Kang Tae'nin saldırısının üstünden üç gün geçmişti. Geçen bu üç güne rağmen Bay Seo hala uyanmamıştı. Uyanmama sebebinin beyninde hipoksiye bağlı oluşan ancak radyolojik görüntüleme yöntemleriyle saptanamayan küçük yaralanmalardan kaynaklandığını düşünüyorlardı. Hastanın motor muayenesi kötü olmadığı için yakında bir zamanda uyanmasını bekliyorlardı. Zaten hiçkimse aksi bir durumu düşünmek dahi istemiyordu.
Yoon hastanede Han Do'yla ikisi hakkındaki asılsız dedikoduları duymuş ancak herhangi bir açıklama yapma gereği duymamıştı. Kimseye kendini açıklamak zorunda değildi. Tabii kendinden altı yaş küçük biriyle olabileceğini düşünmeleri de saçmaydı ancak Güney Kore Cumhuriyetin'de herkesin düşünme ve düşüncelerini ifade etme özgürlüğü vardı. Bu konuda canını sıkan tek şey Han Do'nun ona eskisinden daha resmi davranmaya başlaması olmuştu. Yine de hastanede dönen her şeyden haberi olan birinin olması onu mutlu ediyordu. Tek başına bir şeyleri yoluna koymaya çalışmaktantansa böyle olması daha iyiydi. Sadece onu eve gönderirken bir tık zorlanıyordu. Ayrıca Han Do istifa dilekçesini ona bir daha vermişti. Bu sefer dilekçesini yırtmamış istifasını kabul etmişti. Kendi istifasıyla birlikte dilekçesini başhekimliğe verecekti. Artık ikisinin de bu hastanede bu şartlarda çalışması mümkün değildi.
Han Do'nun kız kardeşi onun için birkaç parça kıyafet getirmişti. Boynundaki morlukları taktığı fularla gizliyordu. Bir de bunun için ilgi odağı olmak istemiyordu.
Yeni bir saldırıya uğramamak içinse Kang Tae'yle konuşması gerektiği zaman yanına birilerini almaya çalışıyordu. Konuşmalarını mümkün olduğunca kısa tutuyor onun, söylediklerine karşılık sakince başını sallayarak onaylamasını izliyordu. Bu hallerini garip bulsada en azından biraz da olsa rahat bırakıldığını hissediyordu.
Şu sıralar her şeyden çok canını sıkan şeyse Minho'ya bir türlü ulaşamamasıydı. Onu defalarca arasa da ulaşamamıştı. Muhtemelen onu engellemişti ancak Minho'nun bunu yapması için hiçbir nedeni yoktu. Onu fazla ihmal ettiği için böyle bir şey yaşanmış olabileceğini düşünsede onların bir ilişki içerisinde oldukları da söylenemezdi. Henüz tanışma aşamasındalardı. Belki de Minho sorumluluk almayı sevmeyen bir adamdı ve ona hiçbir şey söylemeden iletişimlerini kesmek istemişti. Bilmiyordu.
Hastanenin teras katındaki bir masada otururken aklı hala Minho'daydı. Uzun zamandır onu böyle heyecanlandıran biri olmazken neden onun aklında bu kadar yer edindiğini düşünüyordu. Normal şartlar altında böyle bir şey olacak olsa bunu asla umursamaz hatta o kişiyle tekrar karşılaşsa yüzünü dahi hatırlamazdı. Bu onun için yeni ve garip bir duyguydu.
Düşünmenin yetersiz olduğuna kanaat getirince oturduğu yerden kalktı. Onunla yüz yüze konuşmadıkça ne olduğunu anlaması mümkün değilmiş gibi duruyordu. Konuşmalarını ertelemek ise işleri daha da zorlaştırabilirdi. Bu yüzden Eun'u arayıp Minho'nun ofisinin adresini istedi.
Normal koşullarda bugün onun nöbet ertesinde olması gerekiyordu. Yani bugün çalışmıyordu. Yokluğunun birkaç saatliğine farkedilmeyeceği umuyordu. Bunun için Han Do'yu aramış bir süre onun durumu idare etmesini acil bir şey olduğunda da onu aramasını istemişti.
Hastaneden çıkmadan önce arabasının anahtarını almış ardından da hastaneden çıkmıştı.
Navigasyona gideceği adresi yazarken kendini bir tık gergin hissediyordu. Yokluğunun farkedilmesi durumunda ne olabileceğini kestiremiyordu. Yaşadığı tüm bu saçmalıkların arasında yaptığı bu şeyinse bir işe yaramasını istiyordu. Çünkü hiçbir şeyin yolunda gitmiyor oluşundan bunalmaya başlamıştı.
Navigasyonunun onu getirdiği binaya kısa bir bakış attı. Burası oldukça ünlü bir hukuk şirketinin binasıydı. Bu da demek oluyorduki Minho iyi bir avukattı. Yüzüne bir gülümseme ekleyerek içeriye girdiğinde sekreterliğe Minho'nun ofisinin nerede olduğunu olduğunu sordu.
"Dördüncü katta 403 nolu ofis." yanıtını aldığında teşekkür edip asansöre bindi.
Dördüncü kattaki bir başka sekreterliğin Minho'nun şu anda bir müvekkiliyle görüştüğünü öğrenince bir süre bekleme salonunda görüşmelerinin bitmesini bekledi. Minho'nun gülümseyerek müvekkilini kapıya kadar eşlik ettiğini görünce ayağa kalkıp bakışlarını ona yöneltti.
Yalnız kaldıklarında "Neden geldin?" diyen Minho üzerine kaşlarını çattı.
"Sence de konuşmamız gereken bazı şeyler yok mu?"
"Ne konuşacağız?" Yoksa bana asistanınla yaşadığın aşk hayatından mı bahsedeceksin?"
"Ne saçmalıyorsun sen?"
Sekreterin onları izlediğini farkedince Minho kapıyı açıp içeriye geçti. Yoon da bunun üzerine onu takip edip kapıyı kapattı.
"Kendinden genç olanlarla takılmak gibi zevklerinin olduğunu bilmiyordum."
"Sana öyle bir şey yok diyorum. Hem sen bunu nereden çıkardın?"
"Hastaneye seni görmek için geldim Yoon. Sekreterini sen ve Han Do hakkında bir şeyler gevelerken duydum. Ayrıca o çocuk senin kapının önünde uyuyordu."
Han Do'nun onu aradığını görünce telefonunu kapatıp cebine koydu. Şu an onunla konuşmasının hiç sırası değildi fakat Minho'nun daha da sinirlenmesi için yeterli bir durumdu.
"Neden açmadın telefonunu? Sevgilinle konuşmak istemez miydin? Bence siz yan yana çok da yakışırsınız."
"Minho asistanımla bir ilişki yaşayacak kadar daha kafayı üşütmedim ben. Hepsi aptal bir hemşirenin saçma sapan yaymış olduğu bir dedikodudan ibaret. Bana inanıp inanmamak tamamen sana kalmış bir şey. Bu konuda sana başka bir şey söylemeyeceğim."
"Diyelim ki doğruyu söylüyorsun. O halde o çocuk neden senin kapının önünde uyuyordu Yoon?"
"Biliyor musun birine kendimi açıklamaya çalışmaktan nefret ediyorum."
"Bunun için buraya gelmedin mi zaten?"
"Arkasında böyle bir şey olduğunu bilseydim eğer buraya asla gelmezdim. Güven olmayan bir ilişkinin yürüyebileceğini düşünmüyorum çünkü."
"Konuyu değiştiriyorsun." diyince Yoon iç çekerek boynundaki fuları çözmeye başladı. Minho'nun yüzündeki mimiklerinin değişimini an ve an izlerken "Han Do o gün bir hasta yakını tarafından saldıraya uğradım için beni korumaya çalışıyordu. Zaten bunu yaptığından haberimde yoktu. Anladığımda onu evine gönderdim." dedi.
Telefonunun yeniden çaldığını görünce bu sefer açmak zorunda olduğunu anlayıp telefonunu açtı. Muhtemelen önemli bir şey olmuştu.
"Efendim, Han Do."
"Hocam, Bay Seo uyandı. Entübasyon tüpünü çıkardım."
"Durumu nasıl?
"Glasskow koma skoru 15. Sağ bacağında motor kayıp var. Fakat ben bunun santral bir problemden kaynaklandığını düşünmüyorum. Kurşunla alakalı bir durum."
"Sağ bacağının motor puanı kaç peki?"
"İki bölü beş. Başka bir ekstremitesinde bir problem yok. Kraniyal sinir ve refleks muayeneleri de normal."
"Yokluğum bir problem oldu mu?"
"Sizin duş almaya gittiğinizi söyledim. Açıkcası buraya gelirseniz fena olmaz. Bana inanmış gibi gözükmüyor."
"Bana biraz daha zaman kazandır Han Do."
"Ama hocam-"
"Dediğimi yap."
Telefonunu kapattıktan sonra yüzünü tekrar Minho'ya çevirmişti.
"Hasta yakını hakkında şikayette bulundun mu?"
"Bulunmadım."
"Neden?"
"Oldukça karışık bir durum. Bunu konuşarak zaman kaybetmek istemiyorum."
"Eğer aramızda güven denen şeyin oluşmasını istiyorsan sana güvenebilmem ve seni tanıyabilmem için bana biraz fırsat vermelisin fakat ben seni on dakikalığına da olsa göremiyorum."
"..."
"Saldırıya uğruyorsun ve bundan benim günler sonra haberim oluyor. Sana herkesten çok benim sahip çıkmam gerekirken asistanın sana sahip çıkmaya çalışıyor. Sana ne yaşadığını sorduğumdaysa bana anlatmak istemiyorsun."
"..."
"Ben böyle bir ilişki yaşamak istemiyorum."
"Sadece bir gece akşam yemeğinde görüştüğün bir kadına hayatındaki her şeyini anlatabilir miydin?"
"..."
"Ona güvenebilir miydin?"
"..."
"Biz seninle üç dört aylık ilişki içerisinde olsaydık eğer söylediklerinde haklı olurdun. Olduğumuz aşamada haklı olduğunu düşünmüyorum."
"Bana güvenden bahseden sensin ama?"
Yoon bir iç çekerek "Buraya seninle tartışmak için değil hayatımda önemli bir yer edinebileceğini düşündüğüm için geldim. Bu yüzden bana biraz zaman vermeni istiyorum. En azından hastaneyle işim bitene kadar. Şu sıralar haddinden fazla yoğunum ama sonrasında tatile çıkmayı planlıyorum. Belki birlikte bir şeyler yapar ve bu kayıp zamanımızı yine birlikte telafi ederiz." dedi.
"Ne zaman istifa edeceksin?"
"Çarşamba günü bir malpraktis hatası için kurul kurulacak. O gün istifamı vereceğim. Sonrasında sana olan biten her şeyi anlatırım. Bugün günlerden cuma zaten."
"Aramanı bekliyor olacağım." diyince Yoon başını sallayıp ofisten çıktı.
Han Do'nun yeniden aramasıyla bir iç çekti.
"Hocam geliyor musunuz?"
"Yoldayım Han Do, yine ne oldu?"
"Kang Tae yine sizi sordu."
"Lifleniyormuş, de." diyip telefonunu kapattı. Kendi kendine söylenirken Minho'nun adını söylemesiyle kendini ona döndürdü. Elinde onun fuları vardı. Anlaşılan fularını ofiste unutmuştu.
Fuları almak için elini uzatmıştıki "Benim takmama izin verir misin?" demesiyle gülümsedi. Ona onaylarcasına başını sallayınca Minho yavaş hareketlerle boynuna fuları bağladı.
"Ne olursa olsun her koşulda yanında olmak istiyorum Yoon. Bu yüzden birine ihtiyacının olduğunda aklına gelen ilk kişi ben olmalıyım bir başkası değil."
Yoon buna hafif bir gülümsemeyle karşılık verdi.
Han Do'nun tekrar aramasıyla "Gitmem, gerek." dedi.
"Görüşürüz."
"Görüşürüz."
Yüzündeki aptal bir gülümsemeyle şirketten çıkmış ardından arabasına binmişti. Şu an ürettiği serotoninin haddi hesabı yoktu. Yoon'un mutlu olması için ileri seviyedeki süprizlere ihtiyacı yoktu. Onun mutlu olması için bu kadarı fazlasıyla yeterliydi.
Hastane otoparkına arabasını parkederken hala yüzünde o aptal gülümsemesini taşıyordu. Kang Tae'nin onu arabasından inerken izlediğinden habersiz bir şekilde inmiş sonrada adımlarını hastaneye yöneltmişti. Üstüne önlüğünü dahi almadan adımlarını direkt Bay Seo'nun odasına götürmüştü. Oralarda volta atan Han Do'yu bulunca onu yanına almış sonrada hastanın odasına doğru yürümeye başlamıştı.
"Hocam nerede kaldınız? O adamla yalnız kalmak ne kadar zon biliyor musunuz? Sadece bakışlarından beni parçalamak istediğini anlıyorum."
"Trafik fazlasıyla sıkışıktı Han Do fakat sen duştan başka bir bahane bulsaydın daha iyi olabilirdi."
"Ne diyebilirdim ki?"
"Ameliyatta deseydin?"
"Ama bugün sizin ameliyat gününüz değil."
"Acil vaka aldı deseydin?"
"Acilden bize bugün hiç hasta gelmediki hocam."
"Sen hiç yalan söylemeyi beceremiyorsun. Adam nereden bilecek öyle bir şey olup olmadığını."
"..."
"Of sana söylediğim şeye bak. Bu saçmalıklara daha fazla katlanmak istemiyorum. Uyandığına göre onu pazartesi günü ortopediye sevkediyoruz."
"Ortopedi sevki kabul eder mi ki?"
"Bacağını ben ameliyat etmeyeceğim sonuçta, yani kabul etmek zorundalar."
"..."
Han Do'nun yaptığı benzer muayeneleri o da yaparken bir sorun olmadığına kanaat getirmiş onun normal odaya alınması için talimat vermişti. Yoğun bakımdan çıkarken Kang Tae'yle karşılaşmış benzer şeyleri ona da anlatıp oradan ayrılmıştı.
Kang Tae ona nerede olduğuna dair herhangi bir şey sormamıştı. Bunu garipse de onun zaten garip bir adam olduğunu düşünmüş sonra ondan böyle bir şey beklediği için kendini garip biri olarak bulmuş, işin içinden çıkamayıncada bu konuda kafa patlatmaktan vazgeçmişti. Onun her hareketinden bir anlam çıkartmaya çalışmaktan yorulmuştu.
İlerleyen saatlerde acile gelen apandisiti olan bir hastayla ilgilenmişti. İşi bittiğindeyse eline kahvesini almış ardından da Minho'yu aramıştı. Minho'ya karşı bundan sonra daha ilgili davranmaya çalışacaktı.Şimdilik Minho bu ilgiden memnunmuş gibi görünüyordu.
Japonya planlarıysa Minho'yla birlikte iptal olmuştu. Çünkü Minho'nun bunun için vizesi yoktu. Bunun için bir tık üzülsede Jeju adasına tatile gitmek de kötü bir fikirmiş gibi durmuyordu.
Ertesi gün icapçı olduğundan günü fazlasıyla yoğun geçmişti. Acile gelen vakalar yüzünden sürekli aranmıştı. Bugün kaç tane ameliyat yapmış olduğunu dahi bilmiyordu. Her ameliyatta bundan sonra uyuyacağım diye kendi kendine tesellide bulunmuş ancak bu mümkün olmamıştı. Sürekli gelen vakalar yüzünden cumartesi gecesi hiç uyuyamamıştı.
Pazar bir madende çıkan yangın sonucu acile çok sayıda yanık vakası gelince yine dinlenememişti. Bu iki gün onu tam anlamıyla zombiye çevirmişti.
Pazartesi gün etrafta ruh gibi gezinirken bugün poliklinik günü olduğu aklına gelmişti. Poliklinikte insanlarla fazla muhattap olduğundan pazartesileri hiç ama hiç sevmiyordu. Yine de gününü bir şekilde kapatmayı başarmış uyumak üzere adımlarını odasına doğru götürmeye başlamıştı. Odasına girdiğinde orada oturan Kang Tae'yi görmüş ardındanda ona soran gözlerle bakmaya başladı.
"..."
"Sizinle konuşmak için geldim."
"Benim sizinle konuşmak isteyeceğimi nereden çıkardınız?" dedi Yoon masasının başına otururken.
"Başka şansınız var mı?"
"Neden olmasın?"
"..."
"Eğer odamdan çıkmanızı istersem ve size sizinle görüşmek istemediğimi söylersem yine beni bir odaya mı kilitlersiniz yoksa tekrar boğazıma mı yapışırsınız?"
"Bayan Yoon size karşı ne kadar toleranslı davranmaya çalıştığımı neden göremiyorsunuz?"
"Siz yaptıklarınızın toleranslı davranışlar mı olduğunu düşünüyorsunuz? Açıkcası ben karşımda bir ruh hastasından başka bir şey göremiyorum."
Kang Tae'nin dudağının sağ tarafı komik bir şey duymuş gibi kalkarken Yoon bakışlarını ondan çekti. Bu adam sabrını fazlasıyla zorluyordu.
"Neden geldiniz?" dedi bıkkın bir ses tonuyla.
"Size bir iş teklifinde bulunmaya geldim."
"Bana güvenmediğinizi sanıyordum."
"Öyle olsaydı karşımda bu kadar rahat oturabiliyor olmazdınız. Hem parazitleriniz olmadan daha iyi bir iş çıkarıyorsunuz fakat siz itinayla işinize parazitleri katıp beni sinirlendiriyorsunuz."
"Parazit derken?"
"Asistantanlarınızdan bahsediyorum."
"Bir zamanlar ben de asistandım Bay Seo. Asistanlar bazen işleri yavaşlatabilirler. Fakat bu işin özünde var."
"Evet siz de bir zamanlar asistandınız fakat siz genç yaşınızda öğretim görevlisi olarak kabul edilebilecek kadar başarılıydınız. Kocaman bir damarı parçalamak gibi bir beceriksizliği hiçbir zaman göstermediniz. "
"Neden böyle bir şey düşünüyorsunuz? Belki de ben asistanlığımda-"
"Sizin biraz geçmişinizi araştırdım."
"..?"
"Babamı kime emanet ettiğimi bilmek istedim. Hem dava edilmem durumunda kiminle uğraşmam gerektiğini de bilmeliydim."
"Beni korkutuyorsunuz." diye bir itirafta bulundu Yoon. O anlarında öfke ve korkuyu aynı anda hissediyordu. Gerginlikle dizlerine tırnaklarını geçirerek onun suratına yumruğunu geçirme isteğini bastırmaya çalışıyordu. Öyle bir şey yapacak olursa zararlı çıkacak kişi kesinlikle o olurdu.
"Bunun için haklı sebepleriniz var."
"..."
"İş teklifi mevzusuna tekrar dönecek olursak eğer-"
"Kabul etmiyorum."
"Daha teklifimi duymadınız?"
"Sizinle alakalı hiçbir şeyi kabul etmiyorum. Ayrıca hayatımda her gün görmek isteyeceğim biri de değilsiniz. Bu yüzden lütfen çıkıp gidin odamdan."
"Siz resmi konuşunca kibar konuştuğunuzu falan mı zannediyorsunuz?"
"Hayır, mesafeli konuştuğumu düşünüyorum." demiş ardındanda hızla ayağa kalkmıştı. Kang Tae gitmiyorsa eğer o gidecekti. Onunla yeterince yalnız kalmıştı. Daha kapısından yeni çıkmıştıki Kang Tae'nin kolunu tutmasıyla adımlarını durdurdu.
"Beni dinlememekle çok büyük bir hata yapıyorsun Yoon Jin. Sana konuşmak için ikinci bir şans tanımayacağım."
"...."
Kang Tae elini kolundan çekerken "Sana şimdiki hayatından daha rahat bir hayat vadediyorum. Daha az çalışma saatleriyle daha fazla kazanmak istemez miydin?" diye sordu.
"Banka hesabımda üç yıl çalışmasamda geçinebileceğim kadar param var. Yani böyle bir şeye ihtiyacım yok. Ayrıca bahsedeceğiniz işin kesinlikle temiz olduğunu düşünmüyorum."
"..."
"Bay Seo'nun durumu oldukça iyi. Ayrıca artık bizim servisimizde de yatmıyor. Yani ben artık evime gidebilir miyim?"
"Gidip sahte özgürlüğünüzün tadını çıkarın Bayan Yoon." dedikten sonra Kang Tae oradan ayrılmıştı. Yoon'sa uzun süre onun gidişini izlemişti. Bu adam şimdi ne demek istemişti?
Bölümü yıldızlamayı unutmayalım lütfen.
Okur Yorumları | Yorum Ekle |