Yeni Üyelik
3.
Bölüm

3.Bölüm | DÉRIVE

@sesliharfler

 

 

OKYANUSA SIĞINAN KUŞ

 

 

 

Bölüm şarkıları:

White Noise-Black Screen

Güncel Gürsel Artıktay - Saydam Yumruklar

Jalal Mian - New Beginnings

 

"Bu dünyada bin kez ölünmeden bir kez dirilmenin mümkünü yoktu." - Yaşar Kemal

 

 

🌊

Hayat üzerine basıp geçerken bile sana nefes aldırdığında anlıyordun yaşadıklarının bir son olmadığını. Seni kırdığı, büyüttüğü, sana acı verdiği, seni mahvettiği bir gerçekti fakat asla son değildi. Yaşananların bir son olamayacağı kadar umut doluydun, mücadele doluydun çünkü. Yaşayamadıklarındaydı senin hayatın ve bunlar üzerineydi bütün sınavların.

Uçsuz bucaksız bir denizin ortasında dağınık bir zihinle ve etrafta tanıdığım birkaç kişi bile yokken muallak bir güne daha açtım gözlerimi. Saatleri toplayıp çıkardığımızda neredeyse bir gündür bu gemideydim ve temeli tam oturtulmamış bir konuşma, yarım yamalak bir uykudan başka bir şey de yoktu elimde. Etrafta parça parça sessizlikler vardı, bu sessiz zaman boşlukları akıl dolu cümlelerle ve benim için elle tutulur şeyler doğuracak sözlerle doldurulmalıydı. Görünen o ki bu benim tarafımdan ya da şu an yan tarafımda uyuyor olan adam tarafından sağlanacaktı.

Dün geceden beri sanki kafamın içinde bir ateş yanıyordu ve ateşin başında oturmuş alev kızıllığını izlerken hayretle geldiğim noktaya bakıyordum. Yaşanan şeyler için gereken cesaret, hayatımı büyük ölçüde etkileyecek olan kararı vermek için atılan adımdaki o güç, çoğu zaman kendimde ulaşamadığım özelliklerdi. Bastırılmış duygularla yüklüydü beni ben yapan şeyler ve zihnimde izlediğim ateşte biraz önce bir kıvılcım patlamıştı. O kıvılcım tam da evimin kapısından çıktığım ânı düşündüğümde aydınlanmıştı.

Yatağın diğer ucunda uyuyor olan adamı sanki dün gece yaşanmamış gibi, ilk defa görüyormuşçasına bir hisle, anlamsız bakışlarla izliyordum. Baktığım yerde, bulunduğumuz manzarada bir anlam da aramıyordum fakat garipti işte. Dün sabah penceresi gökyüzüne ve yeşil ağaçlarla dolu manzaraya bakan bir odadan çıkıp ertesi sabah çift kişilik bir yatakta, yanımda tanımadığım bir adamı uyuyor halde izlerken hem de koca bir denizin ortasında olayların bizi bu noktaya nasıl getirdiğini çok iyi bilsem de tuhaf hissediyordum ve dünden beri en haklı hislerimden biri de buydu. İmkansız gibi görünen bir tuhaflık fakat her şey mümkün sınırlar içinde.

Hayatta her şeyin mümkün olabileceğine inandığımdan, ailem dahil herkesin beni ipin ucuna götürebileceğini çok iyi öğrendiğimden olanları kabullenmem uzun sürmedi. Zaten nereye kadar endişenin, korkunun içinde yoğrulabilirdim ki?

Zorunluluklar bizi, beni bu duruma getirse de bir sabah uyandığımda ilk defa yanı başımda uyuyan bir adama bakıyor haldeydim ve bunun tuhaf hissini nasıl karşılamam gerektiğini çözemedim dakikalarca. Yatıp uyuyabileceği başka bir yer mi yoktu ya da ben onun sınırlarını işgal etmişken bunu düşünmeye, istemeye hakkım var mıydı?

Yatakta biraz daha geriye kayarken yanımda yüz üstü bir şekilde uyuyan adamdan gözlerimi ayırmıyordum. Benim için ne kadar tehlikelidir ya da bir tehlike vadeder mi, bunu düşünüyordum. Uyurken herkes zararsız, uysal veya daha az korkutucu görünebilirdi fakat içini bilemezdim, zihnini okuyamazdım. Bunu açık açık yüzüne de soramazdım çünkü şöyle de bir gerçek vardı: Alphan beni değil ben onu bulmuştum. Hayatına izinsizce dahil olan bendim. Kafa karıştırıcı bir şekilde bir anda etrafında beliren bendim. Belki de ben onun için tehlike vadederdim fakat yine onun ne düşündüğünü bilemezdim.

Ne uzun ne çok kısa siyah saçlarının bir kısmı alnına dökülmüştü. Yastığa gömülü yüzünün sadece sol tarafı bana bakıyordu ve şakağında kıvrılan mavi bir damar belli oluyordu. Arada bir kalp gibi attığını da fark ediyordum o damarının ve dakikalardır yüzüne her baktığımda sonunda varış noktam sebepsizce şakağındaki o damar oluyordu. Artık yaptıklarımda, gördüklerimde, söylediklerimde bir sebep de aramıyordum. Her şey şu an ve bir süredir içimden nasıl geldiyse, aklımdan nasıl geçtiyse öyle devam ediyordu.

Boynundaki gümüş zincir ensesinde kıvrımlı bir şekilde dururken elim istemsizce zincire uzanmıştı fakat onun bana uzaktan bir tanıdık bile olmadığını, bana tamamıyla el olduğunu fark ettiğimde elimi hızla geri çektim. Sanki bunu hissetmiş gibi anlamsız birkaç mırıltı çıkardı ve yavaş yavaş ayılmaya başladı. Onu izler halde yakalanmak pek isteyeceğim bir şey olmadığından uyuyor numarası yapmak yerine yatağın başlığına yaslanıp oturur hale geldim ve etrafa boş bakışlar attım. İçinde bulunduğumuz bu kamarayı inceliyordum aslında ve yatakta daha hissedilir birkaç kıpırtı oluştuğunda artık tamamen uyandığını biliyordum.

"Günaydın" dedi. Sesi yeni uyandığını belli eden izler taşıyordu. Dün akşamkinden biraz daha sert ve derinden...

Uyandığını yeni fark ediyormuşum gibi ona dönüp aynı şekilde karşılık verdim. Onun sesinin aksine benim sesim daha kısık ve içine kapanıktı. Burada bulunduğum andan beri cümlelerim belli belirsizdi ve beni bu kadar kırılgan gösteren şeyin sebebini de çok iyi biliyordum.

Sırtı bana dönük halde yatağın ucuna oturdu ve boynunu esnetip elini saçlarında gezdirdi. Başucundaki su dolu sürahiden kendine su doldururken "Tuhafına gitmiş olmalı." diye konuştu. Ayağa kalkmıştı ve yüzü bana dönükken suyundan birkaç yudum almıştı. Yüzünde durgun bir hava vardı.

Başta bocalayıp "Ne?" diye sorarsam da ardından "Evet, fazlasıyla." diye toparladım.

Başını sallayarak beni onayladı, sanırım o da aynı duyguları yaşadığından bunu söyleme gereği hissetmişti.

Bardağını bana uzatıp "İçer misin?" diye sordu. Anlık bir tutukluk yaşasam da bir iki saniye sonra hayır anlamında başımı salladım.

Banyoya girip birkaç dakika sonra çıktığında yüzünü kuruluyordu. Bedenimde hissettiğim rahatsızlık hissiyle, ondan hâlâ çekinsem de o odadan çıkmadan önce aklımdaki şeyi söyleme ihtiyacı hissettim. Ayrıyeten onunla yüz yüze durduğumuz her an bir şeyler konuşmamız gerektiğini düşünüyordum ve ne konuşmam gerektiğini de bilmediğimden kendimce kaçış cümleleri arıyordum.

"Banyonu kullanabilir miyim? Dün çok koştum, terledim. Gece de öyle uyuyunca, alışık değilim pek. Kısa bir duş alabilir miyim?"

Ona her bir şey sorduğumda, ondan her bir şey istediğimde sanki birileri boğazıma sarılmış gibi mi hissedecektim? Hayat akıp giderken, ben bir şekilde hayatımı devam ettirmeye çalışırken bir de fazlalık olma hissiyle mi kıvranacaktım bir süre? Zorluklar gittikçe daha çetrefilli bir hal alıyordu ve ben nasıl devam edeceğimi de bilmiyordum.

Başını tabii dercesine bir kez eğdi ve "Akıl edemedim ben, söylediğin iyi oldu. Kullan tabii." dedi. Ona minnettar bakışlar attığımda baş parmağıyla boynunu kaşırken "Hatta gel" dedi ve banyoya ilerledi. Başta buna bir anlam veremedim fakat yine de peşinden gittiğimde onu lavabonun altındaki dolabın önünde havlu çıkarırken gördüm. Kapının önünde öylece duruyordum ve o sonra doğrulup havluyu bana uzattı.

Havluyu elinden aldım ve ona hafif bir tebessüm edip utancımı gizlemeye çalışırken o konuşmaya devam etti.

"Şampuanlar duş kabininin içinde. Başka bir şeye ihtiyacın olursa da istediğin yere bakabilirsin, sorun etmem."

Herhangi bir sorun veya soracağım bir şey var mı diye düşündüm o an, yoktu. Sadece ona çokça teşekkür etme hissiyle dolmuştum ve öyle de oldu.

Başını eğip teşekkürümü kabul ettikten sonra bir şey söylemeden banyodan çıktı ve kapıyı kapattı. Bir süre kamaranın içinden ayak sesleri gelirken hâlâ olduğum yerde dikeliyordum. Neyi beklediğimi ben de bilmiyordum. Sonra elimdeki havluyu askılığa astım ve kapıyı kilitlemek için kapıya doğru ilerledim. Tam o anda kapı tıklatılınca anında durdum ve ne olduğunu anlamaya çalıştım.

"Ben odadan çıkıyorum, bir saat sonra gelirim tekrar. Yeterli mi senin için?"

Hızlıca kafamı salladım ve "Evet evet, yeterli." diye kelimeler bir çırpıda döküldü dilimden.

"Tamam o zaman." dedi ve birkaç saniye sonra bir kapı sesi daha işittim. Sanırım artık odadan çıkmıştı. Elim kilide uzandı ve kapıyı kilitledim. Kıyafetlerimi hızlıca çıkarıp askılığa astım. Duş kabininin cam sürgüsünü araladım ve tekrar kapattıktan sonra suyun sıcaklığını ayarladım. Sıcak su saçlarımdan ayak ucuma kadar süzülerek akarken gerginliğimin sadece psikolojik bir seviyede olmadığını yeni yeni anlıyordum. Kollarım, bacaklarım, tepki ve refleks gösterebilecek her hücrem bir gitar teli kadar gergindi ve suyun altında öylece durduğum her saniye gevşediğimi, kangren olmuş bir uzvuma anki artık kan gitmeye başladığını hissediyordum.

Saçlarım ve bedenim tamamen ıslandığında dün gece odaya kokusu buram buram yayılan şampuanından avucuma döküp saçlarımı köpürttüm. Ardından duş jeliyle bedenimi de yeterince yıkadıktan sonra köpüklerden arındım ve suyu kapattım, saçlarımın fazla suyunu sıkıp kapının sürgüsünü araladım. Uzanıp aldığım havluya bedenimi sardım ve küçük banyoda birkaç adım attığımda lavabonun önünde, aynada kendimle yüz yüze bir haldeydim. Temiz, arınmış görünüyorum ve ne kadar yaşadığım şeyleri artık idrak etsem de gözlerimde gizlemeye çalıştığım en net duygulardan biriydi korku. Yenmeye çalıştığım hislerin en başında geliyordu şu sıra.

Saçlarımın nemini havluyla alırken tenim de havlu sayesinde kurumuştu fakat askılıktaki elbise ve iç çamaşırlarıma bakarken çıkardığım kıyafetleri tekrar giymek istediğimden pek emin değildim, onları tekrar giysem yıkanmamın bir anlamı kalmayacaktı çünkü. Biraz düşündükten sonra Alphan'ın çıkmadan önce söylediği birkaç cümleye dayanarak banyonun kapısını araladım. Odada birisinin olup olmadığını kontrol edip havlunun göğüs kısmında sıkıştırdığım ucunu tutarak odanın ortasına doğru ilerledim. Bir süre kapının ardında herhangi bir ayak sesi var mı diye etrafı dinledim fakat hiç ses yoktu. Bunun rahatlığıyla onun gardırobuna doğru ilerleyecekken toplanmış yatağın üstüne bırakılan siyah tişört ve şortu fark etmem çok sürmedi. Yatağı ne ara toplamıştı ve bunları buraya benim için mi bırakmıştı?

Yarım dakika kadar bir zamanı bunu düşünerek geçirdim fakat düşündüğüm gibi değilse bile her halükarda onun dolabından giymek için bir şeyler alacağım için yatağın üstündeki tişört ve şortu koluma astım. Tekrar banyoya girmeden önce dolabının kapağını araladım ve iç çamaşırının olduğu yeri araladım. Yerlerini bulduğumda etiketi üzerinde bir iç çamaşırı bulmak için içten içe dua ediyordum. Katlı kıyafetlerini karıştırırken aynı zamanda kendimi öyle rahatsız ve kötü hissediyordum ki her an yaptığım şeyi ve elimdekileri bırakabilir, çıkardıklarımı tekrar giyebilirdim. Sorun etmeyeceğini söylese bile bir hırsız gibi dolabında eşelenmem, kıyafetlerini kullanacak olmam hoşuma gitmemişti.

Dolabının arka raflarında elime bir paket çarptığında hiç düşünmeden alıp baktım ve evet, istediğim gibi yeni bir boxerdı. Odada daha fazla bu halde vakit kaybetmeden banyoya geçip tekrar kapıyı kilitledim ve üzerimdeki havluyu çözüp üstümü giyinmeye koyuldum. Boxer belime tabii ki tam oturmamıştı fakat şortu da giydikten sonra belindeki iplerini sıkılaştırdım, en azından böyle belimden düşecek gibi değillerdi.

Çıplak sırtıma dökülen saçlarım tenimi ürpertirken üzerime sadece tişört giymekten başka çarem yoktu. Zaten fazla ortalıkta dolanmayacağım için bunu pek dert etmedim. Göğsümün üzerin aldığım saçlarım belli olabilecek herhangi bir kıvrımımı gizlemeye yeter diye düşünüyordum.

Banyodan çıkmadan önce kullandığım havluları askılığa astım, kendi kıyafetlerimi kucağıma alıp odaya döndüğümde Alphan'da kapıdan içeri giriyordu. Ona çok kısa çekingen bir bakış atıp elimdekileri yatağın üzerine bıraktım. Çoraplarımın çok da kirli sayılmayacağını düşünerek onları tekrar giymiştim.

Üstümdeki tişörtünün eteğinden tutup "Bunları giymem için mi bırakmıştın?" diye sordum. Gergin bir halde yüzüne bakıp kamaranın ortasında öylece dikiliyordum.

Dudaklarını hafifçe sıkıp başını salladı.

"Teşekkür ederim, ben de nasıl isteyeceğimi düşünmüştüm." dedim mahcubiyetle.

Yarım bir tebessümle bunu geçiştirdi ve "Başka bir işin kalmadıysa kahvaltı edelim." dedi. Bunu söylediği anda gemide bizden başka üç kişinin daha olduğunu hatırladım ve bu istemsizce ne yapmam gerektiğini şaşırttı bana.

"Gerildiğini görebiliyorum ama kötü bir tepkiyle karşılaşmayacaksın, merak etme. Onlara senden bahsettim." dedi ve aslında bu benim daha çok gerilmeme sebep oldu. Kaşlarım hafifçe alnıma yükseldi, bir söz söylemeden öyle dururken belli etmeden yutkundum.

Bana doğru bir adım daha atıp karşıma geçti ve başını hafifçe eğip gözlerime daha dikkatli baktı.

"Bana bazı şeyleri anlatmak zorunda olabilirsin fakat diğerlerine fazla bir şey izah etmek zorunda hissetme kendini. Ben de öyle çok derin bahsetmedim, kafalarındaki o ilk şaşkınlık geçecek kadar konuştum sadece."

Açıkça işimi kolaylaştırdığından bahsediyordu ve bu beni biraz olsun yatıştırmıştı. O kadar anlık şeyler hissedip duruyordum, bu hisleri bir de derinden yaşıyordum ki bedenen değilse bile ruhen çok yorulmuştum ve uykuyla geçebilecek bir şey de değildi bu.

"Dün bir limandan gemiye atlayıp da ertesi gün başka bir ülkede olmayı beklemiyorum, elbette bu kamaradan çıkmam gerekecek."

Ne dediğimin üzerinde çok durmadım ve saçlarımı karıştırdığımda gözleri saçlarıma takıldı.

"Tamam, çıkalım hadi yanlarına." dedim.

"Sen önce gel benimle." dedi ve banyoya ilerledi. Bu sefer gerçekten anlamadım ve yanına gitmeyi "Gelsene" diye tekrar seslenene kadar düşünmemiştim. Dediğini yapıp banyoya girdiğimde çekmeceden saç kurutma makinesini çıkarıyordu.

"Saçlar ıslakken kahvaltı edilmiyor mu burada?" diye gereksiz bir şaka yaptım ama buna ben de gülmemiştim.

Fişi prize takarken şakamı komik bulmasa da dudaklarında yarım ağız güldüğüne dair bir kıvrım vardı.

"Karada değiliz şu anda. Koca açık deniz... Bünyenin de buna alışkın olmadığını varsayarsak, hasta olman şu sıra isteyeceğimiz bir şey değil zannediyorum."

Kurut dercesine saç kurutma makinesini elime bıraktı ve banyodan çıkarken "Komik değildi." diye konuşmayı ihmal etmedi. Makineyi saçlarıma doğru kaldırıp çalıştırmadan önce "Gül diye söylemedim zaten." dedim fakat duyduğunu sanmıyordum.

Saçlarım yeterince kuruduğunda makineyi aldığı yere geri bıraktım. İnce telli olmadığı için çok çabuk karışmayan saçlarımın arasından ellerimi geçirip düzelttim ve önüme bıraktım. Odaya tekrar döndüğümde Alphan, üzerine bir hırka alıyordu.

"Kıyafetlerimi temizleyebileceğim bir yer var mı?"

Kafasını sallayıp "Beni takip et." diyerek odadan çıktı. Kıyafetleri kucağıma aldığım gibi odadan çıktım ve onu takip ederken aynı zamanda ansızın tanımadığım birisiyle karşılaşırım diye etrafı kontrol ediyordum.

İki kısa koridor döndükten sonra dar bir odaya girdi ve içeri girip çamaşır makinesine yaslandı. Gözlerime bakarken gerisinin bende olduğunu anladım. Kıyafetlerimi makineye attım ve içeriğine bakmadığım deterjanlardan birini haznesine boşaltıp çalıştırdım. Makinenin üstünde kurutma makinesi vardı ve bir de kıyafetleri kurutmakla uğraşmayacağım için bu gereksiz bir şekilde hoşuma gitmişti.

"Tamam galiba?" dedi ve onay almak istercesine bana baktı. Benden ses çıkmayınca yaslandığı yerden doğrularak küçük odanın çıkışına doğru ilerledi. Eşikten geçeceği sıra onu durdurdum.

"Bu arada," dediğimde omzunun yarısıyla bana döndü. "Ben bu kıyafetlerden başka bir şey daha aldım dolabından. Yani belki istemezsin diye... Söyleyeyim dedim."

Ne dediğim hakkında bir fikri olan var mıydı? Şu an bu hayatta en utandığım anlardan birisi olabilirdi ve bu adam bana anlamamış gibi bakıyordu. Gözlerimi kaçırıp yine de bundan rahatsız olup olmadığını anlamak için ona kaçamak bakışlar atarken çatılan kaşları düzelmişti ve evet, artık anlamıştı.

"Boxerımı kullandığından mı bahsediyorsun?"

Onunla göz teması kurmayı kesip "Evet, kusura bakma lütfen. Gerçekten..." diye konuştum.

"Sorun etmeyeceğimi söylemiştim, kusurluk bir durum yok." dedi. Kafamı kaldırıp ona bakarken ellerini kargo pantolonunun ceplerine soktu ve yüz ifadesi daha ciddiyken ufak da olsa muzip bir hal aldı.

"Keşke daha fazla yardımcı olabilseydim." dedi. Bu sefer kaşlarını çatma sırası bendeydi, bir şeyleri anlamaya çalışırken her zamanki yaptığım şeydi fakat anladığımda bu kadar şaşıracağımı düşünmemiştim.

"Komik mi şimdi bu?"

Sesim kontrolsüzce küçük odada yankılandı ve elim ima ettiği şeyle üstümdeki tişörtünün yakasına gitti.

"Şakana karşılık küçük bir şaka." dedi ve odadan çıkıp koridor boyu ilerlerken ben de onu takip ettim.

"Komik değildi." dedim tıpkı onun gibi.

"Gül diye söylemedim zaten." diyerek bana benim gibi karşılık verdi.

Odada söylediğim şeyi duyduğunu anladığımda "Sende de ne kulak varmış." diye söylendim içimden.

Yürüdüğümüz koridorun sonuna yaklaşırken "Dursana biraz." diye konuştum. Durup yine yarı bedenini bana döndüğünde omzunun üzerinden gözlerime bakıyordu.

"Hırkanı verir misin? Böyle rahat edemedim de..."

Çok oluyor muyum diye düşündüğüm olmamıştı hiçbir zaman çünkü bu hayatta kendimi zor durumlara sürüklediğim bir an da hiç olmamıştı. Oysa dün geceden beri yoğunluğuna hissettiğim duygulardan biri de buydu. Fazla olmak, bir yere fazla gelmek... Sadece iki kelimelik varlığıyla bile insanı utanç çukuruna sokup çıkarabilirdi bu his ve bu kelimelerden bahsetmek dışında bunu yaşıyor olmak sanki beni ayak üstü o çukurlarda sınıyordu.

Bir şey söylemedi, sadece gözlerime baktı. Bakarken başka şeyler geçirdi aklından bundan emindim ve zihninde benimle tartışıyor mu yoksa beni anlamaya mı çalışıyor bunu gerçekten bilmek istedim şu an için bunun imkansız olduğunu bile bile.

Hırkasını çıkarıp ellerime bıraktı, hırkayı giyene kadar da gözleri üzerimden ayrılmadı.

"Artık hazırsan bir şeyler yiyelim bence."

Kafamı sallayıp dar ama yine de bizi yan yana kabul eden koridorda onunla birlikte ilerledik. Güverteye çıkan merdivenin başına geldiğimizde basamaklara ilk adımı o attı. Ben de onun gibi merdivene adımlamaya yeltenecekken maviyi daha önce hiç bu kadar güçlü görmediğim için donup kalmıştım. Sadece bununla da kalmadı tabii, o ansız endişe bir anda Alphan'ın koluna tutunmamı ve onu da durdurmamı sağladı. İki basamak üstteyken başını eğip bana doğru baktı ve sorunu anlamaya çalıştı. Kaşları çatılmıştı fakat anlayışlı soru işaretleriyle doluydu gözleri.

"Bunu bu kadar kolay hazmedemiyorum. Etrafa baksana... Bir anda hiç bir bina, ağaç, bir sokak lambası bile görememek... Bu kadar korkuyor olmam normal mi?"

Sorunu anladığında, gözlerimdeki korku olarak adlandırdığım şeyi gördüğünde kolundan destek almamı sağlayarak beni bir kat daha yukarı çekti. Maviye kaçak bakışlar atarken gözlerim sürekli Alphan'la buluşuyordu ve böylesi şimdilik daha güvenli geliyordu. Kolundaki elim gevşemiyordu ve o da bırakmam için bir girişimde bulunmuyordu.

"Korku değil o hissettiğin. Ben burada ne yapacağım hissi, her şeyi nasıl tekrar yoluna koyacağım endişesi gözlerindeki. Korkak bir kız değilsin çünkü. Ben henüz ağlayıp sızladığını görmedim. Planlarında hesap edemediğin şeyler gözüne aşılmaz bir dağ gibi görünüyor ama halbuki bu gemiyi de bir liman bekliyor."

Bir süre durdu ve sözlerini iyice kavramamı bekledi. Kendime itiraf edemediğim şeyleri, korkunun ardına sakladığım hislerimi bulup çıkardı yerinden ve o kadar da zor olmadığını gösterdi birkaç cümleyle.

"Elbette karaya ulaşacağın tasalanma, sadece biraz günler sürecek o kadar."

Son cümlelerinden sonra birlikte güverteye çıkmamız çok sürmedi. Kafamdaki düşünceler ve boş fikirler zihnimin bir köşesinde kuru gürültü yapmaktaydı ve beni buraya kadar getiren tüm hisler bir süreliğine sükûnet altındaydı. Artık biraz anda kalmalıydım ve gündelik hislerle yol almalıydım. Örneğin şu an bulunduğum yeri, içlerinde bulunduğum insanları tanıma merakı içinde olmalıydım. Kolayca giderilebilecek basit bir histen ibaretti bu ve göğsümü daraltan başka hislerle yoğrulup kendime eziyet etmektense iyi niyetli merakımı içten bir samimiyetle karşılamak istedim. Ben hayat üzerinde gönlümce planlar yaparken hayatın da beni kendi planlarına dahil etmesine izin verdim.

Güvertedeki masaya yaklaşırken Alphan'ın kolunu bırakmam gerektiğinin farkına varıp elimi kolundan çektim. Küçük bir çocuk gibi görünmenin alemi yoktu. Tamam, şu an sadece onu tanıdığım için bir süre onun etrafında dolanmaya devam edecektim fakat artık korkaklık yapmayacaktım.

Korkak bir kız değilsin çünkü.

Henüz ağlayıp sızladığını görmedim.

Alphan'ın oturduğu pufa, onun yanına oturdum. Kahvaltılıklar masaya dizilmişti ve neden ortalıkta kimse yok diye düşünürken elinde çay demliğiyle benim yaşlarımda kumral bir çocuk bize doğru yaklaştı. Yüzünde garip bir ifade vardı, gözleri kısık bir şekilde sanki beni tanımaya çalışıyordu. Tanıyamadığı için de şu an yüzünde komik bir ifade vardı.

"Oğlum ben bizimle kafa buluyorsun sandım ya!"

Onu tanımadığım için karşılaştığımız ilk anda fazla göz teması kurmak istemedim. Gözlerim masaya çevrildi ve bizi hafif hafif sallayan denize, aynı zamanda yavaşça ilerleyen gemiye alışmaya çalıştım. Alışmanın kötü bir duygu olduğunu bilsem de şu an en çok buna ihtiyacımın olması doğru yanlış ayrımında bana dengeyi şaşırtıyordu. Aldırmadım.

Gemide bir kadın görmeyi beklemediği için haklı bir şaşkınlık yaşayan çocuk karşıma geçip otururken "Oha" dedi. Sonra yanlış bir şey söylediğini düşünüp elini dudaklarında ve çenesinde dolaştırdı. Ben bu komik tavrına gülerken sözü tekrar aldı.

"Kusura bakma, Uras ben." deyip elini uzattı. Gerçek bir tanışma anı yaşadığımı anladığımda sanki bir onay almam gerekiyormuş gibi kısa bir an Alphan'a baktım. Bana sorun yok dercesine göz kırpıp Uras'ın masaya bıraktığı çay demliğine uzanıp bardakları doldurmaya başladı. Ben de elimi uzatıp "Alina" dedim ve sanırım artık ilk seviyeyi atladım. Geriye iki kişi daha kalmıştı.

Alphan doldurduğu bardaklardan herhangi birini önüme bıraktığında teşekkürümü yarım bir gülümsemeyle ettim. Uras ufak ufak ağzına bir şeyler atarken diğerlerini tanımasam da yemeye başlamak için Alphan gibi herkesin masaya toplanmasını bekledim.

"Demek İtalya'ya kadar bizimlesin." dedi Uras lokmalarının arasında.

"Gemi İtalya'ya mı gidiyor?" dediğimde sorum Alphan'a yönelikti. Sesimde herhangi bir şaşkınlık, korku gibi bir duygu yoktu. Sadece bir adım sonra kendimi nerede bulacağıma dair öğrenmek istediğim bir soruydu işte.

Kafasını sallayıp beni onayladığında ne hissettiğimi anlamak için yüzüme bakmaya devam ediyordu fakat İtalya'ya gittiğimizi öğrenmem beni ne rahatsız edecek bir şeydi ne de mutlu edecek bir şey. Dün sabah evden çıktığımda planlarımda başka bir şehir varken şu an başka bir ülkeye gittiğimi öğrenmem uç fikirler olsa da bu beni çok sarsmadı çünkü iki türlü de tanımadığım bilmediğim bir yerde, bana yabancı olan insanların arasında olmuş olacaktım.

"Hiç gitmediğim bir yer değilmiş en azından." dedim ve bunun beni biraz olsun memnun ettiğini onlara yansıttım aslında içimde herhangi bir duygu kıpırdamazken.

"Bir ben gitmedim herhalde şu memlekete. Sen hangi şehrine gittin?" diye bir soru sormuştu Uras. Ona cevap vereceğim sırada ortama düşen ayak sesleriyle dikkatim dağılmıştı ve o saniyeden sonra Uras'ın sorusu da aklımdan çıkıp gitmişti.

"Günaydın çocuklar." diye babacan bir ses kulakları doldurduğunda kafamı kaldırıp o kişiye bakmama kalmadan masanın başındaki boş sandalyeye oturmuştu. Daha bu yaşça bizden büyük adamı göz hapsine alamadan bir diğer kişi de Uras'ın yanına oturmuştu ve sanırım artık İtalya'ya kadrosu tamamdı. Hem de bir fazla ile...

"Amca, geç kalktın bu sabah?" dedi Alphan sorarcasına ve bu durum hayret verici bir şeymişçesine.

Alphan'ın amca diye seslendiği kişi bizden büyük olan adamdı. Yaşlı adam Alphan'ın sorusuyla Uras'a kızgın bir bakış attı ve "Uras'a sorsana neden geç kalkmışım." dedi. Bakışlarında yalandan bir kızgınlık vardı adamın ve hep birlikte masaya oturduğumuz ilk anda dikkatleri üzerime çekmiyor olmak da biraz rahatlatmıştı beni.

Alphan kaşlarını çatarak Uras'a döndü. "Ben demedim mi sana saçma sapan şakalarınla Paşa'ya bulaşma diye?"

"Dur hemen yükselme ya, yapmıyorum ona şaka falan merak etme. Gece nöbet bendeydi ya uyuyakalmışım, Paşa'da sabahlamış benim yerime sağ olsun." dedi Uras. Sonra bunun üzerinde derin derin düşünmüş gibi bir yüz ifadesiyle "Ondan geç kalkmış olmasın?" diye sordu. Alphan ona kızmasın diye onu yumuşatmaya çalıştığı ortadaydı.

Uras, adının Paşa olduğunu anladığım yaşlı adama gülücükler yollarken Alphan biraz öncekinden daha az sert bir sesle "Biliyorsun nöbetin sende olduğunu, niye uyuyorsun?" diye konuştu.

"İlk nöbeti bana yazmasaydınız siz de." dedi Uras.

"İki gece sende haberin olsun."

Konuşmalarını gülümseyerek dinlerken herkes çoktan atıştırmaya başlamıştı. Ben de öylece durup onları izliyor olmamak için ufak ufak bir şeyler atıyordum ağzıma. Bu sırada Alphan'ın Paşa Amca'ya göz kırptığını gördüm ve aslında Uras'a kızmadıklarını o an anlamıştım.

"Tutarız ya, derdin iki gece olsun. Hem ne derler bilirsin, denizden korksaydık yelkenliye binmezdik." dedi. Kendi cümlelerine uydurduğu sözlere hafifçe kıkırdarken masadaki diğer bakışlar da beni buldu. Gülümsemem yavaşça silindi yüzümden ve çayımdan bir yudum aldım.

Alphan üzerimdeki bakışları fark ettiğinde şu anki endişemi ve çekingenliğimi bildiğinden duruma el attı. Eliyle çaprazında oturan adamı göstererek "Amcam Paşa," dedi ve karşısındaki adama kısa bir bakış atıp sonra da bana döndü. "Genco."

Onlara ufak bir tebessüm ettim, "Memnun oldum, ben de Alina." dedim ve bana aynı şekilde karşılık verdiler.

Aldığım birkaç lokmayla sanki fazlasıyla doymuşum gibi bir ağırlık karnımın tam ortasına yüklenmişti fakat mideme sadece bir iki lokma gönderdiğimi biliyordum. Gerginlik hissi beni yeterince doyuruyordu ve aynı anlarda bu insanlar beni güler yüzle karşılıyorlardı. Sonra beklemediğim bir soruyu Uras'ın yanında oturan ve masaya oturduğu andan itibaren ilk kez konuşan adam sorduğunda bir an öylece durdum.

"Ne hissediyorsun? Yani bu durum, sana nasıl hissettiriyor?"

O an diğerlerinden herhangi bir ses çıkmazken aslında saçma veya sorulmayacak bir soru sormadığını herkes gibi ben de biliyordum. Benim için onların ne hissettiği, ne düşündüğü önemli olduğunu gibi Genco'nun kafasında benim ne hissettiğim merak konusu olmuştu. Olabilirdi, çok normaldi.

Her konuşmam gerektiği anda önce Alphan'a kayıyordu bakışlarım, onun gözlerinde bir şey arıyordum sanki. Beni durduracak veya devam ettirecek bir şey... Yine öyle bir anda bu sefer bana bakmıyor önündeki yiyeceklerle ilgileniyordu diğerleri gibi fakat diğerlerinin kadar onun da dikkatinin vereceğim cevapta olduğunu biliyordum.

"Tuhaf... Tuhaf ve şaşkınım. Bu her neyse, çok beklenmedik benim için. En az sizin kadar."

Biraz durduktan sonra durumu biraz daha açıklama ihtiyacı hissettim. "Evimde geçirdiğim son günlerde neyin doğru neyin yanlış olduğunu sorguladığım bir dönemdeydim. Kendim için doğru olan şeyi, gitmek istediğim yolu arıyordum açıkçası fakat şimdi buradayım ve hâlâ neyin doğru neyin yanlış olduğunu bilmiyorum. Doğru bildiğim şeyi kabul ederek yola çıkmıştım halbuki fakat doğrunun beni sürüklediği noktaya da çok yabancıyım."

Uzun cümlelerim boğazımda bir kuruluk hissi yaratmıştı. Hissettiklerimden söz ederken dürüst ve sahici olmaya çalışıyordum, gerçek şeylerden bahsetmek beni daha güvende hissettiriyordu. Alphan'ın dediği gibi kimseye bir şey izah etmek zorunda hissetmiyordum kendimi fakat hislerimi ve yaşadığımız bu şeyi onların da anlamasını istediğim bir gerçekti.

"Yola çıkmak benim fikrimdi fakat böylesine kaybolmak, kendimi koca bir denizin ortasında bulmak... Açıkçası dün, hayatımda birçok şeyin kontrolümden çıktığı bir gündü."

Sözlerim bittiğinde, onlara hislerimden bahsettiğimde sanki onlarca yıldır yaşayan bir ihtiyarın hayatın ona yaşattığı onca şeye rağmen yine de yüzünde oluşan gülümseme gibi bir tebessüm vardı yüzümde. Bu tebessüm biraz yaşanmışlık dolu, biraz keşkeler barındırıyordu.

"Zaten hiçbir zaman kontrol edemezsin hayatı, işler istediğin gibi gittiği sürece kontrol edebildiğini sanırsın sadece. Ama önemli olan ne biliyor musun kızım,"

Uzun cümlelere sığdırdığım hislerime birkaç dolu cümleyle cevap verdiğinde pürdikkat yaşlı adama bakıyordum. Boş konuşacak bir adama benzemiyordu ve benim tam da buna ihtiyacım vardı. Birileri beni anlarken aynı zamanda bana güzelce anlatsın doğruyu. Zorluklarından bahsetsin ilerinin, bana cesaret versin, beni desteklesin, attığım adımda arkamda dursun... Baktığında bunlar bir yabancıdan değil kendi anne ve babamdan beklemem gereken şeylerdi fakat bana, yol gösterilmesi gereken yerde o yolu başkaları yürüyecekmiş gibi, kendi yaşamımda hiçbir hükmüm yokmuş gibi davranılmıştı.

Nedir dercesine gözlerine baktığımda bu sefer bendeki gülümsemeden yaşlı adamda da oluştu fakat onunki gerçekten yaşanmış uzun bir hayattan izler barındırıyordu.

"İşler istediğin gibi gitmediğinde senin nerede durduğun, devam etme gücünü kendinde bulup nasıl dik durabildiğin."

Sonucu istediğim gibi olsun ya da olmasın, her şey planladığım gibi sürsün ya da sürmesin Paşa amca, olabilecek her şeye cesaret edip ihtimallere karşı psikolojik bir güç ortaya koyduğumu, en başında o gücü kendimde bulduğumu hatırlatmıştı bana. Bendeki etkisini bilmeden kurulan cümlelerden biriydi yine söyledikleri fakat uzun bir zamandan sonra bu cümleler karşısında kırgınlık hissetmiyordum.

Bir süre daha kahvaltı masasında bir şeyler atıştırdığımızda ortamda samimi bir sohbet havası esiyordu. Bana sorular sorup beni bunaltacak kadar sıkıştırmıyorlardı fakat yine de beni buraya getiren şeyi merak ettiklerini, belli etmeseler bile biraz şaşkın olduklarını, Uras'ın merakına yenik düşüp sorduğu şeylerin temelindeki hissi anlayabiliyordum. Bu yüzden bahsi geçen konularda ben de konuştum, ne kadar Alphan'a açık olduğum kadar olmasa da onlara da birkaç şeyden bahsettim. Uras'ın salla gitsin tavırlarına gülerken Paşa amcanın konuya fazla derinlik getirmeden yaşanmışlığının ona kattığı düşünceleri durup düşündürdü beni. Daha öğlen vakti olmadan çok şey yaşamış, çok fazla hisle haşır neşir olmuş gibiydim fakat kötü hissetmiyordum. Tanımadığım insanlarla bir masanın etrafında toplanmışken de, onlarla konuşurken de kötü hissetmedim.

Kahvaltı bitip herkes bir yerlere dağıldığında masayı toplaması için Uras'a yardım ettikten sonra sabah gözümü açtığım kamaraya geri döndüm. Üstümdeki hırkayı çıkarıp rahatlarken her şeyin aslında o kadar da zor olmadığını, en zor kararı evimden çıkarken verdiğimi, hissettiklerimin insani şeyler olduğu fakat yine de beni yıkamadığını anlamam çok zamanımı almamıştı. Çabuk farkındalıklar zaman geçtikçe bana iyi geliyordu. Bunda onların bana karşı tavır ve davranışlarının da, sarf ettikleri cümlelerin de payı vardı. Hiç kimse bir şeyleri yokuşa sürmek ya da olayı çıkmaza sokmak gibi bir şeyin peşine düşmemişti, bu da şu sıra en büyük şanslarımdan biri olabilirdi. Korktuğum şeyler başıma gelmemişti şimdilik.

Kamarada oturmaktan ve düşünmekten başka yapabileceğim bir şey yoktu. Anladığım kadarıyla diğer herkesin gemide ilgilenmeleri gereken şeyler vardı fakat son dakika buraya dahil olmam elimi kolumu bağlarken beni bir süre boşlukta bırakacaktı. En azından İtalya'ya gidene kadar bir şekilde uzunca boş vakte sahip olmuştum. Bunu iyi kullanmalıydım.

Alphan'ın bir süre odasına gelmeyeceğini düşünerek zararsız bir merakla odasını incelemek istedim. Kuytu köşeleri karıştırmak gibi bir merak değildi bu, sadece odasında ilk göze çarpan şeyleri, mesela yatak başlığının sağ çaprazında duran kitap raflarında oyalanma fikri geçti aklımdan. Onun yattığı tarafa geçip rafların önünde durdum. Burada çok fazla kitabının olduğu söylenemezdi, en fazla on tane kadar romanı vardı. İlk bakışta gözüme çarpan kitap isimlerinden anladığım kadarıyla daha çok bilim kurgu ve distopik romanları okumayı seviyordu. İçlerinde benim de okuyup beğendiğim kitapları görünce kitap zevkimizin yakınlık gösterdiğini anlamam çok sürmedi. Onu bir şekilde ufak ufak tanımaya çalışıyordum.

Kitaplarının arasında benim de okuduğum kırmızı kapaklı Ray Bradbury'nin Fahrenheit 451 kitabını elime aldım. Sayfaları okunduğunu belli eder gibi kolayca çevriliyordu. Kitabın arasında birkaç not kağıdı görmemle özel bir şey olabileceğini düşünerek kitabı kapatıp yerine bıraktım. Ardından kalın romanlarının arasında incecik beyaz bir kitap dikkatimi çekti. Köşesinden tutup elime aldığımda Kafka'nın Babaya Mektup isimli kitabıydı. Kitabın arka kapağını okuduğumda yazarın babasına gerçekten yazdığı bir mektup olduğunu öğrenmem daha çok ilgimi çekmişti ve rastgele bir sayfayı araladım. Altmış dokuzuncu sayfanın alt satırlarındaki yazı beynimde şimşekler çakmasına sebep olmuştu.

"Yaşadığım yerde değersiz, kınanan, kolu kanadı kırık biriydim ve başka bir yere kaçmak için son derece büyük çaba harcadım..."

Bu iki satır, sanki dün geceden beri kendimi açıklamaya çalıştığım cümlelerin özetiydi, sanki benim zihnimden kopan bir çığlık gibiydi. Öyle hissettirmişti. Elimdeki kitap belki yüz elli sayfa bile değildi fakat avucumdaki tüm manevi varlığı onu yerine koymama büyük bir engeldi. Aldım, elimde tuttum onu. Zararsız merakımı giderdikten biraz sonra yatağa oturup muhtemelen bir solukta okuyup bitirecektim bu kitabı.

Kitap rafına son bir bakış atıp kamaranın girişinde sağındaki şifonyere ilerledim. Üzerinde küçük bir plak çalar, arasında ayraç olan yine bir kitap - muhtemelen şu sıra bu kitabı okuyordu - ve içinde deniz kabukları olan bir kavanoz vardı. Kullanmayı bilmediğimden plak çalara dokunmayı düşünmedim fakat kavanozun içindeki deniz kabukları da farklı şekilleriyle gözüme güzel görünmüştü. Sıradan bildiğimiz deniz kabukları gibi şekilleri yoktu ve buraya her bulduğu deniz kabuğunu da eklemediği belliydi. Hepsi hemen hemen birbirinden farklıydı, farklı şeyler ilgisini çekiyor olmalıydı.

Daha fazla dayanamadan birkaç dakikadır aklımı meşgul eden kitabın ilk sayfasını araladım ve yatağa doğru ilerledim. Yastıkları düzeltip yatağa uzandım ve tek bir cümlesiyle üzerimde güçlü bir etki bırakan kitabı okumaya başladım.

Uzunca bir süre sonra kitabın yarısından fazlasını tüketmiştim ve rastgele açıp okuduğum sayfaya geldiğimde kitap istemsiz bir şekilde yavaşça düştü göğsüme. Kitabın bendeki manevi ağırlığı göz kapaklarıma kadar ulaşmıştı ve kitap göğsümde iki yakası açık halde, öylece yatarken, bu ağırlığa karşı koyamadım.

 

 

***

DEVAM EDECEK...

 

 

 

 

Loading...
0%