@sesliharfler
|
- OKYANUSA SIĞINAN KUŞ -
Bölüm Şarkıları:
Emir Can İğrek - Beyaz
Par'ya - Olduğum Gibi
• • •
"Her fırtına sana nasıl hayatta kalınacağını öğretecek."
• • •
Hazırsak... 🌊
Göğün ferahlığına sığınmak istediğim çok zaman olmuştu. Bir moral bozukluğuyla mavinin sığınabileceğim somut kolları olmasını dilediğim, tesirli kırgınlıklarımda beyaz bir bulutun elinden tutup yeryüzünden uzaklaşmak istediğim çok anım olmuştu. Derin, engin mavilerin içinde kaybolup daha sakin ve adil bir yaşamda nefes alıp vermek arzularım... Vardı böyle imkansız oyunlarım ve bu imkansızlıklar yüzünden yaşadığım hayal kırıklıklarım. Hepsini dingin bir ruh haliyle geçiştirmişti onca yaşlarım fakat içten içe de biliyordum, bir zaman gelecekti ve ben her şeye, herkese dur diyecektim. Öyle bir dur diyecektim ve bu yakarış onları da mahvedecekti, beni de. Ceremesini sadece tek tarafın omuzlanacağı türden bir üç harfle kalmayacaktı o kelime. Dur. Sandığımdan daha fazla ipe götürecektim hayatımdaki herkesi belki de fakat artık o kelimeyi boğazımdan, dilimden, dudaklarımdan söküp atarcasına sarf etmeseydim, yaşımın baharında kendime hiç olmadığım kadar yabancı biri olurdum. Bir ihtimal kendimi sevmez, kendimden nefret eden biri olurdum. Hep içimden, "Dilin yok mu, konuşsana." der dururdum ama kelimeler sadece zihnimin duvarlarında yankılanır dururdu; yine etkisiz bir iradeyle her şeyi kabullenen biri olurdum fakat sonunda çözüldü dilim ve çıktı o kelime dudaklarımdan. Dur, dedim. Dur artık. Beni bi' salın artık demedim de, sadece durun dedim ve yaşadığımı hissettiğim heyecan, tam da o an başladı. O "Durun." deyiş gitmeyi doğurdu ve ben gittim. Hayatımın hiçbir evresinde bu kadar cesur değildim belki de. Yönetilmeye alışmış ruhum hiçbir zaman bu kadar başına buyruk davranmamıştı. Hiçbir zaman o hayalden bu dünyaya savrulmak istememiştim. İpleri biraz gevşetmek değil tamamen bırakmak niyetindeydim. Yaşadığım hayat beni, "Artık ne olacaksa olsun." noktasına getirmişti ve sonunda ben de koparttım o kıyameti. İlk defa boş verdim geride olup bitenleri. Günler öncesinden duymuştum beni çıkmaza sokacak olan bir kararın hayatımızın orta yerine saçılacağını. Bu durum kulak misafiri olmak veya oradan geçerken yanlışlıkla duymak gibi bir şey değildi. Resmen bir şeylerden şüphelenip gizlice babamın henüz bilmediğim bir adamla olan konuşmasını dinlemiştim ve onun yapabilecekleri arasında benim hakkımda bu kadar ileri gidebileceğini hiç düşünmemiştim. Koca bir yıkıma uğramıştım duyduklarımla ve hayatımı sağlam değişikliklere sokacak olan kararları da tam o an vermiştim. Ben yokken kurduğu planları kısa bir zaman sonra benimle paylaşacağını biliyordum ve kendimi o konuşmaya hazırlamıştım. Çünkü hep böyle olmuştur. Daha önceki herhangi bir yaşananda istemediğimi dile getirdiğim bağrışmalar yaşanmış, konunun baş muhatabı babamla büyük tartışmalar yapılmış, yine bir köşesinden tutup durumu kendi istediğim şekle sokmaya çalışmıştım fakat neticede yine onun istediği olmuştu. Zaten doğduğum günden beri böyle büyümüştüm. Şimdi hayat aynı akışında fakat yine istemediğim gibi devam etse, yine benim yerime sözler verilse, yine kendim gibi olamadığım yerde gerçek Alina benmişim gibi davransam, yine insanlara söylemek istediklerimi içime kussam, yine aslında yaşadığım hayatta mutluymuşum gibi davransam ne olurdu değil mi? Değil. Bir şeyleri değiştirmeye çoktan karar vermişti zihnim fakat benden harekete geçmemizi sağlayacak bir yeşil ışık yakmamı bekliyordu. Bu tetikte bekleyen yanımı sağ olsun bilmeden yine babam ateşlemişti ve bilse, onun konuşmasını duymamın ardından evimden tamamen ayrılacağımı bilse ve bunun ailemizde büyük olay yaratacak bir şeye sebep olacağını bilse, herhalde şu an kilitli kapılar ardından "Beni buradan çıkarın." nidalarımı dinliyor olurlardı. Ama bitti. Bugün bitti. Bu üzerimdeki son baskısıydı ve bugün gerçekten bitti. Onun seçtiği yollarla, onun kurallarıyla, onun çatısı altında ve onun yaşamıyla olan ilişkimi bugün bitiriyordum. Bitmişti. Günlerdir koruduğum sakinliğim elimdeki silahımdı. Onu koruyabiliyor olmak, bunu başarmış olmak kendimi koruduğum anlamına geliyordu ve yıllardır bu evde doğup büyüyen Alina için bu önemli bir şeydi. Duyduklarımdan sonra bu evi alan tulan edemez miydim sanki? Yine o tartışmaların en fenalarından birini yaşamaz mıydık sanki? Ederdim de, yaşardık da. Fakat bana bu rahatlığı ve sakinliği sağlayan artık sadece kendim için yaşayacağıma ve kendimi koruyacağıma dair olan inancımdı. Zaten onun istediği gibi bir şeyi yapmayacağımı, o yaşamı kabul etmeyeceğimi bildiğimdendi bu sessiz duruşum. Ve gittiğimde, birkaç saat sonra bu evi terk ettiğimde ben sessizce her şeyi yoluna koymaya adayacaktım kendimi. Asıl ses burada, bu evde yaşanacaktı. Bir gün önce babamın annemi yanına alıp da benimle yaptığı konuşmayı aslında günlerdir bekliyordum. Kalbimin derinlerinde ona duyduğum gerçek sevgi böyle bir planla bana gelmemesi için yalvarsa da gerçekleşmişti sonunda o konuşma ve tüm yıkıcı etkisiyle bu günün temelini atmıştı bilmeden. Konuyu sanki önceden duymamışım gibi verdiğim donuk, ruhsuz tepkiler onlar için ne kadar beklendik bir şeyse de, ben yine de bu kadar sarsılacağımı düşünmemiştim. Sanki sıradan bir konudan bahsediyormuş gibi yüzüme karşı kelimeleri bu kadar rahat seçebilmesi, bundan sonra hayatın böyle böyle ilerleyecek diyebilmesi çok ağrıma gitmişti. Mimiklerindeki o "Ne olacak ki?" tavrı konuyla beraber beni ve hayatımı da basitleştiriyordu. O an, yüzüme bakıp da cümlelerini sarf ettiği tam o an kalbime sancı veren hislerimi yazmaya elim gitmezdi çünkü zihnimin kelimeleri bir araya getirebilecek gücü yetmezdi. Yaşadığım şeyin adı tam anlamıyla tutukluktu. Annem... Dün gece babamın o sözlerinden sonra soğuk kanlılıkla dolu gözlerime bakabilmişti ya, o zaman anladım annemin orta yolu bulayım derken, görünürde yanımda olurken aslında hep babamın arkasında durduğunu. Artık anlayabiliyordum, çoğu zaman orta yolu bulmak için ortalığı yatıştıran tavrı benim hep kanatlarımı kırmıştı. Yine de ondan hâlâ vazgeçemiyordum, bu evden ayrılırken kardeşlerim gibi onu da özleyeceğimi çok iyi biliyordum fakat bu evdeki herkes kendi yolunda gönlünce yürüyebilirken, sıranın bana gelmesini beklemeyecektim çünkü o sıra bana hiç gelmeyecekti. Ve zaman beni daha fazla tüketmeden bu yola koyulmam gerektiğine karar verdim bu sabah. Babamla olan konuşmamızdan bir gün sonraki gece, yani dünü bugüne bağlayan bu geceyi uykusuz geçirmiştim ve hâlâ devam ediyordu uyku orucum. Kafamın bir köşesinde birkaç saat içinde bu evden ayrılacağım planları tıkırında işlerken kendime yeterince dürüst olmadan biraz da odamla vedalaşıyordum. Sonu gelmez bir duygusallığa kapılmamaya çalışıyordum. Bazı şeylerin gerçekliğini içselleştirmeden geçiştirmeye çalışmak anlık bir çözüm gibi görünse de ileride beni ne kadar yıkar bilmiyorum fakat kendi başıma verdiğim bu kararın arkasında sapasağlam durmak içindi bütün çabalarım. Gitmeme çok az kala sanki tam şu an vazgeçsem, hayatıma başka ellerin değmesine boyun eğsem, bir an acaba desem kendime karşı daha ne kadar acımasız olabilirdim? Bunu daha fazla kendime yapmayacaktım. Günün aymasına yakın olan bu saatlerde fazla ses çıkarmamak için gece herkes yatmadan önce duşumu almıştım. Birkaç gündür daha da büyüyen içe kapanıklığım evin içindeki abim ve kız kardeşim hariç herkesi odamın kapısından uzak tutuyordu. Görünen o ki kardeşlerim hiçbir şey bilmiyordu. Babamın konuyu bana açmadan önce abim veya kız kardeşimle böyle bir şeyi konuşacağını düşünmezdim de zaten. Çünkü onlar tarafından alacağı tepkiyi bilirdi ve benimki kadar sakin karşılamayacaklarından da emindi. Kalbimdeki özlem hissi, en çok onlar için nüks edecekti ve gitmemle onları üzecek olmamın tesellisini onlara bıraktığım ufak bir mektupla da veremezdim. Saatlerdir oturduğum yatağımdan kalktım ve son kez olduğunu bilerek dolabımın karşısına geçtim. Bu aynada kendime son kez baktım ve ne hissettiğimi bilmeden kendime gülümsedim. Hareketlerimde anormal bir yavaşlık, hüzün ve sürekli ben ne yapıyorum hissi vardı fakat bu cesaretimden, kararımdan asla bir şey eksiltmiyordu. Kendime diyordum ki, "Bak işte hâlâ ağlamadın, doğru yoldasın. Yanlış bir yere doğru yürümüyorsun. Artık olman gereken noktadasın." ve bir şekilde önümdeki birkaç dakika sonraya ulaşıyordum. Böyle böyle saatleri tüketmiştim. Dolabımın kapaklarını aralayıp derin bir nefes vererek kıyafetlerimde göz gezdirdim. Kendime özenmek için gezinmiyordu bakışlarım, buradan alacağım son parça ne olabilir diye bakıyordum esasen. O son birkaç parça içindi merakım. Ten rengi ip askılı crop atletle siyah aynı renk diz üstü bir taytı alıp yatağımın üzerine bıraktım. Yazdan kalma sıcaklar devam ederken yine de aralık ayında olduğumuzdan hava biraz soğuk olsa da tenimi saracak herhangi bir şey giymek yerine elbiselerime yöneldim. Diz altımda biten gayet sıradan ekru renk bir elbiseyi seçip aynı renk uzun çoraplarımı da çıkardığım kıyafetlerimin yanına ekledim ve artık dolabımla işim bitmişti. Sadece burayı bırakıp gideceğimi bilsem de çok sevdiğim bir eşyamı koca bir çöp konteynerının yanına bırakıyor gibi hissediyordum. Acaba babam da o konuşmayı benimle yaparken böyle hissetmiş miydi? Onun gözünde tam olarak neredeydim? Üstümü giymeye başlamadan önce herkesin uyuduğundan emin olsam da kendimi riske atmamak için sessizce odamın kapısını kilitledim. Tekrar yatağıma doğru ilerleyip dün gece giydiğim pijamalarımı çıkardım ve katlayıp yastığımın yanına bıraktım. Babam veya annem, belki bir ihtimal yaptıklarından utanır veya beni özlerseler diye sarılıp hasret giderecekleri bir şey olarak düşündüm pijamalarımı. Bu saçma düşünceme gülümserken acaba bunun olması ne kadar imkansız diye bir fikir, zihnimin farklı bir odasında gezinip durdu. Temiz iç çamaşırlarımı değiştirme gereği görmeden atlet ve taytımı giydikten sonra elbisem ve çoraplarım da artık üzerimdeydi. Üşüyeceğimi düşünerek çıkardığım elbisemle aynı tonlardaki triko hırkamı da üzerime geçirdim. Sütlü kahve tonlarındaki postallarımı onları aşık olarak aldığım günü aklıma getirip gülümseyerek ayaklarıma geçirdim, bağcıklarımı sakince bağladım. Her şey fazla sessiz ve olağandı fakat aslında değildi. Ben evimden kaçıyordum fakat herkes uyuyordu. Gerçekten bazı insanların hiçbir şey umurunda değildi. Kısa bir süre sonra buradan ayrılacağımı düşünerek duygusallığa yer vermemeye çalıştım ve kıyafetlerimin yeterliliğini kontrol ettikten sonra makyaj aynamın önüne ilerledim. Tarakla saçlarımın üzerinden şöyle bir geçtikten sonra makyaj malzemelerime ilişti gözüm. Ne çok severdim onlarla yüzüme değişik renkler vermeyi, gönlümce abartmayı, sonra hiç üşenmeden onları temizlemeyi. Fakat bir önemleri de kalmamıştı şimdi. Başka her şey gibi onları da bırakıp gidiyordum ve yanımda götüreceğim fazladan şeyler başka bir hayata alışma evresinde bana güçlük çektirebilir, önceki alışkanlıklarımı aratabilirdi. Alışkanlıklar bazen ölüm gibiydi ve duygularımı daha da zora sokacak bir şey yapmak istemiyordum. Sandalyeye asılı duran küçük krem renk çantamın içindeki gereksiz her şeyi makyaj masamın üzerine boşalttım. Kredi kartlarım, telefonum dahil birçok şeyi bıraktım. Arkamda iz bırakmak gibi bir niyetim yoktu ve bu yola beni birkaç saat içinde gidemeden tekrar bulsunlar diye çıkmamıştım. Sadece kimlik ve pasaportumu yanıma aldım, onları bile zorunda kalmadığım sürece kullanmayacaktım. Yatağımın yanındaki saate baktım; 05.12'yi gösteriyordu. Odamda son kez göz gezdirdiğimde yine de ufak da olsa buraya ait, bana dair bir şeyler alıp gitmek istiyordum. Belki gereksiz ve saçma ama yanımda kendimden bir şeyler de götürmek beni daha iyi ve güvende hissettirecekmiş hissine kapılıyordum. Sanki çıktığım yolda elimden tutan biri olacakmış gibi hissettirecekti. Aklıma gelen birkaç şeyle makyaj masamın çekmecesini açtım. Küçük yaşlarımdan beri yanımdan ayırmadığım defterimi masanın üzerine çıkardım. Bir-iki tane siyah tokayı da yanına bıraktım. Abimin doğum günümde hediye ettiği kuş figürlü kolyeyi fark etmemle hemen ona uzandım ve boynuma taktım. Bu beni şimdiden iyi hissettirdi. Son olarak birkaç gün önce bankadan çektiğim uzun süre beni idare edecek miktarda olan parayı da aldıktan sonra kız kardeşime dair de bir şeyler almak istedim yanıma. Onların varlığını hissetmek bana güç vereceğini bildiğimden onunla küçük bir iddia sonrası kazandığım kırmızı asimetrik şekilleri olan saç bandını da çantama atıp fermuarını kapattım. Son kez de makyaj aynamın önüne geçip kendime bir baktım. Solgun ve biraz korkak gibi görünüyordum. Bunu bastırmak için dudaklarıma renkli bir nemlendirici sürüp kirpiklerimi maskarayla destekledim ve asıl bu sefer son olacağını düşünerek bu ikisini de çantama atıp yanaklarıma hafifçe vurdum. Bakışlarımı değiştirdim, bunun kendim için olduğunu zihnimde sayıklayarak o korkak ifadeyi yok ettim. Artık hazır gibiydim fakat gitmek için mi yoksa görünürde mi öyleydi bilmiyorum. Odamın kapısına doğru ilerleyip kilidi sessizce çevirdim. Kapıyı yavaşça açarak kendimi koridora attığımda henüz ortalıkta evin yardımcıları dahil kimse görünmüyordu. Gece boyu, hatta günlerdir odamın her santimetresine defalarca kez baktığımdan son bir defa daha bakmayı düşünmeden, fazladan bir sesi daha riske etmeden odamın kapısını ufacık aralık kalacak kadar üstüne alıp merdivenlere doğru yöneldim. Her saniye etrafı kontrol ederek, deyim yerindeyse bir hırsız gibi merdivenleri bitirdim ve evin çıkış kapısına ulaştım. Elim alışkanlıkla anahtarların olduğu yere yöneldi fakat yarı yolda duraksadım. Almalı mıydım? Biraz sonra bu evden bir çıkışım olacaktı fakat bir gün tekrar bu eve dönecek miydim? Deli bir düşünceyle anahtarlarımı da alıp kapıyı açtım. Kendime, "Bak imkanın var ama dönmüyorsun, artık kendin için bir şeyler yapıyorsun." diyebilmek için yapmıştım bunu. Bu yolda her şey kendim içindi ve bunun için de ayrı tebrik ettim kendimi. Gerçek Alina'yı bulmaya çoktan başlamıştım bile. Evin ön dış kapısından çıkmak yerine arka tarafa doğru dolaştım. Burada herhangi bir arka kapı olmadığı için çok yüksek olmayan demirlikleri yarım dakika kadar bir sürede aştım ve sitenin içinden çıkana kadar koştum. Hava henüz aydınlanmamıştı. Geceyi gündüze bağlayan o vakitlerde dışarıdaydım. Kaçıyordum. İlk defa tam anlamıyla özgür hissediyordum. Ana caddeye ulaştığımda durdum ve şöyle bir etrafıma baktım. Evimin duvarları dışında da bir hayat vardı ve ben bugün o hayata ilk adımımı atmıştım. 20.12.2020 Yirmi dört sene üstüne, Alina için bir hayat yeniden başlamıştı. *** Yürüdüm. Saatlerce, kilometrelerce yürüdüm belki. Yaşadığım bu şehirde bilmediğim sokaklara da girdim, tanıdık yerlerden de geçtim. Yorulmadım veya yorulsam da bunu vücudumda hissetmedim. Asıl yorgunluğu zihnen hissediyordum, bir uyku haliyle baskın gelmeye çalışıyordu algılarıma karşı fakat yine de yürümeye devam ettim. Tahminen altı saatten fazla zamandır yürüyordum ve saat öğlen olmuş olmalıydı. Üzerimde herhangi dijital bir cihaz olmadığından saati de bilmiyordum. Hoş, çok da dert değildi benim için. Sanki herkeslerin içinde kaybolmuş gibiydim ve saatlerdir bunun bana verdiği zevkle adımlamaya devam ediyordum. Evden çıktığım zamanki kadar ıssız değildi sokaklar. Sanki benimle doğru orantıda ilerliyordu dünya. Ne kadar çok adım atıyorsam bir o kadar daha kalabalıklaşıyordu etraf ve bu durum beni tedirgin de ediyordu bir yandan. Geride bıraktıklarım çoktan uyanmış olmalı hatta yokluğumu fark ettikleri anda bunu hayra yormayıp beni aramaya başlamış olmalılardı. Çünkü biliyordum, ne yapacağımı anlamasalar da bu kadar sakin olmaya dayanamayıp bir kriz anını yaşayacağımı düşünüyorlardı ve bu zaten bir kriz anıysa, onların sorunuydu. Babamın beni bulmaları için muhtemel peşime taktığı adamlarının olduğu gerçeği, beni içten içe geren başka bir noktaydı. Bulunma korkusu ve ne yapacağım düşüncesi arasında bir döngüye girmiştim ve artık bir çözüm üretmeli, kendimi emniyete alabilecek bir yer bulmalıydım. Bu saate kadar harekete geçmemiş olmam büyük hata olabilirdi. Dakikalardır mantıklı fikirler bulabilmek için bir beyin fırtınası halindeydim fakat önce, dün akşamüzeri vakitlerinden beri bir lokma girmeyen midemi biraz sessize almam gerekiyordu. Yürüdüğüm dar, uzun sokağın birkaç dakika içinde sonuna geldim ve köşe başına geldikten sonra ana caddeye çıktım. Arabalar vızır vızır ilerliyordu, ne olur ne olmaz diyerek herhangi tanıdık biri görmesin diye yüzüm yere eğik yürüyordum. Evden gizlice çıkıp uzaklaşmak zor değildi esasen, asıl mesele dışarıdayken başlıyordu. Kaldırımdaki ağacın dibinde simit satan bir amcayı görmemle hızla yanına ilerleyip iki simit istedim. Bozuk param olmadığından iki yüzlük kağıt parayı amcaya uzattığımda bana baktı ve "Bozuk paran yok mu kızım?" diye sordu diye sakin bir tavırla. Olsa vereceğim zaten amca, neden saniyelerimle oynuyorsun? Maalesef dercesine başımı iki yana sallarken simitlerimi çoktan vermişti. Belinden siyah küçük bir çantaya benzer cüzdanı çıkarıp paranın üstünü ayarlamaya başladı. Etrafı tedirgin bakışlarımla kolaçan ederken simitten bir parça koparıp yemeye başlamıştım bile. Bir dakika sonra kadar simitçi amca para üstünü uzattığında lokmamı yutuyordum ki sırtımın dönük olduğu taraftan, "Orada!" diye bir ses yükseldi. Ani bir hareketle o yöne bakmamla metrelerce ötemde bana doğru büyük adımlar atmaya başlayan siyah giyimli adamları fark etmem bir oldu. Akan trafik boyunca aniden ters yöne doğru koşmaya başladım. Arkamdan simitçi amcanın, "Paranı alsana!" diye bağırdığını bile o anki telaşla zar zor işittim fakat umurumda olmadı. Yakalanmamak uğruna bir iki yüz liram feda olabilirdi, hiç sorun değildi. Adamlar durmamı belirten ifadelerle peşimden bağırırken sahil tarafına geçmek için, yavaşlayan arabaların önüne atlıyor, az kalsın bir motorun altında kalıyordum. Durmadım. Hızımı daha da arttırdım. Sahil yolundaki kalabalığa karıştım ve arkamdan gelenleri ufak saniyeler içinde kontrol ederken üç kişiden birini çoktan elemiştim fakat iki tanesi hâlâ peşimdeydi. Beni gözden kaybetmeleri için kalabalığa gire çıka koşuyordum ve bunda başarılı oluyordum da. Gittikçe mesafeyi açmıştım ve insanların bana değil de o iki yarmaya garip garip bakıp onları engellemeye çalışmaları şansın bana gülen taraflarından biriydi sanırım. Büyük gemilerin, yelkenlilerin olduğu marinaya yaklaştığımda kendime hemen kuytu bir yer aradım. Buraya doğru koştuğumu gördüklerinden bakacakları ilk yer benim saklanmak için gözüme kestirdiğim ilk yer olacaktı. Hemen ufak bir zeka oyunuyla küçük bir kulübenin yanına yaklaştım. Simitlerden birini hızlıca birkaç parçaya bölüp kulübenin etrafına gelişi güzel savurdum. Bu yaptığım onları kulübenin etrafında biraz oyalamak ve kendime zaman kazandırmak içindi. Bu hinliğimi de küçüklükten beri hukuk bürolarında sürünmeme borçluydum sanırım. Hayat işte böyleydi, nefret ettiğin kapıları bazen sana aşındırabiliyordu. Nefes nefese halimle, vücudumdan endişe hissi bir su damlası gibi akarken göğün ferahlığına sığınmak istediğim o anlarda, sol tarafta baştan ikinci gemi koşup saklanmam için elverişli görünüyordu. Hem adamların beni görecekleri bir açıda olmayacağımdan fazla düşünmeden o tarafa doğru vücudumun son direnç kırıntılarıyla birlikte koştum. Gemiye ulaşıp karayla bağlantılı olduğu noktadan içine doğru ilerledim. Yönsüz adımlarla biraz ortalıkta dolandıktan sonra alt kata doğru inen merdivenleri fark etmemle hemen aşağı kata indim ve kendime güvenli bir yer aradım. Şimdi bir de ekstra olarak birisiyle karşılaşırsam ne açıklama yapacağım tedirginliği vardı içimde. Şansın bu sefer de benden yana olmasını dilemekten başka çarem yoktu. Zaten sadece kısa bir süre saklanıp artık bir tehlike olmadığını anladığımda tekrar inecektim gemiden. Sahibi için fazla bir sorun olmasa gerekti. Kamaraların olduğu dar koridorda ilerleyip sola döndüm ve karşıma çıkan ilk ve tek kapıdan içeri girip kapıyı kapattım. Dakikalardır koşmaktan, endişeden, heyecandan, yakalanacağım korkusundan nefes nefeseydim. Önceliğim üzerimdeki elle tutulamayan yükten kısa sürede kurtulup aklı selim düşünebilmekti. Bunun için küçük sayılamayacak geminin odasında bir köşeye sinip kendime birkaç dakika verdim. Yere oturup dizlerimi kendime doğru çektim ve başımı ahşap duvara yasladım. Terlemiştim. Ne kadar hava soğuk olursa olsun sadece birkaç dakika içinde fazlasıyla adrenalin patlaması yaşadığımdan tenim alev atıyordu. Çok değil on beş dakika önce gamsızca, yalnızca yürürken şimdi kime ait olduğunu bilmediğim bir geminin içinde sakinleşmeye çalışıyordum. Bu şey nereye kadar daha böyle devam edecekti? Sabahın erken saatlerinden beri yürümemin, dakikalarca koşmamın ve son birkaç geceyi sıfır uykuyla geçirmemin etkisiyle bir de üzerine yorgunluk eklenince bir anda tatlı bir uyku beni esir almıştı. Başımı yasladığım ahşap duvar yumuşacık bir yastıkmışçasına beni uykunun içine çekiyordu. Dahası benim de kafamı kaldırıp bu uyku halini açmaya hiç mecalim yoktu. Sadece birkaç dakikalığına kendimi boşluğa teslim ederek bu uyku halini geçiştirmeye çalıştım fakat kısa bir süreliğine değil de, uykunun uzun bir süre beni kollarına almasına engel olamadım. *** Üzerimde garip, baskıcı bir his vardı. Birinin rahatsız edici bakışlarını, uyuduğum halde yüzümün çizgilerinde hissediyordum ve algılarım artık kendime gelmem için beni uyarıyordu. Uykulu halim saniye saniye dağılırken geriye düşmüş başımı doğrultup yavaşça gözlerimi açtım, elimde hâlâ istemsizce sıkı sıkıya tutuyor olduğum simidi rahat bıraktım ve tutulan boynumu gevşetmek istercesine başımı sağa ve sola doğru hareket ettirdim. Karşımda ayakta dikilmiş beni izleyen bir adamla karşılaştığımda başım sağ omzuma doğru eğilmiş bir halde kalakaldım, adamla göz gözeydim. Ona uyku mahmuru gözlerimle ve donakalmış halimle bakarken onun gözleri, "Neler oluyor burada?" der gibiydi ve hafif çatık kaşları da destekliyordu bu ifadesini. Zor durumda bırakıyordu beni. Kalbim endişe ve ele avuca sığmaz bir heyecanla dakikadaki vuruşlarını artırdı. Sadece birkaç saniye konuşmadan, daha herhangi bir sözcük sarf etmeden ne olduğunu anlamaya çalıştım: Aptal gibi uyuyakalmıştım ve beni bulacaklar korkusuyla atladığım geminin sahibi gibi görünen uzun boylu adamın duruma anlam veremeyen bakışlarına maruz kalıyordum. Hızlıca ayağa kalktığımda ani hareket ettiğimden dolayı boynuma ufak ufak acılar saplandı. Önünde durduğum ahşap duvara yaslandım ve başımın zamansız dönmesini, gözlerimi hızlı hızlı kırpıştırarak geçiştirmeye çalıştım. Bana zaman tanımadan, sözcükleri zihnimde toparlayamadan, açıklamanın a'sının hakkında bir fikrim bile yokken gözlerinden de okuduğum gibi, "Neler oluyor burada?" diye sordu. Ritmi bozuk kalbim acımasızca göğsümü dövüyordu ve şu an, mantıklı bir tane cümle kurabilmem için hiçbir şey bana yardımcı olmuyordu. "Şey..." diye geveledim ağzımın içinde ve o da, "Ney?" diye ısrarlı tutumunu sürdürdü. Bunu ona yalan şeyler söylememem için, üzerimde baskı kurabilmek için yapıyordu ve sanki şu an hiç baskı altında değilmişim gibi bu tavır da eklenince, zihnime ağır gelmişti yaşadığım son birkaç dakika. Bir anlık ayaklarımın bağının çözülmesiyle kalktığım yere tekrar bir düşüş yaşadım fakat refleksif bir hareketle kollarımdan tuttu ve ayakta durabilmemde yardımcı oldu. Kulaklarımda onun sesinden, "Sakin ol." yankılarını işittim, boğazımı temizlemek istercesine hafifçe öksürdüm ve ellerimi saçlarımın arasından geçirdim. Sonunda yüzüne bakıp mantıklı birkaç cümle kurmayı denedim, bu sırada artık ayakta kaldığımdan emin olduğunda bir iki adım kadar uzaklaştı benden. "Ben... Ben, birinden saklanmam gerekiyordu ve bir anda, karşıma bu gemi çıkınca... Atlayıverdim, kusura bakmayın. Lütfen." dedim elimle ne yaptığımı bilmediğim hareketler yaparak. Açıkçası ona bir açıklama yapmam şu an için güçtü ve ânı kurtaracak şeyler söylesem bile beni anlayabileceğini zannetmiyordum. Saçlarımdan başlayıp ayak uçlarıma kadar gözlerini gezdirdi bedenimde. "Saklambaç oynayacak yaşı geçmedin mi?" diye konuştu sesindeki iğneleri zihnime batırarak. Cümlesinde net bir ima vardı, sözlerine tezat yüzünde herhangi bir sırıtmaya dair iz yoktu ve bunun basit bir oyun değil de başka bir şey olduğunun farkındaydı. "Hayır... Hayır öyle değil. Bak..." "Bakıyorum" dedi ve arkasında duran çekmeceli dolaba yaslanıp kollarını göğsünün üstünde bağladı. Sol elini yeni yeni çıkmaya başlayan sakallarının arasında yavaşça gezdiriyordu ve koyu renk gözleri, olanca derinliğiyle "bütün dikkatim sende" der gibiydi. "Birinden kaçıyorum ve beni yakalayacakları sırada bu gemiye rastladım. Güvenli göründü gözüme, bilmiyorum. Onlar görmeden de içeri girdim zaten ama hemen çıkacaktım. Günlerdir uyumuyorum çok yorgundum, aptal gibi burada uyuyakalmışım. Özür dilerim." Gözlerini kısarak bir solukta sarf ettiğim saçmalıkların sahi olup olmadığını anlamaya çalışırken ben de aynı işlemi kendi kafamın içinde gerçekleştiriyordum durumu ona yeterince anlaşılır ifade edebildim mi diye. Birinden kaçtığım gerçeği tehlikeli bir iş üzerinde olduğum izlenimini ona verebileceği düşüncesiyle hemen toparlamaya çalıştım. "Kötü bir şey yapmadım, suç işlemedim. Polislerden falan da kaçmıyorum. Sadece..." Yorgunluk. Gerçek yorgunluk. Zihnen, ruhen, bedenen... Kime ne açıklamak zorundayım düşüncesinden yorulmak... Kafam allak bullak olmuştu. Ben şu an ne yaşıyordum sahi? Derin bir nefes verdim ve sonunda ona gerçek bir şeyler vermek zorunda olduğumu bilerek ufak bir detay döküldüm. "Ailevi bir mesele ve ben, babamın peşime taktığı adamlardan kaçıyordum. Çünkü kaçmazsam, yaşadığım ve yaşayacağım şeyler beni nelere sürükler kestiremiyorum." Hırkamın yakasını düzeltip, "Özel alanını işgal ettiğim için özür dilerim ve, hemen gidiyorum." diyerek kapıya ulaşmak üzere arkamı döndüm. Beklemediğim bir şekilde, "Nereye?" diye sordu ve ona dönüp kaşlarımı hafifçe çatarak baktım. Neden bunu sorduğunu anlamıyordum. "Gidiyorum, daha fazla rahatsızlık vermemeliyim. Tekrar özür dilerim, gerçekten zor durumdaydım." Yerinden doğruldu ve bana doğru iki adım atıp karşımda durdu. Benden neredeyse iki kafa boyu uzunluğundaydı ve bana üstten bakışlar atarak başını hayır anlamında yavaşça hareket ettirdi. "Özrün ve neden burada olduğun şimdilik her neyse... Açık denizde nereye gitmeyi düşünüyorsun?" Kaşlarım yavaş yavaş alnıma kadar yükselip saçlarıma doğru baskı yaparken söylediklerini doğru bir şekilde kavramaya çalıştım ve çıkardığım sonuçla ona oldukça tedirgin bir ifadeyle baktım. O kadar çok ifade, duygu geçiyordu ki gözlerimden o hangisini yakalayabiliyor, ona nasıl bakıyorum bilmiyorum bile. "N-ne, açık deniz mi?" Kafasını beni onayladığını belli edercesine salladı ve bana son bir adım daha yaklaştı. Şaşkınlığımı görüyordu, karmaşık ruh halimi anlıyordu. Bu yüzden tane tane açıkladı "açık deniz" den kastını. "Yaklaşık altı saattir karadan uzak ve koca Akdeniz'e açılmış durumdayız. Ha eğer yine de ben gideceğim diyorsan, köpek balıkları bu gece ziyafette demektir." ***
DEVAM EDECEK... |
0% |