Ağrıyan başıyla gözlerini aralarken Kang Tae'nin göğsünde uyuduğunu farketmişti. Dün gece yaptığı şey için içinde yaşadığı biraz utangaçlık duygusuyla başını onun omzundan yastığa koymak için kaldırmıştıki gördüğü kızarık gözlerden onun hiç uyumamış olduğunu farketmişti. Tek taraflı zarar görmek elbetteki adil değildi ama böyle bir şey için başında nöbet tutarmış gibi birinin uyumamış olması daha kötü hissetmesine sebep olmuştu.
Yataktan çıkmak istediğinde belini saran eller sıkılaşmış "Henüz saat çok erken, uyu." diyen kalın ses tonuyla olduğu yerde kalmıştı. Saatin henüz altıyı gösterdiğini gördüğünde ondan biraz uzaklaşıp arkasını dönmüştü ama daha birkaç saniye geçmeden belini tekrar sarıp onu kendine çeken ellere sesini çıkartmamıştı. Çıkartsa ne olacaktı ki zaten onundu. Hayatındaki nereye, ne zaman, niçin gibi kavramlarının hepsini bu adam belirliyordu. Bir oyuncak peluş ayı gibi o onu nereye sürüklerse o oraya gidiyordu ya da gitmek zorunda kalıyordu.
Takrar uyandığında bu sefer onun da uyuyor olduğunu farketmişti. Saatlerce hiç kıpırdamadan gardorabtaki aynadan ona sarılan bedeni izlemişti. Bundan rahatsızlık duyuyor değildi. İlginçtir ki artık rahatsızlık duymadığı için de rahatsız olduğu bir konumda olduğunu da hissetmiyordu. Daha çok hissizleşmiş başka bir ifadeyle anlatmak gerekirse tüm duygularından arındırılmış gibi hissediyordu.
Dün gece yaşadığı şeyin isminin ne olduğunuysa bilmiyordu ama şimdi ona dün geceki kadar Kuzey'e gidecek olmak korkunç gelmiyordu. Neden tüm bunları sadece o yaşıyormuş gibi davranıyorduki? Orada elliye yakın kişi bir şekilde hayatta kalabiliyorsa o da kalabillirdi. Birini öldürmelerini istiyorlarsa öldüredebilirdi. Çünkü o masaya yatmayı kabul eden hiçkimse masum değildi. Neden öldürmekte tereddüt etsindiki? Yapabilirdi. Yapacaktı da.
Bundan sonra şikayet etmeden, suçlamadan pata küte ilerleyecek yolun sonuna kadar işler aleyhine de lehine de gitse durmayacaktı. Bu uğurda da bundan sonra can almakta hiçbir şekilde tereddüt yaşamayacak gerekirse bedenini saran kolların sahibini de zamanı geldiğinde gözünü kırpmadan öldürecekti. Onları ifşalayacakları güne kadarsa Kang Tae'nin onunla istediği gibi oynamasına izin verecekti. Kang Tae böyle bir darbe yemeyi tanıştıkları ilk günden beri hakediyordu. Ona hakettiği bu şeyi verecekti.
Böyle düşündükçe zihnindeki bazı kalıpları yıkmış bazı kalıplarıysa yeniden inşaa etmişti. Kendini bir nebze sürümünü güncelleyen bilgisayar gibi hissediyordu. Artık kafasında ölüm gibi kavramları büyütmeyecek normalleştirecekti.
Saçlarında gezen onu nazikçe uyandırmaya çalışan ele kadar tekrar uyuyakalmış olduğunu anlayamamıştı. Kang Tae dün akşam ona her ne verdiyse dokuz saatin üzerinde uyumuştu, muhtemelen uyandırmasaydı da uyumaya kaldığı yerden devam ederdi.
Önündeki yemek tepsisinden biraz atıştırdığında levaboya gitmiş dişlerini fırçalayıp elini yüzünü yıkamıştı. Gözleri fazlasıyla şişken saçları darmadağınıktı. Tarağı aramak için kendinde enerji bulamayınca elleriyle saçlarını düzeltmeye çalışmış oradan öyle çıkmıştı. Kang Tae'nin gözünün üstünde olmasını takmadan dün gece koltuğa attığı yastığa yatmış üstünü örterek televizyonu açmıştı.
Yoon bulduğu ingilizce filmi izlerken Kang Tae elinde iki yeşil çayla gelmiş birini Yoon'un önündeki sehpaya koymuştu.
Kang Tae, Yoon'un çayı içmediğini gördüğünde bir şey söylememişti. Tartışmak için ikisi de farklı açılardan çok yorgundu. Üç saatlik uykunun ona yetmemiş olmasını ağrıyan başından ya da televizyonun sesini kaldıramamasından anlıyordu. Öğleden sonra gideceği toplantıyaysa Yoon'u yalnız bırakıp nasıl gideceğini bilmiyordu. Yoon pijamalarıyla öylece yatarken Jack'e onun başında durmasını söylemezdi. Belki de toplantıdan sonra onu Güney'e götürmeliydi. Toparlanması için ona biraz fırsat verebilirdi. Zaten parmaklarını kullanamazken Kuzey'de bir şey yapamıyordu. Bunu ona söyleyecektiki Yoon'un yeniden uyukladığını gördüğünde bir iç çekmişti.
Onu donuklaşmış uyuşuk hareketlerle ortalıkta dolaşırken ya da sürekli uyuklarken görmek istemiyordu. Psikiyatristin söylediğine göre bu ilaçtan günde iki kere içmeliydi ama Yoon daha bir tanesiyle bu haldeydi.
Onu bir kere daha dün geceki gibi de görmek istemiyordu. Ne yapacağını bilemez haldeydi çünkü Yoon onun beklediği gibi görünenin aksine sarsılamaz bir kadın değildi. O gerekeni gerektiği yerde yapan ama sonrasında yaptığı şeyleri bin kere sorgulayan bir kadındı. Çok zor bir kişiliği vardı, onun için mantık ve duygular çok keskin sınırlarla birbirinden ayrılmıştı. Mantıkçı tarafı korkunç derecede realistken duygusal tarafı onu her gün ama her gün öldürebilecek kadar tehlikeliydi. Yoon tıpkı iki kişilikli insanlara benziyordu. Bir günü diğer gününe tutmuyordu. Çoğunlukla duygusal kişiliğini arka plana itip mantıkçı kişiliğini kullandığı için cerrah olabilmişti ama duygusal tarafının zayıflığının farkında oluşuyla istemli olarak sürekli baskıladığından bazen dün geceki gibi sinir boşalması yaşıyordu. Yoon da farklı açılardan en az onun kadar hastaydı. Bunu onu tanıdıkça daha iyi anlamıştı ya da anlıyordu.
Jack çıkması gerektiğini söylemek için odaya girdiğinde Yoon hala uyuyordu. Dün gece terasın kapısını kilitleyip anahtarı Jack'e vermişti. Bu önlemin yetersiz kaldığını düşündüğünde istemeyerek Jack'e onun başında durmasını söylemişti. Yoon'u bağlamak istemiyorsa ,ki istemiyordu' bu kadarını kabul etmek zorundaydı.
Toplantıya giderken hatta toplantı başladığında dahi bir gözü hep telefonda olmuştu. Bir sorun çıkması durumunda Jack onu arayacaktı ama onu arayan olmamıştı. Toplantı bittiğinde oyalanmadan dönmüş Yoon'u donuk gözlerle filmin tekrarını izlerken bulmuştu. Jack ya da kendisi çok da umrunda değilmiş gibi görünüyordu. Biraz açılması için onu otelin restaurantına indirdiğinde Yoon Kang Tae'ye "Bana öyle bakma. Beni sinirlendiriyorsun." demişti.
"Sana nasıl bakıyorum?"
"Kırdığın bir oyuncağın parçalarına üzülerek bakan bir çocuk gibi."
"Bu çok garip bir tarif oldu."
"Birdaha olmayacak. Bu yüzden normal davran. Oradaki herkesi öldürmem gerekse de en azından seni öldüreceğim güne kadar yaşayacağım."
"Beni öldürme planlarının bittiğini sanıyordum."
"Seni öldürerek tüm bunların biteceğini düşünseydim muhtemelen çoktan bunu yapmış olurdum. Emin olabilirsinki kendini bitirme kararı almak birini öldürme kararı almaktan daha zor."
"Tam olarak neyi beklediğini anlamış değilim."
"Seni öldürürsem baban olacak o manyak muhtemelen beni yaşatmaz ben de o sümsük bakanı öldüremeden hastanenin fırınında küle dönüşürüm."
"Onu cidden öldüreceksin yani?"
"Sizin için çok büyük bir sorun mu olur?"
"Bilmem biraz sorun olur tabii ama o kadar da çok olmaz. Hem eminimki yerine birini bulmamız çok uzun sürmeyecektir. Kontrol etmesi de çok zor biri. Yararlı olabilirdi."
Üzülüyormuş gibi yaparak "Onu öldürmem de bir işe yaramayacak desene." demişti.
Kang Tae gülümseyerek "Şimdi ben senin beni öldürmemen için elinden nedenini mi almış oldum?" dedi.
Onun gülümsemesine karşılık o da gülümseyerek "Öyle yapmışsın gibi görünüyor." dedi.
"Yarın Pekin'i birlikte gezmek ister misin?"
"Bu aralar turistlik gezi yapmak için iyi bir ruh halinde değilim. Başka zaman."
"Dün geceden beri düşünüp duruyorumda eğer dün gece seni durdurmasaydım gerçekten oradan atlar mıydın?"
"Eğer atlasaydım o listedeki 486 kişiyi gerçekten öldürür müydün?"
"Muhtemelen evet. Çünkü ben başka türlü bu ağırlığı üstümden atamazdım."
"Ben o an benim ölümümden sonra arkamda kalanlara ne olacağının beni ilgilendirmiyor olduğunu düşünüyordum. Sanırım sadece bulunduğum durumdan çıkmakla ilgileniyordum."
"Peki ya şimdi?"
"Artık sadece yaşatmak için öldürmekle ilgileniyorum."
"Bu ne demek oluyor?"
Gülerek "Sana seni öldüreceğimi söylüyorum." dedi Yoon.
"Benimle dalga geçmeyi bırak. Yapmak isteseydin eğer bunu şimdiye kadar yapmış olurdun. Çok fazla fırsatın vardı."
"Var mıydı?"
"..?"
"Evet vardı."
"Yemeğini ye. Düzgünce yemediğin için yanakların çöktü. Eskiden daha güzellerdi."
"Tek sorunumuz benim yanaklarım mı oldu şimdi?"
"Tek sorunumuz olmayabilir ama benim için en önemli sorunumuz her zaman sen olacaksın."
"Sanırım az önce bana iltifat etmeye çalıştın."
"Onun gibi bir şey."
Yoon'un gözü müzik eşliğinde dans eden insanlara takıldığında Kang Tae de onun baktığı yöne baktı.
"Bu hoşuna giden bir şey mi?"
"Daha çok hiç hoşuma gidip gitmeyeceğini düşünmediğim bir şey."
"Dans etmeyi biliyor musun?"
"Hayır, bilmiyorum. Peki ya sen?"
"Görmek ister misin?"
"İstemem ama öyle söylediğine göre biliyorsundur."
"..."
"Sen hiç öyle birine benzemiyorsun. Nasıl öğrendin?"
"Ablamla katılmamız gereken çok fazla davet oluyor."
"Seni daha önce ablanla dans ederken görseydim muhtemelen bir adamın bağırsaklarını diri diri açıp kesebileceğini hiç düşünmezdim. Dışarıdan çok iyi bir iş adamı olarak görünüyor olmalısın."
"..."
"Aslında sana bunu söylemeyecektim ama nedense bunu çok söylemek istiyorum. Sanırım biraz eğlenceni bozmak istiyorum."
"..?"
"Bağırsağı kesmeye başladığında adam hiçbir ağrı hissetmedi. Çünkü bağırsaklar kesi yoluyla değil gerim yoluyla ağrı oluştururlar. Adam sadece korkudan çığlık atıp duruyordu."
"Çok daha ciddi bir şey söyleyeceğini sanıyordum."
Yoon "Bence bu çok ilginç bir bilgi." diyerek ayağa kalktığında Kang Tae soran gözlerle ona baktı.
"Yorgun hissediyorum."
"Bütün gün uyumuş olmana rağmen mi?"
Kang Tae, Yoon'un yanına geldiğinde Yoon başını ona "Başım ağrıyor." demişti.
Kang Tae dudaklarını onun alnına yaslarken "Dün yağmur yediğin için üşüttün mü acaba? Ateşin de var gibi." diye sormuştu.
"Ben her zaman ateşli bir kadın olmuşumdur. Yeni bir şey değil."
"Çenenin açılma sebebi demek buydu."
Kang Tae onu odaya çıkardığında eline bu sefer tarçınlı zencefilli ballı bir çay tutuşturmuş içmesi için onu zorlamıştı. Ablasının bu tarifinin iyileştirmediği hiçkimse yoktu. Yoon'a da iyi geleceğini düşünüyordu.
Yoon yine televizyonun karşısına yerleştiğinde o da onun arkasına yerleşip yine kollarını ona sarmıştı. Yoon'un buna itiraz etmeyişi ona göre bunu onayladığını gösteriyordu. Yoon hiçbir zaman sözlerini sakınan bir kadın olmamıştı. Rahatsız olsaydı eğer bunu kesin bir dille ifade ederdi. Davranış biçimindeki değişikliğin dün geceyle alakalı olduğunu anlıyordu ancak hala Yoon'da tam olarak buna neyin sebep olmuş olabileceğini bilmiyordu.
Kang Tae, uykuya yenik düşüp uyandığı bir anda Yoon'un kolları arasında olmadığını farketmişti. Televizyon ve ışık kapalıyken gözleriyle Yoon'u aramaya başlamıştı. Onu yerden tavana kadar uzanan camın önünde bulduğunda arkasından sarılmış saçlarına küçük bir öpücük kondurmuştu. Bütün gün uyuyan birini bu saatlerde uyanık bulmak çok garipsenecek bir durum değildi. Onu sadece ilaçlarla uyuyabilen bir bağımlıya da dönüştürmek istemediği için neredeyse güneş doğana kadar birlikte tavanı izlemişlerdi.
Ertesi sabah otelden ayrılma vakitleri geldiğinde eşyalarını toplayıp otoparka inmişlerdi. Kang Tae telefonunu odada unuttuğunu farkettiğinde otopark çıkışında arabayı durdurmuş Jack'den yukarıya çıkıp telefonunu getirmesini istemişti. Jack yukarıya çıktığında şöforü arayarak telefonunu bulamadığını söylediğinde Kang Tae de Yoon'a beklemesini söyleyerek araçtan inmişti. Yoon'sa arabada beklemektense dışarıda beklemesinin daha iyi olduğunu düşününce o da araçtan inmiş arabadan biraz uzaklaşmıştı. Şöfor de ona bekçilik yapmak için arabadan yeni inmiştiki Yoon yüksek bir patlama sesiyle beraber onu iten bir güç dalgasıyla yere yığılmıştı. Ne olduğunu anlamak için arkasına dönüp baktığında arabanın yandığını görmüş çevredekilerin yardımıyla yanan aracın yanından şöforü uzaklaştırmıştı. Arabanın içinde olsalardı muhtemelen cesetleri tek parça kalamayacaktı.
Ciddi bir şekilde yaralanan adamı tekrar hayata döndürmeye çalışırken yanına Kang Tae gelmişti. CPR'a devam edemeyecek kadar çok yorulduğunda Kang Tae ondan CPR'ı devralmıştı.
Yoon getirilen otomatik defibrilatörü adamın göğsüne yapıştırırken makinenin şok uygulanabilir bir ritim algılamasıyla herkese adamdan uzaklaşmasını söylemiş sonrada adama şok vermişti. Neyseki adamın kalbi çalışmaya başlamış ambulans gelene kadarda başından ayrılmayıp onu kontrol edip durmuştu.
Ambulans geldiğindeyse adamı paramediklere teslim etmişti. Ne yapması gerektiğini bilmediği için öylece duruyorduki Kang Tae onu başka bir araca bindirmişti. Kang Tae üstündeki kabanı çıkarttığında kabanın sırtına ve kollarına bulaşmış kanı görmüştü. Kollarındaki kan şöfore aitken sırtındaki kan ona aitti. Sırtındaki her geçen saniye artan ağrının sebebi demek buydu. Sırttı yanmıştı.
Kang Tae'nin, Yoon'un gömleğini hafifçe geriye çekip ensesinden sırtına bakarken elleri titriyordu. İlk kez birinin canının yanması onu bu kadar çok endişelendiriyordu. Etrafına sanki hiç canı yanmıyormuş gibi bakan kadın henüz bir şeyleri idrak edebilmiş gibi görünmüyordu. Ya da artık o kadar ilgisizleşmiştiki hiçbir şeyi umursamıyordu. Bilmiyordu.
Onu acilde bir sedyeye yüz üstü yatırdıklarında gömleğini üstünden keserek çıkarmışlardı. Fizyolojik suyla yarası temizlenirken gözlerini kapatmış bu anların geçmesini beklemişti. Aptal bir telefon sayesinde parçalara ayrılarak ölmekten kurtulmuşlardı. Neden ya da kimin böyle bir saldırıyı düzenlemiş olduğunu çok merak ediyordu.
Yanık ünitesinden bir doktor sırtını incelediğinde birkaç gün hastanede kalmasını istemiş ancak o bunu kabul etmemişti. Burada yapılabilecek her şeyi zaten kendi de yapabilirdi. Buna gerek yoktu.
Hastanede yatmayı kabul etmediği için yarası sarıldıktan sonra Kang Tae onu otutturmuş üstünü giyinmesinde ona yardımcı olmuştu. İşleri bittiğinde emanet edildiği Jack onu tekrar otele götürmüştü. Kang Tae'yse yapması gerekenler olduğunu söyleyerek hastanede kalmıştı. Muhtemelen o adamla ilgilenecekti.
Jack onu odada sık sık kontrol ederken sürekli olarak bir şeye ihtiyacı olup olmadığını soruyordu. Açıkcası sakinleşip vücudunu dinlemeye başlayınca ağrısını her saat daha fazla hissetmeye başlamıştı. Ağrı kesicisini daha yeni almışken bir yenisini isteyemezdi. Bu yüzden ağrıyı görmezden gelerek unutmaya çalışıyordu. Zaten birkaç saatte uyumuştu. Şu sıralar sadece uyurken hayat güzeldi. Uyanık olduğu her an mutsuz olacağı bir şey yaşamak artık onun rutiniydi.
Akşama doğru Kang Tae geldiğinde ona şöforü sormuştu. Öldü cevabını aldığındaysa hiç sesini çıkartmamış o gün başka bir şey sormamıştı. Çünkü bugün gördüğü Kang Tae her zamanki Kang Tae değildi. Onun aynalı gözlerinde çaresizlik dahil bütün olumsuz duyguları okumuştu. Bugün soru sorma günü değildi.
Kang Tae televizyonu açtığında Yoon haberlere çıkmış olduklarını görmüştü. İsmini dahi söyleyen spikerle artık Eun'un bazı şeylerin farkına vardığını anlamıştı. Elinden bir şey gelmezken Kang Tae sağ eline telefonu tutuşturup dışarıya çıkmıştı. Battı balık zaten hep yan gider mantığıyla onu aramış açılan telefona "Ben iyiyim." demişti.
Eun onu azarlarcasına konuşurken arkadan bağıran Minho'nun sesi kulaklarını tırmalıyordu. Neden hayatında istemediği bu iki erkeği kapı dışarı edemediğini bir türlü anlayamıyordu. Sessizce onların azarlamalarını dinlerken gözlerini kapatmıştı. O zaten çok yorgunken başka birileri tarafından bu kadar çok hırpalanmayı haketmiyordu. Bu yüzden telefonu yüzlerine kapatmıştı. Şu an bildiği şeyleri söyleyip duran birilerine değil küçücük bir sözüyle de olsa gülümseten birine ihtiyacı vardı.
Kang Tae tekrar geldiğinde ona ilaçlarını içirmiş yolculuk yapıp yapamayacağını sormuştu. Yapabileceğini söylediğinde Kang Tae onun yeniden üstünü değiştirmesine yardım etmişti. Daha doğru pijaması üzerine bir keten kaban giydirmekle yetinmişti.
Kang Tae arabada da uçakta da Yoon'un sırtının bir yere deymemesine özen göstermiş uçakta da koltuklara yüz üstü yatmasını sağlamıştı. Yoon aldığı ilaçlar yüzünden uyuklayıp dururken zaman kavramını iyiden iyiye kaybetmişti. Öyleki Seul havaalanına indiklerini dahi uçaktan indikten sonra anlamıştı. O donuk gözleriyle etrafına bakarken kendini bir arabanın içinde bulmuştu. Güney'e geleceklerini hiç ama hiç tahmin etmemişti.
Evinin önüne geldiklerinde seni daha sonra almaya geleceğim, güvenimi boşa çıkartmamalısın diyen Kang Tae'ye başını sallamıştı. Koluna girerek kapıya kadar onu getiren adam eline cüzdanını ve telefonunu vermişti. Kapıyı çaldığında karşısında gözleri kızarık bir Eun bulmuştu. Yanındaki Kang Tae duruma hiç yardımcı olmazken Kang Tae oldukları durumu umursamayıp Yoon'u odasına kadar götürmüştü. Yavaş hareketlerle onu yatırdığında bir çocuğu ablasına emanet edermiş gibi davranarak Yoon'un ilaçlarını Eun'a vererek yapılması gerekenleri bir bir anlatan Kang Tae'ye Eun hiçbir şey söyleyememiş olduğu yerde donup kalmıştı. Kang Tae evden çıkıp gittiğinde Eun Yoon'u sorguya çekmeye çalışmıştı. Olan şeyse aslında çok belliydi. O kendini hiçbir zaman Kang Tae'den kurtaramamıştı. Bu yüzden Eun'a "O adamdan kaçış yok." demekle yetinmişti.
Ağzından bundan daha fazlası dökülmezken Eun onun yarasını görünce onu yormamak adına soru sormayı kesmiş yaralarını eldiven takarak yine serum fizyolojikle temizlemişti. Yoon yarasının fotoğrafını çekmesini istediğinde Eun bunu yapmamıştı ama Yoon sargı bezlerindeki gördüğü kandan yarasının yeterince kötü olduğunu anlamıştı.
Ertesi gün Eun iş yerinden aldığı izinle onunla ilgilenirken MinGyu'nun eve kattığı neşe onun gülümsemesine sebep oluyordu. O mutlu olmak için hayattan çok lüks şeyler beklemiyordu. Basit bir gülüş belki basit bir söz gülümsemesi için yetiyordu. Durum buyken neden etrafı onu mutsuz edecek şeylerle doluyduki?
Yemek pişirirken Eun MinGyu'yu Yoon'un ilgilenebilmesi için yatağına bırakmıştı. Bu tatlı şeyse onun önce poposuna sonrada sırtına çıkmıştı. O da bunun üzerine onu sırtından indirmiş onu gıdıklamaya başlamıştı. Belki de ileride cerrahlığı bırakıp bu tatlı şeyin bakıcısı olmalıydı. Ne güzel olurdu ama!
Kapının çalmasıyla kucağına aldığı MinGyu'yla yataktan çıkıp kapıyı açmıştı. Karşısında Minho'yu görünce kapıyı kapatmaya çalışmış Minho'nun bunu engellemesiyle Jack araya girmişti. Jack'in burada olduğunu o zaman anlamıştı.
"Bir sorun mu var Bayan Yoon?"
"Benim çözemeyeceğim bir sorun değil."
"Öyleyse ihtiyacınız olursa bana seslenin."
Yoon başını salladığında Jack ondan uzaklaşmıştı.
"Sen bunca zaman neredeydin?"
"Bu seni ilgilendirmiyor."
"Konunun beni ilgilendirip ilgilendirmemesi önemi yok. Ben seni Japonya'da güvende sanırken sen Kang Tae'yle Çin'den çıkıyorsun. Tüm bunlar demek oluyor Yoon?"
"Sana bunun için hesap vermek zorunda değilim. Sen benim için artık sokaktan geçen herhangi bir adamdan fazlası değilsin. Bunu artık kabullen."
Eun geldiğinde kucağındaki MinGyu'yu Eun'a vermişti.
"Bana istediğin kadar çok kızabilirsin ama sana yardım etmeme izin vermelisin."
"Ben birinin bana yardım etmesi gereken durumda değilim."
"O adam o halde yanında ne yapıyor Yoon?"
"Çünkü o artık benim sevdiğim adam."
"Buna inanmamı mı bekliyorsun?"
"Ben senin başka bir kadından çocuk yapmanı ne kadar normal karşılıyorsam sen de bunu o kadar normal karşılamak zorundasın."
"Aynı şey değil."
Karşıdan karşıya geçmeye çalışan bir kadını gördüğünde Eun, Jiwoo geliyor demişti.
"Hem bana birdaha karşıma çıkmayacağına dair söz vermiştin. Sen sözlerini böyle mi tutuyorsun?"
"Yoon o çocuk bana ait değil."
"O kadınla yattın mı yatmadın mı?"
"Evet ama-"
"O HALDE AMASI YOK MİNHO! O çocuk senin değilse bile artık benim için bir şey ifade etmiyorsun. Bir sinek gibi bana yapışmandan ya da hayatıma müdahale etmeye çalışıp durmandan bıktım. Ben aileme dahi hesap vermiyorken sana asla hesap vermeyeceğim."
"SANA YAPIŞIP KALAN BEN MİYİM YOKSA SEVGİLİN OLDUĞUNU SÖYLEDİĞİN O PİSLİK Mİ? O ADAM YÜZÜNDEN YAŞADIĞIMIZ ONCA ŞEYİ UNUTTUN MU?"
"Peki senin bana yaşattığın şeyler için ne söyleyeceksin?"
Karşıdan karşıya geçmeyi başaran kadın Minho'nun yanına geldiğinde elini tutmuştu. Minho elini hızla onun elinden çekerken Yoon midesinin bulandığını hissetmişti. Bu adam için nasıl olduda daha önce bir şeyler hissetmişti.
"Neden nişanlımın yakasını bırakmıyorsun?" diyen kadınla gözlerini devirmişti. Uğraşamayacağını anlayınca içeriye girmek istemiş kadının kolunu tutmasıyla sertçe kolunu çekmişti. Yüzünü acıyla buruştururken Eun Minho'ya gitmeleri gerektiğini söylemişti. İşte her şey o anda başlamıştı. Minho Jiwoo'yla tartışırken yola atlamış iki üç adım gerisinden onu takip eden kadın da onunla birlikte yola atlamıştı. Yoğun bir korna sesinin arkasından bir çığlık sesiyle daha Yoon görmeden ne olduğunu anlamıştı.
Eun MinGyu kucağına verip oraya doğru koşerken o sessizce olduğu yerde kalmıştı. O an Minho'nun Jiwoo'nun adını sayıklayıp duruşunu ya da Eun'un ambulansı arayışı ona tiz bir frekans sesi gibi gelmişti. Yine o anda gördüğü tüm renkler ışığını kaybetmiş siyah ve beyaza dönüşmüştü. Harekete geçmek için kendinde güç bulamazken Minho yardım etmesi için ona seslenip duruyordu. Jack elinden çocuğu aldığında nasıl atmayı başardığını bilmediği adımlarını ilerletmişti.
Kadının baş ucuna geldiğinde kendini tıpkı bir ölüm meleğiymiş gibi hissediyordu. Asfalta dökülen kan çocuğun düşmeye başladığının göstergesiydi. Muhtemelen bunu da durduramayacaklardı ama bu kadını hayatta tutmayı başarabilirdi. Eun'dan onun serum fizyolojik serumlarını istediğinde hemen getirmiş beceriksiz elleriyle kadına damar yolu açmıştı. Jiwoo'ya sıvı yüklemesi yaparken ambulansın hemen gelmesi için sayıklayıp duruyordu. Minho sessizce onun ne yaptığını izlerken ağlayan MinGyu'nun sesi kara günün habercisi gibi tüm sokakta yayılıyordu. Sağ elini kullanamadığını hem Minho hem de Eun görmüştü.
Ambulans geldiğinde kadınla birlikte ambulansa binmiş sıvı yüklemesine devam etmişti. Bir yandan da ikinci damar yolu açmaya çalışıyordu. Gidecekleri hastanedeki kadın doğum doktoruna durumun aciliyetini anlatırken ameliyathaneyi hazır tutmalarını söylüyordu. Hastaneye ulaştıklarında onu oradaki kadın doğum doktoruna teslim etmişti ve onun görevi orada bitmişti.
Eun ona gelip sarıldığında donuk gözleriyle karşısına bakmaktan başka bir şey yapmamıştı. Burada bulunmasının Jiwoo denen kadın için iyi bir fikir olmadığını anlayınca adımlarını hastanenin çıkışına doğru götürmüştüki Jack anında yanına gelmişti.
"MinGyu nerede?"
"Evde, diğer korumalardan birine verdim."
Yoon başını sallayarak onu onaylamıştı.
"Bayan Yoon?"
"Hım?"
"İyi görünmüyorsunuz. Yeniden doktora görünmek ister misiniz?"
"İyiyim ben Jack. Sadece biraz dinlenmeliyim."
"..."
"Ne zaman Kuzey'e döneceğiz? Biliyor musun?"
"Yarın cenaze töreni olacak. En az bir hafta daha burada kalırız diye düşünmekteyim."
"Kimin cenazesi varki?"
"Bay Seo'nun."
"Kang Tae'nin babasından mı bahsediyorsun?"
"Evet."
"Ne zaman öldü?"
"Bu sabah arabasının altına yerleştirilen bombanın patlamasıyla vefat etti."
"Tüm bunları kim yapıyor?"
"Bunları burada konuşamayız Bayan Yoon."
"Beni eve götürebilir misin?"
"Elbette."
Eve ulaştığında ağlamaktan helak olmuş çocuğu kucağına almıştı. Elbetteki tüm bunlardan korkan çocuk annesini istiyordu. Kendini yatağa atıp ölü gibi yatmaya çok ihtiyacı vardı ancak bunu yapamıyordu. MinGyu'yla başa çıkamayacağını anlayınca Eun'u aramıştı. Neyseki telefon konuşmasından yaklaşık bir saat sonrasında gelen Eun'la çocuk susmuştu. Jiwoo beklediği gibi bebeğini kaybetmişti. Kendisi de o kadar çok kan kaybettikten sonra hayatta kaldığı için Tanrı'ya şükretmeliydi.
Odasına gitmek için adımlarını götürmeye çalıştığında ayakları birbirine dolaşmış sertçe yere düşmüştü. Düştüğü yerden hiç kalkmak istemezken evdeki Eun'un varlığını hatırlayarak ayağa kalkmıştı. Güçsüz görünerek onu daha çok üzmek istemiyordu. Bu yüzden bir an önce toparlanmak zorundaydı.
Şu ara günleri yatarak ya da televizyon haberlerini izleyerek geçiyordu. Bombayı yerleştiren kişilerin Çin'le silah anlaşması yapılmasını istemeyen Amerika istikbaratının olduğu söyleniyordu. Bunun doğru olma ihtimali vardı ama Yoon bunun arkasında başka bir şeylerin olduğunu düşünüyordu. Bunu Kang Tae'yle konuşmadansa öğrenemesi mümkün değildi.
Eun ona gerçekten Kang Tae'yle sevgili olup olmadıklarını sorduğunda bunu Minho'nun canını yakmak için söylediğini söylemişti. Bu doğruydu belki ama eksikti. Yakında daha fazlası olacaklarını şimdiden biliyordu.
Eun sırtına su geçirmez bant yapıştırdıktan sonra Yoon'u yıkarken bacaklarındaki jilet izlerini görmüştü. Gerçek bir anne çocuğunu nasıl geberte geberte yıkıyorsa o da onu öyle yıkamıştı. Yoon hep sessiz bir kadındı ama şimdiki sessizliği her zamankinden daha derindi. Ne yaşamış olduğunu henüz ona anlatmamıştı. Buysa onu sinirlendirmekten başka bir halta yaramıyordu.
Bornozunu giydirdikten sonra onu duştan çıkarttığında saçlarını havluyla kuruturken "Daha ne kadar beklemem gerekiyor?" diye sormuştu.
"Ne olduğunu anlatacağın zamanı."
"O beni hiç kaybetmedi."
"Japonya'ya hiç gitmedin mi?"
"Şehir dışına çıkacağım gün daha çevre yolundayken yakaladı beni."
"..."
"Ablası bana yardım etmeye çalışsada edemedi. Çok fazla şey yaşandı."
"Sana zarar verdi mi peki?"
"Fiziksel anlamda hayır."
"..?"
"Kim Suk Yeol'u ameliyat etmemi istiyorlar. Karaciğer yetmezliği varmış. Tüm bunlar bu yüzden yaşanmış."
"Kuzey Koredeki doktorların nesli mi tükenmiş? Neden sen yapmak zorundaymışsın?"
"Orada neredeyse her şey seksenli yıllardan kalma gibi. Doktorları da teknik olarak bizden çok gerideler."
"Yani seni Kuzey Kore'ye mi götürdü? Peki Çin'de ne işiniz vardı?"
"Katılması gereken toplantıları varmış. İki üç günlüğüne gitmiştik."
"Bunu kimseye söyleyemezsin Eun. İkimizi de öldürürler. Bilmiyormuşsun gibi davranmalısın. Seni aradığımda da bundan bahsetmemelisin konuşmalarımız dinleniliyor çünki."
"Bu kadar karmaşık bir şeyin içinde olduğunu bilmiyordum. Ben sadece o adamın kafayı seninle bozmuş olduğunu düşünüyordum."
"Girene kadar ben de bilmiyordum."
"Tamam bunu hiç duymamışım gibi yapacağım ama sen Kang Tae'yle yine Kuzey'e mi gideceksin?"
"Evet, gitmem gerekiyor."
"Peki ne zaman kalıcı olarak Güney'e döneceksin?"
"Kang Tae bana iki yıl sonra dedi."
"İki yıl çok uzun bir süre."
"Oradaki cerrahlara teknik bilgiler öğretmemi istiyorlar. Tabii ben de onlardan bir şeyler alıyorum. Endişelenmen gereken bir şey yok. Sandığından daha iyi durumdayım."
"Çok zayıflamışsın, saçların gitmiş, sırtın mahvolmuş, sağ elinde anlayamadığım bir sorun var. Bu senin iyi halin mi?"
"Parmaklarım kapının arasında kaldı. Saçlarımla uğraşmaktan yorulduğum için kestim. Sanırım şu sıra biraz iştahım yok." dedi Yoon gülümsemeye çalışarak.
"Birazmış. Şuna bak kemiklerin sayılıyor. Gitmeden seni iyi beslemem lazım."
"Tteokbokki istiyorum."
"Akşama yapalım."
Kapı alacaklı gibi çalınmaya başladığında Eun "Beni burada bekle, sakın kapıya gelme." dediğinde onu başıyla onaylamıştı. Ancak "SENİN YÜZÜNDEN BEBEĞİMİ KAYBETTİM!" diye ağlayarak bağıran kadının sesini duyduğunda ayağa kalkmıştı.
Bornozuyla kapıya gidemeyeceğini düşündüğü için hızla odasına gitmişti. Daha kıyafetleriyle uğraşıyorduki eve dalan kadının sesini tekrar duymuştu. O bebeğin ölümünde suçu olup olmadığını sorgulamaya çalışırken Jack'in ve Minho'nun sesiyle kıyafetlerini yere atmış kapısını kilitleyerek odasındaki koltuğa oturmuştu. O daha kendi sorunlarıyla başa çıkamıyorken başkalarının sorunlarını da omuzlamak istemiyordu. Bu bencillikse eğer evet o bencil bir kadındı. Hayatından geçen herkesten sebepli sebepsiz tokat yiyip durmaktan bıkmıştı.
O kadını bir şekilde evden çıkartmayı başardıklarında kapıyı hafifçe çalan Eun'a yavaş hareketlere kapıyı açmıştı.
"Sanırım benim Güney'e hiç gelmemem gerekiyordu."
"O çocuğun ölümünde senin herhangi bir suçun yok. İkisi de durması gereken yerleri bilmediği için bu haldeler. Ayrıca bebeğini yeni kaybetti Yoon. Eminimki duygusal olarak çökük haldedir. Ne yaptığını bilmiyor. Görmezden gelmelisin."
"Ben yokken de hep böyle geliyorlar mıydı?"
"Minho senin arayıp aramadığını sormak için hergün beni arıyordu. Geldiği de oluyordu tabii."
"Zorlanmış olmalısın."
"Senin kadar değil."
"Sen daha tek başına giyinmekte bile çok zorlanırken Kuzey'e nasıl gideceksin?"
"Buraya gelmeden önce bir iki sefer beni Kang Tae giyindirdi."
"Ona gereğinden fazla yakın olmamalısın Yoon. Nasıl Kyung benim için doğru kişi değilse Kang Tae de senin için doğru kişi değil. Bunu unutmamalısın."
"..."
O günün gecesinde ortalarına aldıkları MinGyu'yla uyumuşlardı. Neyseki burada kaldıkları beş günün sonuna kadar da başka bir tadsızlık yaşamamışlardı. Minho onunla tekrar konuşmak için gelmek gibi bir hata yapmamıştı. O da hem fiziksel olarak hem de ruhsal olarak iyileşmek için kendinde biraz fırsat bulmuştu.
Güney'e geldikleri onuncu günde Kang Tae onu almaya gelmişti. O da hiç itiraz etmeden Eun ve MinGyu'yla vedalaştıktan sonra arabaya binmişti. Hayatında bazı şeylerin fazlasıyla değiştiğini şimdiden hissedebiliyordu. Artık hiçbir şey geçirdiği son iki üç ay gibi olmayacaktı.
Y/N: Yeni bölüm için oy sınırımız 8 Bu bölüm iki bölüm uzunluğunda olduğu için 16 mı desem? Dalga geçmeyi keserkek arkadaşlar siz kuru kuru okuyup geçtiğinizce canım sıkılıyor arkadaşlar. Bölümler bir iki saatlik çabayla değil çok uzun bir zamanda yazıyorum. İyi okumalar
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
1.78k Okunma |
227 Oy |
0 Takip |
29 Bölümlü Kitap |