Önündeki adamın bağırsaklarını onarırken superior mezenterik arteri parçalamış tazikli kan gözüne sıçramıştı. İstediği spançla kanamayı durdurmaya çalışırken bacaklarında hissettiği sıcak bir ıslaklık hissiyle yere bakmış her yerin kanla dolmaya başladığını farkedince bir iki adım geri adım atmıştı. Bu kadar kan nereden geliyordu? Aniden alarm vermeye başlayan monitörle adama baktığında adam dahil her şeyin kana dönüşmeye başladığını görmüştü. Her şey fazlasıyla gerçeklikten uzaktı ama bir türlü gerçekliğe uyanamıyordu. Yerde yükselen kan ameliyathaneyi tamamen kapladığındaysa gözlerini kapatıp ölmeyi beklemişti. Bunca kan ve göz yaşının olduğu yerde yaşamak çölde orkide yetiştirmeye çalışmak gibi bir şeydi.
Etrafındaki sıvının onu öldürmediğini anladığında gözlerini açmıştı. Çok gariptir ki yine o bir sedyede yatarken ameliyathane gibi bir yere sürüklendiğini görüyordu. Neden buraya getirildiğini anlayamazken bir adamın buğulu sesi ona her şeyin yolunda olduğunu söyleyip duruyordu. O ise asla güvenmediği yabancılara kendini teslim etmemek için henüz etkili bir şekilde hareket ettiremediği vücudunu sedyeden aşağıya atıyordu. Harbiden o neden kendini hala kan havuzundaymış gibi hissediyordu?
Çok tanıdık biri onu yerden kaldırıp ameliyat masasına yatırdığında "Acele edin." diyordu.
Tek koluyla omuzlarından onu masaya bastıran Kang Tae'yi yarı açık gözlerle seyrederken yine omzuna dokunulmasıyla sıçrayarak uyanmıştı. Karşısındaki Jack'e korku dolu gözlerle bakarken az önce ne gördüğünü anlamaya çalışıyordu.
"Kabus görüyor gibiydiniz."
"..."
"Fizik tedavi için yukarıya çıkmamız gerekiyor."
"Bugün gitmeyeceğim." dedikten sonra tekrar uzandı Yoon. Avuçlarıyla gözlerini ovalarken daha önce buna benzer bir rüya gördüğü için gördüğü şeylerin gerçeklik paylarını sorguluyordu. Vücudunda ameliyat olduğuna dair en ufak bir emare yoktu. Acaba artık iyice kafayı yeme noktasına gelmişti ve beyni ona oyun mu oynamaya başlamıştı?
"Beni dinlemiyorsunuz."
"Bir şey mi söylemiştin?"
"Öğleden sonra Bay Seo sizi almaya gelecek demiştim."
"Akşam yemeği için niye öğlende alıyor?"
"Gideceğimiz yer oldukça uzak çünkü."
"..."
"Fizik tedaviye gitmek istemediğinizden emin misiniz? Hem Bay Seo da gitmeyecek olmanızdan hoşlanmayacaktır."
"Hiç keyfim yok Jack."
"..."
Odadan çıkan Jack'in ardından yorganını üstünden atarak ayağa kalkmış üstünü değiştirmek için banyoya gitmişti. Dünkü adamın nasıl olduğunu merak ediyordu. Gerçi bir sorun çıksaydı ona haber verirlerdi diye düşünüyordu. Yine de bir göz atmanın bir zararı olmazdı.
Önlüğünü giyinip odadan çıktığında Jack'i görememiş, Jack'in çokta umrunda olmadığını anlayınca hastasının odasına gitmişti. Elbetteki adam ciddi bir enfeksiyon geçiriyordu ama burada çalışmasının etkisiyle iyi bakılıyordu.
Buraya gelene kadarsa insanların artık ona nefretle değilde acıyan gözlerle baktığını farketmişti. Böyle olmasındansa insanların onu görmezden gelmesini tercih ederdi. Sürekli yargılanmaktan yorulmuştu.
Dün gece adama verilmesini söylediği ilaçların etkisi yavaş yavaş görülmeye başladığını anladığında bir tık rahatlamıştı. Herkesin bir işe koşturduğunu gördüğündeyse adamın biten serumunu kendi değiştirmeye çalışmıştı. Daha uğraşıyorduki biri elinden malzemeleri almış yapmaya çalıştığı şeyi yapmıştı. Elini kullanamıyor oluşu canını sıkmaya başlamıştı. İki parmağı yeni kaynamış kırıkken dört parmağında kas zedelenmesi vardı. Tamamen iyileşmesi içinse en az bir aya daha ihtiyacı vardı.
Koridorun sonunda ona doğru gelen Kang Tae'yi gördüğünde yönünü değiştirmiş yoğun bakıma girmişti. Kang Tae'nin buraya girmiş olduğunu görememiş olduğunu düşünüyordu. Çünkü burası onun görüş açısında değildi.
Sekreterliğin ordaki bir sandalyeye oturduğunda etrafına bakmaya başlamıştı. Burası birçok hastaneye göre oldukça donanımlı bir hastaneydi. Yan tarafında tek kişilik camdan hasta odaları vardı. Bir nevi burası insan serasıydı. Burada yatan hastaların hepsi entübe edilmişti ve kötü durumdalardı. Muhtemelen çoğu buradan çıkamayacaktı.
"En son bir ay önce buraya gelmiştiniz." diyen sekreteri başıyla onayladı.
"Sizi bu sefer buraya getiren şey ne?"
"Beni oradan oraya sürükleyen insanlardan kaçmak." dediğinde kadın hafifçe gülümsemişti.
"İşe yarayacağını pek sanmıyorum ama istediğiniz kadar burada kalabilirsiniz."
"..."
"Dün itibariyle burada aşırı ünlenmiş olduğunuzun farkındasınızdır."
"Farketmemek mümkün değil. Hem dünkü beceriksizliğimi de görmeyen kimse kalmadı."
"Elinizin kötü durumda olduğunu duydum. Buna rağmen iyi bir iş çıkardınız."
"..."
"Parmaklarınızı kendinizin kırdığını söylüyorlar bu doğru mu?"
"Doğru değil. Kazaydı." dedi Yoon. Evet diyerek daha fazla dikkat çekmek istemiyordu. Bu bilginin nasıl sızdığınıysa çok merak ediyordu.
"..."
Yoğunbakıma giren dünkü saçlarına yapışan kadınının elinin sargılı olduğunu gördüğünde kaşlarını çattı. Bu kadına ne olmuş olabilirdiki?
"Sana ne oldu?" diye seslendiğinde kadın ona kısa sert bir bakış atıp yoluna devam etmişti. Galiba genel olarak sert bir mizaca sahip bir kadındı.
"Şimdiye kadar duymadınız mı? Size saldırdığı için sağ elinin bütün tırnakları çekilmiş diyorlar."
Bir iç çekerek önüne döndüğünde elleriyle oynamaya başlamıştı. Artık bu tarz şeylere şaşıramıyordu bile. O kadın parmaklarını tamamen kaybetmediği için kendini şanslı sayabilirdi.
"Bay Seo'yla ilişkinizin olduğunu söylüyorlar. Peki bu doğru mu?"
"Değil." diyerek ayağa kalktı Yoon, onu soru yağmuruna tutacağa benzeyen sekreterle vakit kaybetmek istemiyordu. Az önceki kadını bulup işlerin nasıl gittiğini öğrenmek istiyordu.
Kadını bir hasta odasının önünde sol eliyle bir dosyayı doldurmaya çalışırken bulduğunda onun yanına gidip "Ne durumdayız?" diye sormuştu.
"Bir defa serebrovasküler atak öyküsü ayrıca geçirilmiş bir CPR'ımız var. 45 gündür GKS: 6 olarak takip ediyoruz. Yeni bir gelişme yok."
Demek yeni bir gelişme yoktu. Gecikmişlerdi. Bugün dışarıya çıkabiliyor olması bir işe yaramayacaktı.
"Sanırım CPR yapmakta biraz geç kalınmış."
"Bazen sizin gibi vasıfsız doktorlar yüzünden bu tarz şeyler yaşanabiliyor."
Gülerek "Elinizde benim gibi vasıfsız bir doktordan başka doktorunuzun olmaması çok üzücü." dedi.
"Aslında Dr. Suho gibi çok daha iyi doktorlara sahibiz. En azından o sizin gibi kaçak dövüşmüyor."
Yaka kartını eline alıp okurken "Benimle bir derdin varsa yüzüme söyle Hemşire Oh. Lafı dolandırıp durmandan hoşlanmıyorum." dedi. İsmini dahi az önce öğrendiği kadının onunla ne derdi olabileceğini anlamıyordu.
Kadının kameraya bakarak neden gülümsediğini anlamazken Kang Tae'nin kolundan tutup onu yoğunbakımdan çıkarmasıyla bugün bunu öğrenemeyeceğini anlamıştı.
"Sen neden hep tek kaldığında tartışacak birini buluyorsun?"
"Onlar beni buluyor."
"Emin misin?"
"Durduk yere insanlarla tartışma çıkaran bir insan değilim."
"Eminim öylesindir."
"..."
Güvenliğe doğru yürüdüklerini gördüğünde "Daha öğlen olmadı." dedi.
"Fizik tedaviye gidiyoruz."
"Bugün gitmeyeceğimi Jack'e söylemiştim."
"Önümüzdeki iki gün gitmeyeceksin zaten. Bu yüzden bugün gitmen senin için yararlı olacaktır."
"..."
Yoon dedektörden geçince dedektör ötmüş neden öttüğünü anlamak için de üstüne bakmaya başlamıştı. Kang Tae'nin oradaki güvenliğe sert bakışlarma bakmasından bir şey çıkaramazken cebinden çıkan kulaklığı bir kenara koymuş dedektörden birdaha geçmişti. Bu sefer sorun çıkmamıştı. Asansöre doğru gidiyorlardıki dışarıya önlükle çıkmasının mantıksız olduğunu düşünmüş, önlüğü odasına koymak için tekrar dedektörden geçmişti. Dedektörse yeniden alarm vermişti.
Ne olduğunu anlamaya çalışırken Kang Tae elinden önlüğü alıp güvenliklerden birinin yüzüne atmış Yoon'un elini tutarak onu oradan çıkartmıştı.
"Bu neydi şimdi?"
"Dedektör bakımlarını yaptırmadıkları için bozulmuş. Bugün halledecekler. Ayrıca sana kulaklıkla odandan çıkmaman gerektiğinin söylendiğini sanıyordum."
"..."
Fizik tedavi odasına geldiklerinde Yoon Kang Tae'ye dışarda kalmasını söyleyerek kapıyı kapatmıştı. Çok geçmeden açılan kapıyla sözünü geçirememiş olduğunu anlamıştı.
"Bugün sevgilinle gelmedin mi?" diyen kadın üzerine genişçe gülümsemişti. Yükselmeye başlayan vucut sıcaklığı bazı şeylerin b*ka sarabileceğinin farkındalığından kaynaklanıyordu.
"O benim sevgilim değildi, sadece bana korumalık yapıyordu." diyerek U dönüşü yapmaya çalışmıştı ancak kadının "Tabii tabi eminim öyledir." demesiyle sırıtışını büyütmüştü. Jack'in bugün bir avuç küle dönüşme ihtimali vardı.
"Yanındaki kim?"
"Kardeşim."
"Neden böyle davrandığın şimdi anlaşıldı." diyerek gülen kadının neyden ne çıkartığını bilmese de gülümsemesine devam etmişti. Sadece susmasını istiyordu.
"Demek kardeşinim." diye kulağına fısıldayan Kang Tae'ye "Bunu daha sonra konuşuruz." dedi.
"Jack denen çocuk koruması da olsada düzgün çocuğa benziyor evlenmelerine izin vermelisin. Zaten otuzüçüne basmış ablanı evde bekletip ne yapacaksın?" diyen kadınla Yoon elini alnına dayamıştı. Bundan sonra ne yapsa bu işi toplarlayamazdı.
"..."
"..."
Yoon hiç konuşmadan yaramazlık yapmış bir çocuğun yapacağı gibi söylenenleri yaparken fizyoterapistin iyiye gittiklerine dair bazı lakırtılarını dinliyordu. İşleri bittiğinde susmak nedir bilmeyen bu kadının Kang Tae'ye Yoon'un üzerlerine gitmemesi için tembihte bulunmasıyla ayağıyla ritim tutmaya başlamıştı. İlginçtir Kang Tae gülerek kadını onaylamış oradan öyle ayrılmışlardı.
Arabanın önüne geldiklerinde Kang Tae, Yoon'u sol arka kapıyı açarak binmesini beklemiş sonra o da yanına oturmuştu. Jack'se ön koltuktaydı. Kapıların kilitlenme sesiyle bir iç çekmişti. İki aydır bu şartlarda yaşamasına rağmen hala buna bir türlü alışamıyordu.
"Neden tepki göstermedin?"
"Neye?"
"Fizyoterapistin söylediklerine."
"Benim adamlarım nerede durması gerektiğini iyi bilirler Yoon. Jack oluşabilecek durumlar için daha önce beni bu konuda uyarmıştı."
"..."
"Yine de tehlikeli olabileceği için bu tür durumlardan birdahakine kaçınmanı istiyorum."
"..."
Yoon havaalanı yoluna girdiklerini gösteren tabelayla soran gözlerle Kang Tae'ye bakmaya başlamıştı.
"Nereye gidiyoruz?"
"Çin'e."
"Bakanla görüşeceğimizi sanıyordum."
"Evet, öyle yapacağız."
"..?"
"Yarın akşam Güney Kore, Kuzey Kore ve Çin'in arasında diplomatik bir toplantı var. Biz bu toplantıdan önce bakanla görüşeceğiz."
"Hangi bakanla görüşeceğiz?"
"Şimdiki dış işleri bakanıyla."
"O adam yolsuzlukla suçlanmıyor muydu?"
"Hükümetteki herkesin işini çok pürüzsüz yaptığını mı sanıyorsun?"
"Olması gereken bu değil mi?"
"İnsanların olduğu hiçbir yerde işler kitabında yazıldığı gibi ilerlemez. Çünkü insan egosu başkasının yazdığı kurallara uymayı kendine yediremez ya da içselleştiremez."
"Bana daha çok kendini anlatıyormuşsun gibi geldi."
"Belki ben senin için çok aykırı bir örnek olabilirim fakat ben kurallara uymaya çalışan biri olmaktansa kuralları yeniden yazan biri olmayı tercih ederim."
"Onun farkındayım. Hatta bu kurallarını o kadar içselleştirmişki insanları kendi mahkemende yargılayıp cezalandırıyorsun."
"..."
Arabanın durmasıyla Kang Tae onu arabadan indirmiş yine elinden tutarak onu yönlendirmeye başlamıştı. Jack pasaportlarını sorumlu memura verirken Kang Tae'ye "Benim Çin için pasaportum yok. Bunu nasıl hallettin?" diye sormuştu.
"Bir pasaport çıkarttırmak benim için çok zor bir mesele değil. Ablamın sana sahte kimlik bulmasından daha kolay bir şey bu. Üstelik yasal."
"..."
Küçük bir uçağa bindiklerinde Kang Tae, Yoon'un elini bırakıp uçağın arka tarafında doğru yürümeye başlamış Yoon'sa uçağın önüne doğru yürümüştü. Onunla aşırı haşır neşir olmasına gerek yoktu.
Bir korumanın yanının boş olduğunu gördüğünde onun şaşkın bakışlarına aldırmadan yanına oturup emniyet kemerini takmıştı. Gözlerini kapatıp biraz dinlenmeye karar vermiştiki yanında hissettiği hareketlenmeyle Kang Tae'nin korumayı ayağa kaldırdığı görmüştü.
Kang Tae Yoon'un emniyet kemerini çözdükten sonra kolunu tutarak uçağın arkasına doğru götürmüştü. Bir kapıdan geçerek daha lüks koltukların olduğu bölmeye gelmişlerdi.
Yoon bir koltuğa otuttururken "Beni neden bu yemeğe götürmek istiyorsun?" diye sormuştu. Kang Tae'yse yanına oturmuştu.
"Çünkü bugün görevinin ilk aşamasını öğreneceksin. Hem gözümün önünde de olmanı istiyorum."
"Sen Kuzey'de olmasan bile oradan kendi imkanlarımla çıkabileceğimi mi sanıyorsun?"
"Kuzeyde herkesin en az yedi yıl askerlik yaptığını düşünürsek eğer topluca hareket etmeniz durumunda bir kısmınız ölse de oradan çıkabilme ihtimaliniz var fakat sonrasında gelen destekle muhtemelen yine hepiniz öldürülürsünüz."
"Merak etme bunu yapmaya kimse cesaret edemez."
"Emin olabilirsinki aralarında cesaret edebilecek olanlar var. Kuzey hükümeti doktorlarını gönüllü seçmediği için bu kadar çok zor durumda kalıyoruz."
"Peki onlar neden gönüllü çalışmak isteyenleri toplamadılar? Eminim ki Kuzeylilerin arasında para için bunu yapabilecek olanlar vardır."
"Çünkü onlar her vatandaşından kendilerine koşulsuz itaat etmelerini bekliyorlar. Yani onlara göre o çalışanların her başkaldırısı devlete ihanet etmekle aynı anlama geliyor."
"Tüm bunlar bittiğinde bu insanlara ne olacak?"
"Kuzey'e göre oradan hiçbir zaman çıkamayacaklar."
"Peki ya Güney'e göre?"
"Bunları neden merak ediyorsunki?"
"Oradaki insanlar seni tanıyorlar. Tüm bunlar bittiğinde ifşalanmak istemeyeceksinizdir. Muhtemelen onları da ortadan kaldırmak isteyeceksiniz. Yanılıyor muyum?"
"Bunu biz yapmayacağız ama olacak olan bu."
"Belki de Güney bu yolla sizden de kurtulmak istiyor olabilir."
"Onların arkasını bizim kadar başka hiçkimse toplayamaz. Ayrıca bu deneyler görüşeceğimiz bakanın katkısıyla da başladı."
"...
Uçak kalktığında Yoon uçağın penceresinden dışarıyı izlemeye başlamıştı. Uzun zamandır uçak yolculuğu yapmadığından bulutlara bir tık meraklıydı. Kang Tae içinse oldukça sıradan bir durum olduğundan telefonuyla uğraşmakla meşguldü. Yoon'unsa telefonu gördüğünde aklına direkt iki gündür aramayı ertelediği Eun gelmişti.
"Eun'la konuşmam gerekiyor."
"Otele geçtiğimiz zaman konuşursunuz ama zaten Minho'nun Güney'de yaptığı çok bir şey yok. Dün nişanlısıyla hastaneye gitmiş bu sabahsa yeni bir iş bulmuş."
"Onu takip mi ettiriyorsun?"
"Başka ne yapmamı bekliyordun ki? Sorun çıkartmayacağından emin olmalıyım."
"..."
Uçak oldukça kalabalık olan havaalanına indiğinde Kang Tae elinden sıkıca tutmuş Jack'inse gözü sürekli üstünde olmuştu. Bu kadar insanın içinde yardım istemesinin ne kadar mantıklı olabileceğini bilmiyordu ama sürekli kendine oraya dönmesi gerektiğini hatırlatıp durduruyordu. Kurtarılması gereken elliye yakın sağlık çalışanı ve ortada en yakın zamanda durdurulması gereken korkunç bir deney vardı.
Kulağına eğilip "Çin senin test alanın. Yapacağın şeyleri dikkatli seç." diyen Kang Tae'ye çatık kaşlarıyla bakmıştı. Anlaşılan bundan sonra ne kadar özgür olacağına Çin'de karar verilecekti.
Kang Tae onu bir otele getirdiğinde o merdivenlerin başlarındaki aslan heykellerini inceleme başlamıştı. Nedense bu motifler ona ilginç gelmişti. Her şeyin ben çok pahalıyım diye bağırdığı bu ortama yine oldukça pahalı görünmesine rağmen uymuyor gibi görünüyorlardı.
Cam asansöre bindiklerinde Kang Tae otuzuncu kata basarken o da dışarıyı izlemeye başlamıştı. Dışarıdaki her insan onlar yukarıya çıktıkça küçülüyor ve artık seçilemeyecek hale geliyordu. Bu ona insanların o kadar da önemli bir varlık olmadığını yeniden hatırlatmıştı. Bu önemsiz varlıkların yaşamak için bir parazit gibi dünyaya yapışmaya çalışması onun gözünde insanlığın daha da değersizleşmesi demekti. Çünkü insanlardan daha güçlü bir şey varsa ölümdü ve o eninde sonunda kaybedilecek bir savaş için bu kadar çok şeyin feda edilmesi kan kaybından öleceği kesin olan bir adama sürekli su vererek yaşatmaya çalışmak gibi bir şeydi.
Odanın içine girdiklerinden sadece on dakika sonra Jack elinde iki küçük valizle gelmişti. Kang Tae her zamanki gibi her şeyi düşünmüştü.
"Doğrusunu istersen havaalanında sorun çıkartacağını düşünüyordum."
Tebessüm etmeye çalışarak "Bağırsaklarımı seviyorum." dedi. Aslında bunu söyleyerek özgürlüğümü korumaya çalışıyorum demeye çalışıyordu.
"Sanırım benden Güney bileti almak için böyle davranıyorsun."
"Öyle olmasında bir sakınca var mı?"
"Güney'e neden bu kadar çok gitmek istiyorsun?"
"Minho'nun düğününde onu tebrik ettikten sonra suratına tokat çarpmak için."
"Bunu gerçekten yapar mıydın?"
"Muhtemelen hayır."
"O zaman neden-"
"Çünkü orası benim evim. Eminimki aidiyet duygusunun nasıl hissettirdiğini az çok biliyorsundur."
"Ben o duyguyu hiç tatmadım ama yine de seni anlamaya çalışıyorum. Orada bir grup aşırı meşgul arkadaşların hariç Eun'dan başka bir şeye sahip değildin. Eun'la da hafta bir görüşüyordun zaten. Güney'in nesini bu kadar çok özlediğini anlayamıyorum? Oysa ben sana elindekilerden çok daha fazlasını verebilecek durumdayım."
"Bunu sana anlatarak nefesimi tüketmek istemiyorum. Çünkü anlatsamda anlamayacağa benziyorsun."
"..."
"Eun'la konuşmak istiyorum."
"Pekala" diyerek telefonunu çıkartan Kang Tae'ye elini uzattı.
"Bu sefer konuşmalarımın dinlenmesini istemiyorum."
Kang Tae'nin itiraz etmemesine şaşırsada eline telefonu alıp terasa çıkmıştı. Telefon numarısını tuşlayıp telefonu kulağına koyduktan sonra sağ kolunu korkuluğa dayayıp aşağıyı seyretmeye başlamıştı. O an yamaç paraşütüne gitmeyi özlediğini farketmişti. Harbi en son o ne zaman yamaç paraşütüne gitmişti? Muhtemelen 27 yaş doğum günündeydi.
"Alo, kimsiniz?." diyen Eun'a "Benim." demişti.
"Tanrım Yoon sen miydin? Neden beni daha sık aramayıp merakta bıraktırıyorsun?"
"Normal koşullarda olmadığımı sen de biliyorsun."
"Biliyorum ama bana bir sefer arayabiliyorsan hep arayabilirmişsin gibi geliyor."
"Her defasında yeni bir hat bulmak kolay olmuyor."
"Sana o Kang Tae denen öküzün ablası yardım ediyor değil mi? Yoksa tüm bunları yapamazdın."
"Evet, o kadın olmasaydı kim bilir şimdi ne halde olurdum. Bana fazlasıyla yardımcı oluyor."
"..."
"Sen Minho'ya o kadının bana yardım ettiğini söylememiş miydin?"
"Çocuğu olacağını öğrendiğim günden beri seninle ilgili hiçbir şeyi ona anlatmıyordum ama o telefon konuşmasından sonra söylemek zorunda kaldım. Seni havaalanında sabaha kadar beklemiş ancak sen gelmemişsin. İki aydır bunu söyleyip duruyor."
"Jeju adasından uçağa bindim çünkü. Direkt Japonya'ya gitmedim."
"Bu bazı şeyleri açıklıyor."
"Dün Minho o kadınla konuşmaya gitmiş ancak o da senin yerini söylememiş. Sadece senin iyi olduğunu söylemiş. Açıkcası o kadına inanmış gibi de görünmüyor. İyice paranoyaklaştı."
"O neden kendi çocuğuyla ilgilenmek yerine benimle hala bu kadar çok ilgileniyor? Ben eğer onun nişanlısı olacak olsaydım gözlerini oyardım."
"Çocuğun kendinden olmadığından şüpheleniyor. Şu ara araları çok bozuk."
"..."
"Yine de Yoon onu affetmemekte haklıymışsın. Ben bu kadar ileriye gittiklerini bilmiyordum. Çocuk onun değilse bile Minho'nun affedilebilecek bir tarafı gerçekten yokmuş."
"Bana zaten benden intikam almak istediğini söylediği için bunu yaptığını söylemişti. Sanırım ona en çok kızdığım nokta da bu sözleri olmuştu ama Eun, Minho konusunda canımı en çok sıkan ne biliyor musun?"
"..?"
"Ben çocuk olayını öğrenene kadar onu affetmeye kendimi hazırlamıştım. Ortada bir çocuk olmasaydı belki de yeniden denemek isteyecektim."
"Umursama onu, o kendi kendini bataklığa çekmiş hala da sonuçlarına katlanıyor. Yakayı çocuğun kimden olduğunu anlayana kadar kurtaramayacakmış gibi de görünüyor. Kadın ondan sürekli para istiyor."
"Çocuk doğunca DNA testi yaparlar. O zaman neyin ne olduğu anlaşılacaktır."
"Evet bundan başka yolu yok."
"..."
"Hep benden bahsettik, peki sen neler yapıyorsun?"
"Beni bıraktığın gibiyim MinGyu'yla uğraşmaktayım."
"..."
"Aslında Yoon biz Jung'la boşanıyoruz ve ben bizim eve taşındım."
"Neden boşanıyorsunuz?"
"Niye olacak yine kumar oynamış."
"Bazıları hiç değişmiyor sanırım."
"İkimizin de iyi bir işi olmasına rağmen biz onun bu alışkanlığı yüzünden geçinemiyoruz ve ben onun kumar oynamayacağına dair verdiği sözleri tutmamasından bıktım. Aramızdaki aşkı çoktan kaybettik, saygımızı da kaybetmemek için boşanmamız gerekiyor."
"Bence de boşanmalısın, hem bende maddi manevi arkanda olurum."
"Ayda bir kere beni arayan sen mi söylüyorsun bunu?"
"Seni daha çok aramaya çalışacağıma dair söz veriyorum."
"Geçen defa da söz vermiştin."
"Bu defa arayacağım."
"Pekala tamam. Benim kapatmam lazım işteyim şimdi."
"Tamam, daha sonra konuşuruz."
"Görüşürüz."
Telefonu kapattığında terasın kapısını açarak içeriye girmiş Kang Tae'yi göremeyince telefonu gördüğü fiskosun üzerine bırakmıştı. Yavaş yavaş üzerinden zincirlerin kaydığını hissediyordu. Tamamen zincirlerinden kurtulmadansa acele ederek zincirlerin yeniden sıkılaşmasına ön ayak olmak istemiyordu. Bu yüzden temkinli davranmaya çalışıyordu.
Duvardaki saatin henüz beş olduğunu gördüğünde pembe valizin onun olduğunu düşünerek banyoya kadar sürüklemiş sonrada kısa bir duş alarak kendini rahatlatmaya çalışmıştı. Her hareketini sorgulayarak yapmak onu fazlasıyla yoruyordu. Buna daha ne kadar devam edebilirdi bilmiyordu.
Duşa kabinden çıktığında bornozunu giyinmiş sonrada valizi açmıştı. Valizdeki kıyafetlerin erkek kıyafetleri olduğunu görmesiyle derin bir iç çekmişti. Anlaşılan yanına pembe değil siyah valizi alması gerekiyordu. Halledilemeyecek bir sorun olmasa da odaya her an birinin girebileceğini bilmek onu geriyordu.
Kapıdan başını çıkardığında banyonun kapısının önüne konan siyah valizi görmüş aceleyle içeriye almıştı. Onlar neden aynı odada kalıyorlardıki?
Valizi açtığında kapının önüne gelip valizdeki takımı giyinmesi gerektiğini söyleyen Kang Tae'yle bir iç çekmişti. Anlaşılan yemeğe gitmeleri için çok fazla zaman kalmamıştı. O aceleyle üstüne beyaz siyah kare desenli takımı giyinirken içine de şık bir beyaz bluz giyinmişti. O dışarıya çıktığında Kang Tae içeriye girmiş daha bir dakika geçmeden orada üstünü değiştirmiş bir şekilde çıkmıştı.
Nedense bu adama bordo yakışıyordu.
"Saçlarını kurut, hemen çıkalım. Çok fazla zamanımız kalmadı." diyen Kang Tae'yle yeniden banyoya grip saçlarını düz bir şekilde kurutmuştu. Oradan çıktığında Kang Tae odanın kapısını açarak ona yol vermiş çıktıklarındaysa hızla onları bekleyen asansöre binmişlerdi.
Kang Tae asansörde "Neredeyse unutuyordum." diyerek cebinden çıkardığı kolyeyi Yoon'un boynuna takmıştı. Kırmızı taş beyaz teninin üstünde oldukça dikkat çekiyordu.
"Bu nedir?"
"Benim olduğunun bir simgesi."
"Yine ne saçmalıyorsun?" diyerek Yoon kolyeyi çıkartmaya çalışmış ancak bunu başaramamıştı.
"Sen çıkartmazsan eğer ben bunu makasla keserek çıkartacağım."
"Altımilyon dolar değerindeki kolyeyi öylece kesebilir misin?"
"Kim bir kolyeye o kadar para verir ki?"
"Ben."
"Anlaşılan boşa harcamak için çok fazla paran var."
"Evet, var."
"Gıcık."
Arabaya bindiklerinde hatta indiklerinde hala beceriksiz parmaklarıyla kolyeyle uğraşıyordu. Kang Tae'yse buna sırıtmaktan başka bir tepki göstermezken eğleniyor gibi görünüyordu.
Bir kilisenin önünde indiklerinde neden kiliseye geldiklerini dahi sorgulamamış bir kadından kolyeyi çıkartmasını rica etmişti. Ancak kolyeyi o kadın da çıkaramamıştı. İşte o zaman sorunun parmaklarında değil kolyede olduğunu anlamıştı. Normal bir kolye değildi. Nedense boynuna yeni bir zincir vurulmuş gibi hissediyordu.
Sonunda onu çıkartmaktan vazgeçtiğinde Kang Tae onu merdivenlerden yukarıya çıkartarak bir kapıdan geçirmişti. Bu kapının ardında onu bekleyen şeyin ne olduğunu akşamın ilerleyen saatlerinde öğrenecek yeni bir cehennemle tanışacaktı.
Y/N: Arkadaşlar üzülerek söylüyorumki yine sınav haftama girdim. Bu bir hafta bölüm yok demek. Ama siz yinede yıldızlayın olur mu? Bu bölüm 1.5 bölüm uzunluğundaydı hem. Bir de bölümlerimi gözden geçirip düzenleyeceğim. Bana önerilerinizi özelden ya da yorumlardan yazabilirsiniz. Panoma bakarak bölüm hakkında bilgi edinebilirsiniz. İyi akşamlar....
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
1.78k Okunma |
227 Oy |
0 Takip |
29 Bölümlü Kitap |