Yeni Üyelik
2.
Bölüm

2. Bölüm Endişe

@setasileyolculuk

Ormanın içerisinde usulca yürüyerek yönümü bulmaya çalışıyordum her bir adımımda şatoya daha çok yaklaştığımı hissediyor bunun rahatlığıyla kendimi yormadan yürüyebiliyordum ama içimdeki bu evine dönmüşlük hissi beni zora sokuyor hâlâ daha buraya nasıl düştüğümün farkına varmaya çalışıyordum. Olduğum yerin Dünya olup olmadığını bile bilmiyorken burada sadece yolu bulmamın rahatlığı vardı. Kendimi farklı bir evrene sürüklemiş 'al şimdi burada yaşa' demiş gibiydim lakin bunların yaşanacağının hissiyati bende vardı kendimi suçlayamazdım. Babam. En büyük düşmanım burnumun dibindeymişte ben bilmiyormuşum, benim için ne üzücü bir olaydı. Korku? Yoktu. Kaybolma hissi mi? işte bu vardı. Belki şuanda şatoya giden yolu bulabiliyordum ama kendi Dünyamı, evimi nasıl bulabilirdim.

Belkide orası benim gerçek evim Dünyam değildi. Bunu ben bilemezdem bizi ve buraları yaratan tek kişi olan Allah bilebilir, görebilirdi. Kaybolmak bu yeryüzünde en çok korktuğum şeylerdendir belki şuanda içimde korkuya dair bir his yoktu ama burada gerçek anlamda kaybolursam o zaman ortaya çıkacağını çok iyi biliyordum. Kaybolmak bana yasaktı. Asla gerçekleşmemeliydi. Nimra'nın Şehrine geldiğimden beri içimde bir rahatlama hissi vardı ama en çokta endişe vardı. Kaybolma endişesi. İçime güzel bir nefes çektim ve adım adım yaklaştığım şatoya bakışlarımı çevirdim az ötede büyük bir kapı ve iki muhafiz görmem beni mutlu etti. Yürürken düşünmekle veya hayal kurmakla oyalanmak beni ne kadar rahatlatsada gerekmediği süreçte düşünmeyi kendime yasaklamıştım. Gözlerimi şatoya diktim ve bu sefer hızlı olabilecek şekilde yürümeye başladım içimde bir yerlerde heyecanın ukdesi vardı. Beni nelerin beklediğini bilmediğim bir şatoya girerken böyle hissetmem ne kadar doğruydu diye düşünmek bile istemedim. Muhafızlar beni fark etmişti şatoya doğru attığım her adımda bana daha dikkatli bakıyor hemen saldırıya geçeceklermiş gibi hazır bekliyolardı. Yanlarına ulaştığımda demir parmaklıklardan oluşan görkemli bir kapıydı tam ortasında kuzgun ve kartalın sembolü vardı. Bu sembolü kapıya işlemişlerdi ve ortaya olağanüstü bir güzellik çıkmıştı.

Muhafızlardan bir tanesi "Kimsiniz. Burada ne işiniz var." Diyerek adeta gitmemi emretmişti ama kader benim buraya gelmem için uğraşıyordu. "Bu şatoya gelmem gerekiyordu ve geldim şimdi bana kapıyı açar mısınız?" Çok nazik bir şekilde konuşup her ikisinede en tatlı bakışlarımdan birini atıp gözlerimi kırpıştırdım. Muhafızlar bir bana bir şatoya bakıp durdular üzülmüş gibi yapıp omuzlarımı ve başımı aşağı indirdiğimde bir ses duydum. Beklediğim kişide gelmişti. Ben şatoya gelirken şatonun sağ penceresinden beni izleyen bir adamın olduğunu çok iyi biliyordum. Yürürken bunu görmüştüm onlarda beni bekliyorlardı çünkü burada konuştuğum her insan neredeyse bunu ima etmişti. En son konuştuğum kız on bir nolu eve gitme derken dışarıda da kal demedi belki direkt söyleyemedi ama buraya gelmem için birşeyler söyledi. Aptal birisi değildim buraya gelmemin bir amacı olduğunu çok iyi biliyordum beni buraya büyülediyseler geçmişte birşeyler yaşanmıştı ve ben kafamdaki bu sorularla kalmayı düşünmüyordum.

"Kızı içeri alın" diyen sert ve gür ses gülümsememe sebep olmuştu hemen ifademi bozarak omuzlarımı ve başımı indirdiğim yerden kaldırdım saçlarım sayesinde az önceki gülümsememi görmemiş olmalıydı, ki yüz ifadesinden de öyle gözüküyordu. Mahcup olmuş şekilde bakarak ürkek adımlarla açtıkları kapıdan içeri girdim içimde ki bu tuhaf his İstanbuldayken çarptığım o adamda hissettiğim hisin aynısıydı. O olabilirmiydi. İstanbulda ki o adam olabilirmiydi. Adamın yanına geldiğimde iyice onu inceledim kemerli burnu esmer teniyle ve kahverengiye kaçan saçlarıyla yakışıklıydı tabi kehribar gözlerinide sayarsak muhteşem ötesiydi. Vücudu kaslı olduğunu her yerinden beli ediyordu ama bu adam istanbulda ki olamazdı çünkü İstanbulda ki o adam kumral sarışın arasıydı. Buğday rengine kaçıktı. Nereden mi biliyordum. Kamuflaj işini gerçekten iyi yapmıştı ama sakalları onu ele vermişti onun sakalları daha yeni çıkmaya başlamıştı bu adamın sakalları çok olmasada hafif bir şekilde uzundu. Karşımda ki bu adam İstanbul'dakiyle neredeyse aynı boydaydı ama bu karşımda ki adam bir tık daha kısaydı. Haddinden fazla baktığımı biliyordum lakin insanları haddinden fazla incelemek huyumdur. Adam bana bakarak gülümsedi elini bana doğru uzattığında ne yapmak istediğini anlamıştım. "Seyid Altus. Evine hoşgeldin Armin Erset" Gözlerim fal taşı gibi açıldığında neye uğradığıma şaşırdım. Karşımda ki bu adam beni tanıyacak kadar geçmişte ne olmuştu? Afalladığımı fark etmesini istemezdem ama çoktan geçmişti. Kafamdaki soruları geri plana atıp elini tuttum "Memnun oldum Seyid Bey" Başını sol omzuna doğru yatırdı "Bana Bey demene gerek yok Armin Sadece Seyid diyebilirsin" Kafamı usulca salladım. Elini şatoya doğru uzattı ve geçmem için kafasıyla işaret yaptı önüne geçip yürümeye başladığımda şatonun tam ortasında ki Hac işaretiyle kaşlarımı çattım. Müslüman değillerdi o zaman niye cropla gezmem o kız için sorun olmuştu. Gerçi Seyid oldukça efendi giyiniyordu. Göz devirip yoluma devam ettim bahçede ki mavi ve kırmızı güllerin süslediği zeminler çok hoştu.

Şatonun içerisine girmemle heryerde ki Hac işaretlerine attığım tuhaf bakışları Seyid fark etmişti. Umarım Müslümanlıktan çıkmamıştım. İçimden bir kaç Dua okuyup ilerlemeye devam ettim. Şatoya girdiğimiz de sırtımda ki çantayı şatoda çalışanlardan bir tanesi alıp, Seyid benim için hazırlattıkları odaya götürmelerini söyledi. Uzun bir koridor sonrasında iki taraftan ayrılan merdivenleri gördüm ama biz merdivenlere girmedik. Merdivenlerin altından geçip yemek salonuna girmiştik. Seyid önüme geçip baş köşeye oturdu. Seyidin solunda iki kadın otururken sağında da 2 adam oturuyordu. Tuhaf bulduğum bir diğer şey ise en başta değilde bir sandalye atlayıp oturmalarıydı. Seyid ailesine bakıp bana döndü "Armin Erset burası artık seninde evindir" Eliyle kadınların oturduğu tarafta ki bos bir sandalyeyi gösterdi. İçerisi sadelikten ibaretti. Şatoda ki herşey neredeyse krem renginden oluşuyordu. İçerisini ve dışarısını tasarlayan her kimse çok güzel şekilde tasarlamıştı. Uzun ve büyük olan masada bir sürü yemek çeşidi vardı. Bana gösterdiği sandalyeye geçip nazik bir şekilde oturdum yanımda ki kız hemen bana dönüp elini uzattı "Bade Altus. Seyid benim Amcam olur." Çipil çipil bakan yeşil gözleri ve kahverengi saçları onu çok çocuksu yapıyordu. Benimle aynı yaşta gözüken bu kadın çok güzeldi. Elini tuttum "Armin Erset Memnun oldum Bade" Gülerek önüne döndü ve tabağıma bir kaç çeşit yemek koydu.

Hafifçe kıkırdadım. Badeyi sevmiştim. Badenin yanında ki kahverengi gözlü sert yüz hatlı sarışın kadın bana dönerek o da elini uzattı "Kurke Lima Altus. Seyidin eşiyim evine hoşgeldin." Kadının ismi o kadar garipta ki sadece Altus dediğini hatırlıyorum. Elini tuttum "Hoşbulduk" diyerek gülümsedim bu sefer tam karşımda ki sarışın kehribar gözlü çocuk bana elini uzattı. "Elnut Altus. Tanıştığıma memnun oldum güzellik" Tek kaşımı kaldırıp baktım. Elini tuttum "Bende Memnun oldum Elnut" Onu etkilemiş gibiydim.

Yanında ki kahverengi saçlı ve kahverenginin açık tonunda olan gözlü çocukda elini uzattı "Diyes Nile Altus. Şu yanımda ki serseri ve ben Seyid Altus ile Kurke Lima Altusun çocuklarıyız. Buarada, Hoşgeldin Armin" Diyes gayet nazik bir şekilde elimi sıktığında tanışma faslı bitmişti oysaki hiç bitmeyecek gibiydi. Kendime göz devirdiğimde neyse ki kimse görmemişti. Bir anda herkes salonun girişine baktığında benim bakmama gerek bile yoktu çünkü adım seslerinden bir erkeğin geldiğini belli ediyordu. Adımları sert ve düzgündü çıkardığı tok ses sana kendini cezbediyordu. "Sen gelirmiydin" dedi Seyid kafamı onların baktığı yere çevirdim. Ağzımın aralandığını biliyordum ama elimde değildi karşımda ki bu adam oldukça yakışıklıydı. Buğday rengi saçları kehribar gözleri ve sert yüz hatları vardı. Vücudu hakkında bişey dersem Nazar değebilirdi. Beyazlar içinde ki bu adam bana Ölümü hissettiriyordu. "Bilirsin. Son noktayı koymaya bayılırım." Sesi oldukça gür ve keskindi. Bu sesi daha önce duyduğuma emindim. Yavaş adımlarla önüme geldi va bana üstten bakmaya başladı. Ayağa kalkıp tam karşısında durduğumda boyu nedeniyle yukarı doğru bakmak zorundaydım. Elini uzatmaya zahmet bile etmemişti. "Tekrar karşılaşacağımızı söylemiştim Bitter." Bu oydu. Benim istanbulda ona çarptığım adam, bilerek yapmıştı değil mi? Benim ona çarpmamı sağlamıştı. Bilerek ve isteyerek yapmıştı. Gözlerimi devirdim "Sanada Merhaba Buğday." Tekrar gözlerimi devirdiğimde sinirlendiğini fark ettim "Bir daha o gözlerini devirme" Beni yönetebileceğini sanıyorsa yanılıyordu. Tekrar gözlerimi devirdiğimde boğazımı tutmasıyla nefessiz kalmıştım. Herkesin ayağa kalktığını çıkan sandalye seslerinden biliyordum. "Ulaş o elini derhal kızdan çek" Ulaş dediği bu çocuk beni tam olarak boğuyordu kıpkırmızı belkide mosmor olduğumu biliyordum. Boğazımı bırakmasıyla yere düştüm ellerimle boğazımı tutup öksürmeye başladım. Diyes ve Elnut onu iki kolundan tuttu. Nefes alış verişlerim düzeldiğinde Bade beni tuttu ve ayağa kalkmama yardım etti. Ayağa kalktığımda elimi ondan çektim ve Ulaş dedikleri çocuğun karşısına geçtim. Tam göğsünün ortasına parmağımı dayadım "Bunu sana ödeticem. Ben ne unuturum ne de unuttururum dikkatli ol bir adım arkandayım Buğday" İçimde ki öfke kat kat büyürken yanık kokusu gelmeye başladığında elime baktım. Gördüklerimle gözlerim açıldı. Ben karşımda ki bu adamı yakmıştım, iyide bu nasıl olabilirdi? Göğüsünün tam ortasına şişe kapağı kadar büyük sayılabilecek delik açmıştım ve oradan oluk oluk kan akıyordu. Gözlerini bana dikti ve oldukça ürpertici bir şekilde baktı. "Görüşücez Bitter. Ama birdaha ki sefere senin için iyi olabilirmi ona sen karar vereceksin" Histerik bir şekilde güldüm "Beni ben yönetir ne yapacağımı ben söylerim. Arkanı kollarsan iyi olur çünkü arkadan gelip vurmayı çok severim Buğday" diyerek göz kırptım. Bu çocukla çok işimiz varmış gibi hissediyordum.

İkimizde birbirimize düşman bir şekilde Bakarak yerimize geçtik. Seyidin hemen yanında ki sandalyenin boş olma sebebini artık biliyordum. Bade kulağıma isminin Ulaş Karta Altus olduğunu söyledi lakin Karta ismini kimseye dedirtmediğini diyenleri ise öldürmeye kalkıştığını söyledi bu yüzden kimse ona Karta demezmiş bunları ne ara dedi ben bile bilmiyordum kulağıma hızlıca söylemişti. Ve ben ona Karta diyecektim. Kartanın göğüsüne açtığım yara kendi kendine iyilesip kapanmıştı bu nasıl mümkün olabilirdi bilmiyordum ama gözlerimin önünde yarası kapanmıştı. En ufak bir his bile hissetmemişmiydi düşüncesi her tarafımı sarsada düşünmeyi bıraktım. Badenin tabağıma koyduğu yemeği ürkütücü bir şekilde yavaş ve nazik bir şekilde yedikten sonra benim için özel olarak hazırlattıkları odaya geçtim. Üstümü değiştirmek için dolabı açtığımda elbise görmemle göz devirmem aynı hızda oldu. Gözüme kestirdiğim Mavi saten elbiseyi alıp giyindim. Ayakkabı kısmını açtığımda ise mavi gri karışımı bir renkte topuklu ayakkabıyı alıp giydim. Kendi kıyafetlerimi ise banyoda ki kirli sepetine attim ayakkabılarımı ise kirli sepetinin üstüne koydum.

Burada banyolar bile eskiydi alaturka tuvalet yoktu ve banyo yaparken suyun sıcak olması için banyo sobaları vardı oda da bile şömine vardı. Bunun içinde ayrı göz devirmiştim. Neyseki benim odam krem rengi değildi grilikten ibaretti ve bu çok hoştu yatağımın üstünde bebek mavisi bir tül vardı çalışanlara sorduğumda ise gece yatmadan önce yatağın uzun tahtalarına bağlayıp yatarlarmış.

Aynı peri masalı gibi.

Bu mavi tül sanki benim en sevdiğim rengin mavi olduğunu biliyolarmış gibiydi lakin bunu bilen sadece ben vardım. Poyraz bile bilmezdi benim hangi rengi sevdiğimi en çok siyah giydiğim için hep siyah derdi aslında mavi renkte güzel kıyafetler olmadığı için mavi renkte kıyafetim yoktu ama bu üstümde ki mavi saten elbise çok güzeldi beni prensese benzetmeşti. Odaya girdiğimde zaten şömine yanıyordu bu yüzden yakmakla uğraşmamıştım. Biraz düşünmüştüm ve aklıma olan herşeyi hiçbir zaman yanımdan ayırmadığım günlüğe yazmak için masaya doğru gidiyordum. Bir plan yapmalıydım. Kurnazca olmalıydı. Günlüğü alıp sandalyeye oturduğumda olan herşeyi ayrıntılarıyla mavi günlüğüme yazdım. Günlüğü tekrar çantama koyduğumda odaya tekrar bir göz attım. Yatağın hemen solunda ki yanan şömine çok hararetli yanıyordu, şöminenin yanında ki yere kadar uzanan pencere odada ki en sevdiğim yerdi. Yatağın solunda duvara sabitlenmiş olduğu heryerden belli olan giysi dolabı ise odaya farklı bir hava veriyordu ve yine yatağın hemen aşağısında kalan masa, sandalye ikilisi ise odanın sadeliğini gösteriyordu. Odamı beğenmiştim. Bugün dışarıya çıkmak istemiyordum ama bahçede gezip güzel bir plan yapmayı düşünüyordum.

Çantam da yine ve yine her zaman bulundurduğum mat rujumu sürdüm yüzümde zaten maskara ve eyliner vardı bu yüzden onları tazelemeye gerek duymadım. Odam üst katta olduğu için merdivenlerden aşağı inmek zorundaydım. Topuklu ayakkabılarla zor olacağını bildiğim için buna da göz devirdim yavaş adımlarla aşağı inmeye başladım. Topuklu ayakkabılarımdan çıkan tok ses beni mutlu ediyordu. Topuklu ayakkabıların sesi zaafımdı. En alt kata indiğimde Diyesi görmemle beni beklediğini anlamıştım. "Yapmazsan olmaz dimi?" Dediğini anlamamış gibi yaptım "Göz devirmek, bunu bir çok kez yapıyorsun bunu fark ettim" Kafamı olumlu anlamda salladım. Yalan söyliyecek olmam beni mutlu etmişti "Alışkanlık oldu." Omuz silktiğimde elimi tutup üstünü öptü ve şatonun içinden çıkış kapısına giden uzun salonu gösterdi "Eşlik etmemi istermisin?" Gülümseyerek "Tabiki" Koluma girdiğinde daha çok mutlu olmuştum. Bana iyi davranılması her zaman hoşuma gitmişti. Uzun salon boyunca konuşmadan sadece benim topuk sesimi dinlemiştik. Kapıya ulaştığımızda zaten açık olan kapıdan geçtik bahçeye çıktığımızda yine mavi ve kırmızı güllere gitti gözüm. İçimde ki garip hissiyat bana gülümsüyordu. İzleniyormuyduk? Bu garip hissiyat Karta bana yakınken ortaya çıkıyordu ve tam olarak yakınımda bir yerde bizi izlediğine kânaat getirebilirdim. Bunu bilerek Diyese daha çok sokuldum.

Diyes bana baktığında üşüyormuş gibi dişlerimi birbirine vurmaya başladım. Yumuşacık bir ifadeyle baktığında üstünde ki ceketini çıkarıp omuzlarıma bıraktı. "Teşekkür ederim Prensim" İkimizde aynı anda güldüğümüzde yürümeye devam ediyorduk. Derin bir sessizlikten sonra Diyes sanki bu sessizliği sevmemiş gibi söze daldı "Kaç yaşındasın" Bana böyle bir soru soracağına emindim. "Yirmi iki, ya sen" Yürümeyi bırakıp bana baktı. Şaşkın bakışları üzerimde dolanıyordu. "Sen ölümsüz değilmisin?" Nasıl yani Diyes ölümsüz müydü? "Tabikide hayır, seni bu kadar şaşırtan neydi?" Tekrar Yürümeye başladığımızda koluna tekrardan girdim. "Nimra yıllar önce kendini babamı ve abim yani Ulaşı ölümsüz yaptı babamda bu formülü öğrendikten sonra bana, Elnuta, Zahmarana, Badeye ve Annemede yaptı. Zahmaran bu büyüyü biliyor. Sana niye yapmadı?" Kafamda delice sorular oluşmaya başlamıştı. Daha çok soru birikiyordu. Bu soru kirliliği hoşuma gitmiyordu. "Nimra kim ve Kartayla anneleriniz aynı değil mi üstelik babam ölümsüzse Dünya'da ne işi vardı"

Diyes bana döndü kafasını olumsuz anlamda salladı "Ona bir daha Karta deme zaten bugün seni boğuyordu bu sefer öldürür." Beni çardağa benzeyen bir yere çekti daha sonrasında beni şatoya bakan tarafa oturttu kendisi ormana bakan tarafa oturduğunda konuşmaya devam etti. "Nimra bu şehrin oluşma kaynağı. O yüzden buranın adı Nimra'nın Şehri yıllar önce Babam, Zahmaran ve Nimra bu şehri oluşturdu. Evet aklında bir soru var biz Dünyadamıyız diye, Hayır Dünya da değiliz burası Zılda Tozu Gezegeni, henüz Dünyalılar tarafından bulunamadı çünkü bizim gücümüz büyü bu sayede burayı kamuflaj edebiliyoruz. Ve evet Ulaşla annelerimiz aynı değil o Nimranın oğlu biz Elnutla, Kurke'nin oğullarıyız kısacası senin anlayacağın üvey kardeşiz. Babanında neden Dünyada olduğuyla alakalı bişey bilmiyorum, benim bildiklerim bu kadar sana başka bir şey veremem." Bana verebileceği şeyler bununla sınırlı olabilirdi lakin bir çok soru zihnimden silinmişti en azından bazı şeyleri artık daha iyi biliyordum.

Bazı şeyleri idrak etmem için bana zaman tanıyan Diyes Nile'nin birşeyler düşündüğü apaçık belliydi.

Kafamda bazı şeyleri düzene sokmak biraz zor olsada yine başarmıştım. Her zaman olduğu gibi. Diyese baktığımda aslında aşık olabileceğim çok şeyi vardı ama aşık olamıyordum. Beni ona çeken birşey yoktu. Sadece bir dost edasıyla ona yaklaşabiliyordum. Onu sevmek çok isterdim çünkü aradığım her özellik onda vardı lakin kaderim olmadığını beni ona çeken birşey olmadığından anlayabiliyordum.

Bakışlarımı Diyesden çekip şatoya doğru çevirdiğimde ağacın altında oturup Elma yiyen Kartayı gördüm. Biliyordum. En başından beri yakınımızda olduğunu bizi izlediğini biliyordum. Bana bakıyordu. Hiçte nazik olmayan bir şekilde Yeşil Elmasını yiyor ve sert bakışlarını bir an üzerimden çekmiyordu, bende meydan okurcasına gözlerinin içine bakmaya başladım. İkimizde gözlerimizi kırpmadan birbirimize bakıyo sanki yarışma yapıyormuş gibisinden ciddiydik. Diyesi çoktan unutmuş tamamen Kartaya odaklanmıştım lakin Diyes daldığı yerden kendini almış ve elini Kartaya bakan gözlerimin önünde sallayıp beni çekmeye çalıştı. Ben hiçbir şeyde kaybetmezdim. Diyes benim baktığım yere döndüğünü göz ucuyla gördüğümde bakışlarını çeken Karta oldu ve kazanmanın hazzıyla Diyese döndüm. "Dalmışım" Diyes bir süre Kartaya baktı daha sonrasında o da bana döndü. "Gidelim mi?" Karta onu tedirgin mi ediyordu? Kartayla aralarında ne gibi bir ilişki olduğunu öğrenmeyi de zihnimin bir köşesine attım. Bu Zılda Tozu dedikleri gezegende Korkutucu şeylerin olduğunu biliyordum lakin ne tür olduklarını henüz keşfedememiştim. Hava yavaşça kararmaya başladığında Diyesle kalkıp şatoya girdik. Beni odama bıraktığında saat sekizde akşam yemeği yiyeceğimizi belirtti ve gitti. Diyes gittiğinde pencerenin yanına gittim ve dışarı gözetlemeye başladım.

Bana geceleri dışarı çıkmamam için tembih etmişlerdi. Bunun altında birşeylerin olduğunu biliyordum ama nasıl bir şey olduğunu bilmediğim için ilk önce pencereden gözetleyecek sonrada tehlike yoksa dışarı çıkıp bakmayı düşünüyordum. Bir süre boyunca dışarı gözetledim etraf iyice karanlık olunca haraketlilik olmaya başladığını fark ettim.

Tedirgin olduğumu ne kadar belli etmemeye çalışsam da etraftaki hayalet gibi havada uçuşan insanlar beni deli ediyordu. Kafamın içinde sesler gidip geliyo sanki beni kolluyolarmışçasına camın önünde uçuşuyolardı kalbim hızlanıp sıkışmaya başlayınca hızla perdeyi çektim. Kalbimde ki bu tuhaf değişim beni bozguna uğratmıştı. Ölücekmişim gibi hissettiren o şeyler bana karşı oynuyordu. Bana baktıklarında ölümü gördüm. Kendimi nasıl ve ne şekilde koruyacaktım o havada uçuşan insanlar bana neden öyle bakıyorlardı niye böyle hissetmiştim Allah Kahretsin ki bilmiyordum ve bu beni kahrediyordu. Perdeyi kapatınca kafamda ki seslerde susmuştu. Rahat bir nefes alıp günlüğümü çantamdan çıkarıp en son olanlarıda yazdım. Günlüğün burada güvende olmayacağını biliyordum çantama koyarsam içinde ki herşeyi herkes okurdu. Günlüğü alıp yanan şömineye yaklaştım. Elimi taştan oluşan şömineye attım yavaş bir şekilde elimle taşlara vurmaya başladım. Boş bir ses gelene kadar vurdum ve en sonunda içinde ki boşluğun sesini duymamla gülümsedim. Günlüğü yatağa bırakıp hemen banyoya koştum. İlk geldiğimde Banyoda ki dolapta gördüğüm tokmağı aldım. Taşı kırdıktan sonra tekrar yerine bir şey yapmam gerekiyordu bu yüzden dolabın en ücra köşesinde ki yerlerini göğüslerimde ki bıçak sayesinde sessiz bir şekilde kestim. İçeride ki masanın çekmecesinde yapıştırıcı vardı bu sayede günlüğümün boyutunda çekmece yapmıştım. Günlüğümü içine koyup boş bulduğum yere eğildim. Şöminenin altında bulmuştum ve bu benim için ayrı bir artı avantajdı üstünde bulsaydım birisi dokunup bulabilirdi ancak alt tarafına yapıp koymam birinin aklına gelmezdi çünkü o kadar küçüktü ki oraya bir şey sığamaz diye düşüneceklerdi lakin bu işin içinde ben varsam herşey mümkündü.

Ses çıkacağı için ve buraya geleceklerini bildiğim için kapıyı kilitledim. Dolabın kapağıyla şöminenin taşlarının rengi aynıydı bu sayede işim daha kolaydı üzerine kalemle çizik atsam hiçbir şey belli olmazdı. Taşlara oldukça sessiz bir şekilde vurmaya başladım ama kırılmadığı için tek çare hızlı vurmaktı. Hemen ayağa kalkıp banyoya gittim musluğu açıp yere su attıktan sonra kapıyı açık bıraktım. Şöminenin yanına geldiğimde tüm gücümle vurduğumda kırılmıştı. İçinin boş olduğunu biliyordum bu sayede rahat bir şekilde kırılı vermişti. Az sonra geleceklerini bildiğim için çekmecenin sığacağı şekilde içini açtım. Çekmeceyi yerleştirdiğimde hiçbir şey belli olmuyordu. Hemen yerdeki tozlari yatağın altına ittirdim ve banyoya koştum. Adım sesleri gelmeye başladığında göğüsüme sıkıştırdığım bıçağı bulamadım. Tekrar şömineye geldiğimde kapıyı tıklatan Bade'nin sesini duydum. "Armin? Birşey mi oldu? İyimisin?" Peşpeşe sorduğu sorular can sıkıcıydı. Şöminenin yanında ki bıçağımı alıp sessizce banyoya geçtim. Kapıyı usulca kapattıkdan sonra bıçakla avucumun içini kestim ve bıçağı yere attım. Hemen diğer elimlede bacağımı büktüğümde az sonra moraracağını biliyordum. O sırada Avucumun içinde ki acıyı hissetmeye başladığımda tüm şatoyu sağır edicek bir şekilde cırladım. Badenin sesi büyüdü bir kaç kişiye seslendiğini duydum lakin avucumu gereğinden fazla kestiğimi çok acıyacağını biliyordum. Hemen rollenip ağlamaya başladım. Oysaki ben asla bir yara için ağlamazdım. "Yardım edin" Hüngür hüngür ağlamaya başladığımda ne kadar kurnaz birisi olduğumu tekrar kendime hatırlatmıştım. Kapının kırılma sesiyle beraber ağlamalarım daha çok arttı. İçeri aynı anda Diyes,Elnut,Bade,Seyid ve Lima girince bakışlarımı onlara çevirdim. Elnut bana yönelip kucağına aldığında hepsi endişeliydi. Seyid anında yanıma gelip elimi sağa sola çevirip başka birşey oldumu diye baktı ama elimin hali zaten içler acısıydı. Asıl olay şimdi başlıyordu. Hayatımda en çok korktuğum anı düşündüğümde artık uyanık değildim. En son duyduğum şey ise Seyidin "Ulaşı çağırın!" Diyen sesiydi. Gerisinde malesef uyanık değildim oysaki uyanık olmayı isterdim ama rol amacıyla bunu yapmam gerekiyordu.

Gelen konuşma sesleri ve vücudumda ki huzurlu his beni cennetteymişim gibi hissettiriyordu. Gözlerimi açtığımda ayak ucumda oturan Bade'yi, Camdan dışarı bakan Seyidi, sandalyede oturan Deyisi, ayakta duran Elnutu ve kapıya yaslı bir şekilde bana dik dik bakan Kartayı gördüm. Beni önemsemeleri ne kadar hoşuma gitsede bir o kadar sinirime gidiyordu. Beni önemseyen kimse yoktu. Zaten buraya gelmeden hemen önce aldatıldığımı öğrenmiştim ve ben Poyraza bir bedel ödetemeden buraya gelmiştim. Benim için üzücü bir olaydı. Kendimi yatakda oturur pozisyona getirdiğimde herkesin meraklı bakışları üzerimdeydi. Benden bir açıklama beklediklerini biliyordum bu yüzden bir an önce söze girdim "Ee Şey, Banyoya girecektim. Bıçak buldum, onu dolaba koyacaktım yerde su varmış görmedim kayıp düşünce bıçak elimi kesti ayağımı da burktum" Bıçağın benim olduğunu söyleseydim büyük ihtimalle ne işin olduğunu sorarlar ve temkinli davranabilirlerdi. Seyid üzgün bir şekilde kafasını eğdi "Sen Baba'nın bize emanetisin Armin ama biz seni koruyamıyoruz bu beni üzüyor" Babamın en yakın arkadaşı olduğunu biliyordum çünkü Babam ben küçükken erkek çocuğu olursa isminin Seyid olmasını istediğini söylemişti bende nedenini sorduğumda en yakın arkadaşının ismi olduğunu söylemişti. Bu adamın ismini duyduğumda Babamla bağlantılı olduğunu anlamıştım. "Sizi korkuttuğum için üzgünüm" Badenin ellerini tuttum ve benim için endişelenmemesi için gülümsedim. Ani duygu değişimlerim ve düşüncelerim beni bir deli yapabilirdi ama ben böyleydim değişemezdim. Lima içeriye elinde bir tepsiyle girdiğinde beni uyanık görmesiyle rahat bir nefes verdi ve yanıma geldi tepsiyi kucağıma bıraktığında bir bardak su çorba ve ekmekle geldiğini görmek beni heyecanlandırmıştı. Beni bir Anne edasıyla sevmesi şu 17 yıllık Anne sevgisini uyandırıyordu ve bu engel olamayacağım kadar büyük bir duyguydu. Gözlerimin dolduğunu buğulanan etraftan anladım. Herkes bunu fark etmiş ama kimse birşey dememişti. Beni Babam bile bu kadar sevmemişken bu Aile nasıl sevebiliyordu? Bir İnsanı Babası sevmiyorsa kimse sevmezdi ama bu aile başkaydı benim buraya gelmem üzerinden daha bir gün bile geçmemişken nasıl olabilirdi. Çorbamı içtikten sonra Lima tepsiyi çalışanlara verdi ve odadan çıktılar. Bebek mavisi tüle bakarken kapının açılmasıyla bakışlarım o tarafa döndü. Gelen kişi beni afallatmıştı.

Ulaş Karta Altus

Kartanın içeri girmesiyle meraklı gözlerim ona bakıyordu. Yanıma yaklaştı sinirli bir ifadeyle baktı "Yazık" dedi kınarcasına "Çok yazık. Kendine zarar vermek psikolojisi bozuk olan insanlar içindir. Peki ya sen? Söylesene şizofrenmisin?" Bana böyle hitap etmesi hoşuma gitmemişti üstelik beni boğmaya kalkmışken böyle demesi gerizekalı olduğunun kanıtıydı. Ters ters bakıp gözlerimi devirdim "Söylesene beni boğmaya çalıştıkdan sonrada hayat hikayesimi vereceksin. Gerek yok." Yumruğunu sıktığını gördüm. Göz devirmem hoşuna gitmiyordu. "Hoşuma gitmiyorsun Bitter" Yine göz devirdim "Ben sana bayılıyorum Buğday" dedim alay edercesine. Alay ettiğimi anladığında histerik bir gülüş attı "Biliyorum Bitter." Gözleriyle elimi işaret etti "Yine ne yapmaya çalışıyordun sen? Sakın bana şatoyu başımıza yıkmayı düşündüğünü söyleme çünkü o boğazını bu sefer sıkmakla kalmam vücudundan ayırırım" Şuh bir kahkaha attım. Gözlerimi devirip cüretkar bir şekilde baktım "Tam da onu planlıyordum Buğday. Kafamı vücudumdan ne zaman ayırıyorsun peki?" Hile baz olan bu çocuk üzerime doğru eğildi. Kulağıma doğru yaklaştı daha yeni çıkmaya başlayan sakallarını yanağıma sürttü. Nefesini kulağıma doğru verdiğinde ürperdim. "Tabi istersen başka şekilde de yapabilirim" Demesiyle göğüsünden itmem bir oldu. "Sapık herif" Güldü. Başını sağa sola salladı. Arkasını dönüp kapıya doğru ilerledi. Elini kapının kulpuna attığında konuşmaya başladı "Seninle hala hesaplaşmam gereken konular var. Düşmanımsın Bitter" Gözlerimi devirdim "Dikkatli ol bir adım arkandayım" Kafamı olumlu anlamda salladım "Düşmanımsın Buğday" Kapıyı açıp çıktı arkasından kapıyı kapattığında her zaman ki gibi gözlerimi devirdim.

Birbirimize taktığımız bu lakaplar dile hoş gelsede bazen sinir bozucu olabiliyordu. Gözlerimi kapatmamla önüme gelen Annemin süliati nefesimi kesmişti. Onu görmeyeli uzun çok oluyordu. Değişmişti. O, yaşlanmıştı. Cocukları vardı. Hemde 3 tane. İstediği gibi ikisi erkek biriside kız. Kalbim sıkışmaya başladı. Gözlerimi açamıyordum. Noluyordu. Gözlerimi açamıyorum haraket edemiyorum. Napıyolar bana ağlamak, cırlamak belkide haykırmak istiyordum ama yapamıyordum. Beni çağırıyordu. Annem buradaydı. Şatoda. Merdivenin sol köşesinde ki kapıyı açıyordu. Burası neresiydi? Bodrum. Merdivenleri tek tek indi. Zindanlara geldiğin bir zinda da durdu. Durduğu zinda da küçük bir kutu vardı. Onu gösteriyordu. Kutuyu. Onumu almam gerekiyordu. Bunu yapacaktım. Gözlerimi yavaşça açtığımda haraket edebiliyordum sanki biri beni rehin almıştı. Ne hareket edebiliyo ne de konuşabiliyordum. Korkutuycu. Hemen ayağa kalkıp kapıya koştum. Kapıyı hiçte nazik olmayan bir şekilde açıp aşağı kata koştum arkamda biri vardı ama ben o kadar körleşmiştim ki şuanda hiçbir seyi umursamıyordum. Annemin gösterdiği kapıya geldiğimde kulpunu tutup aşağı indirdim. Annemin istediği o kutuyu alacaktım. Kapıyı açtığımda arkamdan birinin beni tutmasıyla öfkelendim. Annemin istediği kutuyu almama kimse mâni olamazdı.

Öfkeli bir şekilde arkamı döndüğümde Seyidi gördüm. Ne yapıyorsun der gibi bana baktığında kapıyı gösterdim "İçeride ki kutuyu almam gerekiyor. Annem o kutuyu gösterdi" Dememle Seyid kaskatı kesildi. Kötü birşey mi demiştim? Burnundan solumaya başladı âdeta ateş saçıyordu birşeyler mırıldandıktan sonra bir anahtar çıkarıp kapıyı üstüne kapatıp kitledi ve anahtarı cebine attı "Armin o kutunun içinde ki şey çok kötü birşey bir daha asla böyle birşeye kalkışma bu hepimizin sonu olabilir" Onu bile korkutacak o kutunun içinde ne vardı. Beni meraklandırmaktan başka birşey yapmamıştı. Odama kadar benimle eşlik etti odaya girmemle gittiğini adım sesleriyle anlamıştım. Zihnimde ki sorular Deyisin bazı şeyleri anlatmasıyla azalsada yenileri ekleniyordu mesela o kutuda ne vardı niye bana açıklamamıştı. Geçmişte ne yaşanmıştı demekten dilim damağım kurumuştu. Bugün yaşadığım şeylerden sonra daha aksiyon kaldırabileceğimi zannetmiyordum. Bir gün içerisinde o kadar şey yaşanmıştı kafam allak bullaktı. Dolaba gidip içinden bir gecelik çıkardım. Aldığım gecelikde Mavi renkteydi. Dolabımda sadece iki tane mavi renkte kıyafet vardı biri şuanda üstümde olan elbise diğeri ise elimde olan gecelikti. Üstümde ki elbiseyi çıkarıp yerine geceliği giydiğimde elbise kirli sepetini boylamıştı. Normalde üstümde ki kıyafetleri kolay kolay kirletmezdim bu yüzdende bir kaç gün giyebilirdim lakin o mavi saten elbiseye elimdeki kan lekesi bulaşmıştı ve uzun olduğu için yere sürülmüştü buda demek oluyo ki iyice kirlenmişti. Şömine alevler saçarken günlüğü tekrardan çıkarttım herşeyi yazdıktan sonra yerine geri koydum bu sefer pembe 'Sütü çilekli seni sürekli' yazılı not defterime bir kaç not alıp çantama attım. Yatağa yattığımda sadece Annemi düşünüyordum. Derin bir nefes aldım daha sonrasında herşeyi silip uykuya odaklandım. Sadece bir kaç dakika içerisinde güzel bir uykuya dalmıştım.

Loading...
0%