılan bir çeşit dava.
"Hayır, Bayan Yoon. Ben daha çok ceza avukatıyım."
"Anladım."
"Eğer bir malpraktis davası için avukata ihtiyacınız varsa birini bulmanız konusunda size yardımcı olabilirim."
"Hayır şimdilik gerek yok yine de teşekkür ederim."
Adam başını sallayıp onu onaylamıştı. Kısa bir sessizliğin ardından Minho başka bir konu açmaya karar vermişti.
"Eun sizin yamaç paraşütü yapmayı sevdiğinizi söyledi ama siz bana bunu hobilerinizin arasında söylemediniz."
"Evet, seviyorum ancak çevremde bunu yapmayı seven kimse yok. Bu yüzden hep tek başıma gitmem gerekiyor. Tek başıma olunca da eğlencesi hiç çıkmıyor. Size bahsetmememin sebebi üç yıldır tek gitmek istemediğim için gidemiyor olmam. Yine de yakın bir zamanda gitmeyi çok isterim."
"Sizinle gelmem için imada mı bulunmaya çalışıyorsunuz?"
"Eğer öyle olsaydı benimle gelir miydiniz?"
"Gelirdim fakat size sadece yukarıya kadar eşlik ederdim. Muhtemelen ben öyle bir şeye ben cesaret edemezdim." diyince yüzünde yine bir gülümseme oluştu.
"Vazgeçtim Bayan Yoon."
"Neyden?"
"Sanırım bir kadına onu dağdan aşağıya atmak için eşlik etmek çok iyi bir fikir değil." diyince Yoon kahkaha attı.
"Beni öldürmeye götürecekmişsiniz gibi konuşuyorsunuz."
"Fazlasıyla tehlikeli bir spor olduğu aşikar."
"Ama ben o anlarımda yaşadığım adranelini başka hiçbir yerde tadamıyorum. Belki de en azından bir kere siz de bunu deneyimlemelisiniz."
"Eğer öyle yapacak olursam muhtemelen aşağıya kadar iki defa kalp krizi geçiririm. Sonra da başınıza kalırım."
"İnsanların üç defa kalp krizi geçirme hakları vardır. Bu yüzden endişelenmenizi gerektirecek bir şey yok."
"Söylediğiniz bu şey doğru mu?"
"Yarı yarıya doğru. İlkinde de ölme ihtimaliniz var tabii."
"Ben almayayım o halde."
"Yine tek başıma gitmem gerek demek bu." diye gülümsedi Yoon.
"Beklediğimden daha eğlenceli birisiniz."
Yoon önlerine konan balığa memnuniyetle bakarken Minho ona "Resmi konuşmayı bırakksak mı? Çok yorucu." diyince Yoon ona "Olur." dedi.
"Yoon aslında kabalık yapmamak için sormayacaktım ama bu kadar şık bir elbisenin altına neden spor ayakkabı giyindin? Yanlış anlama bunu seni eleştirmek için söylemiyorum. Sadece fazla dikkatimi çekti."
"Dün gece hastanedeki acil bir ameliyat için evden aceleyle çıktım. Üstümde pijamam vardı. Mesai saatim başlayınca eve de gidemedim. Öyle olunca hastane kıyafetlerimle kaldım. Bu elbiseyi Eun getirmiş ancak ayakkabı getirmeyi unutmuş. O da olmasa karşına scrubsla oturacaktım." diyince adam genişçe gülümsedi.
"Bir sefer ben de buna benzer bir şey yaşamıştım ama benim durumum seninkiyle karşılaştırılamayacak kadar kötüydü."
"Öyle mi, ne oldu?"
"Evden aceleyle çıkarken ayakkabılarımı giyinmeyi unutmuşum. Terlikle dışarıya çıkmışım. Mahkemeye o şekilde girmek zorunda kaldım. Hakimle savcı görmesin diye ayaklarımı masanın altına saklamaya çalıştım fakat ifşa oldum."
"Nasıl farkettiler?"
"Nasıl olacak kardeşim olacak davacının avukatı beni hakime şikayet etti."
"Hahaha. Evde katliam çıkmıştır."
"Hem de ne katliam."
Yoon'un yüzündeki gülümseme konuşmaları boyunca bir saniye olsun silinmezken aklındaki bütün sorunlar bir anlığına da olsa toz olup gitmişti. Bu hayat böyle anlarda güzeldi ve o zehirli bir sarmaşıkmış gibi boğazına dolaşıp onu boğan saçma sapan sorunlarla uğraşmak istemiyordu. Şu an oldukça huzurlu hissediyordu ve öyle de kalmak istiyordu.
Minho onu evine bıraktığında ya da ona giderken el salladığında da uzun zamandır hissetmediği çocuksu ruhunu hissetmişti. Minho'yla yaşayacağı her şey için fazlasıyla heyecanlıydı. Yine de bu onun nasıl biri olduğunu anlayamadan ona tutunacağı anlamına gelmiyordu.
Yüzündeki gülümsemeyi silen ve onun yine eski moduna dönmesine sebep olan şeyse değiştirilen kapısı yüzünden anahtarının kilidine uymamasıydı. Ne yapabileceğini düşünürken kapısının önündeki üç basamaklı merdivenine kızgınlığındaki sinirli bir kedi gibi oturmuştu. Kang Tae'yle konuşup evinin anahtarını istemek istemiyordu. İki seçeneği vardı. Ya çilingir çağıracaktı ya da bir pencerenin camını kıracaktı.
İçindeki bıkkın Yoon camı kırmasını söylesede bunun daha çok iş çıkaracağını bildiği için çilingiri aramak zorunda kaldı. Gelen çilingirin ona inanmayıp kapıyı açmamak için diretmesi sonucu kalmayan sabrıyla adamın yakasına yapıştı. Neyseki işten gelen yan komşusu onu görmüş duruma el atmıştı. Yoksa az daha bir yabancının evine girmeye çalışmaktan dolayı karakolluk olacaktı.
Kapının kilidini değiştittirmişti. Bir yabancıda kapısının anahtarı olması kadar saçma bir şey yoktu. Gerçi bu insanların evine girmek için anahtara da ihtiyacı yoktu. Bu tarz insanların hepsinden ayrı ayrı nefret ediyordu.
Bu geceyi duş aldıktan sonra Eun'la yaklaşık bir saat telefonda konuşarak kapatmıştı. Neredeyse bütün kadınların yapacağı gibi Eun'la geçirdiği akşam yemeğinin kritiğini yapmışlardı.
Sabaha karşıysa dün gece nöbetçi olan bir asistanının onu arayıp Bay Seo'un ateşinin 40 dereceye kadar çıktığı söylemesiyle uyanmıştı. Ona yapılması gereken şeyleri söyledikten sonra telefonunu kapatmıştı. Bu adamı mümkün olan en kısa sürede taburcu etmek istiyordu.
Kahvaltısını yaptıktan sonra saçlarına şekil vermiş ardındanda üstüne gri kazak, gri pantolon ve yine gri bir kaban giyinerek evinden çıkmıştı.
Bugün poliklinik günüydü. Yani ameliyata girmeyecek poliklinikte hasta bakacaktı. Tabii ondan önce sabah vizitine çıkması gerekiyordu. Bu yüzden hastaneye ulaştığında asansöre binmiş ve dördüncü kata çıkmıştı. Viziti sorunsuz geçerken başhekimin onu odasına çağırmasıyla yönetici katına inmişti. Sorunun ne olduğunu merak ediyordu.
Kapıyı çalıp odanın içine girdiğinde Han Do'yu burada görmeyi beklemiyordu. Soran gözlerle ona doğru bakarken Kang Tae'nin boğaz temizleme sesiyle gözlerini ona çevirdi.
"Neler oluyor Bay Seo?" diye sordu. Belliki dün kapattıklarını düşündüğü konu henüz kapatılmamıştı.
"Bay Kang Tae, Han Do'dan şikayetçi oldu. Haftaya çarşamba günü bunun için kurul toplanacak. Savunmanızı hazırlamanız gerekiyor." diyen başhekime karşılık Kang Tae'den gözlerini ayırmadı.
"Sizinle dün anlaştığımızı sanıyordum. Sizi polise ihbar etmemem karşılığında asistanımı rahat bırakacaktınız?"
"Bay Lee biraz bizi yanlız bırakabilir misiniz?"
"Tehditlerinizi onun yanında savuramayacağınız için mi onun dışarıya çıkmasını istiyorsunuz? Dışarıya çıkmayın Bay Lee."
Ne yapacağını şaşırmış bir halde öylece ayakta kalan adam Kang Tae'nin baş işaretiyle dışarıya çıkmıştı. Bulunduğu konuma Kang Tae sayesinde gelmişti. Başhekimliğini ufak tefek sorunlar için kaybetmek istemiyordu.
"Şansınızı fazla zorluyorsunuz Bayan Kim Yoon Jin. Oysaki bugün olanların hepsinden siz sorumlusunuz."
"Neden tüm bu olanlardan ben sorumlu oluyorum?"
"Dün gece size ihtiyacımız varken neredeydiniz Bayan Yoon?"
"Bu sizi neden ilgilendirsin?"
"Size hastaneden çıkmamanızı söylemiştim."
"Bana böyle bir yasak koyabileceğinizi mi sanıyorsunuz? Ayrıca asistanım olaya müdehale etti. Daha ne istiyorsunuz?
"Size danışmadan hiçbir şey yapamayan asistanınızdan mı bahsediyorsunuz?"
"Hocam?"
"Bir saniye Han Do."
"Doktorların anne karnından bir cerrah olarak doğduklarını mı düşünüyorsunuz? Bir cerrah bu şekilde yetişir. Ayrıca madem davayı siz açıyorsunuz ben de öylece durmayacağım. Sizinle mahkemede görüşeceğiz."
Kang Tae'nin gülmesi üzerine dişlerini sıktı. O da ona zoraki bir gülümseme sundu.
"Han Do madem buradasın önlüğünü giyin ve polikliniğe git."
"Hocam ama-"
"Dediğimi yap."
Han Do odadan çıktıktan sonra "Özellikle hastanede birdaha sizinle ilgili en ufak bir sorun yaşamak istemiyorum. Bundan sonra benimle sadece tutacağım avukatım aracılığla iletişime geçeceksiniz." dedi.
"Benimle bu kadar cürektar konuşabilmenizin tek sebebi beni tanımıyor oluşunuz ve emin olabilirsinizki bundan sonra size kendimi çok iyi bir şekilde tanıtacağım. Yaptığınız her hatada bugünkü gibi bedel ödeyeceksiniz Bayan Yoon-Jin."
Yoon gülümseyerek "Mahkemede bedel ödeyen taraf ben değil siz olacaksınız." dedikten sonra kapıyı çarparak dışarıya çıktı.
Kapının önünde dikilen Bay Lee'yi görünce "Hastanenize yeni bir genel cerrah bulursanız iyi edersiniz, istifa ediyorum." dedi.
"Hastanemizle sözleşmenizin bitmesine henüz bir ayınız var. Şimdi istifa edemezsiniz."
"O zamana kadar da kullanmadığım yıllık iznimi kullanacağım."
"Bayan Yoon, Bay Seo ile inatlaşmayıp bu süreci sessiz bir şekilde atlatsanız olmaz mı?"
"Benim yaptığım çok bir şey yok Bay Lee. Problem yaratan taraf ben değilim."
"Bunu kabul ediyorum fakat biliyorsunuz ki öyle pat diye de izne ayrılamazsınız. Sizden randevu alan hastalarınıza ne olacak?"
"Bölüm başkanımızla bu konuyu konuşacağım." demiş ve oradan ayrılmıştı. Bölüm başkanları tıp fakültesindeki hocalarından biriydi. Ona yardımcı olacağını düşünüyordu ancak hocası bugün hastanede değildi. Bu yüzden de istemeyerek de olsa adımlarını polikliniğe götürmüştü.
Poliklinik odasının kapısını açtığında onu bekleyen Han Do'yla karşılaşmıştı.
"Hocam ben dün söylediklerim için özür dilerim."
"..."
"Bir şey söylemeyecek misiniz?"
"Bugün kaç hastamız var?"
"27."
"İlk hastayı çağır."
"Gerçekten hastaneden dışarıya çıkmanıza izin verilmiyor mu?"
"HAN DO İLK HASTAYI ÇAĞIR!"
Han Do, Yoon'un keyfi olmadığını anlayınca söylediği şeyi yapmış ve ilk hastayı çağırmıştı. Gelen ilk hasta gibi birçok hastanın ameliyat olması gerekiyordu. Yoon da hastaları uzman olmak üzere olan iki asistanına dağıtıyordu. Han Do'ya ise sadece hemoroid(basur) ameliyatlarını veriyordu. Han Do bu duruma gıkını bile çıkartamıyordu. Günün sonunda nur topu gibi beş tane yeni hemoroidli hastası olmuştu.
Yoon'un başka asistanların yapması gereken hemoroid ameliyatlarını da Han Do'ya yazdırmasıyla Han Do daha fazla dayanamayıp itiraaz edecekken Yoon'un tek bakışıyla çenesini kapatmak zorunda kalmıştı. Önündeki üç günde yaklaşık yirmi tane basur ameliyatı yapacak bir asistan tabii ki de mutlu olamazdı.
Yoon akşam vizitinden sonra önlüğünü odasına bırakmış atkısını boynuna takmış ve kabanını giyinmişti. Çantasını da eline aldıktan sonra odasından dışarıya çıkmıştı. Yasak tanıyabilecek bir insan kesinlikle değildi. Kimse ona böyle bir yasak koyamazdı.
Binanın dış kapısından dışarıya çıkacaktıki telefon ekranındaki Başhekim Lee yazan yazıyla adımlarını durdurmuştu. Telefonunu açtığında odasına gelmesi gerektiğini söyleyen sözlerle bir iç çekmişti. Sorunlar hiç bitmiyordu.
Merdivenlerden bir kat çıkıp Bay Lee'nin odasına geldi. Yine içeride gördüğü Kang Tae'yle kaşlarını çattı.
"Neden beni çağırttınız? Sizinle görüşmek istemediğimi söylemiştim."
"Sizinle bir anlaşma yapmak istiyorum?"
"Bir önceki anlaşmamıza bakarak sizinle adil bir şekilde anlaşabileceğimizi düşünmüyorum. Bu yüzden kendinizi hiç yormayın Bay Seo."
"Beni hiç dinlemiyorsunuz Bayan Yoon. Hep işleri zorlaştırmayı seçiyorsunuz."
"İşleri yokuşa süren ben değilim sizsiniz. Ayrıca sizin isteklerinizi yerine getirmek için bir sebebim olduğuna da inanmıyorum."
"O halde bende sizin üzerinizde kendi yöntemlerimi kullanmalıyım."
"..?"
Daha ne olduğunu anlayamadan elinden alınan telefon ve üzerine kilitlenen kapıyla neye uğradığını şaşırmıştı. Kapıya avcunun içiyle birkaç defa vurmuştuki "Sandalyeye sizi bağlamamı istemiyorsanız eğer Bayan Yoon, sessizce orada kalın." sözleriyle kendini durdurmuştu. İşte şimdi emin olmuştuki bu adam gerçek bir manyaktı.
Bölümü yıldızlamayı ve yorum yapmayı unutmayalımmm.
Okur Yorumları | Yorum Ekle |