Yeni Üyelik
21.
Bölüm

21. Bölüm

@sessizzyazarr._

21.Bölüm

Acı…

Bazı hisler sadece hissedilene anlaşılır. Nefret ve üzüntü onlarda biridir.

Sarsıldım. Gözlerimi tekrar bembeyaz bir yerde açtım. Elimde küçük oyuncak bebeğimin yarısı vardı. Yürümeye başladım bu boşlukta. Bakındım etrafa ama nafile. Bir ses geldi kulağıma. Evet, o kedi. Her zaman ki asi yürüyüşleriyle karşıladı beni masallar dolu kabuslarıma. Selamladı beni ve aniden irkildi. Bu beyaz boşlukta kırmızı bir ev karşıladı beni. Yürüdüm istemsizce. Yürüdüm, yürüdüm. Kapısının önünde durdum. Kalakaldım. Elim kapının koluna uzandı ve sıkıca kavradı. Ama gerisi gelmedi. Açamıyordum. Kalbimden gözlerime kadar dondum. Açamadım o kapıyı. Düşüncelerimle boğuştum. İçerde ne görebileceğim tahmin ettikçe karnım ağrımaya başladı. Kavradığı kabı kolu yavaşça açılmaya başladı. Karşımda üç kişi vardı. Annem. Ağabeyim. Ve, hayır… hayır… Beril. Karşımda bu kırmızı evde bembeyaz kanlarla yatan ve benim için en önemli üç kişi… Ve evet, yanlarında olan bir kişi daha. Yüzümde ki ifadeyi tahmin edemiyordum. Ama eminim ki hiç iyi değildi. Bir mırıltı geldi. Yavaş yavaş duymaya başladım. Duyunca soluğum kesildi.

“ŞŞŞ…

Sessiz ol güzel bebeğim,

Bekle gelir anne yakında,

Sen yum gözlerini,

Sessiz gece sonun da.”

Gözlerim dolmaya başladı. Ama kendimi tuttum. Kendimi artık kontrol etmeliydim. Yoksa bu bana çok yük olacaktı. Kendimi çok tuttum. Ve yaktım. Her şeyi yaktım. Hatıralarımı, kişileri, fotoğrafları. Yaktım her şeyimi. Yada öyle sandım…

Sırıl sıklam uyandım. Gördüğüm kabusların artık başı sonu yoktu ve ben daha bu acıyı kaldıramazdım. Kaldırmayacaktım da.

(YAZARIN ANLATIMIYLA)

Gökyüzünde bir tane bile bulut görünmüyordu. Ancak yavaş yavaş toplanmaya başlamıştı. O geççe kabuslarına dayanamayan Merve kendini tutamamıştı. Yatağından doğruldu ve odanın dışına kadar minik korku dolu adımlar attı. Daha dayanamıyordu. Kendini tutamıyordu. Kabuslarını tutamıyordu. Odasından çıktı ve evin önüne kadar koşarak geldi. Önünde durduğu arabanın kapılarını açarak arabaya bindi ve duraksadı. Ne yapıyordu? Aklından ne geçiyordu. Bunları düşündükçe daha çok sinirlendi. Arabayı çalıştırdı ve bir yol sonuna kadar kullandı. Bir uçurum kenarına geldiğinde durdu. Bak ne hale geldik dedi kendi kendine. Bak kader bize ne sundu. Bak şu hale gelişimize. Şunca zaman neler dedik. Bu sorulrın altında kaldı Merve. Her ne yaşarsa yaşasın değişmeyen sadece onun kendi ile baş başa kaldığı sorulardı. Susturamıyordu kendini. Artık kendini susturmak istiyordu ama susturamıyordu. Yağmur yavaş ve minik damlalarla karşılıyordu Merve’yi. Merve bu durumdan hiç rahatsız olmadı. Aksine sevindi. Kendini tutamıyordu daha. Yağmur yağmaya başladıktan yaklaşık bir iki dakika sonra aniden ayaklarının bağı çözüldü ve diklerinin üzerine düştü. Birçok şey hissediyordu şu anda ama aynı zamanda hiçbir şey hissetmiyordu. O yokken hissedemiyordu. Onlar yokken hissedemiyordu. O da gitmişti. Ellerinden kayıp gitmişti o da. Nasıl izin verirdi buna. Nasıl onun da gitmesine izin verirdi? Gözleri kararıyordu. Yağmur şiddetini arttırırken Merve kendine engel olamadı, gözünden minik bir gözyaşı süzüldü yanağına doğru. Ancak yağmur o kadar hızlanmıştı ki ağladığını bile duyamaz, sırılsıklam olmuştu. O bunları düşünürken anıda bir mırıltı duydu. Duyar duymaz ağlamayı kesti. “Beril…” dedi. Sanki yanı başında mırıldanıyordu. Ne dediğini duyamadı ama yine de o olduğunu anlamıştı. Gözleri doldu tekrar. Ama tuttu kendini. “Merve. Nasılsın?” diye işitti. “Merve burası çok güzel biliyor musun? Ben burada mutluyum. Merak etme.” Diye devam ettiğini duydu. “Beril… Beril! Beril! Geri gel! Buraya gel. Ben… Ben seni özledim…” diyebildi sadece. Ellerini kafasının yanlarına koydu. “Beril… Ne olur. Beril. Lütfen. Senide mi.” Diyebildi. Cümlesini tamamlayamadı. Kalbinde bir sızı hissetti. Ardından bedeninin yumuşadığını hissetti. Sanki sarılıyordu ona. Nasıl olabilirdi ki bu? Nasıl olurdu ki? Son bir damla yaş aktı gözünden. Sonrasını da hatırlamıyordu.

🕙︎

(HÜRKAN’IN ANLATIMIYLA)

Gökyüzü, kimisine göre bir yıldız havuzu, kimisine göre kendi yıldızları… Kimisine göre sadece kafasını yukarı kaldırınca gördüğü bir tablo. Ya size göre? Bir anlam ifade ediyor mu size? Bence tamamen bir boşluk. Tam anlamıyla bir boşluk.

Biz çok mutluyduk. Değil mi ağabey? Değil mi anne? Baba. Biz çok mutluyduk. Ta ki o zamanlara kadar. Annemi aldılar ilk önce benden, sonra ağabeyimi aldılar. Neden? Bazen böyle düşünürüm. Ya da düşünmek zorunda kalırdım. Ama neden ki? Bunu ben değil o küçük çocuk soruyordu. Ben ise cevapsız bakıyordum onu yüzüne. Ne diyebilirdim ki?

Umutsuzluk. Hep kapıldığı his. Umutsuzluk. İki seçenek vardır. Ya sebebini öğrenip üstüne gitmek. Ya da kaçmak. O kaçıyordu. Hep bir gölge arıyordu. Ve şimdi ise bu uçurumun kenarında yağmurun altında tek bir his okunuyordu gözlerinde umutsuzluk. Tek kaldığını düşünüyordu. Bunu hissediyordum. Belki de tek kalmıştı. Belki de kimsesizdi. Yanıtlayamayacağım çok soru vardı. Onunda çok sorusu vardı. Ama tek birisini dile getirdi. “Sence nereden izliyorlar bizi? Gökyüzünden mi?” dedi. Ama asla kendi sormadı bu soruyu. Küçücük her şeyi elinden alınmış bir kız sordu bu soruyu bana. Gözlerinin ışığı sönmüştü bu kızın. Soruyu sorduktan sonra önüne döndü ve izlemeye başladı gökyüzünü. Orada saatler, dakikalar, saniyeler geçti ama ben yüz yıl geçti.

Sorular. Hayatımızı yarım bırakan sorular. Ve cevapları. Hayatımızı değiştiren cevapları. Geçmişimiz, bizi yarı yolda bırakan geçmişimiz. Gelecek. Beklediğimiz geleceğimiz. Küçükken çok renkliydi dünya. Renklerin sayamayacağım türü vardı. Duygular sınırlıydı. Mutluluk, heyecan ve mutluluk. Evet inanması güç ama böyleydi. Üzüntü o zaman sadece yetişkinlerin işiydi. Ben bilmezdim üzüntü. Belki de bu yüzden başıma geldi bunlar. Ama hayır. Bu olamazdı. Bunu yaşamak için ne yapmış olabilirim? Ne yapmış olabiliriz? Belki Tanrı’nın bize yaptığı bir sınavdı bu. Bunu yaşamak zorundaydık. Ben bunu kabulleneli çok olmuştu. Şimdi sıra yapılanlardaydı.

🕙︎

Şimdi yanı başımda duran Merve ile sarılıyorduk. Yağmur uzun süre önce durmuştu. Bir birimize ihtiyacımız vardı. Ne de olsa kaderlerimiz aynıydı. Biz birimizdik. Daha fazla dayanamadan ayağa kalktım ve elimi ona doğru uzattım. Bana aynı bakışla bakıyordu. Umutsuzluk. O küçük çocuğun bir türlü gözleri parıldamıyordu. Yüzümü düşürüyordu bu ifade ama acı gülümsedim. Elimi tutmasını bekledim. Uzun bir süre bende ve elimde gezindi bakışları. Sonra kalktı ve tuttu elimi. Kenetledik ellerimizi bir birine. Yavaş yavaş yürümeye başladık. Ve arabanın yanında durduk. Bana baktı ve gülümsedi ama gözleri hala aynı bakıyordu. Umutsuzluk. “Merve.” Dedim en sonunda. “Ben yapacağım. Gözlerine ben umut getireceğim.” Dedim ve kapısını açtım. Bana hiçbir kelime söylemedi. Arabaya bindi ve kapısını kapattım. Ben de dolanarak arabanın sürücü tarafına geçtim. Arabayı çalıştırmadan önce ona bir bakış attım. O ise elini cama yaslamış dışarıyı izliyordu, yavaş yavaş gözleri de kapanıyordu. Bunu fark edip arabayı çalıştırdım. Bir süre kafamı yola verdim. Sonra düşünmeye devam ettim. Neden biz? Dedim. Neden o dedim. Aslında çok güzel, ama neden o? Gözüm istemeden ona kaydı. Gözlerini kapatmış bir şekilde hareketsiz duruyordu. Acaba rüyasında ne görüyordu? Ya da kabusun da? Kim bilir? Kendimi tuttum ve eve gidene kadar tek kelime düşüncemi bile kafama sokmadım. Eve geldiğimizde saat yedi buçuk olmuştu bile. Arabadan çıktım ve Merve’nin kapısı açarak onu kucağıma aldım. Ardından ayağımla kapıyı kapatıp eve seri adımlarla ulaştım. Zili birkaç kez çaldım. Yaklaşık üçüncüde Bora kapıyı açtı. Beni bu halde görünce bir ton soru sordu. Hepsini yanıtsız bırakıp hızla merdivenleri çıktım ve koridorun ilk solunda ki odaya daldım. Onu yatağına bırakıp hızlıca çıktım odadan. Odadan çıkar çıkmaz banyoya girip yüzüme sayamadığım kadar soğuk su vurdum.

Loading...
0%