31. Bölüm

26- Bir Günde Olmadı

Karbamazepin
serotonin

Elini yemek masasının altında dahi bırakmayan Kang Tae'nin neden bu kadar çok pimpirikli davrandığını anlayamıyordu. Oturduğu masadan ne kadar koşarak uzaklaşmak istesede bu kadar göz üzerindeyken hiçbir yere gidemeyeceğinin elbetteki farkındaydı.

Önündeki kel adam kırklı yaşlardayken yanındaki karısının gözü boynundaki kolyedeydi. Bu kolyenin pahalı olması dışında ne gibi bir özelliği olabileceğini bilmiyordu. Yine de bu durum onu fazlasıyla huzursuz etmeye yetiyordu.

"Deneyler neden bu kadar yavaş ilerliyor?"

"Kuzey Kore kapalı bir ülke olduğu için Çin'den gelenler dışında yeterli sayıda denek getiremiyoruz. Ayrıca daha fazlasını personel sayımız da kaldıramaz."

"Karaciğerim iflas etmek üzere daha fazla bekleyemem."

"O halde komplikasyonlarını göze almak zorundasınız."

"O masaya yatan beş kişiden biri ölü olarak oradan ölü olarak çıkıyor. Bu benim alabileceğim riskin çok üzerinde."

"Dr. Kim ameliyatları diğer doktorlardan iki saat erken bitiriyor. Bu komplikasyon risklerini biraz daha azaltacaktır." Yoon şu an ameliyat yapabilecek düzeyde bile değilken Kang Tae'nin böyle bir söz vermesi anlamsızdı. Yine de lafa atlayıp onu zor durumda bırakmak gibi bir niyeti yoktu. Sadece bir an önce buradan gitmek istiyordu.

"Kim Suk Yeol'ün ameliyatı tahminen ne zaman olacak?"

Kim Suk Yeol Kuzey Kore'nin başkanıydı. Yoon bunu duyduğunda tek kaşını kaldırmıştı.

"Deneylerin tamamlanması için en az bir yıla daha ihtiyacımız var. Organların kanser hücrelerine dönüşmemesi için yeni bir virüsle çalışıyorlar. Muhtemelen o zamandan önce ameliyat masasına yatmayı kabul etmeyecektir."

"Beklese ne olur, zaten o hastaneden sağ çıkamayacak." diyerek tebessüm eden adamla Kang Tae hafifçe elini sıkmıştı. Bu işi ona yaptıracaklarını az çok anlamış bedenindeki sıcaklık yerini soğukluğa bırakmaya başlamıştı. Böyle bir işe bulaşmak istemiyordu.

"O öldüğünde istikbarat ajanlarımızın öncülüğünde televizyon kanallarına sızıp hastaneyi ifşalacağız ve halkı ayaklandıracağız. Yoksa onu öldürmemiz yetersiz kalacaktır. Kız kardeşi başkanlığa geçip tüm çabamızı boşa çıkaracaktır."

"Bunu siz de o ameliyat masasına yatacak olmanıza rağmen mi yapacaksınız?" dedi şaşkınlıkla Yoon.

"Kore'nin geleceği benim yaşamama bağlı. Bunun için beni kimse yargılayamaz."

"Ben yargılarım." dediğinde elini sertçe sıkan Kang Tae'yle susmak zorunda kalmıştı. Sinirlenmişti. Şu an olacakları düşünmeden aklından geçen her şeyi söylemek istiyordu. Bu adam sandığı kadar özel biri değildi. Bunu yüzüne bağırarak anlatmak istiyordu ama yararı olmayacak bir tartışmaya yanındaki gardiyanı varken ona zarar vermekten başka bir şey yapmayacaktı.

"O ameliyat masasına kimin, ne zaman, ne şekilde yattığı sizi ilgilendirmiyor Bayan Kim. Sizin yapacağınız tek şey o gün geldiğinde o adamı olabilecek en doğal görünen yollarla öldürmek. Yapamayacağınızı düşünüyorsanız eğer ben başka birini bulmaktan hiç çekinmem ancak imzaladığınız sözleşmeyi uymayıp bize zaman kaybettirdiğiniz için kaybınız kazançlarınızdan daha fazla olur ve Bay Seo'nun size olan ilgisi şimdi olduğu gibi sizi kurtarmaya yetmez."

"Size yerinizi hatırlatmamı istemiyorsanız eğer sözlerinize dikkat edin."

"Şu an sizden daha yetkili konumdayım. Bir sonraki seçimde başkan bile olabilirim."

"Kim ya da kim olacağın beni ilgilendirmiyor."

Konu değiştirmek adına bakanın karısı "Nancho adasında yeni bir tesis kurmak için iyi bir fikirmiş gibi görünüyor. Eğer şimdi inşaata başlarsak iki yıla kadar inşaat tamamlanacaktır." demiş Yoon'unsa avuç içleri terlemeye başlamıştı. Kuzeyle Güney birleşse dahi buna devam edeceklerdi. Durmayacaklardı.

"Farkedilme durumunda ne yapacaksınız?"

"O ada haritada dahi gözükmüyor. Birçok kişi buranın varlığından bile haberdar değil. Hiçbir gemi kuvvetli girdaplar yüzünden oraya gidemiyor. Ayrıca yerin altında inşa edileceği ve bölgenin bitki örtüsü korunacağı için uydudan da farkedilemeyecektir. Orası yeni bir savaş çıkana kadar bizim için iyi bir gelir kaynağı olacaktır."

"Hem Çin'le de aramızı iyi tutmak zorundayız. Onlarla bu işe dahil olmak istiyorlar. Çin'in desteği bizim için değerli olacaktır. Bu yüzden her alanda onlarla iş birliği içerisinde olmalıyız. Bizden onlara silah satışında bulunmamızı istiyorlar. Özellikle biyolojik silahlara çok meraklılar."

"Satmak kolay ancak gün geldiğinde geçmişte olduğu gibi Kore'ye saldırmaya karar verirlerse ne olacak? Bunun sorumluluğunu alabilecek misiniz?"

"Neden bir iş adamı olarak sadece sana söyleneni yapmıyorsun? Baban senden daha iyi bir iş birlikçiydi." diyerek onu küçük görmeye çalışan adam üzerine Kang Tae hafif bir gülümseyerek "Bizim desteğimiz olmadan meclise dahi giremeyecek olan siz kendinizde nasıl bunu söyleme cüretinde bulunuyorsunuz?" diye sordu.

"Demek baban gibi sen de bana emrivaki yapabileceğini sanıyorsun ama sizlerin unuttuğu çok önemli bir şey var ben her zaman halk tarafından destek gören bir adam oldum. Olduğum konuma sizin desteğinizle gelmiş olmam sıfır bir adam olduğum anlamına gelmiyor. Ayrıca ben bugünkü başarımı kendi çabama da borçluyum. En azından babamın parasıyla övünmüyorum." diyen adamla Kang Tae yeniden gülümsemişti.

"Desteğimiz olmadan bir sonraki seçimde olduğun konumda kalabileceğini mi sanıyorsun?"

"Beyler bunları konuşmak için buraya gelmedik. İki tarafında birbirine yararı var. Bay Seo bizim aracılığımızla önemli kararlarda söz sahibi oluyor bizse olduğumuz konumla ciddi bir mevki kazanmış oluyoruz. Bu gereksiz bir tartışma."

"Yarın Çin'le silah anlaşması yapılacak."

"Peki biz onlardan ne alacağız?"

"Savunma sistemleri, roket savarlar, savaş uçakları."

"Bunları onlardan daha iyi üretiyoruz. Neden paramızı boşa harcıyoruz?"

"Onlar bizden ucuza ürettikleri için. Ayrıca bizim yeterli iş gücümüz yok."

"Bay Jae-İn ben bir iş adamıyım. Ülke yönetmiyorum. Yani satışlarımı sizin onayınızla yaparım ancak çıkabilecek sorunlardan sorumluluk almam. Ayrıca Nancho adasındaki yeni tesis fikrini de onaylamıyorum. İfşalanma ihtimalimiz çok fazla. Açığa çıkmamamız için oraya giren kimsenin çıkamaması gerekiyor ama bu da imkansız. Bir hasta ya da hasta yakını bunu insanlara yaymaya çalışırsa ciddi sıkıntıya gireriz. Çünkü biz ileride Kuzey Kore gibi kapalı bir ülke kurmayı planlamıyoruz."

"Bu projeyi tamamen bitirmemizi mi istiyorsun?"

"Hayır, sadece insanlığın bunu normal kabul edeceği güne kadar beklemeyi teklif ediyorum. Ya da bunu Kore sınırları içerisinde yapmamamız gerekiyor."

"Tüm bunların insanlar tarafından kabul edilmesi ne olursa olsun mümkün değil."

"Yanılıyorsunuz Bayan Kim. İnsanlara beyni olmayan klonlar ürettiğimizi söylediğimizde önce buna çok büyük bir tepki gösterecekler. Belki bizi uluslararası mahkemeye şikayet edecekler. Ama sonra kendilerinde ya da yakınlarında organ yetmezliği oluştuğunda çaresizce bizim kapımıza gelecekler. Otuz yıla kadarda bu normal bir sağlık rutini haline gelecek. Hatta bazı insanlar bize yaşlanan sağlıklı organlarını değiştirmek için başvuracak."

"Bununla bir devlet yıkmayı planlanlanken neden böyle bir şeyin olabileceğini savunuyorsunuz?"

"İnsanlara bu klonların sıradan klonlar olduğunu söyleyeceğiz çünkü."

"Normal gelişimine bıraksanız insan olma potansiyeline sahip bu canlıların üzerinde bu kadar çok hakkımızın olduğunu düşünmüyorum. Yani beyin gelişimin engelleniyor olması bana göre yaptığımız işin daha az canilik olduğunu göstermiyor. Her şey para değildir."

"Böyle düşünürken o imzayı nasıl attığınızı çok merak ediyorum. Üstelik kendinizi sınırlamak gibi bir derdiniz de yok. Ne söylemek istiyorsanız onu söylüyorsunuz."

"Bu masaya kendi isteğimle oturmadığım gibi kendi isteğimle de o imzayı atmadım."

Kang Tae'nin mimikleri değişmese de sinirlendiğini vücut duruşundan anlıyordu. Onun bu hayatta ileri seviyede hayatta kalma arzusu olmadığı için istediğini söylemekten çekinmiyordu. Neden iki yıl boyunca kendinden tiksinme seviyesine getiricek bir işi sırf onlar istedi diye yapmak zorunda olsundu ki? Yapmayacaktı. Yapmamanın bir yolunu bulmalıydı.

"Bu benim için çok bir şey anlam etmiyor. Size zaten söylediklerimizi yapmamanız durumunda ne yapacağımızı size söyledim. Bundan sonra yaşanacak her şey sizin tercihiniz."

Yemek tabakları önlerine konmaya başladığında Yoon, Kang Tae'ye "Elimi bırakmazsan yemeğimi yiyemem diye fısıldamıştı." Kang Tae'nin elini bırakmasıyla çubuklara uzanıp almıştı. O yemeğiyle oynarken onlar satacakları çiçek virüsünü gerektiğinde yok edilebilmeleri için ne yapabileceklerini konuşuyondu. Genel olarak Yoon bu sohbetten hiçbir şey anlamıyordu.

"Onu nasıl öldürmemi istiyorsunuz? Eminimki güvenliği çok sıkı olacaktır. Ki şimdiden öyle. Anlarlarsa oradan kimse sağ çıkamaz."

"Sonunda doğru sorular sormaya başladınız Bayan Kim."

"..."

"Karaciğerin içine zamanla kanın sıcaklığında eriyecek sisteme yüklü miktarda potasyum salacak bir kapsül koyacaksınız. Yeol'un potasyumu sistemsel problemlerden dolayı yükseliyormuş gibi göstereceksiniz."

"Kardiyak yolla ölecek yani."

"Evet, öyle olacak ve bunu yaptığınızı kimse anlayamayacak."

"Benim bilmem gereken başka bir şey var mı?"

"Hayır, Bayan Kim. Gitmek istiyorsanız gidebilirsiniz. Sizinle daha sonra benim ameliyatımda görüşeceğiz zaten."

Yoon samimi olmayan bir gülümsemeyle baş sallayarak ayaklandığında Kang Tae onunla gitmesi için Jack'e gözüyle Yoon'u işaret etmişti. Yoon kapıdan çıktığında kapıyla aynı doğrultuda çarmığa gerilmiş bir adamın heykelini görmüş bu kutsal yerde böyle bir buluşma gerçekleştirdikleri için hepsinin lanetlenmesini ummuştu. Dikkat çekmemek için böyle bir yerde buluşmak istediklerini anlamıştı. Gerçi İsa'yı dahi çarmığa geren bu insan varlığından saf iyilik beklemek aptallıktı. İnsanın olduğu her yerde kan ve göz yaşı hiçbir zaman eksik olmayacaktı.

Jack kolundan tutarak onu bir odaya getirdiğinde sıkıntıyla üzerindeki ceketi çıkartmıştı. Jack'in kapıda beklediğini anlamak çok zor değildi. Buradaki camlarda parmaklık vardı. Yani buradan çıkamazdı ama bir yerde duramayacak kadar kendini sıkıştırılmış hissediyordu.

Camları incelerken yine camda kendi yansımasını görmüş sol elini boynundaki kolyeye atmış ardındanda kolyeyi hızla çekmişti. Kolyenin zinciri parçalandığında elindeki kolyeyi detaylıca incelemeye başlamıştı. Oldukça iyi göründüğünü kabul ediyordu ama nedense buraya gelmeden hemen önce Kang Tae'nin ona böyle bir hediye almak istemiş olmasını saçma buluyordu. Kolyenin içinin açılabilen bir şey olduğunu farkettiğinde içini açmış içinde küçük yanıp sönen bir şey bulmuştu. Takip cihazı olduğunu tahmin ettiği bu şeyin zincirini birbirine geçirerek boynunda en azından birkaç saniye daha durmasını sağlamış sonrada kapıyı açıp Jack'ten su istemişti. Öldürülse de artık bu saçma döngüden kendini çıkartmak istiyordu. Sıradan bir doktorun yapabileceklerinin bir sınırı vardı ve o bir şeyler yapabileceğini inancını bu yemekle beraber tamamen kaybetmişti. İşler onun sandığından çok daha karışıktı. Oradan kayıt çıkarmak imkansıza yakın bir şeyken çıkarttıktan sonra onu kullanmak da imkansıza yakın bir şeydi. O tüm bu imkansızlık girdabından yorulmuştu ve o kendini bu girdaptan çıkartıp kurtarmak istiyordu.

Jack boynundaki kolyeye bakarak ona su getirmek için gittiğinde o da odadan çıkmış hiç düşünmeden kilisenin arka kapısından dışarıya çıkmıştı. Oyalanmadan kilisenin bahçesindeki bir dilenciye kolyesini vermiş karşılığındada o kadının buradan koşarak gitmesini istemişti. Kadının ona verdiği birkaç bozukluğu cebine atarken o da çin sokaklarında kaybolmak için insanların arasına karışmaya başlamıştı. Adımları aceleci ya da amaçlı değildi. Sadece ne kadar özgür olmasa da biraz özgür olduğunu hissetmeye ihtiyacı vardı.

Aklından hazır fırsatı varken bir anlığına Çin polisine gitmek gelmiş sonraysa bundan da yarar göremeyeceği düşünerek vazgeçmişti. Bir insanın elinden umudu alınırsa eğer o insanın bir şeyleri yoluna koymak adına içinde çabasarfetmek için bir motivasyon kaynağı bulunduramıyordu ve onun artık hiçbir şeyin iyiye gideceğine dair herhangi bir umudu yoktu. Bu kadar dibe batmış insanlık içinse çabalamanın anlamsız olduğunu düşünüyordu. Şu an omzuna yüklenen sorumluluklardan kaçmak ya da deve kuşu gibi başını toprağa gömmekten başka yapmak istediği bir şey yoktu.

Akşam dokuz sularında olduğundan hava fazlasıyla serinken kolları çıplak olduğu için insanlar tarafından oldukça dikkat çekiyordu. Hatta bir kadın bunun için onu durdurup bir şeyler söylemişti ancak onu anlayamamıştı. Kadın onu kendi dükkanına girdirdiğinde ona direnmemişti. Omuzlarına konan hırkayla gözleri dolarken bazı insanların hala insanlıklarını kaybetmediğini anlamıştı. O da bunun karşılığında elindeki bozuklukları kadına uzatmış kadın gülümseyerek parmaklarıyla parmaklarını geri kapatmıştı. Teşekkür ettiğini belli etmeye çalışarak oradan çıktığında insanların arasında hala savaşmaya deyecek bazı insanların olduğunu anlamıştı. Bu da ona bir şeyler yapabilmesi için biraz da olsa motivasyon kaynağı olmuştu.

Kaldırımda yere bakarak yürürken Kang Tae'nin ablasının hala ona yardım edip edemeyeceğini düşünmeye başlamıştı. Bir şeyler yapmazsa eğer bu firarının çok uzun sürmeyeceğinin elbetteki farkındaydı. Muhtemelen o kadını çoktan bulmuşlardı.

Bir telefon kulübesi bulduğunda telefonun başına geçmiş Hee Young'a ulaşmanın bir yolunun olup olmadığını düşünmeye başlamıştı. Eun ve Kang Tae hariç kimsenin telefon numarasını ezbere bilmiyordu. Kang Tae'nin numarasınıysa onu ısrarla rehberine kaydetmediği için göre göre ezberlemişti. Belki de Eun'u arayarak bu konuda ondan yardım isteyebilirdi. Minho'nun o Seo Hee Young'a ulaştığını öğrenmişti. Eun bunun bilgisini ona ulaştırabilirdi.

Hızla Eun'un numarasını tuşladığında onun soru sormasına izin vermeden o söyleyeceğini söylemiş beş dakika sonra tekrar arayacağını söyleyerek telefonunu kapatmıştı. O beş dakika geçtiğinde Eun ona Kang Tae'nin ablasının numarasını vermişti.

Ezberlediği numarayı tekrar tuşlamış sabırla telefonun açılmasını beklemişti.

"Kimsiniz?" diyen sese "Kim Yoon Jin." demişti.

"Bayan Yoon beni nasıl aramayı başardınız?"

"Beni ne zaman bulurlar bilmiyorum, bu yüzden bunu daha sonra konuşuruz ama benim sizin yardımınıza ihtiyacım var. Şu an ne yapmam gerektiğini bilmiyorum. Ben artık o adama da isteklerine de katlanamıyorum. Lütfen bana yardım edin."

"Bayan Yoon."

"..?"

"Üzerinizdeki çipi çıkarttınız mı?"

"Kolyemdeydi evet çıkarttım."

"Peki ya bedeninizdekini?"

"Böyle bir şeyden haberdar bile değildim."

"O halde şu an sizin nerede olduğunu biliyorlar."

"..."

"Özür dilerim Bayan Yoon ama artık siz benim yardım edebileceğim biri değilsin. Geçen defa yaşananları yaşamayı hiçbir adamım haketmedi. Tekrarı felaket olur." diyen kadınla telefonu yavaş hareketlerle yerine yerleştirip bulunduğu telefon kabininden çıkmıştı. Kang Tae'nin bunu ona yapmış olduğuna bir türlü inanamıyordu

Çişelemeye başlayan yağmurun altında yürürken ilerideki arabada belli belirsiz Jack'in yüzünü görmüş farketmemiş gibi yaparak insan kalabalığın arasına tekrar karışmıştı. Böyle bir durumda kendi ayaklarıyla Kang Tae'ye geri dönmesi diğer yapabileceği tüm seçeneklerden daha mantıklıymış gibi görünüyordu. Çipten haberdar olduğunu Kang Tae'nin bilmesini istemiyordu.

Bir taksi çevirdiğinde taksi şoförüne kaldıkları otelin adını söylemişti. Yol boyunca gözlerinden yaşlar dökülürken o sessizce şehri izlemişti. İlk gün kelepçeli bir şekilde uyandığında hatırladığı şeylerin rüya olmadığını sedatifin etkisiyle gerçekle rüyayı karıştırdığını çok geç de olsa anlamıştı. Şimdi düşündükçe bazı şeyleri daha iyi hatırlıyordu. Uzun süre çektiği sırt ağrısının nedeni bile o operasyonla ilgiliydi. Çünkü o gün kendini sedyeden aşağıya atmıştı.

"Pislik herif" kelimeleri dudaklarından çıktığında artık düşüncelerini istemsizce sesli bir şekilde söylemeye başladığını da farketmişti. Korece bilmeyen taksiciye ona bir söylemediğini anlatmaktaysa fazlasıyla zorlanmıştı.

Taksiden indiğinde onu takip eden araçtan Jack inmiş taksicinin ücretini ödemişti. Yoon'sa onu beklemeden asansöre binmiş otuzuncu katın düğmesine basmıştı. Odanın önündeki korumalar ona odanın kapısını açtığında içeriye girmiş koltukta oturan elinde dilenciye vermiş olduğu kolyeyi tutan Kang Tae'yle karşılaşmıştı. Masadaysa muhtemelen o kendi ayağıyla gelmeseydi bileklerine bağlanacak iki adet kelepçe vardı.

"Neden geri döndün?"

"Dönmememi mi tercih ederdin?"

"Sorum bu değildi?"

"Sadece biraz yalnız kalmaya ihtiyacım vardı. Kaçmak gibi bir amacım yoktu."

"Buna inanmamı mı bekliyorsun?"

"Neye inanmak istiyorsan ona inanabilirsin."

"Telefon külübesinde kiminle konuştun?"

"Sen benim telefonla konuştuğumu nereden biliyorsun?"

"Jack seni hiç kaybetmedi çünkü."

"İşte ben bu yüzden geri döndüm."

"..?"

"Ben bu gece senden kendimi hiçbir zaman kurtaramayacağımı anladım."

"Daha önce bunu anlamamış mıydın? Neden sürekli hata yapıyorsun Yoon?"

"Çünkü tüm bunlar bana ağır geliyor. Kaldıramıyorum. Kafamın içinde çıngıraklı bir yılan gibi dolaşıp duran düşüncelerle dört duvar arasında daha fazla kalamıyorum. Bana çizdiğin sınırları ben hala kabullenemiyorum."

"Tamam bunu anlıyorum yani anlamaya çalışacağım ama sen az önce kiminle ne konuştun? Kendi iyiliğin için bana bunu söylemek zorundasın."

"Madem bu kadar merak edecektin neden gitmeme izin verdinki?"

"Ne yapmaya çalıştığını, kime sığınacağını görmek istedim ve şimdi de senden açıklama bekliyorum."

"Sana ben nerede olduğumun ya da kiminle konuştuğumun hesabını vermek zorunda değilim."

"O halde bu gece Güney biletini kaybettin." diyen adamla Yoon gülmeye başlamıştı. Bir adamın hayatında bu kadar söz sahibi olabilmesine katlanamıyordu.

"Sahip olmadığım bir şeyi kaybedemem. Beni oraya götürsen de zaten Kuzey'e tekrar götürecektin. Çok büyük bir şey kaybetmişim gibi hissetmiyorum."

"Beni fazlasıyla sınıyorsun Yoon. Bugün bakana da söylemen gereken şeyleri söyledin. Söylesene ben seninle ne yapacağım?"

"Biliyormusun o bakan benim masama yatarsa o adamın delik deşik etmediğim organını bırakmayacağım. İşte o zaman sen sınanmanın ne demek olduğunu anlayacaksın." diyerek hızla banyoya girmiş, kapıyı kapatıp kilitlemişti.

Tüm kıyafetlerini yere atarak çıkartırken hızla elle vücudunu kontrol etmeye başlamıştı. Bacaklarında sırtında hatta poposunda dahi eline bir şey gelmemişti. Dışardan bir yara izi de yoktu. Bu çip neredeydi?

"Yoon bunu gerçekten yapmayacaksın değil mi?" diye banyo kapısının önünden seslenen adama "Yapacağım." demişti. Bulamayacağını anladığında üzerine pijamalarını giyinmiş banyodan öyle çıkmıştı.

Kang Tae onun ne yaptığını sessizce izlerken o yataktan yorganı ve yastığı almış televizyon karşısındaki koltuğa atmıştı. Yerine iyice yerleştiğinde televizyonu açmış hiç bilmediği dildeki programları izlemeye başlamıştı. Amacı zaten bir şeyler anlamak değil ortamda bir ses olmasını sağlamaktı.

Kang Tae duşa girdiğinde o da koltuğun kırlentine sıkıca sarılarak uyumaya çalışmıştı ancak o bakanın sesini televizyonda duyunca gözlerini tekrar açmıştı. Bulduğu altyazı özelliğiyle bakanın yarın geleceğini, bir önceki zirvede ne konuştuklarını bu zirvede ne konuşacaklarını tartıştıklarını anlamıştı.

Uyuyamayacağını anladığında tavana öylece bakmaya başlamıştı. Bugün yaptığı bu şeylerin hem avantajları hemde dezavantajları vardı. Hee Young'la konuşmasaydı muhtemelen bedeninde çip olduğunu çok geç anlayacaktı ama Güney Kore biletini de kaybetmiş olmayacaktı. Mantıksız davrandığını kabul etmiyor değildi ancak üzerindeki köşeye sıkıştırılmışlık hissi hala başa çıkamayacağı kadar büyüktü ve bu da onun o an böyle bir şey yapma arzusunu bastıramamıştı. Ki hala tüm oteli uyandıracak şekilde bağırarak buradan gitme istediğini bastırmaya çalışıyordu. Çıldırmanın sınırında olduğunu fazlasıyla hissediyordu. İyi değildi. Hiç iyi hissetmiyordu. Kuzey'deki hapishanesineyse hiçbir şekilde dönmek istemiyordu.

Ne zaman olduğunu dahi bilmeden öylece uykuya dalmıştıki Kang Tae'nin televizyonu kapatmasıyla değişen ortam sesiyle uyanmıştı. Gittikçe tuhaflaşan bazı alışkanlıklar ediniyordu ve bu da hiç hoşuna gitmiyordu.

Kang Tae'nin yatağa girdiğinde odada derin bir sessizlik oluşmuştu. O ise yattığı yerden doğrulup oturur pozisyona geçmişti.

"Kolyeye neden çip takma gereksinimi duydun?"

"Çünkü gitmek isteyeceğini biliyordum."

"Çipi farketmeyeceğimi mi düşünüyordun?"

"Hayır, sadece kolyeyi en azından bu gecelik boynundan çıkartamayacağını umuyordum."

Bu cevap biraz garipti madem bedeninde takip cihazı vardı neden böyle bir şey yapmıştı? Ne kadar çok merak etse de bunu ona soramazdı. Çipi zamanı geldiğinde çıkartacağını bilmesini istemiyordu.

"Neden biz aynı odada kalıyoruz?"

"Yalnız kaldığın her anda istemeyeceğim türden bir şeyler yapmaya çalıştığın için."

"Peki Kuzey'e ne zaman döneceğiz?"

"Yarın Çinli yetkililerle görüşmem var. Muhtemelen bir sonraki gün döneceğiz."

"Yarın yine ben de mi seninle geleceğim?"

"Bugünkü deneyimimize bakarsak hayır."

"..."

Bir saatten fazla süren sessizlikle Kang Tae'nin uyuduğunu anlamıştı. O ise başkan Kim'i öldürme fikrini aklından çıkaramamış oturduğu yerde öylece kalmıştı. Birini öldürmek o kişi ameliyat masanda yatarken çok kolaydı ama insani duygular taşıyorken bunu yapmak çok zordu. O hep birini öldürmek için değil yaşatmak için var olmuştu. Şimdiyse ondan birini öldürmesini istiyorlardı. Üstelik bu bunların hiçbirini durdurmaya yetmeyecekti. Bunların hepsi boş bir çabaydı.

Buradan gitmek istiyordu. Gitmeliydi.

"Gitmeliyim."

Sıkıntıyla terasa çıkmış uyuyan şehri izlemeye başlamıştı. Herkes uyurken uyanık olmak fazlasıyla zorlayıcı olabiliyordu. Gerçi diğer insanlar da uyanıkken ona yine yardım edemiyorlardı. Oysa o birinin elini tutmasını çok istiyordu. Biri onu bu bataklıktan çıkartıp her şeyin bitmiş olduğunu söylemesini çok istiyordu. Ama kimse yoktu. Ona yardım edebilecek biri yoktu. Kendini kendini kurtarmak zorundaydı ancak buna da gücü yetmiyordu. O bir çıkmazdaydı. Her ne yaparsa yapsın bu labirentimsi hayatta yanlış yollara sapıyor yeni bir çıkmaz sokağa giriyordu. Artık pes ediyordu. Belki de çok önceden etmeliydi. Bilmiyordu.

Gözlerinden yeniden yaşlar aktığında aklına aniden doluşan çatı gecesiyle donuklaşmıştı. Şimdi yine o geceki gibi saçlarını yağmur ıslatıyordu. Yükseklik bu kadar olmasada yine oldukça yüksekteydi. İstemsizce adımlarını kenara yaklaştırdığında bacağını kaldırmış demir korkuluğa tutunarak mermere çıkmaya çalışmıştı, sadece çalışmıştı çünkü beline sarılan kolla geriye çekilmişti. Kang Tae onu içeriye sürüklerken Yoon ağlayarak ondan onu defalarca bırakmasını istemiş, göğsünü yumruklayıp durmuştu. Kang Tae'nin onu yatırıp ağzına zorla soktuğu ilaçla yarım saat içerisinde onun sıcaklığında yine onun kolları arasında uyumuştu. O bu hayattan bir günde nefret etmemişti.

Y/N: yeni bölüm için oy sınırımız:8

 

 

 

 

 

Bölüm : 25.01.2025 22:42 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...