Yeni Üyelik
1.
Bölüm

1. Bölüm "Herşey Yeni Başlıyor"

@sessizdusler

Hayatta aşk kavramı tam olarak nedir? Sevgi, sadakat, tutku, siz nasıl tabirlersiniz? Aşk sadece insanın kalbine mutluluk tohumları mı eker? Aşık olan biri hiç acı çekmez mi? Yada tabiri caizse herkesin anlattığı gibi toz pemde değil midir? Kimi için aşk denen bişey yoktur, o duygunun içinden geçen organ, sadece bir kan pompasından ibarettir. Kimi için aşk sadece daha iyisindedir, ilk gördüğü kişiden daha güzeli, daha iyisi kimse ona daha çok aşık olur, kimisi için 5 dakikalık heves, kimisi için bir ömürlük, kimisi içinde sonsuza kadar sürebilecek kalpte ve ruhta saklanan o hazin duygudur. Şimdi sizin okuyacağınız bu hikayede, belkide hiç okumadığınız bir aşk hikayesiyle karşılaşacaksınız. Hikaye 16 yaş altı okuyucular için uygun değildir. Umarım keyifle okursunuz, iyi okumalar..;)

  

Aylardan Eylül ayıydı, sonbaharın serin rüzgarları ağaçların dallarındaki kuru sarı yaprakları savurarak okşayıp tek tek düşmelerine sebep oluyordu. Ancak bu sonbahar rüzgarının okşayıp savurduğu tek şey ağaç yaprakları değildi. Sokakta yirmili yaşlarda bir genç kız koşuyordu. Rüzgarla beraber kestane rengi uzun dalgalı saçları savuruyor, kahvenin koyu tonlarındaki gözleri rüzgar sebebiyle kısılıyordu. Sağ kolundaki krem rengi tek gözlü çantası ve ayaklarındaki sandaletlerle son hızıyla koşarken soluk soluğa kalmıştı. Bu kızın adı Bahardı. Biraz sakar, neşeli ve şakacı olan bu kız, güzelliğiyle bütün erkekleri büyülerdi, bembeyaz pamuk gibi teni, pespemde dudakları ve ince uzun kirpikleriyle herkesi kendine hayran bırakırdı. Saat 5 olmuştu ve yeğeni Umut'u okuldan almaya yine gecikmişti. Soluk soluğa derin derin nefesler alırken gülümsemesi bir nebze olsun düşmemişti o güzel yüzünden. Okulun önüne vardığında yeğenini somurtmuş bir halde onu beklediğini gördü. Sonra derin bir iç çekti ve alnındaki teri silerek "Halacım özür dilerim biraz geciktim, ama kendimi affettirmek için sana çikolata aldım." dedi. Umut somurtarak "Off ya Bahar hala! Bu sefer beni çikolatayla kandıramazsın, valla bak bi daha böyle bişey olursa senle konuşmam!" dedi. Bahar ise gözlerini kısarak o tatlı sesiyle "Sana söz veriyorum, bir daha böyle bişey olmayacak." dedi ve elini Umut'a uzattı ve Umut ise elini tuttu.

Biraz yürüdükten sonra Bahar'ın telefonu çaldı. Bahar çantasından telefonunu çıkardıktan sonra telefonda yazan ismi görünce duraksadı gözlerini yumdu ve kafasını gökyüzüne kaldırarak derin bir nefes aldı. Arayan, nişanlısı İlyastı.

Bahar İlyas ile sevmeden nişanlanmıştı. Eskiden ailesinin yüksek miktarda banka borçları vardı, bu borç ödenecek gibi değildi, iflasın eşiğine gelmişlerdi. İşte o zamanlar Bahar'a saplantılı ve çok zengin bir adam olan İlyas, Bahar ile evlenme karşılığında bütün borçları kapatacağını söylemişti. Bahar ise aile baskısı yüzünden istemeden İlyas ile evlenmeyi kabul etmişti. İlyas tam bir kadın düşkünüydü, ensesine uzanan sürekli geriye doğru taradığı siyah saçları, kısa kirli sakallarıyla beraber sol eliyle sürekli oynadığı uzun bıyıkları vardı. Sürekli siyah takım elbise giyinirdi ve çok sert yapılı bir adamdı. Bir sürü emrinde olan adam vardı, ancak Bahar ve ailesine hep iyi davranırdı. İlyas'ın bu değirmeninin suyu karaparadan geliyordu, ancak Bahardan sakladığı tek şey bu değildi... İlyas, başka kadınları sadece zevk amaçlı kullanırken Bahar'ı gerçekten çok seviyordu, ve nişanlısı olarak Bahar'ı çok arzuluyordu. Ne kadar Bahar'a yakınlaşmaya çalışsa Bahar buna izin vermiyordu. En azından onun o pespemde dudaklarının bir kez olsun tadına bakmak istiyordu. Ancak bırakın öpüşmeyi, Bahar elini tutmasına bile müsaade etmiyordu. Çünkü Bahar onu hiç sevmiyordu, ve ona karşı içinde neden olduğunu bilmediği bir sıkıntı vardı. Ancak İlyas sabırlıydı, çünkü ona sahip olmasına sadece 3 hafta kalmıştı, sonra evleneceklerdi ve Bahar istemese bile ona sahip olacaktı.

Bahar biraz duraksadıktan sonra telefonu isteksizce açtı ve tahammülsüzce "Ne oldu?" dedi. İlyas ise kendinden emin bir ses tonuyla "Senin o tatlı sesini özledim gülüm." dedi. Bahar gözlerini kaydırarak "Daha iki saat önce yan yanaydık ne ara özledin beni?" dedi. İlyas ise o sert ve kalın sesiyle "Ben seni her zaman her saniye özlüyorum, ama az kaldı merak etme. Üç hafta sonra tamamen benimsin." dedi. Bu sözlerden Bahar oldukça rahatsız olmuştu, daha İlyas'ın elini bile tutmasına izin vermezken evlenirse ne yapacağını düşünüyordu. Sonra derin bir iç çekti ve "İlyas, benim Umut'u eve bırakmam gerekiyor şarjım az kapatıyorum." derken İlyas hemen lafa atlayarak "Dur kapatma! Akşam çayına ben size geleceğim haberiniz olsun!" dedi. Bahar bunun isteksizce "Tamam, bekliyoruz." dedi ve telefonu kapattılar. Bahar bu içindeki sıkıntı ile birlikte Umut'u alıp eve gitti. Ev mis gibi yaprak sarması kokmuştu. Bahar bu kokuyu alınca asılan suratı birden gülümsemesi yerine geldi ve koşarak mutfağa gidip annesi Hatice'ye arkadan sıkıca sarılıp yanağına içtenlikle dolu bir öpücük bıraktı. Annesi gülerek "Tamam, dur deli kız! Düşüreceksin beni, hadi git Elif'i çağır çalışmaktan gözleri bozuldu kızın gelsin yemek yesin, zaten abin ve babanda şimdi gelecek sofrayı kurmamda yardım edin bana." dedi. Bahar gülümseyerek Elif'in yanında gitti. Elif ve Bahar aynı odayı paylaşıyordu, Elif'in öyle gözlük takıp neredeyse kafasını test kitaplarının içine koyacağını görünce kahkahalar atıp "Elif, bence biraz daha kafanı yapıştır test kitabına daha net görürsün!" dedi. Elif açık kahverengi kıvırcık saçlarını eliyle ovuşturup kaşlarını çatarak "Abla sizin şimdi bana destek olmanız lazım! Geçen sene istediğim üniversiteyi alamadım ama sana inat bu sene alacağım!" dedi. Baharda alaycı tavırla "He he alırsın, hadi gel annem yemeğe çağırıyor." dedi.

Sofrayı beraber kurduktan sonra kapı zili çaldı, Bahar hemen koşup kapıyı açınca gelenlerin abisi Kemal ve babasi Hüseyin olduğunu gördü. Gülümseyerek "Hoşgeldiniz yakışıklılar." dedi. Bunun üzerine ton ton babası gülerek kızını yanağından öperken abisi gülerek "Yalakalık yapma lan." deyip kafasına vurup içeri girdi. Hep birlikte sofrada yemek yerken Hatice'nin birden başı döndü, herkes telaşla onun etrafına toplanırken Elif su getirmeye koştu. Bahar titrek bir sesle "Anne senin bu günlerde başın çok dönüyor hasteneye mi gitsek?" dedi. Hatice ise her orta yaşlı kadın gibi hastaneleri pek sevmediğinden "Yok kızım orda ne yapacaklar bana, tansiyon düşüklüğüdür." deyip konuyu geçiştirdi.

Türkiye'nin en önemli şirketinin varislerinden biriydi Murat Karahanlı. Güçlü, zeki, yakışıklı ve bir o kadarda küstah ve kibirliydi. Kendini çok beğenirdi, paranın açamayacağı hiçbir kapının olmadığına inanır, insanları parayı taparcasına sevdiklerini düşünürdü. Kadınlardan nefret ederdi, çünkü kadınların para uğruna hep etrafında pervane olmaları midesini bulandırıyordu. Tabii hayatında hiç aşık olup sevmemişti, hep hayatının bir noktasında tıkanır, bir parçanın eksik olduğunu hissederdi. Evet, gençti, yakışıklıydı, zengindi ancak annesi yoktu. Annesi Leyla onu doğururken ölmüştü. Annesinin boşluğunu hep içinde hissettiği için bütün hayranlığını saygısını ve sevgisi babası Halit Bey'e vermişti. Babasının bir dediğini iki etmez gözlerinin içine bile bakmaya çekinirdi. Babası Halit Bey annesi öldükten sonra ailesinin baskısıyla üvey annesi yani Müjgan Hanım ile evlenmişti. Çok geçmeden ondan bir çocuğu daha olmuş adını ise Hakan koymuştu. Halit Bey'in toplamda dört çocuğu vardı. Leyladan en büyük çocuğu Asya sonra Barış ondan sonra Murat ve sonra Müjgandan Hakandı. Halit Bey bütün çocuklarını severdi ancak onda Murat'ın yeri ayrıydı. Çünkü ilk aşkına yani Leyla'ya acayip şekilde benziyordu. Annesi gibi sarı saçları ve ela gözleri vardı. Pek fazla gülümsemesede çok nadirde olsa gülüşündeki gamzeler annesininkini andırırdı. Bu yüzden Halit Bey şirketteki gelecek varisi kendi kafasında belirlemişti ve bunu açık bir şekilde belli ediyordu. Zaten Barış bir kaza sonucu engelli kalmıştı ve hâlâ o kazanın psikolojisinden çıkmamıştı. Yaklaşık 1 yıl önce ormanda arkadaşlarıyla hızla araba sürüp eglencesine takılırken kaza yapmış ve bunun üzerine beyninde hasar kalıp sağ kolunda istem dışı kasılmalar, titreme ve hissizlik oluyordu. Asya ise yaklaşık 3 sene önce eşini kaybetmiş kızı Kumsal ile babasının evinde kalıyordu. Halit Bey Hakan'ın zaten pek görüşlerini önemsemezdi ve varını yoğunu Murat'ın üzerinde tutardı. Buda Murat'ın iyice şımarmasına ve erkek kardeşleri arasında kıskançlığa yol açardı.

Murat gece saat 10 civarında şirketteydi ve 30 milyon dolarlık bir anlaşmayı düzenliyordu. Bu anlaşma Bitcoin'e bağlıydı ve çok riskliydi. Ancak Murat riski severdi ona göre başaramayacağı hiçbirşey yoktu. Bir yandan kadehteki şarabını yudumlarken dikkatli gözlerle ekranı incelerken birden biri bilgisayarı yüzüne doğru kapattı. Murat kaşlarını çatarak karşısına bakınca önünde abisi Barış'ı gördü. Murat irkilircesine kaşlarını kaldırdı ve abisine "Ne var Barış? Ne oldu?" dedi. Barış ise Murat'a "Murat bu proje asla olmayacak tamam mı? Sen bizi batırmayı mı düşünüyorsun?" dedi kararlı bakışlarla. Murat ise pişkin bir şekilde koltuğuna yaslanarak "Ben batırmam merak etme." dedi. Barış ise sinirlenerek "Murat, bak bir kerede benim sözümü dinle, yeter artık kendini bizden üstün mü görüyorsun? Bak sen çok oldun. Bu projeyi yapmayacaksın!" dedi bağırarak. Murat ise aynı pişkinlikle ve biraz sarhoşlukla alaycı tavırla kaşlarını kaldırıp "Yaparsam ne olur? Vurur musun beni?" dedi. Bu laf Barışa bi hayli dokunmuştu ve Barış Murat'ın üzerine bağırarak önündeki bilgisayarı alıp yere vurdu. Murat bunun üzerine ayağa kalktı. Çok öfkelenmişti, çünkü o projenin kopyası yoktu ve tek o bilgisayarda kayıtlıydı. Bunun üzerine Barış alaycı bir şekilde "Şimdi ne bok yiyeceksin bakalım?" deyince Murat'ın şantelleri iyice attı ve Barış'a bağırarak "Lan sana mı kaldı benim yapacağım proje!? Babam bana güveniyor o birşey demiyor sana mı kaldı!? Babam niye şirketinin ağırlığını bana veriyor biliyor musun!? Çünkü ben senin gibi yarım değilim!" derken duraksadı. O son kelimesi bir anlık öfkeyle çıkmıştı ağzından. O öfkeli sert bakışlarının yerini pişmanlık kaplamıştı, ancak o Murat Karahanlıydı. Kimseden özür dilemezdi. Barış'a bu laflar kurşun gibi değmişti. Gözleri dolmuş ve pürüssüz bir damla şekilden yanaklarından süzülmeye başlamıştı. Barış yutkundu ve titreyen sesiyle "Haklısın, ben yarımım..." dedi ve koşarak şirketten uzaklaşırken Murat arkadan tedirgin bir sesle "Barış, ben öyle demek istemedim..." derken zaten Barış onun sesini bile duymadan gitmişti. Murat vicdan azabı çekmeye başlamıştı. Geriye doğru sendeledi ve duvara yaslandı gömleğinin ilk iki iliğini açtı ve derin bir nefes aldı.

Barış çoktan arabaya binmiş son sürat yolda ilerliyordu. Karanlığın, şiddetli yağmurun ve felaket derece olan fırtınanın ortasında yolu görmek oldukça zordu. Barış ormana doğru gidiyordu, kaza geçirdiği o ormana... Sanki yarım bıraktığı işi tamamlamaya çalışırcasına arabayı sürüyordu. Belki bir umut ölürdü de artık kimse onun bu durumunu yüzüne vuramazdı. Ormanın derinliklerine giderken Barış son anda bu intihar fikrinden vazgeçti ve arabayı durdurdu. Derin derin nefesler alıp hıçkıra hıçkıra ağlarken arabadan çıktı ve kendini yağmurun altına bıraktı. Yağmura karışan o toprak kokusu nefesini açıp ona huzur veriyordu. Aslında yağmur onu biraz sakinleştirmişti. Taki o sakinlik ormanın derinliklerinden gelen silah sesiyle bozulana kadar...


Akşam saat 8 civarlarında İlyas çaya Baharlara gelmişti. Yaklaşık iki saat boyunca oturduktan sonra İlyas'ın telefonun üst üste çalmaya başladı. Telefon sessizdeydi evdeki hiçkimse bunu pek umursamasada Bahar, kimin onu bu kadar üst üste aradığını ve İlyas'ında sürekli meşgule almasını merak etmişti. En son İlyas bir boklar olduğunu anlamış olacak ki Baharlara bakıp "İzninizle bu telefona bakmam gerekiyor" dedi. Bunun üzerine biraz panikleyen Hüseyin "Oğlum kötü birşey yok di mi?" dedi. İlyas biraz sersemlemişçesine "Yok, yok." dedi ve hızla dışarı çıktı. Bu Bahar'a biraz şüpheli gelmişti. Bu telefon görüşmesi ne kadar gizli olacaktı ki bu yağmurlu havada dışarı çıkmıştı? İlyas'a ne olduğunu sormak için hızla kapının arkasındaki kahverengi paltosunu giyip arkasından gitti. Ufak adımlarla bahçe kapısının önüne kadar vardığında kapı arasından İlyasın yaklaşık 1 metre uzağında park ettiği arabasının önünde olduğunu gördü. Ancak duraksadı çünkü İlyas telefondaki adamla çok şiddetli şekilde kavga ediyordu ve ana avrat birine sövüyordu. Bahar bundan oldukça gerilmişti hafif yağan yağmur taneleri onun bembeyaz kesilmiş yüzünü ıslatırken gizliden İlyas'ı dinlemeye başladı. İlyas o öfkeli ses tonuyla "Lan o orospu çocuğunu öldürmeyin, ben öldüreceğim onu bekleyin!" dediğini duyunca, Bahar'ın bütün vücudu kaskatı kesilmişti. Yüreği ağzına gelecek kadar hızla çarpıyor, nefesi titriyordu. Eli ayağı boşalmıştı. İlyas'ı hiç tanımadığını aslında yeni tanımaya başladığını anlamıştı. Nasıl bir kabusun içindeydi. Evleneceği adam böyle şerefsiz biri miydi? Sonra İlyas'ın telefonu kapattığını ve arabaya binip uzaklaşmaya başladı. Bahar telaşla hemen yola fırladı sonra arkasında duran far ışıklarını gördü. Evet, biraz size tuhaf gelebilir ama İstanbul gibi bir şehirde o geceki şansına arkasında taksi olduğunu görmüştü Bahar hızla taksiye binerek telaşla taksiciye "Şu siyah arabayı takip et!" dedi ve İlyas'ı takip etmeye başladı...

Bahar İlyas'ın gerçek yüzünün ne olduğunu merak ederken bir yandan da korkudan tit tir titriyordu. Titreyen ellerini dizinin üzerinde sıkarken dişlerini ısırıyordu. Bu adamla 3 hafta sonra evlenecekti, bu olaya şahit olduğuna üzülmeli miydi yoksa sevinmeli miydi o da bilmiyordu. Ancak kalbi o kadar hızlı çarpıyordu ki sağ eliyle göğsünü bastırarak derin derin nefesler alıyordu. İlerken sokak lambaları tek tek azalıyor evler marketler gerilerde kalıyordu, başta hafif yağan yağmur şiddetli bir fırtınaya dönüşmüş ve etraf göz gözü görmez hale gelmişti. Yol ormanlı bir yere varınca taksici durdu. Bahar sinirle taksiciye "Abi niye gitmiyorsun, kaçırıyoruz arabayı!" dedi titrek bir sesle. Taksici ise "Bacım görmüyon mu yağmuru araba çamura mı batsın, ben burdan sonrasına gitmem." dedi. Bahar sinirle paltosundan çıkardığı paraları taksiciye verip İlyas'ın siyah arabasının arkasından koştu. Taksicinin dediği gibi oldu ve İlyas'ın arabasıda fazla ilerlemeden çamura battı. Etrafta ne ışık ne kamera, insan yaşamına ait hiçbirşey yoktu. Bahar yağan şiddetli yağmur ve fırtınadan dolayı etrafı net göremiyordu. İlyası uzaktan ancak karanlık bir figür gibi görürken hızlı ve sessiz adımlarla onu takip ediyordu.


Yaklaşık 10 dakika o derin sessiz ve kasvetli ormanda yürüdükten sonra Bahar yaklaşık 15 tane karanlık figürün bir çember halinde olduklarını ve ortalarında yere diz çökmüş ağlayarak af dileyen bir adam gördü. O 15 adamın sadece 2 tanesi el feneri yakmıştı ve zaten yanan o fenerde o ortadaki kader kurbanının üzerine doğru tutulmuştu. Bahar yaklaşık onların 10 metre uzağındaydı. Bir ağacın arkasına saklanmış, resmen korkudan ağaca sarılmış bir haldeydi. Tırnaklarını ağaç kabuğuna resmen saplamıştı. Diğer karanlık figurleri tam net gormesede İlyas'ı içlerinden ayırt edebiliyordu. Korku dolu gözlerle olanları izliyordu. İlyas ağır adımlarla çemberin ortasındaki adamın yanına yürüdü. O gaddar ve öfke dolu bakışlarla adama bakarken yağan yağmur saçlarını ve sakallarını ıslatıyordu. Adam kekeleyerek "Aa affet beni Celal abii ll lütfen ben bi eşşeklik ettim!" dedi. Yağan şiddetli yağmur soğuktu ama Bahar'ın başından aşağı kaynar sular dökülmüştü. Celal mi? Ne Celali? İlyas aslında Celal diye biri miymiş? Sahte bir kimlikle içlerine kadar sızan bir... Mafya mı..? Terörist mi..? Yoksa aranan bir katil mi..? Kimdi bu adam? Bahar bunca sorunun içinde boğulurken nefesi kesilmeye başlamıştı, her an düşüp bayılabilirdi ancak bayılmanın sırası değildi. İlyas alaycı bir şekilde kahkaha atarak "Lan sen gerçekten seni affedeceğimi mi sandın? Oğlum sen bizden gizli nasıl silahları ve uyusturucuları başkalarına satarsın? Senin hakkına düşen ne şimdi sen söyle bana." dedi. Tamam... Bu adam bütün sayılanların hepsiymiş. Bahar titreyen ellerini sıkarken etrafındaki çalı sesleri onu dahada geriyordu. Bi an olsun oraya atlayıp İlyas'a hesap sormak isterken bir yandanda artık İlyastan yani Celaldan korkuyordu. Adam ağlaya ağlaya İlyas'a yalvarırken İlyas sırıtarak adamın çenesini sıkarak kısık bir sesle "Bana ihanet edenin cezası bellidir." dedi ve cebinden çıkardığı silahı adama doğrultup kafasına sıktı. O kurşun sesi Bahar'ı yerinden sıçrattı, çığlık atmamak için ağzını kapattı. Neredeyse artık kalp krizi geçirecekti hâlâ etrafta o kurşun sesinin çınlaması vardı. Gökyüzünden yükselen şimşekler karanlık ve kasvetli gökyüzünü ikiye bölerken yağan yağmur resmen hüngür hüngür ağlarcasına yağıyordu. Baharda ağlıyordu. Bütün vücudu kaskatı kesilmiş nefes bile almayı unutacak kıvama gelmişti. İlyas ise bağırarak etrafindaki adamlarına "Bana yapılan ihanetin bedeli budur!" dedi. Sonra İlyas boynunu kütlettikten sonra koşarak bir adam oraya doğru geldi yüzü karanlık ve fırtınadan dolayı görünmüyordu. Adam sadece "Lan ne oluyor burda!?" diye bağırınca İlyas tam bir ruh hastası gibi gülümseyip "Sanada iyi geceler." deyip o adama da bir el ateş edip yere devirdi. Bahar artık çıldıracak kadar çığlık atmak istiyordu. O kadar şok içerisindeydi ki polisi aramayı bile akıl edememişti. İlyas kafasını gökyüzüne kaldırarak kahkahalar atarak "Kime niyet kime kısmet!" dedi. Sonra arkasındaki bi tane adama "Lan oğlum siz bana bu haberi verdiniz benim ateşim çıktı, bu yağmur bile söndüremedi, ancak Sümbül söndürür onu ara pavyonda mı?" dedi. Bahar kesik kesik nefesler alarak geri geri yürürken ayağı çamurda kayınca bi tane adam "Abi orda biri var!" dedi. Bahar bunu duyunca son gücüyle koşmaya başladı. Arkasından gelen silah sesleri onu daha çok paniğe ve korkuya sürüklerken ayakları sürekli kayıyor ve ikide bir çamurun içine düşüyordu. Yağan yağmur ve karanlık onun kaçmasını zorlaştırsada bir avantajı vardı ki arkadan koşan adamlar onu net göremiyorlardı. Onları bir şekilde atlattıktan sonra Bahar yaşadığı bu olayın psikoljisiyle yerle bir olmuştu. Bütün vücudu kaskatı kesilmiş zaman sanki onun için durmuştu. İlyas'ın iyi bir adam olmadığını biliyordu ancak bu kadarınıda tahmin dahi edemezdi. Kendini biran önce evine atmak istiyordu.

Bahar soluk soluğa kendini eve attığında heryeri sırılsıklamdı. Kafasını duvara yasladı ve ağlamaya başladı. Bu yaşadıkları için şanslı mıydı yoksa şanssız mıydı hiç bilmiyordu. Derin derin nefesler aldıktan sonra kendi kendini bir nebze olsun sakinleştirmeyi başarmıştı. Ama bir tuhaflık vardı. Ev hiç olmadığı kadar sessizdi. Bahar zar zor yürüyerek "Anne!" diye seslendi. Ancak ses yoktu. Sonra telefonunu odasında komidinin üzerine bıraktığını hatırladı hemen ailesini aramak için telefonu aldığında Eliften ve abisi Kemalden toplamda 14 cevapsız arama olduğunu gördü. Bu onu biraz daha ürkütmüştü. Zaten ayakta duracak halide kalmamıştı. Bahar telaşla Elif'i aradı. Elif açınca Bahar titrek bir sesle "Elif ne oldu neden evde değilsiniz!?" diye sordu. Elif ise ağlayarak "Abla annem hiç iyi değil hastanedeyiz şuan beyninde tümör varmış!" dedi. Bahar sendeleyerek sol elini alnından gezdirerek "Elif sen ne diyorsun!?" dedi. Elif ise ağlayarak "Senle İlyas enişte ortalıktan kaybolduktan sonra annem bayıldı şehir hastanesine getirdik işte!" dedi. Bahar kekeleyerek "T tt tamam, ben geliyorum hemen." dedi ve hastaneye doğru yol aldı.

Bahar bu gecenin nasıl bir kâbus olduğunu bilmiyordu. Herşey üst üste gelmişti. Hastaneye varıp ilgili bölüme vardığında abisi Kemal'in koridorlarda strestli bir şekilde gezindiğini Elif'in oturup ağladığını babasının ise durgun bir şekilde Umut'un elinden sıkıca tuttuğunu gördü. Bahar koşar adımlarla babasına doğru gitti ve babasına "Baba ne oluyor? Annemin neyi var?" diye sordu telaşla. Babası ise "Kızım korkma, Allah'ın izniyle bişey yok hele dur doktoru bekliyoruz." derken arkadan gelen ayak sesiyle Bahar arkasını döndü beyaz önlüklü ince cam çerçeveli otuzlu yaşlarının sonlarında bir doktor geldi. Bahar doktora doğru koşarak "Doktor Bey annemin neyi var?" diye soluk soluğa sordu. Doktor ise "Sakin olun, annenize yaptığımız acıl beyin MR'ında beyninin çok riskli bir bölgesinde nohut tanesi büyüklüğünde bir kitle tespit ettik. Bunun ameliyatını maalesef biz yapamayız, bunun için özel gelişmiş ekipmanlar gerekli." dedi. Bahar ise panikle "Tamam, siz yapmıyorsanız yapabilecek bir doktor var mı?" diye sordu. Doktor ise "Evet, Profesör Doktor Erdal Çetinkaya yapabilir, ancak yine dediğim gibi bu tümörün çıkarılması için özel ekipmanlar gerekli, ben sizin için randevu aldım Erdal Hoca'ya. Yarın akşama doğru saat 6'da orada olmanız gerekiyor, hastanenin adresinide söyledim zaten Kemal Bey'e." dedi. Bu durum Bahar'ın ne kadarda içini ferahlatmasada bir umut ışığı oluşturmuştu içinde.


Doktor yanlarından ayrıldıktan sonra Bahar gözlerini karşıya doğru çevirince donakaldı. Çünkü karşısındaki azılı katil, silah kaçakçısı, uyuşturucu ticaretçisi, mafya babası yani kısaca İlyas vardı. İlyas'a bu durumu Kemal haber vermişti ve İlyasta Bahar'a çok içi yanmış olacakki moralsiz bir şekilde Bahar'a bakıyordu. Bahar'ın midesi bulanmaya başlamıştı. Hemen koşarak lavaboya doğru gitti. Lavabodan içeri girdikten sonra kapıyı kilitledi ve derin derin nefesler aldı, aynadan kendine baktı. Gözleri yaş doluydu. Üzeri her tarafı nemli, saçları birbirine karışmıştı. Sabahki halinden eser bile kalmamıştı. Hayatında geçirdiği en felaket gece bu geceydi. Derin derin nefes alıp aynada kendine cesurca baktı, şimdi lavabodan çıkacak hastanenin güvenliğine İlyas'ı söyleyecek ve İlyas'ı hapse postalayacaktı. Sonra kapının kilidini açıp kapıyı açınca karşısında İlyas'ı gördü. Bahar'ın o cesaretinden eser kalmamıştı. Çünkü İlyas'ın korkutucu ve heybetli bir duruşu vardı. İlyas Bahar'ı kendine doğru çekerek sımsıkı ona sarıldı. Burnunu Bahar'ın saçlarının arasında gezdirerek "Üzülme, annen iyi olacak!" dedi sessizce. Bahar bunu üzerine İlyas'ı iteleyerek "Bu kaçıncı cinayetin İlyas! Yoksa Celal mi demeliydim!?" dedi sesini yükselterek. İlyas ise biran duraksadı ne anlamamazlıktan gelip "Bahar sen neyden bahsediyorsun? Hiçbirşey anlamıyorum!" dedi. Bahar ise öfkeyle bağırarak "Lan sen nasıl adi nasıl şerefsiz bir adammışsın! Zehir taciri! Pavyon bağımlısı! Silah kaçakçısı! Katil! Sen nasıl şerefsiz bir adammışsın!? Peki sen itlerinden birini öldürdün neden suçsuz günahsız bir adamı öldürdün adi köpek!?" dedi. İluas bunun üzerine sinirlenerek "Bahar benimle düzgün konuş, bak kimse benimle böyle konuşamaz, karşımda sen olduğun için dua et..." derken Bahar lafa dalıp "Niye dua edecekmişim!? Benide mi öldürürsün yoksa!?" diye bağırdı. İlyas ise kısık bir ses tonuyla "Hayır, Bahar sana zarar vereceğimi nasıl düşünürsün, bak açıklayabilirim..." derken Bahar yine lafını kesip "Bana hiçbir haltını açıklama, bana bak İlyas yada Celal her neysen işte, bu gecenin tadını çıkar çünkü bu gece son dışarda kaldığın gece olacak!" derken İlyas öfkelenip Bahar'ın kollarından tutup lavaboya soktu ve kapıyı kilitledi. Lavaboda kimse yoktu. İlyas Bahar'ın kollarından sımsıkı tutup duvara yapıştırdı bir eliylede Bahar'ın ağzını kapatıp kısık sesle Bahar'a şunları söyledi " Evet, ben bir katilim, uyuşturucu ve silah ticaretçisiyim, bir mafya babasıyım, herkes bana tapar, ama sana çok aşığım... Millet benim önümde diz çökerken ben senin önünde diz çöküyorum. O adam bana ihanet etti diye öldürdüm, diğeri ise bu olaya şahit oldu diye öldürdüm. Ama sen bu olaya şahitsin ancak seni öldürmeyeğim. Çünkü sana kıyamam. Bana ihanet edersen de öldürmeyeceğim seni, çünku yine kıyamam. Ancak seni öldürmekten beter ederim. Sen beni hapse postaladım diye sevinme çünkü benim dışarda yüzlerce adamım var her biri benim bir öl deyişime bakar. Gözlerini bile kırpmazlar. Belki seni öldürtmem ama aileni ve bütün sevdiklerini öldürtürüm, bendne başka hiçkimsen kalmaz. Bunu sana ispatmalamaya çalışmayacağım ama sen zeki kızsın neler yapabileceğimi gördün." dedi ve Bahar'ı bırakıp hastaneden çıkıp gitti. Bahar'ın korkudan eli ayağı birbirine girerken artık ne yapacağını bile bilmiyordu. Polise söylemeli miydi? Yoksa olayı unutup İlyas'ı hayatından çıkarıp hayatına devam mı etmeliydi? Polise söylesin der gibisiniz, ancak kendinizi bir Bahar'ın yerine koyun hiç kolay bir durum değil. Bahar birkaç dakika ağladıktan sonra gözyaşlarını sildi. Ağlamanın hiçbir faydası yoktu. Biran aynadan bakınca gülümsedi, gözleri yanakları ve burnu kıpkırmızı olmuştu. Gözleri şişmişti ağlamaktan, bu haline bile gülümsemişti, sonra derin bir iç çekti ve lavabodan dışarı çıktı.


Hatice hastaneden taburcu olduktan sonra ailede hiçkimsenin morali yoktu. Eve vardıklarında herkes kendini yatağa bırakmıştı ancak Bahar uyuyamıyordu uyku onu bir türlü tutmuyordu. İçindeki sıkıntılar bir öküz misali göğsünr baskı veriyor nefes almasına izin vermiyordu. Tıpkı bir denizin dibinde ayağına taş bağlanmışçasına dahada derine iniyor soğuk sular onu içine doğru çekiyordu. Bu kabus dolu gece sadece onun için kabus dolu değildi.

Murat Barış ile kavga ettikten yaklaşık bir saat sonra yalıya gitmişti. Murat ağır adımlarla ceketini omzunun arkasından iki parmağıyla tutmuş dalgın dalgın yürüyordu. Halit Bey Murat'ı gorünce Murat'a "Oğlum Barış şirkete gideceğini söylemişti, sen onu gördün mü? Ben ulaşamıyorum." dedi. Murat ise düşünceli bir şekilde duraksayarak "Baba, eve dönmedi mi o?" dedi. Merdivenlerden inen Asya ise siyah kısa saçlarını eliyle telaşla düzelterek "Yok Murat gelmedi, sen sarhoş musun?" dedi. Murat ise sadece ablasına dik dik bakarken gözlerini başka tarafa çevirip yine düşüncelere daldı. Halit Bey kaşlarını çatıp Murat'ın omzuna dokunarak "Murat ne oldu?" dedi. Murat tedirginlikle "Baba, biz benim yeni çalıştığım proje üzerine tartıştık, bende bi anlık sinirle onun kalbini kırdım, çıktı gitti nerde bilmiyorum." dedi. Asya telaşla "Murat sen ne diyorsun!? Bu adam gece gece bu fırtınada nerede! Neden peşinden gitmedin!?" dedi. Murat sadece sessiz kaldı. İçine sıkıntı girmişti abisinin nerde ne yaptığını hiç bilmiyordu. O sırada Hakan odasından inip salona doğru yürüdü ve "Ooo Murat Bey yine sarhoşsunuz, kesin Barış abinin ortalıktan kaybolma sebebi sizsiniz di mi!?" diye alaycı bir şekilde Muratla konuşurken Murat öfkeli bakışlarla Hakan'a bakarıp o sert sesiyle "Lan bak zaten mecalim yok konuşmaya bide seni vurmakla uğraşmayayım!" dedi. Müjgan Hanım ise Murat'a "Murat, yeter artık senin bu hallerin! Hem suçlusun hemde konuşuyorsun! Hakan doğruyu söylüyor, içip içip birilerine sataşmaktan başka işin yok mu senin!?" derken Murat Müjgan Hanım'a bağırıp "Sizin oğlunuz gibi ortalıkta içip içip önce kaşınıp sonra dayak yemiyorum en azından!" derken Halit Bey Murat'a "Murat!" diye bağırdı. Bunun üzerine Murat sustu. Sonra Halit Bey Murat'a "Arkadaşın Emir'i ara, Barış'ın ortalıkta olmadığını söyle bir ekiple beraber çocuğu bulsunlar Allah bilir şuan nerede ne yapıyor." dedi. Murat kısık bir sesle "Tamam baba." dedi ve Emir'i aradı. Emir Murat'ın en yakın arkadaşıydı ve komiser olduğu için 24 saat mühleti şartını askıya alabilirdi. Murat durumu Emir'e anlattı. Emir ise hemen bir ekiple aramalara başladığını söyledi.

Murat Barış'a söylediği sözler yüzünden acayip şekilde vicdan azabı çekiyordu. Kendi kendine "Keşke hiç söylemeseydim! Ben ne kadar adi bir adamım!" diye kendini suçluyordu. Tabi o gece Halit Bey'in çocukluk arkadaşı Nurullah Bey ve kızı Defnede destek olmaya gelmişti. Defne ile Murat sözleneli bir ay olmuştu ve Murat Defne'yi hiç sevmiyordu. Babasının zoruyla sözlenmişti. Sırf babasının kalbi ondan kırılmasın diye sözlenmişti Defneyle. Belkide Hakan en çok bu yüzden Murattan nefret ediyordur, sevdiği kadınla sözlü diye. Hakan asla içindeki aşkı Defne'ye söyleyememiş hiç cesareti olmamış, bu aşkı hep içinde yaşamıştı. Murat, Babasına karşı gelemezdi, babasının sözleri onun için emirdi. Çünkü babasının en kıymet verdiği çocuğunun kendisinin olduğunu biliyordu. Babasına bu sevgisine karşılık ona layık bir evlat ve ona verdiği bu ağırlığı taşımak istiyordu. Defne zaten Murat'a karşı bitmez tükenmez bir aşk duyuyordu. Defne, sürekli dekolte giyen, sürekli göze çarpan renkleri giyen ve sürekli cazibeli görünmeye çalışan kokoş bir kadındı. Murat Defneden pek hoşlanmazdı ancak Defne hep onu etkilemeye çalışırdı ancak bu pek faydalı olmazdı.

Sabaha kadar Barıştan bir haber alınamamıştı ve bu durum Karahanlı ailesini daha çok korkutuyordu. Murat çalışma odasında pencerenin tam karşısında duran koltuğunun üzerinde oturuyordu yeni doğan güne ışıkları onun ela gözlerini yeşile çeviriyordu. Gözleri kan çanağı olmuştu. Sabaha kadar içmişti ve içindeki sıkıntı bir türlü geçmiyordu. Saçları dağılmış gömleğinin ilikleri bütün göğüs kılları görünecek kadar açılmıştı. Adeta depresyonda gibiydi. Bir elinde yine içki dolu bir kadeh vardı ve ufuktan doğan güneşi izliyordu. Birden omzundan göğsüne doğru ince ucun zarif parmaklar göründü o parmaklar gitgide hızla kaslı göğsüne doğru uzanıyordu ve arkadan bir kadının ona sarılmaya çalıştığını hissediyordu. Bunun üzerine Murat irkilerek ayağa kalktı ve iki adım geriledi. Karşısında Defne'yi görünce kaşlarını çatarak "Defne ne işin var burda!?" dedi. Defne ise kısık bir sesle "Murat, bütün gece harap ettin kendini. Kimsenin yanında olmasını istemiyorsun, hep insanlardan kaçıyorsun. İzin verde bari ben yanında olayım..." derken Murat'a doğru yürüyüp parmağını Murat'ın omzuna dokundurup "...Sana iyi geleyim." dedi. Murat gözlerini kısarak tahammülsüzce "Gerek yok." dedi ve yalından ayrıldı. Defne ise arkadan dudaklarını ısırıp Murat'a kendi kendine "Hayvan herif." diye sayıklandı. Murat hızla evden çıkarken telefonu çaldı ve arayan Emirdi. Murat evdekilere birşey belli etmeden dışarı çıktı telefonu açtı ve "Emir, buldunuz mu Barışı? Neredeymiş, ben geleyim alayım onu, onunla konuşmak istiyorum." dedi. Emir titrek bir sesle "Kardeşim... Şey ekipler..." derken Murat tahammülsüzce gökyüzüne bakarak "Tamam, Emir ne sayıklıyorsun, bulmuşlar işte..." derken Emir kendini zorlayarak tek solukta "Deniz kenarında bir cesed bulmuşlar, Barış abi olduğunu söylüyorlar, teftişe gitmemiz lazım..." dedi. Murat duraksayarak elini alnında gezdirip kekeleyerek "E Emir sen ne diyorsun? O olmaz öyle şey. Başka birinin cesedidir, abimin ne işi var denizde?" dedi boğuk bir sesle. Emir ise "Murat, bende tam olarak bilmiyorum. Bencede o değildir içini rahat tut ama prosedür gereği bakmamız lazım işte o değildir ben eminim." dedi. Murat ise kendini avutarak "Yok yok, abim değildir." dedi titrek bir sesle. Emir ise "Sen evdekilere bişey belli etme sen benim karakola gel ordan da morga gidelim." dedi. Murat'ın sanki bütün dünya üzerine yıkılmış ve o sanki o enkazın dibinde kalmıştı. Sendeleyerek arabaya doğru yürürken aklından geçen düşünceler tarif edilemezdi. Hayır, abisi olamazdı. O bu vicdan azabıyla nasıl yaşayacaktı yoksa. Yok abisi olamazdı, bugün abisinin bulunduğunu öğrenecek ve ona sıkıca sarılacaktı. Başka şansı yoktu çünkü. Arabaya binip son sürat Emir'in karakoluna doğru yol aldı.


Bütün gece uyuyamamıştı Bahar yatak ona kabir azabı gibi geliyordu. Sabah erkenden kahvaltı bile yapmadan arkadaşı Ayça'nın evine gitti. Ayça Bahar'ın en yakın arkadaşıydı. Sır tutmasını iyi bilirdi Bahar'a göre biraz daha deli dolu ve çılgın bir kızdı. Bahar Ayçalara vardığından bütün olup biten herşeyi Ayça'ya anlattı. Ayça şaşkınlıkla yeşil gözlerini iri iri açmış ağzı açık bir şekilde Bahar'ı dinliyordu. Ayça sonra panikle "Bahar sakın bak, polis falan deme yemin ederim bu adam soyumuzu kurutur! Sen ayrılacaksın o şerefsizden olacak bitecek işte!" dedi. Ayça son derece felaketçi bir kız olduğundan Bahar'ın iyice ödünü koparmayı başarmıştı. Sonra Ayça'nın annesi gelip Bahar'a "Kızım, anneni duyduk herşeyin vardır bir çaresi, biz öğleden sonra size geleceğiz." dedi. Bahar ise kısık bir ses tonuyla "Tamam Safiye abla bekleriz." dedi. Ayça artık Bahar'a hangi yönden teselli vereceğini şaşırmıştı ama bu olaylara daha çok şaşırmıştı. En son Bahar Ayça'ya "Ayça ben kalkacağım artık, annem evde aklım annemde kalıyor onun yanında olmak istiyorum." dedi. Ayça ne kadar ısrar etsede Bahar durmadı ve eve doğru yol aldı. Artık o kadar yorgun bitkin korkmuş ve hüzünlüydü ki dışarıdaki sesleri bile duymaz önünü görmez hale gelmişti. Karşıdan karşıya geçerken önüne bile bakmadan direk yola doğru yürüdü. O sırada siyah lüks bir araba son anda fren yapıp ona çarpmıştı, zaten Bahar'ın artık takadi kalmamıştı ve yere düşüp bayılıverdi.


Murat telaşla arabadan inerken çarptığı kızı görünce biran olsun duraksadı. Hiç böyle duru bir güzellik görmemişti. Üzerine giydiği kahverengi elbisesi ve saçlarının arasında duran kelebek şeklinde ufak bir toka vardı. O krem rengi çantası yolun biraz daha ötesine fırlamıştı. Sonra Murat yavaşça eğilip kızı ayıltmaya çalıştı. Ancak kız uyanmamıştı. Sonra Murat derin bir iç çekerek kızı kucağına aldı ve arabanın arka koltuğuna uzandırdı, sonra çantayıda ön koltuğa koyup hızla hastaneye doğru yol aldı.

Bahar gözlerini açtığında başı biraz ağrıyordu başını sol eliyle tutup doğrulduğunda dikiz aynasından bir adam gördü. Adamı görünce birkaç saniye duraksadı. Adamın yolun ufkuna doğru bakan sert bakışları yarıya kadar açık olan pencereden savrulan sarı saçları, hafif uzun kirli sakalları, üzerinde beyaz bir gömlek, sol kolunda siyah bir saat, yani önünde kalıplı genç bir adam vardı. Bu adam ona çok yakışıklı gelip büyüsüne mi kapılmıştı bilinmez Baharda başta tanımadığı bir adam tarafından arabada kaçırılma korkusu hiç gerçekleşmemişti. Yaklaşık 5 saniye boyunca bu adamı izledikten sonra irkildi ve onda yeni jeton düşmüşçesine bağırdı. Adam Bahar'ın uyandığını hiç farketmemişti, Bahar aniden çıglık atınca direksiyon hakimiyetini 2 saniyeliğine kaybetti ve sonra Bahar'a öfkelenerek bağırıp "Deli misin sen!? Kaza mı yaptırmaya çalışıyorsun bana illa!?" dedi. Bahar ise hâlâ telaşla "İndiir beniiiğğğğ!!" diye bağırıyordu. Sonra adam arabayı stop ettirdi ve bağırarak "Ne halin varsa gör, seni hastaneye götürende kabahat!" dedi. Bahar ise sinirle "Önce önüne bakmadan çarpıyorsun, sonra hastaneye mi götürüyorsun beni!" diyerek arabadan inerken attığı bir adımdan sonra yere çöktü. Bileği çok kötü bir şekilde ağrıyordu. Adam derin bir iç çekerek "Bak zaten hastaneye az kaldı gel götüreyim seni." dedi. Bahar ise "Yok istemiyorum, sen git başka insanlara çarp! Ehliyetini nerden aldın sen ya!" dedi. Bunun üzerine adam öfkelenerek "Bana bak beni delirtme sen benim karşıma çıktım sazan gibi! Kimse senin üzerine araba falan süremedi!" dedi ve sinirle arabasına binip uzaklaşmaya başladı. Bahar gurur yapacağım derken tek başına otoyolun ortasında kırık bilekle kalmıştı. Biraz pişman olmuştu o adama sert davrandığı için onun bi suçu yoktu ki, içi dolu olduğu için ona patlamıştı. Sonra o araba durdu ve geri geri Bahar'a doğru gelmeye başladı. Bahar ise gülümseyerek "Ne iyi kalpli bir adammış, benim bu kadar ters davranmama rağmen yinede yarı yolda bırakmak istemedi." diye söylendi. Araba Bahar'ın yanına kadar gelince durdu. Bahar gülümsedi ve Murat arabadan çıktı ve Bahar'a doğru yürüdü ve çantasını uzatarak "Al, çantan arabada kalmış." dedi. Bahar ağzı bir şekilde Murat'a bakarken çantayı elinden yavaşça aldı. Sonra Murat tam arabaya binecekken "Özür dilerim." dedi. Murat duraksadı ve Bahar'a döndü ve Bahar devam etti "Ben biraz kaba davrandır bu aralar çok zor dönemlerden geçiyorum, sana patladım bende." dedi. Murat ise kaşlarını çatarak "Ne tesadüfki bende çok zor dönemlerden geçiyorum, ve sana patlamamak için kendimi çok zor tutuyorum, çünkü patlarsam bu senin için hiç iyi olmaz." dedi. Bahar ise yutkunarak "Yürüyemiyorum." dedi. Murat ise derin bir iç çekti ve gözlerini Bahardan kaçırarak tahammülsüzce elini uzattı. Bahar ise elini tuttu. Murat Bahar'ın kendine doğru hızlıce çekince Bahar sendeledi ve Murat'a çarptı. Murat'ın dudakları Bahar'ın alnına değmişti. Bu durum karşısında biran duraksadılar sonra Murat öksürerek boğazını düzeltirken Bahar tek ayağıyla arabanın arka koltuğuna bindi.


Hastaneye vardıklarında Murat'ın acelesi olduğu oldukça belliydi. Bahar'a "Sen arabada bekle tekerlekli sandalye alıp geliyorum." dedi. Bahar ise "Tamam" anlamında kafasını salladı. Murat hastaneden eli boş dönünce Bahar arabadan yavaşça indi ve "Ne oldu bulamadın mı?" diye sordu. Murat ise tahammülsüzce "Tekerlekli sandalye kalmamış." dedi ve Bahar'ı kucağına aldı. Bahar şaşkınlıkla "Hoopp ne yapıyorsun!?" dedi. Murat ise kaşlarını çatarak Bahar'a "Seni kucağımda taşımaya bayılmıyorum, senin yürümene baksak akşama kadar ancak doktoru buluruz, benim o kadar vaktim yok!" dedi ve önüne döndü. Bahar hayatında ilk defa bir adamın kucağında taşınıyordu ve utanıyordu. Murat'ın omuzlarını o kadar sıkı tutmuştu ki biran Murat ters ters Bahar'a baktı ve Baharda bunun üzerine sessizce "Özür dilerim." dedi. Herkes Muratla Bahar'a bakıp sırıtıyordu. Sonunda doktoru buldular va Murat Bahar'ı yavaşça koltuğa oturttu. Doktor röntgenlere bakıp Murat'a döndü ve "Eşinizin bileğinde kırık veya çatlak görünüyor, büyük ihtimalle incinmiştir 1 haftaya kadar geçer." dedi. Murat ve Bahar şaşkınlıkla Doktora bakarken Murat "Doktor Bey bi ya yanlış oldu bu deli hastanesinden kaçmış kız benim karım değil." dedi. Bahar ise öfkeyle "Evet, Doktor Bey bu öküzde benim kocam değil!" dedi. Öfkeyle birbirleriyle laf dalaşına girince doktor sinirle "Tamam yeter! Ben bi bok dedim! İkinizin parmağındada yüzük vardı sizi karı koca sandım! Hadi çıkın dışarı!" dedi ve kovarcasına onları dışarı kovdu. Murat artık aynı özentisiyle Bahar'a bakmıyordu. Bahar seke seke arkadan tek ayak üzerinde koşarken Murat'a "Biraz yavaş olsana yetişemiyorum!" dedi. Murat ise öfkeli gözlerle Bahar'a bağırarak "Şov yapmana gerek yok, doktor foyanı ortaya çıkardı işte ne kırık var ne çatlak! Kadın milleti değil misiniz işiniz gücünüz dikkat çekmek!" dedi. Bahar ise öfkeyle arkadan bağırarak "Ne şovundan bahsediyorsun ya sen!? Hem çarpıyor hemde laf atıyor!" dedi. Murat kendi kendine öfkesini yenmeye çalışırken arabaya bindi ve Bahar'a öfkeyle bağırarak "Tamam daha rolü bırak gel, evine bırakıyımda kurtulayım senden." dedi. Bahar ise sinirle "Ben senin gibi bir öküzle hiçbir yere gelmiyorum!" dedi. Murat kaşlarını kaldırarak "Peki sen bilirsin." dedi ve oradan uzaklaştı.

Bahar kendi kendine taksiyle eve gidebileceğini düşündü ki, yanında o kadar parası olmadığı aklına geldi. Mal gibi gene ortada kalmıştı. Biraz kafasını kaşıdı sonra kendine "Şimdi ne yapacağım ben?" diye sormaya başladı. Sonra yine Murat'ın arabasının geri geri ona doğru geldiğini gördü Bahar ise çantasını kaldırıp alaycı bir tavırla "Çantam yanımda." dedi. Murat ise tahammülsüzce "Onu biliyoruz, hadi daha uzatma bin arabaya." dedi. Bunun üzerine Bahar derin bir iç çekip arabaya bindi. Sonra Murat kaş altındab Bahar'a bakıp "Senin evinin adresi neydi?" diye sordu. Bahar ise trip atarcasına "Sen ilerle ben söylerim." dedi. Sonra Murat göz ucuyla Bahar'ın o beyaz ince parmağındaki yüzüğe baktı ve "Acaba hangi adamın başını yaktın." dedi sessizce. Bahar ise hızlıca Murat'a dönüp "Sen acaba hangi kadının başını yaktın acaba!? Seni gibi bir öküzle bir ömür geçer mi be!?" dedi. Murat öfkelenerek "Senin gibi bir tımarhane delisiyle bir ömür geçmesinden iyidir!" dedi. Bahar ise öfkeyle pencereye baktı ve arabanın camını açtı. Sonra yavaşça parmağındaki yüzüğü çıkarıp pencereden sarkıtıp yüzüğü bıraktı. Murat şaşkınlıkla "Niye yüzüğü attın?" diye sordu. Bahar ise sinirle "Sanane!" dedi ve önüne döndü. Murat sinirlenmemek için derin bir iç çekti ve sessizce "Allah'ım sen bana sabır ver." dedi. İlerleyen dakikalarda Bahar Murat'a gözlerini çevirdi. Murat'ın durgun, düşünceli ve gözlerinin dolu olduğunu gördü. Gözlerini kısarak Murat'a "Neyin var, sanki birşeye üzülüyor gibisin." dedi. Murat ise Bahar'ı duymazdan geldi. Bahar bu sefer "Hey bişey soruyorum sana!" dedi. Murat öfkeyle arabayı durdurdu ve sinirle "Sanane! Ne ilgilendiriyor seni dön önüne sus!" dedi. Bahar ise ağzını büzerek "Tamam be ne halin varsa gör ben sadece belki yardımcı olurum diye söylemiştim, tabi senin gibilere iyilik yaramaz." dedi. Murat ise öfkeyle "Asıl siz kadınlara iyilik yaramaz! Siz ancak kendi zevkinizi kendi konforunuzu düşünürsünüz. Kendinizden başka kimseyi düşünmezsiniz siz!" dedi ve üzerine arabayı durdurup "Senin evin burası di mi hadi selametle!" dedi. Bahar ise kaşlarını çatarak "Yemin ederim sen tam bir öküzsün!" dedi ve arabadan indi. Seke seke arabadan inerken, Elif pencereden Bahar'ın lüks bir arabadan indiğini ve Murat'ı arabanın açık olan camından görmüştü. Elif merakla daha Bahar kapıyı çalmadan kapıyı açtı ve "Abla o adam kimdi?" dedi merakla. Bahar ise tahammülsüzce "Hiçkimse öküzün teki." dedi. Elif ise gülerek "Abla öküzün teki falanda değildi çok yakışıklıydı valla, İlyas enişte seni görseydi varya olay üstüne olay çıkardı." dedi. Bahar İlyas'ın adıni duyunca öfkeyle Elif'e "Elif kes sesini artık, bırak içeri gireyim!" dedi ve içeri girdi.

Evdekiler Bahar'ın sendeleyerek yürüdüğünü görünce neden olduğunu sordular. Bahar ise olanları anlattı. Annesi Hatice ufak bir kalp krizi geçirsede sonradan biraz sakinleşti. Akşama doğru saat 4 civarlarında Ayçalar geldi. Ayça hemen Bahar'ın yanına gelip "Bahar benim canım sıkılıyor hadi parka gidelim." dedi. Ayça'nın niyeti belliydi. Ancak parkta bu konuları daga rahat ve ayrıntılı bir şekilde konuşabilirlerdi. Hatice başta izin vermesede sornadan izin koparmayı başarmışlardı. Parka vardıklarında bankta oturdular. Alsında çocuk parkında olmak Bahar'a iyi gelmişti. Çocukların oynamalarını izlemek ona huzur veriyordu. Karşılarında 35 yaşlarında çok zarif bir kadın gördüler. Siyah omzuna ancak değen kısa saçları vardı. Yanında sarışın mavi gözlü 6 yaşlarında bir kız çocuğu vardı. Ayça ve Bahar bu kadının güzelliğine hayran kalmışlardı. Bu kadın Asyaydı. Biraz kafasını dağıtmak için kızı Kumsal'ı çocuk parkına getirmişti.


Murat Emirle birlikte morga gelmişti. O soğuk morg havası ensesinden aşağıya bir titreme vermişti. Aşırı strestliydi. Emir ise Murat'a sürekli iç açıcı şeyler söylemeye çalışıyordu. Murat ağır adımlarla morg odasına doğru ilerlerken ağlamamak için kendini zor tutuyordu. Sendeleyerek yürüyordu sanki tüm bedeni ona yalvarırcasına o odaya gitmemesini söylüyordu. Ancak gidecekti. Başka şansı yoktu. Morg odasına girdikten sonra görevli kabinin içerisinden üzerinde örtü bulunan cesedi çekti. Murat'ın tüm vücudu titriyordu. Emir bunu farkedince sessizce "Kardeşim, istersen ben açayım." dedi. Murat ise sessizce sanki son nefesini verecekmiş gibi "Hayır." dedi. Sonra yavaşça titreyen elini örtüye uzattı. Gözlerini sımsıkı yumdu ve örtüyü açtı... Gözlerini açtığında o demir sacın üzerinde yatanın abisi Barış olduğunu gördü. Barış'ın bütün bedeni kaskatı kesilmiş, morarmıştı, ancak en önemlisi ise göğsünün ortasında kurşun izi bulunmasıydı. Murat ağlamamak için kendini zorlasada gözyaşları inadına akıyordu. Sonra gözlerini tavana çevirip derin bir nefes aldı. Emir ise Murat'ın kollarından tutup titrek bir sesle "Murat bu bir cinayet!" dedi. Murat hızla morg odasından çıktı ve öfkeyle bağırırken Emir Murat'ı tuttu ve "Bulacağız yemin ederim sana onun katili bulacağız!" dedi. Murat öfkeyle duvarı yumruklarken "Lan oğlum hangi orospu çocuğu bunu yapar!!? Kim yapar kim!!? Ölmüş abimin üzerine yemin ediyorum onun katilini ben öldüreceğim!" dedi. Murat hâlâ cinnet geçirirken telefonu çaldı. Telefonuna Emir baktı ve duraksayarak "Murat, Asya abla arıyor." dedi. Murat dondu. Ne diyecekti ablasına? Nasıl diyecekti? Gözlerini kapatıp derin bir iç çekti. Nefesi kesiliyordu. Sonra telefonu açtı Asya ona "Murat Barıştan bir haber var mı?" diye merakla sordu. Murat durdu cevap veremedi. Asya sonra "Alo Murat, beni duyuyor musun?" dedi. Murat ise sessiz ve kesik bir sesle "Abla..." dedi. Asya ise Murat niye cevap vermiyorsun? Bir haber var mı Barıştan?" dedi. Murat ise kendini zorlayarak "Abla... Abim.... Cesedini deniz kenarında bulmuşlar.... Göğsünde kurşun izi var cinayetten şüpheleniyoruz..." dedi.


Bahar ve Ayça parkta otururken Asya'nın fenalaştığını ve çığlık çığlığa ağladığını gördüler. İkiside panikle Asya'ya doğru koşarken Asya yere düşüp bayıldı. Kumsal ise ağlamaya başlamıştı. Bahar hemen Kumsal'ı sakinleştirmeye çalışırken Ayça Asya'yı ayıltmaya çalışıyordu. Bahar telaşla etrafına bakınırken yerde Asya'nın telefonunu gördü. Telefon açıktı ve hatta biri vardı üzerinden Murat Kardeşim yazıyordu. Bahar panikle telefonu kulağına dayadı karşı tarafta panikle bir adam "Abla! Abla! İyi misin!" diye bağırıyordu. Bahar ise "Ablanızın bilinci kapalı, bayılmış yanında küçük bir kız çocuğu var şuan yanımda." dedi. Murat ise panikle "Sen kimsin?" diye sordu Bahar ise "Adım Bahar, sizin hemen buraya gelmeniz gerekiyor." dedi. Murat ise panikle "Tamam adresi ver geliyorum." dedi. Bahar hızlıca adresi Murat'a verdi. Murat ise yola koyuldu. Bahar Kumsalla tanıştı ve çok iyi anlaştılar. Kumsal Bahar'ı çok sevmişti ve onunla hiç sıkılmıyordu. Bahar yaşadığı bu kaos dolu zamanların ardından ik defa eğlenceli yüzünü Kumsal'a göstermidti ve Kumsal da Bahar'ı çok sevmişti. Yaklaşık yarım saat sonra Bahar siyah lüks bir arabanın yakınlarda park edildiğini gördü. Bu araba ona tanıdık gelmişti sanki. Arabadan çıkan adamı görünce dondu kaldı. Demek bu adamın ismi Murattı. Murat birkaç adım etrafa bakınıp attıktan sonra Bahar'ı görünce duraksadı... İkiside son 24 saatte çektikleri acıların arasında birbirleriyle neden yine karşılaştıklarını sorgulamaya başladilar içlerinde... Belki bu bir kaderdi... Belkide basit bir tesadüf... Zaten ileride göreceğiz, çünkü herşey yeni başlıyor...

Loading...
0%