27. Bölüm

22- Oyunbozan

Karbamazepin
serotonin

Dinlediği kitabın bitmesiyle kulaklığını kulaklarından çıkarıp masaya koymuştu. İkinci kitabı dinleyemeyecek kadar kendini uyuşmuş hissediyordu.

03.43'ü gösteren masa üstündeki çalar saate bakarak onun için geçmeyen zamanı nasıl hızlandırabileceğini düşünüyordu. Bu saatte uyumak muhtemelen en doğru seçenekken dün öğle iki gibi bir saatte uyanmış olması ona hiç yardımcı olmuyor saate baktıkçaysa yelkovanla akrebin arasında bir yerde sıkıştırılıyormuş gibi hissediyordu. Saniyeleri sayan ibrenin sesinden başka en ufak bir sesin olmadığı odasında bu sesinde kulağını tırmalamaya başladığını anladığında daha fazla onu duymamak için saati banyodaki kapağı sökülmüş dolaplarından birine koymuştu. Eğer pilini çıkartacak olsaydı pencere olmadığı için geceyle gündüz akşamını tamamen kaybederdi. Bu yüzden ondan kurtulmak için böyle bir yol kullanmayı seçmişti.

Uzun süredir hareketsiz kalan vücuduna biraz hareket getirmek için odasında volta atmaya başlamıştı. Normal iş hayatında oturacak anları dahi çok nadirken bir anda kendini sedanter bir hayatta bulması onda duvar etkisi yaratmıştı. Yeterince yorulmadığı için uykuya dalma süresi uzamış yaşadığı yoğun stresse uyku süresini fazlasıyla kısaltmıştı. Uyku dengesi bu derece bozuk bir insanın gün içinde kendini sürekli yorgun hissetmesi normaldi ve o sürekli olarak böyle hissediyordu.

Masaya doğru yürüdüğünde gözüne onu bekleyen dosyalar çarpmış istemeyerek eline bir tanesini alıp kapağını açmıştı. Şu an bir şeyler okumak istediği bir havada değildi ama bu dosyaları okuması gerektiğinin elbetteki farkındaydı. Hiçbir şekilde başka ameliyatlara girmekten kaçamayacağını anlamıştı. Hem neyle savaştığını bilmesi için burada ne olup bittiğini detaylıca öğrenmesi de önemliydi.

Yine istemeyerek sandalyeye kendini otutturduğunda elindeki dosyayı okumaya başlamıştı. Eğer bir yerden başlamazsa planlarında asla ilerleme kaydedemezdi ve onun elinde bu odada bu dosyalardan başka hiçbir şeyi yoktu.

Y/N: Anlatım kısmında terim kullanmamaya ve mümkün olduğunca basit bir dil kullanmaya çalıştım. Çünkü okurken zevk almanızı istiyorum. Yoon'un okuduğu şeyleri bu kadar basit olduğunu düşünmeyin. Son derece ayrıntılı ve uzun olduğunu düşünmemizi istiyorum. Lütfen bu kısmı atlamayın. Sonradan lazım olacak.

Laboratuvarda önce sağlıklı bir yumurta hücresinin çekirdeğini çıkarıyorlardı. Sonrada klonlamak istedikleri kişinin meme hücresinin çekirdeğini yumurta hücresine aktarıyorlardı. Buraya kadar her şey normal klonlama işlemiyle aynıydı. Bu yüzden buraları fazla üzerinde durmadan okuyup geçmişti.

Başlarda taşıyıcı anneyle bu işi yapmaya çalışmışlardı ama bunun ciddi sıkıntıları oluyordu. Kadın oksitosin salgıladığı için çocuğa bağlanıyordu. İlaçlarla oksitosin seviyelerini düşürüncede bu sefer çocuk doğumunda ciddi sıkıntılar yaşanıyordu. Taşıyıcı anne bulmak kolay değildi. Ayrıca bebeğe anne karnındayken müdahalede bulunmaları zor oluyordu. Hatta birçok sefer frontal lobun gelişmesini sırf bu yüzden engelleyememişler, klonlar normal bir çocuk şekilde dünyaya gelmişti. Bu çocukları dünyanın başka bir ucuna göndermişlerdi. Aralarında frontal lobun gelişip ilaçlar yüzünden anormal doğanlar da olmuştu. Bu çocukların çoğu otistikti.

Yoon'sa dosyaları okudukça yere fırlatıyordu. Çok sinirlenmişti.

Frontal lobun ne zaman baskılanacağı çok önemliydi. Eğer gecikirlerse çocuğun frontal lobu gelişiyordu ama klon özürlü olarak doğuyordu. Erken baskılanırsa embriyo gelişemiyor ve ölüyordu.

Taşıyıcı anne modelini kenara atıp tüpte yetiştirme modeline geçtiklerinde anne karnını taklit eden bir ortam oluşturmaya çalışmışlardı. Amnion sıvısını oluşturmakta bir sorun yoktu. Ama plesentanın bağlanma yeri ciddi bir sıkıntı oluşturuyordu. Yeni icat edilen bir makine onlar için hayat kurtarıcı olmuştu. Bu makine annenin uterus iç duvarını taklit ediyordu. Fetüsün atıklarını cihaz alıyor temiz maddeleri bebeğe gerekli ölçülerde veriyordu ama bu bebekler dokuz ayda gelişiyordu. Çoğu insanın dokuz ay bekleyebilecek zamanı yoktu. Bu süreci hızlandırmaları gerekiyordu.

Hücre replikasyonunu arttıracak maddeler verilmeye başlandığında birçok fetus canlılığını yitirmişti. Bu aşamada Kang Tae babasından görevi devralıp araya girmiş tüm çalışmaları durdurmuştu. Deneylerde sürekli olarak klon bebekler ölüyordu. Edinilen tüm bilgileri toplayıp laboratuvar ekibini dağıtmıştı. Bu ekip fazla katı ve acımasızdı.

Yoon bu okuduğuna şaşırmıştı. Kang Tae'nin insani duygular sergileyebildiğini ilk kez görüyordu. Sandalye onu rahatsız etmeye başlayınca yastığını yatak başlığına dayayıp sırtını yastığa dayadı. Yatağının içine girmemiş yorganının üstüne oturmuştu. İyice yerine yerleştikten sonra kaldığı yerden dosyaları okumaya devam etti.

Kang Tae ilerleyen dönemlerde yeni bir ekip kurmuştu. Yapmak istedikleri şeyi önce silimünasyon ile bilgisayar ortamında nasıl bir etki edeceğini görmeye çalışıyorlar her şeyi düşünmeden körlemesine deneğe uygulamıyorlardı. Replikasyonu arttıran ilaçlar verdiklerinde bebeğe verilmesi gereken besin değeri yükseliyordu ama ne olursa olsun normal bir hücre bunu kaldıramıyordu. Toplu hücre ölümü başlıyor ve fetüsün ölümüyle sonuçlanıyordu. Bir önceki ekip frontal lobun tam olarak ne zaman hangi olaydan sonra baskılanması gerektiğini bulmuştu. O konuda sıkıntıları yoktu.

Kanser hücrelerinin mitoz(bölünme) oranının yüksek olmasının sebebi mutasyonlardı. Bu hücreler deli gibi bölünebiliyor ve ortamda besin olduğu sürece bu süreci kaldırabiliyorlardı. Bunu dikkate alarak kanser hücrelerindeki mutasyonlara benzer etki yapan bir virüs geliştirmişlerdi. Bu virüsü zigota(döllenmiş yumurta) yerleştirdiklerinde artık daha hızlı ama kordineli bir şekilde gelişebilen bir organizma oluşturmayı silimünasyonda başarmışlardı. Hücre her bölündüğünde virüs de her hücrede bir tane olacak şekilde kendini eşliyordu. Sorun şuyduki bu virüsü belli bir aşamadan sonra nasıl durduracaklarını bilmiyorlardı ve eğer onu durduramazlarsa bu virüsler organların çabuk yaşlanmasına sebep olacaktı. Ayrıca bir süre sonra hücrelerde kontrol kaybedilip kanserleşme başlayabilirdi.

Bu sorunu başka bir virüs daha oluşturarak çözmüşlerdi. İkinci virüs birinci virüsün artık işlev yapamamasını sağlıyordu. İki virüs birbirini kenetliyor hücre içinde ortamdan hiçbir besin maddesi çekmeden ya da RNA sentezlemeden kalıyorlardı. Bir süre sonra sağlıklı hücreler bu virüsleri sindirip dışarı atıyordu.

Tanımadığı bir korumanın ona kahvaltısını getirmesiyle saatin sabah sekiz olmuş olduğunu anlamıştı. Başını masa tarafına çevirdiğinde dosyaların ancak altıda birini kadar okuyabildiğini farketmişti.

"Sanırım dün gece uyuyamadınız, bütün gece ışığınız açıktı." diyen adamı kısaca başıyla onaylamıştı. İçinden 'bu seni ilgilendirmiyor' diye terslemek gelsede bunu yapmamıştı. İnsanları yok yere kırmak bir işine yaramayacaktı.

"Uyku tutmadığı zaman eşim bana papatya çayı hazırlardı. İyi gelirdi. Denemek ister misiniz?"

"Bunun işe yarayacağını pek sanmıyorum."

"Denemeden bilemezsiniz."

"..."

Ağrıyan başıyla o kahvaltısını ederken adam ona papatya çayı getirmişti. Daha önce hiç papatya çayı içmediği için tadının nasıl bir şey olduğunu bilmiyordu. Bardağı burnuna yaklaştırdığında kokusu hoşuna gitmişti. Bir yudum aldığındaysa kokusu kadar tadının güzel olmadığını farketmişti. Tadını baskılaması için biraz şeker atmış dosyalara göz atmaya devam ederken yudum yudum çayı içmişti.

Beyninin artık okuduğu şeyleri algılayamadığını anladığında elinden dosyayı bırakmış sıcak bir duşun onu rahatlatacağını düşünerek duşa girmişti. Bu düşüncesinde de başarılı olmuş iyice mayışmıştı. Kıyafetlerini dahi zorla giyindikten sonra ışığı kapatmış onu uykuya çeken tatlı hisse kendine bırakmıştı. Papatya çayı işe yaramış gibi görünüyordu.

Bir iki saat sonra böbreklerin oluşturduğu doğal bir sıvının onu tatlı uykusundan uyandırmasıyla gözlerini dahi açmadan banyoya gitmişti. Henüz evinde olmadığını algılayamayan zihni buradaki banyo düzeninin evindekinden farklı olmasıyla burnunu dolaba çarpmasına sebep olmuştu. Canının yanmasıyla evinde olmadığını hatırlamış işini bitirip tekrar uykusuna kaldığı yerden devam etmek için oyalanmayı bırakıp işlerini halletmeye başlamıştı.

Elini yıkadıktan sonra banyodan çıktığında yatağının ayak ucunda oturan dirseği yatağın kenarına yaslayarak uyuyakalmış bir Kang Tae'yle karşılaşmıştı.

Kang Tae'yi yatağından kafasına vurarak kaldırmak için eline yastığını aldığında yapacağı bu şeyden vazgeçer gibi olmuş kendini son anda durdurmuştu. Onu sürekli olarak iterse hiçbir ilerleme katedemezdi ama onun burada uyumasına izin verirse de bu sefer Kang Tae dünkü gibi ondan şüphelenebilirdi.

Ne yapması gerektiğini düşünürken Kang Tae'nin gözlerini açıp havadaki yastığa bakmasıyla gülümseyerek yastığı arkasına saklamıştı.

Onunda gülümsediği görünce belayı atlattığını sanmış ancak Kang Tae'nin onu kolundan tutarak kendine doğru çekmesiyle neye uğradığını şaşırmıştı.

Kang Tae onu yatağa yatırıp bir rulo gibi yorgana sardıktan sonra yanına uzanıp yorganın üzerinden sıkıca ona sarılmıştı. Sırtı ona dönük olduğu için Yoon onun yüzünü göremezken Kang Tae'nin bunu yaparken fazlasıyla eğlendiğini yüzünü görmese de tahmin ediyordu.

Kang Tae gülerek "Beni bir yastıkla öldüremeyeceğini biliyorsundur diye tahmin ediyorum." demişti.

Yoon "Yastıkla dayak yiyeceği için kim ona suikast düzenlendiğini düşünürki?" diyerek kıpırdanmasıyla Kang Tae tutuşunu biraz gevşetmiş "Biraz böyle kalmama izin verir misin? Çok yorgunum." demişti. Eğer onunla uyumak istemezse buradan kalkıp gidecekti. Ondan tepki almadığındaysa bunu kabul ettiğini anlamıştı.

Yoon kıpırdanmayı kestiğinde Kang Taa'nin dudaklarıyla başına küçük bir öpücük kondurmasına sesini çıkarmamıştı. Kang Tae'nin tüm bu yaptıklarından rahatsız olmadığını farkettiğindeyse gözlerinden yaşlar gelmeye başlamıştı. Kang Tae'nin uyuduğunu belli eden düzenli nefeslerini dinlerken o sessizce için için ağlamıştı.

Onun için Kang Tae artık bir tür uyuşturucuydu ve olduğu durum uyuşturucuya bağımlı olmamaya çalışan bir uyuşturucu bağımlısı adayının tam yanı başına, bu yola onu çekmeye çalışan bir torbacının, uyuşturucu koyması gibi bir şeydi.

Onu yeterince yakın tutmak planları arasında varken ona aşık olmak planları arasında yoktu. Bir şekilde duygularına hükmedip henüz bu duyguları çok yoğun hissetmiyorken kendini sadece yapması gereken şeye odaklaması gerekiyordu ve o bunu nasıl yapacağınıshenüz bilmiyordu.

Ne ara uyumuş olduğunu dahi anlamadan uyandığında yanında Kang Tae'yi bulamamış kalkıp elini yüzünü yıkamıştı. Her şey saçma sapan bir hal alırken artık bir şeylerin yoluna girmesini istiyordu.

Kapısının aralı bırakılmış olduğunu gördüğündezkapıdan dışarıya çıkmıştı. Etrafında tanıdık bir yüz göremeyince ona bakan meraklı gözler üzerindeyken kapısının önünden uzaklaşmaya başlamıştı. Kapıyı bilerek açık unuttuklarını düşünmüyordu. Onlar bunu yapacak kadar dikkatsiz değillerdi.

Ne yapacağını bilmeden elleri giydiği sweatin ceplerinde gezerken biri omzuna çarpmış ona sertçe baktıktan sonra yoluna devam etmişti. O kimseyi tanımıyorken herkes onu tanıyormuş gibi hissediyordu ve bazılarının ona nedensizce nefret beslediğini bakışlarından dahi anlıyordu.

Bahçeye çıkmak istediğindeyse güvenlik onu geri çevirmiş çıkmasını engellemişti. Anlaşılan hala cezası bitmemişti.

Dün izleyici yerinde arkasında bütün kapılardan farklı olarak kırmızıya boyanmış bir kapı dikkatini çekmişti ancak bağlı olduğu için o kapıdan içeriye girememiş Kang Tae geldiğindeyse Jack'le ilgili durumdan dolayı orayı sormayı unutmuştu. Şimdi hazır işi yokken orada ne olduğunu görmek için bir üst kata çıkmıştı.

İzleyici kısmında kimse yokken o, o kırmızı kapıyı açıp içeriye girmiş yeni bir izleyici bölmesiyle karşılaşmıştı.

"Ne bulmayı beklediysem." diyerek dışarı çıkacakken o ameliyat masasında yatan bedenin bir klon olduğunu farketmiş uzun süre gözlerini ondan ayıramamıştı. Hiçbir şey yapamadığı için çaresizce başını öne eğmiş bir süre sonraysa yere çöküp saatlerce o bedenden organların alınmasını izlemişti. Şu an tüm bunları izlemekten başka elinden bir şey gelmiyordu.

Adım seslerini duyduğunda korumalardan birinin geldigini düşünmüş ancak dün diğer ameliyathanede gördüğü tahminen kırklarında olan cerrah içeriye girmişti.

"Hangi taraftasınız?" diyen adamın tam olarak ne dediğini anlayamasa da ona "Olmam gereken tarafta." demişti. Sırtını duvara dayayarak yere oturuyordu. Adamsa oturmayı tercih etmemiş camın önüne iyice yaklaşarak onun gibi ameliyatı izlemeye başlamıştı.

"Politik cevaplar vermeyi tercih ediyorsunuz?"

"Kimsiniz?"

"Bildiğiniz üzere burada genel cerrah olarak çalışıyorum. İsmim Suho."

"Benim adım da-"

"Sizin isminiz Kim Yoon Jin. Hepimiz sizi geldiğiniz günden beri tanıyoruz. Buraya çok gürültülü bir şekilde geldiniz."

"..."

"Benden neden nefret ediyorlar?"

"Güney'den geldiğiniz için. Kuzeyliler aksine güneyliler buraya kendi istekleriyle gelirler. Siz bir istisnaymışsınız gibi görünüyorsunuz ancak henüz insanlar bunun farkında değiller."

"..."

"Konuşmanıza bakılırsa eğer siz Kuzeylisiniz?"

"Evet, öyleyim."

"Kuzeylilerin hükümetleri ne isterse onu yaptıklarını düşünüyordum. Anladığım kadarıyla siz öyle bir insan değilsiniz."

"Size bundan ve daha fazlasından bahsedebilecek kadar güvenebilir miyim Bayan Yoon?"

"Birine güvenip güvenemeyeceğinizi siz seçmelisiniz. Size göre güvenilir biri miyim?"

"Nerede olduğunuz ya da kiminle konuştuğuz gerekli yerlere rapor ediliyorken evet güvenilir biriymiş gibi duruyorsunuz."

"Bunu nereden çıkardınız?"

"Kapının önünde sizi bekleyen ve sessiz olmayı hiç beceremeyen korumanızdan."

"..."

"Asıl konumuza geri dönecek olursak size açıkca söylemeliyim ki Kuzeyli doktorların tüm bunları durdurmak için herhangi bir gücü yok. Yani sizden yardım istiyoruz."

"Benim Güneyli olmam bazı şeyler için yeterli gelmiyor. Sizin aksinize ben bahçeye dahi çıkamıyorum."

"Bay Seo'nun sizin odanızda çok fazla zaman harcamasından da anlıyoruzki yakında bizden daha fazla ayrıcalığa sahip olacaksınız. Ki şimdiden öylesiniz."

"Benim şimdiye kadar ne yaptığımı mı izlediniz? Tüm bunları nereden biliyorsunuz?"

"Eminim ki siz de biliyorsunusdurki hastanelerde doğru ya da yanlış dedikodular çok hızlı yayılır."

"..."

Yoon çok fazla düşünmeden "Ameliyat kayıtlarına ihtiyacım var." dedi. Adama güvenmemesi için ortada bir sebep varmış gibi durmuyordu. Ayrıca zaman kaybederek bu deneylerin ilerlemesini de istemiyordu.

"Buradaki bilgisayarlar kayıtların kopyalanmasını engellemek için bir takım yazılımlarla korunuyor. Ama kullanabileceğinizi düşünüyorsanız eğer yazılımı delmek için çalışmalarımıza başlarız."

"Bunu nasıl yapacaksınız?"

"Aramızda bilgisayarlardan anlayanlar var."

"..."

"Hiç kolay olmayacak." diyerek ayağa kalkarken adamın uzattığı eli tutarak ayağa kalkmış sonrada onun yanına geçmişti.

Gözleri hala klondayken "Ama başarmak zorundayız." demişti.

"..."

"Size pankreans naklinin nasıl yapılacağını öğretmemi istiyorlar. Yarın saat 15.00' da ameliyathanede olun."

Adamın neden konuyu birdenbire değiştirdiğini anlayamazken adam kapıyı açmış içeriye doğru sendeleyerek giren korumayla konuşmalarının dinlenilmeye başlandığını anlamıştı.Jack aksine bu papatyacı koruma fazlasıyla şaşkolozdu.

Elini ensesine atarak gülümseyerek "Nasılsınız Bayan Yoon?" diyen adam üzerine gülümsemiş az önceki depresif havası tamamen dağılmıştı. Dr. Suho'ysa gitmişti.

"İyiyim. Papatya çayı için teşekkür ederim. İyi geldi."

"Rica ederim. Bundan sonra ne zaman isterseniz sizin için getiririm."

"..."

"Ben neden odamdan çıkabiliyorum?"

"Bu çıkamamanızdan daha iyi değil mi?"

"Evet ama- " dedikten sonra iç çekmiş "Boşversene, Kang Tae ne istiyorsa onu yapıyor işte." diye mırıldanmıştı.

"Bay Seo'nun ceza sistemi gibi ödül sistemi de vardır, onun hoşuna gidecek bir şey yapmış olmalısınız."

"Şimdi ben ödüllendiriliyor muyum?"

"Evet, olabilir."

"Yakında ben de hepinizi şu masaya yatırıp organlarınızı çıkararak ödüllendireceğim."

"Espri anlayışınız çok yüksekmiş."

"Öyledir."

Yoon peşinden düşmeyen papatya çaycısıyla içi fazlasıyla daralmış en sonunda onu rahat bırakması için odasına dönmüştü. Biriyle bir şey konuşacağı zaman yanında onu dinleyen bekçisinin olması kaçıncı seviyeden bir manyaklıktı, bilmiyordu. Bilmek de istemediğinden dosyaları kaldığı yerden okumaya devam etmiş okumayı bitirdiği her dosyayı fırlatmayı da ihmal etmemişti. Bundan sonra onları ifşalayacağı güne kadar itiraz etmeden ondan istenileni yapacak o zamana kadar da bir şeyleri sorgulamayı bırakacaktı.

Gece yatmaya yakın yine ona papatya çayı getiren adama 'Papatya' diye lakap takmıştı. Adam karısını çok seven birine benziyordu. Acaba karısı bir başka kadına böyle bir bekçilik yaptığından haberdar mıydı?

Bu şekilde aradan tam üç hafta geçmişti. Nedenini bilmese de Kang Tae onu bu süre zarfında görmeye gelmemişti. Jack işine geri dönmüş Papatya'yla dönüşümlü olarak çalışmaya başlamışlardı. Çoğu insan tarafından hoş karşılanmadığı için odasından mümkün olduğunca çıkmamış başında sürekli biri olduğu içinse Dr. Suho'yla bir daha düzgün bir konuşma gerçekleştirememişti. Adamın onunla özel olarak konuşmak istediğini bakışlarından anlasada bunu yapamamamıştı. Sadece onu ameliyathanede görüyordu ve ordada ameliyat kaydedildiği için konuşamıyorlardı.

Kusana kadar pankreans naklini gerek canlı gerekse kayıt olarak izlediği için nasıl yapılması gerektiğini ya da komplikasyonunun neler olabileceğini iyice anlamıştı. Parmakları kırık olduğu içinse henüz pratik yapamamıştı. Pratik yapması için parmaklarının iyileşmesini bekliyorlardı.

Dosyaları okumayıysa bitireli baya olmuştu. Artık burayla ilgili onların bilmesini istediği her şeyi biliyordu.

Kang onu parmaklarını doktora göstermek için almaya geldiğinde ona "Üç haftadır neden hiç gelmedin?" diye sormuştu. Ancak ondan bir yanıt alamamış onun sessizliğine karşılık o da sessiz kalmıştı.

Güvenlikten çıktıklarında yine normal hastaneye gidip rötgen çektirmişler kırığın iyileştiğini söylemeleriyle alçıyı parmaklarından çıkarmışlardı. Yapması gereken egzersizleri fizyoterapist ona gösterirken Kang Tae başında durmuş her ayrıntısını dikkatle izlemişti. Yoon henüz sağ elini yumruk haline dahi getiremiyordu. Elinin normal fonksiyonlarına dönmesi için belli bir süre çalışması gerekiyordu.

İşleri bittiğinde Kang Tae onu bahçede bırakıp gitmişti. Bu adamın neden ona böyle davrandığını bir türlü anlayamazken o bir ay sonra dışarıya çıkabilmiş olmanın keyfini çıkarmak adına bir ağacın altındaki banka oturmuştu. Çok geçmeden yanına Jack gelmiş ona "Bay Seo'yu kızdırmak için ne yaptınız?" diye sormuştu.

"Hiçbir şey yapmadım."

"Emin misiniz?"

"Yaptıysam dahi benim haberim yok."

"En son onunla ne konuştunuz?"

"Gözüne batabileceğim bir şey konuşmadık. Hatta en son onunla ne konuştuğumu hatırlamıyorum bile."

"..."

"Ben neden bu kadar sıkı denetleniliyorum? Diğer doktorlar benim kadar sıkı göz hapsinde tutulmuyorlar."

"Bilmiyorum ancak bu Bay Seo'nun emri. Ayrıca bizim sadece size gardiyanlık yaptığımız doğru da değil. Gerektiğinde sizi koruyoruz. Nedense diğer çalışanlar tarafından çok sevilmiyorsunuz."

"..."

"Eun'la konuşabilir miyim?"

"Bunu Bay Seo'ya soram lazım."

"Onun haberi olmadan hiçbir şey yapamamaktan fazlasıyla sıkıldım." diyerek ayağa kalkmış bahçede tur atmaya başlamıştı.

"..."

"Senin ismin neden Jack?"

"Babam Amerikalı olduğu için bana bu ismi vermişler."

"Güney Kore vatandaşısın ama değil mi?"

"Evet, annem Koreli."

"..."

"Sanırım benimle uzun soluklu bir konuşma yapmak istemiyorsun."

"Sizinle arkadaşlık düzeyinde bir konuşma yapmam yasak."

"Sadece işine gelince bu cümleyi kullanıyorsun Jack."

"..."

Sıkıldığında yine odasının yolunu bulmuş gece yatma saati gelene kadar kitap dinlemişti. Henüz uykusunun olmadığını anladığında yatağında bağdaş kurarak yeni bir kitap açıp dinlemeye başlamıştı. Daha kitabı açalı birkaç dakika olmamıştıki Kang Tae içeri girmiş masanın altına itili sandalyeyi karşısına çekerek oturmuştu. O ona soran gözlerle bakarken sol eline egzersiz yapabilmesi için top tutuşturan Kang Tae'ye üzerine alayla gülerek "Dışarıya çık." demişti.

"Yap şunu."

"DIŞARIYA ÇIK!" diye bağırdığında Kang Tae kapıyı çarparak dışarıya çıkmış Yoon'sa eline geçen çalar saati kapıya doğru fırlatmıştı. Jack ne olduğunu öğrenmek için kapıyı açtığında ona da dışarıya çıkmasını söylemiş uzun süre içinde bir alev topu gibi yükselen öfkesini volta atarak atmaya çalışmıştı. Üç haftadır bilmediği bir sebepten dolayı odasına gelmeyen adam böyle bir şey için yanına gelemezdi. Derdi her neyse ya söylemeliydi ya da onu görmezden gelmeye devam etmeliydi.

Artık gece yatmadan önce rutinlerinden olan papatya çayını içerken hala söyleniyor Kang Tae'yi lime lime nasıl doğrayacağını hayal ediyordu. Bu dört duvar arasında içindeki negatif enerjiyi atamayacağını anladığında kapıyı açmıştı. Gece onikiyi geçtiği için dışarıya çıkamayacağını söylediklerindeyse her zaman yaptığı gibi sakinleşmek için kendini duşa atmıştı. Derisini soymak istercesine kendini keselerken o b*k parçasınının sternumunu(göğüs kemiğini) çıkardığını hayal ediyor sonrada onun o kemiğini bir taraflarına...

Kendini ona hakaret edemeyecek kadar yorduğunda duştan çıkmış her gece gibi yine bir şekilde yatağının yolunu bulmuştu. En azından artık geceleri uykusunu alabiliyor sabaha kadar hayattan bezdirici düşünceleriyle başbaşa kalmıyordu. Eğer öyle olmaya devam etseydi bir gün burada gerçekten çıldırırdı.

Odasının kapısı yeniden açıldığında henüz uykuya dalmamıştı. Yine de o gözlerini kapatmış gelen her kimse geri gitmesini beklemişti ancak gelen kişi geri gitmemişti.

Sakin sayılabilecek bir ses tonuyla "Sen sadece beni odandan kovarken gerçeksin." diyerek sandalyeye oturan Kang Tae'nin sesine uykulu bir ses tonuyla "O halde bundan sonra sürekli seni kovarım." demişti.

"Seni çözemiyorum."

"..?"

"Sana yaklaştığım zaman önce beni itmek için hazırlanıyorsun ama sonra bir şey hatırlamışçasına bundan vazgeçip kendini bana bırakıyorsun."

"..."

"Tıpkı o gün seninle uyumak istediğimde uyuyana kadar ağladığın gibi."

"..."

"Sen ne yapmaya çalışıyorsun?"

"Kendimi sana bağlamadan yaşamaya çalışıyorum."

"Bu ne demek oluyor?"

"Üç hafta sonra canım isterse söylerim. Şimdi çık dışarı. Uykumu dağıtıyorsun."

"Oyunbozansın. Seninle konuşmaya çalışıyorken benimle konuşmalısın."

"Bu oyuna dahil olmayı ben seçmedim. Bu yüzden bu oyunu nasıl oynayacağıma karışamazsın. Karışmaya kalkarsan da zararla yerine oturursun. Ben senin kolayca yönetebileceğin bir kuklan değilim. Seninle, tıpkı senin de yaptığın gibi canım ne zaman isterse o zaman, istediğim şekilde konuşurum." dediğinde Kang Tae ayağa kalkmıştı.

"Ne yapmaya çalıştığını bilmiyorum. Açıkcası bunu bana söyleyecekmişsin gibi de durmuyorsun ama sana şunu söyleyebilirimki Yoon eğer beni kullanmaya çalışıyorsan buna izin vereceğim ancak ne kadar çok canımı yakarsan ben de o kadar canını yakacağım. Bunu sakın unutma." dedikten sonra dışarıya çıkan adamın ardından artık açık tutamadığı göz kapaklarını kapatmıştı. Kang Tae'yle ilk kez sorun yaşıyor değildi. Her şey bir şekilde halledilirdi ama şimdi halletmek zorunda değildi.

Y/N: Yeni bölüm için oy sınırımız 8

 

 

 

 

 

 



 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Bölüm : 08.01.2025 23:38 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...